Tumgik
#koi-izi
oakinci70tr · 1 year
Text
Osmanlı Akıncı Bülent Ergincanlı
-(OAKINCI70TR)-
-(GÖNÜLDOSTLARI)-
💡👉💡AKPARTİ BİZİM SEVDAMIZDIR💡👈💡
❤🇹🇷🕋🇹🇷⭐🌙🇹🇷🌙🌙🌙🇹🇷⭐🌙🇹🇷🕋🇹🇷❤
●○●○●○●○●○●○●○●○●○●○●○●○●○●○●
🎥💰🌍💰📼🖋👉Yalancı👈🖋📼💰🌎💰🎥
●○●○●○●○●○●○●○●○●○●○●○●○●○●○●
🌹🇹🇷🕋🇹🇷⭐🌙🇹🇷🌙🌙🌙🇹🇷⭐🌙🇹🇷🕋🇹🇷🌹
Nerede verdiğin o sözler! yalancı.
Hiç kalmadı kimse’lerin inancı.
Kaybettin sen olsan da hoca haccı.
Yalancının mum u söner yalancı.
Arattın da senden önce gideni.
Akladın ya sende idi kefeni.
Sende varda onun yoktu kalemi.
Daha güzel çalışırsın yalancı.
Ummamıştım senden böyle bir darbe.
Yalancısın verdiğin sözler nerde.
Deva olacaktın sözde her derde.
Sende oldun giden gibi yalancı.
Makyaj ile aldatırsın herkesi.
Gerçekleri örtemezsin var sesi.
Mazlumların Ah ı yakar nefesi.
Hayat bir gün değildir ki yalancı.
Taşıma su ile dönmez değirmen.
Nere gider senin böyle dilenmen.
Beş parayla sattın isim denilen.
Bir caddeye adını koy yalancı.
Ticaret mi yaptığın ne ki bilmem.
Bizi atıp yabancı dan getirmen.
Şaştı sende teraziler şimdiden.
Sonun iyi olmayacak yalancı.
Evde oturana bir şey demedin.
Maaş verdin ortak olmak istedin.
Durum bakıp bize insaf etmedin.
Yaptığın yanına kalmaz yalancı.
Bak yalancı biliyorum mazini.
Rüşvet veren alır bir gün hepsini.
Sen ne sandın kimse bilmez mi seni.
Kirli çamaşırın çıkar yalancı.
Yandaşın var maaşı alır da yatar.
Bilmez misin hepside göze batar.
Yakar seni işlediğin günahlar.
Solcusun da! sağ çok yeğdir yalancı.
Üç beş taş dizmekle boyattın gözü.
Silemez'sin mazin'den gelen izi.
İn kar ettin solda doğan yıldızı.
Kapitalist oldun gittin yalancı
☆♡☆●(Tahsin Emek Şiirleri)●☆♡☆
Kayıt Tarihi : 20.1.2010 17:57:00© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Osmanlı Akıncı Bülent Ergincanlı
-(OAKINCI70TR)-
-(GÖNÜLDOSTLARI)-
Tumblr media
5 notes · View notes
akrasia0 · 1 year
Text
Küllenip sönseydi bu acı,
Geçer miydi?
Közlerini yüreğime yamasaydı tanrı,
Söyle bana Azat;
Özgür kalır mıydı ruhum?
Peşimde bir deli yağmur,
Göğü delercesine yüzüme yağan.
Her damlada kordan ateş gibi içime akan.
Kırk yerimden kırıldım Azat.
Bir hançer vurdu yüreğime,
Zaman sarsa da yaralarımı
Bu ihanet kopardı dikişlerimi.
Anlamıyorsun,
Acı çekenlerin vatanı olsa da bu köhne karanlık,
Canımı yakmadı o topraklar hiç.
Bu savaş benden beni,
Benden seni,
Benden herkesi alsa da
Yenilgimi meşru kılan yaralarımdı.
Ben bu savaşın mağlup olanıyım.
Teslim oluyorum Azat.
Yenilmeden yenilgiye kucak açıyorum.
Yaşamak için değil.
Ateşten farksız gözyaşlarımı silmiyorum.
Yanarım diye değil.
Azabın hakkının taşıyorum.
Yüreğimdeki kimsesizin babasını yaşatıyorum.
Adım Azat
Ruhum kafeslenmiş bir kuş kadar
Tutsak.
Gözlerime bak,
Derinliğinde bulduğun tek cevap
Issız kentlerin harabesinden harap,
hayatımla yorduğum bu kalp.
Söyle bana Azat;
Özgür kalır mıydı ruhum,
Göğüs kafesimdeki mahkumu bıraksam.
Cennette doğup cehenneme makum çocuk.
Tutsaklığına tutkun çocuk;
Dinle beni Azat.
Bende kanayan yarayım.
Araftayım.
Günahtayım.
Ben iyileşemeyecek bir hastayım.
Düzeltilmeyecek bir hatayım,
Tut kırgınlığımdan.
Eve dönmek üzereyim Azat.
Ev neydi kimsesiz bir çocuk için
Elleri hep soğuk gezen için.
Masumiyetimi paramparça eden hançerlerin izi...
Çok şey kaybederek dönüyorum yuvama.
Ben bu kentin en sessizi,
Kırgınım dört duvarı aynadan farksız odama.
Dertli ellerini başıma koy Azat.
Duyuyor musun içindeki sancıyı.
Kirli dudaklarım hak etmez duayı.
Günahkar alnımı yaslayamam secdesine tanrının.
Gözlerime dön.
Şeffaf değillerdi,
Boş bakmazdım ben.
kendine bak aynadaki yabancı.
yüzüne karanlıktan güneşler doğan.
Saçları, gözleri ve bakışları tanıdık
çamurdan canavar.
Yansımanı izle,
gözbebeklerinin uzun ince bir çizgiye dönüştüğünü.
Anla sende çocuk.
Severek öldürdüğümden beri
Kendimin yanlışıyım.
Adım Azat'tı fakat dünya benim azabımdı.
0 notes
sonsuzsblog · 2 years
Text
Gel ey sevgili, Şiir ol yüreğimde, Her şiirimin iki dizesinde, Tutuldugum gözlerinden, Aşık olduğum yüreğinden
Bir ömür bahsedeyim, Ben sensiz ne bu yerde kalırım, Ben sensiz ne düşer ne ölürüm, Dua et kalbinle çağır beni
Bir çay koy gelirim. ..
Kaç, Şiir, Ötemdesin, Bilmiyorum ,
Ama Bugün Sesler Bir Başka Vuruyor Kalemime, Yazayım mı Sustuklarımı
Yada boş ver, Ama Sen Yine de Kimseye Söyleme Bu Dünyada En Çok Seni Sevdiğimi Ölümün dua,Veda' nın şiir olduğu dünyamdan uzaklaşma üşürüm.
Öyle, Sebebsiz, Şiir, Yazılmaz, Şiir Özlem İçerir, Sevgi Aşk İçerir
Öyle Sebebsiz Şiir Yazılmaz
Şiir Sevda Gerektirir, Ben Sana Şair Oldum, Sende Benim En Güzel Şiirim sın, Şiirime Sığdıramadığım
Tek Gerçeğimsin..
Yarayı açık bırakırsın, acır.
Kapatırsın izi kalır, İp geçmez, iğne dikmez,Yara gibidir bazı insanlar da seni bazı anılarla yaşamak zorunda bırakır,bazı şeyler yürekle sezilir
Bırak yüreğin konuşsun..
İçimdeki çığlıkları anlatamamak çok zor,Bende azıyorum çünkü içimde susturamadığım bir ses var,Biliyorsun
Nerede tamamlanırsa, orada kalırmış kalp, Camdan bir kalp taşıdığımı hala anlamadıysan, Yarım kalalım, bırak..
Kimse Göründüğü Kadar Dayanıklı Değildir, Sadece Görünmeyen Yangınlar, Duyulmayan Fırtınalar, Gizlice Çürüyen Ruhlar Vardır, Sükût kıvâmındaki çığlığı,Ne kardaş ne arkadaş, Yalnızca haldâş olanlar duyarlar.
Geçmişe uzanıp şöyle bir baktım.
Acı ve kederle dost olmuş bahtım.
Ömrümce hep verip almaksızın,
Kendimi can dediğim dostlara sattım,Hep yanımdaydı onlar daha düne kadar Düştüysek ne olmuş. terkedecek ne var,Kalsalar yeterdi uzatmaksızın, O. kırılası elleri varsın saklansın.
0 notes
matryoshka01 · 2 years
Text
Koy benim yerime
Kendini, gelmeden üzerime
Bedelini ödedim bende sevdiğiniz her şeyin
Hak ediyorum her milimini bu dik gülüşün
Ayna elimde, durur yara izi, içim üşütür
Yine düşsem yine yenilsem sil baştan
Ne mümkün yıkılmak, yine doğruldum bak
1 note · View note
lifesmanga · 4 years
Photo
Tumblr media
195 notes · View notes
hatsumishinogu · 6 years
Photo
Tumblr media
Koi-izi Vol.10 (end)
16 notes · View notes
fullmoonislamghost · 3 years
Text
Esrarnâme’den
به نام آنک جان را نور دین داد
خرد را در خدا دانی یقین داد
Can’a, din nûru verenin adıyla,
Akla, kendisini tanıması için yakîn verenin adıyla
خداوندی که عالم نامور زوست
زمین و آسمان زیر و زبر زوست
Bütün âlem, adını O’ndan almıştır
Yer, gök, alt, üst; hep O’ndan olmuştur
دو عالم خلعت هستی ازو یافت
فلک بالا زمین پستی ازو یافت
İki âleme varlık elbisesini giydirdi O
Yeri alçalttı, göğe yükseklik verdi O
فلک اندر رکوع استادهٔ اوست
زمین اندر سجود افتادهٔ اوست
Felek ayakta rükû eder O’na
Yeryüzü yer kapanmış secde eder O’na
ز کفک و خون برآرد آدمی را
ز کاف و نون فلک را و زمی را
Çamurdan ve kandan yarattı Âdem’i
Kaf ve Nûn’dan yarattı âlemi
ز دودی گنبد خضرا کند او
ز پیهی نرگس بینا کند او
Gökkubbeyi dumandan yaratan O
Bir yağdan gözleri görür eden O
ز نیش پشه سازد ذوالفقاری
چنان کز عنکبوتی پرده داری
Sivrisinek iğnesinden Zülfikar çıkarır
Örümcekten bir perdedâr yaratır
ز خاکی معنی آدم بر آرد
ز بادی عیسی مریم برآرد
Topraktan Âdem’in manâsını çıkarır
Bir yelden Meryem’in İsâ’sını çıkarır
ز خون مشک و ز نی شکر نماید
ز باران در ز کان گوهر نماید
Kandan misk, kamıştan şeker gösterir
Yağmurdan inci, mâdenden cevher gösterir
یکی اول که پیشانی ندارد
یکی آخر که پایانی ندارد
Öyle bir Evvel’dir ki O’nun öncesi yoktur
Öyle bir Âhir’dir ki sonu, sonrası yoktur
یکی ظاهر که باطن از ظهورست
یکی باطن که ظاهر تر ز نورست
Öyle bir Zâhir’dir ki Bâtındır zuhûru
Öyle bir Bâtındır ki nurdan daha Zâhir’dir nûru
نه هرگز کبریایش را بدایت
نه ملکش را سرانجام و نهایت
O’nun ululuğuna başlangıç, bidâyet yoktur
O’nun saltanatına, zevâl ve nihâyet yoktur
خداوندی که اوداند که چونست
که او از هرچ من دانم برونست
Kendinin nasıl olduğunun bilen kendi
Bildiğim herşeyden münezzehtir kendi
چو دید و دانش ما آفریدست
که دانستست او را و که دیدست
Yaratan O’dur görüşümüzü de, bilişimizi de
Öyleyse O’nu nasıl bilebilir, nasıl görebilir bir kimse
ز کنه ذات او کس را نشان نیست
که هر چیزی که گوئی اینست آن نیست
Kimse erişemez zâtının künhüne
Budur dediğin herşey değildir O yine
اگرچه جان ما می پی برد راه
ولیکن کنه او کی می‌برد راه
Cânımız gitse de ancak O’na
Nasıl kavuşacak yine de zâtına
چو بی آگاهم از جانم که چونست
خدا را کنه چون دانم که چونست
Daha kendi canımı bilmiyorum ki nasıldır?
Allah aşkına ne bileyim O kendi nasıldır!
چنان جان را بداشت اندر نهفت او
که هرگز سر جان با کس نگفت او
Canı öyle bir gizledi ki O
Can’ın sırrından kimseye demedi O!
تنت زنده بجان و جان نهانی
تو از جان زنده و جان را ندانی
Tenin zindedir canla, gizli yine canı
Can yüzünden canlısın, bilmezsin canı
زهی صنع نهان و آشکارا
که کس را جز خموشی نیست یارا
Ne büyük bir sanat gizliyken âşikâr
Susmaktan başka kimseye yok yarar
هزاران موی را بشکافتم من
طریق این خموشی یافتم من
Binlerce kez kılı kırk yardım da ben
Susmaktan özge kâr bulmadım ben
چو نتوانی بذات او رسیدن
قناعت کن جمال صنع دیدن
O’nun zâtına ulaşamazsın mâdem
Yarattığı cemâl seyriyle yetin sen
اگر تو راست طبعی در صنایع
برآی از چار دیوار طبایع
Doğruysa gidişin, varlığın seyrinde
Dört duvardan sıyrıl da gel yerine
خدایت را نیفتادست کاری
چه سازی از طبایع کردگاری
Hudâ’nın sana düşmez bir işi
Hudâyî tabiatle yapabilir misin bir işi
اگر آبست اصل آبی بروبند
فرا آبش ده و لختی بروخند
SU, asılsa durdur suyunu
TOPRAKsa asıl, koy kapı önüne onu
وگر باد است بیدادیش پندار
ببادش برده و بادیش پندار
HAVAysa, adaletsiz say sen onu
Rüzgar götürmüştür yok say sen onu
وگر اصل آتش است آبی بروزن
چو آبش بر زدی آتش درو زن
Ateş asıl ise, su çarp üstüne
Çekersen suyunu ateş sal üstüne
طبیعت راست داری بی ریاباش
طبیعی نیستی مرد خدا باش
Tabiâtın doğru ise bî-riyâ ol
Tabiî değilsen merd-i Hudâ ol
چو در هر دو جهان یک کردگار است
ترا با کار چار ارکان چه کار است؟
Her iki cihânda bir yaradan var
Dört unsur ile senin ne işin var
یکی خوان و یکی خواه و یکی جوی
یکی بین و یکی دان ویکی گوی
O Bir’i çağır, O Bir’i ara, O Bir’i iste
O Bir’i gör, O Bir’i bil ve O Bir’i söyle
یکیست این جمله چه آخر چه اول
ولی بیننده را چشم است احول
Birdir hepsi ister sonra gelsin ister evvel
Ama biri, iki görenin gözüdür ahvel (şaşı)
نگه کن ذره ذره گشته پویان
بحمدش خطبه تسبیح گویان
Dikkatlice bak, akıp giden her bir zerre
O’nun tesbihinde, O’nun övgüsünde
زهی انعام و لطف کار سازی
که یک یک ذره را با اوست رازی
Bu ne büyük bağıştır ne büyük lütuf bu
Her zerrenin bir sırrı var O’nunla yâ hu
زهی اسم و زهی معنی همه تو
همی گویم که ای تو ای همه تو
Ne güzel isim, ne güzel manâ, hepsi sen!
Dilimde dâim; Ey sen, Ey her şey senden olan sen!
نبینم در جهان مقدار مویی
که آن را نیست با روی تو روئی
Âlemde görünen her bir zerrenin
Yüzünde izi var senin güzelliğinin
اگر با تو نبودی روی ما را
فرو بردی سر یک موی ما را
Yüzümüz dönük olmasaydı eğer sana
Zerre miktar döner miydin bu yana
اگر لطفت نپیوستی بیاری
نبودی ذره‌ای را پایداری
Lütfun yardım etmeseydi bâri
Zerrede ne gezerdi bekâ imkânı
همه باقی بتست و تو نهانی
درون جان و بیرون جهانی
Her şey seninle kâim ama sen gizlisin
Cihandan taşrasın amma candan içresin!
همه جانها ز تو حیران بمانده
تو با ما در میان جان بمانده
Hayran iken bütün canlar sana
Sen durursun bizim canımızın ortasında
ز راهت حد و پایان کس ندیدست
که تو در جانی و جان کس ندیدست
Sana giden yolun sonunu yok gören
Can içindesin, canı yok gören
جهان از تو پرو تو در جهان نه
همه در تو گم و تو در میان نه
Cihan seninle dopdolu, değilsin sen cihanda
Her şey sende kaybolmuş, sen yoksun ortada!
Tumblr media
9 notes · View notes
arkeoloji · 4 years
Text
eğer böyle olmasaydı. duygularımız rayından çıkıp başkalarıyla çarpışmasaydı benim sana söyleyecek çok şeyim vardı. yanıma gel ve kurtar beni bu çukurdan diyecektim. bak bana. halim kalmadı savaşmaya. yanımda dursana. biraz da beraber göğüs gerelim bu zorluklara. al elimi, koy elinin üstüne. onların yeri orası. yıllar geçse bile titrekliğiyle senin ellerinin arasında olmayı dilerler diyecektim. ellerimle yüzünü tavaf edip her milimini zihnime kazıyacaktım. olur ya hani. olmasın ama olur ya işte. dünya burası. bilirsin mutluluklar uzun sürmez ve herkes her an ayrılabilir bu diyardan. ayrılırsan bu diyardan diye her anımı zihnime kazıdım seninle ve zihnimdeki kalıntılarınla yaşatacaktım seni içimde. böyle olmasaydı. sen ve ben ayrı hayatlarda yaşamaya alışmasaydık ve ellerimiz daima iç içe olsaydı benim sana anlatacak çok şeyim vardı. çocuk sevinciyle ve o masum bakışlarla ilk pofuduk poğaça deneyimimden, odamın duvarında çocukluk arkadaşımla kocaman elimizin izi olduğundan, çilek görünce nasıl çocuklaştığımdan, dedemi çok özlediğimden ve anneannemi yanımdan eksik etmek istemeyişimden bahsederdim. ama en çok. sevginin her şeyi güzelleştirebilecek gücü olduğu kadar kötü duruma getirecek gücü olduğunu da anlatırdım. bak. bu kalbim. ilk zamanlar seninle konuşunca kilometrelerce koşmuşum gibi hızlı atıyordu. bu da ellerim. her an ellerinin arasında olmayı istiyordu. ama şimdi bak bir de. kalbim sevgimizin bir kenara savrulmuş olmasını kaldıramıyor. ellerim her seferinde iki adım attıktan sonra düşmeyi ezberlediğim çukurlardan çıkmam için bana yardım ediyor. bu yüzden titrek ve solgunlar. aslında her şey yerli yerinde. sen yaşıyorsun, ben yaşıyorum ama ayrı ayrı. dünya ya hani burası. mutluluklar uzun sürmez ve her an her şey olabilir ya hani. olur da okursan ya da denk gelirsen bir yerde bu yazıya. bil ki, biz seninle ayrı ayrı yollara sapmasaydık benim sana anlatacak çok şeyim vardı.
66 notes · View notes
mustafasalihbozok · 4 years
Text
Tumblr media
Parmakların ucuyla arkaya attığın
saçlarının sonbaharına düştüm
Elimi tut, yalnızlığımı okşa
Gözünün izi kalsın gözümde…
Aynada ki sûretine sar beni
Gamzen açan kır çiçeği
Üzerinde idi acılarım
Sen rengini kokladın
Ben kokusunun rengini
Sonbahar akşamına sar beni
Seni hangi ömrümle sevdiğimi
bir güz yağmurları bildi
bir de saçlarına düşen sonbahar
Kahve falına resmini kim çizdi?
Üşüdüm şu an İSTABULun soguk sokaklarında
yağmuruna sar beni..
KADIN...
Hasretime vaha, çölüme serap ol
Kendine başka anlam bulsun intihar
Son istasyonda beklerken ömrüm
Seni sevdim, ne söylesem, hepsi inkâr
Giderken, elvedana sar beni
"Gözlerinin kahvesinden koy ömrüme, kırk yılın hatrına sen kalayım."
Ne güzel demiş
(Alıntı ) 🍁 🦋🌹
15 notes · View notes
ihtiyardivit · 3 years
Text
Tumblr media
Maviliğime mektup 55...
Maviliğim...
Aklımın demi, içimin açık çayı...
Nasılsın ?
İyisindir.
Beni sorma...
Kederli...
Saat 02:42 ,Tarih 30 Kasım 2020...
Yer Dağlıca...
Sırf sen sonuna dek okuma diye en uzun mektubum bu.
Çay içer misin ?
Maviliğim...
Hiç kederlendin mi ?
Oturup bir demir bardak içinde soğumayan çayın yanına , Ahmed Arif dinledin mi ?
Satır başım ...
Sayın Sevdiğim !
İçim içine düşse bir gün , "bu ne çok yeis" der misin ?
Deme ...
Yorgunum biliyor musun ?
Omuzlarım iki yanıma düşmüş.
Göz kapaklarımı değen uyku haricinde her şey kirpiklerimle döğüşüyor.
İçim , dışımda olan her şeye "Vurun ulan vurun, ben kolay ölmem. Ocakta küllenmiş közüm" deme bilginliği dışında her türlü bıkmışlığın eşi , dostu ...
Maviliğim...
Yaşanılası mevsimim.
Bilirsin, ben sana alelusûl mektup yazmam.
Sana erişmek muhakkak vâye'dir.
Ki zaten postası, pulu keemlemyekûn'dür her mektubun.
Saçlarına mihman oluyorsa yanından koşarak geçen rüzgâr , anlarsın meyus sayılmam sana.
Maviliğim...
Layetezelzel gupse'm...
Saçların nasıl ?
Yastığını düzeltmeyi unutma...
Yorganın incedir , üşüme.
Hava kaç derece sıcak dibinde ?
Hava -5 derece fokurduyor; tabanın tavanıma değmediği içindir.
Kirpiklerimden düşen her damlaya şahit evren , içindir.
Maviliğim...
Mehlika'm...
Saat 03:11...
Tarih aynı.
Yer aynı.
Bir de ben ; aynı.
Hiç kederlendin mi demiştim ?
Biliyor musun , biz aslında seninle sevdaya yasaklı bir şiiriz belki de.Sözleri kuytu köşelerde avutulan, dokunamadan gözlerinin serin koylarına ,
ve esemeden gamzelerinin bahar kokulu yamaçlarında...
Oradan öyle gözlerini dikip bakma yüzüme; sebep oldugun olmayışın var yanımda, ayıp edersin ;
Avuçlarıma kadar keder doluyum...
Maviliğim...
Üşüyen elim, ısınan içim ; iyi Kadın...
Sana kızdığımı sanıyorsun ya hani ?
Sanma.
Ben herkese kızıyor gibiyim...
Sen başkasın pek tabii..
Maviliğim ...
Yanılmayan kararım, bitmeyen cümlem....
Biliyorsun "Yaş 35 yolun yarısı eder" diyen Cahit Sıtkı bunu söyledikten birkaç sene sonra göçtü.
Mona Rosa'ya sevdasını dile getirirken "Uzatma dünya sürgünümü benim" diyen Sezai Karakoç 87 yaşında ve halâ yaşıyor...
Bizi yolun yarısına yaş olarak yaklaştıran zaman , yolun yarısını çoktan geçiren kederlerimiz .
Ve biliyorsun ki ölümsüz aşklar var da ölmeyen aşık var mı ?
Güvenme gençliğine , ölenler hep ihtiyar mı ?
Maviliğim ...
Zihnim de balerinim...
Sen güzel gülersin...
Ben güzel severim...
İkimiz de ölünce çürümeyiz !
Saçında beyaz var mıdır bilemem ama bir beyaza sarılırız gözümüzü kapayınca.
Siyahı Beyazdan ayıran şeydir göz kamaşması.
Hiç kederlendin mi diye sormuştum...
Çay içer misin ?
Maviliğim ...
Muhabbeti güneşin sofrasına kuran kadın !
Saat 03:43 !
Tarih , az öncesi ile aynı rakamın tanığı.
Samimi bir şey diyeyim mi ?
Benim , benimle uyu , bana sarıl , benimle uyan , benimle gez , benimle film izle , benimle kahkaha at , benimla ağla , benimle mutlu ol , beni öp gibi dilek ve temennilerim yok aslında.
Bende yaşadığın gerçeğini inkâr etmeyelim müsadenle .
Biz seninle birlikte olmasak da olur, birlikte ölmesek de .
Ben sana varım , sen bana varırsın elbet.
Ölünce çürümezsin sen.
Ben de .
Varırız aynı ortak paydanın dibinde.
Maviliğim...
Sanatı , odanın duvarlarını boyayan parıltı mısın sen ?
Bir yazı da okumuştum , "kişinin zekâ seviyesi sorduğu sorudan bellidir." yazıyordu.
Şimdi ben çok ahmakça bir soru sormuş oldum değil mi ?
Öyle.
Maviliğim...
İçimin sulanası bahçesine kaynak olası kadın !
Az evvel Türk Sanat müziği dinlerken farkettim , şarkı da şöyle diyor ;
"Bana her şey seni hatırlatıyor"
Bunu yazan kişi aşık değil unutkandır.
Çok garip değil mi ?
Maksadım sana cevapsız sorular sormak değil aslında ama sözcüklerin tamamı senin kanıtına ihtiyaç duyuyorsa bu da benim suçum değil.
Soru formunun seninle tanışmaktan haz duyduğu zaman dilimlerini ben üretmiyorum hazreti neşem !
Kederlisindir...
Çünkü kadınlar ölüyor saçma sapan bisürü entrikalar ile.
Çocuklar ölüyor içine tükürdüğümün saatleri içinde.
Sabah 5'te , öğlen 1'de gece 2'de !
Kederlisindir evet.
Çay içmek , of- ah - iç çekmelerinin çare üretmediği tek yılgınlığındır kederlerin.
"Dışından içine çektiğin hava kadardır yaşam dediğin kaygı" diye belirtmişti yaşamayı , bir bilen...
Maviliğim...
Uyuyamıyorum patron.
Kederlenmenin en sancılı yani ne biliyor musun ?
Hiç söylemek istemediklerini bile söylüyorsun.
Ucuz bir şarap şişesinin üstüne köpek fotoğrafı yapıştıran tekel gibi oluyor insan , açık sözlü , cümlesini sakınmayan...
Maviliğim...
Mataramın son damlası , son nefes dilimim , ağzım acik bağlanıp , titrediğim , heyecanlandığım SAYE'm...
Biliyor musun dün öğrendim , "SAYE" gölge demek miş...
Senin sayende seni sevmek ne müthiş haz !
Diyalektik bilir misin patron ?
Un eleği gibidir diyalektik.
Noktaları, ünlemleri , soru işaretlerini elersin. Aşağı noktalar düşer , diğerleri elekte kalır...
Biraz da her şeyin zıttını doğurması hali'dir diyalektik.
"Olumlu bir şey oluyorsa, mutlaka olumsuz bir şey de olacaktır" der felsefi açıklamasında.
Bu kavramın en güzel örneğini Orhan Gencebay vermiş bir eserinde ; ‘’daha güzel, daha mutlu, daha adil sevgi dolu bir dünya için; barış için, insanlık için, batsın bu dünya..’’
Kederlenmek için bahane arıyoruz belki de biz.
Bilinen matematik formülü gibi geliyor bazen hayatta kalmak ile yaşamak arasında ki fark.
Sonuca ulaşmak için bedenin topraklaşmasını bilmek yetiyordur belki de.
Topraktan yaratıldım diyenin camurlaşması ,
Maymundan evrildim diyenin şebekleşmesi oluyor işte sevgisizlik, ilgisizlik , duyarsızlık , umursamazlık !
Birdolu çamur, bir dolu şebek sarsa da her cümlenin tamamını, ben sana soru formunda bir soru daha sorayım , sence biz kederlenmek için kaygılarımızı muhatap almakta ısrar mı ediyoruz ?
Aşık Reyhani'ye atfedilen bir beyit var...
Ne kadar onundur bilmiyorum fakat iç sızısına bire bir tanım ;
"Öyle ölüler vardır ki,
Ben onların öldüklerini düşününce ,
Vakit olur , Yaşadığımdan utanırım." diyor...
Çok konuştum değil mi ?
Çok ...
Maviliğim ...
Doğum günüm , gün ışığım , mihr'im !
Sen , bazı şeyleri sana yazdığımı düşünüyorsan yanılıyorsun.
Ben her şeyi sana yazıyorum.
Yardım et bana !
Yazabildiklerimden fazlasını anla.
Meselâ seni anlatırken , meselâ kederlenince, meselâ neşelenince fazlasını anla.
Maviliğim ...
Efûlim ... Mûtenâm ...
Biliyor musun , yüzünü avuçlarımın arasına alabilmek...
Bilmen gerek , bu öyle sıradan bir eylem değil.
Dünyanın en büyük jürisi elalemin ne dediği çok umrumda değil , ben çayı sadece seninleyken açık içerim.
Geri kalan tüm zaman dilimlerinde demli ve bidolu.
Huzurunda deme ihtiyaç olur mu sence ?
Olmaz.
Dem , Farsça bir kelimedir ve "nefes" anlamına gelir.
Birdaha sorayım , sence huzurunda çayın demine ihtiyaç var mıdır ?
Farkında mısın bilmem ama dünya da ki tüm canlıların parmak izi farklıdır.
Bu bilimsel ve sanatsal gerçek gösteriyor ki dünya da hiçbir canlı benim gibi dokunamaz sana.
Meselâ saçlarına.
Peki sence birlikte olmayı hak etmeyen milyonlarca insan bir aradayken , yan yanayken biz neden halâ ayrı noktalar da demleniyoruz ( nefes alıyoruz ) ?
Çok oldu şu gözlerim nemleneli , kalk bir çay koy da demlenelim .
1994'te Pistino çok müthiş bir söz etmiş eserinde ;
"Bir erkek bir kadına sözleri ile dokunmuşsa elleri de çok uzakta değildir."
Ben aksini iddia etmedim ki ...
Hep kirpiklerimdesin ve gözüm kamaşınca parmak uçlarımla ovuyorum ; bu bahaneyle parmak uçlarım saç uçlarında.
Kavga edebiliriz senle.
Saçma sapan meselelerden de olabilir ama yapabiliriz. Bence sorun yok. Herkes mutlu oluyorsa biz de tersini oluruz. Sana uymaz mı ?
Çünkü kavga , neşenin musikisidir patron !
Veya sen hep tebessüm et , hatta kahkaha at.
Bilimsel veridir; bir insan surat asmak için tam 43 yüz kasını kullanırken , gülmek için sadece 17 yüz kasına ihtiyaç duyar.
Benim derdim senin yüz kaslarının yorulmaması .
Meramım çok , ama ben hep devrik hissiyatlarımla cümleye döküyorum ne varsa içerimde , dışarımda.
Canım mı sağ olsun ?
Bence de ; sen sağ ol.
Maviliğim !...
Bilincim nasırlı ve sen benim bilinci nasırlı bahçıvan çaresizliğime muhatap bahçem ...
Ben "seninle mutlu olmalıyız" demiyorum.
"Yan yana olmalıyız" hiç demiyorum çünkü yan yana ayrı yazılır, sımsıkı olacaksak kabul...
Ama birlikte ölebiliriz.
Bu da iyi bir şey.
Ütopik geliyor ama söze dökünce çok lezzetli geliyor "Ben seninle" diye başlayan her cümle.
Ben seninle ...
Ben seninle, bir gün Van'daki bir kahvaltı salonunda ...
Ben seninle, sadece bilmek zorunda kalanların bildiği
bir yol üstü lokantasında...
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan
Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında ,
Ben seninle herhangi bir insan elinin
terli coğrafyasında ....
Ben seninle Ankara'nın Kızılay kaldırımlarında ...
Ben seninle Toroslar'ın sabahın beşinde açılan pastene önü poğaça taburelerinde ...
Ben seninle ...
Sence de çok ütopik değil mi ?
Değil mi ?
Kederli misin ?
Çay içer misin ?
Saat 05:27...
20 yıl öncesini yazayım mı sana ?
Bir simitçi çocuk...
Simitçi Anlatıyor ...
Karne günüydü.
Simitçi takdir belgesi kazanmıştı...
Aferindi ona.
Aferindi ama karne gününün diğer günlerden bir farkı yoktu simit satmak için.
Sabah Kantinci Fahriye teyzeye bıraktığı simit tablasını aldı , karnesini ve takdir belgesini simit tablasının içine koydu , simitlerini dizdi ve başladı simit satmaya...
Simit satarken elin de karnesi olan akranlarına rast geldi gün içinde hep..
Ellerin de ya dondurma,ya oyuncaklar,ya bir çikolata veya bir lunapark'ta oynuyorlar.
Simitçi'den simit alanlar , simit isterlerken o çocukların "simitçi" diye seslenip velilerine simit aldırmaları..
Hürriyet gazetesin de çalışırken rahatsızlanıp tazminatını alarak ayrılan ( o tazminatını da babasına kaptıran ) ve artık bir çay ocağın da çalışan ve yılların deviremediği ama kendi öz ailesinin yıktığı Babasının yanına gitti simit satarken.
Babasına Takdir aldığını söyleyip sadece onu mutlu etmekti amacı.
Babası gözlerinden öpüp "Afferin benim aslan oğluma.Afferin.Okuyup vatanına,devletine faydalı olacak benim aslanım" dedi..
Babası gazoz verdi , gazozu içti ve Babası dışarıdan ona döner ekmek aldı , onu da yedi.
Güzel yürekli Babasıyla ne kadar gurur duysa azdı , çünkü hep üzülüyordu inşaatlar da yaşayan ailesinin aslında büyük bir varlığın içindeyken bir anda zor koşullar da yaşamaya mecbur kalmasına.
Dedesi ve Amcaları sebepti..
Babası "Oğluma karne hediyesi ayakkabı alıcam yarın" dedi.
Simitçi bir yandan sevindi ama diğer yandan buruk...
Bir de oralet içip tekrar simit satmak üzere ayrıldı Babasının yanından.
Babasının yanına giderken simit tablasını simitleriyle beraber yakında ki bir berbere bırakmıştı.
Çünkü Babasının yanına simitleriyle giderse oraya gidip gelenler yanlış düşünür , Babasının onu çalıştırdığını vs düşünürdü.
Babası öyle bir adam değildi...
Hiç hak etmiyordu öyle bir düşünceyi.
Adam gibi adamdı o.
Kardeşleri ve öz Babası tarafından dolandırılıp yoksulluğa itilen bir yiğit yürekliydi o.
Simitçi akşama dek simit sattı.
Akşam oldu , simitler bitti nasıl olsa yarın okul yok diyip kaymak aldı kırathaneler de satmak için.
Saat gece 11-12 olmuş...
Yürüyerek gecekondu mahallesin de ki evine giderken mahallenin girişin de ki kavaklık o kadar çok karanlıktı ki , köpek sesleri ve zifiri karanlık her gece eve giderken tek korktuğu şeydi Simitçi'nin.
Eline taş aldı ve aynı anda da ezbere bildiği tek şarkı olan "Kızılcıklar oldu mu" türküsünü söyleye söyleye yürümeye başladı..
Biri geliyordu karanlığın içinden bisiklet ile.
Dedesi...
Durdu yanında...
"Nerden gelirsen la ambu saatde" diyip küfürlere başlayan dedesi..
Babası ek iş olsun diye sebze halin de sebze meyve kasası taşıyordu. Halk dilin de : HAMAL'dı.
Dünyanın en iyi kalpli hamalı.
Babası henüz işten gelmediği için Annesi yolun kenarına çıkmış onu beklemiş o saatte.
Dedesine karşılık verdi küfür edince.
Dedesi ne de olsa , ama neden küfür ediyordu ki ?
Ne yapmıştı ona henüz 12 yaşında bir çocuk ?
Ne yapmış olabilirdi ki ?
Ondan tokat yiyecek ne yapabilirdi ki...
Aslında birşey yapmış olmasına gerek de yoktu.
Onun için bütün parasını kandırarak aldığı öz oğlunun evladı olması yeterdi artardı bile simitçi'nin.
O öyle zulüm ederse belki mahalleyi terkederdi simitçi'nin ailesi.
Simit tablasını kırdı...
Elinde , simit sattığı bir kırtasiyecinin verdiği şeffat dosya vardı Karnesini ve Takdir belgesini koyması için , o dosyayı alıp karnesini,belgesini yırttı dedesi..
Annesi sesi duyup koşarak geldi..
İşte o lanet olası simit tablasını annesinin kafasına,sırtına vurarak daha çok kırdı.
Simit tablasının içine "BJK" ve "İnşallah birgün" yazmıştı...
Kırdı o simit tablasını...
Annesine her fırsatta zulm etmesi onu kahrediyordu ama lanet olsun ki gücü yetmiyordu.
Devam etti küfür etmeye..
Bir baktı ki yokuş aşağı topallayarak birisi koşuyor..
Babası...
Bu hayatta gördüğü en güzel yürekli o adamın oğlu olmanın ona verdiği gururu düşünsenize..
Annesi yerde ağlarken onun sıktığı dişleri ve dedesinin ona vurmayı kesmesi babasının bağırarak gelmesiyle son buldu.
Babası "Allah seni gahredecah baba.Sen ki bele zulm edirsen,Allah seni gahredecah." dedi...
Kendisi yüzünden bacağı engelli kalan öz evladını ittirdi..
Yere düştü Simitçi'nin Babası...
Simitçi ölecek kahrından.
Belki de sadece o an isyan etti Allaha.
Niye ben bunu engelleyecek güçte değilim ? isyanı ...
Sonra bindi bisikletine gitti..
Simitçi taş attı ama değdiremedi.
Annesiyle birlikte Babasını kaldırdı sonra yırtık karnesinin ve takdir belgesinin parçalarını karanlıkta bulabildiği kadarıyla topladı...
Gittiler eve...
Annesinin avuçlarının içi yere düşünce soyulmuş...
Babasının da diz kapağı soyulmuş çakıl taşlarından...
Allah rahmet eylesin Müjdat diye bir akrabları vardı sülalenin önde gelenlerinden...
O geldi ...
"Sabredin , Allah onun belasını er geç verecek" dedi ve birkaç söz etti..
Aslında bütün mahalle duymuş bağrışmayı.
Ama kimse cesaret edemez oraya gelmeye...
Çünkü Mustafa efendi sülalenin en büyüğü.
Onlara da vurur.
Onlara da küfür eder...
Babasının diz kapağını sardı ablaları , annesinin avuçlarına krem sürdüler.
Gelen akrabaları simitçinin dedesine beddualar ederek gittiler..
Simitçi'nin iki ufak kardeşi , iki ablası , abisi , kendisi...
Hiçbirinin gücü yetmezdi ona.
Hiçbiri gidip yakasına yapışıp Annesine,Babasına yaptığı bu zülümleri durduramazdı.
Annesini ağlarken Babasını da kendilerine karşı boynu bükük mahcup halde görmek onu o kadar çok kahretmişti ki ...
Dünyayı yerinden oynatmak istiyordu ama olmuyordu işte...
10 Simit zor taşıyan 12 yaşında bir çocuk ne yapabilirdi...
Olmuyordu.
İçin için kahrolmaktan başka hiçbir şey yapamıyordu.
Annesine ve Ablalarına henüz gösterememişti karnesini,takdir belgesini.
Annesinin gururla komşulara "Bakın oğlumun karnesi hep pekiyi,takdir almış" diyebilmeliydi.
Annesini gururlanırken görmekti aslında en çok istediği.
Para bandı istedi yan komşunun kızı Zeynep'ten.
Bant'ı alıp karnesinin ve takdir belgesinin parçalarını bırbırıne yapıştırmaya başladı...
Bazı kısımları yoktu. Olsun dedi , bantladı öylece...
Sonra gitti halen ağlayan Annesine gösterdi , çünkü susmuyordu Annesi.
Belki avuçlarının içi acıyordu belki de ciğeri acıyordu.
Ama ağlıyordu işte...
38 Yaşında bir kadının saçları ne kadar beyaz olabilirdi ki ?
Onun oldukça beyazdı..
Evlat acısı , varlık içinden yokluğa mecbur edilmiş ve çocuklarının kendi öz dedelerinden zulüm görmeleri...
En çok da eşinin , o adam gibi adam olan eşinin hiçbirşey yapamamayı kendine dert edinip içten içe kahrolması onu o ak saçların içine sokmuştu belki de.
Simitçi karnesini ve takdir belgesini güç bela yapıştırıp götürünce annesi ağlamayı bırakıp öptü yanaklarından, saçından ve gözlerinden ...
Yüzü ıslandı simitçi'nin..
Yüzü ıslandı Anneciğinin göz yaşları ile.
O yaşta içinden öyle çok isyan etti ki , içinde alevlenen o yangını söndürmenin hiçbir yolu yoktu.
Yoktu gerçekten.
Saat olmuş sabaha karşı...
Babasını abdest alırken gördü...
Namaz'ı oturarak kılamıyordu çünkü bir bacağını katlayamıyordu.
Sandalye de oturarak Namaz kılmaya başladı Babası.
Bütün aile bir odada uyuduğu için simitçi ve kardeşleri yataklarına girip uyumaya başladılar.
Duyuyordu , büyük ablası ağlıyordu yorganın altında.
Annesi camın kenarın da tesbih çekiyordu ve Babası da kapının kenarına sandalye üzerinde Namaz kılıyordu..
Hava aydınlandı ve simtçi halen uyanık...
Ve Babası halen Namaz kılıyor..
O kadar uzun Namaz kıldı ki , namaz sırasın da gözünden akan yaş hiç kurumadı.
O gece öz Babasının ailesine yaptıklarının ahı'nı mı ediyordu yoksa Allaha çıkar yol göstermesi için yalvarıyor muydu bilinmez...
Ama çok uzun sürmüştü Namaz...
Uyuya kalmış simitçi Babasını ve Annesini izlerken...
Öğlene yakın saatlerde Annesi uyandırdı.
Simitçi niye geç kaldırdın Anne dedi..
Annesi de "Simit tablan yok oğlum , kırdı ya deden.
Hem de yağmur yağıyor , bugün gitme evde kal" dedi..
Biraz sevindi , biraz da üzüldü.
Sevindi ,çünkü ayakkabılarının ucu yırtık diye su kaçacaktı yine ayaklarına.
Üzüldü , çünkü babasının alıcam dediği ayakkabıyı alamayacağını biliyordu ve sabahtan akşama kadar,hatta geceye kadar çok simit satıp kendisi toplamalıydı ayakkabı parasını.
Sonra Babasına gidip , "Bak baba birisi bana ayakkabı aldı" demeliydi.
Çok iyi yürekliydi Babası...
Yağmur o kadar çok yakıyor ki , ev buz gibi ama odun yok , kömür yok. Sobayı kurdu Anneciği Ablalarıyla beraber.
Nehrin kenarın da yıkılan ağaçlar olur kışın rüzgarda vs...
Annesi , simştçi ve kendisinden bir yaş büyük abisi bir pazar arabası ile nehrin kenarına gittiler başlarına poşet takıp...
Nehrin kenarın da bir ağaç yıkılmış , dallarını kırmaya başladılar...
Yüklediler getirdikleri pazar arabasına ..
Annesi baltayla ağacı kesmeye başladı...
Seneler önce bileği kırılmış buz da kayıp...
Meşhur "DEDE" hastaneye götürmeyip ilkel yöntemlerle kırık-çıkıkçıya götürmüşler .
Yanlış kaynamış bileği simitçinin Anneciğinin...
Baltayla ağaca her vurduğunda yüzünde ki acıyı görüyordu simitçi...
Annesine "sen dalları eve götür biz Muhammed'le beraber kıralım Anne" dedi ...
Boyundan büyük baltayla ağacı kesmeye çalışırken o baltayı her vuruşun da avuçlarının acıması baltayı bıraktırmak istiyordu , ama Annesi gelene kadar kesemezse eğer Anneciğinin yüzünde ki sancıyı tekrar görmek zorunda kalırdı.
Çünkü Annesi o yağmurun altında daha çok kalmamaları için baltayı alıp kendisi kesmek isteyecekti..
Hiç dinlenmeden , avuçlarının içi su toplayana kadar vurdu ve Annesi gelene kadar kesti ağacı...
Abisiyle beraber ağacın gövdesine ip bağladılar , birkaç parçaya ayırdıkları ağacı iple çekip suyun içinden çıkardıktan sonra taşımak için o arabaya yükleyeceklerdi...
Annesi geldi , üçü beraber o koca ağaçları kaldırıp arabanın üstüne atmaya çalışıyorlar ama zor kaldırıyorlar ve koyamadan düşürüyorlar...
En sonunda birini koydular,ikincisi,üçüncüsü,dördüncüsü derken sonuncusunu koyarlarken güçleri tükenmiş olsa gerek düşürdüler...
Annesinin ayağına düştü o ağaç...
Simitçi ölse de o anı yaşamasa...
Ölse de Annesinin o sızısını hiç görmese...
Ama gördü işte..
Lanet olsun ki gördü..
Çamurun içinde sancı çeken annesi...
Çaresiz iki küçük çocuk...
Yağan yağmur...
Annesini zar zor arabanın üzerine oturttular abisiyle birlikte...
Boylarınca arabayı ittirerek eve kadar geldiler...
Komşu geldi , ayağına patates haşlayıp bağladı , şişmiş ayağı balon gibi ...
Tomurcuk isimli İngilizce ve Matematik derslerine giren öğretmeninin evini biliyordu ve simitçi'yi de seviyordu öğretmeni.
Neye ihtiyacın olursa bana geleceksin söz mü ? diyerek söz de almıştı öğretmeni simitçi'den.
Simitçi'nin aklına öğretmeni geldi.
Koşarak evine gitti...
Çarşı da oturan öğretmenine hiç nefes almadan koşarak gitti..
En az 7-8 km'lik yol...
Koştu , öğretmeninin eşi açtı kapıyı...
"Tomurcuk öğretmenim evde mi efendim" dedi...
"Evde ufaklık , ne oldu , niye ağlıyorsun" ? dedi öğretmeninin eşi..
Öğretmenimin yardımı lazım dedi hıçkıra hıçkıra ağlayan simitçi...
Öğretmeni geldi...
Sarıldı simitçi'ye..
Simitçi'nin bugün halen görüştüğü , her 2-3 günde bir mutlaka aradığı o Dünya iyisi öğretmeni bir nevi ikinci annesiydi..
Eve aldı , ıslanan çoraplarını kapının önünde çıkarttı kendi eliyle öğretmeni...
Üzerinde ki kazağını da çıkarttı.
Banyo da ayaklarını yıkadı.
Kendi oğlunun kazaklarından , atlet , pantolon ve çoraplarından getirdi , giydirdi simitçi'ye...
"Şimdi anlat bakayım , ne oldu , neden ağlıyorsun"dedi...
Anlattı ağlaya ağlaya...
Öğretmeni'nin eşi , Dünya iyisi Aytekin amca simitçi'nin ağlamasına dayanamayıp kalktı salondan gitti , ama ağlıyordu.
Sonra geldi , "Tomurcuk , hadi hep beraber gidelim bu küçüğün annesini alıp hastaneye götürelim" dedi...
Gittiler eve hep birlikte , Annesini aldılar ve hastaneye götürdüler ...
Annesi hastane de pansuman yapılırken öğretmeni de yanların da bekledi..
Eşi Aytekin amca gitti bir yere , simitçi sordu "Aytekin Amca nerde öğretmenim" dedi..
"Gelicek birazdan canım , sizi eve götürücez " dedi..
Doktor film sonuçlarını bekleyeceklerini söyledi , kırık var mı diye bakacak mış...
Devlet hastanesine değil , özel hastaneye götürmüşlerdi Öğretmeni ve eşi..
Bir süre sonra eşi geldi , hazırdı simitçi annesi ve öğretmeni.
Kırık yoktu , ezilmişti ayağı sadece...
İlaç vermiş doktor...
Öğretmeninin eşi odun kömür almış , simitçi ile akran olan oğlunu yanında götürüp simitçiye göre kıyafetler almış birsürü..
Ayakkabılar,pantolonlar,kazaklar ve montlar...
Ablalarına ve kardeşlerine de almış...
Gittiler eve , öğretmeni ve eşi sobayı iyice kurdular...
Eksik soba borusu vardı , Aytekin amca gidip aldı..
Öğretmeni yemek yaptı marketten poşetler dolusu aldıkları yiyecek malzemeleriyle..
Aytekin amca bir poşet dolusu ilacı da almıştı..
Simitçiyi yanına çağırdı öğretmeni..
"Bidaha ağlamak yok,ne olursa olsun hemen bize geleceksin" tamam mı ? diyip söz istedi bir kez daha...
Hava karardı...
Öğretmeni,eşi ve oğlu kendi evlerine gitmek için hazırlanırken bahçede birinin onların nehir kenarından zorla toplayıp,kesip getirdikleri odunları almaya gelmiş...
Dedesi...
Simitçiyle büyük ablası koştu o arabanın bir ucundan tuttu bırakmadı..
Dedesi eline bir odun aldı , tam vuracakken simitçinin öğretmeni ve eşi geldi , tuttu onu ve bağırdılar.
Bidaha bu aileye birşey yaparsan seni polise , savcılığa veririz dediler...
Gitti küfür ederek...
Ama nasıl olsa yine gelecekti..
Öğretmeni eşine polis çağırır mısın dedi...
Ablası hayır öğretmenim çağırmayın.
Dedemiz o.
Polise söylersek bize daha kötü şeyler yapar dedi.
Aslında mesele o değildi..
Babalarının hakkında kimsenin "Babasını polise verdirtmiş" derlerdi , babası böyle bir itham'ı hak etmiyordu , aşağısı sakal yukarısı bıyıktı...
Öğretmeni ve ailesi gittiler size birşey yaparsa bidaha , hemen bize haber verdin diyerek...
Ertesi gün...
Sabah uyandılar...
Bahçede ki odunlar yok...
Simitçi en son uyanmış.
Bahçede ki su birikintisinin içinden koşarak yalınayak gitti arka sokakta ki Dedesinin evine...
Odunlar,ağaçlar Dedesinin evinin önünde ve dedesi elinde baltayla onları kesiyor ufak parçalara ayırıyor...
Eline birsürü taş aldı , başladı bütün camları kırmaya...
Bütün camları kırdı...
Dedesi yakaladı..
Kundura ayakkabısının tabanıyla kafasına vurdu defalarca ard arda...
Simitçi orda bayılmış başına yediği o sert darbelerden...
Mahallede ki bir pazarcı komşu kucağına alıp hastaneye götürmüş..
Simitçi gözünü açmış , annesi ağlıyor ve babası başını öne eğmiş kahroluyor...
2 Gün hastane de kalmış simitçi beyin kanaması ihtimaline karşı..
Mahalleye gelmişler Babasının patronunun arabasıyla.
Dedesinin evinin önünden geçerken babasının dedesine olan bakışlarına baktı simitçi...
O bakışlarda ki ah hiçbir bakışta olamazdı.
Yaz gelince kafasını 3 numara traşlayıp , kara lastik giyen simitçi daha fazla simit almak için büyük bir sepetle simit satıyordu...
Biraz daha büyüyordu boyu artık...
......................................
Şimdi büyüdü Simitçi , çok büyüdü , güçlenmek eğer ezilmemekse , çok güçlendi...
Güçlü olmak sence nedir Maviliğim ?
Pazu gücü mü ?
Öyle mi sence ?
Simitçinin Şimdi dedesi Kanser...
Aramışlar 30 Kasım 2020 00:57 de !
"Deden kötü durumda. İzin alıp gelsen iyi olur." demişler simitçi'ye.
Simitçi'nin çok ah'ını alan Dedesi , şimdi kanser...
Simitçi'den helallik istemiş.
Simitçi'nin ailesi yine helal etmişler haklarını Babalarının hatırına.
Ama Simitçi...
Helallik veremem demiş.
Dilim gitmiyor demiş..
Kapatmış telefonu.
İkinciye Babası aramış...
Açmamış simitçi telefonu.
Çünkü Babasını kıramaz.
Onun lafını yere düşüremez.
Telefonu açarsa hakkını helal etmek zorunda kalırım diye düşünmüş...
Babası mesaj atmış simitçiye ;
"Tamam oğlum , senden babam için helallik isteyemem.Bize yapmadığını bırakmadı.Sen de haklısın.Gözlerinden öpmüşüm.Allaha emanet ol." yazmış...
Simitçi de cevap yazmış...
"Babam... Atam... Devlet sevdasını,Aile sevgisini,saygısını öğretenim.Allah senden razı olsun. O Senin Babandır, helallik istemek hakkındır. Ben bana yaptıklarına değil,size yaptıklarıa kahırlıyım.Anneme,Sana,Elifim'e,Özlemim'e yaptıklarına kahırlıyım ben. Bağışla nolur aslanını , senin tırnağına kurban olurum. Ama ben ona hakkımı helal edemem. İnşallah böyle kolay ölmez. İnşallah. Seni düşürdüğü bu hallere düşmeden,yüremeye takati kalmadan ölmesin. Bağışla beni , ben hak helal edemem. Ellerinden ayaklarından öperim."
Herkesin , "Sen hakkını helal et yine de , kindar olma. Boşver Babanın hatırı var." demesini de duymak istemiyor ..
Çünkü en güzel mutluluklarını çalana,çocukluğunu çalana,zulümler edene "Hakkım helal olsun" diyemiyor...
"Sizden lunapark'ınızı,elma şekerinizi,bisiklet hayalinizi,topunuzu çalıp kışın eldiven yerine ellerinize çorap takmanıza sebep olana siz helal eder miydiniz hakkınızı ?" diyor hep...
"Allahın Adaleti çok büyük...
Dedesi kanser olmasına rağmen kolay ölmeyecek..
Sürünerek ölecek.
Kendi pisliği içinde ölecek ...
Onun canını öyle kolay almayacak Allah.
Küçücük bir çocuk söz istedi Allah'tan ...
Nolursun kolay ölüm nasip etme ona dedi..
Ona kolay ölüm nasip olmamalı...
Yalvarmalı ölmek için...
Yalvarmalı...
Ağlamaya bile gücü kalmamalı..."
dedi Simitçi...
Pir'im der ki ;
"Yorulan yorulsun , ben yorulmazam.Dünya kadısından ben sorulmazam. Kalsın benim davam divana kalsın."
ALLAHIN ADALETİ ÇOK BÜYÜK.
KURBAN OLDUĞUM RABBİM , NEYLERSE GÜZEL EYLER...
Şükürler olsun...
Yani Maviliğim , Seni sevmek yüzümde tebessüm yerine bayağı kasımpatı ...
Seni sevmek , sıkılı bir yumruğa tebessümdür kaskatı ...
Seni sevmek , yıkılı bir huzura şahlandırır hayatı !
Seni sevmek iyidir , senin kadar iyidir ...
Seni sevmek Maviliğim ...
Seni sevmek bir çocuğun annesinin terliğinden korkup annesinin şefkatine sığınması kadar masum ve bir büyük adanmışlıktır.
Ve ben seni aleni Seviyorum.
Atilla İlhan bir şiirinde der ki ;
"Ben sana mecburum, bilemezsin."
Aşık Veysel sever misin çiçeğim...
Ben severim...
Şöyle der bir veciz eserinde :
"Güzelliğin on par etmez, bu bende ki aşk olmasa."
Naçizane bir isteğim var ;
Ben , bana gel demiyorum : ömrüme ömür kat da demiyorum.
Birlikte ölebilir miyiz diyorum.
Ya birlikte olalım , ya birlikte ölelim.
Her şey olacağına varıyorsa herkes de öleceğine varsın !
Sen benim içime bir yarsın , bırak saç uçların kirpiklerime kalsın.
Sen benim göğüme bir baharsın , bırak tebessümün gözlerime yağsın.
Bence gelmen gerek...
Gerek diyorsam da ihtiyaçtan değil mecburiyetten !
İhtiyar sana mecbur...
3 notes · View notes
yamaliyorgunluk · 4 years
Text
Geçen kamp yaptığımız koydaydık.Ben uyuyakalmıştım güneşin altında ve uyandığımda üstümde tişört olmasına rağmen karnıma bir bardak koymuşlar ve güneşte yanınca izi çıkmış gibi bir simge çıkmıştı.Ben kim yaptı bunu diye sinirlenirken altında bir yazı olduğunu fark ediyordum;” İnsanların yerine bir şey koyamadığında bu bardağı koy.-Nazım Hikmet” yazıyordu. Yazıyı ve bardağı o kadar net hatırlıyorum ki. Uyandığımdan beri bu rüyayı düşünüyorum. 
1 note · View note
babaegirlpower · 4 years
Text
Bir eve sığamamak nedir, bilir misin? Bir kadının sırtına parmaklarınla daireler çizerken, kaç cenneti cehenneme çevirdiğini tahmin edebilir misin? Kan beynime hücum ediyor, git burdan.Kimseyi bir sardunya kokusuna sığdıracak kadar sevme. Sevdiğin adamların sırtına daireler çizme, saçlarını parmaklarına dolama, kirpiklerine dokunma. Öptürme köprücük kemiğinden ve esirge kokunu her zerresine kadar. Sabah olmuyor, kan beynime hücum ediyor, git buradan.Dört duvar arasında bir ismi feryat etmenin hissiyatını bilir misin? Titreyen kirpiklerin, kaç adama gözlerini kırpmadan bakabildi? Karnın ağlamaktan kasılırken ve daralırken göğsün, gökyüzü üzerine çöker ya… Sen kimseyi sevemezsin, kaç git buradan.Alnında ter, boynunda bin bir parmak izi, kim bilir hangi yatakta kimin koynunda huzura koşuyorsun? Fahişe hayallerin var senin, her adamda huzuru arayıp, kendi iç savaşında esir düşüyorsun. Ağlamaktan karnın kasılırken, hangi ismi sayıklıyorsun? Hadi, fısıldasana bana! Ciğerlerin daralırken ve dizilirken boğazına öğlen yemeğin, hangi adamı sayıklıyorsun? Çok güzel seversin ya kısa mesajlarda, kaç kez hissederek öpebildin bir adamı? Hani en güzel sen sarılırsın ya, kaç kez titredi iliklerin bir adama sarılırken? Senin ellerin cennet kokar ya sözüm ona, senin her zerren zehir. Yırt bütün fotoğrafları, öldür bütün canlı kalan yanlarını. Dünya titriyor, hissediyor musun? Huzur öfkemin koynunda, gök gürlüyor, duyuyor musun? Sessiz ol, dinle bak kalbimin sesini. Dinle. Duydun mu, haydi koy bir kez daha başını göğsüme. Duyuyor musun? Yoksun artık, haydi bir kez daha dinle, paranoyalarına tutsaksın, inanamazsın. Duyuyor musun, yoksun artık bende. Hadi git buradan, durma. Sen ölüm sarhoşluğunda sevmeye alışkınsın ya hani, şimdi; iç doya doya. Terin alkol koksun, teslim ol en güzel sarhoşluklara ve bulduğun ilk lavaboya kus içindekileri. Kus! Gözlerinden yaş gelsin, soluklar ciğerlerini yaksın, ağzının tadı pelin gibi acı kalsın. Kus! Kus bütün içindekileri. Kanasın gözlerin ağlamaktan. Kus! Yaklaş şimdi, koy başını göğsüme, duyuyor musun? Yoksun orada. Bir kez daha dinle, paranoyaların başına bin bir bela. Koy başını, dinle! Her zerremde bir zehirsin, yoksun orada. Çok seversin ya rakı masasında Zeki Müren dinleyip, Sezen’e eşlik etmeyi… “sen kimseyi sevemezsin.” Zeki Müren haklı. Derin bir nefes al, batır iğneyi göğsüne. Sen köküne kadar acıya tutsaksın. Kan beynime hücum ediyor, git buradan.
2 notes · View notes
yurekbali · 6 years
Text
Tumblr media
PEN Türkiye Yazarlar Derneği tarafından verilen 2019 yılı Şiir Ödülü’ne Süreyya Berfe layık görüldü. PEN Türkiye’den yapılan açıklamada şöyle denildi: “Ey şiirin her zaman genci, ey şiirin gececisi, ey hiç kimseye olmadığı kadar ona yakışan huysuzluğun sahibi, ey artık yedilere, kırklara karışır gibi şiire karışan, ey saçı sakalı kırışan ama sözü her zaman dimdik ayakta duran, ey şiirin yerini bilen madenci, ey kendine hem gölge hem fener olan, ey egelerin egesi... PEN 2019 Şiir Ödülü için ondan iyisini mi bulacaktık, verdik gitti, affetsin bizi!” * * * Hayat hikâyem mi? Tarlaların kıyısındaki gelincikler. * Âmâ olsaydım dalgınlıklarımdan anlardım güzün gelişini. * Döküldü fesleğenin yaprakları: Sesleri hâlâ kulağımda. * Birkaç meyve ağacı varmış evlerinin önünde. Yüzü söyledi kendisinden önce. * Oraya da otopark yapılacakmış: Korkudan her gün meyve veriyor ağaçlar. * Toz toprak içindeki çocuk erik yiyor. Şimdi inandım baharın geldiğine. * Sâkin ol ki fırtına dinsin. * Olur olmaz şeylerin üzerinde durmayacakmışım. Böyle emrediyor ilerleyen yaşım. * Tahta masa duysaydı dallanır, çiçeklenirdi. * Evlilikler de kurudu: Çiçekleri koparılmış gül dalları. * Bir köşeye çekilsem yanımda güzden başka kimse olmasa. * İyi bakın gönüllerinize yara izi mi var, ayak izi mi? * Biraz daha uyuyacaktım ama bırakmadı hanımeli kokusu. * Kent-leş-miş insanların evleri: Eşya polikliniği. * Kafam yorgun. Kalbim dinleniyor. * Kekeliyor geçen bulutların gölgesi. Bu şehirde yaşanabilir mi? * Aşk mı? Kim bilir nedir onun bugünkü adı. * Mezar taşıma rastlayanlar okusun: Dünyadayken şiir de yazmıştır. * Olduğum yerden başlasam yaşamaya, olduğumu sandığım yerden. * Bahar gelmiş; köy kahvesinin kapısı ardına kadar açık. * Canlanıverdi yağmurun sesini duyan papatyalar. * Ey kimsesiz gelincik! N’olurdu kuş olsaydın, bir defacık dinleseydim seni. * Uzun bir aradan sonra çiçekleri suladım. Zamanı gelmeyenler de açtı. * Muhâtabı olsa da söylesem: Seninle geliyorum. * Bir tek yaprak vermedi bu yıl: Başını mı dinliyor okaliptus ağacı? * Anılar üşüştü başıma dün gece. Sağolsunlar. Sabaha sağ çıktım. * Nereye gitti çocuğu olduğu zaman utanan babalar? * Anlat, dinliyorum seni. Dinliyorum tel örgülere takılı serçeyi. * Yavaş yürüyorum. Unutmak istemiyorum. * Kalbim düşünmeyi bıraksa çabuk biter gece. * Bıkmaya başladıysan ne kaldı geriye. * Eskiyebilen bir evde ölmek isterim. * Küçük bir koy arar yüreğe sığınır bütün acılar. * Kargalardan arındırılmış tarlalar, çınarlar ve akşam kadar hazindir tek başına yaşayanın ölümü. * Kalbinle bak. Göreceksin, çiçekler bile kurumaz. * Vaktin geldiğini anlar çeker giderim. İşgal etmem. Terhis olurum. * Yüreğim, buğdayların arasında çırpınan kör bir serçe. * Öyle bir hava ki sen de olsaydın taşlardaki çiçek resimleri çiçeğe dururdu. * Şu yeşillikte hiç çiçek yok, diyorsun. Bütün gözlerinle bak görürsün toprağın altına gizlendiği çiçekleri. * Nasıl mıyım? Ne mi yapıyorum? Bugün akmayan hayatlar gibiyim. Şiir yazıyorum. * Şiir! Başka şaire git. Yalnız kalmak istiyorum. * Kimse kimseye bir şey anlatmıyor anlatamadan göçüp gidiyor. * Uzaklarda batan ay seni öbür dünyada seyredeceğim. * Yazan: Bir idam mahkûmu. - Süreyya Berfe, Şiir Çalışmaları (Ufkun Dışında)
31 notes · View notes
hatsumishinogu · 7 years
Photo
Tumblr media
koi-izi Vol.8
5 notes · View notes
senmangaraw · 8 years
Text
Koiiji 21 TO 25 - Volume 05
Koiiji 21 TO 25 – Volume 05
Koi-Izi  21 TO 25
こいいじ 第05巻
http://raw.senmanga.com/Koiiji/21/1 http://raw.senmanga.com/Koiiji/22/1 http://raw.senmanga.com/Koiiji/23/1 http://raw.senmanga.com/Koiiji/24/1 http://raw.senmanga.com/Koiiji/25/1
Koiiji 21 TO 25 – Volume 05 was originally published on Raw Manga at SenManga
1 note · View note
madafucksblog-blog · 5 years
Text
Böyle İyi
+ Dikkat et, hazır ol, sakın kıpırdama
+ Allah'ım sen beni koru yarabbi
+ Sen beni bu deli kadından kurtar
+ Canımı bağışla tanrım
+ Şimdi hazır ol
Beni uyandırın bu nasıl bir rüya
Kurumayan sulu boya gibi paranoya
Olmasa da olurmuş, atmasana Ziya
Sigarayı da seni de bırakırdım güya
Eczanede satılmalı bence Yeni Rakı
Tek sebebi tuttukları nöbet maafakı
Sesim düşer uçurumdan aşağıya bayım
Hadi çay koy Don Richi yine buradayım
Kafamızda kuşku oluşturdu
Sinek beni ısırdı ve bu masaya kustu
Saçmalarım saçlarınla gelip beni sustur
Kim benim düşmanım kim senin dostun
Şarkılarım var
Bozukluklarımdan daha fazla hayallerim
Sanki yaptığı son şarkısıyım müzisyenin
Sanki siyah beyaz filmdeki gökkuşağı benim
+ Kadere inanır mısın Neo
+ Hayır, neden?
+ Çünkü hayatımı yönlendiremediğimi düşünmeyi sevmiyorum
Açın Erkin Koray'ı içip kapat arayı
Hepsi götüyle izlemiş gibi bu manzarayı
Gece yaşam savaşı ölüm ekmek arası
Biraz papazkarası sabah simit sırası
Okey olgunlaşamadım ama
Bir yandan kaçtım bir yandan savaştım
Okey olgunlaşamadım ama
Kamburlaştım ve mecburlaştım
Yolda nefes alan zombilere selam veriyorum
Bazen beni tanıdığın için küfür ediyorum
Çünkü özelimden başka şeyle ilgilenmiyorsun
Şarkılarımı odana dinletiyorsun
Üşür ölüm bile düşünsen de üşür
Fahişe gibi görün filozof gibi düşün
Aklını yere düşür böylesi daha iyi
İlaçlarla üzüntüler seni bölüşür
Şehirleri terk edemedik ki
Vücudumda yara oldu bak gecenin izi
Annem babana benzeme diye uyardı beni
Babam bana benzediyse sorun zaman dilimi
Yukardan düşüyorum gülerek bu yere
Söyle saplantılara bekle beklentili
Zaman her şeyin ilacıysa
Sikeyim eczaneleri
Bir serseriyim ve böyle iyi
Dışarda mıyım, bir şarkı mıyım?
Ben görmediğin bir gökkuşağı
Yukarda mıyım, aşağıda mıyım?
Bir serseriyim ve böyle iyi
Dışarda mıyım bir şarkı mıyım?
Ben görmediğin bir gökkuşağı
Yukarda mıyım, aşağıda mıyım?
Bir serseriyim ve böyle iyi
Dışarda mıyım, bir şarkı mıyım?
Ben görmediğin bir gökkuşağı
Yukarda mıyım, aşağıda mıyım?
1 note · View note