Bilmeceyle kendimizi keşfediyoruzda bugün: ben terlemekten utanıyormuşum.
Ay durun durun gitmeyin hemen bu iyice delirdi diye, anlatıyorum: ben çok terleyen bir insanım. Oldum olası öyleydim ve bunu söylerken yalnızca egzersizden spordan bahsetmiyorum. Sıcak bir günde azıcık tempolu yürüyeyim, esinti olmayan bir toplu taşımada beş dakika oturayım anında şakaklarımdan, boynumdan süzülen damlaları, dudak üstümde boncuk boncuk terleri görürsünüz. E dümdüz yaşadığımda hal böyleyken spor yaptığımda siz hayal edin! Domatese dönen bir surat, tuttuğum, oturduğum, temas ettiğim her yer ıslak.. anladınız durumu.
Ben bu durumdan hep çok rahatsız olur(d)um ve mütemadiyen kendi kendime “ıyy ter içinde kaldım yine” derdim. Herkesin böyle olmadığını da biliyor ve sarf ettiği efora rağmen terlemeyen insanları düpedüz kıskanıyordum.
Bugün dolmuşta yüzümden süzülen ter damlalarını hissedip kendi kendime gıcık olurken ilk defa şunu sordum: ben bundan niye bu kadar rahatsız oluyorum? Tabiki anlıyorum hoşlanılacak bir durum değil bunda hemfikiriz ama bu kadar kurulmanın alemi var mı? Sonuçta insan bedeninin yaptığı bir şey bu, bir çok insan yaşıyor, deodorantını kullanıyorsun kimseye bir zararın yok, ortamın değiştiğinde beş on dakika içinde değişecek bir hal, neden kabullenmek yerine bu gıcık olma hali?
Biraz deşince beni de hayrete düşüren cevaplar çıktı içimden. Öncelikli ve en belirgin olanı şu: zihnimdeki kodlara göre görülür biçimde terlemek kadınsılığa ve zerafete ters düşen bir durum (elbet spor dışı hallerden bahsediyorum). Zarif bir kadın olarak tanımlar mıyım kendimi bilmem ama anlaşılan bir yanım öyle görünmek istiyor. Bunu düşünür düşünmez aklıma magazinlerin çeşit çeşit ünlü kadının koltukaltındaki ter izlerinin fotoğrafını paylaşarak kadınları ayıpladığı kareler üşüştü. Ben kendi kendime uydurmamışım bunu, tamam.
Bununla beraber gelen başka bir olgu ise çabasızlık (effortless) kavramı oldu. Sanıyorum bu da zerafetten tamamen bağımsız değil gerçi. İnsan (ben) bir şekilde çabasızlığı çekici, büyüleyici buluyor. Burada bahsettiğim şey emek sarf etmemekten ziyade bir şeyleri rahatlıkla yapabiliyor olmak ya da öyle görünmek. Aslında farklı farklı alanlarda hepimiz kendimizi öyle göstermeye çalışıyoruz. Yılların emeği, öğrenmesi sonucu kolayca yaptığımız bir iş övüldüğünde “bu benim için çocuk işi” demek, belki de saatlerce düşündüğümüz kombinimiz beğenildiğinde “ay öylece uyduruverdim” demek buna örnek. Elbet bunlar başka boyutlarla da açıklanır fakat çok çabalamamış izlenimi vererek güzel, becerikli, başarılı, güçlü görünmek ortak bir arzumuz sanırım.
E bunun terlemeyle alakası ne derseniz de hemen söylüyorum çünkü bende ter=çaba. Yokuş çıkan iki kişiyi düşünün: biri yukarı vardığında başladığı haliyle aynı gözüküyor diğeri ise kan ter içinde. Elbette kan ter içinde olan kişi aynı yokuşu çıkmak için daha çok çaba sarf etmiş diye düşüneceksiniz. “Tamam düşünelim ne var, sonuçta ikisi de varmış yukarı ayrıca terleyen daha çok zorlanmasına rağmen yapmış bu tebrik edilesi değil mi?” de denebilir. Bu senaryoyu kafamdan geçirdiğimde ise aklıma gelen kelimeler zayıflık ve kontrol oluyor. Bir şeyin seni ne kadar zorladığını gizleyemiyor olmak bir zayıflık göstergesi diye düşünüyor ve dışarıya ne kadar bilgi verdiğimle ilgili kontrolün elimde olmasını istiyor bir yanım. Tabiki daha makul yanım çabanın kıymetini, zorlandığını gösterebiliyor olmanın erdemini biliyor ama çelişkilerle doluyuz azizim.
Buna girmedim ama belki beden algımla da alakası var bu yüksek dozda rahatsız olmamın, olabilir, olsun. Her ne ise sebebi ben artık utanmayacağım. Hem huysuz ve tatlı kadın oluyorsa terli ve zarif kadın da olur bence asdfjslfşj (asla ciddiyetle yazı tamamlayamıyordu).
22 notes
·
View notes
The Yandere Space Marine Masterlist
Descriptions
Dark Angels
Azazel Erros x Mortal/Pet
Secret Sin
Azazel rework: Sick Thoughts
Emperor's Children
Palion Hiss x Muse
Beauty in the Eye
Iron Warriors
Harram the Wallbreaker x Orichalcum/Ori
Heartless Madness
White Scars
Nogai Sengik x Хонгор
I wanna be your slave
Space Wolves
Captain Arkyn Joriki x Elskling
War Wife
Volak x husband
Algir x gn partner
Baldun x wife
Olgus x husband
Svat x wife
Rune Priest Odus x wife
Hvold x wife
Seven Brides for Seven Brothers
Imperial Fists
Astel Redlane x Mouse
The Spider Suite
Night Lords
Ghosk Sevyrarek x Rabbit
Run Rabbit Run
Anrir Nor x Caretaker
Pastel Bats
Sleeping Fields
Blood Angels
Sirus Amah x Moonlight
Your Blood is like Heaven to me
The right shade of red
Iron Hands
Vauth Marlos Marlos Vauth x Byte
Automat
Ozone
Logic Bomb (Bispecsual)
World Eaters
Zul Gospod x Spaseniye
Peace of Mind
Ultramarines
Tulio Sydo x Psychi/Psychoula
Courage and Honor
A Nymph by the river
Just under the skin
Gift from thevoidscreams
Thundering call
Clothes stealing pregnancy edition
Jealous Tulio
Loyalty Swap: Superbeast
Death Guard
Solos Phorgur the Reaper x Lovie
Toxic Love
Thousand Sons
Nakht Rhan x Birdie
Bye Bye Birdie
Black Legion/Luna Wolves
Zhur Painbane x Dolli Quest
Glaubenskraft (DD:DNE Rape)
Early morning sex
Garviel Loken x ???
???
Word Bearers
Jihias Kinreaver x Lamb
Sacrament of Sin
Salamanders
Nubin Orenn x Bev To'ken
Aishite Aishite Aishite (DD:DNE Incestous Language)
Aishite Aishite Aishite (alternative)
???
Tears of a Dragonheart
Raven Guard
Sor Delyn/Kazi Delax/Moremo Klaek x Dove
Just Let us Adore You
Love You Like a Love Song
What if Dove was nervous
Alpha Legion
Keeper Alpharius? x Vixen
Skyfall
You know my Name
Black Templars
Brother Roland Lichtner x Bäckerin
Venom of Venus
Rein Raus
Bun in the Oven
Du riechst so gut
Roland Penance
Reaction to Backerin being pregnant
Carcaradons
Tyberos the Red Wake x Ophelia
The Red Tithe
Crimson Fist
Pedro Kantor x ???
Astral Claws/Red Corsairs
Huron Blackheart x ???
Mechanicus
91-Yrac x H3X/sweetspark
The Savant
Adeptus Custodes
Initial thoughts
Golden Palace of the Dead
Constantin Valdor x Shard of the Emperor (Female)
Sickeningly Sweet
Adonis x Smoothie
To Fry an Egg
38 notes
·
View notes
Bir gün paşa gibi yaşarım, gerisi ne olursa olsun" diyenleri gördük. Çok sahtekâr bir biçimde, değerlere yaklaşıp hırsızlayanları gördük. Bunu demagojiyle yapanlar kadar, bunun adına sergilenen pratikleri gördük.
Önderlik ve onun uğruna boğuşma büyük bir olaydır. Ben halen kendimi dört dörtlük önder yerine koymuyorum, fakat büyük bir savaş yürütüyorum. Şunu da hemen belirteyim ki, oldukça alçak gönüllü davrandık ve Önderlik olayını geliştirmek için her şeyimizi verdik. Ama biz henüz savaşı bırakmadık. Bize dost, düşman herkes tarafından her şey yapılmak istenmiştir. Ama buna rağmen halen peşinde koştuğumuz savaşım konuları, savaşın kendisi vardır. Ya- dırgamıyorum. Önderlik olayında artık tarih konuşuyor, bir halk konuşuyor; her şey olacak ve sen de buna katlanacaksın, o yeteneği göstereceksin! Artık burada "Kişiliğimin şu ihtiyacı, kişiliğimin şu zorlanması, kişiliğimin şurası-burası" demeyeceksin! Mademki ön- derliğe soyundun, o zaman her şeye hazır olacaksın! Buna bir kader olarak da yaklaşmayacaksın! Madem sosyalistsin, madem insanın yaratıcılığını esas almışsın, bu konuda bu yüce kavramlara layık olmayı bileceksin! Bunda gözyaşı edebiyatı yapmak, "Ne kadar yo- ruldum, ne kadar yıprandım, bana şöyle yardım, bana böyle yardım et" demeyeceksin! Hayır, kendini düşürmeyeceksin! Ne yapacaksın? Bu sanatın gerekleri neyi istiyorsa, ona ulaşacaksın! Gerekeni ya- pacaksın! Sıkılmadan, yorulmadan, gevşemeden, sürekli artan tempoyla yapacaksın! Mademki savaşın en yoğunu söz konusudur, tam bir savaşçılığı yapacaksın!
Önderlik gerekleri yetenekler elverdiğince yapılmaya çalışılıyor. Karşınızda çok olumladığınız, çok değişik biçimlerde kavramak, benimsemek durumunda olduğunuz bir olay, bir olgu, kişilik yok veya insanın bir sigarasına karşı gösterdiği ilgiyi, yeterliliği bile göstermeme gibi her şeyiyle çelişen bir inkârı yapmanızı gerektiren durumlarla ve kişiyle karşı karşıya değilsiniz. Bunu iyi anlayacaksınız. Ne sizin bağlılıklarınız sizi bu biçimiyle bazı sonuçlardan kurtarabilir ne de karşınızdaki kişi size istediğiniz gibi hareket etme şansını verir. Önderlik olayında buna yer yoktur. Bağlanma kadar, temsilde de buna yer yoktur. İster lehte, ister aleyhte gereken neyse yapmak, sizin de kendinize sahip çıkmanızın doğru tarzıdır. Kapsamı derinliğine çiziliyor, kapsam üstüne kapsam yaşanılıyor, biçim üstüne biçim yaşanılmaya çalışılıyor. Bu sizi çok yakından enterese eder. Buna ulaşmak, yaşamak, mümkünse temsil etmek önemlidir. Her şey biraz özgürce, gönüllüce tayin ediliyor. Gönlü- nüzü, özgürlüğünüzü korumak istiyorsanız ve bunu bir önderlik imkaân dahilinde görüyorsanız, bağlılığınızı, temsilinizi en az yü- rütülen kadar, esasta bağlayıcı olan kadar yürütmek için, kavrama ve uygulama, yeteneğinizi sürekli gözden geçirerek, düzeltecek ve yetkinleştireceksiniz. Bunları da vurguladıktan sonra, mevcut çıkışı biraz daha iyi değerlendirme gücüne kavuşursunuz ve kendiniz için sonuçlar çıkaracaksınız.
Bütün belirtiler, kanıtlar şunu gösteriyor ki, bu büyük direniş genelde ve özelde direniş şehitlerimizin anısını ve vasiyetine bağlı olarak yürütülmekte olan bir savaştır. Bu savaşın bütün yönleriyle, ideolojik-politik, pratik hazırlıkları, her cephede, her alanda bağ- lantılarıyla, büyük fedakârlığıyla, büyük şehitleriyle bu noktaya getirildiği açıktır. Ve bütün PKK olumluluğun bir sentezi, somut bir ifadesidir.
Peki, niye başka bir slogan ardına sığınıp, başka bir çıkış ortaya çıktı? Bu sizi ne kadar ilgilendirir ne kadar sorumlu kılar? Direnişe doğru temelde bağlanma, hiçbir gerekçe yokken inkâr ediliyor. Bunun bu eğilimle, bu çıkışla bağlantısı var. Direnişe gerçekten layık olmanın yapılacak işleri vardır. Basit bir örgütlenme, basit bir siyasi-askeri hazırlık, bu konuda ciddi bir girişim olmadığı gibi, mesele bile yapılmıyor. Bu da başka tellerden çalındığına dair bir işarettir. Düzenle rahatlıkla uzlaşma, düzenin içinde yürüme, yaşamı normal kabul etme, sapmaya doğru ciddi bir belirtidir. Parti doğrul- tusuyla bu oldukça açıklanan, kanıtlanan, ispatlanan doğrultuyla kolay kolay bütünleşmeme, bundaki itirazı saptırmanın etkili olduğunu gösterir. İtiraz ne kadar büyükse, kendini dayatmak ne kadar büyükse, etki altında kalmanın o denli geliştiğini gösterir.
Kendim, özellikle zindan direnişçiliğinin son yıllardaki bazı du- rumlarını zaman zaman düşündüğümde şu sözcükleri sarf ettiğimi bilirim; "Bir sapma gelişiyor veya yanlış anlama var" dedim. Sanırım bu sözlerim belgelenmiştir de. 1982 direnişçiliğinin Önderliği kurtarmak istediği belliydi. En son ne deniliyordu? Bir
savunma hakkı verilirse, fazla şehit vermeye gerek yoktur. PKK'nin adını anma ve savunma, tek şart budur. Gerekirse fazla şehit vermeye gerek yoktur. Bunun için şahadete ulaşılıyor. Özellikle 1984'lerden sonra bu direniş neye büründürüldü? Yaşam koşullarının düzeltilmesine. Artık nasıl gelişti, kimler ne kadar rol oynadı ve önlem alamadı bilemiyorum. Aslında çok iyi niyetli bir talep de olsa, içinde bin bir tehlikeyi barındıran bir talepti. Sanırım düşman bunu değerlendirdi ve tasfiyecilik, sağ çıkış veya bugün kendini karşımıza yepyeni bir yaşam biçimiyle çıkartan önderlikte bunu iyi kavradı veya bizzat oluşturdu.
Büyük zindan şehitlerinin direnişçiliğinde böyle bir talep var mıydı? Hepinize açık söylüyorum ki, yoktu ve siz bu direnişlerde giderek listeyi uzattınız, halen de bu durum vardır. Ben de başlangıçta olabileceğini söyledim. Yani bazı taleplerde bulunula- bilirdi, ama fazla önemsememek gerekirdi. Sonra bir baktık ki, yaşam hakkımız, daha iyi yaşama koşulları adı altında tam bir tuzak! Hem de zindan olayını inkâr etmek, başlı başına büyük bir sapmanın içinde bulunmak oluyordu.
Zindan koşullarında, hedefinde imha olan bir politikada, normal insanca yaşanılır koşulları talep etmek, düşmanı tanımamak demektir. Hangi düşmandan, hangi yaşam hakkını istiyorsun? "Ben hayatımı koyarım ortaya ve isterim" diyorlardı. Hayatını koydun, ne verdi sana? Bu yaşam makbulün müdür? Burada küçük bir reformizme de başlangıç vardır. "Kürtçe konuşma serbest bırakılmalı" talebini biz ileri süremeyiz, siyasi bir talep haline de getiremeyiz. Bizim tüm talebimiz, hatta yaşam hakkı istememiz bir özgürlüktür. Kürtçe de olsa, bunun basit bir gerekçesidir. O dönemin dayatılacak bir talebi değildir. Nitekim bugün düzenin başı Kürtçe serbestliğini de tanıyor, bu özel savaşın yürütülmesinde bir adımdır ve herkes bunun böyle olduğunu da biliyor. Zindan talebinin bu temelde bir çıkışın bir gerekçesi haline getirildiği bilinir.
İyi niyetli olduğunuzu söyleyeceksiniz. Evet, iyi niyetliydiniz, iyi bir talepti de. Kendinizi diğer bütün gerçeklerden koparırsanız iyi bir taleptir. Beni de böyle bir yanılgıya düşürmek için bazı sorular sordular; "Kürtçe serbestisi iyi bir şey değil midir?" dediler. Cevabım şuydu; ondan önce Kürt halkına serbestlik olsun! Kürtlüğünü
kırk yıl Türkçeyle icra etsin mühim değil! Halkın kendisine serbestlik olduktan sonra, onun konuştuğu dile de elbette serbestlik olur. Diline serbestlik var, kendisine yok! Kürtçe konuşmamıza serbestlik var, ama bütün varlığımıza zincirleme egemenlik var! Bundan ne anladınız? Dikkat edin, sapma nasıl gelişiyor? Sorun böyle ele alınmazsa bir sapma oluyor. Kendisini bir akım olarak yaşatmak isteyen reformizm "Dil serbestisi" sloganıyla ortaya çıkıyor. Parti buna müsaade etmiyor veya bu talepleri de devrim için kullanıyor, o ayrı bir meseledir. İnsan kendisini bir slogana kaptırdı mı ve giderek peş peşe başkalarını sıraladı mı, nerede du- racağını bilmez, reformizme uzanıp gider. Öyle bir noktaya gelinir ki, ihanetin en kötüsüne gidilebilir.
Hatta bu konuda şunu söyledim; "İçeri için elde edilen haklar, dışarıdaki halkın haklarından fazladır. Halk yarı yarıya açtır, gazete ve kitap okuyamaz. Büyük işsizler ordusu vardır. Fakat zin- dandaki yapı bunun çok üstünde bir yaşam düzeyindedir. İnceleme, okuma düzeyi tutturmuştur. O zaman dışarıyı istememeli" dedim. Uğruna savaştığın taleplerin, en önemlilerini ancak içeride elde edebilirsiniz. Buna nasıl ulaşıldı? Başlangıçta çok masumane olan, ama giderek kendini bir tutku haline getiren, bir yaşam tarzı haline getiren yaklaşımlar oluyor ve mevcut çıkışın bununla çok yakından bağlantısı vardır. Bu yaşam tarzıyla çok yakından bağlantısı vardır.
Bu son çıkışın sahibi tip, buradayken askeri ve siyasi çabalarımıza ilgi bile göstermiyordu. Bir yıl gözlemledim. Bir fakirin evine gidip, bir parça ekmek yiyip onunla bir sohbete girmiyordu. Gözünü nerede yaşam standartları biraz fazlaysa oraya dikiyordu. Zor durumda olan bir yoldaşın hal-hatırını sormuyordu. Kendi şahsını yüceltecek, kendine bağlanacak kişi arıyor, düşkün arıyor ve buluyordu. Mutlak anlamda bağlı kişilerle, sabahlara kadar amansız konuşuyor ve ölümüne kendine bağlıyordu. Bugün zindan direnişimizin önderliğini sürdürenler, "Kendisini bize karşı çok sevdirmişti, çok sevmiştik, çok bağlanmıştık" diyor. Emek bizim, çaba bizim; sava- şıyoruz, kan döküyoruz, durmuyoruz ve bir şeyler kazanıyoruz; birazcık emek sarf etmeyen tip, kalkıp bin bir zorlukla yarattığımız emeklere, değerlere sahip çıkıyor, el koyuyordu. Kadroyu ve halkı böyle ele alıyordu. Herkese müthiş egemen olmanın hesapları için
deydi, bana bile egemen olmanın korkunç düzenbazlıkları içindeydi. Özellikle zindanda 1984'ten sonraki yaşam tarzında biraz dönüşümün oluşması ve taleplerin değişmesinde önemli oranda rol oynamıştır.
İkide bir, "Bana fazla yeme-içme, rahat olanaklar sağlanmazsa, ölüm orucuna yatarım" istemlerinde bulunmak büyük bir hatadır. Parti yapısıdır, eğer önderlik bunu söylerse ölümüne yatarlar. Çünkü PKK direnişçiliğinde karar alındı mı, ölümüne yatarlar ve bu büyük bir imkândır da. Bazıları bir şeyleri kurtarmak ve elde etmek iste- diklerinde de bu yapıyı kullanırlar.
Parti kitlesinin direniş eğilimi üzerine bir oyun daha yapılmıştır, bir örgütlenme ve merkez yaratılmıştır. Merkez, gerek oluşum tarzı ve gerek yürütülüş tarzı itibariyle PKK'nin genel önderlik gerçeğiyle uyuşmuyor. Aslında görünüşte bağlıdırlar, halen de öy- ledirler ve hepsi de ölümüne bağlıdırlar. Gelen değerlendirmelerde bunu fark ettikleri için yazıyorlar. "Biz Parti Önderliği'ne ölümüne bağlıyız" diyorlar. Hatta en üst düzeydeki temsilcimiz bile bunu söylüyor; "Biz Parti Önderliği'nin yanlışlarının da militanıyız. Ben Parti Önderliği'nin yanlışlarının da militanlığını yürüteceğime söz veriyorum" diyor. Bunlar, bizim açımızdan çok önemli de değildir. Lakin oluşan merkez, önemli oranda birçok sol partide görüldüğü gibi ve reel-sosyalizmin çözülüşünde ifadesini bulduğu gibi hem bürokratiktir hem de çok liberaldir.
Bu bürokrasi biliyorsunuz ki, reel-sosyalizmde, buna vücut veren partilerde liberalizmi konuşturarak kapitalizme savrulma biçiminde bir sonuca yol açıyorlar. Katı bürokratiktir, kendi halkının bütün tepkisine özgürlükte ne kadar bilinçsiz örgüt olursa olsun, ona karşı ayağa kalkmalarına yol açıyor. Aslında bunun bir küçük karikatürü dayatılmıştır. Bu tipin bununla yakın bağlantısı vardır. Kendi payına en aşırı liberalizmi yaşarken, kitleyi yönlendirme gücü olarak çok katı bir bürokrasiyi dayatmıştır. Öyle ki, bazı küçük belgeler vardır. "Biz Parti Önderliği'ne bir rapor iletmek istiyoruz, merkez yıllardır bu raporu okuduğu halde sunmuyor" diyorlar. Bir kez bu merkezin okumak için yetkisi yoktur. İkincisi, ne olursa olsun saygı gereği bir rapor, bir mektup yazılıyorsa, o iletilecektir. Bana yüzlerce mektup gelmeliydi, meğer ambargo koymuşlar veya merkezden geçmeyen hiçbir şey gönderilemez şeklinde yaklaşıyorlar. Bu bir
merkezdir. Bu neyin merkezidir? Hepsi de merkez adına yapılıyor. Aslında merkez bir yere kadar gereklidir, ama bütün bir kitlenin çeşitli özlem ve taleplerini değişik biçimlerde Önderliğe sunma söz konusu olduğunda, sonuna kadar açık tutacaktır.
Zindana şu yönlü talimatımız vardı; "Ben alayım almayayım, okuyayım okumayayım, bir akım başlatalım; tabandan isteyen herkes yazılı ve sözlü neyi varsa sunsun Önderliğe" demiştik. Bu bir demokrasi olayıdır, işleyişidir. Kesinlikle bastırılmamalıdır. Bir Önderlik gelişirken, onun demokratik karakterde olması için, herkes ulaşmanın araçlarına, imkânlarına kavuşmalıdır. Talimatımızda bu çerçevedeydi. Biz buna başından beri de çok dikkat ediyorduk. Bu ilke işletilmiyor. Merkez veya kitle bilinçli mi bunu yapıyor? Doğru bildiği içindir. Partinin birlik-bütünlüğüne hizmet yaptığına inandığı içindir. Fakat bunu en liberalce ve sonuna kadar bireysel çıkar için kullanmak isteyenler de yapıyor. Kitleye karşı diktatörlük uyguluyor, kendisine karşı müthiş fırsat, imkân ayırıyor! Çok yakından göz- lemlediğimizde, gerekirse kendi kendisini dakikası dakikasına görevsiz bırakıyor, duygusallığa terk ediyor. Her türlü filozofça de- yimleri kendileri kullanıyorlar ve siyaset dışında bambaşka işler yapabiliyorlar. Çuvallarla gönderdiği mektupları var, siyasetle, askeri sanatımızla, siyasi ve örgütsel sanatımızla alakası olmayan içeriklerle doludur. Kendisine bu kadar özgürlük tanıyor, ama kitleden birisine, bir mektup yazma özgürlüğü tanımıyor. Bu diktatörlük değil de nedir? Sözüm ona demokrasicilik yapıyorlarmış! Sözüm ona biz diktatörlük eğilimini ifade ediyormuşuz! Hiçbir hakkı ve yetkisi olmadığı halde, kitleye bu kadar bürokrasi ve dik- tatörlüğü uyguluyor, kendine de bu kadar özgürlük tanıyor! Temelde partinin hiçbir değerine, özellikle onun askeri-siyasi çalışmalarına, örgütsel faaliyetine katkısı şurada kalsın, hırsızlamaktan başka bir çaba içinde olmadığı halde, bu merkezde bunu yaptırıyor.
Cezaevi içinde, adeta ikinci bir cezaevi yaratılmıştır. Öyle anlıyorum ki, önemli bir kesim de böyle bir merkezin sıkıntısını artan oranda duyuyor. Bizzat merkezin içinde yer alanlar sıkıntılarını bana iletiyorlar. "Biz sıkıntılıyız" diyorlar, buraya gelenlerden de bunu görmemek mümkün değildir. Bir aygıttan, bir işleyişten sıkın- tılıdır, ama temelde bunu etkileyen, sıkıntıya boğan bu formasyon
ve işleyiştir. Her yönüyle kendilerine özgürlük tanıyorlar, hem de sınır tanımayan bir özgürlük tanıyorlar. Bu da hem bu kitlenin ve hem de bu merkezin ağı içinde ortaya çıkmıştır. Sanıyorum kitleye şu verildi; "Bazı haklar için direniyorsunuz ve alıyorsunuz. Biraz daha direnin, bir lokma daha fazla olur. Bir ufak özgürlük daha elde edersiniz!" Bu bir avlanma gerekçesi de olabilir. Bu talep giderek bir alışkanlık, bir alışkanlık giderek bir yaşam tarzına dön- üştürülüyor. Bir sahte önderlik böylece vücut buluyor.
Buraya geldiler ve gördük. En ufak bir askeri faaliyete, bir örgüt çalışmasına katılım yoktu. Herhangi siyasi bir çalışmaya ilgi yoktu. Kendisine taban oluşturmak için uğraştı, hem de en düşkün bay ve bayanları bularak, bunu müthiş komplocu bir tarzda ve inanılmaz yöntemlerle, geliştirilmek istenilen Önderliğe karşı kullanmaya çalıştı. Kime el atıyorsa, anında zehirliyor. Çok kısa süre içinde, ancak büyük bir çabayla önleyebileceğimiz tahribatları ortaya çıkıyor. Örgütsel istemleri de böyledir. Zindanı bir tarafa bırakalım, halen dayatıyor ve istemlerle bazı kişileri bize karşı çıkarıyor. Vaz- geçirtemiyoruz, "Bu özgülüktür" diyorlar. Ama özgürlük savaşla kazanılır. Özgür bir ilişki kurmak, bu emeğin sahiplerine yaklaşmak, en yoğunlaşmış olarak askeri faaliyete katkı sağlamak, mutlaka bir şeyler oluşturmakla olur. Peki, bu sırtında yükseldiğin kişilerin emeğine hiçbir katkı sağlamadan, nasıl bu özgürlük hakkını kendinde görüyorsun? Buna sosyalizm anlayışı diyorlar; ama sosyalizmde özgürlük, savaşla ve emekle kazanılır. Onun neresinde olduğunu sorduğumuzda da bizi diktatörlükle suçluyorlar.
Büyük bir saptırmayla karşı karşıyayız. Ne verdi, ne istiyor? Biz onun yakasını bırakmışız, ama o yavuz hırsız misali yakamızı bı- rakmıyor. Paramızı ve silahımızı aldı, çaldı, halen de bizi bırakmıyor. Bu evi biz inşa ettik, her şeyin bu evin etrafından emekle karşılandığı bellidir. Geliyor, giriyor, yiyor, içiyor ve şimdi çıkıyor, hiçbir şey duymuyor, bu sefer de bütün evin kendisine tapulanmasını istiyor! İşte gözü karalık bu kadar! Ne verdi ne istiyor? Ölçüyü kaçırmamak gerekir derken, bunu kast ettik!
Özgürlük anlayışı iyi, sosyalizm anlayışına sahip olmak önemli, ama bunlar savaşla kazanılmaz mı? Özgürlük, ancak uğruna savaşılarak kazanılır. Savaş da en yoğunlaşmış siyaset ve onun
daha da yoğunlaşmış ifadesi olan askerlikle kazanılır. Sen bir fişek sıktın mı? Sen ufak bir siyasi çalışma yaptın mı? Bunlar da örgütü kazanmakla mümkündür. Örgüt; insan bulmak, ilişki kurmakla ve en önemlisi de onları eğitmekle mümkündür. Fazla ilişki kurmayacak, insan bulmayacak, bulup da eğitmeyecek, onların irade ve düşünce birliğini sağlamayacak; tam tersine bir de onları dıştalayacak, onlara en alçakça diktatörlüğü dayatacak, kişiliğine ve emeklerine asla saygılı olmayacak, ondan sonra da sınırsız özgürlüğü, sınırsız yetkiyi isteyecek! Bu tipin yapmak istediği budur. Ölçüler kaçırılsa bile bu kadar kaçırılamazdı.
Bunları söylerken gafil yaklaşmayacağız. Bunda kendi geriliğiniz önemli bir nedendir. Kural-kaideleri, emeğin ölçülerini sağlam bil- memek veya gereklerini yerine getirmemek, bu durumların imkân bulmasında rol oynar. Bir yerde PKK'lilerin ne kadar demokratik, sosyalist karakterini geliştirip geliştirmemesiyle veya ne kadar de- mokratik, sosyalist olup olmamalarıyla yakından bağlantılıdır.
Görüyorsunuz ki, kanıtlanan sapmanın da ötesinde, gözü kara bir gasp, bir darbe, bir komplo gerçeğidir. Zindan bunun için kul- lanılmıştır. Zindan kullanılırken, bazı taktikler, zindan merkezi için, kitlesi için kullanılmıştır. Bazı taktikler vardır, kimine karşı kendisini vazgeçilmez bir sevgi kaynağı haline getirirken, kimisine de evvela kendisine gerekmediği halde, ona bile uzanabilmiştir. Bunlar böylesine bir sahte önderliğin gelişmesi için gereklidir. Yapay taleplerin, sahte taleplerin giderek gündeme gelmesiyle devam eder. Bu kadar yaşam düşkünüdür. Zindandaki yaşamı neye çevirmiştir? Basit talepler uğruna bir savaşıma çekmiştir. "O kadar bilinçli değildi, öyle bir talimat da yoktu" diyebilirsiniz. Politikada böyle düşünülemez. Politika bir bütünlükle kavrama sanatıdır ve içinde de pek bilinçlilik payı aranmaz. Süreçtir, eğilimdir, hatta bazen en gereksiz gibi gözüken biri devrimci eğilime kavuşturulduğu gibi, en devrimci biri de bazen provokasyona koşturulabilir. Bütün bunlar mümkündür. Politika bilimini okursanız, yüzlerce örneğiyle karşılaşırsınız. Politik bilinciniz fazla gelişmeden, kendinizi doğru ve yanılmaz yargı sahipleri olarak görmeyin.
1982 Direnişi doruğu eşittir; iğne ucu kadar bir imkânı bulup ör- gütlenme, siyasileşme, askerleşmedir. Bu çok daha iyi anlaşılıyor
mu? Savaş, her an iğne ucu kadar fırsattır, bulduğunuzda yapacaksınız. Buna hepimiz evet diyor muyuz? 1982 direniş anısına, vasiyetine bağlılık ancak böyle olabilir. Bunda gafil olmak ne demektir? Çok iyi imkânlar olduğu halde, gelişmiş örgüt ve savaş imkânları olduğu halde, bunu elinin tersiyle itmektir, hatta işlemez duruma getirmektir. "Gerilla ikinci plana düşmüş, şehir öne çıkmış" deniyordu. Öne çıkmayı görüyoruz ve kim öne çıkarıyor onu da görüyoruz. Gerilla nasıl ortaya çıktı, gerilla şehri nasıl ortaya çıkarttı? Gerilla kitleyi nasıl ortaya çıkarıyor? Hangi sloganlarla kitleler yürüyor? Bunların hepsini görüyoruz.
Bütün bunları bir tarafa itmeyi planlıyordu. Aslında ne şehre, ne ovaya inancı var; ne gerillaya, ne ufak bir ilişkiye, örgütlenmeye inancı var. Bütün bunları da sözüm ona yeni bir yaşam tarzı olarak dayatıyor. Ekmek elden, su gölden, fırsat bulduğunda da hiçbir hesap vermeden kaçacak! İşte karşı karşıya olduğumuz bir diğer gerçek de budur.
Zindandan gelenlere soruyorum; bu sizin gerçeğiniz midir? Bu tipin altına imzasını attığı "Yaşasın Zindan Direniş Önderliği" slo- ganının gereği midir veya bu sloganının gerekleri bu mudur? Hiçbir savsaklamaya, şu veya bu biçimde gerekçeye, yorumlamaya tabi tutmadan, çok net cevap vermek gerekir. Çok açık ki, bu bir direniş yorumu değil, hele hele direniş şehitlerinin yorumu hiç değildir! 1982 büyük direniş kahramanlarının, şehitlerinin anısı ve mirası hiç mi hiç değildir! Etkilenme vardır, bir çıkış vardır ve fakat partiyi zorlayan sonuçları da vardır
Şehid Kemal Pir🌹
10 notes
·
View notes