Tumgik
#ermeni101
seslimeram · 1 year
Text
Ahparig'e Meram...
Tumblr media
Hakikati bildirmek, bundan yana bahis açabilmek bir cürettir. Konuşulmayan hiçbir halde konuşturulmayan, düşünülmeyen, var edilmeyen her durumda ön alınıp yok sayılanın var ettiği duruş, yaşanılanlara dair bahisleri bildirmek bir mücadeledir. Onlarca müdahale ve bir dolu manipülasyonla birlikte hakikatin eğilip büküldüğü bir zeminde doğrudan tüm o yaşatılanlara dair bahis açmak bir teşebbüstür. Bütün zorluklara karşı mücadele edebilme cüreti, o yaratılan bunca kedere ve yıkımların ardından çıkagelen hezimetlerin hesaplarını sorabilme için de bir yolun tesisidir. Aktivizm, hareket ve eylem bütün bu tahayyülleri ol içeriğinde barındırır. Sözün savunulması, belgelenmesi, sorgunun güncellenmesi için var edilen çabalarla hakikat arşınlanır. Hakikate dair bahis ancak o yüzleşme hallerini anbean, günbegün zikrederek, yarayı ve tüm kenarda işlene gelmiş önyargı hallerine karşı birlikte mücadeleyi arşınlayarak söz konusu olur. Yolun, izan, izahatın mesel olunanla güncellik içinde var edilenin arasındaki uçurumun her nereye yollanıyor olduğumuzun idraki için her gün bir biçimde hakikat mesaisi söz konusudur. Tümüyle bu kader coğrafyasının tüm o insan eliyle var edilmiş suçun, yıkım, kıyım, kırım hamlelerine karşı sürekli olarak var edilen yegane istençtir hakikati arama çabası.
Hakikat aranılır mı, pekiyi? Düpedüz yalın bir biçimde yalanlarla, türlü çeşit zırvalamalar ile birlikte, yeniden ve yeniden imal edilenlerle birlikte kullanışlı aparatların da bu sistem yapısına dahil olunmasıyla oluşturulan o sarmalda bir hakikate yer var mıdır, hala ihtimal midir? Bütünüyle kırmızı çizgilerle, sürekli kılınmış bir düşmanlaştırma mitinin etrafında şekillendirilmiş olagelen Ermeni meselinin aslında her neye tekabül ettiğini sorgulayabilir miyiz mesela? Hakikatin, hakkaniyet mesaisinin sadece bir yüzeyde, sadece bir tezahürle, salt ve sadece bir anlamda bilinen / görülen ve örselenmekten gayrısına mahal verilmeyen bir tahayyülle sıkıştırılmasının hesabı ne olur misal? 1894-1896 yılları arasında var edilen büyük anadolu kırımlarından birisi olagelen Adana / Kilikya yıkımlarının hemen ardından çıkagelen ve sistematik olagelen aklın her nasıl bir fecaatin ta kendisine mahal verdiğinin de sunumu olagelen 1915 büyük felaketinin ardından hangi söz hakikati bildirecektir iş bu sahadaki Ermeni için! Onca ağır olanın, onca yerle bir etmenin, iz silmenin, bir dolu tehdit ve yıldırının, hakikatin önünde yükseltilen cerahatli bakışımın karşısında vardır ve yoktur ile geçiştirilebilecek bir mesel midir, Ermeni, Sorunu, Sorusu? Hakikat her nerede, her ne haldedir, her ne şekildedir, bugün idrakine varabiliyor muyuz?
Bu toprakların yaşadığı acıların farkında olma halini, onları birbirleriyle kıyaslamadan bir biçimde yargılama vesilesi eylemeden suna gelen, bu uğurda çaba sarf eden bir temsil için bu iki, üç, beş satır. 1954 yılında Meleti, bugünkü Malatya’da başlayan, 19 Ocak 2007’de İstanbul’un ortasında arkadan vurulan üç kuruşluk, üç kurşunla katledilen Hrant Dink’in ardından söylenebilecek her şeyin söylenip, bir türlü hakikate sıranın getirilmediğine dair bir meramdır buradaki bir iki üç satır. Olabildiğince yalın bir biçimde, eksik gedik hallere düşmeden sadece ve sadece buralılık haline inandığı, Anadolu’nun elinden çalınmaya bir hal ve istikamet dahilinde devam olunan o çok kimlikliliği, çok sesliliği, sevincindeki hal ve tahayyüllerdeki birlikteliği neden acının ortasında da var edemediğini sorgulayan bir kalem erbabının ardından elimizde bir tek hakikatine dair sözcükler kaldı. Hrant Dink’in tüm o düşünsel mirasının ortasından çıkagelen şey, buralı olmanın getirdiği, var edilmiş o ön yargı kliklerine karşı insani olanın erdemini sorabilme istemiydi. Onca zaman sonrası, o kadar zaman öncesinden edilmiş olagelen çağrılarının, yazılarındaki bildirdiği meramın neden / ne için önemli olduğu gözler önündedir. Hiçbir yere gitmeyecek olanın, bu sahne iş bu toprakta gözü olanın, dibine düşebilmek dışında hiçbir şeye erinmeyen, özlemeyen, hiç sorgulamayan bir halkın haklılığına dair sözleri yeterince sorgulanabilmiş midir hiç ama hiçbir zaman?
19 Ocak 2007’de sahiden ne olmuştur! Neden bunca bağır çıkagelen bir Ermeni’nin yok edilmesi hadisesi böylesine rahatça geçiştirilmiştir. Onca zaman, o kadar dava süreçleri ve bir dolu ifşaya rağmen, haklıların, haklılıklarına kulak vermek bir yana, Agos Gazetesi’nin eski yönetim binası olan Sebat Apartmanına çıkan yolları kapatmak, bir hal bir biçimde minik! ogünsamast meczubu kopyasındaki beyaz berelerle gösterilere dahil edilen kolluk dışında kim neye yol vermiştir. Bugün bu raddede, yüzlerce makale, toplamı birkaç yüz saate yakın olagelen Türkiye’li Ermeni’nin meseline dair sözünü hiç sakınmadan var edebilen bir insanın canının çalınmasında tespit olunan ağ / yapının ardı neden bunca rahatça bırakılabilmiştir. Ol meşum eski ocak başkanı zatın, haydi o Ermeni idi, vurdular lafzındaki gibi gizli / örtük olmayan değiniler, ikrarlar söz konusuyken tam bir mutabakat cinayetinin karanlıkta kalmadığına kimi ikna edebiliriz bugün, şu raddede?
Dahası 19 Ocak 2007’de bir kaldırımın ortasına üç kurşunla serilmiş olan “soykırımın” ol kaçıncı halkası olduğuna “Ben kendi halkımın yaşadığı acının farkında olan ve bu yükü taşıyan biriyim” diye hitap eden, meram eyleyen birisine sözü var mıdır bu ülkenin. Hiç mi gönül borcu yoktur mesela. On altı koca yıldır, ortada olanın, gözle görülenin hiçbir biçimde ötelenmeyecek olanın sunduğu bildirdiği bir yıkım sahiciyken, yüzleşme yerine, Artsakh / Dağlık Karabağ’da cereyan eden ikinci savaş sırasında, binlerce insanın canı çalınırken (sekiz bin kadar Ermeni, resmi rakamla beş yüze yakın Azeri) oh olsun çekilen bir menzilde kim ne zaman fark edecektir hakikati! Hakikatin yıkımla, zorla, güç kullanıp son teknolojik ölüm makinelerine yatırım yapıp, hamasetle süsleyerek kan akıtarak hiçbir biçimde gerisin geriye kurtarılamayacak kılınmasının hezimeti kime yazılmıştır misal.
Bir kaldırımın ortasına serilmiş olagelen hakkaniyetin, yıllar yılıdır sürdürüle durulan o nefret tahayyülünün bir biçimde Halkların Demokratik Partisi Amed vekili Garo Paylan’a yönlendirilmesinin, yinelenmesinin esef verici hali mesela necidir, hakikat meselindeki ol yüzsüzlükle, yok sayarak var edilmiş tehdit ile bir düzlem gün yüzü görür mü? Tarihi Ani kentini / harabelerini illa ki “ANI” diye düzeltme ihtiyacından, her zaman olduğu gibi köklerinden olanın, yaşanmışlıkların üstüne beton döküp, uydur kaydır hitabet halleri, gerçekliğine dair tek bir kanıtın dahi bulunmadığı mübalağalı düşmanlaştırma edimleriyle Ermeni’nin yarasının nasıl farkına varılabilir ki sahi ama sahiden? Tümüyle bu topraklara ait olan bir kimliğin, bu topraklarda var edilmiş en büyük suçlardan birisine rehin / hedef / asırlardır yasına mahkum kılınmış olanın derdine dair bir kelam erbabının ardından varlığı kesin kılınmış olan o mutlak sessizlik necidir, her neyin nesidir misal, endirekt!
Hakikat anılan değil, bildirilen bir meseldir, doğrunun ta kendisidir. Bütünüyle onca yılın ardından bugünkü simsiyah ülkesinde Hrant Dink hepimizin hakikatinden bir kesit ile var olmaya devam ediyor. Nice üstü kalabalık, sırtı sıvazlanmış, benim devletimin işini bilen memurunun, şusunun ve busunun aklanıp, paklanıp temize çıktığı bir yerde, ucuz mavralar ile adaletin var edilemeyecek olduğuna bir kere daha kanıtı oluşturuyor Hrant Dink ve hakikati. Üçüncü tarafları katma7dan, Ermeni ile Türk arasındaki bir iletişimin her ne kadar elzem / ivedi / öncelikli bir mesel olduğunun altını çizmesinden bu yana kaç yıl geçtiyse, ona dair ettiği kelamdaki akan zehirli kanla yüzleşmek, sorgulamak, düşünmek ile eyleme geçmek arasındaki uçurum da bir o kadar açıldı. Gelinen noktada şu sahada bir kesim için “cesur”, “gözü kara” olarak anılan kırk beş, elli bin arasındaki bir nüfustan gayri, susmaya mahkum, devletin var ettiği kadarıyla yasını tutmaya devam eden bir öteki halk kaldı geriye. Bir halkın meramını sırtlananların katledildiği, bir kere daha hesabının bir biçimde eksik gedik konulduğu ülke gerçek kılındı.
Bir ezgide, düzene karşı muhalefetin vurup kırıp değil, doğrudan onların bildiği sözü tam olarak yeniden bildirerek, kelamı sahiplenerek mümkün olduğu bildirilmişti asırlar evvel. Bir memleketin hazin hikayesinin, arkalarda saklanmak istenen, karanlıkça tutsak edilip de yok sayılan yaralarından birisinin sesini duymak için hakikat arayıcılarına ihtiyacımız vardır. Hrant Dink tam da bu hakikatin savunucusu bir insandı, kaybının onca yıl sonraki yaranın neden hala can yakıcı olduğunu görmek için sadece yaşatılanların, Ermeni’nin her neye tekabül ettirildiğini görmek bile can yakıcıdır. Upuzun cümlelere gerek yok artık iş bu sathı mahalde. Bir can katledildi. 2007’den bu yana adaletin paramparça olunduğu bir garip girdap için sözüm ona hak yerini buldu. Ne emri var edenler, ne yol açanlar, ne tüm o devletli kademesi, ne Ankara’nın dehlizlerinde bu dava kaybolmayacak diyenler. Birkaç numunelik, gözden çıkartılan kukla, maşa, beslenip büyütülen tetikçi gibi temsil dışında bir cinayetin hesabı daha verilmedi. Tıpkı, Krikor Zohrab, Taniel Varujan, Siamanto, Melkon Gürciyan (Hrant), Yervant Sırmakeşhanlıyan, Paramaz ve yoldaşları gibi, Levon Ekmekçiyan gibi, Sevag Şahin Balıkçı gibi, muammalara kurban edilmiş Maritsa Küçük ve daha nicesi gibi. Tıpkı, geçmişten bugüne var edilmiş tüm devletin gölgesinin değdiği kırımlar gibi. Tıpkı...
Son sözü yok bu yazının, bir gün adalet tecelli ettiği vakit, sahiden hakikatin yankısı nihai olan hukuku var edebildiği vakit, insanı konuşmaya başlayacağız. Sahiden bir gün insanın o kaybın yasını tutmaya ancak böyle başlayabileceğiz. O güne kadar sadece şu geçmişten çıkagelen bir söz erimi kalsın geriye, hala Hrant Dink kimdir diye sual edenlere belki merak edip birkaç satır da olsa okurdunuz. “Ayrıştırmaların her türlüsüne karşı olabildiğince anlaşılır bir dille yazmaya, anlatmaya ve öteki dediklerimizi tanıtmaya çabalamış bir insan. Evet çok düz gelebilecek bir tespit ama her şeyden önce insan. karşılıklı olarak konuşulabileceğine, dış mihrak denilegelen (diasporaları vd.) başkalarını ortak etmeden dertlerimizi kendi aramızda paylaşıp çözümleyebileceğimize inanmış bir "insan". Ellerin bangın bangır bağırmasına, iletilerin (anladınız siz onu - tehditlerin - ) sağlı sollu gelmesine inat durup dinlenmeden olayların üzerine, çözüme gitmeye çalışmış bir "insan". Anadolu'nun yurttaşları ile kucaklaşacağı günlerin özlemini betimlemiş bir "insan". Çözümsüzlük üretmenin yol almak olarak algılandığı bir coğrafya içerisinde konuşmayı ön planda tutmaya çalışmış bir "insan". Yazdıklarından cımbızla seçilmiş bir kaç cümle ile hedef haline dönüştürülmesi bile onu bildiklerini sayıp dökmekten alı koyamamış bir "insan"dı. Neticesinde katil zanlılarını savunanların hala kindarlıkları ile beraber ekranlarda yeni cürümleri işletmek için adına yüklemler taktıkları, meşreplerince kullandıkları "insan". Ve neredeyse pek çok önemli makamdan "insan"ın bilgisi olmasına karşın yitirilen bir "insan". Dip not almanın ötesinde "emir demiri keser" diyenlerin göz göre göre yitirttiği "insan". Söyleyin hala mı "Yabancı" bu "İNSAN"?” 19 Ocak 2023, Hala Buradayız Ahparig!, Hepimiz Ermeni’nin de “insan” olduğu kısmını hala anlatmakla meşgulüz. Hala Buradayız Ahparig, tutulamayan tüm yasların bir başka zaman yeniden yaraya dönüşmesine mani olmak için isyanındayız. Özlemle...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Burak ORTAHAMAMCILAR – Euronews Türkçe
1 note · View note
seslimeram · 2 years
Text
Yara Meseli!
Tumblr media
Yaralar biriktiriyor insanlık. Pandemi koşullarının göreceli ötelediği, artık aştık biz onları denilen her ne varsa, köşede, ötede beride saklanan bugünün gerçekliğinde birer ikişer üç ya da beşer yaraları çoğaltıyor, çığ haline dönüştürüyor. Saklandıkları dehlizlerden çıkan, ortaya saçılan irinin, her taşın altından çıkagelen cerahatli hallerin yekununda o yaralarla bir ömür geçirilir buyruluyor. Baş amir ve avenesi olagelen baş faşist ile yavuz tosuncuğa ait yapı, kendini hala solcu zanneden azılı bir devlet tetikçisi vatanlı matanlı okey masası söz konusu olduğunda dördüncü edilmeyecek bir temsilin refakatinde yaralar günbegün bu sınırlarda görünür kılınıyor. Her gün açmazlarını var ediyor. Her an yepyeni eşiklerin aşılmasına sahne kılınıyor. Her şekilde ülke bir çukurun ta kendisine dönüştürülüyor olan biten sorgulanmasın, yeter ki düzen, bu yarım, yamuk, eksik gedik hal süre gitsin diyerek en olmayacak şeylerin olur addedildiği bir ülke güncelleniyor. Adı da tanımı da hiçbir an hiçbir biçimde ülkeye benzemeyen bir ucubelik sarmalda hayat perperişan ediliyor.
Keskin bir taarruz ekseninde, iyice cılız kılınan bir demokrasi mefhumu var ediliyor artık. Doğrudan kesintisiz, daimi bir istikamette hiç ama hiçbir itiraza yer olmadığı ifşa olunup, her durumda hayata müdahil olunmasına ketler vurulur. Yaralar birikmeye bu ahvalde bu şartlarla yönlendiriliyor. Kesin, kati ve değişmez addedilenin suna geldiği her şeyin aynı, benzeş, belirgin bir biçimde yaraya dönüşmesinin meselesidir bu meram. Hiç kimseleri ama hiç kimseleri sevmeyen / kabullenmeyen, kendisinden saymayan bir cerahatin artık her güne içkin kıldığı hamlelerle yaralar güncellenir. Neresinden tutarsanız tutun “afaki” bir düş kırımı menzilinin binasıdır devam olunan. Yok yere, haybeye değil, içten içe salt / sırf pazarlıklı bir dogmatik şablonun devamlılığı var edilirken, hayat heder edilir anbean, behemehal, sürekli. Dur, durak nedir bilmeden icrasına düşülen hallerle birlikte, tavırlarla ve yönelimlerle bütün bir menzil biyopolitik olanın deneyselliğine rehin, yaraların sahnesi kılınır.
Dibine kadar batılmış olan cerahat bataklığında olan biten idrak edilmesin diye çabalarla o yaraların devamlılığı sağlama alınır. Hepi topu üç milyonun biraz üstündeki güncel ola gelen nüfusuyla Ermenistan’a yönelik, Aliyev sultasının var ettiği taciz / saldırganlık hali ve devamında sadece iki günde üç yüz kadar insanın can verdiği kırılma sırasında ve dahi sonrasında burada verilen tepkilerdir misal bir örnek. Devletin, Türkiye cumhuriyeti namı ve titrini taşıyan müzakerecisi başta olmak üzere, hiç birisinden küçük kardeş, iki devlet tek millet denilenin başına çöreklenmiş bir modern zamanlar celladına tek satır etmemiş, ettirmemiş bir ülkenin meselesidir yaraların nasıl var edildiği, İki koca günde, iki koca yıl önce Artsakh, Nagorno Karbakh ihtilafında yaşatılan halden de ağır bir travmanın gerek ol Ermenistan, gerek bu sınırlarda kalabilme mücadelesi veren kırk küsur bin Ermeni’ye gerekse de diasporayı tanımlandıran o yedi milyona yakın insana aynı anda var edildiği bir cürüm temsili var edilir. Yaranın her neye dönüştüğü onca zamanda çıkagelen tüm o itirazlar, yok edilmesin hayatlar diye savunulanların nasıl paldır küldür ezildiği gözlerin önünde var edilenlerle biçimlendirilir. Azerbaycan’da ses eden gençler, Ermenistan’da yasını dahi doğru düzgün tutmalarına müsamaha gösterilmeyen kadın, çocuklar derdest olunur. Yaralar birbiri içine geçerken, duraksamak nedir bilmeyen bir cerahat hayatın tam da gırtlağına çöker. İki günlük saldırılar sonrasında geriye enkaz kalır. Üç yüz civarındaki kaybın yanı sıra kentlerde delik deşik edilmiş binalardan, haymatlos kılınan hayatlara ister Ermeni, ister Azeri olsun onu bulan / yıkan bir karanlık döngü bina edilir. Dahası da vardır elbet.
Azerbaycan’da savaşa karşı ses veren Demokrasi 1918 örgütünden Ahmet Memmedli’nin otuz günlük tutsaklığı var edilir. Ülke sınırları içinde savaşa değil barışa şans verilsin diye söze karışanlar vatan haini gibi bir tanımlama ile ifşa edilmeye çalışılır. Ermenistan’ın tüm o kederini katlayan, Sovyetler Birliğinden bağımsızlığını ilan ettiği günün otuz birinci yıldönümünde çıkagelen yaslı annelere, kolluk saldırısı ve nicesinin yanında artık iktidar kavgalarından ötesine çıkmayan Paşinyan, Türk müymüş abuklamasına birbirinden beter haller var edilir. Daha geçtiğimiz Cuma (23/09/2022) günü karşılıklı ol taciz atışları, ateşkes ihlalleri var edilirken, gerçek kılınan yarayla kim nasıl ne zaman ve ne şekilde ilgilenecektir. Bir biçimde Göyçe Zengezur Devleti diye imal edilmiş, masa başında biçimlendirilen neo-faşist, turancı bir devlet yapılanmasının sulandırılarak servis edilmesi de bonustur. Birbiri içine geçmiş, geçişi tamamlanmış olagelen nefret hallerinin, sürekli kaşınan savaşa, gerek Almanya, gerekse de İsrail’den gün aşırı silah akışının Bakü ekseninde var edildiği bir zeminde, derdin, yaranın, kalıcılığına kim nasıl kafa yoracaktır sahi ama sahiden de?
Ustalık dönemi diye böbür böbür böbürlenen baş amirin, son birkaç senede var ettiği tüm o cerahatin de özetidir, Azerbaycan – Ermenistan, Nagorno Karabakh – Artsakh, Azerbaycan ekseninde var edilmiş olan savaş, yıkım ve ötesinin güncesi. Hangi yanına dönersek dönelim, sadece Türkiye devletinin imal ettiği yıkım şeceresi zaten hemencecik her şeyi bildirmeye kafi gelir. Türkiye sadece dört ülkeyi işgal etti, diğer üçünde yasa dışı askeri varlığı var ve 5 komşusuyla zehirli ilişkileri var. Politikaları barış odaklı olmasaydı durumu siz hayal edin.” Birleşmiş Milletler toplantısında konuşurken hamaset dilinden bir kademe uzağa düşen portrenin suna geldiği barışın mezalimin ta kendisine dönüşümü dert değil midir, misal? Kimselere bir hayat hakkı tanımayan, kendi sınırlarının içindeki o yaşam mefhumunu çoktan derdest etmiş, dönüştürdüğü hayat denilen mefhumu bariz bir sermaye için kölelik, sıradan insanlar için kuru ekmeğe talim etmek dışında hiçbir şeyi hakikat kılmayan bir cerahat karşısında ulaşılan menzil, her durumda, hemen her şartta bir ya da birkaç ülkeye hamaset dilinin hiç kimseye bir faydasının dokunmayacağı afaki değil midir?
Bianet’ten aktaralım: “İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi başörtüsünü "düzgün bağlamadığı" gerekçesiyle "ahlak polisi" tarafından gözaltına alındıktan sonra götürüldüğü karakolda fenalaşarak 16 Eylül'de hayatını kaybeden 22 yaşındaki Mahsa Amini'nin öldürülmesine ilişkin açıklamada bulundu.
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nun 77. Oturumu için bulunduğu ABD'nin New York kentinde konuşan Reisi, "bir kişinin polis gözetimindeyken ölümünün soruşturulması gerektiğini" söyledi.
Reisi'nin açıklaması, Amini'nin öldürülmesine tepki olarak ülke geneline yayılan protestolar sürerken geldi. Reisi, Amini'nin şiddet görmediğine dair iddiaları yineleyerek protestolara katılanların "yaptıklarının kabul edilemez olduğunu" söyledi. Reisi, ayrıca "Batı'yı ikiyüzlülükle" suçladı.
Başta başkent Tahran ve Tebriz olmak üzere İran'ın pek çok şehrinde devam eden protestolara güvenlik güçlerinin saldırısı ile birlikte can kaybı da artıyor.
İran resmi televizyonunda yer alan açıklamalarda dün (22 Eylül) itibariyle protestolarda 17 kişinin hayatını kaybettiği, ölenlerin arasında üç güvenlik görevlisinin de olduğu kaydedilirken Norveç merkezli İran İnsan Hakları (IHR) örgütü ölü sayısını en az 31 olarak açıkladı.
"Kameraların pilinin bittiğini söylediler"
Öte yandan, Mahsa Amini'nin babası Emcet Amini, BBC Farsça servisine olayla ilgili açıklamalarda bulundu.
Amini, kızının otopsi raporunu görmesine izin verilmediğini ve önceden herhangi bir sağlık sorunu olmadığını kaydetti. Amini, görgü tanıklarının kızının polis gözetiminde dövüldüğünü anlattığını söyledi:
"Oğlum onunlaydı. Bazı görgü tanıkları oğluma, ablasının polis minibüsünde ve karakolda dövüldüğünü söyledi.
"Oğlum, kızımı gözaltına almamaları için yalvardı ama o da dayak yedi, giysileri parçalandı. Güvenlik güçlerinin üzerindeki vücut kameralarının görüntülerini göstermelerini istedim ama kameraların pilinin bittiğini söylediler."
"Ayaklarında yara izi vardı"
"Kızımı görmek istedim ama beni içeri almadılar" diyen baba Amini, otopsi raporunu görmek istediğinde de doktorun kendisine, "Ne istersem onu yazarım, seni ilgilendirmiyor" yanıtını verdiğini söyledi.
Amini, aileye otopsiyle ilgili herhangi bir bilgi verilmediğini, kızının bedenini kefenlenmiş halde, tespit için sadece yüzüyle ayaklarını görebildiğini kaydetti: "Ayaklarında yara izleri vardı... Doktorlardan ayaklarına bakmalarını istedim, bana yaranın nedenine bakacaklarını söylediler ama hiç aramadılar... Beni görmezden geldiler, şimdi de yalan söylüyorlar."
Tahran Adli Tıp Kurumu'nun Genel Müdürü Mehdi Faruzeş, konuyla ilgili daha önce yaptığı açıklamada, "Başta ve yüzde yara izi yok, göz kenarlarında yara izi ya da kafatasında çatlak yok" demişti.
"Sağlık sorunu yoktu"
Emcet Amini, kızının sağlık sorunları olduğu ve bunun ölümüne yol açmış olabileceği iddialarını da reddetti:
"Yalan söylüyorlar. 22 yıllık ömründe birkaç soğuk algınlığı hariç hastaneye gitmedi. Hiçbir hastalığı yoktu, hiç ameliyat geçirmedi."
İranlı yetkililer, konuyla ilgili yaptıkları açıklamada Amini'nin kalp rahatsızlığı sonucu hayatını kaybettiğini söylemişti.
Ne olmuştu?
Doğu Kürdistan'ın Sakız kentinden başkent Tahran'a akrabalarını ziyarete gelen genç kadın erkek kardeşinin kullandığı aracı durduran ahlak polisince gözaltına alınmıştı. Kardeşine, nasihat edilip serbest bırakılacağı söylenerek götürülen genç kadının, gözaltına alındıktan iki saat sonra komaya girdiği ve kaldırıldığı hastanede öldüğü ortaya çıktı.
Devlet televizyonu Amini'nin dövüldüğü iddialarını yalanlayarak, polisin genç kadını "nasihat etmek ve eğitmek" üzere karakola götürdüğünü ve orada kalp krizi geçirdiğini söyledi. Akrabaları, kadının herhangi bir kalp rahatsızlığı olduğunu yalanladı.
Devlet televizyonu bir polis karakolunda Amini olduğu söylenen bir kadının oturduğu koltuktan bir yetkiliyle konuşmak üzere kalktıktan sonra yere düştüğünü gösteren güvenlik kamerası kayıtları yayınladı. Ancak görüntülerden kadının Amini olduğu doğrulanamadı.
Amini'nin dövülerek öldürüldüğü yolunda sosyal medyada yayılan iddialarını reddeden Tahran emniyeti açıklamasında, "Ayrıntılı araştırmalara göre, Amini'nin araca alınması sonrasında ve tutulduğu karakolda fiziksel bir temas olduğunu" reddetti.
Ancak, İran'ın yarı resmi Fars haber ajansı, Mahsa Amini'nin ahlak polisince dövülmesi nedeniyle komaya girdiğini duyurdu.
VoA'nın haberine göre genç kadının karakolda ölümünü eleştiren sosyal medya yorumcuları arasında, sözünü sakınmamasıyla tanınan reformcu eski milletvekili Mahmud Sadıki, Ayetullah Ali Hamaney'i olayla ilgili kamuoyuna açıklama yapmaya çağırdı.”
Düzenin var ettiği yaranın sınır içinde olduğu kadar dışında da sürekli güncellenen bir hal ve meseleye dönüştüğünü göstere gelendir Mahsa Amini’nin katli. Katliamları, cinayetler ve beraberinde türetilen tüm işkenceleri, bir menzildeki itirazları topyekun def edebilmeyi var eden bir katran karanlığıyla İran’da, tıpkı diğer bölge ülkelerindeki gibi yurttaşlarına tam anlamıyla saldırarak bina eder. Rövanşın yaşama kurulan setlerle bir biçimde alt üst edilen hayatlarla ve Amini sonrasında günbegün katledilen yurttaşların varlığıyla bütün o döngü, yaraları günceller. Yara dediğimiz meseli var edenin devletlinin tahakkümü her durumda çıkagelen kırmızı çizgileri ile var edildiği bir kere daha ortaya saçılır. İnsanları açık, kapalı diye ayırarak, devletçi, düşman, hain, terörist bildirerek o devlet televizyonu protestolarda ölenlerin sayısının 35'e ulaştığını açıklarken buluruz kendimizi. Kesin ölü sayısının resmi makamlar tarafından açıklanacağı belirtilir. Halihazırda var edilmiş olagelen yaraların nasıl iç içe geçtiğini göstere gelen, pamuk ipliğine bağlanmış hayatların yekununda bütünün, oluşturulan cerahatin de bıraktığı izlerin toplamıdır mesel, meram. Mahsa Amini’den sonra, hayatın normatif kısmının toptan zayi edildiği bir yerde, bir zeminde olanın, var edilenin cürme hemhal, bütünleşik bir karanlık olduğunu anladığımız vakit yaraları da görmeye nail olacağız bir ihtimal.
Sınırın dışı böyle, içinden haber vermeye gerek var mıdır? Yaraların varlığına dair kelam ettiğiniz vakit bu sizin işiniz değil diye karşılayan bir cerahate neyi nasıl izah edebilirsiniz ki aynı yıkımın, zorbalığın bu sınırların her gününde vuku bulduğuna kani edesiniz. Artık herkesin birbirine bağlı olduğu bir coğrafyada birilerinin acısına oh olsun, berikinin yarası ya da sınavına vurdumduymazlık ile mukabele edilirken, sınırın içinde atı alan üsküdar’a çoktan geçtiğini zikrederken nedir yani, nasıl bir halle yıkımını yaşadığını bu ülkenin tam olarak izah edesiniz. Düzenin, düzeneklerin dünyanın her yerinde tam da sıradana o her durumda kendini istisna edeni de bizatihi kapsayarak var ettiği bir düzlemde hangi derdi, hangi sözle izah edesiniz ki, gelen gelmiş çoktan kısmı anlaşılsın. Geliyor gelmekte olan faslı geçtiğinden gelenin akıbetini nasıl belirleyecektir bu ülke biz onun derdine yanalım. Cerahatle, cürümle, dört bir yanında irin, zorbalık, ki komşu ülkelerindeki fecaat hallerini oh olsun bahsinden, iyi oluyor onlar da neler etmiştir ile geçiştiren, büyük turancılık fablı üstünden kendini konumlandıran hegemonyacılara durum hiç iyi değili nasıl bildirelim. O sınanışlar hem ülkelerin sıradan insanlarını, hem de coğrafyanın genel kaderini belirmeye bir çentik daha açarken, gelenin ardından nelerin dönüşebilecek olduğunu karanlığın tam olarak neye benzediğini nasıl izah edelim. Jeton sahiden ne zaman düşecektir, derdimizdir ve tasamızdır. Devlet dediğiniz şey / makam, kamunun üstüne çöreklenmiş bir karanlıklar birlikteliğidir. Onun var ettiği cürüm, yok ettiği, sınırlandırdığı hayatı geri kazanmak için mikrop toptan imha edilmeli... Anlıyor muyuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Tahran Sokaklarından Bir Detay v/ Reuters
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Ülkeyi Dönüştüren Nefret - Burası Neresi?
Tumblr media
Geniş tanımlı bir nefret söyleminin, suçunun, karinesinin ortalık yerde günbegün arasız ve fasılasız güncelliği içinde yaşam var ediliyor. Öylesine, laf olsun diye değil doğrudan kesintisiz bir biçimde fasık bir aklın var ettiği, öne sürdüğü hallerle her güne bir düşman, düşmanlık halleri var ediliyor. Kimlerden olunduğu, ne söylendiği, ne adına var edildiği, bahsinin açıldığı, meram eylendiği söz konusu edilmeden, göz ardı edilerek cürmün bariz bir yıkımın refakatinde, çalakalem bir yok ediş, nefret sembiyotiği var ediliyor. Buraların en büyük, en aşılmaz, en kalıcı hallerini bildiren bir temsili nefret hakikatin parçacığı, tek belki de yegane istikamet olarak tanımlanıyor. Her gün soyulan, düzülen, sıkıp suyu çıkan çıkartılan, ezilen ve ekonomik, sosyal, siyasi anlamda baskılanan menzilde, sıradan insan ile diğer sıradan ama öteki sanılanlar arasında bir nefretin varlığı keskinleştiriliyor.
Güz sancılıdır, onun var ettiği dönemeçlerin en belirgin sureti Eylül’ün takvim yaprakları arasına sıkıştırılm��ş olagelen günlerin, geçmişten bugüne taşan yıkımların, acının suretini barındırır. 6-7 Eylül 1955 misal bir örnektir. Cerahatli kolun, mükemmel bir organizasyon olarak değerlendirdiği, sahiplenip gizliden, örtük imrendiği, bugün olsa yeniden yapsak bir kere daha diye çıkageldiği şablonun en yıkıcı suretlerinden birisinin zamanıdır misal. Yahut da, kenti çoktan terk etmiş olan işgal ordusunun ardından, kentte yaşayan insanların aralıksız öteki sanıldığı için denize dökülmesinden, 13 Eylül 1922 yılındaki ol yüz elli kadar Ermeni yetimin de aralarında olduğu binlerce insanın yakılarak yok edildiği büyük İzmir yangını gibi dönemeçler karşımıza çıkar. Daha yepyeni acı / yıkım / yok ediş üçlüsüne sahne olmuş Eylül kırımlarının hazinlerinden, buralarda otuz yıllık bir rövanşın ta kendisi diye alay edilen / goy goyuna düşülen Artsakh / Nagorno Karabakh itlafının var ettiği yepyeni bir cenderenin 13 Eylül 2022 tarihindeki suretini ekleyebiliriz mesele sancılı güze. O Güzün var ettiği yıkım, yaprakların solması gibi canların tükenmesinin var ettiği eşikte, filizlendirip, semirtilen bir nefret halihazırda bütünüyle “yurttaş” olunsun ya da olunmasın gayrimüslime şiddetle birlikte imal edilir.
Ne hakaretler biter, ne tanımlama diye çıkagelen sıfatlardaki düşüklük. İnsan olmanın hal ve erdeminden çoktan vazgeçip, kayıpları, kaybedilen insan, mekan, makam, ses ve sözün hepsini bir kerede alt edebilecek gücü kendilerinde bulduğunu zikredenler eliyle sinkaflar havada uçuşur. Meraklısına değildir pek söylenenler, nefretin tamamlayıcısı damgalayıcı her ne varsa misal, orospu çocuğu, gavat, haysiyetsiz piç, vatansız kahpe, allahsız it, onun ve bunun maşası, sikimin anteni, beyinsiz, kansız, kancık, karı, amına koyduklarım bir dolu ve bir dolu şekilsiz, şemalsiz sesleniş, nida, ünlem gibi Türkçe alt yazısız hakaretler silsilesi ile nefretin tasarımı güncellenir. Sokakta yer etmiş olan ayrımcılığın artık arasız, fasılasız yeniden sökün ettiği bir garip zamanların ifşasıdır o kelimelerle çıkagelen her tür argo. Düşüncenin bir örnek olmadığı hallerde savunulanlara yanıt diye var edilmiş şeyleri bir başka kültür, kimlik, inanç, görüş vs. üstünden aşağılamak, onu yermek, yendiği sanma halleri içinde cerahat boy verir. Bu hallerle geçtiğimiz bir buçuk haftadır bu satırlar ile meramını var etmeye çalışanı da hedef kılarlar. Oysa 2007 19 Ocak’ından bu yana süre giden bir zamansız, hiç kimseler için değil, hiç kimselere ait olmayan bir sözü taşımaya çalışırken nedir ki yani mesele?
Bitimsiz bir döngü dahilinde, hınçla, ötekileştirme ve nefretle tutuna tutuna bir cerahatli hale ülkenin görüşü denilmesi beklenir. Bütünüyle kaskatı kesilmiş, ezberlerle birlikte var edilmiş olan düşmana karşıtlık üstünden, yaralar delik deşik olunur. Bununla kıvanç, illa ki zafer nidaları yükseltilir. Her atılan adım, her ortaya serilen söz, yazı, tweet vesair ileti, gönderi ya da sunu bir biçimde o mutlak iktidara / iktidarın olur verdiğine biat için sürekli olarak yinelenir. Tahakkümün eğip büktüğü, düşünmek yerine olduğu gibi biat etmeyi tam ve eksiksiz tercih edenlerin sunduğu hiddet / nefret ve söylemlerin yekununda çıkagelen ol ırkçılık ile hayat tarumar edilir. Nefret göndere çekilir. Kalemi keskin bir yazar olan dostumuz / ağabeyimiz Murat Uyurkulak’ın dediği gibi “Üç tarafı deniz, dört tarafı düşmanla çevrili, hayatla kavgalı, her an şehadete hazır, medeniyeti es geçmiş, ırkçılığından bihaber, hırsızlara ve katillere hayran bir koca kütle olarak yaşayıp öleceğiz belli ki.”
Geçtiğimiz 12 Eylül gecesi var edilmiş olagelen bir yıkım / tahribat / düşük yoğunluklu bir savaş yeniden var edilir. 22 Aylık hassas bir sessizlik sonrasında, Azerbaycan tarafının kötücüllüğünü göstere gelen, bir odak yerine onlarca farklı odaktan pek çok sınır kentinden Ermenistan’a yönelik bir saldırı gerçekleştirilir. Agos Gazetesinden aktaralım: “Ermenistan Azerbaycan'ın dün gece üç bölgede topçu saldırısı başlattığını açıklamış Başbakan Paşinyan gün içinde yaptığı konuşmada, 49 askerinin hayatını kaybettiğini söylemişti. Yükselen tansiyonla ilgili Ermenistan'ı suçlayan Azerbaycan Savunma Bakanlığı, 42 Azerbaycan askerinin ve sekiz askeri personelinin hayatını kaybettiğini açıkladı.
Öte yandan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'i 'saldırıları durdurmaya' çağırdı.
Blinken, Aliyev'le yaptığı telefon görüşmesinde, "ABD'nin Ermenistan ile Azerbaycan arasında savaşın derhal durdurulması ve barış anlaşması için baskı yapacağını" vurguladı.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Larvov da Azerbaycanlı mevkidaşı ile yaptığı telefon görüşmesinde, 2020 ateşkes anlaşmasının tam olarak uygulanmasının önemini vurguladı ve 'bölgede çatışmadan kaçınmanın gerekli' olduğunu söyledi.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ise çatışmanın başlamasından bu yana yaptığı ilk açıklamada, hayatını kaybeden askerlerin ailelerine başsağlığı diledi.
Aliyev kayıpların intikamının alındığını sözlerine ekledi.
"Durum gergin, yoğunluk azaldı"
Öte yandan Ermenistan Savunma Bakanlığı Sözcüsü Aram Torosyan saat 21:00 itibariyle Ermenistan-Azerbaycan sınırındaki durumun gergin olmaya devam ettiğini söyledi.
Torosyan bununla birlikte, Ermeni mevzileri, yerleşim birimleri ve sivil altyapılara yönelik bombardımanın yoğunluğunun önemli ölçüde zayıfladığını söyledi.
Sözcü, Nerkin Hand, Verin Shorzha, Artanish ve Sotk yönündeki yoğunluğun hafiflediğini belirtti.
Bu arada Ermenistan-Azerbaycan sınırındaki duruma ilişkin BM Güvenlik Konseyi toplantısının 14 Eylül Çarşamba günü yapılması planlanıyor. Fransa konuyu BM Güvenlik Konseyi gündemine getireceğini açıklamıştı.
BM Genel Sekreteri António Guterres Ermenistan-Azerbaycan sınırında yeniden başlayan çatışma raporlarından derin endişe duyduğunu sözcüsü aracılığıyla açıkladı.
Genel Sekreter, tarafları gerilimi azaltmak, azami itidal uygulamak ve çözüm bekleyen sorunları diyalog yoluyla ve mevcut formatlarda çözmek için acil adımlar atmaya çağırdı.
Bu arada bağımsız Azerbaycan medya kuruluşu Mikroskop, hükümet yanlısı medyanın ve milletvekillerinin Azerbaycan'ın Ermeni topraklarında bir "tampon bölge" oluşturma fikrini normalleştirmeye çalıştığını öne sürdü.”
Ermenistan Savunma Bakanlığı Sözcüsü Aram Torosyan dün gece şu açıklamayı yaptı:
"13 Eylül günü saat 00:05'te Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri birlikleri topçu ve büyük kalibreli ateşli silahlardan Goris, Sotk ve Jermuk yönünde Ermeni mevzilerine yoğun bir şekilde ateş etmeye başladı."
Sözcü, İHA'ların da kullanıldığını söyledi.
Aram Torosyan ilerleyen saatlerde yeni bir açıklama yaptı ve topçu ateşinin devam ettiğini Ermenistan ordusunun ateşe karşılık verdiğini söyledi.
Azerbaycan Savunma Bakanlığı ise, 12 Eylül'de Ermenistan silahlı kuvvetlerine bağlı birliklerin Azerbaycan-Ermenistan devlet sınırının Taşkasan, Kelbecer ve Laçın yönlerinde büyük çaplı sabotajlar gerçekleştirdiğini, bölgede mayın yerleştirmeye çalıştığını açıkladı. Açıklamaya göre bu durumu önlemek için Azerbaycan birliklerince alınan tedbirler neticesinde çatışmalar yaşandı.
Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki çatışmalar sonucunda "silahlı kuvvetler personeli arasında kayıplar, askeri altyapıda hasar meydana geldiği" söyledi.
Azerbaycan yaralılar ve kayıplar hakkında henüz ayrıntılı bilgi vermedi.
Paşinyan'ın konuşması
Ermenistan Başbakanı Paşinyan bu sabah Parlamento'da yaptığı konuşmada Ermenistan ordusunda 49 can kaybı olduğunu açıkladı. Bu sayının artabileceğini belirten Paşinyan gerilimin 'biraz sakinleştiğini', ancak Azerbaycan taarruzunun birkaç cephede devam ettiğini söyledi.
Ermenistan Acil Durumlar Bakanlığı üç sivilin yaralandığını, birinin durumunun ciddi olduğunu açıkladı.
Öte yandan Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan'ın dün Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile telefonda görüştüğü bildirildi.
Ermenistan medyasına göre Paşinyan, Azerbaycan tarafının eylemlerini kabul edilemez olarak değerlendirdi ve uluslararası toplumun tepkisinin öneminin altını çizdi.
Ermenistan Savunma Bakanlığı, sabahın erken saatlerinde yaptığı açıklamada Azerbaycan silahlı kuvvetlerinin Ermenistan-Azerbaycan sınırının çeşitli yönlerinde ilerleme sağlamaya çalıştığını bildirdi.
Ermenistan Hükümeti, gelişmeler üzerine Rusya’ya, BM Güvenlik Konseyi’ne ve Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’ne başvurdu.
Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada ise şu ifadelere yer verildi:
“Daha çok önceden net bir şekilde ifade ettiğimiz gibi, ihtilafın askeri bir çözümü olamaz.Tüm askeri operasyonların derhal durdurulması çağrısında bulunuyoruz.”
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kanaani ise Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki sınır gerilimlerinin ve çatışmalarının tırmanmasından duyduğu endişeyi dile getirerek, iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların barışçıl yollarla ve uluslararası hukuka dayalı olarak çözülmesi çağrısında bulundu.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, İran İslam Cumhuriyeti'nin Azerbaycan Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti arasındaki sınırlarda yapılacak herhangi bir değişikliği kabul edilemez bulduğunu yineledi.”
Ertesi gün, çatışmalar yer yer devam eder. Saldırılar güncellenirken, Azerbaycan’ın resmi rakam olarak bildirdiği elli kayıp karşısında Ermenistan yüzün üstünde can kaybını bildirir. Sınır içinde on kilometrelik bir alana tekabül eden, işgalin var edildiği resmen ol başbakan Paşinyan tarafından duyulur. İş bu raddedeyken, kaybın insani olana dair iki satır ses edebilmenin karşısında, memleketin tek sahibi olduklarını zanneden bir avuçtan az ırkçı / gerici / faşist saldırılara sevinç nidalarını katarak sorgulayanlara tepkilerini pek de modern koşullarda var ederler. Birkaç satırlık şu merama verilmiş olan da buna dair bir ihtimal en doğrudan nefret / ayrım / şiddet sarmalının da ifşasıdır. “Ermeni'nin acısı, Türk'e nasıl düğün bayram oluyor bunu görmek dâhi insanlık mefhumunu yitiren sahneyi gösteriyor. O nasıl hakaretler, o nasıl cümleler... En ağır olanı da soykırımı var eden paşalar ile mesaj vermek. (Sahiden) yetim konulan bir halka bunla mukabele etmek. Ne fena” Tek başına alıntılanarak güncellenen, yeniden üretilen sözün karşısına çıkartılmış olan cerahatle birlikte Ermenilik ve Ermeni olmanın karşısında yeniden nefret tomurcuklanır. Geniş tanımlı bir nefret söylem ve tavrının, Azeri ve Ermeni halklarına hiçbir faydası dokunmayacak cerahatli bir yeni nesil, eşek şakasıyla birlikte, her şeyle alay etmenin adının dramatik bir biçimde mizah sayıldığı zeminde olan biten lince vesile kılınır. Hayatın dramatize edilmesinin en yalın hali söz konusu edilmez varsa yoksa, derin bir tehdit dili, aralıksız nefret söylemi ve acılarını üstünde tepinerek yol bulmak, yön tayinine girişmek!
2020’nin karanlığına bir anda geri dönülen gel gelelim, ne Ermenistan, ne Azerbaycan ne de iki arada bir derede kalakalmış Artsakh ile Nagorno Karabakh arasında, üstünde yaşam mücadelesi veren insanlara en ufak bir katkısı olmayan bu kara güncellik bu sınırlardaki o nefret söyleminin de boyutunu artık kalıcı bir halde bildirir. Zafer partisi nam yapıdan bir biçimde kendilerine Atatürk imgesini benimseyen, gel gelelim Nihal Atsız gibi bir karakterin var ettiği ayrımcı / kafatasçı ilkesizliğiyle çıkagelen davullu zurnalı nefrete can siperane savunu o yıkımı şu raddede bu ülkenin halini de görünür kılar. Bir insan hiçbir zaman tanımayacağı, bilmeyeceği bir başka insanın canını nasıl bunca rahatça önemsiz bir mesel addedebilir ki? Dahası da vardır, Paşinyan’ın 16 Eylül günü açıkladığı gibi can kaybı sayısı 135’e yükseldiği bildirilirken buna da oh olsun çekilir mi? Telegram üstünden bilinçli bir biçimde paylaşıma açılan Azeri askerlerin, katledilmiş bir Ermeni, Kadın askerin naaşına yaptığı işkence, parmaklarını kesip, ağzına sıkıştırma, iğrençliğin de ötesinde bir düşmanlaştırma halinin kalıcılığı, bu da olur mu derken, mitlerin hakikatin ta kendisine dönüşümü ile çıkagelen hale dahi ne var canım Ermenidir ölüsüne de dirisine de rahat yoktur yazılan bir yerde çürümeyi nerede arayabilirsiniz ki!
Bir dönüşüm halinin ortasında nefret kendisine yepyeni eşikler açmaya devam ediyor. Bir açmazlar ülkesi olagelen Türkiye’nin istikametinin de ne kadar karanlık kılındığını artık afaki bir biçimde suna gelen her karşılaşma, hemen her vakada bu bahis bir kere daha en kestirmeden güncelleniyor. Bugün iş bu raddede karşımıza çıkan irinin, oluşturulan cerahatin, temellerinden yoksun salt ve açık bir biçimde köpürtülüp durulan şiddet / aralıksız çağrılan kötülük hallerinin tamamlayıcısı ilan edilen nefret hayatı zehirliyor artık. Emin olabildiğimiz yegane şey, bütün bu karabasan sarmalın, nefrette mülhem ülke gamının artık sıradana hiçbir biçimde yaşam hakkı bırakmadığıdır. Konu ne olursa olsun, yaralar neye dönüşürse dönüşsün, eksik, gedik olmayan bir biçimlendirme halinde / istikametinde elim olanın istikameti her gün bu sınırda yaşayanlara pay ediliyor. Geleceğini nefretten imal etmeye devam diyecek bir menzilde kime / nasıl / ne şekilde bir hayat verilecek bu muamma kılınırken üstelik. Sorgusuz, sualsiz, derin ve kalıcı bir nefretin esiri kılınıyor memleket. Kayda geçsin.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Ahmet MUXTAR v/ Amnesty International
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Sesli Meram #240 - Karşı Radyo (26.07.2022)
Tumblr media
"Örnekler öylesine pektir ki hangi birisinden bahsetsek bir başkası eksik kalacaktır, tüm bu tarumar edicilik artık bir yerli ve milli olanın var ettiği yeni bir virüs temsilidir. Tümden şu toprak parçasını enfekte eden, zehirlemelerle gününü gün eden bir tahayyül toplamıdır o mesele. Berkay Türkmen isimli bir insanımsı varlık, Ermenistan’ı ziyaret eder. Kendisi, öğretilmiş olanlar doğrultusunda düşmanının / kötünün merkezine bir seyahati var eder! Geçtik, yüz yedi koca yıldır inkar olunan / inkar edilirken helak olmaktan kurtulup da bir yandan içten içe savunulan soykırıma dair yapılan, Tsitsernakaberd (Kırlangıç Yuvası) sahasını / müzeyi de dahil gezer. Nefretle, ırkçılıkla bütünleşik olan bir temsilin en olur, en olmaz anlarda var ettiği gibi, uluma kaydı paylaşır kendileri. Bir yas evinin ortasında uluyunca, sorunları alt ettiğini, Ermeni’nin yarasından bir parça daha koparttığını ve nihai anlamda bir zafer kazandığını zannedecek kadar zavallıdır kendisi. Dönemin devletinden olagelen Talat, Enver, Cemal’lerin, yol verdikleri çetecilerin isimlerinin yer aldığı holü de ziyaret edip, Ermenileri kuyu kokoreç yapan 12 yiğidimiz diye yazar. Birbirini takip eden tiktok videoları boyunca bu nefretten el aldığını / yönlendirildiği güruh eliyle de nasıl da rahatça nasıl olsa kimseler anlamıyor diyerek bir halka hakaretler yağdırmasına tanıklık edilir. Her kayıt bir suçtur oysa. Her kayıtta bir kere daha bir kimlik ötekileştirilendir bir de bir kere daha kendi yurdunda." sesli meram
podcast image credit: armin wegner at tsitsernakaberd:::andranik kochar:::arnold alahverdian
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Yarayla Kim Nasıl Yüzleşecek
Tumblr media
Tarumar ediliyor her şey, el birliğiyle. Muktedir ve avenesinin suna geldiği, savunduğu ol istikamet diye yutturduğu güzergah dahilinde bir memleketteki hayat mefhumu tastamam tarumar ediliyor. Bütünüyle cerahatin kollarında bir o yana bir bu yana savrulan zeminin hakikati var ediliyor. Yangınlar doğadaki olduğu kadar kentlerin ortasında da çıkıveriyor iş bu güncellikte. Arsız, umarsızca yağma, çürümeye rehin edilen merkezler / kentler ve dahi hayatlar söz konusu edilmiyor. Mesel dahi bilinmiyor. Bütünüyle iç içe geçmiş olanı bir karaşınlık silsilesini yeniden yeniden imal ederek daha düze çıkılacağı iddia ediliyor o ekranlardan. Muktedir ve yaygaracı tayfanın bildirdiği ile hayatın sıradana ait olan kısmı, kesintisiz bir tarumar etmeye rehin biliniyor. Bir tek bu doğrultu var ediliyor artık. Eldeki son kalanlar da gözler önünde iç ediliyor, taksim ediliyor, gel gelelim hayattan ne mesele, ne bildirimler söz konusu ediliyor.
Yol da yordam da tükenişin sınırlarına taşındığı zeminde tarumar edilen gündelik bir hali bildiriyor apaçık, her anlamda. Durum öylesine stabil halde var ediliyor ki tarumar etme, çürüme ve yangın yerine dönüştürülmüş olanın akıbeti sorgulanmıyor. Bunlara sıra artık hiç gelmiyor. Mamafih süre giden bir fasit döngü dahilinde zorbalık ele alındıkça, tehdit, tahakküm, yıldırı biçimlendirilip yeniden yeniden kuşatmalara evriliyor artık. Gelişi güzel değil doğrudan ince ince hesaplanarak, her daim yeniden biçimlendirilerek hep ama daimi bir istemle / bütünlüklü bir mahvediş sahneye konulur. Birbirini tamamlayan her eylem iş bu sahadaki yaşam eriminin de köküne kibrit suyu dökülmesine vesile teşkil eder. Yolun ta kendisi yerle bir edilirken, hakikat tahrif edilirken dört bir yandan tarumar edici olana ait / dair vakalar vuku bulur. Bütün parçaları birleştirdiğinizde belirsiz / muğlak değil artık aleni bir biçimde sorgusuz sualsiz icrasına düşülen kötülük, tahribat ve tarumar eden haller karşımıza çıkartılır. Dönüp dolaşıp başa sardığımız vakti, her dem suç ve cürümlere arka çıkılan ülke bir kere daha görünürdür.
Örnekler öylesine pektir ki hangi birisinden bahsetsek bir başkası eksik kalacaktır, tüm bu tarumar edicilik artık bir yerli ve milli olanın var ettiği yeni bir virüs temsilidir. Tümden şu toprak parçasını enfekte eden, zehirlemelerle gününü gün eden bir tahayyül toplamıdır o mesele. Berkay Türkmen isimli bir insanımsı varlık, Ermenistan’ı ziyaret eder. Kendisi, öğretilmiş olanlar doğrultusunda düşmanının / kötünün merkezine bir seyahati var eder! Geçtik, yüz yedi koca yıldır inkar olunan / inkar edilirken helak olmaktan kurtulup da bir yandan içten içe savunulan soykırıma dair yapılan, Tsitsernakaberd (Kırlangıç Yuvası) sahasını / müzeyi de dahil gezer. Nefretle, ırkçılıkla bütünleşik olan bir temsilin en olur, en olmaz anlarda var ettiği gibi, uluma kaydı paylaşır kendileri. Bir yas evinin ortasında uluyunca, sorunları alt ettiğini, Ermeni’nin yarasından bir parça daha koparttığını ve nihai anlamda bir zafer kazandığını zannedecek kadar zavallıdır kendisi. Dönemin devletinden olagelen Talat, Enver, Cemal’lerin, yol verdikleri çetecilerin isimlerinin yer aldığı holü de ziyaret edip, Ermenileri kuyu kokoreç yapan 12 yiğidimiz diye yazar. Birbirini takip eden tiktok videoları boyunca bu nefretten el aldığını / yönlendirildiği güruh eliyle de nasıl da rahatça nasıl olsa kimseler anlamıyor diyerek bir halka hakaretler yağdırmasına tanıklık edilir. Her kayıt bir suçtur oysa. Her kayıtta bir kere daha bir kimlik ötekileştirilendir bir de bir kere daha kendi yurdunda.
Mutlak ezberlerle, tarih boyunca ve lakin özellikle de son bir asrında olmadık badireleri yüklenmiş olan bir halka küfür / kıyamet, zorbalıkla bütünleşik yakıştırmalar, yaftalar ol Berkay Türkmen eliyle bir kere daha cismani kılınır. Kendisi için hit elde edici, tıklanma rekoru kırmaya vesile olan şeylerin bir asırdan uzunca bir zamandır kanatılmaya devam edilen yaralar olduğu gözlerden kaçırılır. Ne Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın ne Akparti Genel Başkan Yardımcısı, Sivil Toplum ve Halkla İlişkiler Başkanı, Vekil Avukat Özlem Zengin’den tek satır açıklama çıkagelir. Bütünüyle bu topraklarda yaşayan bir halkın içerisi / dışarısı fark etmeksizin nefrete / kine / kötülüğe yem edilmesinden bu kadar afaki rahatsızlık duyulmaması derttir, dert oysa! İnanması akla zor / kabullenmesi apayrı nice badireler atlatmış bir halk bir kere daha sınanıyor. Dün uluyan tipleme, dün hedef kılınırken Ermeni denilmesine alınan Prof. Mehmet Ceyhan. Hep başa sarıyoruz. Yıkım, yıldırı, yağma hep bu yana düşüyor. Kim neyin hesabını sahiden verecek? Ya şu aşağıdaki her neyin nesidir allasen?
Agos’tan aktaralım: “Surp Haç Tıbrevank Lisesi'nden Yetişenler Derneği’nin (SHTYD) Narlıkapı’daki lokali tahrip edildi.
Bir süredir tadilatta olan dernek lokalinin camını keserek içeri giren kimliği belirsiz kişiler, dernekte bulunan bilgisayarları, projeksiyon cihazını, televizyon ekranını ve kupaları çaldı.
Dernek Başkanı Nubar Dinçöz Agos'a verdiği bilgide derneğin tadilatının bitmek üzere olduğunu bu nedenle de büyük zarara uğradıklarını söyledi. Dinçöz, söz konusu kişilerin lokalde bir süre yaşayarak tahribatı daha da artırdıklarını ifade etti. Dernek yöneticileri yaşanan saldırıyı Emniyet’e bildirdi. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.”
Tarumar ediliyor her şey el birliğiyle bir kere daha. Nicesinde var edilmiş kötülüğü bir kere daha denenmiş olanı var eden bir kuşatma şekillendiriliyor bir yerlerde ol Surp Haç Tıbrevank Lisesinden Yetişenler Derneği mülkünde. Dönüyoruz dolaşıyoruz her dem en başa sarıp bu mutlak terörize etme / öteki sanılana karşıtlığın en olmadık suretlerinde kendimizi arşınlar buluyoruz. Düzen, yöneten katı, bu ülkede herkes kadar eşitsiniz diyerek söze başlarken, bırakalım eşitliği, adaletsiz, haksız, hukuksuz, biçare konulanın kim / hangimiz olduğunu şıp diye buluyoruz bir kere daha! Basit gibi görünen suç halleri ve akitlerinin nasıl başat bir yönelim / yönlendirme aracı kılındığını tam da o nefret söylemi ihtiva eden, hakaretlerle bir asırdan uzun yılların yarasına tuz ruhu döken tiktok üyesi gibi tiplemelerin kötülüğünün de bir uzantısı olduğu gözlerden kaçırılmamalıdır hiç ama hiçbir zaman. Basit gibi görünen bir soygun girişiminin akıbetinin bunca yalın bir hal ve biçemle unutturulmaya çalışıldığı bir zeminde Ermeni’nin yarasıyla kim her nasıl her ne şekilde yüzleşecektir, sahiden? Nefret kültürü bunca yaygınlaştırılıp bir biçimde tavrın ta kendisine dönüştürülmeye, normalleştirilmeye devam edilirken hayatın hakkı her nasıl tanzim edilecektir? Kim verecektir ki bunca yaranın hesabını sahiden ama nasıl? Kendini mütemadiyen tekrar eden bir nefret sarmalı içerisinde hayata yer kalır mı? Hiç ama hiçbir biçimde bırakılır mı? Ermeni’nin hedef alınmasının yanı sıra, bir hafta gibi kısa bir sürede Hasköy Musevi Mezarlığı saldırısı, Denizli’de linç edilmek istenen, ölümle tehdit olunan o Kürd aile, At*man kardeşliği denen oluşum üstünden tehdit edilen gazeteci Lindsey Snell, Zaxo’da Türkiye mahreçli, biri bebek dokuz insanın canına mal olan katliamcılık, bitimsiz ittihatçı zihniyetin ama kurucu özne ve takipçisi ırkçı hizipler, ama bugünkü o siyasal islami suretlerinden çıkagelen hakaretler, yaralar, bereler. Bütünü bir araya getirdiğinizde her şey her nasıl apaçık bir halde tarumar ediliyor görülüyor. Peki bunca can kırığı, bu kadar afaki cürüm, cinayet ve suç ekseninde bir hayat her nasıl muhafaza edilebilir ki? Bunca tehdit unsuru olaraktan atanan / görünen / bilinen halkların karşısında yükseltilen o nefret simyası her şeyi tarumar ederken bir iyi gün söz konusu edilebilir mi? Düşünür müydünüz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Aziz Krikor Kilisesi / Ani: “Eastern Side Of The Saint Gregory Chapel Of Ani, Circa 1893, From The Book “Armenia: Travels And Studies”, By H. F. B. Lynch” v/ @armenianvisuals
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Sesli Meram #228 - Karşı Radyo (26.04.2022)
Tumblr media
"107 yıldır Ermeni anlatıyor, o sözde diye kestirilip atılanı. Tarihimize leke çalamazlar ol Ermeniler denilirken, Sepastiya’daki apar topar sürgün, kırım, Gesarya’daki topyekun adı sanı belli zulüm, yok etme istencine hayatta kalma istemiyle direnmiş insanları atası olarak bilen bu satırın yazarlarına “sözde” Ermenilik vaaz ediliyor. Hiçbir şeyi en başından anlatmaya hacet olmadan, oralarda ne çete, ne yıkıcı düzen, ne ayaklanma var iken kalkıp kendi halinde yaşayan insanların köklerinden kopartılmasını mesel ettiğimiz vakit iş “sözde” ile geçiştiriliyor. Ne sözde, kim sözde! 1915 sadece Ermeni halkı için de değil Keldani, Nasturi, Süryani, Arap Hristiyan, Ezidi, Pontos Rumu ve Roman halkları için de, onları da kapsayan bir yok etme sistematiği olarak bina edilmişken sabah sözde akşam sözde deyip durunca her ne değişir ki, sahiden de? Bütünüyle, doğrudan bu sahne üstünde yaşamaya direnen bir avuç Ermeni’den birisi olarak soykırımın anlaşılabilirliğini sorgulamak onca tanıklığa rağmen, kurtarılanların anlatımlarına, var edilmiş kanıtlara ve her Ermeni’nin belgeliği tescil olunurken daha kaç nesil, kaç Nisan 24, kaç asır yitirilecek sahiden de? Dönüp onlar kendi tarihlerine baksın, bizim alnımız açık, yapmadık yapsaydık bir taneniz kalamazdınız gibi nice muntazam cümle, bir dolu yetimliğimize küfürlerin var edildiği, ne soy, ne sop, ne şecere konulan bir devrik cümleler deryasında hakikati kim ne zaman önemseyecektir? Acının varlığı, Türkiye’de takvim yapraklarında her gününden belli olurken, kafayı kuma gömmeye, ezberlerle saldırmaya, can yakmaya devam ederek mi geçmişiyle yüzleşecektir bu ülke, yüzsüzleşecek midir? Bir kılıç artığı torunu olarak bilmek istediğimiz yegane şey budur, sorgulamak, anlamak, acıya ortak olmak ne zaman? Üzerinden yüz yedi yıl geçmiş olan bir cehennemi pratiği şimdi görüp ol yıkım için özür dileyebilme erdemini var etmek ne zaman, hangi zaman? Acıyı sahiden fark etmek ne zaman? Ömür boyu aynı kısır döngüye mahkum edip, bitimsiz ithamlarla ve suçu / suçluları överek, daha kaç zaman kaybedilecektir? Kaybedilenleri hakir görerek, şimdiyi öteki kılınmış halkların hepsine karşı bir hiza bildirici kılmak için “sözde” soykırımı yeniden pek çok anlamda var ederek, daha kaç zaman heder olunacaktır! Bir özür dahi dilenmezken, yara konuşulmasın diye engellemeler var edilirken Ermeni (genel olarak tüm gayrimüslim) kolay hedefe konulurken nasıl bir ülke var edilebilir ki yurtta sulh, cihanda sulh diye yedi düvele örnek olduğu zikredilen! Nasıl, nerede, ne şekilde… Yanı başınızda henüz başlayamayan yasın var ettiği acıyı fark ediyor musunuz, sesiniz çıkıyor mu, oralarda mısınız?"
podcast image credit: aypupen monument artashavan:::robert levonyan:::unsplash
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Kime Neyi Anlatıyoruz!
Tumblr media
Bir kurgu ya da bir mizansen değil, hiçbir biçimde öngörülemeyen kestirilemeyen bariz bir cerahat halinin kuşatması altında bir ülke yönelimini yeniden insana karşıtlık ile bina ediyor. İnsan olma hal ve isteminin bir biçimde yok / hiç kılınmasının yolu yeni ülke diye anılan bu sahnenin yeni konuşundan, yeni düşününe, yeni siyaset pratiklerinden güncenin normallerinin yerle bir olunmasına aralıksız var ediliyor işte bir kere daha. Düzenin, erk, muktedir, iktidar pratiğinin suna geldiği her şey bu şekilsiz şemail siz büsbütün tahakküm parametrelerindeki o nihai çabayı görünür kılar. Bir kereliğine değil doğrudan hep güncel bir tavırla yaşam akdi zehirlenir. Biyopolitik tahakküm reçeteler yinelenirken dünden ve bugünden başlayarak bir şimdi zehirlenir. Şu andan başlayarak bir yarın umudu ve dahi ol ihtimali, pratikleri engellenir.
Cerahat nüfus ettikçe doğruların yerine yalanlar ikame edildikçe bu döngü daimi kılınır. Belirgin bir istikamette vahamet, dümdüz o katran karanlığının yolunda yürünmesidir işte. İyi de bu cerahat toplamından bir ülke var edilebilir mi? O sahnede bir hayat iminden bahis açılabilir mi? Hayatiyet paramparça olunurken dünyadan apayrı bir cerahat, cürüm, çürüme bu sahnede biteviye güncellenir. Böyle bir toplamda bir hayat akılı her ne hallere konulur. Bir ülke vaat olmaktan çıkartılıp cerahat yükseltildikçe bina olunması gerçekliğe kavuşturulur. Hayatın meseli / meramı ayaklar altına alınır. Mütemadiyen var edilenin ol hakikati, cürmün, kötülüğün, şiddete tapan bir aklın eyledikleri o insana karşıt hallerin de görünürlüğünü sağlar. Yeni ülkenin, yolu dününden, aklı eskiden, cürmü geçmişten kullana geldiği aralıksız deneyimlediğimiz bir meseldir, artık kesindir. Bütünüyle maziyi şimdinin, şimdiden de yarının meseli kılmak yolunda yürünmeye devam olunandır artık. İyi de bütün bu döngünün var ettiği yıkım nasıl olacaktır. İyi de günden güne arttırılan bu tahakküm, ötekisinin hakkından gelmek için var edilen cerahate sığınmak, yepyeni suçları var etmek her neye mahal olacaktır? Böyle bir halde bir ülkenin her yanı her günü yepyeni olsa ne yazacaktır, içerik her dem olduğu üzere kötülüğün kılındıktan sonra. Kötü ve bet olanın iktidar kılınmasından sonra, sahi ama sahiden?
Gazete Duvar’dan aktaralım: “HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan, “Ermeni Soykırımı’nın Tanınması, Soykırım Faillerinin İsimlerinin Kamusal Alandan Kaldırılması” hakkında hazırladığı kanun teklifini TBMM Başkanlığı’na sundu.
Ermeni halkının 'Büyük Felaketi’nin, olması gerektiği yerde, Türkiye’nin Meclisi’nde konuşulması ve adaletin sağlanması gerektiğini ifade eden Paylan, “Ermeni halkının yarasını iyileştirecek tek toplum Türkiye toplumu, tek meclis ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Ermeni Soykırımı bu topraklarda gerçekleşti ve adaleti ancak bu topraklarda, Türkiye’de sağlanabilir” dedi.
Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan etnik ve dini gruplar arasında önemli nüfusa sahip halklardan birinin de Ermeniler olduğunu, belirten HDP’li Paylan kanun teklifinin gerekçesinde, Ermeni Soykırımı’nın 107 yıldır inkar edildiğini söyleyerek, “24 Nisan 1915 tarihinde 250’ye yakın Ermeni aydının tutuklanması ile başlayan sürgün ve katliamlar, 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkarılan Geçici Tehcir Kanunu’yla Ermeni halkının topyekün kadim topraklarından sürülmesi ve büyük çoğunluğunun yaşadıkları yerlerin civarında ve göç yollarında katledilmesiyle sonuçlandı” dedi.
Ermeni Soykırımı’nın “faillerinin” isimlerinin kamusal alanlardan kaldırılmasını talep eden Paylan şöyle devam etti:
“Ermeni Soykırımı’nın failleri olan dönemin devlet görevlilerinin isimleri, inkâr politikasını destekler biçimde, başta Ermeni Soykırımı’nın baş faili Talat Paşa olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında kamusal alanlara; sokaklara, parklara, okullara verilmiştir. Lice Kaymakamı Hüseyin Nesimi, Kütahya Mutasarrıfı Ali Faik Bey, Konya Valisi Celal Bey, Boğazlıyan Müftüsü Mehmet Hüsnü Efendi gibi Tehcir uygulamasına ve katliamlara karşı duran ve bu nedenle bedel ödeyen vicdanlı devlet görevlilerinin isim ve hatıraları ise toplumsal hafızadan silinmiştir.”
Yedi koca yıldır, o meclis çatısı altında noktasına, virgülüne dokunmadan aksettirilen bir tasarı, yüzleşme çağrısı önemsenmezken bu senenin getirdiği birikim, onca sosyolojik ve ekonomik darboğaz, bildiğiniz çürüyen bir sahnede adeta muktedirin can simidi olur. Ol umut diye pazarlanan muhalefet görünümlü devlet aktörü yapının da yaygarasıyla birlikte bir kere daha milli ve yerli linç bina edilir; “- Garo Paylan’ın kanun teklifini TBMM Başkanı Mustafa Şentop, 23 Nisan’da iade etti. Şentop, gerekçe olarak teklifin İç Tüzüğe aykırı olduğunu söyledi.
- Akp Sözcüsü Ömer Çelik Twitter hesabından yaptığı açıklamada “Hiç kimse milletimize soykırım iftirası atamaz. İlgili şahıs derhal Yüce Türk Milletinden özür dilemelidir. Bu konuda gereken hukuki takibatı yapacağız. Milletimize iftira atan bu ahlaksız teklif yok hükmündedir,” dedi.
- İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener de Twitter hesabından açıklama yaparak şunları kaydetti: “TBMM'ye verdiği sözde ‘soykırım’ teklifiyle, milletimizin başını yere eğdirmeye kalkan hadsizliği şiddetle kınıyorum. Büyük Türk Milleti'nin, gurur duyulacak bir tarihi vardır. Bizler burada oldukça, hiçbir kirli ajanda bu gerçeği değiştiremez.”
Garo Paylan, BBC Türkçe'den Ayşe Sayın'a demeç verir: ""Ben 2015 yılında milletvekili oldum ve milletvekili olduğumdan bu yana 7 yıldır aynı teklifi veriyorum. Güncelleme anlamında sadece yılı güncelliyorum. 7 yıldır böyle bir lince maruz kalmadım. Çünkü bu meseleler konuşulabiliyordu Türkiye'de ve her yıl Cumhurbaşkanı'nın taziye dilediği bir konuyla ilgili benim tanımlamam bu şekilde oluyor.
"Ben değişmedim, demek ki Türkiye değişti. Geçmişle yüzleşmeyle ilgili pek çok adımlar atılıyordu. Ama şimdi geçmişle yüzleşme defterini de kapatmış Türkiye. Eşit, adil bir gelecek defterini de kapatmış demek ki."
Partisine yönelik kapatma davasının görüldüğü süreçte, kendisine dönük tepkilerin yükseldiğine işaret eden Paylan, kendilerinin "konuşulmazların konuşulması ve eşit adil gelecek mücadelesi" verdiklerini söyledi.
Bu nedenle partisinin, milletvekillerinin susturulmak istendiğini savunan Paylan, "Ama sessiz bir Türkiye'yi herkes sorgulamalı" görüşünü dile getirdi.
Verdiği tekliflerin daha önce de "soykırım" ifadesini kullandığı için Meclis Başkanlığı tarafından reddedildiğini anımsatan Paylan, "Ben kendilerine de söylüyordum, ne diyelim istiyorsunuz, bu olayın adını koymak gerekiyor. İlla soykırım diye değil, ama tanımlanması ve bunun adını koymak gerektiğini söylüyorum" dedi.
HDP'li milletvekili, TBMM'ye verdiği kanun teklifinin gerekçesinde, "Ermeni Soykırımı'nın 107 yıldır inkar edildiğini" söyleyerek şu ifadelere yer vermişti:
"24 Nisan 1915 tarihinde 250'ye yakın Ermeni aydının tutuklanması ile başlayan sürgün ve katliamlar, 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkarılan Geçici Tehcir Kanunu'yla Ermeni halkının topyekün kadim topraklarından sürülmesi ve büyük çoğunluğunun yaşadıkları yerlerin civarında ve göç yollarında katledilmesiyle sonuçlandı."
Yüz yedi yıllık bir maziyi anmak, yaratılan yok etme kültünün adını doğru koyabilme çabasına düşmek, yedi yıl sonra imkansız kılınır. Garo Paylan, Hrant Dink’in var ettiği o diyalog / burada, bu sahadaki insanın Ermeni halkının yaşadığı karanlığa dair ses etme ve sorgulatma çabasına bir tuğla eklemek isterken, tam da dışarıyı, üçüncü ülkeleri değil de Türkiyeli ile Türkün devletini masaya davet ederken bir kere daha duvara çarptırılır. Bir kere daha gündelik konjonktür öne sürülüp bir insanın iki satırlık da olsa şu ülkenin öteki addedilen halklarına dair bir yüzleşme talebi linç edilerek örtbas edilir. Üstünde durmaya gerek bile görülmeden, daha önce nasılsa birkaç satır söylenip geçilen, bir ihtimaldir ki ol meclis zabıtlarına da kaydedilmiş olagelen insani bir tahayyül, sözümüz meclisten ta içeri normalleşme hali lağvedilir.
Engin Özkoç’undan, Faruk Öztrak’ına, Ümit Özdağ’ından Meral Akşener’ine, Meşum ol şahıs Şentop’undan zırtapoz parti sözcüsü Çelik efendiye bir kere daha milli ve yerli olan mutabakatla Garo Paylan’ın ne dediği neyi anlatmaya çabaladığı göz ardı edilir. Üstünde tepinmeyi uygun gördükleri yarasından bir soykırım sızmaya devam eden bir halkın akılcı / doğrudan Türk’e hitap etmesidir. Baş Amir, daha bir gün önce acıyı paylaştığını zikredip Türkiye Ermenileri Patriğine bir mesaj yollarken bir gün sonra Garo Paylan’ı hedef alır; hangi Erdoğan doğrusudur. “(HDP'li Paylan'ın kanun teklifine dair) Bu densizliğin, milli iradenin tecelligahı bu yüce kurumda sergilenmesini açık bir ihanet olarak görüyoruz. TBMM'nin haddi de hukuku da ahlakı da çiğneyen bu alçaklığın hesabını müsebbibinden soracağına ve gereğini yapacağına inanıyorum."
Bir cerahat hali kuşatıyor menzili. Kendisine siyasi unvanlar addetmiş olagelen kimi temsil ve hareketler, bu toprağın kökünden olanın acısına saygıyı değil ezayı hak biliyor. Üstünde tepinerek, acıyı hakir görerek, sözde diye addederek, daha önce Hrant Dink’ten bildiğimiz aşina olduğumuz bir karanlığı çağırarak, tetikçilere yol açarak bir karanlığın ol cerahatli halin yeniden var edilmesini söz konusu ediyorlar. Ümit Özdağ denen insanımsı varlığın geçtiğimiz yıl yazdığı gibi yeni Talatlar ifadesinden, cehennemin dibine git Garo sayıklamasına, Brüksel’deki Ermeni Soykırımı Anıtına saldıran cüretin ta kendisinde ve o yazılmış “Fuck Paylan” ibaresi gibi nice örnek var edilir. Cürüm kutsanırken hedef kılınan salt Paylan vekil değildir, onca zamandır yüklendiği acılarıyla bu toprağa seslenme çabasına düşen tüm Ermenilerdir.
Bugün vardığımız raddede artık hiçbir biçimde meramın kafi gelmediği dahası bütün ol nihai anlamda faşist / ırkçı / yobaz / ayrımcı, ama kemalist ama tayyipist, ama solcu ama hep sağcı söylemlerden olsun birlikteliğin cismani kılındığı bir yer gerçektir. Büsbütün ol tüm anlamlarıyla beraberce cerahat var edilendir. Evi yıkılanın üstüne ev bitmez diyecek kadar naif olmuş bir ülke yazınından kalem erbaplarına sahipken bugün varılan düzlemin kötülerin ardında saf tutup, bitimsiz ithamlarla bir yıkımı “normal” az bile yapmışız ya da yaptıysak iyi yaptık kime ne düzleminde seyrüseferi düşündürücü değil midir? Yüzüncü yıl dahilinde kopartılmamış olagelen fırtınayı, 107. yılda, iktidar tehlikeye düştüğü için komple var eden, sınır içindeki 40-50 bin aralığındaki Ermeni’yi enikonu rehin almaktan başkasına varmayacak, onun temsilini imkansız kılacak bir tahayyülle “normal” kalır mı? 1915’in Nisan 24’ünden, 2022 Nisan 24’üne, Mayıs 19’una, Haziran 15’ine, Eylül ayına ve nicesine Medz Yeghern, Çart / Aksor, Sayfo, Küçük Anadolu Kırımı, İzmir Yangınları ve daha sonrasına eklenmiş Dersim Tertelesi’nden Varlık Vergisine hep sınanan, her dem bedel / diyet diretilen, istenen bir yıkımlar şablonuna bakmadan, yüzleşmeden bu cerahat ile yol nereyedir? Kime neyi anlatıyoruz, kim sahiden duyuyor, sahiden fark etmiyor musunuz? Bütünüyle cerahatle boğulan ülkenin bir tek iyi günü, bir tek olumlanabilir bir yarını söz konusu olur mu? Takdirinize
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Annesi Vartanuş ve Garabed ile küçük kardeşiyle görülen Sam Khachadurian (Haçaturyan), Fotoğrafta Sağda. Kaynak: USC Shoah Foundation
0 notes
seslimeram · 3 years
Text
Kim Görecektir Yarayı
Tumblr media
Dört bir yanından yalıtılmış ülke gerçek bugün. Edebi olanın sınırlarında karşımıza çıkan acizlikleri tam ve eksiksiz muhafaza eden, yıkan, yok eden, çürüten ve kuşatan bir menzil bugünlerin işte bu sahanın yegane hakikatini bildiriyor. Yazılmış olan kurgunun bu sahnenin her gününde bir gerçek kılınmasına şahitlik edilen günlerden geçiyoruz. Düzen, düzlem, muktedirin ve o baş faşistin tümü birden bir çeteyi çağrıştıran elemanlarıyla bir devinim hasıl oluyor işte bir kez daha. Düzen, düzlem mutlak bir itaat, eksiksiz bir biçimde rehineliği bu sınırlarda bir hakikate evrime devam ediyor. Ne yana dönersek dönelim hangi konuya bakarsak ona dair bir tehdit, yıldırı ve eksiksiz bir tahakküm etme hali var ediliyor. Düzen o’nun yahut da bunun temsilini savlayan, kurgudan gerçeğe çıkan iktidar mefhumu / medyumu bir ve birlikte bütün bu cürümler silsilesini yeniden güncelliyor. Yalıtımı tam sağlanmış olan bir sahanın nüveleri teker teker her gün yeniden örülüyor.
Daha geçtiğimiz haftanın gümbürtüsü içinde ezilen Ermeni Soykırımı meselesine dair, bir inkar politikasının sürekliliği bu yalıtım halini göstere geliyor. Tümden topyekun kırmızı çizgileri harekete geçiren, bugünün Amerika Birleşik Devletleri başkanı Joe Biden’ın var ettiği iki satırlık, dört paragraflık bir taziye mesajı memlekete dert olur. Hiçbir biçimde ne sorumluluğu, ne de yüklemi bugünün ülkesi Türkiye Cumhuriyeti denilen saha olsa da ol kesintisiz bir biçimde süregelen öfkeli reddiye bir biçimde yeniden hedefi Amerikalardan alıp Türkiye’deki Ermeni’ye, geriye dünyaya dağılmış olagelen toplamda on milyon insan için bir kez daha sınava dönüştürülür. Düzen, düzlem ve muktedirin var ettiği nefret artık afakidir. Baş Amirden, Baş Faşist ve küçük çeteci Destici’den, Atsız efendiyi kendilerine referans alan ırkçı kümelenmeye, ulusalcısından, Kemalizmi, eleştirdikleri Tayyibizm gibi bir ve benzeş kılan cephelere tüm klikler bu kuşatma halini Türkiye denilenin yenisi olan şu sahada var eder. Bütünüyle birbirine ilintilenmiş bir yıkım halidir, örselenmeye çalışılan bir acı tezahürünün ta kendisidir. Bunun üstünde tepinen, hayatı salt Ermeniler söz konusu olduğu vakit görmeyenlerden birisi de bir insanımsı suret olmaktan ötesini maalesef var edemeyen Ümit Özdağ ismini taşıyan varlık kaydeder.
Agos Gazetesi’nden iliştirelim: “Garo Paylan, 24 Nisan’da Twitter'da yaptığı paylaşımda, "106 yıl sonra, Soykırımın mimarı Talat Paşa isimli caddelerde yürüyoruz. Talat Paşa isimli okullarda çocuklarımızı okutuyoruz. Almanya'da bugün Hitler isimli caddeler olsaydı, Hitler isimli okullarda çocuklar okusaydı nasıl bir Almanya olacaksa, öyle bir Türkiye'de yaşıyoruz" dedi.
Paylaşımı alıntılayan Ümit Özdağ "Terbiyesiz tahrikçi adam. Çok memnun değilsen çek git cehennemin dibine. Talat Paşa vatansever Ermenileri değil senin gibi arkadan vuranları sürdü. Sen de zamanı gelince bir Talat Paşa deneyimi yaşayacaksın ve yaşamalısın" ifadelerini kullandı.
Paylan Özdağ'ın tehdidine şu ifadelerle yanıt verdi: "Halkımı imha eden zihniyetin kalıntısı 'Yine yaparız' diyor. Siz vurdunuz da biz ölmedik mi? Öldük. Ama geride kalanlar adalet mücadelesini hiç bırakmadı. Benden sonra da bırakmazlar. Bu ülkenin vicdanlı çoğunluğu, meydanı senin gibi faşistlere terk etmedi, yine terk etmezler."
Özdağ'ın tehdit içeren paylaşımı sonrasında İHD suç duyurusunda bulunacağını açıkladı. Paylan da suç duyurusu için harekete geçeceğini söyledi. Birçok Twitter kullanıcısı Özdağ'ın paylaşımını tehdit ve ayrımcılık içermesi nedeniyle Twitter’a şikayet etti.”
Garo Paylan, savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu yazılı açıklamayla duyurdu.
‘Türkiye’de bir nefret iklimi yaşandığını’ belirten Paylan, “Irkçı siyasetçilerin çeşitli toplumsal kesimleri hedef alan nefret söylemleri maalesef sıradanlaşmıştır. Azınlık gruplara yönelik şiddet çağrıları nefret suçlarına yol açar. Ayrımcılık ve nefret içeren söylemler cezasız kalmamalıdır” dedi.
Paylan duyuruda şu ifadeleri kullandı: “İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ, Twitter paylaşımında, şahsıma ve Ermeni halkına karşı nefret söyleminde bulunmuş ve açıkça ölümle tehdit etmiştir. Böyle bir nefret suçu çağrısına sessiz kalınmamalıdır. Bu nefret söyleminin cezasız kalması, daha öncekiler gibi nefret suçlarına yol açacaktır. Almanya’da bir milletvekilinin, Yahudi bir milletvekilini, ‘Sen de bir Hitler deneyimi yaşayacaksın ve yaşamalısın’ diye tweet atıp tehdit etmesi düşünülemez."
"Bu durumun ülkemiz için de kabul edilemez olması gerekir. İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ’ın 27 Nisan 2021 tarihinde Twitter üzerinden yaptığı şahsımı ve Ermeni halkını hedef alan paylaşımlar hakkında, avukatım aracılığıyla, ‘suç işlemeye tahrik’ ve ‘halkın kin ve düşmanlığa tahrik’ suçları ile ‘hakaret ve tehdit’ten suç duyurusunda bulunduğumu duyurmak isterim.” Özdağ'ın paylaşımı ile ilgili olarak İHD de suç duyurusunda bulundu.
Yalıtılmış bir ülke tahayyülü gerçek kılınıyor. Garo Paylan’ın hedef alınmasındaki o ısrar ile yüz altı koca yıllık bir yaranın farkına varılmaması inadının taşıdığı zemin hakikatini bildiriyor. Özdağ efendi kendi güdümlü, kötücül yüzeyleri arasında kurduğu nefret bağı, ötekileştirme tiratları, kin gütme hallerinin ortasında bir ucuz faşizm gösterisinin altına imzasını atar. Bu ülkede güvenceniz biziz biz diye üsteleyen, her sözüne buradan adım atarak ilerleyen muktedirin gözleri önünde bir nefret söylemi, bariz bir hedef kılma hali gerçek kılınır. Bir kez daha 1915’in inkar edilmeden güncellenmesinde, Hrant Dink’ten sonra Garo Paylan hedefe konulur. Cürüm için işaretler verilir, zamane Ogün Samast’ına mesaj verilir, tetik için yol çizilir.
Bunca zamanda o Hrant Dink davasında kendisini hiç ama hiçbir biçimde ele vermeyen devlet için yeniden korku, kırım ve tehditlerle bir hiza bildirimi var edilir. Düzenin başında durmaya devam edenlerin var ettiği inkarın bütün o soykırım haftası olarak nişane haline dönüşen günlerden bugüne kadar var ettiği hemen her şeyin üstüne eklemlenmiş olan bu yukarıdaki bahislerle bir hayat meseli unutturulur. Bir tek bunun için çaba sarf edilir. Devamlılığı sağlama alınmış her nefret ediminin her neye mahal verdiğine dair tüm kelam ortadadır. Bitimsiz bir nefret şablonunun iki satırlık bir jestten sonra çıkagelen tüm o kin, nefret ve beraberinde türetilmiş ayrım hallerinin yekununda yalıtılmış bir ülke gerçekliğine kavuşturulur. Dahası komşusunu duymayan ona ne olduğu bahsini sorgulayan herkesin, her kesimin hedef kılındığı bir coğfafyanın hakikati bina edilir.
Bianet’ten aktaralım: “İnsan Hakları Derneği (İHD) Irkçılığa ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan’ı tehdit eden İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ hakkında suç duyurusunda bulundu.
İHD’den Eren Keskin, Jiyan Kaya, Güllistan Yarkın, Meral Çıldır ve Ayşe Günaysu’nun suç duyurusunda, Ümit Özdağ’ın Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 106 (Tehdit) ve 216. (Halkı kin ve düşmanlığa tahrik) maddeleri ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 14. maddesiyle düzenlenen “ayrımcılık suçu” kapsamında dava açılması talep edildi. Suç duyurusu dilekçesinde şu ifadelere yer verildi:
“Şüpheli Ümit Özdağ, HDP Milletvekili Garo Paylan’a yönelik sosyal medya hesabından açıkça tehdit suçu işlemiş ve TCK 216. maddede tanımlanan suçun unsurlarını da oluşturan açıklamalarda bulunmuştur.
“Ümit Özdağ şunları demiştir: ‘Terbiyesiz tahrikçi adam. Çok memnun değilsen çek git cehennemin dibine. Talat Paşa vatansever Ermenileri değil senin gibi arkadan vuranları sürdü. Sen de zamanı gelince bir Talat Paşa deneyimi yaşayacaksın ve yaşamalısın.’
‘Taşnak kalıntısı, ASALA uzantısı, PKK yandaşı. Yüzbinlerce Türkü katlettiniz, ordumuzu arkadan vurdunuz. Yapanlar cezalarını çekti. Vatansever Ermenilere kimse dokunmadı. Ama senin kanında Taşnak-ASALA-PKK virüsü dolaşıyor. Sen Türk Milletinin azılı düşmanısın.’
“Bu sözler hem tehdit suçunun unsurlarını oluşturmakta hem de TCK madde 216’da tanımlanan suçun unsurlarını oluşturmaktadır. Ayrıca AİHS 14. maddede tanımlanan ayrımcılık yasağının da ihlali söz konusudur.”
Üstüne bir de Diyarbakır Barosunun açıklamasına suç duyurusu var edilir. Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, hakkında, "Büyük felaketin acısını paylaşıyoruz" başlığı altında 24 Nisan'da Ermeni Soykırımı’na ilişkin yayımladıkları bildiriyle ilgili Baro Başkanı ve yönetim kurulu üyeleri hakkında, "Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama" suçundan soruşturma başlattı.
Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Eren twitter hesabından yaptığı paylaşımda “Diyarbakır Barosu, herkesin ifade hürriyetini sonuna kadar savunurken baskılar ve soruşturmalar sebebiyle kendi ifade özgürlüğünü sınırlamayacaktır. Değerlerimize yakışır şekilde söylediğimiz sözleri yine aynı tarihsel değerlere yakışır şekilde savunmaya devam edeceğiz” ifadelerine yer verdi.”
Konumlandırma, var edilen katran karanlığının işaret ettiği her şey bir kez daha insan hakları mefhumunda her nerede olduğumuzu da imgeler. İnsan Hakları Derneği’nin var ettiği bir biçimde sorgulamaya çalıştığı bu katran karanlığı içerisinde insan erdeminin bir kenara terkine isyandır. Başından bu yana, düzenli, belirli, belirsiz aralıklarla bir halkın soykırımına karşı teyakkuz halinde var edilmiş her cümle bir hukuk katliamını da beraberinde getirir, getirmiştir. Bir olalım, diri olalım, vatan, millet, sakarya’dan tüm o geçmişimiz lekesizdir bahislerine sürdürülen inkarın boyutunun / derinliğinin paylaştığı ve sunduğu yerdir kuşatılmış ol saha.
1915’ten yüz altı koca yıl sonra, halen her şeyin yerinde saydığına tanıklık ettik geçtiğimiz hafta boyunca. Amerika’da bir devlet liderinin yazılı açıklamasında işaret ettiği bir daha olmasın temennisi gözlerden kaçırılarak ikili ilişkiler masaya yatırılırken, köşe kadılarından hitabet yoksunu eleştiriden çok nefret söyleminin suretleriyle bir koca asır daha heder edilecek ülkede olduğumuz gerçekliği yüzümüze vurulur. Kaleminden bir biçimde nefret ve ayrım dışında herhangi bir kelam çıkmayan çakma solcu yozdilden, iki arada bir derede kaldık biz de ne diyeceğimizi şaşırdık kendine sol partilerin duruşlarına ve nicesinde bir döngü yeniden var edilir. Muktedir ile avenesinin oluşturduğu ol cepheler nefretin ta kendisinden el bulan milliyetçi faşist hezeyanlar kümesine eklenmiş çıkagelen her tahayyül bir inkar cephesi kadar kesintisiz bir ayrım hattını da var eder.
Burası bir hayat imine yer verilen, eksiği, yarası, gediği ve ilerisine dair sözün, ikrarın ve düşünmenin imkansız kılınmak istediği bir yere döndü, dönüştürüldü. Mesele ithamlar ve onlarla birlikte çıkagelen bir Ermeni nefreti boyutunu çoktan geçti. Oysa 1915 mihenk taşı bir anlamda, bu topraklardaki Ermeni, Süryani, Rum, Kıpti, Pontos, Keldani, Arap ve Türk Hristiyanları, Kadın ve Çocuklar ve engelli için bir sınavın, o kimliklerin yanında Roman ve Eşcinseller için de yani genel anlamıyla İttihat ve Terakki’nin burada yaşamasına müsamaha göstermediği ve kurucu iktidarın da defaatle benzeş kıldığı bir hat bu memleketi kuşatır. Bu kuşatma daha kaç zaman, kaç sınav, kaç ayrım ve kaç inkarı barındıracaktır. Bugünün ülkesinde, birkaç on binlere sıkışmış öteki sanılanların acılarını gündelik bir polemik konusu, aklımıza düştü bugün de yaralarını kanatalım, tarihi tarihçilere bırakalım ama biz her şeyi söyleyelim diye buyuran bir cenah karşısında bütün bu yalıtım aşılabilecek midir?
Bir günce hasıl oluyor. Her alanda -yalıtılmış bir memleket tahayyülünü gerçek kılmayan ant içmiş aklın tezahürler dört yanı kuşatıyor. Beri yanda da yaralar var, görülmesi ve sahiden de anlaşılması gereken “sözde” diye geçiştirilen, yoktur, olmamıştır bahsilerinde ezilmek istenen birer hakikat. Sırtta taşınan yükün ağırlığı çoğaldıkça bugünün ülkesinin de dünü gibi olduğunu artık afaki bir biçimde görüyoruz. Genel geçer değil doğrudan ve daimi bir bütünlük içinde inkar sabit kılındı. İttihat ve Terakki Cephesinin yargılandığı bir sahadan, bugün hepsinin adına mersiyeler düzülen, sokaklardan okullara isimleri taşınmış olmasından gurur duyulan bir yere evrim yalıtımı gösteriyor. Kaybedilen kaybedildi çoktan artık birbirini duyabilecek olan son kuşaklar da bütün bu gümbürtü içerisinde yine, yeni ve yeniden ayrılıyor. Birbirini duyamayanların, göremeyenlerin, hissetmeyenlerin ol yaraları anlamaları, birbirinde sözü tamamlamalarına imkan ya da ihtimal var mıdır? Tükeniş zembereğinden boşalırcasına güncellenirken, fıtrat kılınmış kötülük artık bir iktidar haline dönüşmüşken, öyleyken ama böyleyken, gidişat nice olur? Çete reisleri def edilmiş buyururken, dün ortak acıdan bahseden bir şahsiyet, ortada olan ve hakikatteki ol zamanın devletinin bel kemiğini oluşturan düşün, siyaset insanları ile gündelik hayatların çalındığı bir karanlık ile yüzleşmek ne zaman mümkün olur? Yalıtılmışlık, 24 Nisan’dan bu yana aralıksız güncellenen nefret siyaseti bunca capcanlıyken, kim fark edecektir tüm o “güvercin tedirginliğini” sahiden kim görecektir, yarayı? Meram eylediğimizdir. Bütün bu katran karanlığı içerisinde bunca inkar, bu kadar nefret, bir o kadar yıkımla tek bir iyi güne, yüzleşilmeden geçirilen onca zaman sonra kaybedilecek bir asra daha lüzum var mı sahiden var mıdır? Meram eylediğimizdir.
Okuma Önerisi: “Tehcir ve Taktil”: Divan-ı Harb-i Örfî Zabıtları İttihad ve Terakki’nin Yargılanması 1919-1922 – Derleyen: Vahakn N. Dadrian, Taner Akçam – Bilgi Üniversitesi Yayınları 2008
Misak TUNÇBOYACI - İstan’2021
Görsel: Birbirimize İyi Bakalım – Selma GÜRBÜZ – Artsy
0 notes