"Saat on olmuş. Hayat nasıl koşup gidiyor böylece anlıyoruz. Bir saat önce dokuzdu, bir saat sonra on bir olacak; Ve saatten saate olgunlaşıp duruyoruz, Saatten saate çürüyor Çürüyoruz. Bu hikâye de böyle sürüp gidiyor işte."
yüz sene sonra falan (dünya hala olmaya devam ederse -umarım etmez-) türk evlerini inceleyen insanlar burada türklerin değil norveçlilerin iskandinavların falan yaşadığını düşünecek
bazı anlamlar ölü ele geçirilir
ve yakınlarına haber verilmez
tek yakınım sendin Zeyno
bu uçsuz bucaksız hükümlü yazılar ovasında
böyle başlamıştı bir düşten daha çekilişim
zihnimdeki eksik sevilmeyi taşıyan masumlar kervanı
ceza gibi yüzüme yerleşen gramer hatası
indirdi kemancı çırağı kirpiklerimi aşağı
oysa bir halkı sevmekten geliyordum
suçların en büyüğünden
kendi rüyamın içinde dolaşıyorum saatlerce
yığına karışmayı seçen insanlar konuşmuyor benimle
hançerlenmiş şehirler konuşuyor sadece
atılmışlık tüten bacalar
ıssızlığı misafir gibi karşılayan soğuk çatılar
bütün bu hareketler harcanmış ömür kokusu
sana binlerce mektup yazdım
bulutlara çarpıp düştüler
ah, her biri detone damlalardı
yine de duymanı isterdim o damlalarda
bazı seslerin teslim olmadığı için ölü ele geçirildiğini
tek yakınım sendin Zeyno
çağrılar gönderdim sana yüreklerin güzergâhında
az kalsın ulaşacaktı
az kalsın başlayacaktı sevişmeler çağı
ve devrimci avına çıkamayacaktı gözleri kanlı devlet
kendi rüyamın içinde dolaşıyorum
kimseye rastlamıyorum saatlerce, Rilke gibi
yoksulluk satılan çarşıların düzenliliğine çarpıyorum
dağılmak için karanlığı bekleyen pazar yerlerine
sonra aniden her şey susuyor;
hızla ışıkların ölüşünü izleyen bir ülke geçiyor yanımdan
saatlerce düşünüyorum rüyamın kenarında oturup
nerede kullanacağımı yangın çıkartma hakkımı
sanıyorlar ki
sadece bir konuşmadır bütün bu söz kalabalığı
göğe çekiç gibi vuran o küçük noktalar
sanıyorlar ki kaybolmaktır yutuluş ormanında
kuşların düğünüdür bu Zeyno
yaşamayı başarmış anlamların;
uçmanın işçiliğine ve yumruğun sıkılışına dönüşüdür