Tumgik
#sınır hakkı
seslimeram · 2 years
Text
Yara Meseli!
Tumblr media
Yaralar biriktiriyor insanlık. Pandemi koşullarının göreceli ötelediği, artık aştık biz onları denilen her ne varsa, köşede, ötede beride saklanan bugünün gerçekliğinde birer ikişer üç ya da beşer yaraları çoğaltıyor, çığ haline dönüştürüyor. Saklandıkları dehlizlerden çıkan, ortaya saçılan irinin, her taşın altından çıkagelen cerahatli hallerin yekununda o yaralarla bir ömür geçirilir buyruluyor. Baş amir ve avenesi olagelen baş faşist ile yavuz tosuncuğa ait yapı, kendini hala solcu zanneden azılı bir devlet tetikçisi vatanlı matanlı okey masası söz konusu olduğunda dördüncü edilmeyecek bir temsilin refakatinde yaralar günbegün bu sınırlarda görünür kılınıyor. Her gün açmazlarını var ediyor. Her an yepyeni eşiklerin aşılmasına sahne kılınıyor. Her şekilde ülke bir çukurun ta kendisine dönüştürülüyor olan biten sorgulanmasın, yeter ki düzen, bu yarım, yamuk, eksik gedik hal süre gitsin diyerek en olmayacak şeylerin olur addedildiği bir ülke güncelleniyor. Adı da tanımı da hiçbir an hiçbir biçimde ülkeye benzemeyen bir ucubelik sarmalda hayat perperişan ediliyor.
Keskin bir taarruz ekseninde, iyice cılız kılınan bir demokrasi mefhumu var ediliyor artık. Doğrudan kesintisiz, daimi bir istikamette hiç ama hiçbir itiraza yer olmadığı ifşa olunup, her durumda hayata müdahil olunmasına ketler vurulur. Yaralar birikmeye bu ahvalde bu şartlarla yönlendiriliyor. Kesin, kati ve değişmez addedilenin suna geldiği her şeyin aynı, benzeş, belirgin bir biçimde yaraya dönüşmesinin meselesidir bu meram. Hiç kimseleri ama hiç kimseleri sevmeyen / kabullenmeyen, kendisinden saymayan bir cerahatin artık her güne içkin kıldığı hamlelerle yaralar güncellenir. Neresinden tutarsanız tutun “afaki” bir düş kırımı menzilinin binasıdır devam olunan. Yok yere, haybeye değil, içten içe salt / sırf pazarlıklı bir dogmatik şablonun devamlılığı var edilirken, hayat heder edilir anbean, behemehal, sürekli. Dur, durak nedir bilmeden icrasına düşülen hallerle birlikte, tavırlarla ve yönelimlerle bütün bir menzil biyopolitik olanın deneyselliğine rehin, yaraların sahnesi kılınır.
Dibine kadar batılmış olan cerahat bataklığında olan biten idrak edilmesin diye çabalarla o yaraların devamlılığı sağlama alınır. Hepi topu üç milyonun biraz üstündeki güncel ola gelen nüfusuyla Ermenistan’a yönelik, Aliyev sultasının var ettiği taciz / saldırganlık hali ve devamında sadece iki günde üç yüz kadar insanın can verdiği kırılma sırasında ve dahi sonrasında burada verilen tepkilerdir misal bir örnek. Devletin, Türkiye cumhuriyeti namı ve titrini taşıyan müzakerecisi başta olmak üzere, hiç birisinden küçük kardeş, iki devlet tek millet denilenin başına çöreklenmiş bir modern zamanlar celladına tek satır etmemiş, ettirmemiş bir ülkenin meselesidir yaraların nasıl var edildiği, İki koca günde, iki koca yıl önce Artsakh, Nagorno Karbakh ihtilafında yaşatılan halden de ağır bir travmanın gerek ol Ermenistan, gerek bu sınırlarda kalabilme mücadelesi veren kırk küsur bin Ermeni’ye gerekse de diasporayı tanımlandıran o yedi milyona yakın insana aynı anda var edildiği bir cürüm temsili var edilir. Yaranın her neye dönüştüğü onca zamanda çıkagelen tüm o itirazlar, yok edilmesin hayatlar diye savunulanların nasıl paldır küldür ezildiği gözlerin önünde var edilenlerle biçimlendirilir. Azerbaycan’da ses eden gençler, Ermenistan’da yasını dahi doğru düzgün tutmalarına müsamaha gösterilmeyen kadın, çocuklar derdest olunur. Yaralar birbiri içine geçerken, duraksamak nedir bilmeyen bir cerahat hayatın tam da gırtlağına çöker. İki günlük saldırılar sonrasında geriye enkaz kalır. Üç yüz civarındaki kaybın yanı sıra kentlerde delik deşik edilmiş binalardan, haymatlos kılınan hayatlara ister Ermeni, ister Azeri olsun onu bulan / yıkan bir karanlık döngü bina edilir. Dahası da vardır elbet.
Azerbaycan’da savaşa karşı ses veren Demokrasi 1918 örgütünden Ahmet Memmedli’nin otuz günlük tutsaklığı var edilir. Ülke sınırları içinde savaşa değil barışa şans verilsin diye söze karışanlar vatan haini gibi bir tanımlama ile ifşa edilmeye çalışılır. Ermenistan’ın tüm o kederini katlayan, Sovyetler Birliğinden bağımsızlığını ilan ettiği günün otuz birinci yıldönümünde çıkagelen yaslı annelere, kolluk saldırısı ve nicesinin yanında artık iktidar kavgalarından ötesine çıkmayan Paşinyan, Türk müymüş abuklamasına birbirinden beter haller var edilir. Daha geçtiğimiz Cuma (23/09/2022) günü karşılıklı ol taciz atışları, ateşkes ihlalleri var edilirken, gerçek kılınan yarayla kim nasıl ne zaman ve ne şekilde ilgilenecektir. Bir biçimde Göyçe Zengezur Devleti diye imal edilmiş, masa başında biçimlendirilen neo-faşist, turancı bir devlet yapılanmasının sulandırılarak servis edilmesi de bonustur. Birbiri içine geçmiş, geçişi tamamlanmış olagelen nefret hallerinin, sürekli kaşınan savaşa, gerek Almanya, gerekse de İsrail’den gün aşırı silah akışının Bakü ekseninde var edildiği bir zeminde, derdin, yaranın, kalıcılığına kim nasıl kafa yoracaktır sahi ama sahiden de?
Ustalık dönemi diye böbür böbür böbürlenen baş amirin, son birkaç senede var ettiği tüm o cerahatin de özetidir, Azerbaycan – Ermenistan, Nagorno Karabakh – Artsakh, Azerbaycan ekseninde var edilmiş olan savaş, yıkım ve ötesinin güncesi. Hangi yanına dönersek dönelim, sadece Türkiye devletinin imal ettiği yıkım şeceresi zaten hemencecik her şeyi bildirmeye kafi gelir. Türkiye sadece dört ülkeyi işgal etti, diğer üçünde yasa dışı askeri varlığı var ve 5 komşusuyla zehirli ilişkileri var. Politikaları barış odaklı olmasaydı durumu siz hayal edin.” Birleşmiş Milletler toplantısında konuşurken hamaset dilinden bir kademe uzağa düşen portrenin suna geldiği barışın mezalimin ta kendisine dönüşümü dert değil midir, misal? Kimselere bir hayat hakkı tanımayan, kendi sınırlarının içindeki o yaşam mefhumunu çoktan derdest etmiş, dönüştürdüğü hayat denilen mefhumu bariz bir sermaye için kölelik, sıradan insanlar için kuru ekmeğe talim etmek dışında hiçbir şeyi hakikat kılmayan bir cerahat karşısında ulaşılan menzil, her durumda, hemen her şartta bir ya da birkaç ülkeye hamaset dilinin hiç kimseye bir faydasının dokunmayacağı afaki değil midir?
Bianet’ten aktaralım: “İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi başörtüsünü "düzgün bağlamadığı" gerekçesiyle "ahlak polisi" tarafından gözaltına alındıktan sonra götürüldüğü karakolda fenalaşarak 16 Eylül'de hayatını kaybeden 22 yaşındaki Mahsa Amini'nin öldürülmesine ilişkin açıklamada bulundu.
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nun 77. Oturumu için bulunduğu ABD'nin New York kentinde konuşan Reisi, "bir kişinin polis gözetimindeyken ölümünün soruşturulması gerektiğini" söyledi.
Reisi'nin açıklaması, Amini'nin öldürülmesine tepki olarak ülke geneline yayılan protestolar sürerken geldi. Reisi, Amini'nin şiddet görmediğine dair iddiaları yineleyerek protestolara katılanların "yaptıklarının kabul edilemez olduğunu" söyledi. Reisi, ayrıca "Batı'yı ikiyüzlülükle" suçladı.
Başta başkent Tahran ve Tebriz olmak üzere İran'ın pek çok şehrinde devam eden protestolara güvenlik güçlerinin saldırısı ile birlikte can kaybı da artıyor.
İran resmi televizyonunda yer alan açıklamalarda dün (22 Eylül) itibariyle protestolarda 17 kişinin hayatını kaybettiği, ölenlerin arasında üç güvenlik görevlisinin de olduğu kaydedilirken Norveç merkezli İran İnsan Hakları (IHR) örgütü ölü sayısını en az 31 olarak açıkladı.
"Kameraların pilinin bittiğini söylediler"
Öte yandan, Mahsa Amini'nin babası Emcet Amini, BBC Farsça servisine olayla ilgili açıklamalarda bulundu.
Amini, kızının otopsi raporunu görmesine izin verilmediğini ve önceden herhangi bir sağlık sorunu olmadığını kaydetti. Amini, görgü tanıklarının kızının polis gözetiminde dövüldüğünü anlattığını söyledi:
"Oğlum onunlaydı. Bazı görgü tanıkları oğluma, ablasının polis minibüsünde ve karakolda dövüldüğünü söyledi.
"Oğlum, kızımı gözaltına almamaları için yalvardı ama o da dayak yedi, giysileri parçalandı. Güvenlik güçlerinin üzerindeki vücut kameralarının görüntülerini göstermelerini istedim ama kameraların pilinin bittiğini söylediler."
"Ayaklarında yara izi vardı"
"Kızımı görmek istedim ama beni içeri almadılar" diyen baba Amini, otopsi raporunu görmek istediğinde de doktorun kendisine, "Ne istersem onu yazarım, seni ilgilendirmiyor" yanıtını verdiğini söyledi.
Amini, aileye otopsiyle ilgili herhangi bir bilgi verilmediğini, kızının bedenini kefenlenmiş halde, tespit için sadece yüzüyle ayaklarını görebildiğini kaydetti: "Ayaklarında yara izleri vardı... Doktorlardan ayaklarına bakmalarını istedim, bana yaranın nedenine bakacaklarını söylediler ama hiç aramadılar... Beni görmezden geldiler, şimdi de yalan söylüyorlar."
Tahran Adli Tıp Kurumu'nun Genel Müdürü Mehdi Faruzeş, konuyla ilgili daha önce yaptığı açıklamada, "Başta ve yüzde yara izi yok, göz kenarlarında yara izi ya da kafatasında çatlak yok" demişti.
"Sağlık sorunu yoktu"
Emcet Amini, kızının sağlık sorunları olduğu ve bunun ölümüne yol açmış olabileceği iddialarını da reddetti:
"Yalan söylüyorlar. 22 yıllık ömründe birkaç soğuk algınlığı hariç hastaneye gitmedi. Hiçbir hastalığı yoktu, hiç ameliyat geçirmedi."
İranlı yetkililer, konuyla ilgili yaptıkları açıklamada Amini'nin kalp rahatsızlığı sonucu hayatını kaybettiğini söylemişti.
Ne olmuştu?
Doğu Kürdistan'ın Sakız kentinden başkent Tahran'a akrabalarını ziyarete gelen genç kadın erkek kardeşinin kullandığı aracı durduran ahlak polisince gözaltına alınmıştı. Kardeşine, nasihat edilip serbest bırakılacağı söylenerek götürülen genç kadının, gözaltına alındıktan iki saat sonra komaya girdiği ve kaldırıldığı hastanede öldüğü ortaya çıktı.
Devlet televizyonu Amini'nin dövüldüğü iddialarını yalanlayarak, polisin genç kadını "nasihat etmek ve eğitmek" üzere karakola götürdüğünü ve orada kalp krizi geçirdiğini söyledi. Akrabaları, kadının herhangi bir kalp rahatsızlığı olduğunu yalanladı.
Devlet televizyonu bir polis karakolunda Amini olduğu söylenen bir kadının oturduğu koltuktan bir yetkiliyle konuşmak üzere kalktıktan sonra yere düştüğünü gösteren güvenlik kamerası kayıtları yayınladı. Ancak görüntülerden kadının Amini olduğu doğrulanamadı.
Amini'nin dövülerek öldürüldüğü yolunda sosyal medyada yayılan iddialarını reddeden Tahran emniyeti açıklamasında, "Ayrıntılı araştırmalara göre, Amini'nin araca alınması sonrasında ve tutulduğu karakolda fiziksel bir temas olduğunu" reddetti.
Ancak, İran'ın yarı resmi Fars haber ajansı, Mahsa Amini'nin ahlak polisince dövülmesi nedeniyle komaya girdiğini duyurdu.
VoA'nın haberine göre genç kadının karakolda ölümünü eleştiren sosyal medya yorumcuları arasında, sözünü sakınmamasıyla tanınan reformcu eski milletvekili Mahmud Sadıki, Ayetullah Ali Hamaney'i olayla ilgili kamuoyuna açıklama yapmaya çağırdı.”
Düzenin var ettiği yaranın sınır içinde olduğu kadar dışında da sürekli güncellenen bir hal ve meseleye dönüştüğünü göstere gelendir Mahsa Amini’nin katli. Katliamları, cinayetler ve beraberinde türetilen tüm işkenceleri, bir menzildeki itirazları topyekun def edebilmeyi var eden bir katran karanlığıyla İran’da, tıpkı diğer bölge ülkelerindeki gibi yurttaşlarına tam anlamıyla saldırarak bina eder. Rövanşın yaşama kurulan setlerle bir biçimde alt üst edilen hayatlarla ve Amini sonrasında günbegün katledilen yurttaşların varlığıyla bütün o döngü, yaraları günceller. Yara dediğimiz meseli var edenin devletlinin tahakkümü her durumda çıkagelen kırmızı çizgileri ile var edildiği bir kere daha ortaya saçılır. İnsanları açık, kapalı diye ayırarak, devletçi, düşman, hain, terörist bildirerek o devlet televizyonu protestolarda ölenlerin sayısının 35'e ulaştığını açıklarken buluruz kendimizi. Kesin ölü sayısının resmi makamlar tarafından açıklanacağı belirtilir. Halihazırda var edilmiş olagelen yaraların nasıl iç içe geçtiğini göstere gelen, pamuk ipliğine bağlanmış hayatların yekununda bütünün, oluşturulan cerahatin de bıraktığı izlerin toplamıdır mesel, meram. Mahsa Amini’den sonra, hayatın normatif kısmının toptan zayi edildiği bir yerde, bir zeminde olanın, var edilenin cürme hemhal, bütünleşik bir karanlık olduğunu anladığımız vakit yaraları da görmeye nail olacağız bir ihtimal.
Sınırın dışı böyle, içinden haber vermeye gerek var mıdır? Yaraların varlığına dair kelam ettiğiniz vakit bu sizin işiniz değil diye karşılayan bir cerahate neyi nasıl izah edebilirsiniz ki aynı yıkımın, zorbalığın bu sınırların her gününde vuku bulduğuna kani edesiniz. Artık herkesin birbirine bağlı olduğu bir coğrafyada birilerinin acısına oh olsun, berikinin yarası ya da sınavına vurdumduymazlık ile mukabele edilirken, sınırın içinde atı alan üsküdar’a çoktan geçtiğini zikrederken nedir yani, nasıl bir halle yıkımını yaşadığını bu ülkenin tam olarak izah edesiniz. Düzenin, düzeneklerin dünyanın her yerinde tam da sıradana o her durumda kendini istisna edeni de bizatihi kapsayarak var ettiği bir düzlemde hangi derdi, hangi sözle izah edesiniz ki, gelen gelmiş çoktan kısmı anlaşılsın. Geliyor gelmekte olan faslı geçtiğinden gelenin akıbetini nasıl belirleyecektir bu ülke biz onun derdine yanalım. Cerahatle, cürümle, dört bir yanında irin, zorbalık, ki komşu ülkelerindeki fecaat hallerini oh olsun bahsinden, iyi oluyor onlar da neler etmiştir ile geçiştiren, büyük turancılık fablı üstünden kendini konumlandıran hegemonyacılara durum hiç iyi değili nasıl bildirelim. O sınanışlar hem ülkelerin sıradan insanlarını, hem de coğrafyanın genel kaderini belirmeye bir çentik daha açarken, gelenin ardından nelerin dönüşebilecek olduğunu karanlığın tam olarak neye benzediğini nasıl izah edelim. Jeton sahiden ne zaman düşecektir, derdimizdir ve tasamızdır. Devlet dediğiniz şey / makam, kamunun üstüne çöreklenmiş bir karanlıklar birlikteliğidir. Onun var ettiği cürüm, yok ettiği, sınırlandırdığı hayatı geri kazanmak için mikrop toptan imha edilmeli... Anlıyor muyuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Tahran Sokaklarından Bir Detay v/ Reuters
0 notes
turqlands · 26 days
Text
Bu yolun sonu “Türk-Kürt-Arap Federasyonu” mu?
M.Tanzer Ünal
Makaleyi mutlaka okuyun.
Ülkemizde son günlerde “akıl dışı” olaylar yaşanıyor.
Acayip!
Sabah uyanıyoruz, bakıyoruz Dışişleri Bakanlığı’ndan bir müjde (!)
“15 yaş altı ve 50 yaş üstü Iraklılar, 1 Eylül’den itibaren ülkemize vizesiz girebilecek.”
Haydaaa…
Nereden çıktı bu karar?
Neden böyle bir karar alındı?
Bu kararın mantığı ne?
Ülkemiz, bu karardan ne kazanacak, ne kaybedecek?
Hiçbir açıklama yok.
Emir, büyük yerden!
Patron emretti, uyguluyoruz.
Şimdi vatanımızın geleceğinden kaygı duyan herkes, bunu tartışıyor.
Şunun şurasında bir hafta sonra uygulama başlayacak, sınır kapılarında Iraklılara hiçbir güçlük çıkarılmayacak ve vize sorulmayacak.
Pasaportuna damga vurduran elini kolunu sallayarak Türkiye’ye girebilecek.
Ülkemizde ne kadar kalacaklar?
Dönecekler mi, dönmeyecekler mi?
Ne iş yapacaklar, geçimlerini nasıl sağlayacaklar?
Sağlık ve eğitim hizmetlerini bedava mı alacaklar?
Bunlara da ileride vatandaşlık verilecek mi?
Kafalarda onlarca soru…
Cevabı var mı bu soruların?
Yok!
Irak’la ilgili bazı bilgiler
1 Eylül’den itibaren Iraklılar artık elini kolunu sallaya sallaya ülkemize girebileceğine göre, Irak’la ilgili bazı bilgileri beynimizin bir köşesine yerleştirmekte yarar var.
*Irak’ın nüfusu, 45 milyon.
*Halkın yüzde 42’si okuma yazma bilmiyor.
*Ortalama eğitim seviyesi, 3 yıl.
*Kişi başına milli gelir, 4.600 dolar.
*Nüfusun yüzde 75’i Arap, yüzde 20’si Kürt, yüzde 5’i diğer.
*İnsanların çoğu mesleksiz. “Birey” sayısı çok az. Devletten aldıkları “şartlı sosyal yardımla” geçiniyorlar, yönetenlere biat ederlerse yardım almaya devam ediyorlar.
*Dünya Bankası verilerine göre, “çalışma verimi” çok düşük. Devlette çalışan bir memur ve işçinin günlük verimi, sadece 17 dakika.
*Mesleksizlik ve işsizlik, gençlerde büyük sorun yaratmış durumda. Gençler, çoğunlukla gelişmiş başka ülkelere gitmek istiyor, bunu başaramayanlar da PKK veya diğer terör örgütlerinin aylık 300-400 dolarlık militan olma tekliflerine evet demek zorunda kalıyorlar.
*Irak, her ne kadar görünürde biri merkezi (Irak Cumhuriyeti), diğeri bölgesel (Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi) iki hükümet tarafından yönetiliyorsa da, ülkenin esas patronu ABD.
İşte, vizesiz kapılarımızı açtığımız Irak’ın durumu bu.
Kafalarda bir soru daha…
15 yaş altı ve 50 yaş üstü Iraklılara vize uygulanmayacağına göre, 45 milyon nüfusun acaba ne kadarı bu yaş diliminde?
45 milyon nüfusun yarısı…
Yani en az 20 milyon.
Demek bu 20 milyon Iraklı, artık bundan sonra değişik zaman dilimlerinde aramızda olacak.
Bu işin içinde bir “hinlik” var
Yaşadıklarımız, normal değil.
Bu işin içinde bir “hinlik” var.
Yıllardır, 13 milyon sığınmacıdan (işgalciden) ülkemizi kurtarmak için mücadele ederken, şimdi bir de başımıza “vizesiz Iraklılar” çıktı.
Adeta “Moğol istilası” altındayız.
Mevcut 13 milyon sığınmacı…
Buna Türkiye’ye vizesiz girme hakkı olan 20 milyon Iraklının 10 milyonunu da ekleyin, ne yaptı?
23 milyon…
Türkiye’de doğurganlık hızı, yani bir kadının yaşamı boyunca hayata getirdiği çocuk sayısı, 1.5.
Irak, Suriye, Afganistan gibi, vatandaşları Türkiye’ye sığınan ülkelerde bu sayı kaç biliyor musunuz?
Kadın başına 3.5.
Bu da demek oluyor ki, Türkiye’nin demografik yapısı önümüzdeki 10 yıl içinde hızla değişecek.
İşte bu nedenle “İşin içinde bir hinlik var” dedim.
“Türksüz, Türkiye projesi”ne doğru koşar adım
Emperyalist devletler, “Türk vatandaşlığı üzerine inşa edilmiş 100 yıllık bir toplumsal kültürü” yok etmek istiyorlar.
Kendilerini bu topraklardan kovan Atatürk’ten ve Cumhuriyet’in kuruluşundan intikam almak istiyorlar.
Ülkemizde “kendilerini Türk bilenlerin” sayısını hızla azaltmak istiyorlar.
Hedeflerine koşar adım yürüyorlar.
Bu yaşadıklarımızın hiçbiri tesadüf değil.
Hepsi planlı programlı.
Hepsi bilinçli…
Amerika’da yazılan BOP senaryosu, noktasına virgülüne kadar uygulanıyor.
Filmi AKP döneminin ilk yıllarına sarın, “TC”, resmi dairelerden silindi mi?
Silindi…
“Türk milliyetçiliği” ayaklar altına alındı mı?
Alındı…
“Varlığım Türk varlığına armağan olsun” diyen andımız, okullardan kaldırıldı mı?
Kaldırıldı…
Ülkeyi yönetenler, “Türk milleti” demeyeli kaç yıl oldu, bir de bunu düşünün!
Daha hangi birini sayayım?
Yahu, Turizm Bakanlığı bile “Türk” kelimesine karşı savaş açtı.
Müzik korolarının başındaki “Türk” kelimesi kaldırıldı, uyduruk sözcükler kondu.
Örneğin, “Edirne Devlet Türk Müziği Topluluğu”nun ismi, “Edirne Rumeli Müzikleri Topluluğu” olarak değiştirildi.
Emperyalist devletler, yıllardır uyguladıkları “Türksüz, Türkiye projesi”nde son aşamaya geldiler.
Bir taraftan yasaklarla “Türklüğü” unutturuyorlar, diğer taraftan ülkemizdeki Türkleri;Iraklı, Suriyeli, Afganlı işgalleriyle “azınlık” hale getiriyorlar.
Kartlarını açık oynuyorlar, ama ne yazık ki toplum “afyon yutmuş gibi” olup biteni alkışlamaya devam ediyor.
Bu yolun sonu ne biliyor musunuz, “Türk-Kürt-Arap Federasyonu”!
Federasyon da biliyorsunuz, bir ülkeyi parçalamanın ön adımı.
Federasyon kurulur, bir süre sonra her bir federasyon bir parça toprak alıp kendi yoluna gider.
Benim gördüğüm bu.
Tehlikeli sularda yüzüyoruz.
Dikkat edin, emperyalistler, bütün düğmelere aynı anda bastılar.
Hukuksuz devlet…
Ekonomik kaos…
Yönetim krizi…
13 milyon sığınmacı…
Şimdi de “vizesiz Iraklılar”…
Türkiye, tam teslim alındı.
Türkiye, 100 yıl sonra bir kez daha “kurtarılması gereken ülke” konumunda.
Artık uyanalım!
Yarın, çok geç olabilir.
(Alıntı)
9 notes · View notes
baybaykus · 18 days
Text
Bu yolun sonu “Türk-Kürt-Arap Federasyonu” mu?
(M.Tanzer Ünal)
Ülkemizde son günlerde “akıl dışı” olaylar yaşanıyor.
Acayip!
Sabah uyanıyoruz, bakıyoruz Dışişleri Bakanlığı’ndan bir müjde (!)
“15 yaş altı ve 50 yaş üstü Iraklılar, 1 Eylül’den itibaren ülkemize vizesiz girebilecek.”
Haydaaa…
Nereden çıktı bu karar?
Neden böyle bir karar alındı?
Bu kararın mantığı ne?
Ülkemiz, bu karardan ne kazanacak, ne kaybedecek?
Hiçbir açıklama yok.
Emir, büyük yerden!
Patron emretti, uyguluyoruz.
Şimdi vatanımızın geleceğinden kaygı duyan herkes, bunu tartışıyor.
Şunun şurasında bir hafta sonra uygulama başlayacak, sınır kapılarında Iraklılara hiçbir güçlük çıkarılmayacak ve vize sorulmayacak.
Pasaportuna damga vurduran elini kolunu sallayarak Türkiye’ye girebilecek.
Ülkemizde ne kadar kalacaklar?
Dönecekler mi, dönmeyecekler mi?
Ne iş yapacaklar, geçimlerini nasıl sağlayacaklar?
Sağlık ve eğitim hizmetlerini bedava mı alacaklar?
Bunlara da ileride vatandaşlık verilecek mi?
Kafalarda onlarca soru…
Cevabı var mı bu soruların?
Yok!
Irak’la ilgili bazı bilgiler
1 Eylül’den itibaren Iraklılar artık elini kolunu sallaya sallaya ülkemize girebileceğine göre, Irak’la ilgili bazı bilgileri beynimizin bir köşesine yerleştirmekte yarar var.
*Irak’ın nüfusu, 45 milyon.
*Halkın yüzde 42’si okuma yazma bilmiyor.
*Ortalama eğitim seviyesi, 3 yıl.
*Kişi başına milli gelir, 4.600 dolar.
*Nüfusun yüzde 75’i Arap, yüzde 20’si Kürt, yüzde 5’i diğer.
*İnsanların çoğu mesleksiz. “Birey” sayısı çok az. Devletten aldıkları “şartlı sosyal yardımla” geçiniyorlar, yönetenlere biat ederlerse yardım almaya devam ediyorlar.
*Dünya Bankası verilerine göre, “çalışma verimi” çok düşük. Devlette çalışan bir memur ve işçinin günlük verimi, sadece 17 dakika.
*Mesleksizlik ve işsizlik, gençlerde büyük sorun yaratmış durumda. Gençler, çoğunlukla gelişmiş başka ülkelere gitmek istiyor, bunu başaramayanlar da PKK veya diğer terör örgütlerinin aylık 300-400 dolarlık militan olma tekliflerine evet demek zorunda kalıyorlar.
*Irak, her ne kadar görünürde biri merkezi (Irak Cumhuriyeti), diğeri bölgesel (Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi) iki hükümet tarafından yönetiliyorsa da, ülkenin esas patronu ABD.
İşte, vizesiz kapılarımızı açtığımız Irak’ın durumu bu.
Kafalarda bir soru daha…
15 yaş altı ve 50 yaş üstü Iraklılara vize uygulanmayacağına göre, 45 milyon nüfusun acaba ne kadarı bu yaş diliminde?
45 milyon nüfusun yarısı…
Yani en az 20 milyon.
Demek bu 20 milyon Iraklı, artık bundan sonra değişik zaman dilimlerinde aramızda olacak.
Bu işin içinde bir “hinlik” var
Yaşadıklarımız, normal değil.
Bu işin içinde bir “hinlik” var.
Yıllardır, 13 milyon sığınmacıdan (işgalciden) ülkemizi kurtarmak için mücadele ederken, şimdi bir de başımıza “vizesiz Iraklılar” çıktı.
Adeta “Moğol istilası” altındayız.
Mevcut 13 milyon sığınmacı…
Buna Türkiye’ye vizesiz girme hakkı olan 20 milyon Iraklının 10 milyonunu da ekleyin, ne yaptı?
23 milyon…
Türkiye’de doğurganlık hızı, yani bir kadının yaşamı boyunca hayata getirdiği çocuk sayısı, 1.5.
Irak, Suriye, Afganistan gibi, vatandaşları Türkiye’ye sığınan ülkelerde bu sayı kaç biliyor musunuz?
Kadın başına 3.5.
Bu da demek oluyor ki, Türkiye’nin demografik yapısı önümüzdeki 10 yıl içinde hızla değişecek.
İşte bu nedenle “İşin içinde bir hinlik var” dedim.
“Türksüz, Türkiye projesi”ne doğru koşar adım
Emperyalist devletler, “Türk vatandaşlığı üzerine inşa edilmiş 100 yıllık bir toplumsal kültürü” yok etmek istiyorlar.
Kendilerini bu topraklardan kovan Atatürk’ten ve Cumhuriyet’in kuruluşundan intikam almak istiyorlar.
Ülkemizde “kendilerini Türk bilenlerin” sayısını hızla azaltmak istiyorlar.
Hedeflerine koşar adım yürüyorlar.
Bu yaşadıklarımızın hiçbiri tesadüf değil.
Hepsi planlı programlı.
Hepsi bilinçli…
Amerika’da yazılan BOP senaryosu, noktasına virgülüne kadar uygulanıyor.
Filmi AKP döneminin ilk yıllarına sarın, “TC”, resmi dairelerden silindi mi?
Silindi…
“Türk milliyetçiliği” ayaklar altına alındı mı?
Alındı…
“Varlığım Türk varlığına armağan olsun” diyen andımız, okullardan kaldırıldı mı?
Kaldırıldı…
Ülkeyi yönetenler, “Türk milleti” demeyeli kaç yıl oldu, bir de bunu düşünün!
Daha hangi birini sayayım?
Yahu, Turizm Bakanlığı bile “Türk” kelimesine karşı savaş açtı.
Müzik korolarının başındaki “Türk” kelimesi kaldırıldı, uyduruk sözcükler kondu.
Örneğin, “Edirne Devlet Türk Müziği Topluluğu”nun ismi, “Edirne Rumeli Müzikleri Topluluğu” olarak değiştirildi.
Emperyalist devletler, yıllardır uyguladıkları “Türksüz, Türkiye projesi”nde son aşamaya geldiler.
Bir taraftan yasaklarla “Türklüğü” unutturuyorlar, diğer taraftan ülkemizdeki Türkleri;Iraklı, Suriyeli, Afganlı işgalleriyle “azınlık” hale getiriyorlar.
Kartlarını açık oynuyorlar, ama ne yazık ki toplum “afyon yutmuş gibi” olup biteni alkışlamaya devam ediyor.
Bu yolun sonu ne biliyor musunuz, “Türk-Kürt-Arap Federasyonu”!
Federasyon da biliyorsunuz, bir ülkeyi parçalamanın ön adımı.
Federasyon kurulur, bir süre sonra her bir federasyon bir parça toprak alıp kendi yoluna gider.
Benim gördüğüm bu.
Tehlikeli sularda yüzüyoruz.
Dikkat edin, emperyalistler, bütün düğmelere aynı anda bastılar.
Hukuksuz devlet…
Ekonomik kaos…
Yönetim krizi…
13 milyon sığınmacı…
Şimdi de “vizesiz Iraklılar”…
Türkiye, tam teslim alındı.
Türkiye, 100 yıl sonra bir kez daha “kurtarılması gereken ülke” konumunda.
Artık uyanalım!
Yarın, çok geç olabilir.
Alıntı
3 notes · View notes
yakazakalb · 1 year
Text
Paramparça şeyler izliyoruz her gün. Gönlümüz ve aklımız birer çöp ambarıymış gibi her kanalizosyonvari görüntüyü,sözü gönlümüze ve bedenimize ilmek ilmek işliyoruz, nakşediyoruz.
Allah bizlere gözler gönüller ve kulaklar bahşettiğini söylüyor eğitilmemiz için. Ve bizler eğitilmemiz ve terbiye olunmamız için bahşedilen bu nimetleri ifsad olmak ve ifsad etmek için kullanıyoruz.
Bir film seçecek olsak izlemek için, illa ki bir gayri meşru ilişki, illa ki bir lgbt akımı destekleyen propgandaya maruz kalıyoruz. Film izlerken maruz kalınan reklamlarda cabası mesela.
Sanat da, çalışma da, iş de insanın egosunu ve nefsini tatmin etmek için araç olarak kullanılıyor. Dizilere ise hiç girmiyorum…
Ne izliyorsak oyuz biz. İzleye izleye herşey normalleşiyor. İzleye izleye nefis ızbandut oluyor sınır tanımıyor…
İşte sonra istismarlar alıyor başını yürüyor, cinayetler had safhaya çıkıyor…
İnsan aklını, gözünü, kulağını gönlünü çöplükmüşçesine doldurarak kendisine zulmediyor… Kendisine zulmederek başladığı bu yolcuğun zirvesinde eşyaya, canlılara ve insanlara zulmederek alemin dengesini bozuyor.
Oysa Merhametlilerin en merhametlisi Rabbimiz bakın ne buyuruyor: “De ki: “Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, gafur ve rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır). ” (Zümer /53)
Allah namına bakıp, Allah namına dinleyip, Allah namına işlemekle bu canlarımızı hakkı ile istimal edebiliriz. Sanat, bilim, teknoloji Allah namına istimal edilmezse sadece onlara köle olur insan.
Bize emanet edilen beden gönül ve zihin dünyalarımızı kanalizasyon çukuru gibi kullanmaktan vazgeçelim artık.
Bataklıkta gül yetiştiği nerede görülmüş?
Garaudy diyor ki; “İslam 7.y.yılın çökmekte olan büyük imparatorluklarını parçalanmaktan bir kere kurtarmıştı. Şuan ki Batı medeniyetinin bunalımına ve sorunlarına da bir kere daha olsa deva olabilir mi?”
Bizse elimdeki devaları ve çözümleri bırakıp nasıl hasta olacağımızın yollarına bakıyoruz. Hiç akla mantığa uygun geliyor mu bu tavırlar?
#islam #medeniyet #film #filmtavsiyesi #kanalizasyon #fikir #zihin #bilim
8 notes · View notes
pilawturkey · 1 year
Text
Yabancıların Sınır Dışı Edilmesi
Tumblr media
Giriş 
Bu makalede temel olarak yabancıların sınır dışı edilmesi konusu ele alınacaktır. Öncelikle Türkiye’de ikamete ilişkin hukuk normlarının ihlal edilmesi halinde cezai ve idari müeyyidelerin uygulanabileceğini belirtmek gerekir. Göçmenlik avukatları ve uygulamacılar, sınır dışı veya geri gönderme kararlarına ve bu kararlara karşı yürütülebilecek yasal işlemlerin bütününe hâkim olmalıdır.
Vatandaşlık ile bağlantılı tüm çalışmalarımız ve hizmetlerimiz için lütfen “Vatandaşlık Hukuku” başlıklı faaliyet alanımıza tıklayınız.
İkamet İzni Nedir?
Genel olarak ifade etmek gerekirse, "İkamet İzni" terimi, ilgili kişilere doğmadıkları bir ülkede yaşama hakkı tanıyan resmi bir belgeyi ifade etmektedir. İkamet izni, kalıcı ikamet anlamına gelmez. Bu nedenle, ikamet izni terimi "Geçici ikamet izni"ni kapsar ve ancak belirli bir süre için yabancıya verilir. Bu süre sonunda ikamet izinlerinin, düzenli olarak yenilenmesi gerekmektedir. 
Türkiye'deki Yabancılara Yönelik Sınır Dışı veya Geri Gönderme Kararları İçin Geçerli Olan Temel Yasal Normlar Nelerdir?
6458 sayılı Yabancılar Kanunu ve Uluslararası Koruma Kanunu, yabancıların Türkiye'ye giriş, Türkiye'de kalma ve Türkiye'den çıkışlarına ilişkin usul ve esasları düzenlemektedir. Bu nedenle, söz konusu yasa, ikamet izni için temel standartların ve türlerin düzenlenmesinde ve bu tür kuralların ihlal edilmesi durumunda gerekli yaptırımların uygulanmasında büyük önem taşımaktadır.
Türkiye’de Hangi Tür İkamet İzinleri Mevcuttur?
6458 sayılı Yabancılar Kanunu ve Uluslararası Koruma Kanununun 30’uncu maddesine göre aşağıda belirtildiği üzere 6 tür ikamet izni bulunmaktadır:İlk olarak, kısa süreli ikamet izni
İkincisi, aile ikamet izni
Üçüncüsü, öğrenci ikamet izni
Dördüncüsü, uzun süreli ikamet izni
Beşinci olarak, insani ikamet izni,
ve son olarak, insan ticareti mağduru ikamet izni.
Bir Yabancı Sınır Dışı Edilebilir Mi?
Yabancıların sınır dışı edilmesi kararı, ya Göç İdaresi Genel Müdürlüğü talimatıyla ya da valilikler tarafından re'sen alınabilir. Bu karar aşağıda belirtilen yabancılara/kişilere yönelik olarak verilir:5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 559. maddesine göre sınır dışı edilmesi gereken kişiler,
Terör örgütünün liderleri, üyeleri veya destekçileri veya çıkar odaklı suç örgütlerinin liderleri, üyeleri veya destekçileri,
Giriş, vize ve ikamet izni işlemleri sırasında yanlış bilgi veya sahte belge sunanlar,
Türkiye'deki kaldıkları süre boyunca geçimini yasa dışı yollarla sağlayanlar,
Kamu düzeni, kamu güvenliği veya kamu sağlığını tehdit edenler,
Vize veya vizesiz kalma süresini 10 günden fazla aşan veya vizeleri iptal edilmiş olanlar;
İkamet İzni iptal edilmiş olanlar,
İkamet izni süresinin sona erdiği tarihten 10 günden fazla süreyle kabul edilebilir bir sebep olmaksızın Türkiye'de kalanlar;
Çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edilenler,
Türkiye'ye yasal giriş veya çıkış şartlarını ihlal edenler; 1) Türkiye'ye giriş yasağı bulunmasına rağmen Türkiye'ye giriş yapmış olduğu tespit edilenler,
 Uluslararası koruma başvurusu reddedilen, uluslararası korumadan hariçte tutulan, başvurusu kabul edilemez olarak değerlendirilen, başvurusunu geri çeken, başvurusu geri çekilmiş sayılan, uluslararası koruma statüleri sona eren veya iptal edilenlerden haklarında verilen son karardan sonra bu Kanunun diğer hükümlerine göre Türkiye’de kalma hakkı bulunmayanlar,
İkamet izni yenileme başvurusu reddedilmesine rağmen 10 gün içinde Türkiye'yi terk etmeyenler,
(Ek: 3/10/2016-KHK-676/36 madde) uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından tanımlanmış terör örgütleriyle ilişkili olduğu belirlenenler.
Türkiye’de Sınır Dışı Edilme Süreci Nasıldır?
Yabancılar, adı geçen Kanun kapsamında sınır dışı edilme kararı gereğince kendi ülkelerine (Menşe Ülke), transit bir ülkeye veya üçüncü bir ülkeye gönderilebilirler.
Türkiye'de Yabancıların Sınır Dışı Edilmesi için Yetkili Olan Otoriteler Hangileridir?
Özetleyerek belirtmek gerekirse, İçişleri Bakanlığı bünyesindeki Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ve ilgili Valilik bünyesindeki Göç İdaresi İl Müdürlüğü, ikamet izinleri ve ilgili kuralların ihlali konusundaki yaptırımların uygulanmasında Türkiye'deki yetkili otoriteler arasında yer alır.
Yabancılar için Sınır Dışı Etme Kararına Karşı Ne Türden Hukuki Yollar Vardır?
Sınır dışı etme kararının yol açabileceği istenmeyen sonuçlardan kurtulmanın sınırlı yolları vardır, bunlar arasında dava ve idari başvuru yolu mümkündür. İlk yöntemle ilgili olarak, sınır dışı etme kararı bir tür idari işlem olup ilgili yabancı, yasal temsilci veya avukat, bildirim tarihinden itibaren 7 gün içinde idari mahkemeye dava açma hakkına sahiptir (53. madde). Mahkeme kararını 15 gün içinde verir.
Yabancılara İdari Gözetim Kararı Verilebilir Mi?
Adı geçen Kanun kapsamında, sınır dışı etme kararı alınan biri için valilik, aşağıdaki durumlarda idari gözetim kararı verebilmektedir:Kaçma veya kaybolma riski taşıyanlar,
Türkiye'ye giriş ve çıkış kurallarını ihlal edenler,
Sahte veya yanlış belge kullananlar,
Kabul edilebilir bir mazeret olmaksızın, kendilerine ayrılan sürenin bitiminden sonra Türkiye'den ayrılmayanlar, 
Kamu düzeni, kamu güvenliği ve kamu sağlığı için tehdit oluşturanlar,
Bu kişiler, kendilerini yakalayan kolluk kuvvetleri tarafından geri gönderme merkezlerine götürülür. İdari gözetim altına alınan kişi veya yasal temsilcisi ya da avukatı, idari gözetim kararına karşı sulh ceza hâkimine başvurabilir.
Sonuç
Sonuç olarak Türkiye ikamet izni normlarının ihlali halinde yabancılar ağır yaptırımlara maruz kalabilmektedirler. Özellikle geri gönderme veya sınır dışı etme kararları ve idari gözetim kararları yabancılar için çeşitli zorluklar doğurabilir. Bu nedenle, kapsamlı rehberlik ve hukuki yardım temin edilmeksizin, ikamet normlarının ihlali nedeniyle uygulamaya konulan yaptırımlar da dahil olmak üzere olumsuz sonuçlardan kaçınmak oldukça zordur.
2 notes · View notes
etaali · 2 years
Text
Tumblr media
İlkeli olmanın, bir dava gütmenin, hedefli olmanın, gereklilikleri vardır. Dostlar tarafından taltif, düşman tarafından tahrik, cehalet tarafından tenkit başlıklarında yaşar durursunuz.
Emperyal kötülük organizasyonun yörüngesinden çıkarmak istediğimiz bir toplum hedefliyoruz. Bunun temel koşulu, önce kişinin kendisinin Emperyalizmin mahiyet ve hedefini hakkıyla kavramış olmasından geçmektedir. Toplum, daha sonra gelmektedir.
Davasına inanmayan, onu istismar eden, davayı iktidarına basamak etmek için bir materyal olarak kullanan için aslolan, toplumun değişim ve dönüşümünden ziyade kendisinin sınıf ve statü atlamasıdır. Bugün en çok muzdarip olunan konuda budur zaten. Ülke kaynaklarının ve halkın gelirinin, geleceğinin, istismar edilmesi.
Doğu toplumları zor toplumlarıdır. Çoğunlukla da iki yüzlüdür. İki yüzlülük, bir anlayışın teori boyutunda ele alınışıyla pratiği arasındaki farktan, bu farkın aslında çelişki olduğundan kaynaklanmaktadır. "Temizlik İmandandır" diye bir dine inandığını söyleyen toplumun, kir pas içinde olma durumu gibi. Veya "Müslümanlar kardeştir" diyerek, birbirlerini boğazlaması gibi...
Bu toplumlarda Adaletin halk tarafından istenmiş olduğu gibi görülür ama uygulanmasına yine bu toplum itiraz eder. Zülfiyâre dokunulduğunda anlaşılır bu. Adaletin ve hakikatin uygulama sahasındaki hali; ateşten gömlek...
Sömürü altında yaşayan toplumların örgütlü olması, eğitimli ve bilimsel olması, Emperyalizmin kırmızı çizgisidir. Bu alanlara yönelimi engellemek, en önceliğidir onun. Olur ya engelleyemezse, bu sefer de örgütlülük içerisinde çok başlılık hedefler. Örgütlülük, karşı olduğu sistemin yörüngesine sokularak "badanaj hareketliliğiyle" hareketsizleştirilir. Sendika kurarak patrona hizmet etmek gibi. Hacc yaparak, kapitalizme hizmet etmek gibi. Elli yıldır kıldığı namazda ne dediğini bilmemek gibi.
Direniş, 40 yıldır bir toplum yaratmak için mücadele veriyor. Hayatın tüm sahalarında çalışıyor. Tabiatıyla, tüm sahalardan da müspet-menfii karşılık görüyor. Sıcak, Soğuk ve Yumuşak Savaş başlıklarında veriliyor mücadele. Bazen Irk, bazen mezhep, bazen din sahasında...
Son demlerde Batı emperyalizmi Ukrayna-Rusya Savaşı ile yeni bir bela koydu kucağımıza. Ki kucağımız Irak-Suriye ile yanıyorken oldu bu. Ukrayna-Rusya Savaşı'nın özelliği, aynı veya akraba ırkların savaşı olması...
Tam beş yıldır Rusya, tüm Uluslararası Organizasyonlarda ABD ve yedeğindeki ülkelerin böyle bir savaşı kurguladığını, tek kutuplu bir dünya isteğinin buna sebep olduğunu söyleyerek Batı emperyalizmini uyarıyordu; ancak gücü yetmedi savaşı önlemeye. Başladı savaş ve şimdi bitmiyor.
Muhtemelen, Ukrayna'yı yavaş yavaş, acıtarak öldürmeyi hedeflemiş bir Rus stratejisi işliyor. Rusya, başka bir zamanda bir daha böyle bir kalkışma olmamasına oynuyor.
Aynı Rusya diğer yandan da Ermenistan'ın işgal ettiği ve sonrasında Azerbaycan'a iade etmek zorunda kaldığı Şuşa'nın zafer sarhoşluğu ortamında tekrar döndüğü Kafkaslarda yeni bir plan yapıyor.
Azerbaycan'ın, "N'oldu Paşinyan?!"ı o günü kurtardı ancak peşinden gelen günleri, ayları ve uzun yılları değil... Bu ülke "Ermenistan istese de istemese de Zengezur üzerinden koridor açacağım" derken, aslında Rusya'yı da kolluyor bir gözüyle. Çünkü Ermenistan'la Satratejik Müttefik olan Rusya, buraya atılan ilk adımda karşısına çıkacak, bunu biliyor.
İran'da karşı bu işe. O da "sınır değişikliği istemiyorum yanı başımda" diyor. Bölgede sınır değişikliğinin domino etkisi yapacağını söylüyor.
Rusya'nın dün Azerbaycan-Ermenistan arasında yaşanan II. Karabağ Savaşında "Karabağ toprağı Ermenistan toprağı değildir" diye karışmadığı bu savaşa, "Zengezur Ermenistan toprağıdır" diye müdahale hakkı doğduğunu ileri sürerek, iki ülkenin imzasıyla döndüğü Kafkaslarda karışma ihtimali var. Esasen bellidir ki, bir oldu-bittiyle girdiği bu bölgeden çıkmayacak. Ya da zor çıkacak.
Bu dursun bir tarafta şimdi.
Azerbaycan, birden bire bir İran sayfası da açtı. Bununla bağlantılı olarak da İşgal rejimi İsrail ile de yaptı bunu... Birinden ne kadar uzaklaştıysa, diğerine de o kadar yaklaştı. İlham Aliyev, İran'ın "İşgal rejimi Azerbaycan'a yerleşiyor" iddialarına, müstehzi bir tavırla geçtiği televizyon karşısından cevap verdi. "Nerede İsrail?" derken, bir elini bu Rejimin insansız hava aracı Heron üzerine koyarak yaptı. Ayetullah Ocaknejad'ı "istenmeyen adam" ilan ederken, Irak'tan bir gurubu aldılar Ülkeye. Allahşükürpaşazade önceki sözlerinden çarkederek İran'a veryansın ediyor.
Daha sonra ise Tebriz işleri, falan... Yıllar önce "Tebriz'de sakal kesme" gibi. Manavdan ayva armut alır gibi, biri Tebriz'i alıyor, diğeri Urmiye'yi... Bölüyorlar, parçalıyorlar. Ayak bir yerde baş bir yerde.
Tam bir "Ağzı olan konuşuyor" durumu...
Bunun da sonrasında Büyükelçiliği basan ve ailevi sorun yaşadığı açıklanan İran Türkü bir çiftçinin öldürdüğü Büyükelçilik görevlisi dolayısıyla buranın faaliyetlerinin askıya alınması durumu çıktı ortaya... Bunun öncesinde ve sonrasında bir çok Azerbaycan televizyonlarında tehdit ve tahkir edici konuşmalar... İran'dan da aynı mecradan ama dozu daha düşük cevaplar sürüp gidiyor. "Şiraz'daki Şahçerağ Türbesine saldıran teröristlerin biri Azerbaycan pasaportu taşıyordu, biz onu Azerbaycan Hükümetine bağlamazken siz niye haddinizi aşıyorsunuz" gibi eleştiriler başlamış.
Gitgide Ukrayna'nın bir değişik versiyonu işler gelişti/gelişiyor.
Tüm bunlar bir belaya işaret ediyor. Emperyalizmi tanıyanlar, kimi kim konuşturuyor az-çok tahmin edebiliyor tabi. 30 yıldır yakasını Ermenistan'dan kurtaramamış bir ülke, ABD ve İşgal rejimiyle kanlı bı��aklı diğer bir ülke. Aynı din, dil, Irk ve hatta mezhepten olan bu ikili karşı karşıya gelirse esasen galip kim?!
Irak örneğini biliyoruz biz ve bu az bir tecrübe değil ki. Saddam, Arap Milliyetçiliğinin külhanbeyi olarak İran topraklarının bir kısmını ülkesine dahil etmek için çekmemiş miydi kılıcını? Onu sahaya sürenlerle, logar çukurundan çekip çıkaranlar aynı el değil mi?
Suriye'nin 2011 dönemini hatırlayın, "Halep bizimdir" diyordu ciddi ciddi bir kesim. 10 yıl sonra Halep kimin peki? Halep mi kaldı ortada? Libyalı'ya sorun, Kaddafi dönemi mi, şimdi mi? Pakistan'da daha dün öldürülenler kimin canından çıktı, bizim...
Afganistan'da her yıl öldürülen Hazara Türklerini oranladığımızda her güne 5 kişi düşüyor nerdeyse.
Tüm iyi niyetimizle, tüm bu yaşanmışlıkların verdiği acı ve gözyaşının ağırlığını yüreğimizde hissederek son dönemde gelişen olaylardan tedirginlik duyuyoruz.
Tek ve en düşmanımızın bizi birbirimize musallat edişinden çıkar(a)madığımız tecrübeye üzülüyoruz.
Bölge ülkelerin, komşu ülkelerin birbirine değil, Emperyalizm ve Siyonizme karşı oluşturacakları işbirliği neticesiyle halklarımıza "omuz omuza olma kültürü" aşılamalarını zaruret görüyoruz.
Hibrit bir Savaş ile Direnişe musallat olmanın mağlubiyeti yaşandı geçenlerde. Orada da yaklaşık 400 insan öldü. Biz o ölümlerin de tümüne üzülmüştük aslında. Kandırılan insanlara; O insanların işledikleri cinayetlerine üzülmüştük.
Ama bir cehalet, bir faşizm, bir kalbi kötülük, ısrarla savaş istiyor.
Ölenin biz olduğu savaşı dayatıyor...
6 notes · View notes
hetesiya · 2 months
Text
Tumblr media
"Canlıların varolma hakkı tartışılamaz ve hiçbir canlının varoluşunu haklı göstermesine de ihtiyaç yoktur. "Zararlı türler" ve "zararlı otlar" sözleri, bitkilerin ve hayvanların bize hizmet etmek için varolduğunu ve üzerlerinde hiçbir sınır tanımayan bir hakka sahip olduğumuzu savunan, yüzyıllar öncesinden gelen bir önyargının yansımasıdır. Bu ifadeler benmerkezciliğimizin (ya da insanmerkezciliğin) cahilliğimizin ve dar görüşlülüğümüzün doğrudan ifadesinden başka bir şey değildir. Gerçekte, başka birçokları arasında bir türüz biz de, o kadar. Bu arada, yok olmalarından bütünüyle sorumlu olduğumuz, sayıları gittikçe artan, yeryüzünden silinmiş türlere bakacak olursak, doğanın dengesine ve yaşam çeşitliliğinin korunmasına zararlı tür nitelemesini, diğer tüm türlerden daha çok hak eden biz oluruz herhalde."
Hubert Reeves
Albert Einstein Madalyalı
Kanadalı astrofizikçi ve yazar
0 notes
pazaryerigundem · 3 months
Text
Bakan Tunç: "Adaleti Savunmaya devam edeceğiz"
https://pazaryerigundem.com/haber/177778/bakan-tunc-adaleti-savunmaya-devam-edecegiz/
Bakan Tunç: "Adaleti Savunmaya devam edeceğiz"
Tumblr media
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Filistin’de yaşananlara değinerek, “Türkiye olarak insan haklarını, dünyada hakkı, hakkaniyeti, adaleti savunmaya devam edeceğiz. Sayın Cumhurbaşkanı’mızın liderliğinde bunu güçlü şekilde devam ettirmenin gayreti içerisinde olacağız. Temennimiz bir an önce oradaki akan kanın durması, çocuk katillerinin bir an önce yargı huzurunda hesap vermesi ve cezalandırılmasıdır.” dedi.
BARTIN (İGFA) – Kurban Bayramı namazını Bartın’daki Şadırvan Camisi’nde kılan Bakan Tunç, namaz sonrası açıklamalarda bulundu.
Adalet Bakanı Tunç, “Bugün ‘insan hakları’ diye bas bas bağıran, ‘çocuk ve kadın’ hakları diyen uluslararası kuruluşların, Filistin ve Gazze söz konusu olduğunda nasıl çifte standart içerisinde olduklarını maalesef hep beraber üzülerek görüyoruz.” diye konuştu.
FİLİSTİN’DEN DOLAYI BURUK BİR BAYRAM GEÇİRİYORUZ
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç,  Kurban bayramının hayırlara vesile olmasını niyaz ederek Türk milletinin ve İslam aleminin bayramını tebrik etti.
Bakan Tunç, bayramda da çalışan başta sağlık personeli, sınır boylarındaki askerler ve güvenlik güçleri ile kamu personeli ve özel sektörde çalışanlara kolaylıklar diledi, şehit ailelerinin ve gazilerin bayramını kutladı.
Bayramların, kardeşliğin, dayanışmanın doruk noktasına çıktığı, paylaşmanın arttığı günler olduğunu belirten Bakan Tunç, Kurban Bayramı’nın barışa ve huzura vesile olmasını temenni etti.
Gazze ve Filistin’den dolayı buruk bayram geçirdiklerini dile getiren Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, “9 aydan bu yana devam eden katliam söz konusu. 37 binden fazla Filistinli şehit edildi. İsrailli saldırganlar maalesef 16 binden fazla çocuğu katlettiler. 10 binden fazla kadın katledildi. Maalesef bunlar dünyanın gözü önünde gerçekleştirildi. Çocuk, kadın katilleri maalesef durdurulamadı. Mülteci kampları, ibadethaneler, cami ve kilise ayrım yapılmadan bombalandı. Hastaneler bombalandı ve dünyanın gözü önünde soykırım işlenmeye devam ediliyor.” diye konuştu.
Bakan Tunç, insanlığı temsil eden, bu tür sorunları çözmek için görevli olan uluslararası kurulu��ların etkisiz kaldığını 9 aydan bu yana tüm çıplaklığıyla gördüklerine dikkati çekti.
Adalet Bakanı Tunç, Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal ettiği için İsrail aleyhine Uluslararası Adalet Divanında dava açıldığını anımsatarak, şöyle devam etti:
“İsrail yargılanmaya başlandı. İsrail’in aleyhinde Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal ettiği için tedbir kararları verildi. Maalesef tedbir kararları uygulanamadı. İsrail’in bu saldırıları durdurması noktasında mahkeme kararı var ortada ama bu mahkeme kararı maalesef icra edilemiyor. Bu anlamda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin de etkisiz kaldığını görüyoruz. Uluslararası Ceza Mahkemesi, başsavcısı soruşturma başlattı. Bu soruşturma çerçevesinde İsrailli yöneticiler hakkında yakalama kararı talep etti. Maalesef bunun da icra kabiliyetinin olmadığını hep beraber üzülerek görüyoruz.”
BU BAYRAM MÜSLÜMANLARIN HÜZÜN DUYDUĞU SON BAYRAM OLSUN
Uluslararası sistemin, insanlığın sorunlarına çare olamadığının Filistin ve Gazze’deki katliamlarda da net şekilde görüldüğünü vurgulayan Adalet Bakanı Tunç, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Dünya 5’ten büyük” diyerek, uluslararası sistemin ve kuruluşların, insanlığın sorunlarına çare olması gerektiğini, çare olamıyorsa burada problem olduğunu ve uluslararası sistemin revizyona tabi tutulması gerektiğini başta BM kürsüsü olmak üzere her platformda söylediğini, İtalya’daki G7 Zirvesi’nde de Gazze ve Filistin’de akan kanın durdurulması için liderlerle görüşmeler yaptığını ifade etti.
Bakan Tunç, 9 aydan bu yana da Türkiye’nin Gazze’de akan kanın durdurulması için mücadelesini en güçlü şekilde sürdürdüğünü, Filistinlilere insani yardım konusunda desteğini hiçbir zaman esirgemediğini dile getirdi.
Dünyada insan haklarını savunmaya devam edeceklerinin altını çizen Bakan Tunç, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bugün ‘insan hakları’ diye bas bas bağıran, ‘çocuk ve kadın hakları’ diyen uluslararası kuruluşların, Filistin ve Gazze söz konusu olduğunda nasıl çifte standart içerisinde olduklarını maalesef hep beraber üzülerek görüyoruz. Türkiye olarak insan haklarını, dünyada hakkı, hakkaniyeti, adaleti savunmaya devam edeceğiz. Sayın Cumhurbaşkanı’mızın liderliğinde bunu güçlü şekilde devam ettirmenin gayreti içerisinde olacağız. Temennimiz bir an önce oradaki akan kanın durması, çocuk katillerinin bir an önce yargı huzurunda hesap vermesi ve cezalandırılması. Önünde sonunda bu gerçekleşecek. Bu bayram İslam aleminin, Müslümanların sıkıntı çektiği, hüzün duyduğu son bayram olsun. Bütün temennimiz bu. Türkiye olarak Filistinli kardeşlerimizin yanında, onların destekçisi olmaya devam edeceğiz.”
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
benimpencerelerim · 5 months
Text
SERMAYENIN FALANJLARI
Ali Duran Topuz
Jandarmanın kalkanı kimi koruyor, copu kimi dövüyor?
Yayınlanma:18 Nisan 2024 Perşembe
“Milli işçi” olamayacağı gibi “milli ordu” diye bir şey de yok: Lezita işçilerinin üstüne yürüyen robotsu jandarma birliği, Lezita’nın patronu Abalıoğlu ve Buffet efendilerin ait olduğu milletin ordusunun falanjıdır.
Tumblr media
Yüzleri görülmüyor. Başlarında kask, ellerinde kalkan var. Kalkandan duvar örmüşler önlerine. Robotsu adımlarla yürüyorlar. Kalkanlara vuruyorlar, karşılarındaki düşmanı ürkütmek için. Savaşta düşman saflara yürüyorlar gibi. Safları çok sıkı. Kısa, kesik, robotsu adımlarla yürüyorlar. Kurulmuş gibi yürüyorlar. İnsan değil robot gibiler. Yüzleri bundan mı görülmüyor? Kararlı oldukları ayaklarından ve kalkanlarından belli. Fakat gerçekte kararları yok yazılımları var, yani emir almışlar. Emir eri. Emir kulu. Ne emri? İşçilerin eylemi/grevi sonlandırılacak. Aman vermek yok.
İşçiler, Lezita nam tavuk firmasının işten atılan işçileri. Atılan işçiler yerine hukuksuz biçimde işçi almış patron efendi, grev kırmak için. Hindistan’dan işçi de getirmişler.
İŞÇİ YERİNE İŞÇİ, İŞÇİYE KARŞI İŞÇİ
Hindistan’dan? Daha ucuz, daha maliyetsiz, daha dertsiz yani daha güvencesiz diye. Küresel emek arzı büyüdükçe emeğin payı da güvencesi de azalıyor ya, yeryüzündeki, işçi yerine daha ucuz işçi bulunup işçiye karşı işçi kullanmak yeni keşif değil zaten... Türkiye’dekileri daha da yoksullaştırmak için Hindistan’dan getirirler ya başka yerde de oradakileri yoksullaştırmak için Türkiye’den götürürler. Kim bunlar? Kapitalistler. “Küreselleşen dünya” adıyla takdis ettikleri dünya düzeninin efendileri. Örümcek ağı gibi ağlarla birbirine bağlılar. Safları çok sıkı. Kârlarını en üst seviyeye çıkarmak için iki temel şeye ihtiyaçları var: Üretim için mecbur oldukları işçilerin emek payını en aza indirmeye ve bunu sağlayabilmek için şiddete. Gerekli şiddet, devletin elindeki şiddet tekelinden sağlanıyor, “polisimiz, askerimiz, zabıtamız” denilen kümeler bu ağların sahiplerinin hizmetindeler, ülkelerin, işçilerin, işsizlerin, emekçilerin değil.
KAPİTALİZMİN ‘FITRAT’I
Savaş meydanı gibi dedik, gibisi fazla savaş bu, sınıf savaşı. Sermaye hem yerel/ülkesel hem de küresel yollar, yolaklar, ağlar üzerinden güçlendikçe güçlenirken işçiler yerlerinde, yurtlarında ya da yerlerinden yurtlarından olmuş halde, sınır boylarında, kamplarda, denizlerde iş yani hayat imkânı arıyor, yoksullaştıkça yoksullaşıyor. Bu sömürü düzenine olası her itiraz Lezita işçilerinin üzerine yürüyen jandarma birliğinde görüldüğü üzere savaş düzeniyle karşılanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen muhalefete çatarken şöyle dedi: “Güya hak, hukuk, adalet adına Van'a koşanlar Beşiktaş'ta göz göre göre can veren işçiler için tek bir adım dahi atmadılar.”
Adım? Göz göre göre can verdikten sonraki adım? Robotmuş gibi yürüyen jandarmanın attığı adımları atma emri veren iktidarın sahibi söylüyor bunu. İşçiler can vermeden önce mesela Soma’da, Karadon’da, İliç’te atılması gereken adımları atmayan iktidarın sahibi.
Beşiktaş’ta göz göre can veren işçiler, Soma’da, Karadon’da, İliç’te göz göre göre can veren işçilerle aynı işçiler, onlar için ne adım atılmıştı? “Fıtrat” denilmişti, sen öleceksin ki ben kazanayım, kapitalizmin fıtratı bu başka bir ilahi düzenin değil. Bir sonraki cinayete ya da katliama kadar “tazminatı neyse veririz”den ve göstermelik bir iki mahkûmiyet kararından başka adım görmeyiz hiçbir zaman.
HİNTLİ İŞÇİ DE İŞÇİ
Lezita’da, kimi ırkçı dangalakların özel olarak vurguladığı bir mesele de var, Hintli işçiler meselesi. “Hintli işçilere karşı Türk işçilerin hakkı”nı koruma lafları etmekten çekinmiyorlar. Oysa Hintli işçiler de Türkiyeli işçiler de aynı “atılması gereken adımlar”ı atmayan, atılmaması gereken adımları atan küresel şiddet şebekesinin idarecileri tarafından sömürülüyor, katlediliyor. Unutulup gitti belki ama işte örneğin Bangladeş’te Nisan 2012’de binden fazla işçinin can verdiği “iş kazası” yani iş katliamı aynı adımların sonucuydu. Cinayet, katliam, gaz, cop, kelepçe, işkence adımları. Bu sebeple direnişteki Lezita işçilerinin taşıdığı Türk bayrağı onları jandarmanın şiddetinden korumaya hiç mi hiç yardımcı olmadı, jandarma işçilerin taşıdığı bayrağa değil patronlarının biriktirmeye devam ettiği sermayeye bağlı çünkü; bayrak sadece işçiyle askerin aynı safta olduğu yanılsamasını yaratan bir işaretten ibaret.
AÇIK SÖZLÜ BİR KAPİTALİST: EVET, SAVAŞ VAR!
Savaş bu, başka başka isimler, örtüler, sembollerle gizlenmek istense de Türk, Hintli filan ayrıştırmalarıyla hedef şaşırtılmak istense de. Bu küresel çarkın efendilerinden Warren Buffet vaktiyle muzaffer bir edayla söylemişti zaten her şeyi: “Tamam sınıf savaşı var ama savaşı veren benim sınıfım, zenginler sınıfı ve biz kazanıyoruz!” Tabii ki sadece ABD için konuşmuyordu. Dünyanın en zengin sekiz kişisinden biri, bu sekiz kişinin serveti, 3.5 milyar kişinin toplam “servet”inden büyük. Bu Buffet efendi son bir yıl içinde servetine 27 milyar dolar ekledi ya işte bu fazla/artış Lezita’da işçilerin üzerine yürüyen jandarmada örneklendiği haliyle dünyanın her yerindeki askeri/polisiye güçlerin yardımıyla ekleniyor. “Milli işçi” olamayacağı gibi artık hiçbir anlamda “milli ordu” da yok, olamaz: Lezita işçilerinin üstüne yürüyen robotsu birlik Lezita’nın patronu Orhan Abalıoğlu ve Warren Buffet efendinin asıl ait oldukları milletin birliğidir; iki ailenin servetine servet katmasını sağlayan ordu. Abalıoğlu kim ki Buffet’ın yanında demeyin, devasa servetlerin hızla el, yer ve ülke değiştirdiği dünyanın her yerinde sermaye birikimi aynı mekanizmalarla sağlanıyor, ama az ama çok.
ANCAK BU BÖYLE GİTMEZ!
Dünya giderek iki ulusa doğru gidiyor, egemenlerin kanlı, paralı, semirmiş azınlık zengin ulusu ve o zenginliği yaratan köyünde, kasabasında, ülkesinde, sınır boylarında, denizlerde, başka başka ülkelerde karın tokluğuyla ölüm arasındaki sarkaçta hareket eden işçi ulusu. Kimi olduğu yere çakılarak köleleştiriliyor kimi yerinden yurdundan edilerek aday kölelik için perakende ediliyor. “Ulus devlet” denilen varlık da giderek bu “hiper ulus”un, sermaye ulusunun hizmetinde, adına hareket ettiğini öne sürdüğü uyruk ulusun işini (Lezita mesela), evini (depremler mesela), ekolojisini (Soma, Bergama, İliç mesela) tahrip etme rahipliğine dönüşüyor. Bayrak bir işe yaramıyor, sermayenin falanjları bayrak, din, iman tanımıyor, tanımadı hiç.
Bu günlerde rüzgar artık bir zamanlar olduğu, umulduğu gibi “işçiden işçiden” esmiyor belki ama kapitalistten yana esen rüzgâra hizmet etme alçaklığını da üstlenmek gerekmiyor. Hele şu “artık sınıf mı kaldım canım” yollu zevzekliklere yüz vermek hiç gerekmiyor, Lezita işçilerin üstüne yürüyen güç açık bir sınıf gücü işte.
Her durumda, “ancak bu böyle gitmez” demekten vaz geçmemek gerekiyor, Erdoğan muhalefete laf atarken biraz bunu bilerek konuşuyordu: Erdoğan yerine bu düzenin bekçisi olmaya aday olan partiler, aynı politikalar, yol yöntemler ve ilişki ağlarıyla oluşmuş partiler, en fazla aynı şeyleri yapmak üzere iktidara gelebilirler, gelene kadar demokrat geldikten sonra faşist olmaları da kaçınılmazdır. Gelene kadar mevcut iktidarın sahibi istediği gibi dalga geçebilir. “İşçi için adım atmak” da nutuk atmak da ürkütmez kimseyi, işçiye karşı atılan adımları durdurmak ve işçiyle beraber (için değil) sömürü çarklarını kıracak adımların peşine düşmek gerek.
Not: Yazı üzerine, Lezita tarafından bir açıklama gönderilmiştir. Aynen yayınlıyoruz:
Sayın Ali Duran Topuz,
Bilindiği gibi, gıda sektörünün sürdürülebilir şekilde üretime devam etmesi büyük önem taşımaktadır. Lezita olarak birinci amacımız; toplumun iyi ve sağlıklı beslenmesinin en erişilebilir yöntemi olan kanatlı et tedarikini devam ettirmek, bunu yaparken ülkemizin kaynaklarını kullanmaktır. Yaklaşık 3500 kişiye istihdam sağlayan bir şirket olarak en önemli değerimiz çalışanlarımız ve çalışanlarımızın haklarının gözetilmesidir. Bu çerçevede sektörümüzde çalışanlarına en iyi koşulları sağlayan kurumlar arasında ilk sıralarda yer almaktan gurur duyuyoruz.
İzmir Kemalpaşa’da bulunan üretim tesisimizde 7.3.2024 tarihinde Öz Gıda İş Sendikası tarafından çalışanlarımızın onayı olmaksızın başlatılan grev etkisiz olmuş, tesisimiz tam kapasite ile üretime devam ederken, tedarik zincirinde herhangi bir aksaklık yaşanmamış, kalitemizde ve işleyişte hiçbir değişiklik olmamıştır. Daha önce de çeşitli vesilelerle gündeme geldiği gibi; tek taraflı alınan grev kararından sonra yaklaşık 3.500 çalışanımızın sadece 168’i işbaşı yapmamış ve sürecin dışında kalmayı tercih etmiştir. Geride kalan 3.300 çalışanımız ise üreterek çalışmaya ve değer katmaya devam etmişlerdir.
Hukuka ve kanunlara uygun hareket eden şirketimiz, grev tarihinden itibaren, greve çıkan işçilerin bölümleri ve onların yaptıkları işleri yerine getirmesi için hiç kimseyi istihdam etmemiştir. Nitekim; 11.3.2024 tarihinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından grev kırıcılığı ve greve çıkan işçilerin yerine işçi alındığı iddiasıyla denetim yapılmış, ancak böyle bir durumun olmadığı Bakanlık müfettişleri tarafından da teyit edilmiştir. Mevcut durumda; greve çıkmamış olan ancak bir sebepten dolayı istifa eden, emeklilik, evlilik vb. haklı sebeplerle işten ayrılan veya iş akdi haklı nedenle sonlandırılan 69 çalışanımız yerine ise bugüne kadar 55 çalışan alınmıştır. Bu durum da resmi kayıtlara bakılarak teyit edilebilir.
Konuyu değerlendirmenize sunar, kamuoyunun bilgilendirilmesine yönelik desteğiniz için teşekkür ederiz.
Saygılarımızla
0 notes
dipnotski · 8 months
Text
Müge Alaçam Böcek – Mültecilik (2024)
‘Mültecilik: Teori ve Pratik Üzerinden Bir İnceleme’, mülteciliğin insan haklarıyla olan ilişkisine yurttaşlık, egemenlik, sınır ve güvenlik kavramları bağlamında ve Hannah Arendt’in “haklara sahip olma hakkı” çerçevesinden yaklaşıyor. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği incelemesi üzerinden de teori ile pratiğin bir araya gelme koşullarını tespit ediyor. Bu kitabın en değerli yanlarından biri,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
acininicinden · 8 months
Text
Çocukken yapılan bir hatanın bedeli bu kadar ağır olur mu? Adil mi bu ceza? Ve sadece kadın için yazılan bir suç mu? Nerde silahların eşitliği? Nerde adil yargılanma hakkı? Nerde alt sınır? Neden taksir varken kasten denildi? Neden bir müdafim yok? Hakim neden bu kadar acımasız?
0 notes
elazigsurmanset · 10 months
Text
İstanbul Tabip Odası , “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır”
Tumblr media
‘İstanbul Sözleşmesi’ yaşatır açıklaması yapan İstanbul Tabip Odası, kadına karşı şiddetin giderek arttığı Türkiye’de, gerekli önlemlerin alınmasını talep etti. Sekiz sene önce 19 Kasım’da meslektaşımız, kız kardeşimiz Dr. Aynur Dağdemir eşi tarafından şiddete uğrayan sekreterini korumaya çalışırken; Mirabal kardeşler ise 25 Kasım 1960’ta Dominik Cumhuriyeti’nde Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele verirken katledildi. Bu nedenle kolumuz 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nü Dr. Aynur Dağdemir’e adamıştır. İki gün de kadına yönelik şiddete karşı mücadelemizin sembolleşen günleridir. Acımız ve öfkemiz hâlâ taze, mücadelemiz ise sonsuz. Onların hikâyesi mücadeleleri ve cesaretleri bizlere umut ve ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Kadına karşı şiddetin önlenmesi için İstanbul Sözleşmesi uygulansın
Kadın Hakkı İhlalleri
Türk Tabipler Birliği Kadın Sağlığı ve Kadın Hekimlik Kolu ve İstanbul Tabip Odası Kadın Komisyonu tarafından yapılan açıklamada, şu ifadelere yer verildi, “Kadına karşı şiddet, kadın hakkı ihlalleri farklılıklar gösterse de dünyanın tüm bölgelerinde sınır ve sınıf ayrımı olmaksızın devam ediyor. Dünyanın birçok ülkesinde çok zor ve uzun mücadeleler sonucu elde edinilmiş kazanımlar elimizden alınmaya çalışılıyor. Polonya’da kürtaj yasağının çıkışı, ülkemizde İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı alınışı kazanımlara saldırıların örneklerindendir. Patriyarkal kapitalizmin yarattığı krizlerin ortaya çıkardığı savaş, afet, pandemi, kıtlık, deprem ve diğer krizlerin faturaları dünyanın her coğrafyasında farklı biçimlerde en acımasız haliyle yaşanmaya devam ederken; ilk önce kadınları ve çocukları hedef alıp, en ağır bedelleri onlara ödetirken, ilk onların yaşam hakkını elinden alıyor. Ülkemizde yaşanan deprem felaketi, öncesinde pandemi, Suriye ve Ukrayna-Rusya savaşları, İsrail’in Filistin işgali kadınların ve çocukların yaşamlarının elinden alındığı, göç etmek zorunda bırakıldığı, patriyarkanın güçlendiği krizler oldu. Savaş sırasında en başta kadına yönelik suçların arttığını, kadın bedeni üzerinden savaş politikası sürdürüldüğünü biliyoruz bu nedenle barış talebimizden vazgeçmiyoruz”
Pandemi ve Deprem Nedeniyle Şiddet Arttı
“Pandemiyle kadınların ev içi bakım yükü, ayrıca kadınlara yönelik ev içi şiddet arttı, deprem sonrası ise aynı sorunları bir de evsiz kalarak barınma sorununun eklenmesi ile katlanarak yaşadılar. Cinsel şiddete uğrama oranları, hastalıklar ve depresyonlar tırmandı. Pandemide ekonomik kriz işten çıkarılmaları arttırdı ve çalışma hayatından ilk önce gözden çıkarılanlar ev bakım yükü veya işveren tercihi nedeniyle kadınlar oldu, eşitsizlikler derinleşti. Deprem felaketi sonrası yine bakım yükü en çok kadınların üzerine kaldı, yıkılmış şehirlerdeki temel insan ihtiyaçlarının hala giderilmemesinden kaynaklı sorunlarla hâlâ en çok kadınlar boğuşuyor. Sağlıkta dönüşümün yarattığı krizin faturasını öderken de pek çok kadın meslektaşımızı görev başındayken yitirmeye devam ediyoruz. Son bir yılda erkek şiddeti nedeniyle kaybettiğimiz sağlık çalışanı kadınlar; Ömür, Melek, Emine ve Ayfer… Kadınlar güpegündüz kamu kurumlarında, yaşatmak için gittikleri işyerlerinde katlediliyor. Sağlığın ve yaşamın korunması için hizmet üretilen ve güvenli olması gereken sağlık kurumları, günümüzde eli silahlı erkek faillerin kolayca girip çıktığı, özellikle kadın sağlık çalışanlarına yönelik tacizden cinayete her tür şiddet eylemini gerçekleştirebildiği ortamlara dönüşmüştür. Kadını ve kazanılmış haklarını yok sayan, sahiplenilmesi gereken bir mal gibi gören, kadın düşmanı erkek egemen politikalar, alınmayan koruyucu önlemler, işletilmeyen düzenleyici mekanizmalar ve cezasızlık politikaları hayatımızın her alanını kuşatmaya devam ediyor. Güvenli çalışma alanları ve sağlıkta şiddete karşı göstermelik adımlar dışında önlemler alınmıyor. Sağlıkta şiddetin son bulacağı politikalar üretilsin ve uygulansın istiyoruz. Ülkemizde her gün ortalama üç kadın kocası, birlikte yaşadığı erkek veya aile bireylerinden başka bir erkek tarafından baskı, işkence ve zulme boyun eğmemeye karar verdiği için katlediliyor. Toplumumuzda, her alanda yükselen iktidar politikaları ile tırmandırılan şiddet sarmalı maalesef ki günlük hayatta temel dil olmuş durumda. Bu şiddet ortamı hem özel alanda hem de kamuda kadınlara yönelik şiddeti körüklemeye devam ediyor”
6284 Sayılı Kanunun Etkin Uygulanmasını İstiyoruz
“Patriyarka, kapitalist, faşist, muhafazakar yönetimler ile devamlılığını kadınları tahakküm altında tutarak sağlayacağına inandığı sürece kadın hareketi güçlenerek, kendini sürekli yenileyerek yükselerek en güçlü cevabı verecektir. Cinsiyet eşitliğinin inşa edilmediği, erkek şiddetinin çözülmediği bir dünyada eşitlikten, özgürlükten bahsedilemez. Mahsa Amini’den, Dr. Aynur Dağdemir’den aldığımız cesaretle kadına yönelik şiddete karşı mücadeleye devam edeceğiz. İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyor, 6284 sayılı kanunun etkin uygulanmasını istiyoruz” (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) Read the full article
0 notes
an-lar · 1 year
Text
Bir zamanlar evlenmeyi çok istiyordum hatta hep derdim ki 22 yaşımda birisiyle tanışım sonra da evlenim vs... Neyse o zaman bazı şeylerden ötürü soğudum.Şu sıralar tekrardan evliliği düşünmeye başladım ama öncelikle iş istiyorum Rabbimden çünkü evlenmek için kendime birikim yapıp o birikimimle evlenmeyi istiyorum ailemden herhangi bir maddi yardımda bulunmayı istemiyorum.26 yaşımda evlenmeyi istiyorum şuan da da nedense :) Ee okulum bitmedi dönemi uzattım 🤦‍♀️ iş bul,birikim yap anca o yaşa gelirim zaten şurda 25'ime ne kaldı ki? :) Neyse böyle düşünüyorum... Nasıl bir eş isterdim peki insan yaş geçtikçe belli şeyler daha iyi oturuyor iki taraf için iyi bu.Öncellikle saygılı,merhametli,adaletli ve bunu da her koşulda sağlamaya çalışan biri olmasını.İnsan ilişkilerindeki hakkı bilsin,uygulamaya çalışsın.Benden zeki olsun özellikle sayısalı iyi olsun :) Kendini geliştiren, ögrenmeyi,keşfetmeyi seven ve buna hayatında yer vermeye çabalayan.Kendi ayakları üzerinde duran hatta düğün vs herşeyi kendi birikimiyle yapsın isterim (zaten nikah yeterli de) eğer yoksa da babasından alabilir ama onu da geri ödemek şartıyla.Kimseye minnet etmesin bu hayatta en iyi öğrendiğim şey.Sonra kıymeti,değeri bilen bunu hissettiren kuru ağızla söylenen şeyleri sevmiyorum bana hissettirmesini istiyorum,iradesi sert,kalbi yumuşak olsun özellikle de bana karşı yumuşak olsun :) insanım hatalar yapabilirim beni güzel bir üslupla uyarsın, hatalarımı düzeltmeme yardımcı olsun ayrıca her akşam sohbet etmeye çalışalım ona dair,gündelik hayata dair vs muhabbet edelim.İkimizde birbirimize ev olalım ev nedir bütün yorgunluklarımızı,kaygılarımızı dinlendirdiğimiz yerdir işte bu.Bilmediğim konuları bana anlatsın,hem bu şekilde iyi öğrenirim.Yemek konusunda bana ayak uydursun bu konuda çok hassas biriyim her yemeği yiyemiyorum 🙈 Bazı konularda çok kararsızımdır o yüzden kararlı biri olsun isterim ama dediğim dedik çaldığım düdük olmasın.Bencil olmasın.İnatçı olucaksa da çok az olsun.Her konuyu konuşup,yapıcı bir şekilde tartışabileceğim bir insan olsun,yüksek sesle konuşmasın çünkü korkuyorum.İlişkideki herşeyi benimle paylaşmasını benim adıma tek başına karar almayıp bana danışmasını isterim.İlişkide onu üzüp,kırdığımı anlamadığımda bunu benimle paylaşmasını içine atmamasını isterim.Ne olursa olsun bağırarak iletişim kurmasın korkarım ve de ağlayabilirim.Sevdiğime karşı duygusalımdır.Açık ve net olsun üzüleceğimi bilse bile. Benimle konuşurken gözlerimin içine bakarak konuşsun. Orta maddiyatlı,helal kazanç konusunda hassas,eş nedir ve eşin üzerindeki hakları nedir bilsin ve uygulamaya çalışsın.Birbirimizin hakkına girmeyelim.Ailesine karşı ezdirmesin,aile ve eşin arasındaki farkları bilsin,ona göre davranmaya çalışsın.Ve ailesine karşı genel olarak soğuk olucam belli bir süre yapım gereği de böyleyimdir zaten ama en çokta bir şeyler gördüğüm için o sınır olacak bu konuda anlayışlı olmasını isterim.Hatta her konuda öyle olsun sorsun,dinlesin,anlamaya çalışsın isterim.Ailesiyle bir anlaşmazlık yaşadığımda ya da onlar benimle yaşadığında araya girmesin bir yetişkin olduğumun farkında olsun,kendi sorunlarımı çözebilirim.Taraf tutmasın kimle aramda ne yaşıyorsam onunla benim aramdadır üçüncü kişilerin araya girmesini sevmiyorum çünkü sorun iyice büyüyor.Ben mantık delisi,arada bir çok konuşan,espri yapmayı seven,sevdiğiyle uğraşan ve ona sataşmayı seven,biraz titiz,düzeni seven,ütü yapmaktan nefret eden biriyim.Tek başıma takılmayı da severim bir sınır vardır buna karşı anlayışlı olmasını isterim.Benden 10 cm uzun olsun daha fazla olmasın,kültürüme yabancı biri olmasın.Birlikte bir hayat kurmayı,yaşamayı isterim bu yaşamda ikimize dair parçalar görmek isterim! Arada bir doğa yürüyüşü de yapmak isterim.Bu arada arada bir ev işlerini de yardım etse güzel olur hani 🤭 Küçük bir ev,çok az eşya sade bir hayat yaşamayı isterim.Bir de çok önceden beri bir hayalim var eşimin bir kere babama imamlık yapmasını istiyorum. Herhalde bu kadar 🤭 Bu iki paylaşımı da sevdiğim için buraya eklemek istedim.
Tumblr media Tumblr media
0 notes
mansetmalatya · 1 year
Text
Türkiye Şampiyonu Iğdırlı Öğrenciler, Okul Sporları Dünya Şampiyonası'na Hazırlanıyor
Tumblr media
Ermenistan, Nahçıvan ve İran sınırında bulunan Iğdır'ın Aralık ilçesine bağlı Gödekli Köyü'nde öğrenim gören ortaokul öğrencileri, Okul Sporları Türkiye Atletizm Şampiyonası'nda küçük erkeklerde takım halinde birinci oldu. Yurdun en doğusunda, sınırın sıfır noktasındaki köyün 7 kişilik Gödekli Ortaokulu Atletizm Takımı, beden eğitimi öğretmeni Bilgin Ataş yönetiminde hazırlanıp, Bursa'da 5-7 Haziran'da düzenlenen Okul Sporları Türkiye Atletizm Şampiyonası'na katıldı. Organizasyonu küçük erkeklerde takım halinde Türkiye şampiyonu olarak tamamlayan öğrenciler, yaz döneminde düzenlenecek Okul Sporları Dünya Şampiyonası'na katılma hakkı elde etti. Köyde kızlardan oluşan bocce takımıyla arazide ve okul bahçesinde antrenmanlarına devam eden öğrenciler, organizasyonda Türkiye'yi en iyi şekilde temsil etmek için sıkı çalışıyor.
Tumblr media
İlçe Milli Eğitim Müdürü Fahrettin Demirel, AA muhabirine, üç ülkeye sınır olan Gödekli köyünden başarılı sporcuların çıkmasının kendilerini gururlandırdığını söyledi. Kaymakam Fatih Özcan'a desteklerinden dolayı teşekkür eden Demirel, "Ayrıca okul müdürümüz, beden eğitimi öğretmenlerimiz, spor müdürlerimizin katkısıyla öğrencilerimiz fevkalade başarılar göstererek Türkiye'yi Dünya Şampiyonası'nda temsil edecek. Bizi gururlandırdılar, başarılarının devamını diliyorum." dedi. Okul müdürü Eyyüp Ensari Çiçekdağı, doğu sınırının son köyü olan yerleşim yerinde bir hayalle başlayan yolculuklarının, Türkiye şampiyonluğuyla sonuçlandığını anlattı. Öğrencilerinin Türkiye'yi Dünya Şampiyonası'nda temsil etmesinin sevincini yaşadıklarını belirten Çiçekdağı, bu hayale kavuşmalarında yaz, kış, tatil demeden her zaman yanlarında olan beden eğitimi öğretmeni Bilgin Ataş ile destek veren herkese teşekkür etti.
Tumblr media
- Ataş: "Önemli bir sporcu potansiyeli var" Beden eğitimi öğretmeni Bilgin Ataş, Okul Sporları Türkiye Atletizm Şampiyonası için oldukça zorlu bir hazırlık sürecinden geçtiklerinden bahsetti. Organizasyona sıkı hazırlandıklarını dile getiren Ataş, "Türkiye'nin en doğusundayız. Güneş ilk burada doğuyor. Türkiye Şampiyonası'na azmimizle geldik ve şampiyon olduk. Bundan sonraki hedefimiz, Dünya Şampiyonası'nda takımımızın derece alması. Gödekli Köyü'nün oldukça önemli bir sporcu potansiyeli var. Bu sporcu potansiyeli desteklenirse eminim ki milli takımımıza da hizmet edecek birçok sporcu bu köyden çıkacaktır." değerlendirmesinde bulundu. Read the full article
0 notes
primishaber · 1 year
Link
0 notes
gundembuca · 1 year
Text
İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Dilek Gappi
Tumblr media
Basın Özgürlüğünden Taviz Vermedik, Vermeyeceğiz!  İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Dilek Gappi, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü günü nedeniyle bir mesaj yayınladı.   Gappi, mesajında şu görüşlere yer verdi:  “İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile ülkemizde basın özgürlüğü güvence altına alınmış durumda.  3 Dünya Basın Özgürlüğü Günü dünyada kutlanıyor ancak biz ülkemizde bugünü yaşadığımız gerçekler nedeniyle kutlayamıyoruz.  Maalesef ülkemizde ifade ve basın özgürlüğüne ilişkin kaygılar artıyor, doğru habercilik yerine yandaş habercilik beklentisi dört yanımızı sarıyor. Basınımız, demokratik her yönetimde olduğu gibi yasama, yürütme ve yargıdan sonra kendisinden beklenen ‘dördüncü kuvvet’ görevini yapamıyor, engellemelerle karşılaşıyor.   Geçtiğimiz yıl da yine zor tablo değişmedi. Her yıl yayınlanan İnsani Özgürlük Endeksine göre Türkiye 165 ülke arasında 139’uncu sırada yer aldı.   Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün yayınladığı rapora göre 180 ülke arasında 149’ncuyuz. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın gerçekleştirdiği çalışmada ise tüm rakamlar yüzümüze çarpıyor.  Sadece 1 yılda;   - 96 gazeteci fiziksel saldırıya uğradı.  - 43 gazeteci sözlü olarak tehdit edildi.  - 27 gazeteci tutuklandı. 1 Nisan 2023 tarihi itibarıyla 42 gazeteci, gazetecilik faaliyeti nedeniyle cezaevinde.  - 80 gazeteci gözaltına alındı. Gazeteciler gözaltında toplamda 259 saat kaldı.  - Geçtiğimiz yıl görülen 125 ceza yargılamasında 263 gazeteci yargılandı. 35 davada karar çıktı. 90 yargılama devam ediyor. 55 yıl 1 ay 21 gün hapis cezası kararı çıktı.  - 4.148 habere ve 46 haber sitesine erişimin engellenmesine karar verildi.  - 682 haberin tamamı veya bir bölümünün içerikten çıkarılmasına karar verildi.  - 9 haber içeriğinin arama motorlarından ilişkilendirilmesi, unutulma hakkı gerekçesiyle kesildi.  - RTÜK’ten 58 ayrı idari para cezası kararı çıktı. Toplamda 20 milyon TL’ye ulaşan idari para cezası kesildi. 33 defa yayın durdurma cezası verildi.  - Basın İlan Kurumu, ulusal ve yerel gazetelere ceza yağdırdı.     Ancak bizler, gazetecilerin görevlerini hiçbir baskı altında olmadan, özgürce yerine getireceği günlerin geleceği umuduyla ve inançla yolumuza, mücadeleye devam ediyoruz.  Basının üzerindeki baskıların kalktığı, gazetecilerin haberlerini, köşe yazılarını özgür bir ortamda yazdığı, medyadan bağımsız araştırma, inceleme analiz ve röportajların beklendiği, meslektaşlarımızın emeklerinin karşılığını alabildiği bir Türkiye için çalışmayı sürdüreceğiz.    Tüm bu olumsuz örneklere, baskı ve sindirme çabalarına rağmen gerçekleri halka ulaştırabilmek için gece-gündüz, yağmur-çamur demeden, tüm tehdit ve engellemelere rağmen haber uğruna canını ortaya koyan meslektaşlarımız umut kaynağımız.  Gazeteciler bunu yazarsam başıma bir şey gelir mi, sabaha karşı gözaltına alınır mıyım endişesi yaşıyor. Ama tüm bu baskı ve hukuksuzluklara karşın gerçek gazeteciler vatandaşın haber alma hakkını savunmaya devam edecektir.   Read the full article
0 notes