Tumgik
#memleket nedir!
seslimeram · 10 days
Text
Ömür Törpüsü
Tumblr media
Baskın, ezberci, kendini tekrarlaya tekrarlaya çürüten / ömür törpüsü bir ülke gerçekliğini yaşıyoruz. Biteviye dile pelesenk edilmiş olanların yamacında yeniden filizlendirilmiş ola gelen tüm ötekileştirme hali bir kısır döngüyü var ediyor artık. Kesintisiz bir cerahat hali, bunları topaçlayan bir nefret söylem / eylem toplamında hayatın mahvına çabalar aleni bir biçimde kesintisiz var ediliyor. Ne hazindir ki koca bir devlet olunduğundan bahis açmayı sürdürürken kimleri, yönetim katı, üstü kalabalık, sırtı sıvazlananlar derin bir açmaz, belli başlı bir kör karanlığın ortasına demirleyen / bunlardan uzaklaşmaya çaba sarf etmeyen bir ülke gerçekliği söz konusu ediliyor. Ezber edilmiş şeylerin kıyısında hedef kılınanların canlarının yakıla geldiği bir tekrar şablonu devreye konuluyor. Ne eksik, ne mübalağa.
Doğrudan yüz dokuz yıl önce bu topraklarda insan eliyle var edilebilecek ender / sınırları belirsiz bir karanlığın / adıyla sanıyla bir kıyametin varlığının nasıl da “güncel” bir mesel olduğundan bahis açılabilir pekala. Yılın üç yüz altmış beş gün altı saati, ömrü hayatın bir biçimde tamamını Ermeni kimliği ile yaşamaya mecbur olanların o yaralarına edilmedik, söylenmedik hakaret konulmaz. Bu satırların yazarı olagelen benim kan bağım olan on bir kardeşten, bilinen yedisinin katledildiği bir Sebastia gerçekliğini sormak, el aman değil bir tek anlığına dahi olsa o karanlığı düşünmeleri için komşularımızı davet etmek hala ve hala nedensiz değil afaki bir Anadolu İrfanı ile linç edilir. Düpedüz baskın / basmakalıp, kendini ezberlerinde var eden ve “tehcir bayramınız kutlu olsun” gibisinden, yetimliğimiz için en ağza alınmayacak tehditleri var edenlerin, küfre tutunanların daha önceki yıllardan tecrübe ettiğimiz gibi on sekiz yaş altı çoğunlukla çürümüş bir ideolojinin / atsız, turancı, bozkurt falan diye katara dizilen bir istikametten çıkış yapan hevesliler olduğu meydana çıkar. Bunca rezil kepazeliğin içerisinde yaşam her gün derdest edilirken, o küfürleri ede durana da, hakaretleri saydıran tiplemeleri de bulurken bu cerahat haline arka çıkmaların bir sonu gelecek midir? Üstelik zaman ve dahi yıkım onları da ayrıştırmadan var edilirken sahiden bir son gelecek midir?
Mezopotamya Ajansından aktaralım: İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, 1997 yılından beri üniformalıların karıştığı binden fazla davayı takip ettiklerini ve söz konusu davalardan sadece bir tanesinden ceza çıktığını söyledi.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Mêrdîn Kadın Meclisi, 1 Mayıs İşçi Bayramı etkinlikleri kapsamında “İnsan Hakları Mücadelesi ve Kadın" konulu söyleşi gerçekleştirdi. İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Eren Keskin’in konuşmacı olarak yer aldığı söyleşiye çok sayıda kişi izleyici olarak katıldı.
‘Yaşadığımız Coğrafya Bir Soykırım Coğrafyası’
Sözlerine “Yaşadığımız coğrafya bir soykırım coğrafyası” diyerek başlayan Keskin, 1915 Ermeni ve Hristiyan halklarına dönük gerçekleştirilen soykırımı yapan İttihatçı zihniyetin Cumhuriyeti kurduğunu belirtti. “Cumhuriyet bir kopuş ya da devrim değil. Cumhuriyet soykırımcı zihniyetin devamı olarak kurulmuş” diye devam eden Keskin, yine cumhuriyetin tek kimliği temel aldığını aktardı. Keskin, “Aslında bugün de yaşadığımız sorunların temeli bu. Sadece Türk ve Sünni kimliğini temel alan bir militer cumhuriyetten söz ediyoruz. O nedenledir ki, bu kadar büyük hak ihlalleri yaşıyoruz. Bu cumhuriyet maalesef ki konuşmaya da izin vermiyor. Hepimiz ya adli kontrollüyüz ya da cezaevinde. O nedenle 1915 soykırımı tartışılmadan Kürdistan sorunu, Kıbrıs'taki askeri varlık gerçek anlamda tartışılmadan bu coğrafyada gerçek bir demokratikleşme söz konusu olmaz” dedi.
‘Cumhuriyetin Görünmeyen Yöneticileri…’
Türkiye Cumhuriyeti'nin bir görünürdeki yöneticileri, bir de görünmeyen yöneticilerinin olduğunu kaydeden Keskin, tartışmaların bugün sadece Tayip Erdoğan üzerinden yapılmasının da yanlış olduğunu aktardı. Keskin, “2002 yılında AKP iktidara geldiğinde devlet olabilmek için çok mücadele yürüttü. Avrupa Birliği yolunda bir hükumet görünümü veriyordu. Ardından AKP devlet ile anlaştı ve bugüne geldik” ifadelerini kullandı.
‘90’lı Yıllarda Fiziksel İşkence Yoğundu’
Keskin, 90'lı yıllarda İHD ile verdikleri mücadeleyi anlatarak, söz konusu dönemde gözaltına alınanlara dönük fiziksel işkencenin yoğun olduğunu belirtti. Keskin, “İnsanlar sorduğunda kaba dayak anlatılırdı. Cinsel işkence olduğunu bilirdik ama kimse bahsetmezdi" dedi. Bir müvekkilinin cezaevinde iken yanına geldiğini ve tecavüze uğradığını aktarmasının bir dönüm noktası olduğunu kaydeden Keskin, "Sonrasında birçok kadın kendisine gözaltında işkence ve tecavüz edildiğini anlatmaya başladı" dedi.
‘İşkence Devlet Politikasıdır’
“Türkiye'de işkence bir devlet politikasıdır" diye devam eden Keskin; cinsel işkencenin ise bir savaş politikası olduğunu ve bu politikanın sürdürüldüğünün altını çizerek şunları söyledi: “İşkencenin belgelenmesinde mahkemeler sadece adli tıp raporlarını delil olarak kabul ediyorlar. Oysa Adli Tıp Kurumu da bir devlet kuruluşudur. Siyasi iradeye bağlı olduğu için işkence raporlarını tam olarak vermiyor ya da hiç vermiyor. Zaman içinde hem AKP’nin AB siyaseti izlemesi, hem kadın hareketinin gücü, hem de Kürt kadın hareketinin taleplerinin yükselmesi nedeniyle değişiklikler oldu. Ve daha sonra hepimiz için çok önemli olan İstanbul Sözleşmesi geldi. Aslında İstanbul Sözleşmesi Kürdistan'dan çıkan mücadelenin ürünüdür.”
'Bin Dosyadan Birine Ceza Verildi'
İHD olarak 1997 yılından beri üniformalıların karıştığı binden fazla kadın davasını takip ettiklerini ve söz konusu davalardan sadece bir tanesinden korucu olan bir şahsın ceza aldığını söyleyen Keskin, “Sadece bir korucuya ceza verildi. O da kadın doğum yaptığı ve çocuğun korucuya ait olduğu tespit edildiği için ceza aldı” dedi.
Baskın, ezberci, kendini tekrarlayarak bir kırılmayı hemen her güne içkin kılan bir cerahat haliyle memleket kuşatılır. Baskıcı, ezen, despotizm ile nefes alan gel gelelim nefretten ol ötekisine ayrımcılıktan bir adım ötesini düşünmeyen bir yıldırı cumhuriyetinin adım adım her nasıl bina olunduğu İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Avukat, Eren Keskin’in beyanlarında görünür kılınır. Yıkıcı bir iktidar pratiğinin devletin kurucu köklerinden tam da bugünlere kadar sürekli olarak yeniden var edildiği bir zeminde, hem açmazları hem de salt Ermeni, Süryani, Rum / Pontos, Nasturi, Keldanilere yönelik değil aynı zamanda da Kürd / Alevi halklarına yönelik ortaya çıkan şiddet pratiklerinin nasıl var edildiğine de dikkat çeker. Her şey aralıksız bir biçimde salt sırf, “insanı” teslim alabilmek içindir, ne eksik ne fazla. Askeri bir tahakküm şeceresinin üstüne boca edilmiş demokrasi lafzının hiç de iyiyi değil tam aksine bir şeylerin tersine gittiği bir ülkeyi güncellemek adına olduğu her adımda bir kere daha belirginleştirilir. Soykırım pratiğinin ardından çıkagelen her hamlede, ol tahakküm ekseninde imkanlarla var edilmiş yok etme saiki başkalarının da Türk / Sünni kimliğinden olmayan / görülmeyenler için de birer sınamayı var edeceği kesintisiz kanıtlanır. Doksanlı yıllara dair örneklerin, işkencenin bir devlet politikası haline dönüşümünün yanı sıra, Emval-ı Metruke kanunundan, Varlık Vergisine, 20 Dolar 20 Kilo uygulamasından, soy kodu fişlemelerine, kentlerin / köylerin demografik yapıları üstüne hak iddia etmelerden, o yaşam sahalarını tarumar etmeye, dönüştürmeye, asırlık bir denklem, asırdan da uzunca bir zamandır sürdürülen bir hınçla hizada tutma söz konusu edilir. Bunca kötülükle tek bir iyi gün söz konusu edilebilir mi? Kör karanlıkların hamisi olagelen bir devletin Türk’e vereceği herhangi bir olumlama söz konusu olabilir mi? Geriye kalan her şey zaten yukarıdaki toplantıda var edilmiş cümleler ile aktarılırken o inkarcılığın, cezasızlığın, siyaset sahnesine lekesiz temsillerin(!) eylediklerinin hesabını kim nasıl verecektir?
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “DFG yaptığı yazılı açıklama ile , 3 gazetecinin tutuklanmasına tepki göstererek, ‘Türkiye’nin demokratikleşmesi ve sorunların çözümü için basın ve ifade özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırın, gazeteciliği yargılamaktan vazgeçin’ dedi
Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG), 23 Nisan’da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında İstanbul, Ankara ve Riha’da yapılan ev baskınlarında gözaltına alınan 9 gazeteciden 3’ünün tutuklanmasına dair yazılı açıklama yaptı.
Tutuklamalara dikkat çekildi
Açıklamada, Mezopotamya Ajansı (MA) muhabirleri Esra Solin Dal ve Mehmet Aslan ile gazeteci Erdoğan Alayumat’ın dün gece geç saatlerde tutuklandığına dikkat çekildi.
Tecridi işlemek suç değil
Gazetecilere savcılık ve hakimlik ifadelerinde haberlerinin sorulduğu hatırlatılan açıklamada, “Gazetecilerin özellikle bu ülkenin ana gündemleri olan Kürt sorunu, savaş, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridi işlediği tüm haberleri cımbızlanarak suç gibi gösterilmeye çalışıldı. Kürt sorunu ve tecridin bu ülkenin temel gündemlerinden olduğunu, gazetecilerin bu konuları işlemesinin suç olmadığını hatırlatıyoruz” denildi.
Gazeteciliği yargılamaktan vazgeçin
Gazetecilerin görevinin haber yapmak, haberleriyle toplumu bilgilendirmek olduğunun altının çizildiği açıklamada, şu ifadeler yer aldı: “Sansür, soruşturma, engelleme, dava ve tutuklamalarla gazetecileri susturmaya çalışan iktidara çözümün gazetecileri hapsetmekte olmadığını bir kez daha hatırlatıyoruz. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve sorunların çözümü için basın ve ifade özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırın, gazeteciliği yargılamaktan vazgeçin.”
Özgür Basın geleneğinin tüm saldırılara rağmen sürdüğü belirtilen açıklamada, “2022 yılından bu yana hız kazanan baskılarda yaklaşık 40 gazeteci tutuklandı, yargılandı ancak çalışmaktan vazgeçmedi. Son operasyonda da değişen bir durum olmayacaktır. Tüm meslek örgütlerine ve halklara da haber alma hakkını ve gazeteciliği savunmak için ortak mücadele etme çağrısında bulunuyoruz. Gazetecilik Suç Değildir/ Yargılanamaz!” denildi.”
Yönelimini bariz bir biçimde ezberleriyle var eden bir devlet anlayışının suna geldiği tek, belki de yegane şey daha kalıcı kırılmalardır. Gazetecilerin haber verme işlevini, sarayın ol tek adam rejiminin sunduğu her şey güllük gülistanlık, propaganda bakanlığının emri, direktifi doğrultusunda var etmeyen herkesi bekleyen makus talihin gözaltı ve mahpusluk olduğu bir kere daha var edilir. Sorgulamak bir yana, gazetecilerin o aksettirilmeyen her şeyi başta yaşamsal müdahaleler, zorbalıklar, işkenceler sonrasında da Kürd sorununun tam da göbeğinde yer alan mesel / tecrit / ayrımcılık ve inkara karşı var ettikleri hemen her mücadele hedef kılınmaları için kafi görülür. Biteviye demokrasiden, adaletten, hak ve hukuktan dem vurulurken mesleğini var ettikleri için üç insan tutsak edilir. Sonrasında Esra Solin Dal’ın çıplak aramaya maruz bırakıldığının notu avukatları aracılığıyla bildirilir. Hakikati bildirenleri hedef kılarak, doğrunun tek olduğu bir gerçekken, onları da halen dönüştürüp, yok sayıp, inkar ederek mutlak ve kati baskıcı bir şablonu sürekli var ederek hangi demokrasiden bahis açılabilir! Gazetecilik ne ara terör faaliyeti / dolaylı bir eylemsellik / yancılık olarak görülür oldu, meçhuldür!
Hukukun, adalet pratiğinin rafa kaldırıldığı bir zeminde kötücü ezberlerle, kör kör parmağım gözüne hamlelerle birlikte bir cerahat menzili güncellenmeye devam ediliyor. Kötülüğü içselleştirip, mutlak / tek iktidarın var edilebildiği sanrısına tutuna tutuna heder edilmiş bir asırlık mücadelenin güncesinde milenyumun yirmi beşinci yılında ortalıkta tam da kesif bir koku yayılmaya devam ediliyor. Kati, mutlak ve her dem sabık bir aklın tezahürü olarak çıkagelen korkuları ileriye sürerek, daha baskıcı, daha korkunç, daha da insani olanı heder eden bir pratiğin izleri üstünde yürünüyor. Seçim sathı mahallinde ki o yerel seçimlerin sunduğu perspektifi dahi hezimet olmasına rağmen görmeyen, düşünmek bir yana sual etmeyen bir iktidar aklı yeniden muhaliflere, muhalefete, kendisinin sınırları / kriterleri dışında kalakalan herkeslere daimi bir saldırganlığı güncellemeye devam ediyor. Bütünüyle bir memleketin çürütülmesi, esir kılınması, haklarından feragat etmesi, müştereklerinin talanının icraat gibi duyurulduğu bir zemin güncellenmeye devam ediliyor. Ezber edilmiş şeylerin yıkıcı / tarumar edici hallerinde bir kere daha bir memleket ev olmaktan çıkartılıyor. Gümbürtüde var edilmiş tahakküm veçhesinin kıyısında, madun siyasetin yara bere içinde kalakalmış olan halka dair doğrudan tek bir çözüm hamlesi çıka gelmiyor. Böyle bir girdapta yarına dair umudun mahvı için eldeki imkanlar seferber olunuyor. Asırlık ülke, demokrasi, hürriyet ve adalet konusunda inkarı bir kenara terk edip, sorunlarına dair ortak akıllı bir müzakere, çözümleme bahsine geçmiyor. İş işten geçerken... Yıkım, eksiltme, sonsuz bir sınama her yeri kapkaranlık kılmaya devam ederken... Sahiden, öyle...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Van. 328 [1912] – Köylü Ermeni Kadınlar Milli Elbiseleriyle – Nar Niyetiyle Sergisinden Bir Kesit – Art Column
1 note · View note
berat-im · 5 months
Text
ŞEHİT YUSUF TANIK Anısına
Sene yetmişaltı, aylardan Eylül,
Evliyâ yurdunda erendi Yusuf.
Memleket göğsünde takılmış bir gül,
Sualsiz Cennet'e girendi Yusuf.
Vatandı, Bayraktı, Namustu kendi,
Ölümler bizlere koymaz efendi,
Üç kere hakkını, helal et dendi,
Bayrağa kendini sarandı Yusuf.
Böyle vahşet olmaz ayıptır ayıp,
Sizler ayıbı da ettiniz kayıp,
Bu vatan bölünmez, Bismillah deyip,
Hilal'i burçlara gerendi Yusuf.
Güttüğü davadan sapmak nedir ki ?
Parça parça olup kopmak nedir ki ?
Korkuyu put edip tapmak nedir ki ?
Zulüme yumruğu vurandı Yusuf.
Çirkef yüreklerde Yusuf sanıktı,
Dinine vatana Yusuf yanıktı,
Gelecek zafere, YUSUF TANIK'tı,
Bu yolda canını verendi Yusuf.
( ÇANKIRI’LI ŞAİR )
Berat Selçuk Ceyhan
28.09.2018
22 notes · View notes
bvcwei · 7 months
Text
Gözlerime uğradı ölüm. Mezarların soğukluğu, kimsesizlerin tanrıya isyanı. Hepsine şahit oldum. Bir kavganın ölümle sonuçlanmasını da, ölmekten uzak ruhun tiz çığlığını basmasına da şahit oldum. Bıçakların keskinliğini de bilirim, körelmişliğini de. Yürünmeyecek sokakları, köşede saklanan tinercileri de. Herkesin en güzel yalanıdır şiddete duyulan nefreti. Gazeteye sardıkları alkol gibidir. Yalanların saklanması sarhoşluğa kadardır. İnsan pahalı cildinin ardında koca bir hiç gibidir. Gözlerime uğradı memleket. Sisli memleketimin havası bile ölüm gibidir. Hikâyelerin sansürsüz baskısı aklın köşesinde, sansürlü baskısı çocukların kitaplığındadır. Sansür dediğin nedir ki? Bulanık gözlerin manzarayı iyi kötü anlaması gibidir. Algılar ikiyüzlü gerçeklerin oyunudur. 'Kapatır' neyi diye sorma. Gece kasabanın karanlığı, gündüz gözün perdeleri. Saklanmak ardında kim olduğunu bilmeden. Bu duygu böyle yaşanır. Bilmem bir gece rastlanır mı anlattıklarıma. Gözlerimin siyahına korkmadan bakar mısın, sevgili kendim. Bakarsın bilirim. Yüzünün her köşesini yıllar sonra ezberledin sen. Artık aynalardan geçmiyor ruhun. Hadi, geçelim yatağımıza. Azrailin uğradığı vaktin hesabını bilmeyelim bu defa. Bilmekten bol ne var ki zaten. Yine en iyisini biliriz mutlaka. Yine keskin bıçak gibi gezeriz canım kendim hadi uyuyalım.
33 notes · View notes
barisyildirrim · 2 years
Text
1916 senesinde 19 yaşında genç bir delikanlı Erenköy’de yürümektedir. Talimgah denilen yerde bir kalabalık fark eder. Kalabalığa yanaştıkça bir müzisyenin enstrümanından yükselen melodiyi duyumsar. Yaklaşır. Delikanlı, enstrümandan yükselen tınıya gözlerini kapatarak huşu içinde bir süre zevkle dinleyerek eşlik eder. Gözlerini açıp da kalabalığın önüne ilerleyince o cânım melodiyi çıkaranın yere bağdaş kuran bir müzisyen olduğunu fark eder. Müzisyen pistir, perişandır, berduştur. Genç delikanlı evsiz diye düşündüğü bu adamcağıza acır gözlerle bakar. Garipser de hani biraz… Öyle ya böyle berduş bir adam nasıl olur da bu kadar güzel ezgiler çıkarabilir…
Delikanlı birkaç gün sonra aynı yol üzerinden geçerken görür o müzisyeni. Her ne kadar giyiminden, kuşamından, küfürbaz halinden rahatsız olsa da acıdığı için o müzisyene para vermek ister. Müzisyen işte kendisine para vermeye yeltenen gence; “Haydi oğlum, git işine! Bak benim mataram rakı dolu. Vereceğin bu parayla git de akşama birkaç kadeh iç keyiflen. Benim paraya ihtiyacım yok” der.
Utanır birden genç. Müzisyen devam eder; “Utanma! Utandıkça rahat yaşayamazsın.” Kıyafetlerini göstererek “Görmüyorsun ben kimseden utanıyor muyum! Başkaları benim bu halimden utansın!”
Delikanlı neye uğradığını şaşırır. Tokat gibidir adamcağızın lakırdıları… Eve gider düşünür uzun uzun… Acıdığı adamın kendisine böyle bir karşılık vereceğini hiç düşünmemiştir. Aradan zaman geçer. Delikanlı bu adamcağızı İstanbul’un münferit yerlerinde kah işkembecide, kah kuytu meyhanelerde, kah Yenicami arkasında, kah Çemberlitaş’ta görür… Hatta bir arada Ali Emiri’nin Kütüphanesi’nden kitap okurken görmüştür ki şaşkınlığı katbekat artmıştır.
Delikanlı, edebiyata heveslidir, bir şiir karalar o müzisyen için… Dönemin mecmualarının birinde “Dehâyi Mensi” diğer bir deyişle “unutulan deha” ismiyle bu müzisyeni kaleme alır. Sonra kulağına gider bu müzisyenin. “Kim yazdı bunu?” diye sorar soruşturur; sonunda bulur ve bu şiiri yazan gençle tanışmak ister. Buluşurlar, o an müzisyen anlar ki vakti zamanında kendisine acıdığı için para vermek isteyen genç tam karşısındadır. Şiiri pek beğendiğini, duygulandığını söyler.
Akabinde bu delikanlı ile müzisyen arasında sıkı bir dostluk başlar.
Müzisyen son döneminde inzivaya çekilir, kimseyle görüşmez. Üstü başı kirlidir ama çevresindeki insanların ruhları daha kirlidir. Küser hayata, küser insanlara… Çok değil, bir süre sonra da göçer gider bu dünyadan…
Delikanlı sevdiği bu müzisyenin öldüğünü duyunca çok üzülür. Arkadaşı Fuad Şinasi bir kağıt verir delikanlıya… “Nedir bu?” diye sorar delikanlı. Şinasi “Müzisyenin son şiiri” der. Okur delikanlı;
“Artık yaşam için yetişir bunca kırgınlık,
Dinlenmek isterim ki kader yorgunuyum
Artık vücudu boş, gönlü boş, düşü boş,
Dünyada şimdi ben de bir fazla ağırlığım”
“Ölümün titrettiği elle kalemini kalbine birikmiş zehre batırıp yazdığı veda şiiri” olarak betimler bunu genç adam. Aklına düşer işte o gün; acıdığı için para vermek istediği müzisyenin o yanıtı; “Utanma! Utandıkça rahat yaşayamazsın”
Bu mısra destur olur delikanlı için, hayatını ona göre yaşar. Utanılacak işler yapmaz. Büyük görev üstlenir ilerleyen senelerde. Ama sonu da o müzisyen gibi olur. Ha, ne mi olur? Haksızlığa uğrar, yaptığı o büyük işlerden el çektirilir, memleket için açtığı okullar kapatılır. O da inzivaya çekilir, çünkü çevresi pistir ve malum son… O da göçer gider bu dünyadan.
“Müzisyen” diye anlattığım kişi Neyzen Tevfik’tir. Ona acıdığı için para vermek isteyen delikanlı ise meşhur Şair Can Yücel’in babası; Köy Enstitüleri’nin açılmasını sağlayan, klasikleri dilimize çeviren, en uzun Milli Eğitim Bakanlığı yapmış “Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi” Hasan Ali Yücel’dir.
63 notes · View notes
yesilkursunasker · 1 year
Text
Her yere yetişilir, hiçbir şeye geç kalınmaz ama .. Çocuğum beni bağışla . Ahmet Abi sen de bağışla . Boynu bükük duruyorsam eğer  içimden öyle geldiği için değil , ama hiç değil . Ah güzel Ahmet abim benim . İnsan yaşadığı yere benzer . O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer . Suyunda yüzen balığa , toprağını iten çiçeğe , dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine , konyanın beyaz  antebin kırmızı düzlüğüne benzer . Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir . Denize benzer ki dalgalıdır bakışları . Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına .. Öylesine benzer ki , Ve avlularına  (Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi) , Ve sözlerine   (Yani bir cep aynası alım-satımına belki) .. Ve bir gün birinin adres sormasına benzer . Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne .. Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına . Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına , minibüslerine, gecekondularına .. Hasretine, yalanına benzer. Anısı işsizliktir, acısı bilincidir. Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan. Gülemiyorsun ya, gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir. Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi. Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden. Dirseğin iskemleye dayalı -- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben -- Cıgara paketinde yazılar resimler.. Resimler: cezaevleri, resimler: özlem, resimler: eskidenberi..
Ve bir kaşın yukarı kalkık. Sevmen acele, dostluğun çabuk. Bakıyorum da simdi o kadeh bir küfür gibi duruyor elinde. Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi? Biz eskiden seninle istasyonları dolaşırdık bir bir. O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar, Nazilli kokardı. Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası, kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen. Kadının ütülü patiskalardan bir teni upuzun boynu kirpikleri.. Ve sana Ahmet Abi uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki. Sofranı kurardı. Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı. Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi. Çocuklar doğururdu. Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi. O çocuklar büyüyecek. O çocuklar büyüyecek, o çocuklar... Bilmezlikten gelme Ahmet Abi. Umudu dürt umutsuzluğu yatıştır.
Diyeceğim şu ki yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler. Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse Çocuklar, kadınlar, erkekler.. Trenler tıklım tıklım. Trenler cepheye giden trenler gibi. İşçiler; Almanya yolcusu işçiler. Kadınlar; kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi. Ellerinde bavullar, fileler, kolonyalar, su şişeleri, paketler.. Onlar ki, hepsi bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler.
Ah güzel Ahmet Abim benim. Gördün mü bak dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar. Ve dağılmış pazar yerlerine memleket. Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile. Gelse de öyle sürekli değil. Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün. O kadar çabuk, o kadar kısa. İşte o kadar. Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar? Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar?
Mendilimde kan sesleri.
14 notes · View notes
teknoaslan · 8 months
Text
Ashley Nocera Kimdir? Boyu, Kilosu, Yaşı, Sevgilisi, Burcu Nedir?
Ashley Nocera Kimdir? Boyu, Kilosu, Yaşı, Sevgilisi, Burcu Nedir? #turkey #istanbul #türkiye #instagood #love #ankara #instagram #travel #izmir #photooftheday #like4like #tbt #photography #followme #follow #nature #takip #antalya #beautiful #summer #inst
Ashley Nocera, bir İtalyan-Amerikan bikini modeli ve fitness tutkunu olarak bilinir. Ashley Nocera’nın Instagram’da 4 milyondan fazla takipçisi vardır ve YouTube kanalı da bulunmaktadır. Ayrıca “Fanged” ve “King Bachelor’s Pad” (2012) filmlerinde de rol almıştır. Adı Soyadı: Ashley Nocera    Ashley Nocera   kaç yaşında, nereli, nerede yaşıyor? Memleket: Amerika Yaş: 29 yaşında (2023 yılına…
Tumblr media
View On WordPress
4 notes · View notes
aynodndr · 7 months
Text
Tumblr media
BEN ‘Z’ KUŞAĞIYIM ANNE
Ben ‘Z’ kuşağıyım anne
Senin muhteşem eserin
Hani daha karnındayken tütünle tanıştırdığın…
Doğmamışken daha sayısız elbiseler alıp,
Yürümeme bile fırsat vermeden tembelliğe alıştırdığın.
Ben ‘Z’ kuşağıyım anne
Bakıcı elinde büyüyen,
Kırkı bile çıkmamışken ayrı odaya terk edilip
En lüks yataklarda, anne kokusuna hasret kaldım ben
Koyun koyuna yatamadık seninle
Hiç özgür olmadım,
Mahremim de olmadı hiç
Anneannemdeyken bile
Kamera ile gözetledin anne
Ben ‘Z ‘kuşayım anne
Paraya doyumsuz,
Sevgiye aç
Her şeyim var amma
Hep muhtaç
Kreşe bırakıldığımda iki yaşımdaydım henüz
Bezden yeni çıkmıştım daha
Evimizi otel olarak kullandım hep
Akşamdan sabaha…
Ben ‘Z’ kuşağıyım anne
Hani şu hep eleştirdiğin
Oysa ben masum bir çocuktum
Senin ektiklerinle filizlenen
Saygısızlığı özgüven diye aşılayıp
Pervasızca palazlanan
Yokluk nedir hiç tatmadım ben
Sorumluluk almadım
Hiç ders çalışmasam da
Sınıfta kalmadım
Ben ‘Z’ kuşağıyım anne
Senin muhteşem eserin
Ödevlerimi ya sen yaptın hep
Ya da babam
Ne yağmur düştü üstüme
Ne de ıslandı abam...
Ne harçlıksız kaldığım oldu
Ne de çile çektim.
İki adım yürütmedin
Hep servisle gönderdin
İki sokak ötedeki okuluma bile…
Ben ‘Z’ kuşağıyım anne
Senin yapamadıklarını
Benden beklediğin
Çocukluğumu dahi yaşatmadan
Beynime yaprak test yüklediğin..
En iyi markalara alıştırmasaydın sen
Söyle nasıl marka tutkunu olurdum ben
Hatalarımı görmezden geldin hep
Kusuru başkalarında aradın
Babam otorite kurmaya çalıştıkça
Sen babamı fırçaladın
Ben ‘Z’ kuşağıyım anne
Şimdi baş edemediğin
Canından bezdirsem de seni
Bırakıp gidemediğin
Tatillerde alıp denize götüren sendin
Bir kerecik bile hadi memlekete gidelim demedin
Sen saymadın ki anneni babanı
Ben niye sayayım şimdi akrabanı?
Bana taht kurabilmek için
Bir kardeşi dahi çok gördün
Ne saçlarımı sen taradın çocukken
Ne beliklerimi sen ördün
Daha dokuz yaşında kuaförle tanıştırdın
Utanma duygumu aldın elimden
Farkında olmadan beni hayasızlaştırdın
Söyle anlattın mı hiç bana Allah’ı?
İzah ettin mi hiç haramı, günahı
Yüzlerce deneme sınavından bahsettin de
Bir kez bile
Allah’ın imtihanından bahsettin mi hiç?
Doktor ol, avukat ol, mühendis ol dedin de hep
Bir kerecik de ‘insan ol’ evladım dedin mi?
Hakkımı yedirmemeyi öğrettin de hep
Hak yememeyi öğrettin mi hiç anne?
Ben ‘Z’ kuşağıyım anne
Hani;
Devlet, millet, sistem, medya,
Öğretmen, psikolog, anne ve baba
El ele verip harcadığınız kuşak
Bencilliği siz öğrettiniz,
Sevgisizliği siz
Yalancılığı siz aşıladınız
Saygısızlığı siz hak ettiniz
Para, ayakkabılar, telefon, üst baş
Hamburger, pizza, nugget
Her şeyi koydunuz önüme
Oysa ben bir tas çorbaya ve bir avuç sevgiye muhtaç...
Zaman ayırmadınız bana
Dinlemediniz hiç
Elektronik canavarların önüne atıp beni
Çocuk yaşta yem ettiniz
Sahi,
Elime ilk telefonu kaç yaşımda verdiniz anne…?
Mama sandelyesinde mi yoksa?
Telefon, elinden düşmüyor diye şikayet ettiğiniz kuşağım ben
Söyle hangimiz suçluyuz anne…?
Sokak oyunları oynamadım ben anne
Saklambaç nedir, misket nedir bilmem
Yakan topunu okulla dersane arasında oynadım ben
Tıpkı ortada sıçan gibi
Bir okula koştum
Bir dersaneye
Harcanıp gitti çocukluğum
Çocuk olmadım anne!
Nurgül KAYNAR YÜCE / K. MARAŞ
🔔Çocuklar masumdur, tertemiz, nur parçası... Onları önce aile ve özellikle anne biçimlendirir sonra komşular, sokak, mahalle, okul, çevre.....böyle gider.
Bugün arızalı gördüğümüz çocuklar ve gençler özellikle annelerin eseridir. 90larda başlayan ÖZGÜR, ÖZGÜVENLİ BİREY programları el birliğiyle bugünü doğurdu... Çocuk☝️ doğruları anlatmış. Şikayet etmeden önce başı iki elin arasına alıp epeyce düşünmeli. 🤔
Hayırlı olur inşallah. (tyt)
2 notes · View notes
cahiliyedoktoru · 2 years
Text
Türkiye’de yaşayan insanların bir çoğu yurtdışındakilere özenir. Gurbetçiler ise neredeyse bavullar hazır, hep dönmeyi isterler ama dönemezler.
Türkiye’de pek bilinmez, Avrupalıların ütopyası da Amerika’dır. Her şeyin daha güzel olacağı, fırsatlar ülkesi, American Dream…
Fakat gerçekle yüzleşince işler bozulur. Ne Fransa, ne de Almanya düşlerdeki gibi değildir. Amerika’ya da gitsen yağmur ıslatır, diş ağrısı uyutmaz.
Gurbet insana çakılan bir çividir. Sökülse bile izi kalır.
Sokrates’e birisi için “seyahat onu hiç değiştirmedi” demişler. O da: “Normal, nefsini de beraber götürmüştür” demiş. Gurbet gerçek değildir.
Köyüne dönen gurbetçiyi bekleyen de koskoca bir düş kırıklığıdır. Zira o köyünü değil çocukluğun kaygısız günlerini aramaktadır.
Ama yaşlanmıştır bizim gurbetçi. Beli tutmaz, parası yetmez, çocukluk arkadaşları evlenmiş, eski otlaklara TOKİ konmuştur.
Gidemediğimiz için idealleştirdiğimiz diyarlarda nefsimizden kurtulmuş bir hayatı, aslî vatanımızı yani ALLAH’ı özleriz aslında. (Bkz. Ölürsem beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar!) Mevlânâ Hz’nin Mesnevî’sinde buyurduğu gibi:
“Dinle bu ney nasıl şikâyet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor, Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek kadın herkes ağlayıp inledi. Ayrılıktan parça parça olmuş kalp isterim ki iştiyak derdini açayım, Aslından uzak düşen kişi yine vuslat zamanını arar”
Netice? Vatan hasreti yabancı ülkede/şehirde yaşayan bir insanın hasret çekmesi veya kendini ait olmadığı bir yerde hissetmesi değildir.
Gençlerde bir daral, “gidecem buralardan”sendromu, yaşlılarda ise idealleştirilen, sadece güzel yanları hatırlanan bir mazi:“Eskiden herşey daha güzeldi”.
Kâh zamanda, kâh mekânda … gurbetteyiz bu dünyada ve bir vuslat arıyoruz.
Sigmund Freud insandaki gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmiş hissini sorgulayan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış.
Viyana’da doğup büyüdüğü halde kendisini gurbette hisseden hastaları Freud’u bu konu üzerine çalışmaya itmiş.
Freud “Das Unheimlich” üzerine çalışırken kelimelere büyük yer ayırmış. “heimat ve Heimatland” yani ev, vatan, anavatan, doğup büyüdüğü yer, memleket.
Freud “Das Unheimlich” için diğer lisanlardaki karşılıkları da aramış. Gurbetin fıtrî yönünü anlamak bir kaç örnek:
Latince: locus suspectus ; (Güvensiz yer) intempesta nocte (Tekin olmayan bir vakit)
İngilizce: uncomfortable, uneasy, gloomy, dismal, uncanny, gBir ev söz konusu ise: haunted. Bir insan için: a repulsive fellow.
Français: Inquiétant, sinistre, lugubre, mal à son aise.
Espagnol(Tollhausen, 1889) : sospechoso, de mal aguëro, lugubre, siniestro.
İster Freud okuyun isterseniz Mevlânâ Hz’nin Mesnevî’sini, şunu anlıyorsunuz: İnsan bu dünyadan değil.
Gurbet hissi İnsan’ın bu dünyaya ait olmadığını idrak etmesidir. Kendi ülkemizde hatta kendi ailemizde bile yalnızlık hissetmemiz bundandır.
M.Ö. 1ci asırda yaşamış Romalı şair Quintus Horatius Flaccus’un söylediği gibi:
“… Dertlerimizi avutan akıl ve hikmettir, O sonsuz denizlerin ötesindeki yerler değil, Niçin başka güneş başka toprak ararsın? Ülkenden kaçmakla kendinden kaçar mısın?  Keder nasılsa atının terkisine binip gelmeyecek mi? …”
İnsan kendisini etten ve kemikten ibaret zannettikçe mutsuz olmaya mahkûm. Varlığını, bedenini, ruhunu sorgulamak zorunda: Bkz. İbn Sina Sigmund Freud ile anlaşabilir miydi?
“İnsanın içinde modern felsefenin dikkate almak istemediği bir güç vardır; ve bu isimsiz güç bilinmedikçe pek çok insani eylem açıklanamaz…”
Edgar Allan Poe’ya bunları söyleten “isimsiz güç” nedir? Ya modern felsefenin insanı ve eylemlerini anlamakta zorluk çekmesinin sebebi?
Bunun cevabını yine en güzel şekilde veren Edgar Allan Poe olmuş: “En büyük çınar bir tohumda, en büyük kuş bir yumurtada gizliydi.”
İnsan’a dair o gizli gücün hürriyet olduğu bundan daha güzel anlatılabilir mi? İnsan’ın henüz ortaya çıkmamış olan kâmiliyeti ve bunu ortaya çıkarma hürriyetinin İnsan’a verilmiş olması…
Zira Hayvan olgunlaşır, insan ise tekâmül eder. Bkz. Mükemmel / kusursuz / كميل / parfait / perfect / έντελέχεια
Ne doğum ne de ölüm tarihini seçebilen insanın hürriyeti nerede ?
“…  İnsan bir et parçası olarak geldiği şu dünyadan mezarlık gübresi olarak mı gidecek? Bütün sevinçler ve üzüntüler birer abartı mıydı? Hiç manevra kabiliyeti yok mudur İnsan’ın? Şu morgda yatan zavallıya bakın meselâ. Doğmayı o seçmemişti. Ölmeyi de istemedi. İteklenerek girdi bir kapıdan, kıçına bir tekme yiyerek bir başka kapıdan dışarı çıktı şimdi. İki kapı arasında geçen zaman onun eseri olabilir mi? Başını ve sonunu seçmediği yaşamını farklı ve özelyapabilecek ne kaldı geriye? Rolex marka saati mi? Kokmuş çoraplarının bile çıkardılar. Ölüm ne acayip ülke, yolcuların kredi kartları ve iç çamaşırları gümrüğe takılıyor…”
8 notes · View notes
mustafasalihbozok · 2 years
Text
İŞTE RAKI!
YILMAZ ÖZDİL den
Tam bir Yeşilaycı olmama rağmen, her cumartesi akşamı minnacık çilingir sofrası kurduğum canım babam geldi aklıma..Güzel anlatmış..
Rakı Nedir? (Hiç böyle güzel anlatılmışını okumamıştım..!)
RAKI...!
Dönülmez akşamın ufkundayız azizim...!
Arap aklıyla bize akıl vermeye kalkıyorlar
ama "alkol" kelimesinin kökeni bile Arapça
Peki napalım?
Kullanmamak lazım.
Hatta, yasaklansın.
Rakı ise, özbeöz Türk. "Ne malum?" derseniz.
Nerede, ne zaman ve kim tarafından icat edildiği bilinmiyor. Oradan malum...!
Eğer, biz Türklerden başka bi milletin icadı olsaydı, yazılı tarihi olurdu, şeceresini bilirdik..!
Şampanyanın mucidi Fransız keşiş, Dom Perignon..
1638'de dünyaya gelmiş mesela...
Evliya Çelebi'nin 1635 tarihli seyahatnamesinde "rakı" geçtiğine göre, şampanyadan eski demekki.!
Yani...?
yanisi şu;
Şampanyayı icat eden Dom Perignon,
kundakta ana sütü içerken,
biz aslan sütü içiyorduk..!
Başka "aydınlatıcı" veri var mı.? Vaar..!
Memleketi "ampul" yönetiyor ama,
elektriğin ampulden önce, rakıya faydası olmuştu. Çünkü, elektriğin icadıyla birlikte "buz" üretildi.
Buz üretilince,
"rakıya niye buz koymuyoruz azizim?" keşfi yapıldı. Bu tarihi keşif neticesinde, rakının üstüne buz koymak için daha uzun bardağa ihtiyaç oldu.
Zahmet edip özel bardak icat etmek zor geldiği için de, pratik Türk zekâsı devreye girdi, " limonata bardağı ne güne duruyor muhterem " keşfi yapıldı.
"Asil"dir rakı...!
Bakın, 1900'lü yıllardan bir davetiye aktarayım size ;
"Muhterem efendim,
Teşrin'i saninin 21'inci gününe müsadif Cuma akşamı, Hristo'nun Meyhanesi'nde taam eylemek ve hususi bir eğlence tertip ederek vakit geçirmek istiyoruz. Sizi pek seven cümle dostlarımız teşrif edeceklerdir. Binaenaleyh, icabetiniz bizim içün mücib-i şeref olacaktır. Bu lütfu bizden esirgemeyeceğiniz ümidi ile takdim-i ihtiram eyleriz efendim.Pera sahaflarından Şener Efendi."
Nezakettir, zarafettir..!
Adab-ı muaşerettir."Milli"dir..!
Hem de Üstelik, AKP'nin "milli"sidir..?
Bu arkadaşların döneminde "milli" oldu.
Rakıyı "milli içki" olarak tescilleyen Türk Patent Enstitüsü Başkanı, o makama, AKP tarafından atandı... Eşi de, AKP milletvekili...!
Ki o milletvekili, Suudi Arabistan Riyad Eğitim Fakültesi İslami İlimler mezunudur iyi mi...
Dolayısıyla, "rakı balık Ayvalık" gibi, zincirleme reaksiyonla, AKP'nin "milli"sidir!
"Rakı içeceğinize meyve yiyin,
kavunun yanına 35'lik salkım açın"
filan gibi gayri ciddi yaklaşılamaz ona..!
Ciddiyet ister.
Fava, pilaki, şakşuka, memleket "meze"lesidir..
Yurtseverdir...!
İki tek attın mı " n'olacak bu memleketin hali ?"
diye aslaa endişelenmezdin, aksi olsa...
Evrim Teorisi'nin kanıtıdır..!
fazla kaçırırsan, özüne dönersin,
yani maymun olursun...
Bilimdir...!
Maymun değilsek bile; ne anlamı var onsuz, radika'nın, cibes'in, turp otu'nun, inek miyiz biz? Madem gıcıksın rakıya,
niye balık avlıyorsun boşu boşuna?
Şerbetle mi yiyeceksin lüferi..?
"Fevkalade"dir..
"Aliyül'ala"dır..
''Kadın'' dır...!
1926'da üretime başladığında, rakılarına şu isimleri koymuştu Tekel, Cumhuriyet'in ilk yıllarında.. "Sevim, Elif, Hanım, Denizkızı, Üzümkızı, Jale" isimlerini taşırlardı...
Botoks'tur aynı zamanda.
''Çirkin kadın yoktur, az rakı vardır..!'' mesela...
En kaknemi bile bir başka görünür gözüne,
içilir, güzelleşilir....!
Hayatın anahtarıdır.
Büst gibi oturan adamın bile çenesini açar.
"çilingir" sofrası denmesi, ondan..
Kontörsüz muhabbettir... Kahkahadır...!
İçki içen,
neler yaptığını hatırlamaz; rakı içen hatırlar..! Acısıyla tatlısıyla hatıraları kaydeden
hard disk'tir çünkü...
Tıp bazen çaresizdir. O ilaçtır.
Dişe de, Gurbete de iyi gelir...!
Herkesin gençlik hatası olabilir,
önce bira içersin...
Sonradan para kazanınca,
şarap içmeyi bi matah zannedersin...!
Amerika'da kamyon şoförlerinin içtiği viskiye Etiler'de, Reina'da bi kamyon parası ödersin, o ayrı. Kürkçü dükkânıdır Rakı...,
Döner dolaşır, gelirsin....!
Çocuktur... Ağlarsın...
Orhan Gencebay'dır.
Entel dantel barlarda dinlemeye utanırsın.
Ama hepimiz biliriz ki, ezbere bilirsin...
Tatlıses'tir. Realite'dir...!
Peynir, Rakı, Kavun, (PRK), örgüttür.
Ama, bölücü değil, birleştirici örgüt...!
Türk'ü de içer, Kürt'ü de..!
Çerkez'i de içer Ermeni'si de..!
Laz'ı da içer Yahudi'si de....!
Rumlar öyle bi meze yapar ki,
AB'ye almasalar da helali hoş olsun,
Kıbrıs'ı veresin gelir...!
Orhan Veli'dir...!
"Şiir yazıyorum,
şiir yazıp eskiler alıyorum,
eskiler verip musikiler alıyorum,
bir de rakı şişesinde balık olsam..!"dır.
Şiirdir...!
Dönülmez akşamın ufkudur aynı zamanda...
Ve...,
Mustafa Kemal'dir...Rakı!
Rakı içiyordu diye " sarhoş " demeye getiriyorsan eğer.., "sarhoş kafayla kurup
yücelttiği bu memleketi,
ayık kafayla niye yönetemiyorsun..? "
diye sorarlar adama...!
Oof, oofff çok uzattım...!
Vakit tamam, güneş batmak üzere,
bana müsaade,
*cümleten şerefe...!*
YILMAZ ÖZDİL..
fatoş sönmez celik
Tumblr media
11 notes · View notes
nealakasimdibu · 8 days
Text
ey gönül çiçeğim,
seni ilk gördüğümde,
gönlüme sesinin daha gölgesi düştüğünde, dedim bildim,
afiyet nedir, nefes almak nedir, ruhunla bir ala geyiği taşımak nedir, bildim.
seni sevmek her şeyden öte, önce tuhaf.
serin bir suda yıkamak gibi ateşler içinde bir çocuğu,
sanki bir dağı yalınayak tırmanmak,
fırtınadan sonra bahara kavuşmuş gibi bir ağacın heyecanında çoğalmak.
kıstım bir kayalığın dibinde, içimde büyümesin diye ektiğim sevda tohumu, topraktan elimi ayağımı çektim.
yattım, gece göğe baka baka,bir mucize hatrına, içimden dualar ettim,
‘bir mucize olsun ve bu sevda yol olup onun göğsünde çiçeklensin.’
çok içimden ama, kendime bile belli etmeden,bir ben bir Allah.
ben yere kök atmasını beklerken o göğe taşıdı sevdamı,
sonra anlarsın ya işte; ay sen, güneş sen, gökyüzünde süzülen turnalar sen,
nereye baksam seni gördüm, ne rüzgar esse sesindir diye kulak kesildim.
gece içime yağan kar tutsun sabaha kadar diye endişelenen bir ruhta sakladım seni,
‘uyansın ki gün berekettir diyebileyim ,gözü dönüp de beni bulsun ki ben yaşadığımı bileyim.’
şimdi seni sevmek, hem de bu devirde, seni senden bile korumak isteyerek;
gurbette memleket kokusunu aramaktır,
iki dağ arasını salıncak edip oyunlar oynamaktır,
kuyu kuyu suyun dibini aramaktır.
niyetlendim bir dünya masalına;
en son yuvasından sürgün edilen bir yetimken böyle çaresizdim,
en son annemin kolları arasında bu kadar gözü pek.
senin dışında ne varsa şahittir bu içimde yankılananlara,bir kuzum vardı hani, bir çitlembik.
senin adınla büyüttüm onu, içtiği suya kattım, aldığı havaya soludum.
şimdi sen, onca uzakta,hiç çalındı mı kulağına bu türkü,benden haberin oldu mu senin?
içim içime sığmaz,dilim ses etmez,gözümü kapatırım uyumaz,yarama tuz basarım sağılmaz.
ey ruhumun sızısı,
ben seni sevdiğimde, bir acıyı sırtlamış gördüm kendimi,
bir yola düşmüş de dizinde derman kalmamış, kesik kesik nefes veren bir yara buldum.
güldüm sonra yarama, o da bana güldü.
sen bu yaradan, bu sevdadan yana ne varsa sıyır sesinden,
tam bu vakit,akşam serinliğine kalmadan,
ve yürü, sevildiğin diyarlara,arkana bakmadan,geride bırak geçmişinin kahırlarını
ve aç avucunu gökyüzüne,senin elin berekettir, tutunduğun dal şifan olsun,baktığın yer cennet.
ilk sevdiğimde seni, bir düğün konvoyu çıktı gönlümden, davullu zurnalı, ah, hala hatırımda.
düğünler yoldaşın, içine sevgini akıttığın bir evin, sesi çatallı çitlembiklerin olsun.
kendime yorduğum bu konvoy, cennet konvoyun olsun.
bu hayatta şimdilik hoşçakal.
0 notes
psikopatpsikolog01 · 1 month
Text
Gözlerime uğradı ölüm. Mezarların soğukluğu, kimsesizlerin tanrıya isyanı. Hepsine şahit oldum. Bir kavganın ölümle sonuçlanmasını da, ölmekten uzak ruhun tiz çığlığını basmasına da şahit oldum. Bıçakların keskinliğini de bilirim, körelmişliğini de. Yürünmeyecek sokakları, köşede saklanan tinercileri de. Herkesin en güzel yalanıdır şiddete duyulan nefreti. Gazeteye sardıkları alkol gibidir. Yalanların saklanması sarhoşluğa kadardır. İnsan pahalı cildinin ardında koca bir hiç gibidir. Gözlerime uğradı memleket. Sisli memleketimin havası bile ölüm gibidir. Hikâyelerin sansürsüz baskısı aklın köşesinde, sansürlü baskısı çocukların kitaplığındadır. Sansür dediğin nedir ki? Bulanık gözlerin manzarayı iyi kötü anlaması gibidir. Algılar ikiyüzlü gerçeklerin oyunudur. 'Kapatır' neyi diye sorma. Gece kasabanın karanlığı, gündüz gözün perdeleri. Saklanmak ardında kim olduğunu bilmeden. Bu duygu böyle yaşanır. Bilmem bir gece rastlanır mı anlattıklarıma. Gözlerimin siyahına korkmadan bakar mısın, sevgili kendim. Bakarsın bilirim. Yüzünün her köşesini yıllar sonra ezberledin sen. Artık aynalardan geçmiyor ruhun. Hadi, geçelim yatağımıza. Azrailin uğradığı vaktin hesabını bilmeyelim bu defa. Bilmekten bol ne var ki zaten. Yine en iyisini biliriz mutlaka. Yine keskin bıçak gibi gezeriz hadi uyuyalım.
1 note · View note
seslimeram · 5 months
Text
İnsaniyet
Tumblr media
Öyle bir devinim hasıl oluyor ki insaniyet mefhumu topyekun yerle yeksan edilmenin eşiğine taşınıyor. Sözün kıymeti harbiyesi bırakılmadı. Eylemin, eyleme hakkının tam karşılığı teslimiyet dışında her şekilde suç kılındı, bizatihi böyle bilindi. Kural, nizam sadece boyunduruğu var edenlerin sığına geldiği bir liman oldu. Hürriyet afaki bir hal, bitimsiz bir arzuyla delik deşik edilirken esareti yepyeni özgürlük anlayışı diye anlata duran, bildiren bir aklın yolunda yürünmeye devam olunuyor. Demokrasi pratikleri bir biçimde zayi edilirken / elimizden çalınırken bir muz cumhuriyetinin ta kendisine kısa, kestirmeden evrim gerçek kılınıyor. Ne kimse kimselerin yarasının farkında, ne kimse olup biten cürmü fark ediyor. Öyle afaki bir sarmal içinde debelenip duruluyor ki yeni ülke faciaları birer kurtuluş reçetesi diye takdim edenlerin oyun sahnesi kılınıyor. Tek bir satır, tek bir gün olsun itiraz var edilemiyor. Var edilmiş katran karanlığının sınırları daim güncelleniyor. Erk, muktedir, iktidar tahayyülünde sunulagelen her eylem, hamle alenen, doğrudan bir mahvetme retoriğinin istikametini belirginleştiriyor. Ne hazindir ki yüzüncü yılında olunduğu zikredilirken cumhuriyetin, halkın egemenliği değil belirli / seçilmiş ola gelen zümrelerin / sermaye gruplarının / çetelerin eline rehin bir ülke var ediliyor.
İnsanlık meseli tarumar edilirken, gücü elinde tutanların zorbalıklarının aralıksız bir halde var edildiği zemin gerçekliği ile baş başa bırakılıyoruz. Sermaye gruplarının çıkar savaşı ile var edilmiş ihtilaflar arasında bir ülke denklemi tarumar ediliyor. Kendini elit addeden, bu toprakların sıradan insanlarının üstünde konumlandırıp, sırça köşkleri makamları kılan / bilen aklın eylediği saçmalık ötesi kazan / kazan oyunlarında dönen milyonlarca dolarlık o rantiye çukuru mesela bir örnektir. Kupon fonlar, hisse alımları, kişiye özel diye etiketle paylaşılan özerk saadet zincirleri vesaire ile gündelik yaşamını kerhen var edebilen insan toplamının karşısında yağmacılık / hırsızlık oyunları sergilenir. Düzenin oyun kurucuları, kenar tutucuları, dün gibi bugün de haramzadelerin ta kendilerinin tereyağından kıl çeker gibi kendilerini akladıkları pakladıkları bir zeminde bir banka müdiresinin var etti sarmal aralıksız mesel olunur. İyi de bugüne kadar nerelerdeydi o savcılık makamı, şu kolluk ol meşum üç kuruş alan asgari ücretlinin gırtlağına çökeceğiz diye bildiren maliye bakanlığı vesair devlet kurumları. Gelip geçici birkaç satırlık gümbürtü ile olayın çoktan unutuşa getirildiği bir zeminde ta ki yepyeni bir zenginin malı züğürdün çenesini yoracak kavga, dövüş, rant kavgasına kadar sürünceme taşımayan bir retorikle günler geçirilir. Kamunun gündelik dertlerinden uzakta, varsılların ayak oyunlarından bize sahiden hukuk önünde tek satır hesap verilmemiş ülkede nedir ki, yani?
Meşum mafya takımının, kendisini bu ülkenin yegane sahibi addeden tiplemelerin çetesi, hareketi, partisi şusu busu ile ortaya çıkan para aklama trafiklerinin yanında insan ticareti, seks pazarları, köle tacirliği, her köşede imkanları kadar bulunabilen çeşit çeşit tenzilatlı, ayağınız alışsın abicim uyuşturucuları vesaire ile bir ülkenin kökten çürütülmesi mefhumu var edilirken insaniyetin yıkımının farkına nasıl varılacaktır, sahi ne zaman? Ol muteber addedilen insanların kaçak / gizli olmadan var ettikleri sömürü düzenin ortasında kim nasıl fark edecektir ki yaşam ihtimalleri kuşa döndürülüyor. Eksiksiz bir yıldırı halinin ortasına bir menzil terk ediliyor. Geçer akçe işlerinin yanında bu yukarıdaki gibi dönem dönem devletlinin kullanışlı addettiği tiplemelerin / mafya bozuntularının / vatan sevdalısıyız biz derken çıkagelen türetilmiş / atanmış yobaz tiplerin / kümelerin var ettiği yıkıcılık mesela dert değil midir? İnsaniyet mefhumu, gündelik yaşam istem / direnci tam ve eksiksiz olarak yerle bir edilmeye çabalanırken böyle bir toplamda, hiçbir biçimde hayata dair umut söz konusu edilebilir mi? Onca yıkım, çürüme, tehdit, tahakküm süreğen kılınırken sahiden umut, tek satır ümit var olmak mümkün müdür? Giderek bir tımarhane halinin en ucube suretine dönüştürülen yerdeki sıradan insanların hayat haklarını, tümüyle gasp edilmiş haklarını kim nasıl telafi edecektir? Bunca harami, dört koldan, içten dıştan pek çok mafya tiplemesi, çete, devletin içinden dışına taşa duran polatgiller, tayyargiller bilmem kimler daha neler neler ile eski bakanların da cirit attığı, birbirini kolladığı, pastalar kesip paylaştığı bir zeminde hak nedir, hukuk ne işe yarar?
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Hakkari'de bir zincir market çalışanları 'çikolata çaldığı' gerekçesiyle bir çocuğu depoya kapattı. Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan yapılan açıklamada, zincir marketin ismi verilmedi, "Soruşturma titizlikle ve tüm yönleriyle sürdürülmektedir" denildi.
Hakkari'de, 'bir zincir markette çocuğun çikolata için depoya kapatılması' üzerine soruşturma başlatıldı. Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan yapılan açıklamada, zincir marketin ismi verilmedi, "Soruşturma titizlikle ve tüm yönleriyle sürdürülmektedir" denildi.
Hakkari Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği (HESOB) Başkanı Muharrem Tekin, sosyal medya hesabı üzerinden 'bir çocuğun bir çikolata yüzünden market deposuna kilitlendiği' görüntüleri paylaştı.
Çocuğun depoya kapatılmasına tepki gösteren Tekin, çocuğun depodaki halini ve masanın üstünde çaldığı iddia edilen 2 adet çikolatanın göründüğü fotoğrafı paylaştı.
Başkan Tekin sosyal medya hesabından konuya ilişkin şu paylaşımı yaptı:
“Hakkari’de 3 harfli zincir marketlerden biri bu çocuğu bir çikolata için 2 saat boyunca depoya kapatmış. Sonra babasına haber veriyorlar. Babası markete gelince çocuğunun depoya kapatıldığını görüyor.
Sizin o milyon dolarlarınızı o çocuğun tek bir tırnağına kurban ederiz. Bu zincir marketin yetkilileri babadan ve bu çocuktan özür dileyip, yaptıkları bu utanç davranışın farkına varmazlarsa, ismini açıklar, oradan alışveriş yapılmaması yönünde protesto kampanyaları başlatacağız.”
Hakkari Barosu Çocuk Hakları Merkezi de sosyal medya hesabından konuya dair şu açıklamayı yaptı:
“Kamuoyuna yansıyan ve Hakkari’de bulunan zincir marketlerden birinde,bir çocuğu 2 saat boyunca depoya kapatmak suretiyle ve üstelik ağırlaştırıcı sebeplerle kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu işleyen şahısların bu onur kırıcı eylemi; çocuğun toplumsal yaşamdaki fiziksel ve psikolojik sömürüsünü içeren bir tehdit niteliĝindedir. Çocuğun üstün yararı gereĝince ilgili fotoğrafın yayınlanmaması gerektiğini belirtmekle sürecin takipçisi olacağımızı kamuoyuna duyuruyoruz.”
İnsan Hakları Derneği (İHD) Hakkari Şubesi de “BM Çocuk Hakları Sözleşmesi Madde 37: Çocuklar hiçbir şekilde insanlık dışı yöntemlerle ya da aşağılanarak cezalandırılamaz. Söz konusu insanlık dışı muameleye karşı bütün hukuki sürecin takipçisi olacağız” açıklamasında bulundu.
Hakkari'de, 'bir zincir markette çocuğun çikolata için depoya kapatıldığı' görüntülerinin ardından, 'çocuğu hürriyetinden yoksun bırakma' suçundan soruşturma başlatıldı.
Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan yapılan açıklamada, bazı basın organları ve sosyal medya hesaplarında "Hakkari'de zincir markette tepki çeken olay, çocuğu çikolata için market deposuna kapattılar" şeklinde paylaşımların yapıldığı belirtildi.
Bunun üzerine kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi adına basın açıklaması yapılmasına ihtiyaç duyulduğu kaydedilen açıklamada, "Market yetkilileri ve eylemde sorumluluğu bulunan kişiler hakkında 'çocuğu hürriyetinden yoksun bırakma' suçundan Cumhuriyet Başsavcılığımızca resen soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma titizlikle ve tüm yönleriyle sürdürülmektedir" ifadelerine yer verildi.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç da konuyla ilgili sosyal medya hesabından açıklama yaptı. Bakan Tunç, "Geleceğimizin teminatı evlatlarımıza yapılan her türlü olumsuz eyleme karşı çok hassas olduğumuz bilinmelidir. Çocuğun üstün yararını zedeleyecek hiçbir harekete izin vermeyiz. Adalet Bakanlığı olarak konuyu yakından takip ediyoruz. Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından gerekli soruşturma başlatılmıştır" dedi.”
İnsaniyet mefhumunun topyekun çöpe basıldığı örneklerden dem vururken, Hakkari’den çıkagelen tek bir örnek dahi memleketin halinin perişanlığını gözler önüne serer. Bunca açık bir biçimde bir vahametle, memlekette hamuduyla götürenler, enseyi kalınlaştıranlar, cukkayı doğrultanlar, arsızlar, uğursuzlar her yeri tüketmeye devam ederken bir iddia ile küçücük bir çocuktan hınç alınınca her şey yerli yerine oturur mu? Hakkaniyetin yitirilme sürecinin pekliği düşündürücü değil midir? Velev ki, iki tane çikolata çalınmış olsun yahu bir çocuğu depoya kapatmak neyin nesidir, ne cürettir. İnsanlık onurunun ayaklar altında enikonu çiğnendiği bir zeminde ne düzgün kalabilir ki, sahiden? Normatif bahsi cürümler ile boğulmuş, yıkımlar ve tehditlerle düzenin var edildiği bir zeminde, sermayenin ali kıran baş kesiciliğinin de yolu açılırsa gelecek ne olacaktır, karanlıktan gayri!
Mezopotamya Ajansına bağlanalım: “Felç geçirdikten sonra tahliyesine karar verilen Cemal Tanhan, 43 gün sonra hayatını kaybetti.
Bir tutsak daha ölüm döşeğinde tahliye edildikten sonra hayatını kaybetti. Bolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan 30 yıllık ağır hasta tutuklu Cemal Tanhan (68), 23 Ekim'de felç geçirmesi üzerine Bolu İzzet Baysal Devlet Hastanesi'ne kaldırılmış, buradan da 27 Ekim'de Eskişehir Şehir Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’ne sevk edilmişti. 6 Kasım’da tahliyesine karar verilen Tanhan, 43 gün sonra hayatını kaybetti.
Tanhan'ın ailesi ve yakınları, cenazeyi almak için Eskişehir'e doğru yola çıktı. Aile, cenazeyi İzmir'de defnedileceğini aktardı.
4 Başvuruya Rağmen Tahliye Edilmedi
Cemal Tanhan (68), Bolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde 30 yıllık tutukluyken, felç geçirmesi üzerine 23 Ekim'de Bolu İzzet Baysal Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Buradaki hastanenin yetersizliğinden kaynaklı 27 Ekim'de Eskişehir Şehir Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’ne sevk edildi. Yapılan başvuru üzerine 6 Kasım’da infazı ertelenen Tanhan, 13 Kasım'da entübe edildi. Burada Tanhan’a 4’üncü evre kanseri teşhisi konuldu. Tedavi sürecinde konuşma yetisini kaybeden Tanhan, ayrıca zatürre oldu ve ciğerleri su topladı.
Kızı Ayşe Tanhan, 27 Kasım’da babasının doktoru ile sağlığı hakkında görüştüklerini Mezopotamya Ajansı'na aktarmıştı. Ayşe Tanhan, "Babamın Doktoru, ‘Ciğerlerinde biriken suyu çektik. Aldığı ilaçları değiştireceğiz. Eğer tedavi olumlu giderse uyandırmaya çalışacağız. Bu şekilde belki sevkini gerçekleştirebiliriz’ dedi. Ama babam uzun zamandır tedavi görüyor. Her geçen gün durumu daha da kötüye gidiyor. Çünkü cezaevinde olduğu için tedavisine geç başlandı. Belki erken tedavi olsa ve dışarıda olsaydı bu hale gelmezdi” diye konuşmuştu.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şubesi, Tanhan’ın tahliye edilmesi için 2023 yılında 4 defa başvuruda bulundu. Ancak herhangi bir sonuç alınamadı. İlk başvuru 12 Ocak 2023 tarihinde Cezaevi Tevkif Evleri (CTE) ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu; ikinci başvuru 7 Nisan 2023'te CTE ve Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu; üçüncü başvuru 23 Haziran 2023' te aynı kurumlara; dördüncü başvuru ise 9 Ekim 2023'te CTE, Meclis İnsan haklarını İnceleme Komisyonu, Cezaevi Savcılığı ve Sağlık Bakanlığı’na yapıldı. Ancak buna rağmen sonuç alınamadı ve Tanhan tahliye edilmedi.”
Bile isteye bir cinai düzenin nasıl var edildiğini görmek için Tanhan’ın hayatının çalınma hali başlı başına yeterli bir örnektir. Öyle bir devinim hasıl oluyor ki insaniyet mefhumu topyekun yerle yeksan edilmenin eşiğine taşınıyor. Cemal Tanhan’ın bile isteye katledilip sonrasında tek satır hesap dahi verilmemesinin nihai anlamlarından birisi de o insaniyetin tükenişidir. İnfaz ertelemelerin çok geçe bırakıldığı, iş işten geçip hastalık bünyeyi kapsar kılındıktan sonra, yaşamsal fonksiyonların tümüyle sıfırlanmaya devam olunduğu bir araf içinde serbest konulan bir insan can verir. İnsaniyet bahsinin ufukta ufacık dahi olsa var edilen bir mesel olarak dahi bırakılmadığını gördüğümüz zeminde hayatın ehemmiyet ve özen gösterilen bir mesel kılınmamasının utancıyla baş başa konulur koca ülke. “Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye Daimi Raportörü Nacho Sánchez Amor, 2 Aralık’tan bu yana Türkiye’de bulunduğu temaslara gözlemlerine ilişkin açıklamalarda bulundu. İstanbul’da düzenlediği basın toplantısında konuşan Amor, Temel görevinin Türkiye'nin Avrupa Birliğine (AB) üyelik sürecini gözlemlemek olduğuna vurgu yaparak, bu sürecin özünün "insan hakları ve hukukun üstünlüğü" olduğuna dikkati çekti. Amor, "Maalesef bunu söylemek durumundayım. Bu konuda, hukukun üstünlüğüyle ilgili bir değişimin olmadığı ya da eksiklikler olduğunu ifade etmem lazım. Bu hukukun üstünlüğü konusu, bizim temel kaygılarımızı oluşturuyor” dedi.”
Bir vahamet sarmalı içerisinde çürümenin formları arasında dolaşıyor yeni, yepyeni diye anılan ülke. İnsaniyet mefhumunun çöpe basıldığı, ötekileştirmenin her güne içkin bir hal, mesele dönüştürüldüğü yerde hayatın berhava edilmesinden gocunulmuyor. Onca yıldır var edilmiş tüketme halinin, sonuna kadar derdest kılma çabasının, en nihayetinde adaleti bir masal, demokrasiyi bir laf, hürriyeti ötekiler için bir gözdağı meseli kılarak bütünüyle o kapkaranlık insaniyet dışı menzil gerçek kılınır. Belirgin bir cerahat halinin ortasında ilerliyor memleket. Yüksek devirli dönüşümün var ettiği yegane şey bitimsiz bir çürüme oluyor Kesintisiz bir biçimde bu tahayyüller etrafında dolaşıma çıkan menzilde yaraların farkına kim nasıl varacaktır? Hiçbir şekilde yirmi beşinci saate ulaşmayan onca kırım, kırılma, yıkım karşısında söz sahiden ne zaman fark edilecektir? İmdat, el aman, feryat u figan...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Zorunlu Kaynakça::: Amnesty International
0 notes
benimpencerelerim · 2 months
Text
ILIC CINAYETI
Bahadır Özgür [email protected]
İliç’ten çıkan arşiv: Çalık, eski AYM üyesi ve Ziraat Bankası
İliç’te memleketin pek çok hücresine nüfuz etmiş çok kollu bir canavara bakıyoruz. Orada sadece küresel sermaye ve yerli işbirlikçisi ile onun siyasi bağlantıları durmuyor. Satın alınmış bürokratlar, bilim insanları, gazeteciler, hukukçular da var.
19 Mart Salı 2024   Saat: 00:02
İliç’te 9 işçinin bedeni zehirli toprağın altında hâlâ. Ama iktidarın önceliği ne onları çıkarıp ailelerine teslim etmek ne de bu katliamı hakkıyla soruşturmak. Canhıraş bir çabayla madeni derhal işletmeye açmak ve soruşturmayı birkaç mühendise yıkıp kapatmak istiyorlar. Aleni yapıyorlar. Tıpkı göz göre göre gelen katliam gibi…
Memleketin şu sıra en önemli olayı bu olmalı. Zira, hepimizin sürüklendiği karanlık geleceğin mimarı siyasi ve iktisadi rejimin eksiksiz bir anatomisini apaçık görüyoruz burada. Karşımızda satın alınmış siyasetçileri, bilim insanlarını, gazetecileri, bürokratları da kapsayan; uluslararası sermaye gücü ve yerli işbirlikçileriyle beraber çok kollu bir canavar duruyor. Her bir kolunu tek tek kesemezsek eğer, ufukta huzurlu bir gelecek yok. Hemen her alanda benzer bir canavara bakıyoruz çünkü.
Ülkenin her bir hücresine nüfuz etmiş, türlü aldatmacayla, ayartmayla gizlenen musibetin izini sürmek, açığa çıkarmak kolay değil.
***
Yazar ve sanat eleştirmeni John Berger, Bir Fotoğrafı Anlamak kitabında, gerçeklerin ilişkin oldukları koşullarda her zaman açık seçik görülemediğini, bazen de gecikerek açığa çıktığını söyler. Olaylar ilk belirdikleri anda sanki bağımsızmış, hatta birbiriyle çelişkiliymiş görünür. Oysa hepsi başımıza gelecek daha büyük bir olayın alametidir. Altın madeni de böyle gerçeklerden birisi işte.
Tumblr media
AYM’DEN ZİRAAT’E UZANAN BİR KARİYER
Bir haberle alakalı Ziraat Bankası’nın yönetimine bakarken bir isim dikkatimi çekti: Serruh Kaleli. CV’si hayli parlak. Barolar Birliği’nde yöneticilik yaptı. 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından 2005’te yine Anayasa Mahkemesi’ne atandı. 2011-2015 arası Anayasa Mahkemesi Başkanvekilliği görevini yürüttü. Görev süresi dolduktan sonra da 2019 yılında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Ziraat Bankası Yönetim Kurulu’na layık görüldü.
Nereden hatırlıyoruz bu ismi peki?
Yıl 2008; ülkenin ana gündemi, Anayasa Mahkemesi’nde görülen AKP ile ilgili ikinci kapatma davası. Haftalarca süren tartışmalar esnasında kamuoyu, “Kimin oyu ne olacak, görüşü nedir?” soruları etrafında Haşim Kılıç başkanlığındaki üyelerin adını sık sık işitiyor. 5’e 6 oyla kapatma kararı çıkmıyor. Sadece Hazine yardımı kesiliyor. Hâlâ belli açılardan gizemini koruyan kararın etrafında bir ‘darbe fırtınası’ estiriyor iktidar. Üst üste açılan soruşturmalar, davalar, tutuklamalar… Memleket zelzeleye tutulmuş gibi sallanıyor.
O günlerde bir yasa AYM’nin gündemine geliyor. AKP hükümeti ‘doğrudan yabancı yatırımlar’ ile ilgili kanunda bazı değişiklikler yapmak istiyor. 3’üncü madde önemli. Özeti şu: Yabancı yatırımcıların taşınmaz mülk edinimi tamamen serbest bırakılıyor. Türkiye’de elde ettikleri her türlü geliri dışarı serbestçe transfer etmelerinin önü açılıyor. CHP, 11 Mart 2008’de konuyu AYM’ye taşıyor. Haşim Kılıç ve Serruh Kaleli’nin de bulunduğu 5 üyenin karşı oyuna rağmen çoğunluk kararıyla değişiklik iptal ediliyor.
Bu sefer de Maden Yasası’nda değişiklikler yapıyor AKP. Özellikle maden faaliyetlerinde ÇED aranmamasına ilişkin değişikliği CHP, yine AYM’ye götürüyor. 15 Ocak 2009 günü oy birliğiyle düzenleme iptal ediliyor.
Aynı dönemde ülkede başka neler oluyor?
Bugün bir çevre katili olarak karşımıza çıkan Anagold’un öncülü olan ABD’li Anatolia Minerals, İliç’te çalışmalarına başlıyor. Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi resmi açıklamasında yabancı yatırım müjdesini veriyor. Çalık Holding, ortak kurulan Çukurdere Madencilik üzerinden madene dahil oluyor.
Daha başka…
Dönemin Erzincan Savcısı İlhan Cihaner, maden şirketinin yargıdaki rüşvet ilişkileri üzerine Şubat 2008’de soruşturma başlatıyor. Lakin önü kesiliyor. Malum, sonrasında Ergenekon davasından Cihaner makamından gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor.
Daha daha başka…
Gazeteci arkadaşım Özlem Akarsu Çelik, Akşam gazetesinde Ekim 2010’da mühim bir haber yayınlıyor. Haberin konusu Anayasa Mahkemesi üyesi Serruh Kaleli’nin, Çalık’ın ortak olduğu Çukurdere Madencilik’te ‘denetmenlik’ görevine getirilmesi. Büyük skandal. Anayasa Mahkemesi Kanunu’nun ‘Üyelikle Bağdaşmayan Haller’ başlıklı 11’inci maddesini hatırlatıyor Çelik: “Başkan ve üyeler asli görevleri dışında resmi veya özel hiçbir görev alamazlar, görev alanlar çekilmiş sayılır.”
Ancak Çalık Grubu yaptıklarının yasalara aykırı olduğunu fark ediyor ve 16 Ekim 2009 günkü Ticaret Sicil Gazetesi’nde düzeltme yayımlıyor. Serruh Kaleli’nin ‘sehven’ atandığı bildiriliyor. Şirket milyonlarca insanın arasından bula bula yanlışlıkla Anayasa Mahkemesi üyesinin ismini bulmuş yani!
Tumblr media
Daha o gün üyeliği düşürülmesi gereken Serruh Kaleli bugün iktidarın, hizmetkarlarına sunduğu büyük ödüllerden birisi olan Ziraat Bankası’nın yönetiminde.
Dolayısıyla Türkiye’de rejimin köklü değişime uğramaya başladığı, toplumun türlü olaylarla, gerilimlerle zihninin bulandırıldığı yıllarda gözden kaçmış bu detay, memleketin bugünkü karanlığının ‘sehven’ olmadığının kanıtlarından.
Hani derler ya, “kuşa bak, cambaza bak” filan… Tam öyle bir olay işte.
0 notes
chatsohbetodalari · 4 months
Text
TurkishChat sohbet odaları, gurbet mobil chat sohbet, gurbetçilerle mobil muhabbet arkadaşlık sitesi. Bedava üyeliksiz Türkçe chat sohbet sitesi. Türk kullanıcılarının bir araya geldiği, çeşitli konularda sohbet edebileceği bir platformdur. Bu sohbet odaları, kullanıcıların rahat bir ortamda birbirleriyle iletişim kurmasına olanak tanır. Genellikle belirli konular etrafında toplanan bu odalarda, insanlar ortak ilgi alanlarına sahip kişilerle tanışabilir ve sohbet edebilirler.
İçindekiler
Mobil Sohbet Odaları İle Her An Her Yerde Bağlantı
Görüntülü Sohbet İle Daha Kişisel Bir Deneyim
Gurbet Sohbet ve Gurbet Chat
TurkishChat Sohbet Chat Mobil Uygulaması İle Kolay Kullanım
Görüntülü Sohbetle Daha Gerçekçi İletişim
Gurbet Sohbetle Memleket Hasretine Son
TurkishChat Sohbet Odaları Topluluğu ve Etkinlikleri
TurkishChat’in Popüler Konu Odaları
Sıkça Sorulan Sorular ve Cevapları
TurkishChat Sohbet Odaları Nedir?
TurkishChat Mobil Sohbet Odaları Nasıl Kullanılır?
Görüntülü Sohbet Nasıl Aktive Edilir?
TurkishChat Gurbet Sohbet Odaları Hangi Konuları Kapsar?
Gurbet Chat, Hangi Avantajları Sunar?
TurkishChat Mobil Uygulaması Nereden İndirilir?
İnternetin yaygınlaşmasıyla birlikte, insanlar arasındaki iletişim de büyük bir dönüşüm geçirdi. Artık dünyanın dört bir yanındaki insanlarla anında iletişim kurmak mümkün. Türk insanları da bu iletişim olanaklarından en iyi şekilde yararlanmak için TurkishChat sohbet odalarını tercih ediyorlar.
Mobil Sohbet Odaları İle Her An Her Yerde Bağlantı
İspanya TurkishChat mobil sohbet odaları, kullanıcılara her an her yerden bağlantı imkanı sunar. Akıllı telefonlar ve tabletler üzerinden kolayca erişilebilen bu mobil sohbet odaları, kişilerin dışarıda, seyahat halinde veya herhangi bir yerdeyken bile bağlantıda kalmasını sağlar. Bu sayede insanlar, mobil cihazları üzerinden TurkishChat üzerinde arkadaşlarıyla sohbet etme ve yeni insanlarla tanışma şansına sahiptir.
Fransa TurkishChat chat, kullanıcılara gelişmiş filtreleme ve gizlilik seçenekleri sunarak kişisel bilgilerin güvenliğini sağlar. Kullanıcılar, istedikleri bilgileri paylaşma veya gizleme konusunda tam kontrol sahibidirler. Bu özellikler, kullanıcıların rahat ve güvenli bir deneyim yaşamalarını sağlar.
Avusturya TurkishChat mobil chat sitesi, sürekli olarak platformunu geliştirmek ve kullanıcı deneyimini iyileştirmek adına yeni özellikler eklemeye devam eder. Kullanıcı geri bildirimlerini dikkate alan ve teknolojik yeniliklere açık bir anlayışla hareket eden TurkishChat mobil arkadaşlık sitesi, Türk internet kullanıcıları için vazgeçilmez bir iletişim aracı olmaya devam ediyor.
Görüntülü Sohbet İle Daha Kişisel Bir Deneyim
Belçika TurkishChat görüntülü sohbet odaları, sadece yazılı mesajlaşmanın ötesine geçerek daha kişisel bir deneyim sunar. Kullanıcılar, kameralarını kullanarak birbirlerini görebilir ve sesli olarak iletişim kurabilirler. Bu özellik, iletişimi daha canlı ve samimi hale getirir, insanların birbirleriyle daha yakın bir bağ kurmasına yardımcı olur.
Hollanda TurkishChat muhabbet, sadece bir sohbet platformu olarak kalmayıp aynı zamanda bir topluluk sorumluluğu taşır. Platform, kullanıcılar arasında saygı, hoşgörü ve pozitif iletişimi teşvik eder. Topluluk normlarına uyan kullanıcılar, TurkishChat mobil‘i daha olumlu ve destekleyici bir ortam haline getirirler.
Almanya TurkishChat gurbet cafe, kullanıcıların beklentilerini anlamak ve karşılamak adına sürekli olarak gelişen bir platformdur. Kullanıcı geri bildirimleri ve talepleri, platformun gelecekteki yönelimini şekillendirir. TurkishChat sohbet odaları, kullanıcı memnuniyetini en üst düzeye çıkarmak ve Türk internet kullanıcılarına daha da özel bir deneyim sunmak için çaba sarf eder.
0 notes
teknoaslan · 9 months
Text
Elin Hedstrom Kimdir? Boyu, Kilosu, Yaşı, Sevgilisi, Burcu Nedir?
Elin Hedstrom Kimdir? Boyu, Kilosu, Yaşı, Sevgilisi, Burcu Nedir? #fitness #magazin #fit #istanbul #gym #izmir #instagood #tarz #love #model #bodybuilding #tbt #fitnessmotivation #magazine #instagram #moda #butik #workout #streetstyle #spor #elinhedstrom
Elin Hedstrom, İsveçli bir fitness modelidir. Kendisi sıkı karın kasları ve kıvrımlı figürüyle tanınmaktadır. Elin Hedstrom, online fotoğrafları ve videolarıyla harika vücudunu sergilemektedir. Adı Soyadı: Elin Hedstrom Elin Hedstrom kaç yaşında, nereli, nerede yaşıyor? Memleket: İsveç Yaş: 32 yaşında (2023 yılına göre) Doğum Tarihi: 9 Şubat 1991 Meslek: Fitness Modeli Elin Hedstrom saç…
Tumblr media
View On WordPress
2 notes · View notes
aynodndr · 2 years
Text
Tumblr media
BEN ‘Z’ KUŞAĞIYIM ANNE
Ben ‘Z’ kuşağıyım anne
Senin muhteşem eserin
Hani daha karnındayken tütünle tanıştırdığın…
Doğmamışken daha sayısız elbiseler alıp,
Yürümeme bile fırsat vermeden tembelliğe alıştırdığın.
Ben ‘Z’ kuşağıyım anne
Bakıcı elinde büyüyen,
Kırkı bile çıkmamışken ayrı odaya terk edilip
En lüks yataklarda, anne kokusuna hasret kaldım ben
Koyun koyuna yatamadık seninle
Hiç özgür olmadım,
Mahremim de olmadı hiç
Anneannemdeyken bile
Kamera ile gözetledin anne
Ben ‘Z ‘kuşayım anne
Paraya doyumsuz,
Sevgiye aç
Her şeyim var amma
Hep muhtaç
Kreşe bırakıldığımda iki yaşımdaydım henüz
Bezden yeni çıkmıştım daha
Evimizi otel olarak kullandım hep
Akşamdan sabaha…
Ben ‘Z’ kuşağıyım anne
Hani şu hep eleştirdiğin
Oysa ben masum bir çocuktum
Senin ektiklerinle filizlenen
Saygısızlığı özgüven diye aşılayıp
Pervasızca palazlanan
Yokluk nedir hiç tatmadım ben
Sorumluluk almadım
Hiç ders çalışmasam da
Sınıfta kalmadım
Ben ‘Z’ kuşağıyım anne
Senin muhteşem eserin
Ödevlerimi ya sen yaptın hep
Ya da babam
Ne yağmur düştü üstüme
Ne de ıslandı abam...
Ne harçlıksız kaldığım oldu
Ne de çile çektim.
İki adım yürütmedin
Hep servisle gönderdin
İki sokak ötedeki okuluma bile…
Ben ‘Z’ kuşağıyım anne
Senin yapamadıklarını
Benden beklediğin
Çocukluğumu dahi yaşatmadan
Beynime yaprak test yüklediğin..
En iyi markalara alıştırmasaydın sen
Söyle nasıl marka tutkunu olurdum ben
Hatalarımı görmezden geldin hep
Kusuru başkalarında aradın
Babam otorite kurmaya çalıştıkça
Sen babamı fırçaladın
Ben ‘Z’ kuşağıyım anne
Şimdi baş edemediğin
Canından bezdirsem de seni
Bırakıp gidemediğin
Tatillerde alıp denize götüren sendin
Bir kerecik bile hadi memlekete gidelim demedin
Sen saymadın ki anneni babanı
Ben niye sayayım şimdi akrabanı?
Bana taht kurabilmek için
Bir kardeşi dahi çok gördün
Ne saçlarımı sen taradın çocukken
Ne beliklerimi sen ördün
Daha dokuz yaşında kuaförle tanıştırdın
Utanma duygumu aldın elimden
Farkında olmadan beni hayasızlaştırdın
Söyle anlattın mı hiç bana Allah’ı?
İzah ettin mi hiç haramı, günahı
Yüzlerce deneme sınavından bahsettin de
Bir kez bile
Allah’ın imtihanından bahsettin mi hiç?
Doktor ol, avukat ol, mühendis ol dedin de hep
Bir kerecik de ‘insan ol’ evladım dedin mi?
Hakkımı yedirmemeyi öğrettin de hep
Hak yememeyi öğrettin mi hiç anne?
Ben ‘Z’ kuşağıyım anne
Hani;
Devlet, millet, sistem, medya,
Öğretmen, psikolog, anne ve baba
El ele verip harcadığınız kuşak
Bencilliği siz öğrettiniz,
Sevgisizliği siz
Yalancılığı siz aşıladınız
Saygısızlığı siz hak ettiniz
Para, ayakkabılar, telefon, üst baş
Hamburger, pizza, nugget
Her şeyi koydunuz önüme
Oysa ben bir tas çorbaya ve bir avuç sevgiye muhtaç...
Zaman ayırmadınız bana
Dinlemediniz hiç
Elektronik canavarların önüne atıp beni
Çocuk yaşta yem ettiniz
Sahi,
Elime ilk telefonu kaç yaşımda verdiniz anne…?
Mama sandelyesinde mi yoksa?
Telefon, elinden düşmüyor diye şikayet ettiğiniz kuşağım ben
Söyle hangimiz suçluyuz anne…?
Sokak oyunları oynamadım ben anne
Saklambaç nedir, misket nedir bilmem
Yakan topunu okulla dersane arasında oynadım ben
Tıpkı ortada sıçan gibi
Bir okula koştum
Bir dersaneye
Harcanıp gitti çocukluğum
Çocuk olmadım anne!
Nurgül KAYNAR YÜCE / K. MARAŞ
🔔Çocuklar masumdur, tertemiz, nur parçası... Onları önce aile ve özellikle anne biçimlendirir sonra komşular, sokak, mahalle, okul, çevre.....böyle gider.
Bugün arızalı gördüğümüz çocuklar ve gençler özellikle annelerin eseridir. 90larda başlayan ÖZGÜR, ÖZGÜVENLİ BİREY programları el birliğiyle bugünü doğurdu... Çocuk☝️ doğruları anlatmış. Şikayet etmeden önce başı iki elin arasına alıp epeyce düşünmeli. 🤔
Hayırlı olur inşallah. (tyt)
11 notes · View notes