Tumgik
#mitoloji aileleri
istcemberlitas · 9 years
Photo
Tumblr media
Mitoloji Soyları Thebai Soyundan Oidipus
Kadmos’un üçüncü göbekten torunu olan Thebai kralı Laios, akrabalarından İokaste ile evliydi. Onların egemenliği süresince, Apollon’un Delphoi’deki tapmağı büyük bir önem kazanmıştı. Doğruluk tanrısıydı Apollon, bakıcılarının her dediği çıkardı. Ama kral Laios, kendisinin bir gün oğlu tarafından öldürüleceğini öğrenince, kadere meydan okumaya karar verdi. Yeni doğan çocuğunu, ayaklarını sıkı sıkı bağlattıktan sonra, ölmesi için ıssız bir tepeye bıraktı. Artık korkmuyordu, geleceği tanrılardan daha iyi bildiğine inanıyordu. Neyse ki, sersemliği yüzüne vurulmadı. Kendisine saldıran adamın bir yabancı olduğunu sandı. Ne bilsin Apollon’un doğru söylediğini?
Can verdiği zaman evinden uzaklardaydı Laios. Yanındaki nöbetçilerle birlikte, haydutlar tarafından öldürüldüğü haberi saraya ulaştırıldı. Pek üstünde durulmadı bu olayın. Thebai o günlerde büyük bir tehlike içindeydi. Gövdesi, uçan bir aslanın gövdesine benziyen, kadın göğüslü, kadın yüzlü Sphinks adlı korkunç bir canavar, ortalığı kasıp kavuruyordu. Şehre giden bütün yollan tutmuştu. Elene her geçirdiğine bir bilmece soruyor, bilirse bırakacağını söylüyordu. Ama kimse bilemiyordu bilmeceyi. Korkunç yaratık, sayısız insanı silip süpürdü, şehri öyle bir kuşattı ki, kimse dışarı çıkamaz oldu; açlık baş gösterdi. Thebai’nin yedi büyük yapısı, şehirlilerin üstüne kapandı.
İşler bu durumdayken yiğit, akıllı bir yabancı geldi şehre; adı Oidipus’du. Ülkesi Korinthos’u, babası kral Polybosü bırakıp buralara kadar gelmişti. Apollonün bakıcısı, bir gün kendi babasını öldüreceğini söylemişti ona. O da kral Laios gibi kadere karşı koymak istemiş, bir daha görmemecesine ayrılmıştı Polybos’tan. Tek başına dolaşırken yolu Thebai’ye düşmüş, olanları duymuştu. Yersiz yurtsuz, arkadaşı olmayan bir adamdı. Sphinks’in sırrını çözmeyi aklına koydu. Canavarın bulunduğu yere gitti.
“Söyle bakalım/’ dedi Sphinks, “sabahleyin dört, öğleyin iki, akşamleyin de üçayaklı olan yaratık kimdir?”
Oidipus, “însan,” diye karşılık verdi. “Çocukken elleriyle, ayaklarıyla emekler; büyüdüğü zaman dimdik yürür; ihtiyarlayınca da bir değneğe dayanır.”
Cevap doğruydu. Sphinks dayanamayarak kendini öldürdü. Neden öldürdüğü bir türlü anlaşılamadı; ama öldürmüştü ya… Thebai’liler, kurtarıcılarını kıral yapıp eski kralları Laios’un karısı Iokaste ile evlendirdiler. Galiba Apollon yanılmıştı bu kere.
Kralla kraliçenin iki oğlu büyüyüp de birer delikanlı oldukları zaman, Thebai veba salgınına uğradı. Kıtlık da baş-gösterdl üstelik. Hastalıktan kurtulanlar, açlığın pençesine düşüyorlardı. Oidipus herkesten çok üzülüyordu bu duruma. O, kendini halkın babası gibi görüyordu. Bütün bu ölenler onun çocuklarıydı. Iokaste’nin kardeşi Kreon’u Delphoi’ye yolladı; tanrıdan yardım dilemesini söyledi ona.
Kreon iyi haberlerle döndü. Vebanın bir şartla duracağını söylemişti Apollon: kral Laios’u öldürenler cezalandırılmalıydı.
Aradan çok zaman geçmişti; yine de suçlular bulunabilirdi. Oidipus öyle sevindi ki, Kreon’un getirdiği haberi herkese duyurdu. Bu meseleyi çözmekte kararlıydı. Thebai’nin en saygıdeğer kişilerinden, ihtiyar, kör bakıcı Teiresias’a haber saldı. Suçluları o bulabilir miydi acaba? “Tanrıların aşkı için,” diye yalvardı Oidipus, “eğer biliyorsan söyle.” “Sersemler,” dedi Teiresias; “hepiniz sersemsiniz. Cevap vermeyeceğim.” Ama Oidipus onun da bu cinayette parmağı olduğunu, bu yüzden konuşmadığını söyleyecek kadar ileri gidince, bakıcı büyük bir öfkeye kapıldı, söylemek istemediği sözler ağır ağır döküldü dudaklarından
“Aradığın suçlu kendinsin.”
Oidipus, ihtiyarın çıldırdığını sanıp onu kovdu, gözüne görünmemesini buyurdu bir daha.
Iokaste de inanmamıştı bu sözlere. “Bakıcılar öyle her şeyi bilmezler,” dedi.
Sonra kocasına, Delphoi’deki bakıcının dediklerini anlattı buna engel olmak için kendi çocuklarını nasıl öldürttüklerinden söz açtı. “Zaten Laios’u, Delphoi’ye giden üç yolun birleştiği yerde haydutlar öldürmüştü,” dedi.
Oidipus, tuhaf bir bakışla süzdü karısını. Yavaşça, “Ne zaman oldu bu?” diye sordu.
“Sen Thebai’ye gelmeden az önce,” dedi Iokaste.
‘“Kaç kişi vardı kiralın yanında?”
“Hepsi beş kişiydiler, öldürüldüler. İçlerinden yalnız birisi, sağ.”
“O adamla konuşmalıyım,” dedi Oidipus. “Söyle, çağırsınlar.”
“Çağırtayım,” dedi Iokaste; “yalnız aklından neler geçiyor, bilmek istiyorum.”
“öğreneceksin,” diye mırıldandı Oidipus. “Buraya gelme den önce, birisi, Polybos’un öz oğlu olmadığımı söylemişti bana. Ben de Delphoîe’ye gittim. Tanrı bu konuda konuşmadı. Yalnız korkunç şeyler söyledi… Babamı öldüreceğimi, annemle evleneceğimi, herkesin yüzlerine bile bakmaktan çekineceği çocuklarım olacağım söyledi. Korinthos’a dönmedim bir daha. Delphoi’den ayrılırken, üç yolun kavuştuğu yerde karşıma bir adam çıktı. Yanında da dört nöbetçi vardı. Beni yolumdan çevirmeye çalıştı, başıma elindeki değnekle vurdu. Ben de kızıp onları öldürdüm. Sakın o adam Laios olmasın?”
“Ama sağ kalan nöbetçi, ‘Karşımıza haydutlar çıktı,* demişti.
Onlar böyle konuşurlarken, Apollon’un yanılabileceği iyice anlaşıldı. Korinthos’dan gelen bir haberci, Polybos’un öldüğünü haber verdi Oidipus’a.
“İşte,” diye haykırdı Iokaste, “tanrının söyledikleri yanlış değilmiş de neymiş? Adamcağızı oğlu öldürmedi ki”
Haberci bilgiç bilgiç gülümseyerek, “Ey kral,” dedi, “sen babanı öldürürsün diye mi kaçtın Korinthos’dan? Öyleyse yanılmışsın. Korkacak bir şey yoktu. Polybos’un öz oğlu değildin ki sen. O, kendi oğlu gibi sevdi seni, büyüttü; ama seni ona ben vermiştim.”
“Nerede bulmuştun beni?’’ diye sordu Oidipus. “Annemle babam kim?”
“Bilmiyorum,” diye cevap verdi haberci, “bir çoban vermişti seni bana. Laios’un uşaklarından biri.”
Iokaste bembeyaz olmuştu. “Bu adamın söylediklerine ne bakıyorsun?” diye bağırdı. “Ne önemi var dediklerinin?’’
Sesi öyle öfkeliydi ki, Oidipus onun ne demek istediğini anlayamadı. “Babamla annemin kim olduklarının önemi yok mu?” diye sordu.
“Tanrılar aşkı için sus artık,” dedi kraliçe, “çektiğim yeter.” Sonra hıçkırarak saraya doğru koştu.
O sırada ihtiyar bir adam geldi Oidipus’un yanma. İhtiyarla haberci garip bakışlarla birbirlerini süzdüler. “İşte bu adam, kıralım” diye haykırdı haberci. “Seni bana veren çoban bu.”
Oidipus, “Ya sen bu adamı tanıyor musun?” diye sordu ihtiyara.
İhtiyar karşılık vermedi; ama haberci durmadan üsteliyordu. “Nasıl hatırlamazsın?” diyordu. “Hani bir çocuk vermiştin bana. O çocuk bu kral işte.”’
  “Lanet olsun,” diye mırıldandı ihtiyar. “Sus artık.”
Oidipus kızmıştı. “Ne?” dedi, “öğrenmek istediğim şeyi benden gizlemek için onunla işbirliği yapıyorsun, ha? Ben seni konuşturmasını bilirim.”
“N’olur bir şey yapmayın bana,” diye inledi ihtiyar. “Evet, seni ona ben verdim; ama tanrılar aşkı için başka soru sormayın.”
“Beni nerede buldun diyorum, sana!”
İhtiyar, “Karma sor,” diye haykırdı. “O anlatsın.”
“Beni sana o mu verdi?” dedi Oidipus.
“Evet, evet,” diye inledi ihtiyar. “Seni öldürmemi söylemişlerdi. Bakıcılara göre…”
“Babamı, öldüreceğimi mi söylemiş bakıcılar?”
İhtiyar, “Evet,” diye söylendi,, “öyle demişler.”
Acı bir çığlık attı kral. Sonunda gerçeği anlamıştı. “Hepsi doğruymuş! Aydınlığım karanlığa dönecek şimdi. Lânetlendim!”
Babasını öldürmüş, öz annesiyle evlenmişti bir kere. Ne kendisi, ne karısı, ne de çocukları için hiç umut kalmamıştı. Hepsi lânetlenmişlerdi.
Sarayda deli gibi annesini aradı Oidipus. Odasında buldu onu. Gerçeği anlayınca Iokaste, kendini öldürmüştü. Onun yanında durdu Oidipus, aydınlığını karanlığa çevirdi: kendi elleriyle gözlerini çıkardı. Körlüğün kara dünyası, sığınabileceği bir yerdi hiç olmazsa. Bir zamanlar o kadar parlak olan dünyayı utanç dolu gözleriyle görmeyecekti artık.
0 notes
kulturilesanat · 9 years
Photo
Tumblr media
Mitoloji Soyları Thebai Soyundan Oidipus
Kadmos’un üçüncü göbekten torunu olan Thebai kralı Laios, akrabalarından İokaste ile evliydi. Onların egemenliği süresince, Apollon’un Delphoi’deki tapmağı büyük bir önem kazanmıştı. Doğruluk tanrısıydı Apollon, bakıcılarının her dediği çıkardı. Ama kral Laios, kendisinin bir gün oğlu tarafından öldürüleceğini öğrenince, kadere meydan okumaya karar verdi. Yeni doğan çocuğunu, ayaklarını sıkı sıkı bağlattıktan sonra, ölmesi için ıssız bir tepeye bıraktı. Artık korkmuyordu, geleceği tanrılardan daha iyi bildiğine inanıyordu. Neyse ki, sersemliği yüzüne vurulmadı. Kendisine saldıran adamın bir yabancı olduğunu sandı. Ne bilsin Apollon’un doğru söylediğini?
Can verdiği zaman evinden uzaklardaydı Laios. Yanındaki nöbetçilerle birlikte, haydutlar tarafından öldürüldüğü haberi saraya ulaştırıldı. Pek üstünde durulmadı bu olayın. Thebai o günlerde büyük bir tehlike içindeydi. Gövdesi, uçan bir aslanın gövdesine benziyen, kadın göğüslü, kadın yüzlü Sphinks adlı korkunç bir canavar, ortalığı kasıp kavuruyordu. Şehre giden bütün yollan tutmuştu. Elene her geçirdiğine bir bilmece soruyor, bilirse bırakacağını söylüyordu. Ama kimse bilemiyordu bilmeceyi. Korkunç yaratık, sayısız insanı silip süpürdü, şehri öyle bir kuşattı ki, kimse dışarı çıkamaz oldu; açlık baş gösterdi. Thebai’nin yedi büyük yapısı, şehirlilerin üstüne kapandı.
İşler bu durumdayken yiğit, akıllı bir yabancı geldi şehre; adı Oidipus’du. Ülkesi Korinthos’u, babası kral Polybosü bırakıp buralara kadar gelmişti. Apollonün bakıcısı, bir gün kendi babasını öldüreceğini söylemişti ona. O da kral Laios gibi kadere karşı koymak istemiş, bir daha görmemecesine ayrılmıştı Polybos’tan. Tek başına dolaşırken yolu Thebai’ye düşmüş, olanları duymuştu. Yersiz yurtsuz, arkadaşı olmayan bir adamdı. Sphinks’in sırrını çözmeyi aklına koydu. Canavarın bulunduğu yere gitti.
“Söyle bakalım/’ dedi Sphinks, “sabahleyin dört, öğleyin iki, akşamleyin de üçayaklı olan yaratık kimdir?”
Oidipus, “însan,” diye karşılık verdi. “Çocukken elleriyle, ayaklarıyla emekler; büyüdüğü zaman dimdik yürür; ihtiyarlayınca da bir değneğe dayanır.”
Cevap doğruydu. Sphinks dayanamayarak kendini öldürdü. Neden öldürdüğü bir türlü anlaşılamadı; ama öldürmüştü ya… Thebai’liler, kurtarıcılarını kıral yapıp eski kralları Laios’un karısı Iokaste ile evlendirdiler. Galiba Apollon yanılmıştı bu kere.
Kralla kraliçenin iki oğlu büyüyüp de birer delikanlı oldukları zaman, Thebai veba salgınına uğradı. Kıtlık da baş-gösterdl üstelik. Hastalıktan kurtulanlar, açlığın pençesine düşüyorlardı. Oidipus herkesten çok üzülüyordu bu duruma. O, kendini halkın babası gibi görüyordu. Bütün bu ölenler onun çocuklarıydı. Iokaste’nin kardeşi Kreon’u Delphoi’ye yolladı; tanrıdan yardım dilemesini söyledi ona.
Kreon iyi haberlerle döndü. Vebanın bir şartla duracağını söylemişti Apollon: kral Laios’u öldürenler cezalandırılmalıydı.
Aradan çok zaman geçmişti; yine de suçlular bulunabilirdi. Oidipus öyle sevindi ki, Kreon’un getirdiği haberi herkese duyurdu. Bu meseleyi çözmekte kararlıydı. Thebai’nin en saygıdeğer kişilerinden, ihtiyar, kör bakıcı Teiresias’a haber saldı. Suçluları o bulabilir miydi acaba? “Tanrıların aşkı için,” diye yalvardı Oidipus, “eğer biliyorsan söyle.” “Sersemler,” dedi Teiresias; “hepiniz sersemsiniz. Cevap vermeyeceğim.” Ama Oidipus onun da bu cinayette parmağı olduğunu, bu yüzden konuşmadığını söyleyecek kadar ileri gidince, bakıcı büyük bir öfkeye kapıldı, söylemek istemediği sözler ağır ağır döküldü dudaklarından
“Aradığın suçlu kendinsin.”
Oidipus, ihtiyarın çıldırdığını sanıp onu kovdu, gözüne görünmemesini buyurdu bir daha.
Iokaste de inanmamıştı bu sözlere. “Bakıcılar öyle her şeyi bilmezler,” dedi.
Sonra kocasına, Delphoi’deki bakıcının dediklerini anlattı buna engel olmak için kendi çocuklarını nasıl öldürttüklerinden söz açtı. “Zaten Laios’u, Delphoi’ye giden üç yolun birleştiği yerde haydutlar öldürmüştü,” dedi.
Oidipus, tuhaf bir bakışla süzdü karısını. Yavaşça, “Ne zaman oldu bu?” diye sordu.
“Sen Thebai’ye gelmeden az önce,” dedi Iokaste.
‘“Kaç kişi vardı kiralın yanında?”
“Hepsi beş kişiydiler, öldürüldüler. İçlerinden yalnız birisi, sağ.”
“O adamla konuşmalıyım,” dedi Oidipus. “Söyle, çağırsınlar.”
“Çağırtayım,” dedi Iokaste; “yalnız aklından neler geçiyor, bilmek istiyorum.”
“öğreneceksin,” diye mırıldandı Oidipus. “Buraya gelme den önce, birisi, Polybos’un öz oğlu olmadığımı söylemişti bana. Ben de Delphoîe’ye gittim. Tanrı bu konuda konuşmadı. Yalnız korkunç şeyler söyledi… Babamı öldüreceğimi, annemle evleneceğimi, herkesin yüzlerine bile bakmaktan çekineceği çocuklarım olacağım söyledi. Korinthos’a dönmedim bir daha. Delphoi’den ayrılırken, üç yolun kavuştuğu yerde karşıma bir adam çıktı. Yanında da dört nöbetçi vardı. Beni yolumdan çevirmeye çalıştı, başıma elindeki değnekle vurdu. Ben de kızıp onları öldürdüm. Sakın o adam Laios olmasın?”
“Ama sağ kalan nöbetçi, ‘Karşımıza haydutlar çıktı,* demişti.
Onlar böyle konuşurlarken, Apollon’un yanılabileceği iyice anlaşıldı. Korinthos’dan gelen bir haberci, Polybos’un öldüğünü haber verdi Oidipus’a.
“İşte,” diye haykırdı Iokaste, “tanrının söyledikleri yanlış değilmiş de neymiş? Adamcağızı oğlu öldürmedi ki”
Haberci bilgiç bilgiç gülümseyerek, “Ey kral,” dedi, “sen babanı öldürürsün diye mi kaçtın Korinthos’dan? Öyleyse yanılmışsın. Korkacak bir şey yoktu. Polybos’un öz oğlu değildin ki sen. O, kendi oğlu gibi sevdi seni, büyüttü; ama seni ona ben vermiştim.”
“Nerede bulmuştun beni?’’ diye sordu Oidipus. “Annemle babam kim?”
“Bilmiyorum,” diye cevap verdi haberci, “bir çoban vermişti seni bana. Laios’un uşaklarından biri.”
Iokaste bembeyaz olmuştu. “Bu adamın söylediklerine ne bakıyorsun?” diye bağırdı. “Ne önemi var dediklerinin?’’
Sesi öyle öfkeliydi ki, Oidipus onun ne demek istediğini anlayamadı. “Babamla annemin kim olduklarının önemi yok mu?” diye sordu.
“Tanrılar aşkı için sus artık,” dedi kraliçe, “çektiğim yeter.” Sonra hıçkırarak saraya doğru koştu.
O sırada ihtiyar bir adam geldi Oidipus’un yanma. İhtiyarla haberci garip bakışlarla birbirlerini süzdüler. “İşte bu adam, kıralım” diye haykırdı haberci. “Seni bana veren çoban bu.”
Oidipus, “Ya sen bu adamı tanıyor musun?” diye sordu ihtiyara.
İhtiyar karşılık vermedi; ama haberci durmadan üsteliyordu. “Nasıl hatırlamazsın?” diyordu. “Hani bir çocuk vermiştin bana. O çocuk bu kral işte.”’
  “Lanet olsun,” diye mırıldandı ihtiyar. “Sus artık.”
Oidipus kızmıştı. “Ne?” dedi, “öğrenmek istediğim şeyi benden gizlemek için onunla işbirliği yapıyorsun, ha? Ben seni konuşturmasını bilirim.”
“N’olur bir şey yapmayın bana,” diye inledi ihtiyar. “Evet, seni ona ben verdim; ama tanrılar aşkı için başka soru sormayın.”
“Beni nerede buldun diyorum, sana!”
İhtiyar, “Karma sor,” diye haykırdı. “O anlatsın.”
“Beni sana o mu verdi?” dedi Oidipus.
“Evet, evet,” diye inledi ihtiyar. “Seni öldürmemi söylemişlerdi. Bakıcılara göre…”
“Babamı, öldüreceğimi mi söylemiş bakıcılar?”
İhtiyar, “Evet,” diye söylendi,, “öyle demişler.”
Acı bir çığlık attı kral. Sonunda gerçeği anlamıştı. “Hepsi doğruymuş! Aydınlığım karanlığa dönecek şimdi. Lânetlendim!”
Babasını öldürmüş, öz annesiyle evlenmişti bir kere. Ne kendisi, ne karısı, ne de çocukları için hiç umut kalmamıştı. Hepsi lânetlenmişlerdi.
Sarayda deli gibi annesini aradı Oidipus. Odasında buldu onu. Gerçeği anlayınca Iokaste, kendini öldürmüştü. Onun yanında durdu Oidipus, aydınlığını karanlığa çevirdi: kendi elleriyle gözlerini çıkardı. Körlüğün kara dünyası, sığınabileceği bir yerdi hiç olmazsa. Bir zamanlar o kadar parlak olan dünyayı utanç dolu gözleriyle görmeyecekti artık.
1 note · View note
sanalmuze-blog · 9 years
Photo
Tumblr media
Mitoloji Soyları Thebai Soyundan Oidipus
Kadmos’un üçüncü göbekten torunu olan Thebai kralı Laios, akrabalarından İokaste ile evliydi. Onların egemenliği süresince, Apollon’un Delphoi’deki tapmağı büyük bir önem kazanmıştı. Doğruluk tanrısıydı Apollon, bakıcılarının her dediği çıkardı. Ama kral Laios, kendisinin bir gün oğlu tarafından öldürüleceğini öğrenince, kadere meydan okumaya karar verdi. Yeni doğan çocuğunu, ayaklarını sıkı sıkı bağlattıktan sonra, ölmesi için ıssız bir tepeye bıraktı. Artık korkmuyordu, geleceği tanrılardan daha iyi bildiğine inanıyordu. Neyse ki, sersemliği yüzüne vurulmadı. Kendisine saldıran adamın bir yabancı olduğunu sandı. Ne bilsin Apollon’un doğru söylediğini?
Can verdiği zaman evinden uzaklardaydı Laios. Yanındaki nöbetçilerle birlikte, haydutlar tarafından öldürüldüğü haberi saraya ulaştırıldı. Pek üstünde durulmadı bu olayın. Thebai o günlerde büyük bir tehlike içindeydi. Gövdesi, uçan bir aslanın gövdesine benziyen, kadın göğüslü, kadın yüzlü Sphinks adlı korkunç bir canavar, ortalığı kasıp kavuruyordu. Şehre giden bütün yollan tutmuştu. Elene her geçirdiğine bir bilmece soruyor, bilirse bırakacağını söylüyordu. Ama kimse bilemiyordu bilmeceyi. Korkunç yaratık, sayısız insanı silip süpürdü, şehri öyle bir kuşattı ki, kimse dışarı çıkamaz oldu; açlık baş gösterdi. Thebai’nin yedi büyük yapısı, şehirlilerin üstüne kapandı.
İşler bu durumdayken yiğit, akıllı bir yabancı geldi şehre; adı Oidipus’du. Ülkesi Korinthos’u, babası kral Polybosü bırakıp buralara kadar gelmişti. Apollonün bakıcısı, bir gün kendi babasını öldüreceğini söylemişti ona. O da kral Laios gibi kadere karşı koymak istemiş, bir daha görmemecesine ayrılmıştı Polybos’tan. Tek başına dolaşırken yolu Thebai’ye düşmüş, olanları duymuştu. Yersiz yurtsuz, arkadaşı olmayan bir adamdı. Sphinks’in sırrını çözmeyi aklına koydu. Canavarın bulunduğu yere gitti.
“Söyle bakalım/’ dedi Sphinks, “sabahleyin dört, öğleyin iki, akşamleyin de üçayaklı olan yaratık kimdir?”
Oidipus, “însan,” diye karşılık verdi. “Çocukken elleriyle, ayaklarıyla emekler; büyüdüğü zaman dimdik yürür; ihtiyarlayınca da bir değneğe dayanır.”
Cevap doğruydu. Sphinks dayanamayarak kendini öldürdü. Neden öldürdüğü bir türlü anlaşılamadı; ama öldürmüştü ya… Thebai’liler, kurtarıcılarını kıral yapıp eski kralları Laios’un karısı Iokaste ile evlendirdiler. Galiba Apollon yanılmıştı bu kere.
Kralla kraliçenin iki oğlu büyüyüp de birer delikanlı oldukları zaman, Thebai veba salgınına uğradı. Kıtlık da baş-gösterdl üstelik. Hastalıktan kurtulanlar, açlığın pençesine düşüyorlardı. Oidipus herkesten çok üzülüyordu bu duruma. O, kendini halkın babası gibi görüyordu. Bütün bu ölenler onun çocuklarıydı. Iokaste’nin kardeşi Kreon’u Delphoi’ye yolladı; tanrıdan yardım dilemesini söyledi ona.
Kreon iyi haberlerle döndü. Vebanın bir şartla duracağını söylemişti Apollon: kral Laios’u öldürenler cezalandırılmalıydı.
Aradan çok zaman geçmişti; yine de suçlular bulunabilirdi. Oidipus öyle sevindi ki, Kreon’un getirdiği haberi herkese duyurdu. Bu meseleyi çözmekte kararlıydı. Thebai’nin en saygıdeğer kişilerinden, ihtiyar, kör bakıcı Teiresias’a haber saldı. Suçluları o bulabilir miydi acaba? “Tanrıların aşkı için,” diye yalvardı Oidipus, “eğer biliyorsan söyle.” “Sersemler,” dedi Teiresias; “hepiniz sersemsiniz. Cevap vermeyeceğim.” Ama Oidipus onun da bu cinayette parmağı olduğunu, bu yüzden konuşmadığını söyleyecek kadar ileri gidince, bakıcı büyük bir öfkeye kapıldı, söylemek istemediği sözler ağır ağır döküldü dudaklarından
“Aradığın suçlu kendinsin.”
Oidipus, ihtiyarın çıldırdığını sanıp onu kovdu, gözüne görünmemesini buyurdu bir daha.
Iokaste de inanmamıştı bu sözlere. “Bakıcılar öyle her şeyi bilmezler,” dedi.
Sonra kocasına, Delphoi’deki bakıcının dediklerini anlattı buna engel olmak için kendi çocuklarını nasıl öldürttüklerinden söz açtı. “Zaten Laios’u, Delphoi’ye giden üç yolun birleştiği yerde haydutlar öldürmüştü,” dedi.
Oidipus, tuhaf bir bakışla süzdü karısını. Yavaşça, “Ne zaman oldu bu?” diye sordu.
“Sen Thebai’ye gelmeden az önce,” dedi Iokaste.
‘“Kaç kişi vardı kiralın yanında?”
“Hepsi beş kişiydiler, öldürüldüler. İçlerinden yalnız birisi, sağ.”
“O adamla konuşmalıyım,” dedi Oidipus. “Söyle, çağırsınlar.”
“Çağırtayım,” dedi Iokaste; “yalnız aklından neler geçiyor, bilmek istiyorum.”
“öğreneceksin,” diye mırıldandı Oidipus. “Buraya gelme den önce, birisi, Polybos’un öz oğlu olmadığımı söylemişti bana. Ben de Delphoîe’ye gittim. Tanrı bu konuda konuşmadı. Yalnız korkunç şeyler söyledi… Babamı öldüreceğimi, annemle evleneceğimi, herkesin yüzlerine bile bakmaktan çekineceği çocuklarım olacağım söyledi. Korinthos’a dönmedim bir daha. Delphoi’den ayrılırken, üç yolun kavuştuğu yerde karşıma bir adam çıktı. Yanında da dört nöbetçi vardı. Beni yolumdan çevirmeye çalıştı, başıma elindeki değnekle vurdu. Ben de kızıp onları öldürdüm. Sakın o adam Laios olmasın?”
“Ama sağ kalan nöbetçi, ‘Karşımıza haydutlar çıktı,* demişti.
Onlar böyle konuşurlarken, Apollon’un yanılabileceği iyice anlaşıldı. Korinthos’dan gelen bir haberci, Polybos’un öldüğünü haber verdi Oidipus’a.
“İşte,” diye haykırdı Iokaste, “tanrının söyledikleri yanlış değilmiş de neymiş? Adamcağızı oğlu öldürmedi ki”
Haberci bilgiç bilgiç gülümseyerek, “Ey kral,” dedi, “sen babanı öldürürsün diye mi kaçtın Korinthos’dan? Öyleyse yanılmışsın. Korkacak bir şey yoktu. Polybos’un öz oğlu değildin ki sen. O, kendi oğlu gibi sevdi seni, büyüttü; ama seni ona ben vermiştim.”
“Nerede bulmuştun beni?’’ diye sordu Oidipus. “Annemle babam kim?”
“Bilmiyorum,” diye cevap verdi haberci, “bir çoban vermişti seni bana. Laios’un uşaklarından biri.”
Iokaste bembeyaz olmuştu. “Bu adamın söylediklerine ne bakıyorsun?” diye bağırdı. “Ne önemi var dediklerinin?’’
Sesi öyle öfkeliydi ki, Oidipus onun ne demek istediğini anlayamadı. “Babamla annemin kim olduklarının önemi yok mu?” diye sordu.
“Tanrılar aşkı için sus artık,” dedi kraliçe, “çektiğim yeter.” Sonra hıçkırarak saraya doğru koştu.
O sırada ihtiyar bir adam geldi Oidipus’un yanma. İhtiyarla haberci garip bakışlarla birbirlerini süzdüler. “İşte bu adam, kıralım” diye haykırdı haberci. “Seni bana veren çoban bu.”
Oidipus, “Ya sen bu adamı tanıyor musun?” diye sordu ihtiyara.
İhtiyar karşılık vermedi; ama haberci durmadan üsteliyordu. “Nasıl hatırlamazsın?” diyordu. “Hani bir çocuk vermiştin bana. O çocuk bu kral işte.”’
  “Lanet olsun,” diye mırıldandı ihtiyar. “Sus artık.”
Oidipus kızmıştı. “Ne?” dedi, “öğrenmek istediğim şeyi benden gizlemek için onunla işbirliği yapıyorsun, ha? Ben seni konuşturmasını bilirim.”
“N’olur bir şey yapmayın bana,” diye inledi ihtiyar. “Evet, seni ona ben verdim; ama tanrılar aşkı için başka soru sormayın.”
“Beni nerede buldun diyorum, sana!”
İhtiyar, “Karma sor,” diye haykırdı. “O anlatsın.”
“Beni sana o mu verdi?” dedi Oidipus.
“Evet, evet,” diye inledi ihtiyar. “Seni öldürmemi söylemişlerdi. Bakıcılara göre…”
“Babamı, öldüreceğimi mi söylemiş bakıcılar?”
İhtiyar, “Evet,” diye söylendi,, “öyle demişler.”
Acı bir çığlık attı kral. Sonunda gerçeği anlamıştı. “Hepsi doğruymuş! Aydınlığım karanlığa dönecek şimdi. Lânetlendim!”
Babasını öldürmüş, öz annesiyle evlenmişti bir kere. Ne kendisi, ne karısı, ne de çocukları için hiç umut kalmamıştı. Hepsi lânetlenmişlerdi.
Sarayda deli gibi annesini aradı Oidipus. Odasında buldu onu. Gerçeği anlayınca Iokaste, kendini öldürmüştü. Onun yanında durdu Oidipus, aydınlığını karanlığa çevirdi: kendi elleriyle gözlerini çıkardı. Körlüğün kara dünyası, sığınabileceği bir yerdi hiç olmazsa. Bir zamanlar o kadar parlak olan dünyayı utanç dolu gözleriyle görmeyecekti artık.
0 notes
blogistance · 9 years
Photo
Tumblr media
Mitoloji Ailelerinden Thebai Soyundan Antigone
İokaste’nin ölümünden sonra Oidipus tahttan çekildi. Yerine büyük oğlu Polyneikes’in geçmesi gerekiyordu. Ama o da kral olmak istemeyince Thebai’liler tahta Iokaste’nin kardeşi Creon’u geçirdiler. Bir süre çocuklarıyla birlikte Thebai’de yaşadı Oidipus. Oğulları Polyneikes ile Eteokles büyümüş, birer delikanlı olmuşlardı. Kızları Antigone İle Ismene ise artık kadınlık çağma basmak üzereydiler.
Aradan yıllar geçti. Thebai’liler bir gün eski kralların aralarında görmek istemediklerini söylediler. Oidipus, yanma Antlgone’yi alarak şehirden ayrıldı. Ismene, Thebal’do kalıp babasına, onu ilgilendiren haberleri gönderecekti.
Oidipus gittikten sonra oğulları taht kavgasına başladılar. İkisi de, kendisinin kral olması gerektiğini ileri sürüyordu. Sonunda Polyneikes, Argos’a kaçtı. Orada bir ordu toplayarak Thebai’ye saldırmaya hazırlandı.
Bu arada, Oidipus ile Antigone, Kolonos’a gelmişlerdi, ömrünün son günlerini mutluluk içinde geçirdi Oidipus; ölürken de tanrıların kendisini bağışladıklarını öğrendi.
Tanrıların bu iyi haberini getiren Ismene, babasının ölümünden sonra Antigone’yi alarak Thebai’ye döndü.
iki kardeş, şehre vardıkları zaman Polyneikes ile Eteokles’in savaşmak üzere olduğunu gördüler. Büyük bir ordu toplamıştı Polyneikes; askerlerin başında kendisinden başka altı komutan daha vardı. Komutanlardan biri Argos kıralı Adrastos’tu. Adrastos’un kardeşi Eriphyle’nin kocası olan Amphiaraos da katılıyordu savaşa. Usta bir bakıcı olan Amphiaraos, içlerinde Adrastos’tan başka kimsenin kurtulamayacağım biliyordu. Bu yüzden Thebai kuşatmasına katılmak istememişti, ama Polyneikes, Harmonia’nın değerli gerdanlığını Eriphy’ye vererek kadıncağızı kandırmış, Amphiaraos’un gelmesini bu yoldan sağlamıştı.
Yedi komutan, Thebai’nin yedi kapısına saldırdılar. Eteokles, kardeşinin saldırdığı kapıyı koruyordu. Antigone ile Ismene ise, sarayda, hangisinin ölüm haberinin daha önce geleceğini bekliyorlardı.
İlk ölen, Kreon’un küçük oğlu Menoikeus oldu. Teiresias, Kreon’a, oğlu ölmezse Thebai’nin kurtulamayacağını söylemişti. Oğluna kıyamayan Kreon da, Menoikeus’a kaçıp gitmesini söylemişti şehirden. Menoikeus, korkaklar gibi kaçıp gitmektense yiğitçe çarpışmayı daha uygun buldu. Daha kılıç tutmayı bile beceremediği için kısa zamanda öldü.
Savaşın uzayıp gitmesinden bıkan komutanlar, aralarında bir karara vardılar. Polyneikes ile Eteokles teke tek çarpışacaklardı. İkisinden hangisi ölürse, onun tuttuğu taraf yenik sayılacaktı. Ama akıllarına bile getirmedikleri bir şey oldu. Kardeşlerin ikisi de öldü.
Savaş sona ermişti artık. Thebai’ye saldıran yedi komutandan Adrastos, canını kurtarabilmişti. Kral Kreon, düşman ölülerinin gömülmemelerini buyurdu. Gömülmeyen ölüler Hades’e giremeyecek, acı içinde dolaşıp duracaklardı.
Antigone, Kreon’un buyruğunu yerine getirmedi. Eteokles gibi, kardeşi Polyneikes’in de gömülmesini istiyordu. Gizlice düşman ölülerinin bulunduğu yere gitti. Kardeşini gömdü. Yakalansa bile aldırmazdı artık.
Ölüleri bekleyen nöbetçiler, Oidipus’un kızını yakalayınca Kreon’a haber saldılar. Kreon, öfkeyle geldi. “Buyruğumu bilmiyor muydun?” diye sordu Antigone’ye “Biliyordum,” diye cevap verdi Antigone.
“Neden yasaları çiğnedin öyleyse?”
“Senin yasan bu. Tanrıların yasası değil. Haklı bir yasa değil,” dedi Antigone. Ismene ne kadar çalıştıysa olmadı; bir ölümlünün koyduğu yasayı çiğneyen Antigone öldürüldü.
1 note · View note
osmanliturasi-blog · 9 years
Photo
Tumblr media
Mitoloji Soyları Thebai Soyundan Oidipus
Kadmos’un üçüncü göbekten torunu olan Thebai kralı Laios, akrabalarından İokaste ile evliydi. Onların egemenliği süresince, Apollon’un Delphoi’deki tapmağı büyük bir önem kazanmıştı. Doğruluk tanrısıydı Apollon, bakıcılarının her dediği çıkardı. Ama kral Laios, kendisinin bir gün oğlu tarafından öldürüleceğini öğrenince, kadere meydan okumaya karar verdi. Yeni doğan çocuğunu, ayaklarını sıkı sıkı bağlattıktan sonra, ölmesi için ıssız bir tepeye bıraktı. Artık korkmuyordu, geleceği tanrılardan daha iyi bildiğine inanıyordu. Neyse ki, sersemliği yüzüne vurulmadı. Kendisine saldıran adamın bir yabancı olduğunu sandı. Ne bilsin Apollon’un doğru söylediğini?
Can verdiği zaman evinden uzaklardaydı Laios. Yanındaki nöbetçilerle birlikte, haydutlar tarafından öldürüldüğü haberi saraya ulaştırıldı. Pek üstünde durulmadı bu olayın. Thebai o günlerde büyük bir tehlike içindeydi. Gövdesi, uçan bir aslanın gövdesine benziyen, kadın göğüslü, kadın yüzlü Sphinks adlı korkunç bir canavar, ortalığı kasıp kavuruyordu. Şehre giden bütün yollan tutmuştu. Elene her geçirdiğine bir bilmece soruyor, bilirse bırakacağını söylüyordu. Ama kimse bilemiyordu bilmeceyi. Korkunç yaratık, sayısız insanı silip süpürdü, şehri öyle bir kuşattı ki, kimse dışarı çıkamaz oldu; açlık baş gösterdi. Thebai’nin yedi büyük yapısı, şehirlilerin üstüne kapandı.
İşler bu durumdayken yiğit, akıllı bir yabancı geldi şehre; adı Oidipus’du. Ülkesi Korinthos’u, babası kral Polybosü bırakıp buralara kadar gelmişti. Apollonün bakıcısı, bir gün kendi babasını öldüreceğini söylemişti ona. O da kral Laios gibi kadere karşı koymak istemiş, bir daha görmemecesine ayrılmıştı Polybos’tan. Tek başına dolaşırken yolu Thebai’ye düşmüş, olanları duymuştu. Yersiz yurtsuz, arkadaşı olmayan bir adamdı. Sphinks’in sırrını çözmeyi aklına koydu. Canavarın bulunduğu yere gitti.
“Söyle bakalım/’ dedi Sphinks, “sabahleyin dört, öğleyin iki, akşamleyin de üçayaklı olan yaratık kimdir?”
Oidipus, “însan,” diye karşılık verdi. “Çocukken elleriyle, ayaklarıyla emekler; büyüdüğü zaman dimdik yürür; ihtiyarlayınca da bir değneğe dayanır.”
Cevap doğruydu. Sphinks dayanamayarak kendini öldürdü. Neden öldürdüğü bir türlü anlaşılamadı; ama öldürmüştü ya… Thebai’liler, kurtarıcılarını kıral yapıp eski kralları Laios’un karısı Iokaste ile evlendirdiler. Galiba Apollon yanılmıştı bu kere.
Kralla kraliçenin iki oğlu büyüyüp de birer delikanlı oldukları zaman, Thebai veba salgınına uğradı. Kıtlık da baş-gösterdl üstelik. Hastalıktan kurtulanlar, açlığın pençesine düşüyorlardı. Oidipus herkesten çok üzülüyordu bu duruma. O, kendini halkın babası gibi görüyordu. Bütün bu ölenler onun çocuklarıydı. Iokaste’nin kardeşi Kreon’u Delphoi’ye yolladı; tanrıdan yardım dilemesini söyledi ona.
Kreon iyi haberlerle döndü. Vebanın bir şartla duracağını söylemişti Apollon: kral Laios’u öldürenler cezalandırılmalıydı.
Aradan çok zaman geçmişti; yine de suçlular bulunabilirdi. Oidipus öyle sevindi ki, Kreon’un getirdiği haberi herkese duyurdu. Bu meseleyi çözmekte kararlıydı. Thebai’nin en saygıdeğer kişilerinden, ihtiyar, kör bakıcı Teiresias’a haber saldı. Suçluları o bulabilir miydi acaba? “Tanrıların aşkı için,” diye yalvardı Oidipus, “eğer biliyorsan söyle.” “Sersemler,” dedi Teiresias; “hepiniz sersemsiniz. Cevap vermeyeceğim.” Ama Oidipus onun da bu cinayette parmağı olduğunu, bu yüzden konuşmadığını söyleyecek kadar ileri gidince, bakıcı büyük bir öfkeye kapıldı, söylemek istemediği sözler ağır ağır döküldü dudaklarından
“Aradığın suçlu kendinsin.”
Oidipus, ihtiyarın çıldırdığını sanıp onu kovdu, gözüne görünmemesini buyurdu bir daha.
Iokaste de inanmamıştı bu sözlere. “Bakıcılar öyle her şeyi bilmezler,” dedi.
Sonra kocasına, Delphoi’deki bakıcının dediklerini anlattı buna engel olmak için kendi çocuklarını nasıl öldürttüklerinden söz açtı. “Zaten Laios’u, Delphoi’ye giden üç yolun birleştiği yerde haydutlar öldürmüştü,” dedi.
Oidipus, tuhaf bir bakışla süzdü karısını. Yavaşça, “Ne zaman oldu bu?” diye sordu.
“Sen Thebai’ye gelmeden az önce,” dedi Iokaste.
‘“Kaç kişi vardı kiralın yanında?”
“Hepsi beş kişiydiler, öldürüldüler. İçlerinden yalnız birisi, sağ.”
“O adamla konuşmalıyım,” dedi Oidipus. “Söyle, çağırsınlar.”
“Çağırtayım,” dedi Iokaste; “yalnız aklından neler geçiyor, bilmek istiyorum.”
“öğreneceksin,” diye mırıldandı Oidipus. “Buraya gelme den önce, birisi, Polybos’un öz oğlu olmadığımı söylemişti bana. Ben de Delphoîe’ye gittim. Tanrı bu konuda konuşmadı. Yalnız korkunç şeyler söyledi… Babamı öldüreceğimi, annemle evleneceğimi, herkesin yüzlerine bile bakmaktan çekineceği çocuklarım olacağım söyledi. Korinthos’a dönmedim bir daha. Delphoi’den ayrılırken, üç yolun kavuştuğu yerde karşıma bir adam çıktı. Yanında da dört nöbetçi vardı. Beni yolumdan çevirmeye çalıştı, başıma elindeki değnekle vurdu. Ben de kızıp onları öldürdüm. Sakın o adam Laios olmasın?”
“Ama sağ kalan nöbetçi, ‘Karşımıza haydutlar çıktı,* demişti.
Onlar böyle konuşurlarken, Apollon’un yanılabileceği iyice anlaşıldı. Korinthos’dan gelen bir haberci, Polybos’un öldüğünü haber verdi Oidipus’a.
“İşte,” diye haykırdı Iokaste, “tanrının söyledikleri yanlış değilmiş de neymiş? Adamcağızı oğlu öldürmedi ki”
Haberci bilgiç bilgiç gülümseyerek, “Ey kral,” dedi, “sen babanı öldürürsün diye mi kaçtın Korinthos’dan? Öyleyse yanılmışsın. Korkacak bir şey yoktu. Polybos’un öz oğlu değildin ki sen. O, kendi oğlu gibi sevdi seni, büyüttü; ama seni ona ben vermiştim.”
“Nerede bulmuştun beni?’’ diye sordu Oidipus. “Annemle babam kim?”
“Bilmiyorum,” diye cevap verdi haberci, “bir çoban vermişti seni bana. Laios’un uşaklarından biri.”
Iokaste bembeyaz olmuştu. “Bu adamın söylediklerine ne bakıyorsun?” diye bağırdı. “Ne önemi var dediklerinin?’’
Sesi öyle öfkeliydi ki, Oidipus onun ne demek istediğini anlayamadı. “Babamla annemin kim olduklarının önemi yok mu?” diye sordu.
“Tanrılar aşkı için sus artık,” dedi kraliçe, “çektiğim yeter.” Sonra hıçkırarak saraya doğru koştu.
O sırada ihtiyar bir adam geldi Oidipus’un yanma. İhtiyarla haberci garip bakışlarla birbirlerini süzdüler. “İşte bu adam, kıralım” diye haykırdı haberci. “Seni bana veren çoban bu.”
Oidipus, “Ya sen bu adamı tanıyor musun?” diye sordu ihtiyara.
İhtiyar karşılık vermedi; ama haberci durmadan üsteliyordu. “Nasıl hatırlamazsın?” diyordu. “Hani bir çocuk vermiştin bana. O çocuk bu kral işte.”’
  “Lanet olsun,” diye mırıldandı ihtiyar. “Sus artık.”
Oidipus kızmıştı. “Ne?” dedi, “öğrenmek istediğim şeyi benden gizlemek için onunla işbirliği yapıyorsun, ha? Ben seni konuşturmasını bilirim.”
“N’olur bir şey yapmayın bana,” diye inledi ihtiyar. “Evet, seni ona ben verdim; ama tanrılar aşkı için başka soru sormayın.”
“Beni nerede buldun diyorum, sana!”
İhtiyar, “Karma sor,” diye haykırdı. “O anlatsın.”
“Beni sana o mu verdi?” dedi Oidipus.
“Evet, evet,” diye inledi ihtiyar. “Seni öldürmemi söylemişlerdi. Bakıcılara göre…”
“Babamı, öldüreceğimi mi söylemiş bakıcılar?”
İhtiyar, “Evet,” diye söylendi,, “öyle demişler.”
Acı bir çığlık attı kral. Sonunda gerçeği anlamıştı. “Hepsi doğruymuş! Aydınlığım karanlığa dönecek şimdi. Lânetlendim!”
Babasını öldürmüş, öz annesiyle evlenmişti bir kere. Ne kendisi, ne karısı, ne de çocukları için hiç umut kalmamıştı. Hepsi lânetlenmişlerdi.
Sarayda deli gibi annesini aradı Oidipus. Odasında buldu onu. Gerçeği anlayınca Iokaste, kendini öldürmüştü. Onun yanında durdu Oidipus, aydınlığını karanlığa çevirdi: kendi elleriyle gözlerini çıkardı. Körlüğün kara dünyası, sığınabileceği bir yerdi hiç olmazsa. Bir zamanlar o kadar parlak olan dünyayı utanç dolu gözleriyle görmeyecekti artık.
0 notes
eskimimari · 9 years
Photo
Tumblr media
Mitoloji Soyları Thebai Soyundan Oidipus
Kadmos’un üçüncü göbekten torunu olan Thebai kralı Laios, akrabalarından İokaste ile evliydi. Onların egemenliği süresince, Apollon’un Delphoi’deki tapmağı büyük bir önem kazanmıştı. Doğruluk tanrısıydı Apollon, bakıcılarının her dediği çıkardı. Ama kral Laios, kendisinin bir gün oğlu tarafından öldürüleceğini öğrenince, kadere meydan okumaya karar verdi. Yeni doğan çocuğunu, ayaklarını sıkı sıkı bağlattıktan sonra, ölmesi için ıssız bir tepeye bıraktı. Artık korkmuyordu, geleceği tanrılardan daha iyi bildiğine inanıyordu. Neyse ki, sersemliği yüzüne vurulmadı. Kendisine saldıran adamın bir yabancı olduğunu sandı. Ne bilsin Apollon’un doğru söylediğini?
Can verdiği zaman evinden uzaklardaydı Laios. Yanındaki nöbetçilerle birlikte, haydutlar tarafından öldürüldüğü haberi saraya ulaştırıldı. Pek üstünde durulmadı bu olayın. Thebai o günlerde büyük bir tehlike içindeydi. Gövdesi, uçan bir aslanın gövdesine benziyen, kadın göğüslü, kadın yüzlü Sphinks adlı korkunç bir canavar, ortalığı kasıp kavuruyordu. Şehre giden bütün yollan tutmuştu. Elene her geçirdiğine bir bilmece soruyor, bilirse bırakacağını söylüyordu. Ama kimse bilemiyordu bilmeceyi. Korkunç yaratık, sayısız insanı silip süpürdü, şehri öyle bir kuşattı ki, kimse dışarı çıkamaz oldu; açlık baş gösterdi. Thebai’nin yedi büyük yapısı, şehirlilerin üstüne kapandı.
İşler bu durumdayken yiğit, akıllı bir yabancı geldi şehre; adı Oidipus’du. Ülkesi Korinthos’u, babası kral Polybosü bırakıp buralara kadar gelmişti. Apollonün bakıcısı, bir gün kendi babasını öldüreceğini söylemişti ona. O da kral Laios gibi kadere karşı koymak istemiş, bir daha görmemecesine ayrılmıştı Polybos’tan. Tek başına dolaşırken yolu Thebai’ye düşmüş, olanları duymuştu. Yersiz yurtsuz, arkadaşı olmayan bir adamdı. Sphinks’in sırrını çözmeyi aklına koydu. Canavarın bulunduğu yere gitti.
“Söyle bakalım/’ dedi Sphinks, “sabahleyin dört, öğleyin iki, akşamleyin de üçayaklı olan yaratık kimdir?”
Oidipus, “însan,” diye karşılık verdi. “Çocukken elleriyle, ayaklarıyla emekler; büyüdüğü zaman dimdik yürür; ihtiyarlayınca da bir değneğe dayanır.”
Cevap doğruydu. Sphinks dayanamayarak kendini öldürdü. Neden öldürdüğü bir türlü anlaşılamadı; ama öldürmüştü ya… Thebai’liler, kurtarıcılarını kıral yapıp eski kralları Laios’un karısı Iokaste ile evlendirdiler. Galiba Apollon yanılmıştı bu kere.
Kralla kraliçenin iki oğlu büyüyüp de birer delikanlı oldukları zaman, Thebai veba salgınına uğradı. Kıtlık da baş-gösterdl üstelik. Hastalıktan kurtulanlar, açlığın pençesine düşüyorlardı. Oidipus herkesten çok üzülüyordu bu duruma. O, kendini halkın babası gibi görüyordu. Bütün bu ölenler onun çocuklarıydı. Iokaste’nin kardeşi Kreon’u Delphoi’ye yolladı; tanrıdan yardım dilemesini söyledi ona.
Kreon iyi haberlerle döndü. Vebanın bir şartla duracağını söylemişti Apollon: kral Laios’u öldürenler cezalandırılmalıydı.
Aradan çok zaman geçmişti; yine de suçlular bulunabilirdi. Oidipus öyle sevindi ki, Kreon’un getirdiği haberi herkese duyurdu. Bu meseleyi çözmekte kararlıydı. Thebai’nin en saygıdeğer kişilerinden, ihtiyar, kör bakıcı Teiresias’a haber saldı. Suçluları o bulabilir miydi acaba? “Tanrıların aşkı için,” diye yalvardı Oidipus, “eğer biliyorsan söyle.” “Sersemler,” dedi Teiresias; “hepiniz sersemsiniz. Cevap vermeyeceğim.” Ama Oidipus onun da bu cinayette parmağı olduğunu, bu yüzden konuşmadığını söyleyecek kadar ileri gidince, bakıcı büyük bir öfkeye kapıldı, söylemek istemediği sözler ağır ağır döküldü dudaklarından
“Aradığın suçlu kendinsin.”
Oidipus, ihtiyarın çıldırdığını sanıp onu kovdu, gözüne görünmemesini buyurdu bir daha.
Iokaste de inanmamıştı bu sözlere. “Bakıcılar öyle her şeyi bilmezler,” dedi.
Sonra kocasına, Delphoi’deki bakıcının dediklerini anlattı buna engel olmak için kendi çocuklarını nasıl öldürttüklerinden söz açtı. “Zaten Laios’u, Delphoi’ye giden üç yolun birleştiği yerde haydutlar öldürmüştü,” dedi.
Oidipus, tuhaf bir bakışla süzdü karısını. Yavaşça, “Ne zaman oldu bu?” diye sordu.
“Sen Thebai’ye gelmeden az önce,” dedi Iokaste.
‘“Kaç kişi vardı kiralın yanında?”
“Hepsi beş kişiydiler, öldürüldüler. İçlerinden yalnız birisi, sağ.”
“O adamla konuşmalıyım,” dedi Oidipus. “Söyle, çağırsınlar.”
“Çağırtayım,” dedi Iokaste; “yalnız aklından neler geçiyor, bilmek istiyorum.”
“öğreneceksin,” diye mırıldandı Oidipus. “Buraya gelme den önce, birisi, Polybos’un öz oğlu olmadığımı söylemişti bana. Ben de Delphoîe’ye gittim. Tanrı bu konuda konuşmadı. Yalnız korkunç şeyler söyledi… Babamı öldüreceğimi, annemle evleneceğimi, herkesin yüzlerine bile bakmaktan çekineceği çocuklarım olacağım söyledi. Korinthos’a dönmedim bir daha. Delphoi’den ayrılırken, üç yolun kavuştuğu yerde karşıma bir adam çıktı. Yanında da dört nöbetçi vardı. Beni yolumdan çevirmeye çalıştı, başıma elindeki değnekle vurdu. Ben de kızıp onları öldürdüm. Sakın o adam Laios olmasın?”
“Ama sağ kalan nöbetçi, ‘Karşımıza haydutlar çıktı,* demişti.
Onlar böyle konuşurlarken, Apollon’un yanılabileceği iyice anlaşıldı. Korinthos’dan gelen bir haberci, Polybos’un öldüğünü haber verdi Oidipus’a.
“İşte,” diye haykırdı Iokaste, “tanrının söyledikleri yanlış değilmiş de neymiş? Adamcağızı oğlu öldürmedi ki”
Haberci bilgiç bilgiç gülümseyerek, “Ey kral,” dedi, “sen babanı öldürürsün diye mi kaçtın Korinthos’dan? Öyleyse yanılmışsın. Korkacak bir şey yoktu. Polybos’un öz oğlu değildin ki sen. O, kendi oğlu gibi sevdi seni, büyüttü; ama seni ona ben vermiştim.”
“Nerede bulmuştun beni?’’ diye sordu Oidipus. “Annemle babam kim?”
“Bilmiyorum,” diye cevap verdi haberci, “bir çoban vermişti seni bana. Laios’un uşaklarından biri.”
Iokaste bembeyaz olmuştu. “Bu adamın söylediklerine ne bakıyorsun?” diye bağırdı. “Ne önemi var dediklerinin?’’
Sesi öyle öfkeliydi ki, Oidipus onun ne demek istediğini anlayamadı. “Babamla annemin kim olduklarının önemi yok mu?” diye sordu.
“Tanrılar aşkı için sus artık,” dedi kraliçe, “çektiğim yeter.” Sonra hıçkırarak saraya doğru koştu.
O sırada ihtiyar bir adam geldi Oidipus’un yanma. İhtiyarla haberci garip bakışlarla birbirlerini süzdüler. “İşte bu adam, kıralım” diye haykırdı haberci. “Seni bana veren çoban bu.”
Oidipus, “Ya sen bu adamı tanıyor musun?” diye sordu ihtiyara.
İhtiyar karşılık vermedi; ama haberci durmadan üsteliyordu. “Nasıl hatırlamazsın?” diyordu. “Hani bir çocuk vermiştin bana. O çocuk bu kral işte.”’
  “Lanet olsun,” diye mırıldandı ihtiyar. “Sus artık.”
Oidipus kızmıştı. “Ne?” dedi, “öğrenmek istediğim şeyi benden gizlemek için onunla işbirliği yapıyorsun, ha? Ben seni konuşturmasını bilirim.”
“N’olur bir şey yapmayın bana,” diye inledi ihtiyar. “Evet, seni ona ben verdim; ama tanrılar aşkı için başka soru sormayın.”
“Beni nerede buldun diyorum, sana!”
İhtiyar, “Karma sor,” diye haykırdı. “O anlatsın.”
“Beni sana o mu verdi?” dedi Oidipus.
“Evet, evet,” diye inledi ihtiyar. “Seni öldürmemi söylemişlerdi. Bakıcılara göre…”
“Babamı, öldüreceğimi mi söylemiş bakıcılar?”
İhtiyar, “Evet,” diye söylendi,, “öyle demişler.”
Acı bir çığlık attı kral. Sonunda gerçeği anlamıştı. “Hepsi doğruymuş! Aydınlığım karanlığa dönecek şimdi. Lânetlendim!”
Babasını öldürmüş, öz annesiyle evlenmişti bir kere. Ne kendisi, ne karısı, ne de çocukları için hiç umut kalmamıştı. Hepsi lânetlenmişlerdi.
Sarayda deli gibi annesini aradı Oidipus. Odasında buldu onu. Gerçeği anlayınca Iokaste, kendini öldürmüştü. Onun yanında durdu Oidipus, aydınlığını karanlığa çevirdi: kendi elleriyle gözlerini çıkardı. Körlüğün kara dünyası, sığınabileceği bir yerdi hiç olmazsa. Bir zamanlar o kadar parlak olan dünyayı utanç dolu gözleriyle görmeyecekti artık.
0 notes
tarihiseyir-blog · 9 years
Photo
Tumblr media
Mitoloji Ailelerinden Thebai Soyundan Antigone
İokaste’nin ölümünden sonra Oidipus tahttan çekildi. Yerine büyük oğlu Polyneikes’in geçmesi gerekiyordu. Ama o da kral olmak istemeyince Thebai’liler tahta Iokaste’nin kardeşi Creon’u geçirdiler. Bir süre çocuklarıyla birlikte Thebai’de yaşadı Oidipus. Oğulları Polyneikes ile Eteokles büyümüş, birer delikanlı olmuşlardı. Kızları Antigone İle Ismene ise artık kadınlık çağma basmak üzereydiler.
Aradan yıllar geçti. Thebai’liler bir gün eski kralların aralarında görmek istemediklerini söylediler. Oidipus, yanma Antlgone’yi alarak şehirden ayrıldı. Ismene, Thebal’do kalıp babasına, onu ilgilendiren haberleri gönderecekti.
Oidipus gittikten sonra oğulları taht kavgasına başladılar. İkisi de, kendisinin kral olması gerektiğini ileri sürüyordu. Sonunda Polyneikes, Argos’a kaçtı. Orada bir ordu toplayarak Thebai’ye saldırmaya hazırlandı.
Bu arada, Oidipus ile Antigone, Kolonos’a gelmişlerdi, ömrünün son günlerini mutluluk içinde geçirdi Oidipus; ölürken de tanrıların kendisini bağışladıklarını öğrendi.
Tanrıların bu iyi haberini getiren Ismene, babasının ölümünden sonra Antigone’yi alarak Thebai’ye döndü.
iki kardeş, şehre vardıkları zaman Polyneikes ile Eteokles’in savaşmak üzere olduğunu gördüler. Büyük bir ordu toplamıştı Polyneikes; askerlerin başında kendisinden başka altı komutan daha vardı. Komutanlardan biri Argos kıralı Adrastos’tu. Adrastos’un kardeşi Eriphyle’nin kocası olan Amphiaraos da katılıyordu savaşa. Usta bir bakıcı olan Amphiaraos, içlerinde Adrastos’tan başka kimsenin kurtulamayacağım biliyordu. Bu yüzden Thebai kuşatmasına katılmak istememişti, ama Polyneikes, Harmonia’nın değerli gerdanlığını Eriphy’ye vererek kadıncağızı kandırmış, Amphiaraos’un gelmesini bu yoldan sağlamıştı.
Yedi komutan, Thebai’nin yedi kapısına saldırdılar. Eteokles, kardeşinin saldırdığı kapıyı koruyordu. Antigone ile Ismene ise, sarayda, hangisinin ölüm haberinin daha önce geleceğini bekliyorlardı.
İlk ölen, Kreon’un küçük oğlu Menoikeus oldu. Teiresias, Kreon’a, oğlu ölmezse Thebai’nin kurtulamayacağını söylemişti. Oğluna kıyamayan Kreon da, Menoikeus’a kaçıp gitmesini söylemişti şehirden. Menoikeus, korkaklar gibi kaçıp gitmektense yiğitçe çarpışmayı daha uygun buldu. Daha kılıç tutmayı bile beceremediği için kısa zamanda öldü.
Savaşın uzayıp gitmesinden bıkan komutanlar, aralarında bir karara vardılar. Polyneikes ile Eteokles teke tek çarpışacaklardı. İkisinden hangisi ölürse, onun tuttuğu taraf yenik sayılacaktı. Ama akıllarına bile getirmedikleri bir şey oldu. Kardeşlerin ikisi de öldü.
Savaş sona ermişti artık. Thebai’ye saldıran yedi komutandan Adrastos, canını kurtarabilmişti. Kral Kreon, düşman ölülerinin gömülmemelerini buyurdu. Gömülmeyen ölüler Hades’e giremeyecek, acı içinde dolaşıp duracaklardı.
Antigone, Kreon’un buyruğunu yerine getirmedi. Eteokles gibi, kardeşi Polyneikes’in de gömülmesini istiyordu. Gizlice düşman ölülerinin bulunduğu yere gitti. Kardeşini gömdü. Yakalansa bile aldırmazdı artık.
Ölüleri bekleyen nöbetçiler, Oidipus’un kızını yakalayınca Kreon’a haber saldılar. Kreon, öfkeyle geldi. “Buyruğumu bilmiyor muydun?” diye sordu Antigone’ye “Biliyordum,” diye cevap verdi Antigone.
“Neden yasaları çiğnedin öyleyse?”
“Senin yasan bu. Tanrıların yasası değil. Haklı bir yasa değil,” dedi Antigone. Ismene ne kadar çalıştıysa olmadı; bir ölümlünün koyduğu yasayı çiğneyen Antigone öldürüldü.
0 notes
kulturistan-blog · 9 years
Photo
Tumblr media
Mitoloji Ailelerinden Thebai Soyundan Antigone
İokaste’nin ölümünden sonra Oidipus tahttan çekildi. Yerine büyük oğlu Polyneikes’in geçmesi gerekiyordu. Ama o da kral olmak istemeyince Thebai’liler tahta Iokaste’nin kardeşi Creon’u geçirdiler. Bir süre çocuklarıyla birlikte Thebai’de yaşadı Oidipus. Oğulları Polyneikes ile Eteokles büyümüş, birer delikanlı olmuşlardı. Kızları Antigone İle Ismene ise artık kadınlık çağma basmak üzereydiler.
Aradan yıllar geçti. Thebai’liler bir gün eski kralların aralarında görmek istemediklerini söylediler. Oidipus, yanma Antlgone’yi alarak şehirden ayrıldı. Ismene, Thebal’do kalıp babasına, onu ilgilendiren haberleri gönderecekti.
Oidipus gittikten sonra oğulları taht kavgasına başladılar. İkisi de, kendisinin kral olması gerektiğini ileri sürüyordu. Sonunda Polyneikes, Argos’a kaçtı. Orada bir ordu toplayarak Thebai’ye saldırmaya hazırlandı.
Bu arada, Oidipus ile Antigone, Kolonos’a gelmişlerdi, ömrünün son günlerini mutluluk içinde geçirdi Oidipus; ölürken de tanrıların kendisini bağışladıklarını öğrendi.
Tanrıların bu iyi haberini getiren Ismene, babasının ölümünden sonra Antigone’yi alarak Thebai’ye döndü.
iki kardeş, şehre vardıkları zaman Polyneikes ile Eteokles’in savaşmak üzere olduğunu gördüler. Büyük bir ordu toplamıştı Polyneikes; askerlerin başında kendisinden başka altı komutan daha vardı. Komutanlardan biri Argos kıralı Adrastos’tu. Adrastos’un kardeşi Eriphyle’nin kocası olan Amphiaraos da katılıyordu savaşa. Usta bir bakıcı olan Amphiaraos, içlerinde Adrastos’tan başka kimsenin kurtulamayacağım biliyordu. Bu yüzden Thebai kuşatmasına katılmak istememişti, ama Polyneikes, Harmonia’nın değerli gerdanlığını Eriphy’ye vererek kadıncağızı kandırmış, Amphiaraos’un gelmesini bu yoldan sağlamıştı.
Yedi komutan, Thebai’nin yedi kapısına saldırdılar. Eteokles, kardeşinin saldırdığı kapıyı koruyordu. Antigone ile Ismene ise, sarayda, hangisinin ölüm haberinin daha önce geleceğini bekliyorlardı.
İlk ölen, Kreon’un küçük oğlu Menoikeus oldu. Teiresias, Kreon’a, oğlu ölmezse Thebai’nin kurtulamayacağını söylemişti. Oğluna kıyamayan Kreon da, Menoikeus’a kaçıp gitmesini söylemişti şehirden. Menoikeus, korkaklar gibi kaçıp gitmektense yiğitçe çarpışmayı daha uygun buldu. Daha kılıç tutmayı bile beceremediği için kısa zamanda öldü.
Savaşın uzayıp gitmesinden bıkan komutanlar, aralarında bir karara vardılar. Polyneikes ile Eteokles teke tek çarpışacaklardı. İkisinden hangisi ölürse, onun tuttuğu taraf yenik sayılacaktı. Ama akıllarına bile getirmedikleri bir şey oldu. Kardeşlerin ikisi de öldü.
Savaş sona ermişti artık. Thebai’ye saldıran yedi komutandan Adrastos, canını kurtarabilmişti. Kral Kreon, düşman ölülerinin gömülmemelerini buyurdu. Gömülmeyen ölüler Hades’e giremeyecek, acı içinde dolaşıp duracaklardı.
Antigone, Kreon’un buyruğunu yerine getirmedi. Eteokles gibi, kardeşi Polyneikes’in de gömülmesini istiyordu. Gizlice düşman ölülerinin bulunduğu yere gitti. Kardeşini gömdü. Yakalansa bile aldırmazdı artık.
Ölüleri bekleyen nöbetçiler, Oidipus’un kızını yakalayınca Kreon’a haber saldılar. Kreon, öfkeyle geldi. “Buyruğumu bilmiyor muydun?” diye sordu Antigone’ye “Biliyordum,” diye cevap verdi Antigone.
“Neden yasaları çiğnedin öyleyse?”
“Senin yasan bu. Tanrıların yasası değil. Haklı bir yasa değil,” dedi Antigone. Ismene ne kadar çalıştıysa olmadı; bir ölümlünün koyduğu yasayı çiğneyen Antigone öldürüldü.
1 note · View note
osmanlistanbul-blog · 9 years
Photo
Tumblr media
Mitoloji Soyları Thebai Soyundan Oidipus
Kadmos’un üçüncü göbekten torunu olan Thebai kralı Laios, akrabalarından İokaste ile evliydi. Onların egemenliği süresince, Apollon’un Delphoi’deki tapmağı büyük bir önem kazanmıştı. Doğruluk tanrısıydı Apollon, bakıcılarının her dediği çıkardı. Ama kral Laios, kendisinin bir gün oğlu tarafından öldürüleceğini öğrenince, kadere meydan okumaya karar verdi. Yeni doğan çocuğunu, ayaklarını sıkı sıkı bağlattıktan sonra, ölmesi için ıssız bir tepeye bıraktı. Artık korkmuyordu, geleceği tanrılardan daha iyi bildiğine inanıyordu. Neyse ki, sersemliği yüzüne vurulmadı. Kendisine saldıran adamın bir yabancı olduğunu sandı. Ne bilsin Apollon’un doğru söylediğini?
Can verdiği zaman evinden uzaklardaydı Laios. Yanındaki nöbetçilerle birlikte, haydutlar tarafından öldürüldüğü haberi saraya ulaştırıldı. Pek üstünde durulmadı bu olayın. Thebai o günlerde büyük bir tehlike içindeydi. Gövdesi, uçan bir aslanın gövdesine benziyen, kadın göğüslü, kadın yüzlü Sphinks adlı korkunç bir canavar, ortalığı kasıp kavuruyordu. Şehre giden bütün yollan tutmuştu. Elene her geçirdiğine bir bilmece soruyor, bilirse bırakacağını söylüyordu. Ama kimse bilemiyordu bilmeceyi. Korkunç yaratık, sayısız insanı silip süpürdü, şehri öyle bir kuşattı ki, kimse dışarı çıkamaz oldu; açlık baş gösterdi. Thebai’nin yedi büyük yapısı, şehirlilerin üstüne kapandı.
İşler bu durumdayken yiğit, akıllı bir yabancı geldi şehre; adı Oidipus’du. Ülkesi Korinthos’u, babası kral Polybosü bırakıp buralara kadar gelmişti. Apollonün bakıcısı, bir gün kendi babasını öldüreceğini söylemişti ona. O da kral Laios gibi kadere karşı koymak istemiş, bir daha görmemecesine ayrılmıştı Polybos’tan. Tek başına dolaşırken yolu Thebai’ye düşmüş, olanları duymuştu. Yersiz yurtsuz, arkadaşı olmayan bir adamdı. Sphinks’in sırrını çözmeyi aklına koydu. Canavarın bulunduğu yere gitti.
“Söyle bakalım/’ dedi Sphinks, “sabahleyin dört, öğleyin iki, akşamleyin de üçayaklı olan yaratık kimdir?”
Oidipus, “însan,” diye karşılık verdi. “Çocukken elleriyle, ayaklarıyla emekler; büyüdüğü zaman dimdik yürür; ihtiyarlayınca da bir değneğe dayanır.”
Cevap doğruydu. Sphinks dayanamayarak kendini öldürdü. Neden öldürdüğü bir türlü anlaşılamadı; ama öldürmüştü ya… Thebai’liler, kurtarıcılarını kıral yapıp eski kralları Laios’un karısı Iokaste ile evlendirdiler. Galiba Apollon yanılmıştı bu kere.
Kralla kraliçenin iki oğlu büyüyüp de birer delikanlı oldukları zaman, Thebai veba salgınına uğradı. Kıtlık da baş-gösterdl üstelik. Hastalıktan kurtulanlar, açlığın pençesine düşüyorlardı. Oidipus herkesten çok üzülüyordu bu duruma. O, kendini halkın babası gibi görüyordu. Bütün bu ölenler onun çocuklarıydı. Iokaste’nin kardeşi Kreon’u Delphoi’ye yolladı; tanrıdan yardım dilemesini söyledi ona.
Kreon iyi haberlerle döndü. Vebanın bir şartla duracağını söylemişti Apollon: kral Laios’u öldürenler cezalandırılmalıydı.
Aradan çok zaman geçmişti; yine de suçlular bulunabilirdi. Oidipus öyle sevindi ki, Kreon’un getirdiği haberi herkese duyurdu. Bu meseleyi çözmekte kararlıydı. Thebai’nin en saygıdeğer kişilerinden, ihtiyar, kör bakıcı Teiresias’a haber saldı. Suçluları o bulabilir miydi acaba? “Tanrıların aşkı için,” diye yalvardı Oidipus, “eğer biliyorsan söyle.” “Sersemler,” dedi Teiresias; “hepiniz sersemsiniz. Cevap vermeyeceğim.” Ama Oidipus onun da bu cinayette parmağı olduğunu, bu yüzden konuşmadığını söyleyecek kadar ileri gidince, bakıcı büyük bir öfkeye kapıldı, söylemek istemediği sözler ağır ağır döküldü dudaklarından
“Aradığın suçlu kendinsin.”
Oidipus, ihtiyarın çıldırdığını sanıp onu kovdu, gözüne görünmemesini buyurdu bir daha.
Iokaste de inanmamıştı bu sözlere. “Bakıcılar öyle her şeyi bilmezler,” dedi.
Sonra kocasına, Delphoi’deki bakıcının dediklerini anlattı buna engel olmak için kendi çocuklarını nasıl öldürttüklerinden söz açtı. “Zaten Laios’u, Delphoi’ye giden üç yolun birleştiği yerde haydutlar öldürmüştü,” dedi.
Oidipus, tuhaf bir bakışla süzdü karısını. Yavaşça, “Ne zaman oldu bu?” diye sordu.
“Sen Thebai’ye gelmeden az önce,” dedi Iokaste.
‘“Kaç kişi vardı kiralın yanında?”
“Hepsi beş kişiydiler, öldürüldüler. İçlerinden yalnız birisi, sağ.”
“O adamla konuşmalıyım,” dedi Oidipus. “Söyle, çağırsınlar.”
“Çağırtayım,” dedi Iokaste; “yalnız aklından neler geçiyor, bilmek istiyorum.”
“öğreneceksin,” diye mırıldandı Oidipus. “Buraya gelme den önce, birisi, Polybos’un öz oğlu olmadığımı söylemişti bana. Ben de Delphoîe’ye gittim. Tanrı bu konuda konuşmadı. Yalnız korkunç şeyler söyledi… Babamı öldüreceğimi, annemle evleneceğimi, herkesin yüzlerine bile bakmaktan çekineceği çocuklarım olacağım söyledi. Korinthos’a dönmedim bir daha. Delphoi’den ayrılırken, üç yolun kavuştuğu yerde karşıma bir adam çıktı. Yanında da dört nöbetçi vardı. Beni yolumdan çevirmeye çalıştı, başıma elindeki değnekle vurdu. Ben de kızıp onları öldürdüm. Sakın o adam Laios olmasın?”
“Ama sağ kalan nöbetçi, ‘Karşımıza haydutlar çıktı,* demişti.
Onlar böyle konuşurlarken, Apollon’un yanılabileceği iyice anlaşıldı. Korinthos’dan gelen bir haberci, Polybos’un öldüğünü haber verdi Oidipus’a.
“İşte,” diye haykırdı Iokaste, “tanrının söyledikleri yanlış değilmiş de neymiş? Adamcağızı oğlu öldürmedi ki”
Haberci bilgiç bilgiç gülümseyerek, “Ey kral,” dedi, “sen babanı öldürürsün diye mi kaçtın Korinthos’dan? Öyleyse yanılmışsın. Korkacak bir şey yoktu. Polybos’un öz oğlu değildin ki sen. O, kendi oğlu gibi sevdi seni, büyüttü; ama seni ona ben vermiştim.”
“Nerede bulmuştun beni?’’ diye sordu Oidipus. “Annemle babam kim?”
“Bilmiyorum,” diye cevap verdi haberci, “bir çoban vermişti seni bana. Laios’un uşaklarından biri.”
Iokaste bembeyaz olmuştu. “Bu adamın söylediklerine ne bakıyorsun?” diye bağırdı. “Ne önemi var dediklerinin?’’
Sesi öyle öfkeliydi ki, Oidipus onun ne demek istediğini anlayamadı. “Babamla annemin kim olduklarının önemi yok mu?” diye sordu.
“Tanrılar aşkı için sus artık,” dedi kraliçe, “çektiğim yeter.” Sonra hıçkırarak saraya doğru koştu.
O sırada ihtiyar bir adam geldi Oidipus’un yanma. İhtiyarla haberci garip bakışlarla birbirlerini süzdüler. “İşte bu adam, kıralım” diye haykırdı haberci. “Seni bana veren çoban bu.”
Oidipus, “Ya sen bu adamı tanıyor musun?” diye sordu ihtiyara.
İhtiyar karşılık vermedi; ama haberci durmadan üsteliyordu. “Nasıl hatırlamazsın?” diyordu. “Hani bir çocuk vermiştin bana. O çocuk bu kral işte.”’
  “Lanet olsun,” diye mırıldandı ihtiyar. “Sus artık.”
Oidipus kızmıştı. “Ne?” dedi, “öğrenmek istediğim şeyi benden gizlemek için onunla işbirliği yapıyorsun, ha? Ben seni konuşturmasını bilirim.”
“N’olur bir şey yapmayın bana,” diye inledi ihtiyar. “Evet, seni ona ben verdim; ama tanrılar aşkı için başka soru sormayın.”
“Beni nerede buldun diyorum, sana!”
İhtiyar, “Karma sor,” diye haykırdı. “O anlatsın.”
“Beni sana o mu verdi?” dedi Oidipus.
“Evet, evet,” diye inledi ihtiyar. “Seni öldürmemi söylemişlerdi. Bakıcılara göre…”
“Babamı, öldüreceğimi mi söylemiş bakıcılar?”
İhtiyar, “Evet,” diye söylendi,, “öyle demişler.”
Acı bir çığlık attı kral. Sonunda gerçeği anlamıştı. “Hepsi doğruymuş! Aydınlığım karanlığa dönecek şimdi. Lânetlendim!”
Babasını öldürmüş, öz annesiyle evlenmişti bir kere. Ne kendisi, ne karısı, ne de çocukları için hiç umut kalmamıştı. Hepsi lânetlenmişlerdi.
Sarayda deli gibi annesini aradı Oidipus. Odasında buldu onu. Gerçeği anlayınca Iokaste, kendini öldürmüştü. Onun yanında durdu Oidipus, aydınlığını karanlığa çevirdi: kendi elleriyle gözlerini çıkardı. Körlüğün kara dünyası, sığınabileceği bir yerdi hiç olmazsa. Bir zamanlar o kadar parlak olan dünyayı utanç dolu gözleriyle görmeyecekti artık.
0 notes
divanyolu-blog · 9 years
Photo
Tumblr media
Mitoloji Ailelerinden Thebai Soyundan Antigone
İokaste’nin ölümünden sonra Oidipus tahttan çekildi. Yerine büyük oğlu Polyneikes’in geçmesi gerekiyordu. Ama o da kral olmak istemeyince Thebai’liler tahta Iokaste’nin kardeşi Creon’u geçirdiler. Bir süre çocuklarıyla birlikte Thebai’de yaşadı Oidipus. Oğulları Polyneikes ile Eteokles büyümüş, birer delikanlı olmuşlardı. Kızları Antigone İle Ismene ise artık kadınlık çağma basmak üzereydiler.
Aradan yıllar geçti. Thebai’liler bir gün eski kralların aralarında görmek istemediklerini söylediler. Oidipus, yanma Antlgone’yi alarak şehirden ayrıldı. Ismene, Thebal’do kalıp babasına, onu ilgilendiren haberleri gönderecekti.
Oidipus gittikten sonra oğulları taht kavgasına başladılar. İkisi de, kendisinin kral olması gerektiğini ileri sürüyordu. Sonunda Polyneikes, Argos’a kaçtı. Orada bir ordu toplayarak Thebai’ye saldırmaya hazırlandı.
Bu arada, Oidipus ile Antigone, Kolonos’a gelmişlerdi, ömrünün son günlerini mutluluk içinde geçirdi Oidipus; ölürken de tanrıların kendisini bağışladıklarını öğrendi.
Tanrıların bu iyi haberini getiren Ismene, babasının ölümünden sonra Antigone’yi alarak Thebai’ye döndü.
iki kardeş, şehre vardıkları zaman Polyneikes ile Eteokles’in savaşmak üzere olduğunu gördüler. Büyük bir ordu toplamıştı Polyneikes; askerlerin başında kendisinden başka altı komutan daha vardı. Komutanlardan biri Argos kıralı Adrastos’tu. Adrastos’un kardeşi Eriphyle’nin kocası olan Amphiaraos da katılıyordu savaşa. Usta bir bakıcı olan Amphiaraos, içlerinde Adrastos’tan başka kimsenin kurtulamayacağım biliyordu. Bu yüzden Thebai kuşatmasına katılmak istememişti, ama Polyneikes, Harmonia’nın değerli gerdanlığını Eriphy’ye vererek kadıncağızı kandırmış, Amphiaraos’un gelmesini bu yoldan sağlamıştı.
Yedi komutan, Thebai’nin yedi kapısına saldırdılar. Eteokles, kardeşinin saldırdığı kapıyı koruyordu. Antigone ile Ismene ise, sarayda, hangisinin ölüm haberinin daha önce geleceğini bekliyorlardı.
İlk ölen, Kreon’un küçük oğlu Menoikeus oldu. Teiresias, Kreon’a, oğlu ölmezse Thebai’nin kurtulamayacağını söylemişti. Oğluna kıyamayan Kreon da, Menoikeus’a kaçıp gitmesini söylemişti şehirden. Menoikeus, korkaklar gibi kaçıp gitmektense yiğitçe çarpışmayı daha uygun buldu. Daha kılıç tutmayı bile beceremediği için kısa zamanda öldü.
Savaşın uzayıp gitmesinden bıkan komutanlar, aralarında bir karara vardılar. Polyneikes ile Eteokles teke tek çarpışacaklardı. İkisinden hangisi ölürse, onun tuttuğu taraf yenik sayılacaktı. Ama akıllarına bile getirmedikleri bir şey oldu. Kardeşlerin ikisi de öldü.
Savaş sona ermişti artık. Thebai’ye saldıran yedi komutandan Adrastos, canını kurtarabilmişti. Kral Kreon, düşman ölülerinin gömülmemelerini buyurdu. Gömülmeyen ölüler Hades’e giremeyecek, acı içinde dolaşıp duracaklardı.
Antigone, Kreon’un buyruğunu yerine getirmedi. Eteokles gibi, kardeşi Polyneikes’in de gömülmesini istiyordu. Gizlice düşman ölülerinin bulunduğu yere gitti. Kardeşini gömdü. Yakalansa bile aldırmazdı artık.
Ölüleri bekleyen nöbetçiler, Oidipus’un kızını yakalayınca Kreon’a haber saldılar. Kreon, öfkeyle geldi. “Buyruğumu bilmiyor muydun?” diye sordu Antigone’ye “Biliyordum,” diye cevap verdi Antigone.
“Neden yasaları çiğnedin öyleyse?”
“Senin yasan bu. Tanrıların yasası değil. Haklı bir yasa değil,” dedi Antigone. Ismene ne kadar çalıştıysa olmadı; bir ölümlünün koyduğu yasayı çiğneyen Antigone öldürüldü.
0 notes
karakalemist-blog · 9 years
Photo
Tumblr media
Mitoloji Ailelerinden Thebai Soyundan Antigone
İokaste’nin ölümünden sonra Oidipus tahttan çekildi. Yerine büyük oğlu Polyneikes’in geçmesi gerekiyordu. Ama o da kral olmak istemeyince Thebai’liler tahta Iokaste’nin kardeşi Creon’u geçirdiler. Bir süre çocuklarıyla birlikte Thebai’de yaşadı Oidipus. Oğulları Polyneikes ile Eteokles büyümüş, birer delikanlı olmuşlardı. Kızları Antigone İle Ismene ise artık kadınlık çağma basmak üzereydiler.
Aradan yıllar geçti. Thebai’liler bir gün eski kralların aralarında görmek istemediklerini söylediler. Oidipus, yanma Antlgone’yi alarak şehirden ayrıldı. Ismene, Thebal’do kalıp babasına, onu ilgilendiren haberleri gönderecekti.
Oidipus gittikten sonra oğulları taht kavgasına başladılar. İkisi de, kendisinin kral olması gerektiğini ileri sürüyordu. Sonunda Polyneikes, Argos’a kaçtı. Orada bir ordu toplayarak Thebai’ye saldırmaya hazırlandı.
Bu arada, Oidipus ile Antigone, Kolonos’a gelmişlerdi, ömrünün son günlerini mutluluk içinde geçirdi Oidipus; ölürken de tanrıların kendisini bağışladıklarını öğrendi.
Tanrıların bu iyi haberini getiren Ismene, babasının ölümünden sonra Antigone’yi alarak Thebai’ye döndü.
iki kardeş, şehre vardıkları zaman Polyneikes ile Eteokles’in savaşmak üzere olduğunu gördüler. Büyük bir ordu toplamıştı Polyneikes; askerlerin başında kendisinden başka altı komutan daha vardı. Komutanlardan biri Argos kıralı Adrastos’tu. Adrastos’un kardeşi Eriphyle’nin kocası olan Amphiaraos da katılıyordu savaşa. Usta bir bakıcı olan Amphiaraos, içlerinde Adrastos’tan başka kimsenin kurtulamayacağım biliyordu. Bu yüzden Thebai kuşatmasına katılmak istememişti, ama Polyneikes, Harmonia’nın değerli gerdanlığını Eriphy’ye vererek kadıncağızı kandırmış, Amphiaraos’un gelmesini bu yoldan sağlamıştı.
Yedi komutan, Thebai’nin yedi kapısına saldırdılar. Eteokles, kardeşinin saldırdığı kapıyı koruyordu. Antigone ile Ismene ise, sarayda, hangisinin ölüm haberinin daha önce geleceğini bekliyorlardı.
İlk ölen, Kreon’un küçük oğlu Menoikeus oldu. Teiresias, Kreon’a, oğlu ölmezse Thebai’nin kurtulamayacağını söylemişti. Oğluna kıyamayan Kreon da, Menoikeus’a kaçıp gitmesini söylemişti şehirden. Menoikeus, korkaklar gibi kaçıp gitmektense yiğitçe çarpışmayı daha uygun buldu. Daha kılıç tutmayı bile beceremediği için kısa zamanda öldü.
Savaşın uzayıp gitmesinden bıkan komutanlar, aralarında bir karara vardılar. Polyneikes ile Eteokles teke tek çarpışacaklardı. İkisinden hangisi ölürse, onun tuttuğu taraf yenik sayılacaktı. Ama akıllarına bile getirmedikleri bir şey oldu. Kardeşlerin ikisi de öldü.
Savaş sona ermişti artık. Thebai’ye saldıran yedi komutandan Adrastos, canını kurtarabilmişti. Kral Kreon, düşman ölülerinin gömülmemelerini buyurdu. Gömülmeyen ölüler Hades’e giremeyecek, acı içinde dolaşıp duracaklardı.
Antigone, Kreon’un buyruğunu yerine getirmedi. Eteokles gibi, kardeşi Polyneikes’in de gömülmesini istiyordu. Gizlice düşman ölülerinin bulunduğu yere gitti. Kardeşini gömdü. Yakalansa bile aldırmazdı artık.
Ölüleri bekleyen nöbetçiler, Oidipus’un kızını yakalayınca Kreon’a haber saldılar. Kreon, öfkeyle geldi. “Buyruğumu bilmiyor muydun?” diye sordu Antigone’ye “Biliyordum,” diye cevap verdi Antigone.
“Neden yasaları çiğnedin öyleyse?”
“Senin yasan bu. Tanrıların yasası değil. Haklı bir yasa değil,” dedi Antigone. Ismene ne kadar çalıştıysa olmadı; bir ölümlünün koyduğu yasayı çiğneyen Antigone öldürüldü.
1 note · View note
antikistanbul-blog · 9 years
Photo
Tumblr media
Mitoloji Soyları Thebai Soyundan Oidipus
Kadmos’un üçüncü göbekten torunu olan Thebai kralı Laios, akrabalarından İokaste ile evliydi. Onların egemenliği süresince, Apollon’un Delphoi’deki tapmağı büyük bir önem kazanmıştı. Doğruluk tanrısıydı Apollon, bakıcılarının her dediği çıkardı. Ama kral Laios, kendisinin bir gün oğlu tarafından öldürüleceğini öğrenince, kadere meydan okumaya karar verdi. Yeni doğan çocuğunu, ayaklarını sıkı sıkı bağlattıktan sonra, ölmesi için ıssız bir tepeye bıraktı. Artık korkmuyordu, geleceği tanrılardan daha iyi bildiğine inanıyordu. Neyse ki, sersemliği yüzüne vurulmadı. Kendisine saldıran adamın bir yabancı olduğunu sandı. Ne bilsin Apollon’un doğru söylediğini?
Can verdiği zaman evinden uzaklardaydı Laios. Yanındaki nöbetçilerle birlikte, haydutlar tarafından öldürüldüğü haberi saraya ulaştırıldı. Pek üstünde durulmadı bu olayın. Thebai o günlerde büyük bir tehlike içindeydi. Gövdesi, uçan bir aslanın gövdesine benziyen, kadın göğüslü, kadın yüzlü Sphinks adlı korkunç bir canavar, ortalığı kasıp kavuruyordu. Şehre giden bütün yollan tutmuştu. Elene her geçirdiğine bir bilmece soruyor, bilirse bırakacağını söylüyordu. Ama kimse bilemiyordu bilmeceyi. Korkunç yaratık, sayısız insanı silip süpürdü, şehri öyle bir kuşattı ki, kimse dışarı çıkamaz oldu; açlık baş gösterdi. Thebai’nin yedi büyük yapısı, şehirlilerin üstüne kapandı.
İşler bu durumdayken yiğit, akıllı bir yabancı geldi şehre; adı Oidipus’du. Ülkesi Korinthos’u, babası kral Polybosü bırakıp buralara kadar gelmişti. Apollonün bakıcısı, bir gün kendi babasını öldüreceğini söylemişti ona. O da kral Laios gibi kadere karşı koymak istemiş, bir daha görmemecesine ayrılmıştı Polybos’tan. Tek başına dolaşırken yolu Thebai’ye düşmüş, olanları duymuştu. Yersiz yurtsuz, arkadaşı olmayan bir adamdı. Sphinks’in sırrını çözmeyi aklına koydu. Canavarın bulunduğu yere gitti.
“Söyle bakalım/’ dedi Sphinks, “sabahleyin dört, öğleyin iki, akşamleyin de üçayaklı olan yaratık kimdir?”
Oidipus, “însan,” diye karşılık verdi. “Çocukken elleriyle, ayaklarıyla emekler; büyüdüğü zaman dimdik yürür; ihtiyarlayınca da bir değneğe dayanır.”
Cevap doğruydu. Sphinks dayanamayarak kendini öldürdü. Neden öldürdüğü bir türlü anlaşılamadı; ama öldürmüştü ya… Thebai’liler, kurtarıcılarını kıral yapıp eski kralları Laios’un karısı Iokaste ile evlendirdiler. Galiba Apollon yanılmıştı bu kere.
Kralla kraliçenin iki oğlu büyüyüp de birer delikanlı oldukları zaman, Thebai veba salgınına uğradı. Kıtlık da baş-gösterdl üstelik. Hastalıktan kurtulanlar, açlığın pençesine düşüyorlardı. Oidipus herkesten çok üzülüyordu bu duruma. O, kendini halkın babası gibi görüyordu. Bütün bu ölenler onun çocuklarıydı. Iokaste’nin kardeşi Kreon’u Delphoi’ye yolladı; tanrıdan yardım dilemesini söyledi ona.
Kreon iyi haberlerle döndü. Vebanın bir şartla duracağını söylemişti Apollon: kral Laios’u öldürenler cezalandırılmalıydı.
Aradan çok zaman geçmişti; yine de suçlular bulunabilirdi. Oidipus öyle sevindi ki, Kreon’un getirdiği haberi herkese duyurdu. Bu meseleyi çözmekte kararlıydı. Thebai’nin en saygıdeğer kişilerinden, ihtiyar, kör bakıcı Teiresias’a haber saldı. Suçluları o bulabilir miydi acaba? “Tanrıların aşkı için,” diye yalvardı Oidipus, “eğer biliyorsan söyle.” “Sersemler,” dedi Teiresias; “hepiniz sersemsiniz. Cevap vermeyeceğim.” Ama Oidipus onun da bu cinayette parmağı olduğunu, bu yüzden konuşmadığını söyleyecek kadar ileri gidince, bakıcı büyük bir öfkeye kapıldı, söylemek istemediği sözler ağır ağır döküldü dudaklarından
“Aradığın suçlu kendinsin.”
Oidipus, ihtiyarın çıldırdığını sanıp onu kovdu, gözüne görünmemesini buyurdu bir daha.
Iokaste de inanmamıştı bu sözlere. “Bakıcılar öyle her şeyi bilmezler,” dedi.
Sonra kocasına, Delphoi’deki bakıcının dediklerini anlattı buna engel olmak için kendi çocuklarını nasıl öldürttüklerinden söz açtı. “Zaten Laios’u, Delphoi’ye giden üç yolun birleştiği yerde haydutlar öldürmüştü,” dedi.
Oidipus, tuhaf bir bakışla süzdü karısını. Yavaşça, “Ne zaman oldu bu?” diye sordu.
“Sen Thebai’ye gelmeden az önce,” dedi Iokaste.
‘“Kaç kişi vardı kiralın yanında?”
“Hepsi beş kişiydiler, öldürüldüler. İçlerinden yalnız birisi, sağ.”
“O adamla konuşmalıyım,” dedi Oidipus. “Söyle, çağırsınlar.”
“Çağırtayım,” dedi Iokaste; “yalnız aklından neler geçiyor, bilmek istiyorum.”
“öğreneceksin,” diye mırıldandı Oidipus. “Buraya gelme den önce, birisi, Polybos’un öz oğlu olmadığımı söylemişti bana. Ben de Delphoîe’ye gittim. Tanrı bu konuda konuşmadı. Yalnız korkunç şeyler söyledi… Babamı öldüreceğimi, annemle evleneceğimi, herkesin yüzlerine bile bakmaktan çekineceği çocuklarım olacağım söyledi. Korinthos’a dönmedim bir daha. Delphoi’den ayrılırken, üç yolun kavuştuğu yerde karşıma bir adam çıktı. Yanında da dört nöbetçi vardı. Beni yolumdan çevirmeye çalıştı, başıma elindeki değnekle vurdu. Ben de kızıp onları öldürdüm. Sakın o adam Laios olmasın?”
“Ama sağ kalan nöbetçi, ‘Karşımıza haydutlar çıktı,* demişti.
Onlar böyle konuşurlarken, Apollon’un yanılabileceği iyice anlaşıldı. Korinthos’dan gelen bir haberci, Polybos’un öldüğünü haber verdi Oidipus’a.
“İşte,” diye haykırdı Iokaste, “tanrının söyledikleri yanlış değilmiş de neymiş? Adamcağızı oğlu öldürmedi ki”
Haberci bilgiç bilgiç gülümseyerek, “Ey kral,” dedi, “sen babanı öldürürsün diye mi kaçtın Korinthos’dan? Öyleyse yanılmışsın. Korkacak bir şey yoktu. Polybos’un öz oğlu değildin ki sen. O, kendi oğlu gibi sevdi seni, büyüttü; ama seni ona ben vermiştim.”
“Nerede bulmuştun beni?’’ diye sordu Oidipus. “Annemle babam kim?”
“Bilmiyorum,” diye cevap verdi haberci, “bir çoban vermişti seni bana. Laios’un uşaklarından biri.”
Iokaste bembeyaz olmuştu. “Bu adamın söylediklerine ne bakıyorsun?” diye bağırdı. “Ne önemi var dediklerinin?’’
Sesi öyle öfkeliydi ki, Oidipus onun ne demek istediğini anlayamadı. “Babamla annemin kim olduklarının önemi yok mu?” diye sordu.
“Tanrılar aşkı için sus artık,” dedi kraliçe, “çektiğim yeter.” Sonra hıçkırarak saraya doğru koştu.
O sırada ihtiyar bir adam geldi Oidipus’un yanma. İhtiyarla haberci garip bakışlarla birbirlerini süzdüler. “İşte bu adam, kıralım” diye haykırdı haberci. “Seni bana veren çoban bu.”
Oidipus, “Ya sen bu adamı tanıyor musun?” diye sordu ihtiyara.
İhtiyar karşılık vermedi; ama haberci durmadan üsteliyordu. “Nasıl hatırlamazsın?” diyordu. “Hani bir çocuk vermiştin bana. O çocuk bu kral işte.”’
  “Lanet olsun,” diye mırıldandı ihtiyar. “Sus artık.”
Oidipus kızmıştı. “Ne?” dedi, “öğrenmek istediğim şeyi benden gizlemek için onunla işbirliği yapıyorsun, ha? Ben seni konuşturmasını bilirim.”
“N’olur bir şey yapmayın bana,” diye inledi ihtiyar. “Evet, seni ona ben verdim; ama tanrılar aşkı için başka soru sormayın.”
“Beni nerede buldun diyorum, sana!”
İhtiyar, “Karma sor,” diye haykırdı. “O anlatsın.”
“Beni sana o mu verdi?” dedi Oidipus.
“Evet, evet,” diye inledi ihtiyar. “Seni öldürmemi söylemişlerdi. Bakıcılara göre…”
“Babamı, öldüreceğimi mi söylemiş bakıcılar?”
İhtiyar, “Evet,” diye söylendi,, “öyle demişler.”
Acı bir çığlık attı kral. Sonunda gerçeği anlamıştı. “Hepsi doğruymuş! Aydınlığım karanlığa dönecek şimdi. Lânetlendim!”
Babasını öldürmüş, öz annesiyle evlenmişti bir kere. Ne kendisi, ne karısı, ne de çocukları için hiç umut kalmamıştı. Hepsi lânetlenmişlerdi.
Sarayda deli gibi annesini aradı Oidipus. Odasında buldu onu. Gerçeği anlayınca Iokaste, kendini öldürmüştü. Onun yanında durdu Oidipus, aydınlığını karanlığa çevirdi: kendi elleriyle gözlerini çıkardı. Körlüğün kara dünyası, sığınabileceği bir yerdi hiç olmazsa. Bir zamanlar o kadar parlak olan dünyayı utanç dolu gözleriyle görmeyecekti artık.
1 note · View note
Photo
Tumblr media
Mitoloji Ailelerinden Thebai Soyundan Antigone
İokaste’nin ölümünden sonra Oidipus tahttan çekildi. Yerine büyük oğlu Polyneikes’in geçmesi gerekiyordu. Ama o da kral olmak istemeyince Thebai’liler tahta Iokaste’nin kardeşi Creon’u geçirdiler. Bir süre çocuklarıyla birlikte Thebai’de yaşadı Oidipus. Oğulları Polyneikes ile Eteokles büyümüş, birer delikanlı olmuşlardı. Kızları Antigone İle Ismene ise artık kadınlık çağma basmak üzereydiler.
Aradan yıllar geçti. Thebai’liler bir gün eski kralların aralarında görmek istemediklerini söylediler. Oidipus, yanma Antlgone’yi alarak şehirden ayrıldı. Ismene, Thebal’do kalıp babasına, onu ilgilendiren haberleri gönderecekti.
Oidipus gittikten sonra oğulları taht kavgasına başladılar. İkisi de, kendisinin kral olması gerektiğini ileri sürüyordu. Sonunda Polyneikes, Argos’a kaçtı. Orada bir ordu toplayarak Thebai’ye saldırmaya hazırlandı.
Bu arada, Oidipus ile Antigone, Kolonos’a gelmişlerdi, ömrünün son günlerini mutluluk içinde geçirdi Oidipus; ölürken de tanrıların kendisini bağışladıklarını öğrendi.
Tanrıların bu iyi haberini getiren Ismene, babasının ölümünden sonra Antigone’yi alarak Thebai’ye döndü.
iki kardeş, şehre vardıkları zaman Polyneikes ile Eteokles’in savaşmak üzere olduğunu gördüler. Büyük bir ordu toplamıştı Polyneikes; askerlerin başında kendisinden başka altı komutan daha vardı. Komutanlardan biri Argos kıralı Adrastos’tu. Adrastos’un kardeşi Eriphyle’nin kocası olan Amphiaraos da katılıyordu savaşa. Usta bir bakıcı olan Amphiaraos, içlerinde Adrastos’tan başka kimsenin kurtulamayacağım biliyordu. Bu yüzden Thebai kuşatmasına katılmak istememişti, ama Polyneikes, Harmonia’nın değerli gerdanlığını Eriphy’ye vererek kadıncağızı kandırmış, Amphiaraos’un gelmesini bu yoldan sağlamıştı.
Yedi komutan, Thebai’nin yedi kapısına saldırdılar. Eteokles, kardeşinin saldırdığı kapıyı koruyordu. Antigone ile Ismene ise, sarayda, hangisinin ölüm haberinin daha önce geleceğini bekliyorlardı.
İlk ölen, Kreon’un küçük oğlu Menoikeus oldu. Teiresias, Kreon’a, oğlu ölmezse Thebai’nin kurtulamayacağını söylemişti. Oğluna kıyamayan Kreon da, Menoikeus’a kaçıp gitmesini söylemişti şehirden. Menoikeus, korkaklar gibi kaçıp gitmektense yiğitçe çarpışmayı daha uygun buldu. Daha kılıç tutmayı bile beceremediği için kısa zamanda öldü.
Savaşın uzayıp gitmesinden bıkan komutanlar, aralarında bir karara vardılar. Polyneikes ile Eteokles teke tek çarpışacaklardı. İkisinden hangisi ölürse, onun tuttuğu taraf yenik sayılacaktı. Ama akıllarına bile getirmedikleri bir şey oldu. Kardeşlerin ikisi de öldü.
Savaş sona ermişti artık. Thebai’ye saldıran yedi komutandan Adrastos, canını kurtarabilmişti. Kral Kreon, düşman ölülerinin gömülmemelerini buyurdu. Gömülmeyen ölüler Hades’e giremeyecek, acı içinde dolaşıp duracaklardı.
Antigone, Kreon’un buyruğunu yerine getirmedi. Eteokles gibi, kardeşi Polyneikes’in de gömülmesini istiyordu. Gizlice düşman ölülerinin bulunduğu yere gitti. Kardeşini gömdü. Yakalansa bile aldırmazdı artık.
Ölüleri bekleyen nöbetçiler, Oidipus’un kızını yakalayınca Kreon’a haber saldılar. Kreon, öfkeyle geldi. “Buyruğumu bilmiyor muydun?” diye sordu Antigone’ye “Biliyordum,” diye cevap verdi Antigone.
“Neden yasaları çiğnedin öyleyse?”
“Senin yasan bu. Tanrıların yasası değil. Haklı bir yasa değil,” dedi Antigone. Ismene ne kadar çalıştıysa olmadı; bir ölümlünün koyduğu yasayı çiğneyen Antigone öldürüldü.
0 notes
muzekart-blog · 9 years
Photo
Tumblr media
Mitoloji Soyları Thebai Soyundan Oidipus
Kadmos’un üçüncü göbekten torunu olan Thebai kralı Laios, akrabalarından İokaste ile evliydi. Onların egemenliği süresince, Apollon’un Delphoi’deki tapmağı büyük bir önem kazanmıştı. Doğruluk tanrısıydı Apollon, bakıcılarının her dediği çıkardı. Ama kral Laios, kendisinin bir gün oğlu tarafından öldürüleceğini öğrenince, kadere meydan okumaya karar verdi. Yeni doğan çocuğunu, ayaklarını sıkı sıkı bağlattıktan sonra, ölmesi için ıssız bir tepeye bıraktı. Artık korkmuyordu, geleceği tanrılardan daha iyi bildiğine inanıyordu. Neyse ki, sersemliği yüzüne vurulmadı. Kendisine saldıran adamın bir yabancı olduğunu sandı. Ne bilsin Apollon’un doğru söylediğini?
Can verdiği zaman evinden uzaklardaydı Laios. Yanındaki nöbetçilerle birlikte, haydutlar tarafından öldürüldüğü haberi saraya ulaştırıldı. Pek üstünde durulmadı bu olayın. Thebai o günlerde büyük bir tehlike içindeydi. Gövdesi, uçan bir aslanın gövdesine benziyen, kadın göğüslü, kadın yüzlü Sphinks adlı korkunç bir canavar, ortalığı kasıp kavuruyordu. Şehre giden bütün yollan tutmuştu. Elene her geçirdiğine bir bilmece soruyor, bilirse bırakacağını söylüyordu. Ama kimse bilemiyordu bilmeceyi. Korkunç yaratık, sayısız insanı silip süpürdü, şehri öyle bir kuşattı ki, kimse dışarı çıkamaz oldu; açlık baş gösterdi. Thebai’nin yedi büyük yapısı, şehirlilerin üstüne kapandı.
İşler bu durumdayken yiğit, akıllı bir yabancı geldi şehre; adı Oidipus’du. Ülkesi Korinthos’u, babası kral Polybosü bırakıp buralara kadar gelmişti. Apollonün bakıcısı, bir gün kendi babasını öldüreceğini söylemişti ona. O da kral Laios gibi kadere karşı koymak istemiş, bir daha görmemecesine ayrılmıştı Polybos’tan. Tek başına dolaşırken yolu Thebai’ye düşmüş, olanları duymuştu. Yersiz yurtsuz, arkadaşı olmayan bir adamdı. Sphinks’in sırrını çözmeyi aklına koydu. Canavarın bulunduğu yere gitti.
“Söyle bakalım/’ dedi Sphinks, “sabahleyin dört, öğleyin iki, akşamleyin de üçayaklı olan yaratık kimdir?”
Oidipus, “însan,” diye karşılık verdi. “Çocukken elleriyle, ayaklarıyla emekler; büyüdüğü zaman dimdik yürür; ihtiyarlayınca da bir değneğe dayanır.”
Cevap doğruydu. Sphinks dayanamayarak kendini öldürdü. Neden öldürdüğü bir türlü anlaşılamadı; ama öldürmüştü ya… Thebai’liler, kurtarıcılarını kıral yapıp eski kralları Laios’un karısı Iokaste ile evlendirdiler. Galiba Apollon yanılmıştı bu kere.
Kralla kraliçenin iki oğlu büyüyüp de birer delikanlı oldukları zaman, Thebai veba salgınına uğradı. Kıtlık da baş-gösterdl üstelik. Hastalıktan kurtulanlar, açlığın pençesine düşüyorlardı. Oidipus herkesten çok üzülüyordu bu duruma. O, kendini halkın babası gibi görüyordu. Bütün bu ölenler onun çocuklarıydı. Iokaste’nin kardeşi Kreon’u Delphoi’ye yolladı; tanrıdan yardım dilemesini söyledi ona.
Kreon iyi haberlerle döndü. Vebanın bir şartla duracağını söylemişti Apollon: kral Laios’u öldürenler cezalandırılmalıydı.
Aradan çok zaman geçmişti; yine de suçlular bulunabilirdi. Oidipus öyle sevindi ki, Kreon’un getirdiği haberi herkese duyurdu. Bu meseleyi çözmekte kararlıydı. Thebai’nin en saygıdeğer kişilerinden, ihtiyar, kör bakıcı Teiresias’a haber saldı. Suçluları o bulabilir miydi acaba? “Tanrıların aşkı için,” diye yalvardı Oidipus, “eğer biliyorsan söyle.” “Sersemler,” dedi Teiresias; “hepiniz sersemsiniz. Cevap vermeyeceğim.” Ama Oidipus onun da bu cinayette parmağı olduğunu, bu yüzden konuşmadığını söyleyecek kadar ileri gidince, bakıcı büyük bir öfkeye kapıldı, söylemek istemediği sözler ağır ağır döküldü dudaklarından
“Aradığın suçlu kendinsin.”
Oidipus, ihtiyarın çıldırdığını sanıp onu kovdu, gözüne görünmemesini buyurdu bir daha.
Iokaste de inanmamıştı bu sözlere. “Bakıcılar öyle her şeyi bilmezler,” dedi.
Sonra kocasına, Delphoi’deki bakıcının dediklerini anlattı buna engel olmak için kendi çocuklarını nasıl öldürttüklerinden söz açtı. “Zaten Laios’u, Delphoi’ye giden üç yolun birleştiği yerde haydutlar öldürmüştü,” dedi.
Oidipus, tuhaf bir bakışla süzdü karısını. Yavaşça, “Ne zaman oldu bu?” diye sordu.
“Sen Thebai’ye gelmeden az önce,” dedi Iokaste.
‘“Kaç kişi vardı kiralın yanında?”
“Hepsi beş kişiydiler, öldürüldüler. İçlerinden yalnız birisi, sağ.”
“O adamla konuşmalıyım,” dedi Oidipus. “Söyle, çağırsınlar.”
“Çağırtayım,” dedi Iokaste; “yalnız aklından neler geçiyor, bilmek istiyorum.”
“öğreneceksin,” diye mırıldandı Oidipus. “Buraya gelme den önce, birisi, Polybos’un öz oğlu olmadığımı söylemişti bana. Ben de Delphoîe’ye gittim. Tanrı bu konuda konuşmadı. Yalnız korkunç şeyler söyledi… Babamı öldüreceğimi, annemle evleneceğimi, herkesin yüzlerine bile bakmaktan çekineceği çocuklarım olacağım söyledi. Korinthos’a dönmedim bir daha. Delphoi’den ayrılırken, üç yolun kavuştuğu yerde karşıma bir adam çıktı. Yanında da dört nöbetçi vardı. Beni yolumdan çevirmeye çalıştı, başıma elindeki değnekle vurdu. Ben de kızıp onları öldürdüm. Sakın o adam Laios olmasın?”
“Ama sağ kalan nöbetçi, ‘Karşımıza haydutlar çıktı,* demişti.
Onlar böyle konuşurlarken, Apollon’un yanılabileceği iyice anlaşıldı. Korinthos’dan gelen bir haberci, Polybos’un öldüğünü haber verdi Oidipus’a.
“İşte,” diye haykırdı Iokaste, “tanrının söyledikleri yanlış değilmiş de neymiş? Adamcağızı oğlu öldürmedi ki”
Haberci bilgiç bilgiç gülümseyerek, “Ey kral,” dedi, “sen babanı öldürürsün diye mi kaçtın Korinthos’dan? Öyleyse yanılmışsın. Korkacak bir şey yoktu. Polybos’un öz oğlu değildin ki sen. O, kendi oğlu gibi sevdi seni, büyüttü; ama seni ona ben vermiştim.”
“Nerede bulmuştun beni?’’ diye sordu Oidipus. “Annemle babam kim?”
“Bilmiyorum,” diye cevap verdi haberci, “bir çoban vermişti seni bana. Laios’un uşaklarından biri.”
Iokaste bembeyaz olmuştu. “Bu adamın söylediklerine ne bakıyorsun?” diye bağırdı. “Ne önemi var dediklerinin?’’
Sesi öyle öfkeliydi ki, Oidipus onun ne demek istediğini anlayamadı. “Babamla annemin kim olduklarının önemi yok mu?” diye sordu.
“Tanrılar aşkı için sus artık,” dedi kraliçe, “çektiğim yeter.” Sonra hıçkırarak saraya doğru koştu.
O sırada ihtiyar bir adam geldi Oidipus’un yanma. İhtiyarla haberci garip bakışlarla birbirlerini süzdüler. “İşte bu adam, kıralım” diye haykırdı haberci. “Seni bana veren çoban bu.”
Oidipus, “Ya sen bu adamı tanıyor musun?” diye sordu ihtiyara.
İhtiyar karşılık vermedi; ama haberci durmadan üsteliyordu. “Nasıl hatırlamazsın?” diyordu. “Hani bir çocuk vermiştin bana. O çocuk bu kral işte.”’
  “Lanet olsun,” diye mırıldandı ihtiyar. “Sus artık.”
Oidipus kızmıştı. “Ne?” dedi, “öğrenmek istediğim şeyi benden gizlemek için onunla işbirliği yapıyorsun, ha? Ben seni konuşturmasını bilirim.”
“N’olur bir şey yapmayın bana,” diye inledi ihtiyar. “Evet, seni ona ben verdim; ama tanrılar aşkı için başka soru sormayın.”
“Beni nerede buldun diyorum, sana!”
İhtiyar, “Karma sor,” diye haykırdı. “O anlatsın.”
“Beni sana o mu verdi?” dedi Oidipus.
“Evet, evet,” diye inledi ihtiyar. “Seni öldürmemi söylemişlerdi. Bakıcılara göre…”
“Babamı, öldüreceğimi mi söylemiş bakıcılar?”
İhtiyar, “Evet,” diye söylendi,, “öyle demişler.”
Acı bir çığlık attı kral. Sonunda gerçeği anlamıştı. “Hepsi doğruymuş! Aydınlığım karanlığa dönecek şimdi. Lânetlendim!”
Babasını öldürmüş, öz annesiyle evlenmişti bir kere. Ne kendisi, ne karısı, ne de çocukları için hiç umut kalmamıştı. Hepsi lânetlenmişlerdi.
Sarayda deli gibi annesini aradı Oidipus. Odasında buldu onu. Gerçeği anlayınca Iokaste, kendini öldürmüştü. Onun yanında durdu Oidipus, aydınlığını karanlığa çevirdi: kendi elleriyle gözlerini çıkardı. Körlüğün kara dünyası, sığınabileceği bir yerdi hiç olmazsa. Bir zamanlar o kadar parlak olan dünyayı utanç dolu gözleriyle görmeyecekti artık.
0 notes
blogistance · 9 years
Photo
Tumblr media
Mitoloji’nin Büyük Aileleri Atreus Soyundan: “Tantalos ile Niobe”
Tantalos, Zeus’un oğluydu; babasının bütün öteki ölümlü çocuklarından daha çok değer verilirdi ona. Tanrılar onun kendi sofralarında oturmasına göz yumar, ölümlülere yasak olan Ambrosia’yla Nektar’dan yiyip içmesine bir şey demezlerdi. Bu kadarla kalsa yine iyi bir keresinde sarayında verdiği bir şölene gittiler, onun sofrasına oturmak alçakgönüllülüğünü gösterdiler. Ama o, karşılık olarak taunlara öyle kötü davrandı kİ, hiçbir ozan ondan yana çıkmadı bir daha. Tantalos, tek oğlu Pelops’u öldürttü, büyük bir kazanda kaynattırdı, sonra da tanrıların önüne yemek diye koydu. Herhalde öylesine nefret ediyordu ki tanrılardan, onları yamyam durumuna düşürmek için biricik oğlunu bile gözden çıkarmıştı. Belki de o saygıdeğer tanrıları aldatmanın ne kadar kolay olduğunu akla gelmeyecek bir oyunla göstermek istemiştir… Ölümsüzleri o kadar küçük, kendini o kadar büyük görüyordu ki, konuklarının önlerine konulan yemeğin ne olduğunu anlayabileceklerini düşünememişti.
Düpedüz aptallık etmişti Tantalos. Olympos’lular anlamazlar mı hiç? Korkunç yemeğe ellerini bile sürmediler; kendilerine bu oyunu oynayanı Öyle bir cezaya çarptıracaklardı ki, bunu duyanlar bir daha onları küçümsemeye yeltenemeyeceklerdi. Hades’in göllerinden birine yerleştirdiler Tantalos’u. Tantalos, susuzluğunu gidermek için göle her eğilişinde sular çekiliyor, doğrulduğu zaman da dizlerine kadar yükseliyordu. Gölün üstünde yemiş ağaçlarının armutlardan, – narlardan, al al elmalardan, sulu incirlerden ağırlaşmış dalları sarkıyordu. Tantalos, bir yemiş koparmak için elini uzatmaya görsün, rüzgâr hemen dalları savuruyordu. Böyle kalmaya mahkûmdu; kuru boğazı, aç karnıyla sonsuza kadar yaşayacaktı.
Tanrılar, Pelops’u yeniden canlandırdılar; ama fildişinden bir kol yapmak zorunda kaldılar ona, Tanrıçalardan biri bazılarına göre Demeter, bazılarına göre ise, Thetis bilmeyerek o iğrenç yemekten yemişti. Çocuğun parçaları bir araya getirilince, bir omuzun eksik olduğu görüldü. Ne olacak ölümsüzler bunun da bir kolayını buluverdiler.
Pelops’un korkunç öyküsü, katılığını yitirmeden günümüze kadar gelmiştir. Sonraları Yunanlılar bu öyküden hoşlanmamışlardı. Pindaros, Gerçeği yalanla değiştiren bir öykü bu insan etini hiç yer mi kutsal tanrılar diyor. Her neyse… Pelops’un hayatı bu olaydan sonra mutluluk içinde geçti. Tantalos’un soyundan gelenler arasında başı derde girmeyen tek kişi o oldu. Birçok kimsenin ölümüne sebep olan Hippodameia’ya tutulduğu halde…
Hippodameia’nın babasının çok güzel bir çift atı vardı. Onları kirala Ares vermişti; bu yüzden bütün ölümlü hayvanlardan üstündü o atlar. Kıra], kızını evlendirmek istemezdi; ne zaman onunla evlenmek isteyen bir genç çıkagelse, önce babasıyla yarışmak zorunda kalırdı. Yarışı kazanırsa Hippodameia’yı alır, kaybederse canını verirdi. Böylece bir sürü yiğit güzel Hippodameia’nın uğruna can verdi.
Pelops bunu bilmiyor değildi; değildi ama tehlikeyi göze aldı. Poseidon’un armağanı olan atlarına güveniyordu. Yarışı kazandı. Bu başarıda atlarının olduğu kadar Hippodameia’nın da parmağı vardı. Genç kız, ya Pelops’a tutulmuş, ya da artık bu yarışlara bir son verme zamanının geldiğine inanmış olacak ki babasının arabacısı Myrtilos’u parayla kandırdı. Myrtilos, kralın arabasının tekerleklerini gevşetince yarışı Pelops kazandı. Sonraları, kendisinin Hippodameia’yla evlenmesini sağlayan arabacıyı öldürttü Pelops. Bazıları aileyi kasıp kavuran felâketlere asıl bu davranışın sebep olduğunu söylerler; ama yazarların çoğuna göre, torunlarına uğursuzluk getiren, Tantalos’dur.
Bu soydan gelen kimse, Tantalos’un kızı Niobe’ninki kadar korkunç bir cezaya çarpıtılmamıştır. Oysa herkes, tanrıların, kardeşi Pelops’a davrandıkları gibi davranacaklarını sanmıştı ona. Evlilik hayatında mutluydu Niobe. Kocası Amphion, Zeus’un oğluydu. Lyra çalmada kimse yanşamazdı onunla. Amphion, bir keresinde ikiz kardeşi Zethos’la birleşerek Thebai’nin çevresine yüce bir duvar çekmişti. Güçlü kuvvetli bir adamdı Zethos, kardeşinin sporla değil de, sanatla uğraşmasını küçümserdi. Ama iş duvarı yapmak için kaya bulmaya gelince, kardeşi kendisinden baskın çıktı. Lyra’ından öyle büyüleyici ezgiler çıkarttı ki, içlenen taşlar, onun ardından taa Thebai’ye kadar geldiler.
Thebai’de Amphion’la Niobe, uzun bir süre mutluluk içinde egemenliklerini sürdürdüler. Ama Tantalos’un küstahlığı, Niobe’nin içine yerleşmişti bir kere. Pelops’un kardeşi, kendisini bütün ölümlülerden üstün görüyordu. Zengindi, soyluydu, güçlüydü. Yedi tane yiğit, yakışıklı oğul, yedi tane de birbirinden güzel kız doğurmuştu. Tanrılara babası gibi gizliden gizliye değil, açık açık meydan okumayı koymuştu aklına.
Thebai halkına, kendine tapınmalarını söyledi bir gün. “Leto benim yanımda nedir ki?” dedi. “Topu topu iki çocuğu var: Apollon’la Artemis. Benimkiler onların yedi katı. Üstelik ben kraliçeyim. O ise Delos’a sığınıncaya kadar, yersiz yurtsuz gezginin biriydi. Artık Leto’ya değil, bana tapacaksınız.”
Kendi gülleriyle bası dönenlerin kızgınlıkla söyledikleri sözler gökyüzünde hemen duyulur. Çok geçmeden Apollon’la Artemis, Thebai’ye geldiler, bir vuruşta Niobe’nin bütün çocuklarını yere serdiler. Niobe, yas içinde, o genç, güçlü gövdelerin yanma çöktü. Yüreği taş kesilmişti sanki. Gözlerinden oluk gibi yaşlar akıyordu. Tanrılar, gece gündüz ağlayan bir taş parçasına çevirdiler onu.
Pelops’un iki oğlu oldu: Atreusla Thyestes. Uğursuzluk bütün gücüyle onları da sardı. Thyestes ne yapıp yapıp kardeşinin karısını elde etti. Atreus, kardeşiyle karısının seviştiklerini anlayınca, akla gelmeyecek kadar korkunç bir ceza düşündü. Thyestes’in iki küçük çocuğunu öldürüp parça parça doğrattı, kaynattırdı, babalarının önüne yemek diye koydu.
Kardeşi kral olduğu için Thyestes’in elinden bir şey gelmedi. Atreus’un çocuklarıyla torunları, bu davranışın cezasını çektiler.
1 note · View note
oyuncakistan-blog · 9 years
Photo
Tumblr media
Mitoloji Ailelerinden Thebai Soyundan Antigone
İokaste’nin ölümünden sonra Oidipus tahttan çekildi. Yerine büyük oğlu Polyneikes’in geçmesi gerekiyordu. Ama o da kral olmak istemeyince Thebai’liler tahta Iokaste’nin kardeşi Creon’u geçirdiler. Bir süre çocuklarıyla birlikte Thebai’de yaşadı Oidipus. Oğulları Polyneikes ile Eteokles büyümüş, birer delikanlı olmuşlardı. Kızları Antigone İle Ismene ise artık kadınlık çağma basmak üzereydiler.
Aradan yıllar geçti. Thebai’liler bir gün eski kralların aralarında görmek istemediklerini söylediler. Oidipus, yanma Antlgone’yi alarak şehirden ayrıldı. Ismene, Thebal’do kalıp babasına, onu ilgilendiren haberleri gönderecekti.
Oidipus gittikten sonra oğulları taht kavgasına başladılar. İkisi de, kendisinin kral olması gerektiğini ileri sürüyordu. Sonunda Polyneikes, Argos’a kaçtı. Orada bir ordu toplayarak Thebai’ye saldırmaya hazırlandı.
Bu arada, Oidipus ile Antigone, Kolonos’a gelmişlerdi, ömrünün son günlerini mutluluk içinde geçirdi Oidipus; ölürken de tanrıların kendisini bağışladıklarını öğrendi.
Tanrıların bu iyi haberini getiren Ismene, babasının ölümünden sonra Antigone’yi alarak Thebai’ye döndü.
iki kardeş, şehre vardıkları zaman Polyneikes ile Eteokles’in savaşmak üzere olduğunu gördüler. Büyük bir ordu toplamıştı Polyneikes; askerlerin başında kendisinden başka altı komutan daha vardı. Komutanlardan biri Argos kıralı Adrastos’tu. Adrastos’un kardeşi Eriphyle’nin kocası olan Amphiaraos da katılıyordu savaşa. Usta bir bakıcı olan Amphiaraos, içlerinde Adrastos’tan başka kimsenin kurtulamayacağım biliyordu. Bu yüzden Thebai kuşatmasına katılmak istememişti, ama Polyneikes, Harmonia’nın değerli gerdanlığını Eriphy’ye vererek kadıncağızı kandırmış, Amphiaraos’un gelmesini bu yoldan sağlamıştı.
Yedi komutan, Thebai’nin yedi kapısına saldırdılar. Eteokles, kardeşinin saldırdığı kapıyı koruyordu. Antigone ile Ismene ise, sarayda, hangisinin ölüm haberinin daha önce geleceğini bekliyorlardı.
İlk ölen, Kreon’un küçük oğlu Menoikeus oldu. Teiresias, Kreon’a, oğlu ölmezse Thebai’nin kurtulamayacağını söylemişti. Oğluna kıyamayan Kreon da, Menoikeus’a kaçıp gitmesini söylemişti şehirden. Menoikeus, korkaklar gibi kaçıp gitmektense yiğitçe çarpışmayı daha uygun buldu. Daha kılıç tutmayı bile beceremediği için kısa zamanda öldü.
Savaşın uzayıp gitmesinden bıkan komutanlar, aralarında bir karara vardılar. Polyneikes ile Eteokles teke tek çarpışacaklardı. İkisinden hangisi ölürse, onun tuttuğu taraf yenik sayılacaktı. Ama akıllarına bile getirmedikleri bir şey oldu. Kardeşlerin ikisi de öldü.
Savaş sona ermişti artık. Thebai’ye saldıran yedi komutandan Adrastos, canını kurtarabilmişti. Kral Kreon, düşman ölülerinin gömülmemelerini buyurdu. Gömülmeyen ölüler Hades’e giremeyecek, acı içinde dolaşıp duracaklardı.
Antigone, Kreon’un buyruğunu yerine getirmedi. Eteokles gibi, kardeşi Polyneikes’in de gömülmesini istiyordu. Gizlice düşman ölülerinin bulunduğu yere gitti. Kardeşini gömdü. Yakalansa bile aldırmazdı artık.
Ölüleri bekleyen nöbetçiler, Oidipus’un kızını yakalayınca Kreon’a haber saldılar. Kreon, öfkeyle geldi. “Buyruğumu bilmiyor muydun?” diye sordu Antigone’ye “Biliyordum,” diye cevap verdi Antigone.
“Neden yasaları çiğnedin öyleyse?”
“Senin yasan bu. Tanrıların yasası değil. Haklı bir yasa değil,” dedi Antigone. Ismene ne kadar çalıştıysa olmadı; bir ölümlünün koyduğu yasayı çiğneyen Antigone öldürüldü.
0 notes