Tumgik
#murat sevinç
damladanummana · 1 year
Text
Bu gün günlerden Behçet Necatigil...
‘’Ya ümitsizsiniz. Ya da ümit sizsiniz. Ya çaresizsiniz. Ya da çare sizsiniz.’’ ‘’Her şeyde bir hikmet var. Ve güneşin doğuşunda, Ve kuşların uçuşunda, Ve senin beni buluşunda…’’ ‘’Seni özlemek istemiyorum ben, Ben seni yaşamak istiyorumSeni her özlediğimde sana bakmak istiyorumVe seni sende görmek sadece…’’ ‘’Ne hoyrat kullanmışlar, Sevincin sesi çıkmıyor…’’ Behçet NecatigilDoğum: 16 Nisan…
View On WordPress
1 note · View note
muratmesutfan · 11 months
Photo
Tumblr media
Yaşamak, coşkulu bir sevinç değilse, görev icabı bir mecburiyettir...
Murat Mesut
19 notes · View notes
cihangir-uzunkaya · 11 months
Text
Tumblr media
IYI GECELER IYI SABAHLAR
NEDİR BU İSKENDERUN'UN ÇİLESİ.
BENİM KAFA KAĞIDI BELEN YAZSADA.
SAĞLAM İSKENDERUN ÇOCUĞU'YUMDUR.
HEM DE EN HAKİKİSİNDEN.
SONRADAN GÖRME İSKENDERUNLU OROSPU ÇOCUĞU DEĞİLIMDİR.
KÜÇÜLTE KÜÇÜLTE CEBE SIĞACAK DURUMA GETİRDİNİZ.
PARTİZANLIĞINIZ BATSIN..!
BUGÜN SAHİLDE ATATÜRK ANIT MEYDANINDA ÇEKTİĞİM FOTOĞRAFI GÖRDÜNÜZ İÇLER ACISI.
PERŞEMBE PAZARINI DA MEYDANA KURUN TAM OLSUN AMK.
YOKMU KARDEŞİM DENETLEYEN.
BURASI CEZAYİR DEĞİL,BURASI LİBYA DEĞİL,BURASI FAS DEĞİL.
BURASI TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN EN GÖZDE İLİNİN EN GÖZDE İLÇESİ İSKENDERUN.
SANA SESLENİYORUM FATİH TOSYALI !
BELEN'DE HALI SAHA TURNUVASINI ONURLANDIRACAĞINA .İSKENDERUN İÇİN ÇÖZÜM ÜRET.
BIRAK TURNUVAYI FELAN.
ONU BELEN BELEDİYE BAŞKANI DÜŞÜNSÜN.
ORTAĞINIZ R.T.E HER SEÇİM 2-3 DEFA GELİYOR.
HATAY DA YATIRIM YAPIYORSUNUZ.
HATAY DA PARA KAZANIYORSUNUZ.
O ZAMAN İSKENDERUN'U KALKINDIRACAKSINIZ !
BU DÖNEM SON BIRAKIYORUM FELAN DEMİŞSİN.
ÜSTÜNE DÜŞMÜYORMUŞSUN GÖREVİNİN.
ÖYLE ŞEY OLMAZ FATİH TOSYALI.!
BİZ SENİ ŞÜKRÜ KANATLI İLKOKULUNDA SINIF BAŞKANI SEÇMEDİK.
İSKENDERUN BELEDİYE BAŞKANI SEÇTİK.
KAZANDIĞINIZ PARANIN ONDA BİRİNİ İSKENDERUN A HARCASAYDINIZ.
EMİN OL KALDIRIMDAKİ PARKE TAŞLARI SOM ALTIN OLURDU.
İFTAR YEMEKLERİNİ CEBİMDEN ÖDÜYORUM DİYE HAVA ATMAYI BİLİYORSUN AMA.
YILIN 365 GÜNÜ İSKENDERUN A İÇKİLİ ZIYAFET ÇEKSEN.
YİNE KOYMAZ SİZE !
SAKIN DEPREMİ FELAN BAHANE ETMEYİN.
SAHİL PİSLİK İÇERİSİNDE.
İNSANLARIN MORALİNİ DÜZELTMEK İSTİYORSAN.ORTAK KULLANIM ALANLARI SAHİLE ÇEKİ DÜZEN VERMELİSİNİZ.
İNSAN SOSYALLEŞİRSE KÖTÜ GÜNLERİ GERİDE BIRAKIR.1+1=2 DEĞİŞMEZ GERÇEKTİR.
EVET İSKENDERUN MECLİS ÜYELERİ.
ABİDİN GÜNEY,ADNAN MURSALOĞLU,ASUMAN SEVİNÇ ŞANAL,BESTAMİ KILINÇ,BEYAZIT BESTAMİ BİLGİLİ,BÜLENT ŞİMŞEK,BÜLENT KIRMIZIOĞLU,EMİR SELİM YAZAR,ERDAL KELEŞ,ERDEM ÜNLÜÇETİNKAYA,GÜL NALCI,GÜLDEN ÖZDEMİR,HALİL AYĞAN,HALİL GÜNEŞ,HANİFİ KARAKUŞ,İBRAHİM YAVUZ,İLHAN CENGİZ GÜRPINAR,İSA SARRAÇOĞLU,MECİT BOĞUŞOĞLU,M.ALİ DOKUZOĞLU,MEHMET ÜNÜVAR,MİKAİL YILDIRIM,MUHARREM DİNGİL,MURAT FATİN BEREKETOĞLU,MURAT KAYIŞ,SEÇKİN YILDIRIMÖZ,SEDAT BAKIR,SEVDA ORMAN VE TAYFUN BODA.
NASIL SINIF BAŞKANINIZDAN MEMNUNMUSUNUZ?
YARAMAZLIK YAPIP ÇOK KONUŞTUĞUNUZDA TAHTAYA MI YAZIYOR İSİMLERİNİZİ?
SAHİ ARANIZDAN HANGİNİZ KIRMIZI KURDELAYU İLK ÖNCE TAKTI.
YAPAMIYORSANIZ BIRAKACAKSINIZ KARDEŞİM.
BEN BAŞBUĞ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN ASKERİ DEĞİLİM !
GENERALİYİM GENERALİ !
EN IYI BEN BİLİRİM CEPHE AÇMAYI.
ÇALIŞIN ARKADAŞIM.
SİZİN BAHANENİZ OLAMAZ KESİNLİKLE.
MADEM İSKEDERUN A HİZMET İÇİN SEÇİLDİNİZ GÖREVİNİZİ EKSİKSİZ YAPIN.
İSKENDERUN BELEDİYESİ KİMSENİN HOBİ ODASI DEĞİLDİR NET !
ANTAKYA LOBİSİNDEN GINA GELDİ.
SIRA SANADA GELECEK LÜTFÜ SAVAŞ.
YUFKA YÜREKLİLERLE ÇETİN YOLLAR AŞILMAZ.
ESEN KALIN LÜTFEN
CİHANGİR UZUNKAYA
2 notes · View notes
pazaryerigundem · 5 days
Text
Kartepe'nin hızlıları belli oldu
https://pazaryerigundem.com/haber/169446/kartepenin-hizlilari-belli-oldu/
Kartepe'nin hızlıları belli oldu
Tumblr media
ICRYPEX ana sponsorluğundaki 2024 Oyman Atabay sezonunun ikinci tırmanma randevusu Kartepe Tırmanma Yarışı, hafta sonu Kocaeli Otomobil Spor Kulübü (KOSK) tarafından gerçekleştirildi.
KOCAELİ (İGFA) – 2024 AVIS Türkiye Tırmanma Şampiyonası ikinci ayağı olan ve 5 ayrı kategoride 33 sporcunun mücadele ettiği organizasyon, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi ve Kartepe Belediyesi katkılarıyla Kartepe Yolu Bayraktepe Mevkii’nde düzenlendi.
5,87 kilometre uzunluğundaki parkurda 3 çıkış üzerinden koşulan ve yağışlı havanın pilotları zorladığı yarış sonunda, Kategori 1’de GP Garage My Team’den İlker Aktaş birincilik kürsüsüne çıkarken, ikinciliği Ege Asal Motorspor’dan Özgür Şenyüz ve üçüncülüğü de aynı takımdan Serpil Kotan elde ettiler.
Kategori 2’de Atış Motorsport’tan Engin Apaydın birinciliğin sahibi olurken, Atış Motorspor’danMetehan Üstükarcı ikinci ve Ayhan Germirli de üçüncü olarak podyuma çıkan sporcular oldular. Kategori 3’te Atış Motorsport’tan Murat Soyçopur Eskişehir’den sonra Kocaeli’de de birinciliğe ulaşan isim olurken, Burak Dalkılıç ikinci ve Ege Asal Motorspor’dan Murat Çetin ise üçüncü oldular.
Tumblr media
Kategori 4’te Gp Garage My Team’den Cem Yalın birincilik kürsüsüne çıkarken, aynı takımındanSinan Soylu ikinciliği ve Hypco Neo Motorspor’dan Alp Özkaya da üçüncülüğü elde etti. Kategori 5’teBahadır Sevinç günün en hızlı ismi olurken, Ege Asal Motorspor’dan Deniz Dursun ikinci ve Atış Motorspor’dan Burak Söğüt de üçüncü sırada yer aldı.
‘Günün en iyi çıkışı’ ödülünü 03:25,95 ile Cem Yalın kazanırken, yarışın takımlar birincisi GP Garage My Team oldu. Kadınlar klasmanında Kategori 1’de Serap Kotan birinci Yasemin Erikliikinci, Kategori 3’de Hande Erdoğan birinci ve Atış Motorsport’tan Nazan Zorlu ikinci olan sporcular oldular. Mahalli klasmanda ise; Kategori 1’de Murat Güremek, Kategori 2’de Kaan Polatoğlu, Kategori 3’te Murat Çetin, Kategori 4’te Mehmet Demirkol birincilikleri paylaşan isimler oldular.
2024 AVIS Türkiye Tırmanma Şampiyonası, 25-26 Mayıs tarihlerinde Ege Otomobil Spor Kulübü (EOSK) tarafından Aydın’da düzenlenecek Buharkent Tırmanma Yarışı ile devam edecek.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
futbolpenceresi · 2 months
Text
FUTBOLUN TARTISMALI POZISYONLARI ve KRITERLERI
ADALET ASALETİN TEMELİDİR
Bir Müslüman, yalan söylemez. Yalanın, karşısındakini aldatmak ve aldatmanın bir ‘hak’ sorunu olduğunu bilir. Kul hakkıyla gitmek istemez, huzura.
Dolayısıyla bir Müslüman, hak yemez. Başkasının hakkına tecavüz etmez. Yaşamının her anında, her alanında. En önemsiz görünen yerde dahi. En basit, en düşünülmeyen yerde. Örneğin kırmızı ışıkta. Yalnızca bir kural olduğu için değil, aynı zamanda, bekleyen diğer araç sürücülerinin hakkını gözetmek zorunda olduğunu düşündüğü için, bekler.
Bu güzel yazıda müslümanlar için söylenenler büyük ve asil olduğunu iddia eden taraftarlar ve camiaları için de geçerlidir. Tabii ki bu, olması gerekendir. Olanın ne olduğunu ise hepimiz her an görüyor ve yaşıyoruz.
FUTBOLUN TEMEL KRİTERLERİ
Futbol oyununda ve hemen hemen her oyunda geçerli olan iki temel kriter olduğunu düşünüyoruz. Adalet ve Seyir Zevki.
Futbolda ve hemen hemen yaşamın her alanında her durumda uyulması, gözetilmesi gereken temel ilke adalete uygunluktur. Herhangi bir durumun içinde olan tarafların hiçbirinin hakkının yenmemesi gerekir.
Tabii neyin hak, neyin hak olmadığı, hangi eylemlerin haklılık hangilerinin haksızlık içerdiği, yarattığı ayrı bir tartışma konusudur.
Bu iki ilkeden adalete uygunluk daha önceliklidir. Bir kararın, eylemin, hareketin değerlendirilmesinde önce adalete uygun olup olmadığına bakılmalıdır. İkinci ilkeye uygunluk sadece adalete uygunluk koşulunu sağlayan, bu elemeyi geçen eylemlere, hareketlere uygulanabilir. Daha doğrusu, tabiri caizse, eylem kümesi önce adalet filtresinden geçirilir, bu filtreden geçen eylemler de ikinci ilkenin filtresinden geçirilir. Her iki filtreyi de geçen eylemler istenen, teşvik edilen, tasvip edilen eylemler kümesini oluşturur.
Futbol oyunununun ikinci temel kriteri seyir zevkine uygunluktur. Seyircinin ve seyir zevkini arttıran, maksimize eden hareketler, eylemler teşvik edilmeli, desteklenmeli, ödüllendirilmelidir.
Hücum futbolu, gol sayısını arttırma, yıldız oyuncuları koruma gibi hedefler aslında amaçlar değil, araçlardır. Bu araçların hizmet ettiği temel amaç seyir sevkine uygunluk ilkesidir.
HAKEM ve YORUMCU HAKEM
Tartışmalı pozisyonların değerlendirilmesinde ve pozisyonlara ilişkin alınan kararlarda da bu iki ilkeye uyulması gerekir. Ama bir pozisyon hakkında verilen kararın adil olup olmadığı da belli ilkelere (aksiyomlara/postulatlara) bağlıdır. Ayrıca hakemlerin hangi hareketlerin, eylemlerin seyir zevkine katkı yaptığını da bilmesi, süzmesi, ve buna karar verecek futbol kültürüne ve bilgisine sahip olması gerekir.
Adaletin, adaletsizliğin saptanmasında kullanılacak "aksiyomlar" da futbol otoriteleri, uzmanları tarafından belirlenmelidir.
Futbol maçını yöneten hakem de, tartışmalı pozisyonları değerlendiren hakem yorumcusu da bu aksiyomlara dayanarak yaptığı çıkarımlar sonucunda teoremler (kararlar/yorumlar) üretmelidir.
Futbol hakemlerinin de hakem yorumcularının da sadece oyunun kurallarını bilmesi yeterli değildir, bu, zorunlu koşuldur ama buna ek olarak bu insanların analitik becerilerinin de gelişmiş olması gerekir.
HAKEMLERİN DAVRANIŞSAL ZAAFLARI
Hakemler de, hakem yorumcuları da insanlara özgü zaaflara sahiptir. Taraftar baskısı, büyük klüplerin ağırlıkları ve etkileme çabaları, maç alamamanın yarattığı maddi baskılar, kararları yönlendirmeye çalışan farklı odaklar ve son zamanlarda ortaya çıkan büyük klüplerin trol organizasyonlarının çabaları gibi konular futbol dünyasına özgü gerçeklerdir.
Ama bir yandan da hakem ve hakem yorumcuları bütün insanların sahip olduğu bazı zihinsel ve duygusal zaaflara da sahiptir. Bunların başında algılarımızı yönlendiren, seçmeyi etkileyen zihinsel kalıplar ve paradigmalar gelir.
Futbol dünyamızın önde gelen figürlerinden Erman Toroğlu ve Ahmet Çakar bu duygusal zaaflara, tabiri caizse duygusal kalıplara sahip olan önemli örneklerdir. TRT spor kanalında yorum yapan Bünyamin Gezer ise duygusal açıdan daha dengeli ve sağlıklı görünmektedir. (Bizce)
Erman Toroğlu'nu yönlendiren "duygusal kalıp" üç büyüklere karşı duyduğu antipatidir. (Yine bizce). Erman Toroğlu'nu yönlendiren temel zihinsel kalıp ya da paradigma ise hakemlerin güvenilmez oluşudur.
Bu zaafların prizmasından geçerek gerçeği çarpıtan en yakın tarihli Erman Toroğlu yorumu, Fenerbahçe maçındaki çok konuşulan ve VAR'ın uzun süre incelediği ofsayt şüphesine konu olan pozisyondaki yorumudur.
Erman Toroğlu, Dzeko'nun ayak parmaklarının önde olduğunu (çok GÜLÜNÇ) öne sürmüş ve VAR'ın uzun süre incelemesini bahane ederek bu pozisyonun ofsayt olduğunu iddia etmiştir.
Bu yorumda bahsettiğimiz iki zaaf da iş başındadır. Erman Toroğlu'nun büyük klüplere karşı sahip olduğu (antipati) duygusal kalıbı, parmak uçlarına kadar sirayet etmiştir. Hakemlere karşı duyduğu güvensizlikten oluşan zihinsel kalıp da onu hakemlerin bu pozisyonda taraflı olduğu düşüncesine(hakemler fesat zihinsel kalıbı) hapsetmiştir.
Ahmet Çakar'ı esir alan temel duygusal kalıp ise düşmanlığa varan Galatasaray antipatisidir. Galatasaray ve onun rakipleri hakkındaki yorumları hep bu duygusal kalıbın prizmasından süzülerek bizlere ulaşmaktadır.
Ahmet Çakar Galatasaray söz konusu olduğunda, duygusal kalıbına (Galatasaray düşmanlığı) uygun (Galatasaray aleyhine) olguları seçmekte, abartmakta, bunlara zum yapmakta, buna karşılık Galatasaray lehine olan olguları elemekte, hasır altı etmekte, önemsizleştirmekte, yok saymakta, belki de zaafları nedeniyle gör(e)mediği için hiç gündeme getirmemektedir.
Üç kişinin "Bu sene şu takımı şampiyon yapalım" şeklinde konuşmasının olduğu kasetle ilgili olarak verdiği örnekte Galatasaray'ın adını zikretmesi kurnazlık ve ahlaksızlıktır (bize göre).
Her şeyden önce, böyle bir çete varsa, bu çetenin bütün şampiyon olan takımlar için de benzer şeyleri yaptığı kuşkusunu hasır altı etmektedir. Galatasaray'ın şampiyon olmadığı senelerde de bu çetenin Galatasaray aleyhine hareket ettiği bilgisini (Galatasaray lehine) örtbas ederken, bu çetenin Galatasaray'ı şampiyon yapmaya karar verdiğini (Galatasaray aleyhine) ima etmekte ve öne çıkarmaktadır.
Bu, Denizli'deki "teşvik çantalı" sezonun teşvik çantasını öne çıkarıp, ona (buzdağının üstü) zum yapıp, Mahfi Eğilmez gibi saygın bir Fenerbahçe'li aydının bile (zihinsel ve duygusal zaaflarından kaynaklanıyor büyük olasılıkla) bahaneler ürettiği o sezon boyunca Fenerbahçe'nin lehine yapılan sayısız hakem hatasını ve o hatalarla şampiyonluk potasında kaldığını (buzdağının altı) örtbas etmesine benzemektedir.
Bu bir tür yargısız infazdır. Katilin, cinayet işlediği ana odaklanıp, sadece onu göstererek idam kararı vermekten farkı yoktur bunun.
Ahmet Çakar'ın bir başka incisi Galatasaray'ın son kırk yılın en çok kollanan takımı olduğu iddiasıdır. Bu iddia için Ahmet Çakar ayrıntılı veriler vermek bir yana hiçbir veri vermemektedir ki teşvik çantalı sezon örneğinde olduğu gibi verdiği bölük pörçük veriler de (Galatasaray düşmanı) duygusal kalıbının prizmasından geçmiş çarpıtılmış, yanlı verilerdir.
Elbette bir X takımı son N yılın en çok kollanan takımı olabilir. Ama bunun somut verilerle, istatistiklerle desteklenmesi gerekir. Aksi halde ahlaksızca yapılan bir manipülasyondan başka bir şey olmaz bu yönde yapılan bir iddia.
Ahmet Çakar'ın Galatasaray lehine hatalar yapıldığı algısını pekiştirmek için yaptığı hilelerden biri de diğer takımların lehine yapılan hatalardan söz etmemesi ya da onları gündeme getirmemesidir. Mesela Ahmet Çakar'ın Aziz Yıldırım'ın Mustafa Denizli mi şampiyon yaptı, ben yaptım çıkışı üstüne bir şey söylediğini hiç duymadık.
Yine kulağı krater büyüklüğünde delik Çakar'ın, Beşiktaş yöneticisi İbrahim Altınsay'ın Radikal gazetesinde üstü kapalı eleştirdiği program yoldaşı Sinan Engin'in karıştırdığı haltlardan habersiz olması imkansızken bunların sözünü bile ettiğini duymadık.
Tabii teşvik çantası da, o mu şampiyon yaptı ben yaptım çıkışı da, tahminimizce, bizler için söylenti ve dedikodudan ibaret olmasına karşın, işin içindekiler için, büyük olasılıkla, bilinen yaşanmış gerçeklerdir.
SON TARTIŞMALAR
Bu son bölümde, nispeten soyut bir şekilde dillendirdiğimiz hakem kararları ve adalete uygunluk ilkeleri için son maçlarda yaşanan pozisyonlar ve TRT Spor yorumcuları Bünyamin Gezer ve Tarık Üstün'ün yorumları üstünden vaka analizleri yapacağız.
İlk ele acağımız pozisyon, Galatasaray İstanbulspor maçında İcardi'ye yapılan hereket için penaltı kararının verildiği pozisyon. Bizce, bizim adalet "aksiyomlarımıza" göre bu pozisyon kesinlikle penaltı değil.
Bo pozisyonda top İstanbulspor'lu oyuncunun önünde, oyuncu uzaklaştırmak için hamle yapmaya başlıyor, hamlesini tamamlamadan arkadan gelen İcardi, ayağını daha yükseğe uzatarak topla, topa vurma hareketini yapan defans oyuncusunun arasına sokuyor. Pozisyonun devamında hareketini tamamlayan defans oyuncusunun ayağı İcardi'in ayağına çarpıyor ve dengesinin bozulmasına neden oluyor.
Saliseler, saniyeler içinde olup biten bu pozisyonda her şeyden önce top defans oyuncusunun hakimiyet alanı içinde. Sonra bu oyuncunun arkadan gelen oyuncuyu görmesi imkansız. Arkadan araya sokulan ayağa karşı kendisinin daha önce başlamış hareketini durduracak refleksi göstermesi de imkansız. O yüzden bu pozisyonun, değil penaltı, faul ile bile değerlendirilmesi adalete aykırıdır.
Duygusal açıdan son derece sağlıklı bir yapıya sahip olan yetkin hakem yorumcusu Bünyamin Gezer'in de dahil olduğu TRT Spor yorumcularının üçü de bu pozisyona penaltı dedi. Masa başındaki hakem yorumcusu bile hata yaparken seyirci baskısı dahil bir sürü faktörün cenderesi altında anlık kararlar veren sahadaki hakemin hata yapması da son derece normal karşılanmalı.
İnceleyeceğimiz ikinci pozisyon yine aynı maçta yaşanan ve Kerem Atürkoğlu'na yapılan hareket için penaltı çalınan pozisyon. Bizce bu karar da yanlış. Kesinlikle penaltı da değil, faul de.
Bu pozisyonda hem defans oyuncusu hem de Kerem son derece hızlı bir şekilde topa doğru koşuyor. Kerem arkadan geliyor ve defans oyuncusunun önüne geçiyor. Yine defans oyuncusu başlamış olan hareketine, hemen bitiremediği için devam ediyor ve önünde yavaşlayan Kerem'e vücudunun bir yerleriyle çarpıyor ve zaten dengesiz ve kontrolsüz bir şekilde oraya gelmiş olan Kerem düşüyor.
Yine bu pozisyonda top defans oyuncusunun kontrol alanı içinde. Oyuncunun topa doğru başlamış bir hareketi (koşu) var. Bu pozisyonda da hücum oyuncusu arkadan hızla geliyor ve önüne geçiyor. Defans oyuncusunun onu görmesi ve gördüğü anda kendi koşusunu frenleme refleksini göstermesi imkansız. Bu pozisyonda da değil penaltı, faul kararı bile adalete uygun değil.
İnceleyeceğimiz üçüncü pozisyon son Galatasaray Ankaragücü maçındaki yine Kerem'in içinde olduğu ve defans oyuncusunun dengesini bozarak topu taca atmasına neden olduğu pozisyon.
Bu pozisyonda da her iki oyuncu, en ufak müdahalede dengelerinin bozularak düşmeleri olasılığının yüksek olduğu bir şekilde hızla koşuyor. Yine defans oyuncusu önde ve avantajlı. Kerem'in, hızla koşarken sağ koluyla yaptığı bir temas var. Defans oyuncusu can havliyle topu taca gönderiyor ve yere düşerek taklalar atıyor.
Bu pozisyonda Kerem'in yaptığı temasın gücü hakkında fikir edinemiyoruz. Defans oyuncusunun düşmesinde bu temasın katkısı olmuşsa karar faul olmalı, ama oyuncularımızın abartılı düşme aldatmaları da olduğu için bu pozisyon hakkında kesin bir karar veremiyoruz.
Pozisyon faul olsa bile araya taç atışı girdiği için, ve taç atışında rakip takımın savunma pozisyonu alacak yeterince zamanı olduğu için sonucunda gol olsa bile buradaki adaletsizliğin çok vahim olmadığı sonucuna varıyoruz.
İnceleyeceğimiz bir diğer pozisyon yine son Galatasaray Ankaragücü maçında Kemer Demirbay'ın kaleci Bahadır'ın karnına tekme atmasıyla sonuçlanan pozisyon. Bu pozisyon da temel mantık açısından İcardi ve Kerem'e verilen penaltılardaki pozisyonların benzeri.
Bu pozisyonda da Kerem kaleye sırtı dönük olarak hareketine başlıyor, çok kısa bir süre sonra veya eş anlı olarak Bahadır da topa hamle yapmaya başlıyor. Bahadır hamlesini daha önce bitiriyor ve Kerem geç kaldığı için hem ıska geçiyor hem de Bahadır'a tekme atmış oluyor.
Bizce bu pozisyon, yine aynı değerlendirme mantığına, ölçütlerine göre, değil kırmızı sarı kartlık bile değil ama faul. Bünyamin Gezer de aynı görüşte. Tarık Üstün ise önce kırmızıyla başladı, sonra sarı kart konusunda ısrarını sürdürdü.
Burada hemen bir parantez açalım. Tarık Üstün, tahminimize göre kırmızı kart diyecekti ama Bünyamin Gezer'in aşırı uçtaki sarı kart bile değil kararından etkilendiği ve kendisi de net bir şekilde emin olamadığı için orta yolda karar kıldı.
Tarık Üstün, kendi kararından emin olduğu durumlarda Bünyamin Gezer'e şiddetle karşı çıkmakta ve ısrarını sürdürmektedir. Ama kararından emin olamadığını düşündüğümüz bu durumda Muzaffer Şerif'in gruba uyum deneyindeki gibi ona (gruba) uyum sağlayarak orta yolda karar kılmıştır. https://psikologo.com/muzaffer-serifin-otokinetik-etki-deneyi/ Deneyin ikinci bölümünde bir grup halinde laboratuvara alınan katılımcılar, yargılarını yüksek sesle belirtmişlerdir. Başta farklı farklı mesafeler olmak üzere cevaplar oluşturan katılımcıların, bir süre sonra kendi aralarında bir standart geliştirdikleri görülmüştür. Katılımcılar, kendi standartlarından vazgeçerek grupla uyumlu cevaplar vermeye başlamış, tahminlerini yakınlaştırmışlardır. Belirsiz bir durumda katılımcılar gruba uyum sağlama eğilimindedirler.
Bu üç tartışmalı pozisyon (İcardi'ye yapılan faul ve penaltı, Kerem Aktürkoğlu'na yapılan faul ve penaltı, Kerem Demirbay'ın yaptığı rövaşata ve faul) mantıksal açıdan birbirinin kopyasıdır. İki rakip oyuncu aynı anda ya da saliseler seviyesinde farklarla arka arkaya hareket yapmaya başlıyor, defans oyuncusu ve Kerem Demirbay, rakip oyuncuyu görmeden kendi hareketini tamamlarken son anda veya sonradan pozisyona dahil olan rakibe dengesini bozacak şekilde temas ediyorlar.
Birbirinin kopyası olan bu pozisyonlarda verilecek kararların, tutarlılık açısından da birbirinin kopyası olması gerekmektedir. Ayrıca bu kararların aynı zamanda doğru, yani adil olması gerekmektedir.
Mertens'in kendini abartılı şekilde yere attığı ve defans oyuncusuna sarı kart verilen pozisyon da inceleyeceğimiz pozisyonlardan biri. Bu pozisyonda defans oyuncusu topu bırakıp Mertens'i elle uzak tutmaya odaklanıyor ama bunun net bir faul olup olmadığından emin değiliz.
Bu pozisyonu buraya almamızın nedeni Bünyamin Gezer'in çelişkili yorumu ve mantığa uymayan bazı olgular. Gezer bu pozisyonun net bir gol pozisyonu olduğunu ve son adam durumunu içerdiğini söyleyip faul kararıyla birlikte kırmızı kart da verilmesi gerektiğini söyledi.
Buradaki çelişki, Gezer'in hem net gol pozisyonu olduğunu söylemesi hem de pozisyonda faul olmadığını söylemesi. Eğer net gol pozisyonu varsa Mertens gol atmaya gitmek yerine neden kendini yere atsın. Mantık, Gezer'in net gol pozisyonu öncülü doğruysa pozisyonun da faul olması gerektiğine işaret ediyor. Mertens'in kendini abartılı bir şekilde yere atması da hakemin faul vermeyeceğini düşünmesinden, sezmesinden kaynaklanıyor olabilir.
Bünyamin Gezer sadece çelişkili yorumlarda bulunmuyor, tutarsız yorumlar da yapıyor. Örneğin Kerem Demirbay'ın Bahadır'a tekme attığı pozisyon ile İcardi'ye İstanbulspor maçında yapılan harekete verilen penaltı kararının olduğu pozsiyon mantıksal olarak birbirinin kopyası ama Gezer'in kararları birbirinin tam tersi.
Kerem arkası dönük ve kaleciyi görmüyor. Kerem ve kaleci topa karşı aynı anda harekete geçiyor. İcardi'nin pozisyonunda da defans oyuncusu arkadan gelen İcardi'yi görmüyor ya da gördüğünde çok geç, her şey saliseler içinde olup bitiyor. Defans oyuncusuyla İcardi bu pozisyonda da topa karşı aynı anda herekete geçiyor. Hatta defans oyuncusu salisele önce başlıyor harekete ama İcardi sonra başlamasına rağmen daha çabuk bitiriyor hamlesini.
Tabii tutarlılık tek başına yeterli bir özellik değil. Tuarlılığın içeriğinin doğru olması daha önemli, çünkü yanlışda da tutarlı olabilir insanlar. Örneğin Tarık Üstün, İcardi'nin penaltı pozisyonunda ve Kerem Demirbay'ın önce kırmızı sonra sarı kart dediği pozisyonlarında tutarlı davranıyor. Mantıksal açıdan birbirinin kopyası olan iki pozisyonu da cezalandırıyor ama bu yanlış bir karar, dolayısıyla Tarık Üstün'ün bu tutarlılığı yanlışta tutarlılık cinsinden bir tutarlılık.
SONUÇ YERİNE
Evet, bir dizi soyut kavram, bir dizi pozisyon inceledik. Masa başındaki hakem yorumcularının bile anlaşamadığını, çelişik kararlar verdiğini gördük. Kötü niyetli ve taraflı hakemlerin olması da bizim zehirli futbol floramızın gerçeği ama çok büyük baskılar altında anlık kararların verildiği hakemlik de zor zenaat gerçekten ve futbol oyununda sık sık dürüst hataların yapılması da kaçınılmaz.
0 notes
benimpencerelerim · 6 months
Text
SUSKUN HAYSIYET
Suskunluk, korku, tekerrür ve haysiyet…
26/04/2022 13:04
PrintPocketXFacebookPinterestLinkedInFlipboardMastodonWhatsAppTelegram
Tumblr media
MURAT SEVİNÇ
Hayır, karar şöyle hukuksuz, böyle hukuksuz diyecek halim yok. Hayır, yargı bağımsızlığı ‘zedelendi’ de yazmayacağım, zedelenemez bu yargının bağımsızlığı, onu zedeleyebilecek bir âdemoğlu yok yeryüzünde, ihtimal dışı. Karar utanç verici, yazılsa, bu da olmaz, ne utancı Allah aşkına, kim utanıyor. Konunun hukukla, yasayla, anayasayla, yargılama faaliyetiyle ilgisi mi var, adalet mi, adalet öyle mi, hah aklımızı kaybettik de bunlardan adalet bekleyeceğiz, hadi oradan.
Mücella Yapıcı ömrünü toplum yararına, ülkenin taşına toprağına doğasına adamıştır. Can Atalay, Kozağaçlı gibi, donanımlı, iyi bir insan ve avukat, küp doldurmak yerine ezilenin yanında olmayı tercih edenlerden, İstanbul’da, Soma’da, Aladağ’da, her yerde Can vardı. Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi, Tayfun Kahraman. Hepsi pırıl pırıl, kamu yararına çaba harcayan, kişisel çıkar gütmeyen insanlar. Osman Kavala’yı anlatmaya gerek var mı? Ağırlaştırılmış müebbet, eskinin idamına hükmettiler. Ha sokaktan geçen herhangi birini ha Kavala’yı şu iddianameyle yargılayıp müebbet vermişsiniz, aynı şey, delil yok delil, delil yok, bunu hâlâ anlamayan var mı, somut delil yok, var olduğu söylenenler de yasa dışı kayıtlar vs. Belli ki AK’deki ihlal prosedürü nedeniyle bir an önce ‘hüküm’ vermek gerekiyordu Kavala için, verildi. İki yıldır tutuklu bulunduğu suçlamadan beraat edip daha önce beraat ettiği suçlamadan müebbete mahkûm oldu! Türkiye’de yaşadığı ve diğer varlıklılara benzemediği, ülkesini ve insanını dert edindiği için, başka hiçbir gerekçesi yok.
Doğru, hepimiz toplumsallığımızın ürünüyüz, dağ başında tek başına geçirmiş olsak ömrümüzü böyle biri olmayacaktık, bize ne sunulduysa oyuz. Doğru, hiçbir yapısal sorunu tek tek bireylere havale etmemek, Ali ile Veli’yi olup bitenin sorumlusu görmemek gerekir, önemli olan kurumlar, tarih, kültür, sınıfsal aidiyetler, süreçler, siyaset, vesaire, hepsi doğru. 
Doğru olmasına doğru da güzel kardeşim, insansız kurum ve ilişki de olanaksız, bu da doğru. Akademik kurumların yaşadığı sorunların müsebbibi tek tek akademisyenler değil, ancak o kurumlarda akademisyenler var. Tababetin sorunlarının müsebbibi tek tek hekimler değil, ancak hekimsiz tababet yok, öyle ya. Bir siyasetçi genel anlamda siyasetin tek belirleyicisi değildir, ancak o siyasetçi orada ve bir iradesi var…
Korku son derece insanî bir duygu, ha keza endişe, günün ve geleceğin kaygısı, çoluk çocuk, ekmek parası; buna mukabil, korkunun da bir ölçüsü olmalı, çok şey istemek midir bu. Her konumlanmayı, tercihi, tutumu ‘duygularla’ açıklamak akıl kârı değil, korkarken, endişe duyarken işi onursuzluğa vardırmamalı ve aklı başında herkesin, endişe ile oportünizm arasındaki farktan haberdar olduğu da, bir zahmet hesaba katmalı.
Yargılama faaliyeti dışında her şeye benzeyen şu acayipliğin ve kuşkusuz muadillerinin ağır cezalarla sonuçlanmasının çok önemli bir nedeni, Ahmet Şık’ın adliye önünde söylediğidir, ilgisizlik, kayıtsızlık, sahip çıkmamak, yalnız bırakmak, susmak. Sahip çıkılsaydı ne olurdu, başka mesele, ama olmadı, olmuyor. En çok ses getiren, gündem olan davalarda dahi hep aynı yüzler, hep.
Ahmet Şık ya da benzer ifadelerle tepki gösterenlerin ve “Neredesiniz?” sorusunu yöneltenlerin tek derdi fiziksel görünürlük değil, tahmin edilebileceği gibi. Asıl dehşet verici olan, tepkisizlik, umursamazlık, görmezden gelme ve kim hangi acıyı çekerse çeksin, diğerinin hiç ödün vermediği bir gemi yürütme hevesiyle hayatına devam edebilmesi. En nihayetinde, evet, hep aynı bir avuç yurttaşın çektiği çile kalıyor geriye.
Yüzlerce imzacı akademisyen yargılandı Çağlayan’da, hep ama hep bir avuç meslektaş oradaydı, kabullenmesi güç bir kayıtsızlık bu. Onca meslektaşı ve üniversitelerin hali için tek satırı çok ya da belki lüzumsuz gören akademi, salgın günlerinde zoom yayınlarında konuşmacıların arkasındaki fonu tartışıyordu, belli ki dizginlemesi güç bir istekle. 
Akademiyi boş verin, 15 Temmuz ardından inşa edilen yeni ve sona ermeyen OHAL rejiminin perişan ettiği diğer yurttaş kesimlerinin yaşadığının müsebbibi de aynı suskunluk, kayıtsızlık. ‘Endişe’ sözcüğü karşılamıyor, örneğin KHK’li kardeşiyle görüşmeyi reddedenin tutumunu, arkadaşını ihbar edeni, ekmeksiz kalmış komşusunu hevesle sivil ölüme mahkûm edeni. Yüzbinlerce insan yok yere mağdur oldu, çoluk çocuk karanlık sularda boğuldu, dehşet verici toplumsal/bireysel trajediler yaşanıyor ülkenin her yerinde ve yaprak kıpırdamıyor, bu rezilliğin mazereti “Aman canım ne yapsınlar, herkes korkuyor” avuntusu olmamalı. Umursamadı ahali, umursamıyor, hak etmiştir diyor, vardır bir şey diyor, kendi başına gelmeden aldırmıyor yaşananlara, hak bilinci yok, adalet ilkesi umurunda değil, yalnızca yandaşın değil, büyük bir kesim muhalifin de. Bunca adaletsizliği seyreden bir toplum, seyreden, yalnızca seyreden bir toplum düze çıkamaz, birbirinin yüzüne bakamayacak hale gelmiş insanlarla ortak bir gelecek inşa edilemez.
Akademisyenler ‘ihanet metnini’ imzaladı, imzalamasalarmış… On binlerce ihraç şuraya buraya para yatırmış, eh sivil ölümü hak etmişler demek ki, yatırmasalarmış… Kavala zaten Sorosçuymuş, canım desenize, iyi oldu o zaman… Sahi, bir de çok sevineler var bu kararlara değil mi, olmaz olur mu. Armudun sapı üzümün çöpü, hangi ülkede kimlerle birlikte yaşayacaksın peki, ne olacak suskunluğunun karşılığı, endişe sözcüğü altına gizlemeye çalıştığın umursamazlığın ve fırsatçılığınla nereye kadar idare edebileceksin? Siyasal-toplumsal ilişkileri göz ardı edip her şeyin sorumluluğunu insana yüklemeyelim, kabul, ama insansız kurum ve toplumsal ilişki olabilirmiş gibi davranmanın da âlemi yok.
Hep aynı soruyu yinelemeli, “Böyle bir iktidar hangi niteliklere sahip bir toplumu bunca zaman yönetebilir”, AKP seçmeni şunu yaptı bunu yaptı ile geçiştirilebilecek türde değil yaşadıklarımızın ağırlığı, bu partiye oy vermeyen milyonlar var, birlikte yaşıyoruz ve birlikte seyrediyoruz olup biteni. Bir gün bitecek bu iktidar devri, şu kararları alkışlayanlar ile yıllar önce sahte deliller ve saçma sapan iddianamelerle yargılanıp benzer ağırlıkta hüküm giyen askerlere ‘oh olsun’ diyenler, AKP sonrasında da, aynı toprakta yaşamaya devam edecek. 
Nasıl bir ülke burası, kim bu insanlar, nasıl bir kültürde on yıl arayla aynı saçmalıklar sanki o arada hiçbir şey olmamışçasına yaşanabilir, o gün o kararları alkışlayan yandaşlarla bugün bu kararları alkışlayanlar, o gün çete mensubu savcılara hayranlık duyanlarla bugün Kavala delilsiz davada müebbet aldığı için dört köşe olan yandaşlar, aynı insanlar. Nasıl olabilir bu, nasıl bir yer burası… “Kavala Sorosçu” zevzekliğini marifet sanıp şunca yıl tek satır tepki göstermeyen, “Hepimiz Gezi’deydik” sloganını atıp Gezi’yi organize ettiği gerekçesiyle yargılananlara sahip çıkmayan ve kendilerini herkese enayi muamelesi yaparcasına solcu sıfatıyla tanımlayan bir kesim soytarı, başka bir ülkede değil ki, burada işte. 
Çok zor bu ülkenin işi, yurttaşlık ve asgari hak-hukuk bilinci yoksunluğuyla eli yüzü düzgün bir şeyler kurmak imkânsız. Sevmediğin insanın da hakkını savunma gereğinin, adalet ilkesinin varlığını sürdürebilmesi için yaşamsal önemde olduğu anlatılamıyor, duymuyor insanoğlu, dert etmiyor; biri boş yere cezaevine girdiğinde, biri işini kaybettiğinde, biri sokakta polis şiddetiyle karşılaştığında, bu durumun yalnızca o ‘birini’ ilgilendirdiğini zannediyor, olmuyor. Oluyor da, bu kadar işte, ne az ne çok, bu kadarız.
Ne güzel ve dirençle söyledi mahkeme salonunda, 72 yaşındaki Mücella Yapıcı… “Son sözüm olduğunu düşünmüyorum. Hırsızlık, uğursuzluk, yolsuzluk yapmadım. Yaşamımdan onur duydum. Aynı onuru benim yaşıma gelince sizin de yaşamanızı umuyorum.” Muhatapların, bu sözlerden hiçbir şey anlamadığını tahmin ediyorum. Bir de video seyrettim, İBB çalışanı Tayfun Kahraman minik kızıyla vedalaşıyordu cezaevine gitmeden önce, ne yazılır böyle bir görüntünün adından, ne söylenir, bilmiyorum. 
Seksen küsur milyon yurttaştan biri olarak, toplumcu ve kişisel çıkar gözetmeksizin insana, doğaya, ezilene emek harcayan o haysiyet sahibi insanlarla aynı değerleri paylaştığım için mutluluk ve onur duyuyorum.
0 notes
kurtlukiraz · 8 months
Link
Hudutsuz Sevda 2. Bölüm 2. Fragmanı @HudutsuzSevdaDizi Halil İbrahim yıllar sonra doğduğu şehire döner ve karşısında babasının katilini bulur. Bir ezilenler ve ezenlerin hikayesi... Oyuncular: Miray Daner, Deniz Can Aktaş, Esra Dermancıoğlu, Mesut Akusta, Biran Damla Yılmaz, Hülya Şen, Burak Sevinç, Özgür Emre Yıldırım, Emre Bulut, Haydar Şişman. TÜR: DRAM YAPIM ŞİRKETİ: MEDYAPIM YAPIMCI: FATİH AKSOY YÖNETMEN: MURAT ÖZTÜRK SENARYO: BAHADIR ÖZDENER Resmi YouTube Kanalına Abone Ol: Resmi Facebook Sayfası: Resmi İnstagram Sayfası: Resmi Twitter Sayfası: #Medyapım #FOX #HudutsuzSevda #MirayDaner #DenizCanAktaş
0 notes
gundemburadadedim · 8 months
Link
Hudutsuz Sevda 2. Bölüm 2. Fragmanı @HudutsuzSevdaDizi Halil İbrahim yıllar sonra doğduğu şehire döner ve karşısında babasının katilini bulur. Bir ezilenler ve ezenlerin hikayesi... Oyuncular: Miray Daner, Deniz Can Aktaş, Esra Dermancıoğlu, Mesut Akusta, Biran Damla Yılmaz, Hülya Şen, Burak Sevinç, Özgür Emre Yıldırım, Emre Bulut, Haydar Şişman. TÜR: DRAM YAPIM ŞİRKETİ: MEDYAPIM YAPIMCI: FATİH AKSOY YÖNETMEN: MURAT ÖZTÜRK SENARYO: BAHADIR ÖZDENER Resmi YouTube Kanalına Abone Ol: Resmi Facebook Sayfası: Resmi İnstagram Sayfası: Resmi Twitter Sayfası: #Medyapım #FOX #HudutsuzSevda #MirayDaner #DenizCanAktaş
0 notes
patlicangil · 8 months
Text
Emrah Karaduman Kimdir? Ünlü isimlerin bestelerini ve düzenlemelerini yapan Emrah Karaduman kimdir? Emrah Karaduman Kaç yaşındadır? Emrah Karaduman Aslen Nerelidir? Emrah Karaduman Müzik Kariyeri.. Emrah Karaduman Çalışmaları Başarılı aranjör Emrah Karaduman, İstanbul’da bir barda çalışırken Hande Yener’in ekibinden gelen teklif ile yıllarca Hande Yener’in yanında çalışmıştır. Ekipte klavye çalmıştır. Hande Yener’... https://www.begonya.com/emrah-karaduman-kimdir/?feed_id=162789&_unique_id=651474ad93e53
0 notes
alkimoberon · 11 months
Text
Toy Poodle Fiyatları: Sağlıklı ve Sevimli Evcil Dostunuz İçin Uygun Seçenekler
Tumblr media
Evcil hayvan sahiplenmek, birçok insan için büyük bir sevinç kaynağıdır. Sevgi dolu bir dost edinmek ve onunla ömür boyu mutlu anılar biriktirmek için Toy Poodle cinsi, harika bir tercih olabilir. Toy Poodle, sevimli ve zeki yapısıyla dikkat çeken bir köpek ırkıdır. Peki, Toy Poodle fiyatları hakkında daha fazla bilgi edinmek ve doğru bir seçim yapmak için nelere dikkat etmelisiniz?
 Toy Poodle Fiyatları ve Çeşitleri
 Toy Poodle fiyatları, birçok farklı faktöre bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Genellikle köpeğin yaşına, sağlık durumuna, kalitesine ve ailesine bağlı olarak fiyatlar belirlenir. Kaliteli ve safkan bir Toy Poodle yavrusu edinmek isterseniz, daha yüksek bir fiyat ödemeniz gerekebilir. Ayrıca, köpeğin ebeveynlerinin ırkı ve kalitesi de fiyatları etkileyen diğer faktörler arasındadır. Toy Poodle fiyatları genellikle 5000 TL ile 25000 TL arasında değişmektedir.
 Sık Sorulan Sorular
 1. Toy Poodle cinsi nasıl bir köpektir?
  - Toy Poodle, sevecen, zeki ve oyuncu bir köpek ırkıdır. Küçük boyutu ve sevimli görünümüyle dikkat çeker. Aynı zamanda kolay eğitilebilir bir yapıya sahiptir.
 2. Toy Poodle'ın bakımı nasıl yapılır?
  - Toy Poodle'ın düzenli tüy bakımı yapılmalıdır. Haftalık taranması ve düzenli olarak tımar edilmesi gerekmektedir. Ayrıca, diş ve tırnak bakımı ile düzenli veteriner kontrolleri önemlidir.
 3. Toy Poodle'ı nereden satın alabilirim?
  - Güvenilir ve deneyimli köpek yetiştiricilerinden Toy Poodle satın alabilirsiniz. İnternet üzerindeki köpek satış siteleri veya yetiştiricilerin web siteleri bu konuda size yardımcı olabilir. Murat Günork9, sağlıklı ve kaliteli Toy Poodle yavruları sunan bir yetiştirici olarak tercih edebileceğiniz bir seçenektir.
 Sevgi Dolu Bir Dost İçin Murat Günork9'la Tanışın!
Murat Güngör K9 , köpek yetiştiriciliği konusunda uzmanlaşmış bir kuruluştur. Kaliteli ve sağlıklı Toy Poodle yavrularıyla, ailelere sevgi dolu ve sadık bir dost sunmayı hedefler. Müşteri memnuniyetini ön planda tutan firma, uzun yıllardır köpek yetiştiriciliği alanında deneyim sahibidir.  Toy Poodle fiyatları ve daha fazla bilgi için Murat Güngör K9'un web sitesini ziyaret edin.
Link: https://muratgungork9.com/satilik-toy-poodle/
0 notes
damladanummana · 1 year
Text
Hüzün Yağmuru
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
muratmesutfan · 10 months
Text
Tumblr media
doğru düşünme mekanizmamı, geçmişe ve kutsalıma ait değerlerimi, geleceğimi, ortak sevinç ve kaygılarımı, kısacası, duygularımı/ duyularımı benden aldığın zaman, ben; ameliyat masasında kalmışım demektir! canımı kurtarmış olmadın! boş yere zafer narası atıp, hem kendini, hem insanları kandırma..!
Murat Mesut
14 notes · View notes
gallipolidaytours · 2 years
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/harbiye-acik-hava-yaz-oyunlari-basliyor.html
Harbiye Açık Hava Yaz Oyunları Başlıyor
Tumblr media
İBB Şehir Tiyatroları’nın, her yaştan seyircisini Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde buluşturacağı Açık Hava Yaz Oyunları, 15 Haziran 2022 Çarşamba günü sahnelenecek İki Efendinin Uşağı oyunu ile başlıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Şehir Tiyatroları, Haziran ayında sanatseverlerin karşısına üç klasik oyunla çıkıyor. Açıkhava Yaz Oyunları’nda; İki Efendinin Uşağı, 12. Gece ve Hastalık Hastası olmak üzere üç oyun sahneleniyor.
Carlo Goldoni’nin yazdığı Aslı Öngören’in yönettiği İki Efendinin Uşağı; 15, 16 Haziran tarihlerinde 21.00’de,
William Shakespeare’in yazdığı, Serdar Biliş’in yönettiği 12. Gece; 18, 19 Haziran tarihlerinde 21.00’de,
Moliere’in yazdığı Tolga Yeter’in yönettiği Hastalık Hastası; 21, 22 Haziran tarihlerinde 21.00’de sahneleniyor.
Oyunların biletleri, İBB Şehir Tiyatroları gişeleri, https://sehirtiyatrolari.ibb.istanbul/ adresi ve İBB Şehir Tiyatroları mobil uygulamasından temin edilebilir.
“Açık Hava Yaz Oyunları” Ağustos ayında yeni oyunlarla Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde sahnelenmeye devam edecek.
İyi seyirler…
İKİ EFENDİNİN UŞAĞI
Pantolone, kızı Dottore’yi oğlu Slvio ile evlendirmeye karar vermiştir ve evinde bir tören düzenler. Gençler birbirlerine aşıktır ancak daha önce Pantolone’nin kızını evlendirme sözünü verdiği ve öldüğünü sandıkları Federico Rasponi’nin bu törene gelmesiyle işler karışır. Sözlü gelenekten beslenen İtalyan Halk Tiyatrosu Commedia Dell Arte’nin seçkin örneklerinden biri olan ve uşak Truffaldino’nun kurnaz hazırcevaplığı ile ilerleyen oyun izleyicilerine keyifli bir seyir sunuyor. Carlo Goldoni’nin yazdığı Aslı Öngören’in yönettiği oyunda, Çağlar Ozan Aksu, Dolunay Pircioğlu, Eraslan Sağlam, Hamit Erentürk, Mert Tanık, Murat Bavli, Müslüm Tamer, Seda Çavdar, Volkan Öztürk, Yeliz Gerçek, Yılmaz Aydın rol alıyor.
12. GECE
Shakespeare’in en sevilen komedilerinden biri olan 12. Gece’de, ikiz kardeşler Viola ve Sebastian, bir gemi kazasından sonra, birbirlerini öldü sanıp ayrı düşerler. Viola, Illyria dükü Orsino’nun hizmetine girebilmek için erkek kılığına girer. Orsino adına güzel Olivia’ya kur yapmakla görevlendirilir. Olivia ise kardeşinin ölümünden sonra yastadır ve ayağına gelen herkesi geri çevirmektedir, ta ki şimdi erkek kılığındaki Viola’ya aşık olana dek. Bu sırada, Olivia’nın dayısı Tobi, tutucu hizmetkâr Malvolio’ya şamatalı bir oyun oynarak, bu cümbüşlü kimlik yanılması ve karşılıksız aşk hikâyesini iyice kızıştırır. William Shakespeare’in yazdığı, Serdar Biliş’in yönettiği oyunda Ali Gökmen Altuğ, Bennu Yıldırımlar, Doğan Şirin, Emrah Özertem, Ersin Umulu, Gürkan Başbuğ, Mehmet Avdan, Neşe Ceren Aktay, Nilay Bağ, Özge Kırdı, Özge Özder, Seda Fettahoğlu, Senan Kara Tutumluer, Tolga Yeter rol alıyor.
HASTALIK HASTASI
Argan hastalık hastasıdır. Evde bir doktor bulunursa hem istediğim zaman tedavi olurum, hem de cebimden beş kuruş çıkmaz düşüncesiyle, kızını bir doktorla evlendirmeye karar verir. Kızı ise bir başkasına âşıktır. Argan’ın sırf parasını seven karısı ise onu hem aldatmakta, hem de elinde avucunda ne varsa almaya çalışmaktadır.
Evin, her şeyden haberdar olan son derece zeki ve iş bilir hizmetçisinin gönlü bu duruma razı olmaz. Hakikatin ve aşkın kazanması için elinden geleni yapar.
Aşk gülücüklerinin sahtesini, gerçeğinden ayırmak zordur.
Hastalık Hastası, Klasik Fransız Tiyatrosu’nun kurucularından Moliere’in (1622 – 1673) yazdığı son oyundur. İlk kez 1673 yılında sahnelenen oyunda Moliere, eleştirilerini mesleğini kötüye kullanarak zengin hastalarını sömüren doktorlara yöneltir.
Moliere’in yazdığı Tolga Yeter’in yönettiği oyunda Barış Çağatay Çakıroğlu, Besim Demirkıran, Çağrı Büyüksayar, Çiğdem Gürel, Ersin Sanver, Gün Koper, Hüseyin Tuncel, Sevinç Erbulak, Şirin Asutay, Şükrü Türen, Tuğçe Açıkgöz rol alıyor.
Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı
0 notes
futbolpenceresi · 2 months
Text
FUTBOLDA TUTARLILIK ve INCELIK
FUTBOLUN KRİTERLERİ ve AKSİYOMLARI
Mantıkta belit terimi, bir şeyi kanıtlamak için kullanılan kanıtlanmayı gerektirmeyecek kadar açık ilke anlamını verir. Kanıtlanmayı gerektirmediği gibi kanıtlanamaz da. Çünkü kanıtlama, daha da açıklamak demektir, buysa daha çok açıklanamaz. Her belit bir ilkedir, ama her ilke bir belit değildir. Örneğin, "her bütün kendini meydana getiren parçalarından büyüktür" ilkesi bir belittir, buna karşın Einstein'in görelilik ilkesi bir belit değildir. Metafizik dünya görüşünün ürünü olan bütün mantıklar, "bir şey kendisinin aynıdır" önermesiyle dile getirilen özdeşlik ilkesini belit saymışlardır. Hegel'in diyalektik mantığı bunun doğru olmadığını meydana koymuştur. Bir şey kendisiyle bile aynı değildir, çünkü sürekli olarak değişmektedir.
https://www.diken.com.tr/hicbiri-gercek-musluman-degilse-gercegi-nerede/
Futbol oyununda ve hemen hemen her oyunda geçerli olan iki temel kriter olduğunu düşünüyoruz. Adalet ve Seyir Zevki.
Futbolda ve hemen hemen yaşamın her alanında her durumda uyulması, gözetilmesi gereken temel ilke adalete uygunluktur. Herhangi bir durumun içinde olan tarafların hiçbirinin hakkının yenmemesi gerekir.
Tartışmalı pozisyonların değerlendirilmesinde ve pozisyonlara ilişkin alınan kararlarda da bu iki ilkeye uyulması gerekir. Ama bir pozisyon hakkında verilen kararın adil olup olmadığı da belli ilkelere (aksiyomlara/postulatlara) bağlıdır. Ayrıca hakemlerin hangi hareketlerin, eylemlerin seyir zevkine katkı yaptığını da bilmesi, süzmesi, ve buna karar verecek futbol kültürüne ve bilgisine sahip olması gerekir.
ADALETİN İKİ AKSİYOMU
Bir insanın, zihinsel, bedensel ve psikolojik olarak yapmaya engel olamadığı ya da yapmaya gücünün yetmediği eylemler için cezalandırılması adalet duygumuza, ilkemize uymaz.
Bir insanın, daha sonra zihinsel, bedensel ve psikolojik olarak engelleyemeceği hatalar yapmasına neden olacak durumlara yol açacak kararlar alması, eylemler yapması sonucunda yaptığı hataların cezalandırılması adalete uygundur.
Buradan adalet ilkesinin aksiyomlarının sadece iki tane olduğu sonucu çıkmasın. Elbette başka aksiyomlar da olabilir.
Bu iki ilkenin uygulanmasına hemen herkesin bildiği araba kullanımından ve sonuçlarından iki örnek verebiliriz.
Arabasının bakımlarını yaptırmış, hız limitlerine ve trafik kurallarına göre araba kullanan bir sürücünün önüne çıkan bir köpeği ezmemek için direksiyonu ani bir refleksle kırarak yolda yürüyen birisine çarpması bu aksiyomların her ikisine de uymaktadır, dolayısıyla bu kaza nedeniyle cezalandırılması adil değildir.
Ama, içkili bir şekilde araba kullanan bir sürücünün, diğer tüm trafik kurallarına uysa bile, önüne aniden çıkan bir yayaya çarpması bu aksiyomların birincisine uyarken, ikincisine uymamaktadır. Kaza, aniden çıkma nedeniyle kaçınılmaz olsa bile, içki nedeniyle zayıflayan refleksler sürücünün reaksiyon süresinin uzamasına, frene daha geç basmasına, ve çarpmanın şiddetinin ayık bir sürücünün çarpma şiddetinden daha fazla olmasına neden olmuştur.
Çarpma şiddetindeki küçük farklar bile ciddi sonuçlara yol açabilir. Yayada kusur olsa bile sürücünün cezalandırılması adalete uygundur. Tabii yayanın aniden önüne çıkması bir hafifletici nedendir ama cezanın büyüklüğü ve hafifletici nedenin etkisi ülkenin yasalarına bağlıdır.
Yasalar da yine adalet ilkelerine uygun olmak zorunda olduğu gibi, belli davranışları caydırma amacına sahip olabilir. Caydırma amacına bağlı olarak hafifletici nedenle uygulanacak indirim çok düşük, dolayısıyla içkili davranışı caydırma saiki daha fazla olduğu için uygulanacak ceza daha büyük olabilir.
FUTBOLDA ADALET İLKESİ ve AKSİYOMLARI
İlkeyi ve aksiyomları ligimizde yaşanan pozisyonlara uygulayalım. Tabii ben Galatasaray'lı olduğum için ve ağırlıklı olarak Galatasaray'ın maç özetlerini izlediğim için örnekler Galatasaray maçlarından seçilecektir.
Her ne kadar olabildiğince hakkaniyete uygun değerlendirmeler yapmaya çalışssam da, takım taraftarlığı ve insana özgü zaaflar nedeniyle yine de kantarın topunu kaçırabilirim.
POZİSYON 1
İnceleyeceğimiz ilk pozisyon şampiyonlar ligindeki Manchester United maçında Mertens'in penaltı aldığı pozisyon.
Bu pozisyonda hızla gelen defans oyuncusunun Mertens'in sol ayağını birden öne ve sola atması karşısında ona çarpmayı önlemesi mümkün değil. Adaletin birinci aksiyomuna göre bu yüzden cezalandırılması doğru değil. Yani penaltı haksız.
Ama adaletin ikinci aksiyomuna göre oyuncunun, aşırı efor harcayarak, hızla koştuğunda, oluşabilecek ani değişikliklere karşı reaksiyon gösteremeyeceğini bilmesi gerekir. O yüzden daha sonra böyle bir önlenemeyecek bir harekette bulunabileceğini bilerek bu riski almaktadır.
Aldığı riskin ödülü pozisyonu ve olası bir golü önlemektir. Ama buna karşılık elinde olmadan faul yapabileceği bir durumu bilinçli olarak hazırladığı için de cezalandırılması gerekir. Dolayısıyla penaltı kararı doğrudur.
POZİSYON 2
Bu, daha önce incelediğimiz ve İstanbulspor maçında İcardi için penaltı çalınan pozisyondur. Daha önce aksiyomları kullanmadan bu pozisyonun penaltı olmadığını öne sürmüştüm. Şimdi aynı pozisyonu adaletin aksiyomları ışığında analiz edelim.
Bu pozisyonda defans oyuncusu önündeki topu uzaklaştırmak için vurma hareketine başladıktan saliseler sonra İcardi daha hızlı davranarak ayağını topla oyuncunun ayağı arasına sokmuştu. Defans oyuncusu vurma hareketinin sonucunda topa değil İcardi'nin ayağına vurmuş ve onu düşürmüştü.
Bana göre adaletin iki aksiyomuna göre de bu pozisyon penaltı değil. Oyuncu hareketine başladığı için ve pozisyon çok kısa sürede gerçekleştiği ve insan vücudunun refleks süreleri yeterli olmadığı için İcardi'nin ayağını gördüğü anda ayağını çekmesi mümkün değildir. Dolayısıyla adaletin birinci aksiyomuna göre bu pozisyon penaltı değildir.
Dahası, adaletin ikinci aksiyomuna göre de bu pozisyon penaltı değildir. Çünkü bu pozisyonda İcardi arkadan gelip ayağını soktuğu için defans oyuncusunun böyle bir durumu önceden öngörmesi mümkün değildir.
POZİSYON 3
Bu pozisyon da son oynanan Antalyaspor maçında İcardi'nin koşarken düşmesi/düşürülmesi için penaltı çalınmadığı pozisyondur. Adaletin aksiyomlarına dayandırarak bu pozisyonun penaltı olduğunu düşünüyorum.
Pozisyonda İcardi önde, defans oyuncusu son derece yakın bir şekilde arkasında koşarken İcardi gelen ortaya yükselip kafa atmak için durmuş ve defans oyuncusu ona çarparak düşmesine neden olmuştu.
Adaletin birinci aksiyomuna göre İcardi birden durduğu anda defans oyuncusunun durması mümkün olmadığı için cezalandırma adil değildir. Ama defans oyuncusu bu şekilde çok yakın ve hızlı (belki de kontrolsüz) koştuğu için oyunda böyle aniden gelişen durumların oluşabileceğini bilmek zorundadır. O yüzden bu pozisyonda ilerde hata yapabileceği durumların olşabileceğini bile bile bu şekilde koşmuştur, dolayısıyla adaletin ikinci aksiyomuna göre bu pozisyon penaltıdır.
POZİSYON 4
İnceleyeceğimiz son pozisyon da yine son Antalyaspor maçında yaşandı. Bu posizyonda Kazımcan ve hücum oyuncusu arasındaki mücadelede forvet düşmüş ya da düşürülmüştü. Bana göre(varsayım) bu pozisyonda forvet Kazımcan'ı geçtikten sonra Kazımcan'ın ayağını önüne atması sonrasında onun ayağına takılarak düştü.
Forvet açısından baktığımızda, oyuncunun Kazımcan'ın ayağını hızla sokması nedeniyle çarpmayı önlemesi mümkün değil. Bu adaletin birinci aksiyomu kapsamında. Yani cezalandırılmaması gerekir.
Cezalandırma için bir parantez açalım. Pozitif ve negatif cezalandırma olarak iki tür cezalandırma var. Pozitif cezalandırma kişinin canını yakacak bir eylem, davranış, harekettir. Negatif cezalandırma ise kişinin bir ödülden yoksun bırakılması.
Bu pozisyonda önleyemeyeceği bir çarpma sonucu düşen forvet negatif olarak cezalandırılmakta ve bu düşme nedeniyle verilecek penaltı ödülünden yoksun bırakılmaktadır.
Öte yandan forvetin defans oyuncusunun böyle hareketler yapabileceğini bilmesi ve öngörmesi gerekir. Yani ayağın oraya gelebileceğini ve bir çarpma olabileceğini bilmesi, öngörmesi gerekir. Dolayısıyla öngörebileceği bir çarpma nedeniyle çarpma sonucu düşmesine ait cezadan muaf olmaması, yani penaltı ödülünden yoksun bırakılması gerekir.
Aynı pozisyona defans oyuncusu açısından baktığımızda Kazımcan'ın ayağını öne atmayı engellemesi imkansız değildir. Adaletin birinci aksiyomu geçerli değildir. Ama Kazımcan'ın ayağını öne atma dışında pek savunma hamlesi olmaması nedeniyle bunu yapmaması savunma görevini yerine getirmemesi anlamına gelir. Fakat böyle bir hamleyi yapması, taşıdığı riskleri de kabul etmesi ve oluşabilecek "kaza" durumunda hatasının bedelini ödemeyi kabul etmesi anlamına gelir.
Öte yandan Kazımcan'ın, ayağını öne attığında da forvetin kendi ayağına çarpabileceğini, takılabileceğini ve düşebileceğini bilmesi gerekir. Yani Kazımcanın, bilinçli olarak önceden öngörebileceği bir duruma (forvetin ayağına çarpması) yol açtığı için cezalandırılması adildir.
Ayrıca bazı (yanlı/GS) yorumcular bu pozisyonun, topa ilk dokunma aksiyomuna dayanarak penaltı olmadığını öne sürüyor. Bu aksiyomun ek bir aksiyomla tamamlanması gerektiğinden biraz ilerde söz ettim.
Eğer forvet Kazımcan tarafından düşürülüyorsa, ilk topa müdahale bile olsa bence bu pozisyon bu aksiyomlara göre penaltı. Çünkü Kazımcan önce topa müdahale etse de topu forvetten güvenli bir şekilde uzaklaştıramadığı (taca, kornere veya kendi oyuncusuna atamadığı) için topa vurduktan sonra forveti düşürmeseydi top yine onun kontrolünde olacak ve pozisyon devam edecekti.
Ama yine de forvet takıldığı için Kazımcan'ın ayağını öne atması dolaylı bir düşürmedir. Kesin olarak penaltı demek adalet duygumuza aykırı durmaktadır. Açıkçası bu pozisyon için ben kesin bir karar veremiyorum.
Bana göre, adaletin aksiyomlarına dayanarak bu pozisyon için hem penaltı verilebilir hem de verilmeyebilir. Defans oyuncusu açısından bakarsak penaltı. Forvet açısından bakarsak penaltı değil.
Böyle ikircikli, iki arada bir derede durumlarda, futbolun diğer kriterine bakmak gerektiğini düşünüyorum. Diğer kriter de seyir zevkini arttırmak, bol gollü, daha heyecanlı, mücadeleli maçlar oluşmasını sağlamak.
Bu kritere göre (bence) pozisyonu penaltıyla cezalandırmak gerekiyordu. Penaltı hem maçın daha gollü olmasını sağlayacak hem de Galatasaray kazanmak zorunda ve daha güçlü bir takım olduğu için reaksiyon vermek zorunda kalacak dolayısıyla daha fazla hücum yapmak ve mücadele etmek, riskler almak zorunda kalacaktı. Bunun sonucunda hem Galatasaray'ın hem de kontratak fırsatları nedeniyle Antalyaspor'un daha fazla gol atma olasılığı artacak, seyir ve mücadele zevki daha yüksek bir durum oluşacaktı.
POZİSYONLARIN ÖZETİ
İncelediğimiz diğer pozisyonlara da defans ve forvet oyuncusu açılarından bakıldığında benzer analiz sonuçları ortaya çıkacaktır. Yine ikircikli durumlarda futbolun ikinci kriteri devreye girecektir.
Mesela İcardi'nin birden durduğu anda arkasından gelen defans oyuncusunun kendisine çarpacağını bilmesi gerekir. Defans oyuncusunun da önündeki oyuncunun birden duracağını bilmesi gerekir.
Her iksi de bildiği, öngörebildiği halde o duruma yol açan hareketleri yapmaktadır. Bu durumda tutarlılık açısından her ikisinin de cezalandırılmaması ya da her ikisinin de cezalandırılması gerekmektedir.
Adalet aksiyomunun böyle ikircikli, çelişkili kararlara yol açtığı durumlarda diğer kriterin devreye sokulması şarttır.
OLASI DİĞER AKSİYOMLAR ve DURUMLAR Tartışmalı pozisyonlarda çok sık ortaya çıkan durum ve tartışma konusu topa önce kimin dokunduğudur. Bu tartışma da belki bir aksiyoma indirgenebilir. Yani, bir pozisyonda önce harekete geçen oyuncuya pozitif ayrımcılık yapılır gibi bir kural oluşturulabilir ama bu bile yeterli değildir. Topa önce dokunma / vurma özelinde bakalım.
Defans oyuncusunun, ceza sahası içinde, yanından topu sürerek hızla geçen forveti düşürmeden önce topa ondan önce vurarak kornere attığı durum ile topa yine daha önce vurduğu fakat topun yönünü ve hızını (forvetten uzaklaşmasını) çok az etkilediği ama hareketinin sonrasında yine onu düşürdüğü durum farklı durumlardır ve farklı kararların konusudur.
Birinci durumda penaltı yerine korner atışı verilmesi uygundur (bana göre), ikinci durumda ise penaltı verilmesi gerekir. Yani adaletin aksiyomlarında olduğu gibi hamle önceliğinde pozitif ayrımcılık (topa önce vurma gibi) aksiyomunu tamamlayan ikinci bir aksiyom gerekmektedir.
Aksiyomları belirleyecek olan merciler ve aktörler ise futbolun otoriteleri ve uzmanlarıdır. UEFA komiteleri, Türkiye Futbol Federasyonu ve futbol hakem kurulu, spor adamları, hakemler gibi.
NOTLAR
Elbette bu futbol yazıları çok büyük bir değere sahip değil ama farklı bir bakış açısı getirmeyi, futbola farklı gözlüklerle bakmayı sağlayabileceği için aynı konuya sadece futbol penceresinden ve uzmanlığıyla bakan görüşleri bir nebze olsun renklendirebilecek, çeşitlendirebilecek ve genelde sabah yürüyüşlerinde kafada yarı bilinçli bir şekilde ortaya çıkan karalamalar.
Yürüyüşün faydaları üzerine karaladığım bir deneme de şöyle: https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670846850408071168/serlok-holmes-gibi-dusunmek
0 notes
benimpencerelerim · 6 months
Text
HAYSIYETLI OLUM
Murat Sevinç [email protected]
Haysiyet...
İlk kez duyduğum (çok yeni sayılır) bir yayınevinden, Kıraathane Kitapları’ndan çıkmış bir çalışma (2019). Kahramanları Gaye Boralığlu ve Ümit Kıvanç. Kahraman diyorum, zira ‘yazan’ konumunda değiller. İki değerli yazar belli aralıklarla bir araya gelmiş ve bir kavram üzerine fikir alışverişinde bulunup tartışmış. Ortaya okuması çok zevkli bir kitap çıkmış.
13 Haziran Perşembe 2019   Saat: 00:02
Haysiyet.
Yazması da, konuşması da kolay bir sözcük/kavram değil. Bir ağırlığı, güzelliği var. Haysiyet, ediniliyor. Bir gün, bir şeyden vazgeçmeyi gerektiriyor. Bir gün, açıkça hayır diyebilmeyi. Bir gün, görmezden gelmemeyi. Bir gün, inat etmeyi. Bir ömür inşa ediliyor. Bazen de, edilemiyor. Filizlendiği toprağa ve koşullara göre değişiyor tabii şekli şemaili. Bir kültürün haysiyetten anladığı, diğerinin gülümseme gerekçesi...
Haysiyet, onur, gurur, şeref... Sık ve bazen biri diğeri yerine kullanılan sözcükler. Eş anlamlısı ‘onur.’ Konuyla doğrudan ilgisi olmasa da (!) hemen burada çok kısa bir mesleki gevezelik yapmak istiyorum! Hatırlarsınız belki, sekiz yıl önceki seçimlerin ardından partiler arası ‘yeni anayasa’ komisyonu oluşturulmuştu. Dört partiden üçer üye. Toplam on iki milletvekili. İçlerinde yalnızca bir kadın (HDP) üye vardı. Erkek futbol takımı görünümündeki bu komisyon, ‘demokratik’ bir anayasa hazırlayacaktı.
Her neyse... O günlerde bir pazar günü, artık küçük boyutta yayınlanmaya başlayan Radikal’in ön sayfasında yeni anayasanın ilk maddesi müjdeleniyordu: “İnsan onur ve haysiyeti dokunulmazdır.” Alman Anayasası’na (1949- Temel Yasa) benzetmeye çalışmışlar ama tam olmamıştı! Eğer yeteri kadar TBMM Tutanak Dergisi okuduysanız, bir cümlede neden eş anlamlı iki sözcüğün arka arkaya kullanıldığını tahmin edebilirsiniz. Muhafazakâr üyeler Arapça, diğerleri Türkçe karşılığını tercih etmiştir. Tartışma çıkmıştır. Konu o kadar uzamıştır ki, sonunda biri çıkıp “İkisini birden yazalım,” demiştir. Sorun çözülür. Çaylar içilir.
Bu örneği, kuşkusuz sözcük tercihlerinin de ‘ideolojik’ olduğunu anlatabilmek için veriyorum. 1982 Anayasası hazırlanırken, ‘hürriyet’ mi yoksa ‘özgürlük’ mü olsun tartışması yapılıyor. Öyle ya, ‘Hürrrriyet” yazılırsa, çok daha güçlü bir söyleyişi olacak; ayrıca ‘özgürlüklerden’ de kurtulacaksın! Anayasa’daki tüm hak ve hürriyetlerin köküne kibrit suyu dökülürken gündeme geliyor bu tuhaflık.
Peki, eş anlamı iki sözcükten birini tercih etmek, diğeri lehine ya da aleyhine farka neden olur mu? ‘Haysiyet’i tercih eden bir yazar, neden ‘onur’u tercih etmemiştir. Bunun nedeni, yukarıdaki örnekte olduğu gibi ‘muhafazakârlık’ olmak zorunda değil, tahmin edebileceğiniz gibi. Misal, İstanbul ‘şehir,’ Ankara ‘kent’ benim için. İki yönetim birimi arasında bir fark var mı? Yok. Ama sözcükler arasında var işte, ikisi için aynı sıfatı kullanamıyorum.
Tumblr media
İlk kez duyduğum (çok yeni sayılır) bir yayınevinden, Kıraathane Kitapları’ndan çıkmış bir çalışma (2019). Kahramanları Gaye Boralığlu ve Ümit Kıvanç. Kahraman diyorum, zira ‘yazan’ konumunda değiller. İki değerli yazar belli aralıklarla bir araya gelmiş ve bir kavram üzerine fikir alışverişinde bulunup tartışmış. Ortaya okuması çok zevkli bir kitap çıkmış. Öylesine güzel geçişler ve karşı çıkışlar var ki, okurken bazen araya girip bir şeyler söyleme ihtiyacı hissediyorsunuz!
“Kitap Stüdyosu: Haysiyet.”
Arapça, onur, şeref, değer gibi karşılıkları olan ‘hays’ kökünden gelen haysiyet sözcüğünün kökeni, anlamı, farklı boyutları üzerine (kavram, bireyi iç dünyasındaki ve toplumsal/siyasal karşılıkları) konuşarak başlıyorlar. Latince kökeninin (dignitate) karşılığı, ‘güzel asalet.’ Haysiyet, toplumsal bir varlık olan insana özgü. ‘Haysiyet’ ve ‘riya’ kavramlarına yazılarında çok özel bir yer veren Kıvanç’ın, kitabın hemen başındaki cümleleri şöyle: “Haysiyeti tartışırken karşımıza çıkan sorunun, adaleti tartışırken karşımıza çıkan sorun gibi olduğunu düşünüyorum. Meşhur bir laf vardır: ‘Adaleti herkes başka türlü tarif eder ama adaletsizliği tarif etmekte herkes anlaşır.’ Haysiyet konusunda da biraz böyle geliyor bana... Tartışanlar çoğaldığı ölçüde çeşitli yerlerinden tutulabilir ama haysiyetsizlik konusunda daha net olacaktır insanlar.”
Boralıoğlu, insandan yola çıkarak varılan haysiyet tanımına pek katılmıyor. Tüyleri kesilmiş bir köpeğin kanepenin altından çıkmayışı ya da ölü yavrusunu sırtında taşıtan balina örneklerini hatırlatıyor. Hemen ardından Aristo’nun tanımına başvuruyor: “Haysiyet, onurlu şeylere sahip olmak değil, o onuru hak ettiğinin bilincinde olmaktır.”
Bu sayfalarda başlıyor iki yazar arasındaki görüş ayrılıkları ve yeni bir kapı aralamaya yönelik itirazlar. Kitap, dinmeyen itiraz ve ‘ama’larla ilerliyor. Siz de okurken, kendi kendinize itiraz ediyor, katılıyor ve katılmıyorsunuz. Bir okur olarak, Kıvanç’ın haysiyet için yaptığı “İnsanın ayırt edici özelliği,” tanımına katıldığımı söylemeliyim. Aristo’nun tanımını hatırlarsak; bir bilinç gerekiyor haysiyet için. Sahip olmak değil, hak ettiğinin bilincinde olmak. Haliyle, doğuştan kazanılan bir nitelik mi değil mi?
Bir şeyi açmak gerek sanırım. İnsan hakları kuramlarına, 17'nci-18'inci yüzyılda ürün veren kimi düşünürlerin doğa durumu-sözleşme betimlemelerine ve doğal hukuk-pozitivizm ayrımlarına bakıldığında, soruya dair farklı yaklaşımların bulunduğu görülür. Nitekim iki yazar insan hakları meselesine giriyor ama anlaşılabilir bir biçimde fazla oyalanmadan oradan başka konulara geçiyor. İnsanın bazı haklara doğumla birlikte sahip olduğu ve her insanın bir onuru olduğu ilkeleri... İlkini bir yana bırakalım. Hukuk metinlerinde, anayasalarda vs. yer alan ‘insan onuru,’ haysiyetli ya da haysiyetsiz, her bir insan için geçerlidir. Bu başka bir mesele. Dolayısıyla, “Bilmem kim insan mı ki, insan hakkı olsun?” sorusu, insan hakları hukuku açısından anlamsızdır. Kitapta tartışılan ‘haysiyet’ ise bir yanıyla hukukun konusu insan onurunu kapsıyor olsa da aslında daha fazlasını anlatıyor. Bir örnek: İşkence gören de işkenceci de insandır ve dokunulmaz olan ‘insan onuru,’ ikisi için de geçerlidir. Fakat biri, onursuzluk/haysiyetsizlikle malûldür. Mesele bu.
Bu nedenle haysiyetin, ‘kazanılan,’ ‘elde edilen,’ ezcümle, emek gerektiren bir haslet olduğunu bir kez daha hatırlatmakta yarar var. Örneğin, mahcubiyet. Mahcup olamayan biri, nasıl insani muhakeme yapacak? O muhakeme, insanın önce kendisini yerden yere vurmasını gerektirmiyor mu? Rahmetli annem, “Allah’tan korkmaz kuldan utanmaz,” derdi sinirlendiğine. Memlekette mahcup olabilmenin giderek daha nadir görülen bir davranış haline gelişi vahim değil mi? Bırakın sığ siyasi tartışmaları, akşam eve sakin dönebilen, o gün içinde bir kabalıkla karşılaşmamış tanıdığınız var mı? Şehir sularına bir bönlük ve arsızlık sıvısı katılmış gibi.
Boralıoğlu-Kıvanç diyaloğu tarihsel gözlemlere de yer veriyor. Batı tarihi, Türkiye tarihi, o tarihin şimdiki aşaması...
Peki haysiyet öğretilebilir mi? Eh kuşkusuz. Başka türlü nasıl edinir insan! Peki başlı başına bir ‘haysiyetsizlik’ kaynağı olan kapitalizmde bu mümkün mü? Kolay iş değil. Bu sistem, öncelikle hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamayı, kazanmayı, giyinmeyi, harcamayı, biriktirmeyi salık veriyor bize. Ya dinler, inanç sistemleri? Sınıflı toplumlarda dinin işlevi? Ahlaktan kopuk bir din nasıl olur? Bana kalırsa imandan, seküler ahlakı çıkarınca geriye İŞİD kalır. Bir ateist son derece ahlaklı, haysiyetli olabilir. Bir dindar, ahlaklı ve haysiyetli olabilir. Ve bir dindar, ahlaklı olmayabilir. Bu satırları okuyanlar örnek bulmakta çok zorlanmazlar diye tahmin ediyorum. Uzatmadan şöyle bitsin din konusu: Din/iman, toplumsal (ister laik ister seküler ilişki biçimleri denilsin, fark etmez) ahlaktan koparıldığında, kapitalizmin gereksinim duyduğu insan ve ilişki biçimine uygun rıza üretilmiş oluyor. ‘Rezidans’ ve ‘dört çeker jip’ dindarlığına eşlik eden, ‘kulağıma su kaçınca orucum bozulur mu?’ imanı.
Mültecilikten üçüncü dünyacılığa, işkence-iktidar ilişkisinden faşizme, yas tutma hakkından düşmana saygıya, haysiyet ile sınıf gerçeği ilişkisine, devlet-yurttaş ilişkisinden haysiyetin cesaret ile bağına, aşk ilişkisinden aile ilişkisine ve oradan Sarı Yelekliler hareketine, yazı yazmanın risklerinden yalan dolana inanmaya ya da inanmış gibi yapmaya ve Kürtler’in, ezilenlerin, tahtakurusu ile uyumak istemediği için hedef gösterilip tutuklanan işçilerin hâllerine... Sahi, işçi ölümleri bir haysiyet konusu değil mi?
Çok şey konuşuluyor kitapta. Bakmayın konu çeşitliğinin verdiği ‘savrukluk’ izlenimine, her biri bir yerde diğerine bağlanıyor. Filmlerden, kitaplardan örnekler veriliyor. Dedim ya, bazen lafa karışmak istedim! Karışabilsem, örneğin “12 Öfkeli Adam” filmini ve “Cyrano de Bergerac”ı da haysiyet listesine eklerdim. Cyrano önerim biraz çocuksu, fazla romantik gelecek belki. Gelirse gelsin!
Yukarıda özetlemeye çalıştığım başlıkların her birine ilişkin sayfalarca yazılabilir. Her satırda başka bir hatıra geliyor insanın aklına. Sizi bilmem, benim şu yaşıma dek, “Acep şu sözüm ya da davranışım doğru muydu?”, “Ne halt etmeye söyledim ki?” “Allah beni kahretsin!” dediğim çok oldu. Çeyrek yüzyıldır aklımdan çıkaramadığım şeyler var. “Neden öyle davrandım?” Muhtemelen ölene dek hesaplaşacağım bazı saçmalıklarımla. Tahmin ediyorum sizin de vardır, haysiyet terazisine çıkardığınız anlarınız.
Kitabın 65-66. sayfalarına gelince, birden konu ‘bize’ geliyor! Bana ve KHK ile atılan diğerlerine, meslektaşlarıma. Haysiyet konulu kitapta, ‘sivil ölüm’ adı verilen ve siyasal İslamcı ahlakının nefis bir örneğini oluşturan hikâyeden söz etmeden olmazdı tabii. Konu, Hannah Arendt’ten açılıyor aslında. Arendt’in ifadesiyle “Haklara sahip olma hakkının gasbı.” Uyduruk KHK’lerle, yurttaşların pek çok hakkının gasp edilip açlığa ve işsizliğe mahkum edilmesinin özeti. Arendt bu ifadeleri Nazi deneyimi üzerine yazarken kullanıyor malumunuz. Nazi deneyimi.
Evet, bir insanın temel haklarından ve yurttaşlığından mahrum edilmesinin şahane tanımı hakikaten, ‘haklara sahip olma hakkının gaspı.’ Nedensiz gözaltılar, nedensiz tutuklamalar, yıllarca pisi pisine hapiste tutmalar, işkence ve kötü muamele, kayıplar, yargısız infazlar, sorgusuz sualsiz açlığa mahkûmiyet...
Ahmet Şık’ın savunmasını, Selahattin Demirtaş’ı anmadan olur mu burada? Ne dedi mahkemede Demirtaş, “Sizden beraat talep etmiyorum.” Kapağında ‘Haysiyet’ yazan bir kitabın içinde yalnızca bu cümle yer alsa. Yetmez mi?
Madem konu ‘sivil ölüme’ gelmiş kitapta, izninizle kişisel bir deneyimle bitirmek istiyorum yazıyı.
Atılan, yani ‘sivil ölüme’ mahkum edilmek istenen meslektaşlarımla konuşursanız, hepsinde bir ‘kırılma’ anı olduğunu görürsünüz. Atılan imzadan pişmanlık, rejimin niteliğinden habersizlik, memleketi tanımamaktan kaynaklanabilecek manasız hüzün değil, söylemek istediğim. Kimsede böyle şeyler olmadı.
Kastettiğim, çok daha insani bir şeyler. Koridor komşusunun, adını listeye yazdıranlardan biri olduğunu öğrenmek... Yıllardır yüz yüze bakılan meslektaşların, kapılarını kapayıp geçmiş olsun dahi demeyişi... Ömrü boyunca Arendt çalışmış ‘atılan’ felsefecilerin olmadığı, korkudan (!) davet edilemediği ‘Arendt toplantısının’ yapılabilmesi, örneğin. Ve o toplantının başlığının, “Hakikat ve Adalet” oluşu! Böyle hikâyeler kırdı insanların kalbini. Yıllarca aynı masada yemek yediğinin, haysiyetsizliğine tanık olmak.
Atıldıktan bir hafta sonraydı sanırım. Ankara’nın şubat soğuğu. Hafta sonu, babadan kalma aracımla kampüse gittim kitapları taşımak için. Yirmi dokuz yıldır girdiğim kapıdan, almadılar. Özel güvenlik, güvenlik gerekçesiyle izin veremeyeceğini tebliğ etti. “Yahu toplanmak zorundayım, ne demek alamıyoruz,” dediğimde, utandılar (bu iyi bir şey!) ve “Hocam o zaman arka kapıdan girin, kamerayla gözlüyorlar, bizim başımız derde girmesin,” dediler. Kampüsün arka kapısından girip yirmi bir yıldır oturduğum odama varabildim. Kitaplarımı, eşyalarımı aracın bagajına ve koltuklarına doldurdum.
Bir KHK’de olmak, atılmak, iş bulmanın engellenmesi, yurt dışı yasağı vs. zerre kadar umursamıyorum bunları. Hikâyenin devamını tahmin ediyorum çünkü. Ciğeri beş para etmez haysiyetsiz çakalın biri, politik bakımdan hazzetmediklerinin adını bir listeye yazdığı için, üzülecek değilim. Hiçbirimiz değiliz. Nasıl bir rejimde yaşadığımı ve diğer insanların ne çektiğini, yaşadığını da biliyorum. Hepimiz biliyoruz.
Fakat o kapıdaki davranış kazındı kaldı zihnime. O haysiyetsizlik. Bir de o kapının ardında oturup olanları ‘hiç umursamayan’ sahtekâr meslektaşların hâli. Haysiyet? Ne ağır ve güzel bir sözcük...
Gaye Boralıoğlu’nun sözcükleriyle bitiyor kitap:
“Allah hepimize haysiyetli ölüm nasip etsin.”
0 notes
kurtlukiraz · 8 months
Link
Hudutsuz Sevda 1. Bölüm 3. Fragmanı Hudutsuz Sevda İlk Bölümüyle 21 Eylül Perşembe 20.00'de FOX'ta! Halil İbrahim yıllar sonra doğduğu şehire döner ve karşısında babasının katilini bulur. Bir ezilenler ve ezenlerin hikayesi... Oyuncular: Miray Daner, Deniz Can Aktaş, Esra Dermancıoğlu, Burak Sergen, Biran Damla Yılmaz, Hülya Şen, Burak Sevinç, Özgür Emre Yıldırım, Emre Bulut, Haydar Şişman TÜR: DRAM YAPIM ŞİRKETİ: MEDYAPIM YAPIMCI: FATİH AKSOY YÖNETMEN: MURAT ÖZTÜRK SENARYO: BAHADIR ÖZDENER FOX Resmi Web Sitesi: Hudutsuz Sevda Resmi Web Sitesi: #FOX #HudutsuzSevda #MirayDaner #DenizCanAktaş
0 notes