Tumgik
#sarı öküz
nevzatboyraz44 · 11 months
Text
Tumblr media
İşte 'Sarı Öküz' hikayesi
Otlakların birinde bir öküz sürüsü yaşarmış. Çevredeki aslan sürüsünün de gözü öküzlerdeymiş.
Ancak, öküzler saldırı anında bir araya geldiği zaman, aslanların yapacak bir şeyi kalmazmış. Bu yüzden küçük hayvanlarla beslenmek zorunda kalan aslanlar, iyi beslenememeye başlayınca bir çare düşünmüşler. Topal aslan yanına bir iki aslanı da alarak, beyaz bayrak çekmiş ve öküz sürüsüne yanaşmış.
"SUÇ HEP O SARI ÖKÜZ''DE..."
Öküzlerin lideri Boz Öküz ve yanındakilere tatlı dille konuşmaya başlamış:
"Saygıdeğer öküz efendiler. Bugün buraya sizden özür dilemeye geldik. Biliyorum bugüne kadar sizlere zarar verdik. Ama inanın ki, bunların hiçbirini isteyerek yapmadık. Bütün suç hep o Sarı Öküz''de. Onun rengi sizinkilerden farklı ve bizim de gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Biz de barışseverliğimizi unutuyor ve saldırganlaşıyoruz. Sizle bir sorunumuz yok. Verin onu bize, siz kurtulun, yine barış içinde yaşayalım."
Boz Öküz ve heyeti bu sözler üzerine aralarında tartışmış ve teklifi haklı bularak, Sarı Öküz''ü vermişler aslanlara. Bir tek Benekli Öküz karşı çıkmış ama kimseye derdini anlatamamış.
"AFERİN SİZİ KUTLARIZ!"
Bir süre sonra aslanlar yine aynı yöntemle gelip, bu kez Uzun Kuyruk''u istemişler:
"Gördünüz mü ne kadar barış severiz. Sizi de kararınızdan dolayı kutlarız. Ancak, şu sizin Uzun Kuyruk var ya, kuyruğunu salladıkça nereden baksak görünüyor ve aklımızı başımızdan alıyor. Size saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Oysa sizler normal kuyruklusunuz. Verin onu bize, bu konuyu kapatıp, barış içinde yaşamaya devam edelim."
Boz Öküz ve heyeti, Uzun Kuyruk''u teslim etmiş, yine Benekli Öküz karşı çıkmış. Uzun Kuyruk, aslanların pençesi altında can vermiş.
"NEREDE KAYBETTİK BİZ BU SAVAŞI?"
Bu olay sürekli tekrarlanmış, her seferinde farklı bahanelerle. Sonunda öküzler zayıflamış, aslanlar küstahlaşmış. Artık, hiçbir bahane ileri sürmeden, doğrudan müdahale ederek, "Verin bize şunu, yoksa karışmayız" demeye başlamışlar.
Birer birer aslanların pençesinde can verirken, Boz Öküz ve birkaç öküz kalmış geride. İçlerinden biri liderlerine, "Ne oldu bize, nerede kaybettik biz bu savaşı? Oysa, vaktiyle ne kadar güçlüydük" diye sormuş.
Boz Öküz, Benekli Öküz''ün sözlerini hatırlayarak, gözleri nemli "Biz" demiş, "Sarı Öküz''ü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı.."
.......
Here is the story of 'Yellow Ox'
A herd of oxen lived in one of the pastures. The herd of lions around also had their eyes on the oxen.
However, when the oxen came together to attack, the lions had nothing left to do. That's why the lions, who had to feed on small animals, thought of a solution when they started not eating well. The lame lion took one or two lions with him, raised a white flag and approached the herd of oxen.
"THE BLAME IS ALL ON THAT YELLOW OX..."
The leader of the oxen started to speak sweetly to Gray Ox and the people next to him:
"Dear oxen sirs. We came here today to apologize to you. I know we have harmed you so far. But believe me, we did not do any of this on purpose. It's all the fault of that Yellow Ox. Its color is different from yours and it dazzles us and blows our minds." "We forget our pacifism and become aggressive. We have no problem with you. Give it to us, you will be saved, and we will live in peace again."
Gray Ox and his delegation discussed these words among themselves and found the offer justified and gave Yellow Ox to the lions. Only the Spotted Ox objected, but he could not tell anyone his problem.
"WELL CONGRATULATIONS TO YOU!"
After a while, the lions came again with the same method, this time asking for Long Tail:
"See how peace-loving we are. We congratulate you on your decision. However, that Long Tail of yours is visible wherever we look as he wags his tail, and it blows our minds. We are trying hard not to attack you. However, you have normal tails. Give it to us, this one." Let's close the issue and continue living in peace."
Gray Ox and his delegation handed over Long Tail, but Spotted Ox objected again. Tall Tail died under the claws of the lions.
"WHERE DID WE LOSE THIS WAR?"
This incident was repeated over and over again, each time with different excuses. Finally, the oxen became weak and the lions became arrogant. Now, without making any excuses, they started to intervene directly and say, "Give us this, otherwise we won't interfere."
As they died one by one in the claws of the lions, Gray Ox and a few oxen were left behind. One of them asked their leaders, "What happened to us, where did we lose this war? However, how strong were we once?"
18 notes · View notes
onderkaracay · 3 months
Text
🎯 Sarı Öküz, Tilki, Aslanlar ve İki Ayaklı Tilkilik 🎯
0 notes
Text
Tumblr media Tumblr media
Bir de erkeklere öküz diyorsunuz, nasıl da sevindi çiçeği görünce........
Tumblr media Tumblr media
Ama bu cadı var ya bu cadı, hiç umrunda değil. Sarı damarı var bunda
7 notes · View notes
kagittankayik · 2 years
Text
Mutsuz olmak için çok neden var. Umutsuzluk içinde ama bu hayatı pes edenler değil mücadele edenler kazanmıştır hep. Ne kazandığının önemi içinde kalan hisler yıllar geçse de gitmeyişi... Ekonomik özgürlüğün diplerde olduğu ülke'de bireysel başarı nerede biz orada... 2013 benim için nice ölüm dolu bir yıldı tam bir çöküş ve yas. Ama asla unutmayacak zaman dilimi varsa Geziydi gençliğimizin en son umudu o yıllarda kırıldı daha da gelmiyor. Lanet olsun bu düzene ki yaşlı moruklardanumıt bekliyoruz. Onların beceriksizliği ile gezi gibi bir kazanım bile heba oldu gitti. Bugün yine aklıma geldi o zaman önümüze barikat kran davutlar, ahmolar şimdi yanımızda görünüyor. Ama nafile kırk yıldır meral diye biri var büyük umutsuzluk, sağdan devşirme reiz çakması var, kılıçtar desen yenilgi şampiyonu. Ve beceriksiz. Biz bu muhalefete reva mıyız? Sistem öyle bir çark kurmuş ki tetiğe bassan da ölüm, basmasanda eski umudum olsaydı keşke. Abd, İngiliz kuklasıkuklası iktidarı ve muhalafeti ile bombok bir düzendeyiz.
Bizim için sarı Öküz geziydi onu da çok ucuza verdik. Yiyip giden sadece gençlik
9 notes · View notes
06chrome06 · 1 year
Text
ALİŞİM /RIFAT ILGAZ
Kasnağından fırlayan kayışa
kaptırdın mı kolunu Alişim!
Daha dün öğle paydosundan önce
Zileli’nin gitti ayakları.
Yazıldı onun da raporu:
“İhmalden! ”
Gidenler gitti Alişim,
boş kaldı ceketin sağ kolu...
Hadi köyüne döndün diyelim,
tek elle sabanı kavrasan bile
sarı öküz gün görmüştür,
anlar işin içyüzünü!
Üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün
Ağanın davarlarına geçer...
Kim görecek kepenek altında eksiğini
kapılanırsın boğazı tokluğuna.
Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman
beklesin mızrabını.
Sağ yanın yastık ister Alişim,
sol yanın sevdiğini.
Ama kızlar da, emektar sazın gibi,
çifte kol ister saracak!
Tumblr media
6 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
Muhalefet, mühürsüz oylar sayıldığında "sarı öküz" ü vermişti....
4 notes · View notes
ecefromeden · 17 days
Text
Sinir sorunlarım gün geçtikçe daha kötü bir hâl aliyo herkese cikisiyorum, ama valla hak ediyorlar insan gibi yoldan geçiyorum 2 adimim kalmış karı bi anda benim olduğum tarafa kırıp kornaya basiyo şimdi ben buna nasıl el hareketi cekmiyim it oğlu it 2 saniye beklesen nolur çirkin sarı 20 yıllık toki evine 2 saniye geç girsen ne kaybedebilirsin
Sonra başka bi lavuk geliyo elini kolunu sallaya sallaya önüne bakmayarak yürüyo beni direğe doğru itiyo paşam sanki bütün yolu satın almış gibi şimdi benim bunu önüne baksana mal diye nazikçe uyarmam vatani bir görev degilmi yada yürüyen merdivenlerin yada milletin geçmeye çalıştığı yolun direkt öküz gibi ortasında duran bir ibnenin duyucagi şekilde cehalet donemindenmi geldin hangi dağdan indi yada biraz daha yayil tam kapayamamissin koca gotunle yolu demek, bence herkes bu hayvanatlara karşı böyle davranmalı
Toplum içinde yaşamayı bilmeyen kendini bi sik zanneden cahil danalara zerre tahammülüm yok lütfen topluma entegre olmayı bilmiyosaniz siktir olun gidin evinizde oturun
0 notes
nihan-k · 1 month
Text
Karanfil Kız
O zamanlar dünya gerçekten de bir öküzün boynuzla- rında durmaktaymış ve Karanfil Kız'ın bu aşırı gelişmiş iribaşa söyleyecek bir çift sözü varmış. Ama dur bak, en iyisi baştan başlayayım. Şimdi bu Karanfil Kız babasını fazla görememekten şikâyetçiy- miş. Çünkü adamcağız haftanın her günü, hatta bazen haftasonları bile geç saatlere kadar çalışır, eve yorgun argın dönermiş. Bir akşam adam gelip de kızına, "Haydi seninle sinemaya gidelim. Baba kız, sadece ikimiz," de- yince sevinçten havalara uçmuş Karanfil Kız.
Ne ki, işte adam eve geç vakit gelebiliyor ya, ancak gece matinesine gidebilmişler. Sinema salonu da pek karanlıkmış, daha film başlamadan bir uyku basmış Ka- ranfil Kız'ı. Usulca babasının kucağına tırmanmış, ka- fasını da boynuna gömmüş. Oh pek sıcak, pek rahatmış babasının kucağı da, bu şekilde filmi nasıl seyredecek? "Mesele değil," demiş babası. "Arka tarafta, yüksekte parlak bir ışık var, görüyor musun? İşte o ışık, makinis- tin odasındaki projeksiyon makinesinden geliyor. Perde- ye vuran görüntü ilk önce o odanın camına yansır. Ha bi- raz küçüktür ama istersen, keyfini bozmadan filmi ora- dan da takip edebilirsin." Karanfil Kız gözlerini dikkatleo ışığa dikmiş, bir süre sonra bir bakmış, aa hakikaten de o küçücük camda rengarenk, sihirli görüntüler uçu- şuyor. Ancak hâlâ küçük bir sorun varmış. Film yabancı bir dildeymiş. Karanfil Kız bütün çocuklar gibi kedilerin, köpeklerin, aslanların, kaplanların, fillerin, öküzlerin ve hatta çiçek ve ağaçların dilini konuşabiliyor ancak film- de konuşulan bu dili bilmiyormuş.
"O da mesele değil," demiş o gün her zamankinden daha pratik zekâlı görünen babası. "Sen filmi izle, konuşu- lanları ben sana çeviririm." Sonra kızına iyice sarılmış ve başlamış anlatmaya: "Bütün çocuklar büyür, biri hariç..."
Olmayan Ülke'de yaşayan ve büyümeyi reddeden bir haytayı konu alıyormuş film. Bu çocuk bir gün kaybetti- ği gölgesinin peşinde koşarken yaşıtı bir kızla tanışmış, sonrasında da birlikte maceradan maceraya koşmaya başlamışlar. Korsanlar, denizkızları, Kızılderililer, bir peri ve kocaman bir timsah... On numara bir hikâyeymiş yani. Ama işte neticede Karanfil Kız dediğin el kadar ço- cuk; vakit geçtikçe gözkapakları ağırlaşmaya başlamış. Bir noktada artık dayanamamış ve kendini, dağılan gö- rüntülerin arasında beliren ve giderek büyüyen sarı ışı- ğın kollarına bırakmış.
Karanfil Kız huzur dolu uykusundan uyandığında başucunda annesini, kardeşini, dayısını, teyzesini, am- casını, halasını, anneannesini, babaannesini, haminne- sini, sütannesini ve sivri zekâlı kuzenini görmüş. Babası hariç herkesi... "Babam nerede?" diye sorduğunda, ona adamın ortadan kaybolduğunu söylemişler. Olacak iş mi, koskoca adam buharlaşıp uçmuş mu yani? Ne ki, hiç kimsenin adamın akıbetinden haberi yok gibiymiş. Çok üzülmüş, ağlamış küçük kız. Babasının niye öyle birdenhire kaybolup gittiğini anlayamıyormuş. Ama ümidini de kaybetmemiş. Her an bir yerlerden çıkacak, kendisini ku- coklayverecek diye bekliyormuş. Kendince küçük oyun- lar bile geliştirmiş bu konuda. Mesela istop mu oyna- mayor, topu var gücüyle havaya fırlatırken "Baba," diye bağırıyor, yere indiğinde bir mucize eseri topu babasının ellerinde göreceğini kuruyormuş. Ya da saklambaç oy- narken, herkesi tek tek bulup sobeledikten sonra bıkıp usanmadan en olmadık kıyıları köşeleri aramaya devam ediyor, arkadaşları bu durumdan sıkılıp eve dönünce de, "Ortaya çık babaaa, kurtsun!" diye bağırıyormuş. Ama babasından ne bir ses geliyormuş ne bir nefes.
Söylemiş miydim, bu karanfil Kız'ın sivri zekâlı bir kuzeni varmış? Bu oğlan kızın durumuna çok üzülmek- teymiş çünkü içten içe ona aşıkmış. Bir gün dayanama- yıp Karanfil Kız'a, "Ben," demiş, "babana ne olduğunu biliyorum. Gözleri büyümüş Karanfil Kız'ın. Yapışmış yakasına kuzeninin, "Söyle," demiş, "Nerde babam?" "Babanı öküz yuttu," diye cevap vermiş oğlan. Karanfil Kaz şüpheyle bakmış ona. "Hangi öküz?" "Hangisi ola- cak? Tabii ki boynuzlarında dünyayı taşıyan," demiş sivri zekalı kuzen. "Ayrıca onu nasıl bulabileceğini de biliyorum," diye eklemiş sonra da. Böylece kızı elinden tutup bir ormana götürmüş. Kocaman ağaçlar ve yabani otlarla çevrili patikalarda yürümüş yürümüşler ve niha- yet küçük bir derenin başına varmışlar. "Otur şuraya," demiş oğlan, "Oküz burada mı?" diye sormuş Karanfil Kaz çimenlerin üstüne çökerek. Oğlan yerden bir şey ko- partışı yanına gelmiş, elindekini kıza uzatmış. "Burada." "Bu bir mantar, demiş Karanfil Kız, "öküz değil," "Öküz smunturın içinde, diye cevaplamış oğlan. "Bu hayatımda duyduğum en saçma şey," demiş kız küçümseyici bir tavırla. "Ne yani," diye çıkışmış kuzen, "öküzün dünyayı taşıdığına inanıyorsun da bir mantarın içinde olduğu- na mı inanmıyorsun? Amma da aptalmışsın!" Oğlanlar sevdikleri kızlara böyle şeyler söyler ki, gerçek duyguları anlaşılmasın. Her neyse, onun bu sözleri Karanfil Kız'ı ne kadar etkilemiş bilinmez ama başka çaresi olmadı- ğından mantarı alıp dişlemiş ve başlamış beklemeye.
Ağaç dallarının rüzgârda sağa sola sallanışına, kuş- ların uçuşuna, derenin akışına bakmış uzun uzun. Der- ken ağaçlardan birinin haddinden fazla düz olduğunu, bir kuşun havada tuhaf bir kavis çizdiğini ve derenin az öncekinin tersi yönünde aktığını fark etmiş. Ayağa kalkıp suyun yeni akış yönünde, derenin kenarında iler- lemeye başlamış. Bir ara arkasını dönünce, kuzeninin gülümseyerek kendisine el salladığını görmüş, o da ona aynı şekilde karşılık verip yoluna devam etmiş. Dere bir noktada küçük bir şelaleye dönüşüp tepe aşağı dökül- mekteymiş. Karanfil Kız büyük bir dikkatle suyun bükül- düğü noktaya yaklaşmış ve derin bir nefes alıp kafasını aşağı uzatmış.
Öküzü işte o anda görmüş. Koca boynuzlarının üzerine yerleştirdiği yerküreyle arasında sadece birkaç metrelik mesafe varmış. Dilini çıkartmış, güçbela boy- nuzlarından sızan şelale suyunu içmeye çalışmaktaymış. "Hey sen, bana bak çabuk!" diye bağırmış Karanfil Kız. Sevimsiz bir homurtuyla karşılık vermiş ona öküz. "Sen de kimsin? Bu ne yaygara!" "Demek dünyayı tutan öküz sensin," demiş kız. "Teknik olarak o da beni tutuyor ta- bii," diye cevaplamış öküz. "Çok enteresan,” demiş küçük kız. "Ama niyetim felsefe tartışmak değil. Buraya babama ne olduğunu öğrenmeye geldim." Öküz kıçına konan sinekleri kovmak için kuyruğunu sallamakla yetinmiş. "Daydun mu beni sen!" diye çıkışmış kız. "Duydum da," demiş öküz. "Seninle ilgilenmeden önce bana küçük bir İyilik yapman gerekiyor." "Neymiş o7" "Çok fena susa- dim," demiş öküz. "Şu dünyayı birkaç dakikalığına tutar- san ben de şu şelalenin suyundan kana kana içebilirim." "Nasıl olacak ki o iş?" diye sormuş Karanfil Kız. "Koca dünyayı ben nasıl taşıyacağım?" Öküz bu soruyu bekli- yor gibiymiş zaten. "Amuda kalkmayı biliyorsun, değil mi?" "Çocuk oyuncağı, " diyerek ellerinin üstünde havaya dikilmiş Karanfil Kız. "Ama akıllım, 'teknik olarak' ben dünyayı değil dünya beni taşıyor şu anda. Çünkü yerçeki- mi kanunu diye bir şey var..." "Sen orasını merak etme," demiş öküz saklayamadığı bir heyecanla. "Sana biraz alışsın hele. Şimdi anlat bakalım hikâyeni."
Böylece Karanfil Kız amuda kalkmış bir halde ba- basıyla sinemaya gittiği gece olanları anlatmış öküze. Hikâyesini bitirdikten sonra "Ee," demiş. "Şimdi söyle bakalım, ne oldu babama?" Derin bir soluk almış öküz. "Şu kıçıma konan sinekleri görüyor musun?" "Ne alaka- sı var şimdi ya!" demiş sinirle Karanfil Kız. "O sinekler beni çok kaşındırır," diye devam etmiş öküz. "Bazen kuy- ruğumu sallamak yetmez, ellerim de yok ki şöyle hatır hatır kaşınayım, ister istemez olduğum yerde kıpraşırım. Böyle durumlarda dünyada sarsıntılar meydana gelir..." "Lütfen bir an önce ne söyleyeceksen söyler misin?" diye araya girmiş Karanfil Kız. "Böyle durmak giderek zor- laşıyor. Hem sen su içmeyecek miydin?" "Dünyayı he- men bırakmak istemiyorum," demiş öküz. "Sana biraz alışsın hele." Karanfil Kız kaşlarını çatmış. "Aklındanşüphem var öküz, ama bitir bakalım hikâyeni." "Evet," demiş öküz. "Dediğim gibi ben kıpırdayınca yeryüzünde bazı değişiklikler olur. Toprak çatlar, kayalar devrilir ve bazen de insanların yaptığı binalar çöker." "Deprem de- diğimiz olay; biliyorum," diye girmiş araya Karanfil Kız sabırsızca. Başıyla onaylamış öküz. "Bu çöken binaların altında kalan insanlar için durum hiç de iyi olmaz. Ölen- ler ölür, yaralananlar bazen günlerce yardım gelmesini beklerler. Böyle durumlarda büyükler, çocukları kor- kudan dehşete düşmesin diye ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Göçük altında kalmış bir baba örneğin, kızın- dan bulundukları karanlık odanın bir sinema salonu ol- duğunu hayal etmesini ister. Onlarca metre uzaklıktaki ufacık bir çatlaktan sızan ışığın aslında bir projeksiyon makinesinden geldiğini, şimdi dikkatle o ışığa bakıp an- latacağı hikâyeyi bir film gibi gözünün önünde canlan- dırmasını söyler. Küçük kız arada düşleriyle karışan bu filmi izlerken dışarıdakiler yavaş yavaş da olsa onlara yaklaşmaktadır; böylece çatlaktan sızan o ışık giderek genişler ve parlaklaşır. Nihayet biri uzanıp kızı, baba- sının kaskatı kollarından çekip alır. Hafıza acı anıları siler, geriye hiç büyümeyen bir çocuğun hikâyesi kalır."
Karanfil Kız ve öküz bir süre hiç konuşmadan dur- muşlar. Nihayet öküz, "Hazır mısın?" diye sormuş. Kız evet anlamında başını sallayınca çevik bir hare ketle kendini şelalenin buz gibi sularının altına atmış. Susuzluğunu giderdikten sonra yeniden kıza dönmüş. "Pekâlâ,” demiş. "Sanırım ikimiz de istediğimizi aldık. Dilersen dünyayı tekrar boynuzlarımın üstüne bıraka- bilirsin." Karanfil Kız yanaklarından yaşlar süzülürken gülümsemiş. "Sen gerçekten çok kurnaz bir hayvansın," demiş. "Biliyorsun ki, artık bunu yapраmam
İşte o günden beri öküz çayırlarda hoplar ziplar ve inekleri kovalarken dünya da küçük bir kızın omuzları üstüne çöküvermiş
0 notes
morkedisblog · 7 months
Text
Alman yengem deyince bir anım aklıma geldi hıhıhı saçma-uzun-modası geçmiş anılarım bitmez!O dönem Almanyadan misafir gelenler kumaş hediye getirirlerdi ipek ve satene benzeyen ama sentetik ürerilmiş çiçekli böcekli kumaşlar oysa kumaşın en kalitelisi bizde üretilir neyse yengem de pembe üzerine minik beyaz- sarı papatya desenli bir kumaş getirdi Annemden rica etti bozuk Türkçesiyle, Annem "bunun Türkçesine bitiyorum"der gülerdi kendisine mini şort büstiyer bana da aynı takımdan diktirdi oğulları vardı ama kızı yoktu severdi beni 5-6 yaşlarımdayım köye gittik yengem kendisi bu şort büstiyeri giydi beni de kendisi gibi giydirdi sandviç hazırladı göl kıyısına piknik yapmaya gittik tabii köy yeri insanlar tutucular dedikodu yapmışlar "Alman gelin çıplak geziyor Gürcü gelinin (Annem baba tarafından Gürcü kökenli)küçük kızını da kendisi gibi yaptı"demişler bunu duyan rahmetli babaannem " bütün oğullarımı kendi sütümle besledim bunun kocası doğduğunda sütüm kesildi inek sütüyle besledim o yüzden öküz oldu süt annesinin biraderlerine çekti"deyip ağlamıştı heeeyy gidi günler😊
instagram
1 note · View note
okumaodasi · 10 months
Text
GTVED KADINI
E
Egtved Kadını (MÖ 1390-1370), iyi korunmuş kalıntıları 1921'de Danimarka'nın Egtved kentinin dışında keşfedilen bir Kuzey Tunççağı kadınıydı.
Tumblr media
Öldüğünde 16-18 yaşlarındaydı, zayıftı, 1,6 metre boyundaydı, kısa sarı saçları vardı ve iyi kesilmiş tırnakları.
Ceseti dendrokronolojiye (yıllık halka yöntemi) göre M.Ö. 1370 yılına tarihleniyor.
Kadın tabutun içinde öküz derisine sarılıydı. Kolları dirseğe kadar uzanan bol, kısa bir tunik giymişti. Beli açıktı ve kısa bir etek giyiyordu.
Bronz bilezikleri ve spiraller ve çivilerle süslenmiş büyük bir diski olan yünlü bir kemeri vardı. Ayaklarının dibinde, 5 ila 6 yaşlarında bir çocuğun yakılmış kalıntıları vardı.
Başının yanında, içinde bir bız, bronz iğneler ve bir saç filesi olan küçük bir huş ağacı kabuğu kutusu vardı.
Tabut kapatılmadan önce üzeri bir battaniye ve öküz derisiyle örtülmüştü. Çiçekli civanperçemi (yaz cenazesini gösterir) ve buğday, bal, bataklık mersini ve yaban mersini ile yapılmış bir kova bira üstüne yerleştirildi.
1920'li yıllarda ortaya çıkarıldığında sansasyon yaratan kendine özgü kıyafeti, Bronzçağı'nda Kuzey Avrupa'da yaygın olduğu bilinen bir tarzın en iyi korunmuş örneğidir.
Egtved Kadını'nın kıyafetinin iyi korunmuş olması bu yörenin yaygın bir durumu olan toprağın asidik bataklık koşullarından kaynaklanmaktadır.
Tumblr media
Archaeo - Histories
1 note · View note
turkmenogluavm · 2 years
Photo
Tumblr media
*BİRLİK BOZULUNCA, FELÂKET OLUR* Ormanın birinde aslanlar toplanmış;"Yahu"demişler. "Hesapta kralız, açlıktan öleceğiz birâder, maymuna saldırsak, ağaca kaçıyor, fillere saldırsak fazla büyük...Ceylânlar hızlı koşuyor, yetişemiyoruz ; kuşa dalsak, uçuyor ; Eee balık yakalayacak halimizde yok.Ne yapacağız?" Bir tanesi " en iyisi ; Öküz sürüsüne saldıralım" demiş. "İri yarı görünüyorlar ama ne pençeleri var, ne dişleri ..Tam dişimize göre !" Olur mu ? olur." Hücum!" Ama evde ki hesap çarşıya uymamış ; Öküz, öyle yabana atılacak hayvan değilmiş meğer... Organize oluyorlar, topluca savunma yapıyorlar, püskürtüyorlarmış. Aslanlar aç bî ilâç.. Ne yapsak, ne yapalım? Sonun da ;"Tilkiye danışalım" demişler.Tilki "kolay" demiş. "Beni, öküzlerin yaşadığı zengin otlakların beyi yapın, işinizi halledeyim.."Kabul etmişler. Tilki, elinde beyaz bayrakla öküzlere gitmiş."Merhaba sayın öküzler"demiş. "Aslında aslanlar uysaldır, sizide çok seviyorlar...Ama şu aranızda ki sarı öküz var ya, işte sorun olan o sarı öküz...Görünce tahrik oluyorlar, canları çekiyor, verin şu sarı öküzü.Kurtulun kardeşim, huzur içinde yaşayın!" Öküz heyeti düşünmüş taşınmış ;"Kendi huzurumuz için sarı öküzü salıverelim gitsin.Hepimiz rahat ederiz" demişler. Aslanlar da afiyetle yemişler.Bir gün, iki gün derken Tilki yine gelmiş. "Selâmlar ! Bakın sizin de gördüğünüz gibi, huzura kavuştunuz, saldırılar kesildi, mutlu yaşıyorsunuz"demiş.Ve eklemiş :"Ancak bir sorun var.Şu benekli öküz var ya!İşte o dikkat çekiyor.O aranızda olduğu müddetçe siz rahat yüzü göremezsiniz, huzura kavuşamazsınız.Verin kurtulun!.." Heyet yine düşünmüş. "Otlağın selâmeti için." Teslim etmişler benekli öküzü...Tilki yine gelmiş. Kuyruğu uzun olanı !.. Burnu uzun olanı !.. Şişman olanı !.. Tek tek alıp gitmiş. Otlak tamamen seyrelmiş.. Artık tilki gelmemiş.Zaten gelmesine de gerek kalmamış.Doğrudan aslan gelmiş; "Canım hanginizi çekiyorsa onu vereceksiniz, kafamı kızdırmayın" demiş.Otların arasında tir tir tiyreyen tek tük kalmış öküzler ;"Keşke sarı öküzü vermeseydik" demişler; Ama neye yarar? (Hacı Firdevs Türkmenoğlu Camii) https://www.instagram.com/p/CkIbfWVq6rh/?igshid=NGJjMDIxMWI=
1 note · View note
tp-oyku · 3 years
Link
Bizim bir bostanımız vardı, bir de arkımız. Şükür eder geçinirdik kırkımız. Un ederdik de dönerdi çarkımız. Dostumuz, neşemiz bir de şarkımız.
Ne mi oldu derseniz?
Galip Cengiz ___ Makalenin tümünü okumak için lütfen bağlantıyı tıklayın.
2 notes · View notes
f-a-r-a-h · 4 years
Text
DAÜSSILA
Yadellerde bayrağımı görünce,
İlim düşer, obam düşer aklıma.
Kapılırım bir sınırsız sevince,
Görür görmez selâm düşer aklıma.
Ne bir benzeri var, ne de bir eşi;
Odur gökyüzünün Ay'ı-Güneş'i…
Bir özgürlük imi, bir aşk ateşi,
Bengi-çiçek sılam düşer aklıma.
Neler çağrıştırmaz ah, neler neler;
Bulutlara değse yağmur çiseler…
Işığına emeklerken bebeler,
Şiir düşer, kelâm düşer aklıma.
Hatıralar birbirine ulanır,
Hasret kuşak kuşak cana dolanır,
Vurgun yemiş gibi gönlüm bulanır
Anam düşer, babam düşer aklıma.
Babam şimdi bağda çubuk buduyor
Annem benim için oruç adıyor
Rızkı olan çorbamızdan tadıyor,
Üç aylarda tövbem düşer aklıma.
Dayım, Düztarla'da toprak belliyor,
Yengem börek yapmış, azık yolluyor
Sarı öküz kuyruğunu sallıyor
Dirgenimle yabam düşer aklıma.
Kardeşim bir kıza gönül kaptırmış
Ne yazı yaz imiş ne de kışı kış,
Tünele girenler arar bir çıkış,
Kaç bıldırlık çabam düşer aklıma.
Ben de çocuk iken çok kuzu güttüm,
Yeşil nohut yolup firikler üttüm,
Elimle besleyip koçlar büyüttüm;
Yün çorabım, abam düşer aklıma.
Yadellerde bayrak vatan demektir
Her kutsalda birim aşk ve emektir
Vatansız, bayraksız dünya temektir;
Defter-kâğıt, kalem düşer aklıma.
Yürü hey KARAKOÇ, bayrak aç, yürü;
Düğüne çağırır aldığın dürü.
Bazen gündüz, bazen gecenin körü
Eşim-dostum, balam düşer aklıma…
Bahaeddin Karakoç
49 notes · View notes
kamenizm · 3 years
Text
orta asya'da yaygın olan bütün o eski falcılık teknikleri arasında, kemik falı en iyi bildiğimizdir. ondan daha eski ve daha sık kullanılmış, üstelik de günümüze kadar kullanılmış bir başka teknik yoktur. kaşgarlı mahmut tarafından değinilen bu falcılık tekniği, yagrıncının (daha yaygın olan moğolca karşılığı dallacıdır) uzmanlık alanına girmekteydi. ancak bu teknik şamanların ve hükümdarların ilgisini çekmiş ve nihayetinde kesin olarak kamusal alana girmiştir. öyle görünüyor ki, bu falcılık tekniği esasen türk kültürünün bir ifadesidir.
kemik falının bir türü, kürek kemiği üzerindeki şekil ve çizgiler üzerinden çeşitli yorumlar yapılması üzerine dayanıyordu. birçok millette günümüzde de devam eden, araplarda kıtfe adıyla bilinen bir fal çeşidi bu.
bir diğeri de, aşık kemiğinin (hani şu meşhur achilles'in zayıf noktası, topukta bulunan bir kemik) üste gelen yüzüne göre gelecekle ilgili yorum yapmaydı.
zira bazı hayvanların aşık kemiği yamuk yumuk da olsa neredeyse kare prizmaya yakındır ve kemikler de zar gibi atmaya*uygundur.
alpler savaş zamanlarında şamanların baktıkları kürek kemiği falına göre hareket ederlerdi. kürek kemiği ateşte çatırdarsa savaş açar, yoksa barış haline devam ederdi. bu bağlamda kaşgarlı mahmut şu atasözünü aktarır. “kürek kemiği karışırsa, il karışır”. türk ve moğol budizm’inde de kürek kemiklerine çeşitli efsunlar yazılırdı.
fal bakmak için kürek kemiğinin kaynatılmamış olması gerekirdi. en doğru fal koç ya da koyun kürek kemiği ile bakılırdı fakat yakut türkleri en çok geyiğin kürek kemiğini kullanırdı. kahin kemiği ateşte kızdırdıktan sonra kemikteki çizgiler, çatlaklar ve noktalara göre yorum yapardı.
kürek kemiği kırılmaz ya da köpeklere atılmazdı. aslında türkler, kurban edilen hiç bir hayvanın kemiğini kırmaz ve sağa sola atmazdı. o hayvanın tekrar dünyaya gelebilmesi için kemiklerinden yeniden doğacağı düşünülür ve kemikleri eksiksiz bir şekilde gömülürdü. kan gibi kemikler de, ruhun ikametgahı olarak görülürdü.
Türklerde Falcılık Üzerine İnceleme:
CENGİZ HAN'IN FAL BAKMA KUDRETİNE SAHİP TORUNU MENGÜ HAN
CAVIRUN FALI (Kürek Kemiği Falı)
KUMALAK FALI
AŞIK FALI
KUYRUK YAĞI FALI...
Falcılık Türk inanç sisteminin başlıca unsurlarından biridir. Fal eski Türkçede "ırk" kelimesiyle ifade edilmiştir. Mahmud Kaşgari ırk kelimesini "falcılık, kahinlik ve bir kimsenin gönlündekini bilmek" diye açıklamaktadır. Besim Atalay'ın konuyla ilgili çevirmesine ilave ettiği nota göre "bu kelime Türkiye'nin birçok yerlerinde kader, talih, fal anlamında kullanılmaktadır. Irkım açıldı - talihim açıldı demektir" ; "kam ırkladı" cümlesinin izahını yaparken şu notu ilave ediyor : " Batı Anadolu'da ve hele Kütahya vilayetinin bazı yerlerinde "ırk bakmak" fala bakmak anlamındadır.
Oğuz destanında zikredilen bilge ve filozof Irkıl Hocanın adı da kahin ve falcı anlamını ifade etse gerektir. (Yakut Türklerine göre ilk kam'ın adı da Argıl idi. Bu isimde Irkıl veya Arkıl Hocayı hatırlatıyor). Altay'da kamdan başka "ırımçı" denilen adamlar vardır. Bunlar saralı hasta adamlardır. Saraları tuttuğu zaman bunlar gaipten haber verirlermiş.
Falcılar fal açmak için kullandıkları nesneye göre muhtelif ad alırlar.Hayvanların kürek kemiğine bakıp geleceği keşfedenlere "yağrıncı", koyun tezekleriyle fal açanlara "kumalakçı" , muhtelif şeylerden manalar çıkaran falcılara "ırımçı" denir.
"Kürek kemiği" falına Moğol saraylarında çok önem verilirdi.Rubruk'un verdiği malumata göre Mengü Han ( Cengiz Han'ın Torunu ) bir işe girişmek isterse kürek kemiğine bakardı. Önce kemiği ateşte kızdırırlardı.Bunları yağmaya mahsus küçük iki ev vardı. Kemikleri yaktıktan sonra hakan bunlardan hasıl olan çizgilere bakardı.Kemik üzerindeki çizgi doğru, düz ise yol açık, eğri veya delikler hasıl olursa yol kapalı demekti. Rubruk, hakanın yanında kemikler görmüştür. Moğollar'ın kürek kemikleri ile fal açtıklarını 1221 de seyahat eden Çinli Menhun da zikretmektedir.
Kırgız ve Kazaklar kürek kemiğine saygı gösterirler; kırmadan köpeklere atmazlar. (Anadolu'nun birçok yerinde kasaplar kürek kemiğini kırmadan atmazlar)
Ateşe yağ atmak suretiyle fala bakmak Kırgız - Kazaklarda da tespit edilmiştir.Falcı kuyruk yağını ocağa atar, ateşin alevlerine bakıp istikbalden haber verir.
Aşık kemiğiyle bakılan fal'da diğer fal çeşitlerindendir.
İnsanoğlu tarih boyunca gerek kendisiyle gerekse çevresiyle ilgili bilinmezlikleri anlayıp keşfetme, istikbalin neler getireceğini öğrenme arzusu içinde olmuştur. Bunda meçhule ve esrarengize olan merak duygusunun büyük etkisi vardır. İnsanlar geleceği öğrenme arzusuyla fal ve kehanet adı altında çeşitli yöntemlere başvurmuşlardır. Fal; genel olarak çeşitli tekniklerle gelecekten ve bilinmeyenden haber verme, gizli kişilik özelliklerini ortaya çıkarma sanatıdır. Falda çeşitli araçlar ve teknikler kullanılmış, buna göre de değişik fal türleri ortaya çıkmıştır: yıldız falı, el falı, kuş falı, kâğıt falı, iç organlar falı, kum falı, zar falı, kitap falı, ateş falı, su falı, çay falı, kahve falı, bakla falı, kürek kemiği falı gibi…(Aydın 1995: 134-135). Bu çalışmada, kürek kemiği falı hakkında genel bilgi verilmiş, Bosna-Hersek Gazi Hüsrev-Begova Kütüphanesi (Sarayevo)’nde Türkçe Elyazmaları bölümünde 1250 numarada kayıtlı eserin 55b-59a varakları arasında yer alan “Risâle-i ˘İlm-i Ketf” başlıklı kürek kemiği falı metni çevriyazıya aktarılmış, metnin günümüz Türkçesiyle çevirisi yapılmış ve sözlüğü hazırlanmıştır. Çalışmanın sonunda eserin tıpkıbasımı yer almaktadır.
  Kürek Kemiği Falı Divânu Lügâti’t-Türk’te yarın olarak adlandırılan “kürek kemiği” için diğer Türk lehçelerinde aynı kökten gelen, ancak lehçe hususiyetlerine göre fonetik değişmeye uğramış kelimeler kullanılmaktadır. Eski Yunanlılarda ve Romalılarda mevcudiyeti bilinen kürek kemiği falına Yunancada ωμοπλατοσκοπία, Latincede skapulimantia adı verilirdi. Araplar bu falı eski Yunan ilimlerinden sayarak ilmü’l-ketf (kürek kemiği bilgisi) adıyla bir bilim dalı olarak kabul etmiş, bu konuda risaleler yazmışlardır (İnan 1986: 152). İslam dünyasında bu fal çeşidi kıtfe/kitfe adıyla da bilinmektedir. Bunun için koyunun kürek kemiği kullanılır. Kemiğin üzerindeki kırmızı hat kan döküleceğine, sarı çizgi hastalığa, yeşil bolluk ve ucuzluğa, siyah ise darlık ve yoksulluğa işaret sayılmıştır (Duvarcı 1993:
Çinlilerde kürek kemiği falının geçmişi, Neolitik döneme tekâbül eden Lung-shan kültürüne dek gitmektedir (Buckland 2004: 421). Çinliler de özellikle devlete ait işlerde verilecek kararı belirlemek amacıyla koyun, öküz kemikleri ve kaplumbağa kabuğu ile tabiat ruhlarına ve atalara danışma şeklinde fala bakarlardı (Aydın 1995: 136). Japonlar da kürek kemiği falına bakarlardı. Bir geyik kürek kemiğini ateşe tutarak ısıttıktan sonra çatırtılarından anlamlar çıkarma şeklindeki fal uygulamasının hâlâ devam ettirildiği bölgeler vardır. Ayrıca kaplumbağa kabuğu da öteden beri kullanılmaktadır (Aydın 1995: 136). 12. yüzyılda İngiltere ve İrlanda’da, 13. yüzyılda Wales’te koyun veya domuzun sağ kürek kemiğine bakmak suretiyle gelecek hakkında tahminlerde bulunulurdu. Bunun için kemik öncelikle suda haşlanırdı. Kemiği asla ateşe tutmazlardı (Buckland 2004: 421). Kürek kemiği falına Moğol saraylarında da çok önem verildiği bilinmektedir. Avrupalı gezgin Rubruk’un verdiği bilgilere göre Mengü Han bir işe girişmeden önce kürek kemiğine bakardı. Moğolların kürek kemikleri ile fala baktıklarını 1221 yılında Çinli gezgin Menhun da belirtmektedir (Tavkul 2007: 186). Bu geleneğin Karaçay-Malkar, Kazak, Kırgız, Altay, Yakut, Kırım Tatarları, Nogay, Kafkas halkları arasında da yaygın olduğu görülmektedir (Tavkul 2007: 181-190). Kazak Türkleri arasında bu yöntemin şöyle uygulandığını görüyoruz: Fala baktırmak için özellikle keçi veya tekenin kürek kemiğini tercih ederler. Önce kemik ateşe atılır ve bir müddet orada tutulur. Daha sonra ateşten çıkarı- lan kürek kemiği üzerinde oluşan çizgilere göre falcı çeşitli yorumlar yapar. Kemik üzerindeki kesiksiz düz çizgi yolun açık olduğuna, eğri büğrü çizgi ve delikler ise yolun kapalı olduğuna işaret eder. Kürek kemiği üzerinde çıkan çizgi ve izlerden Kazaklar bir atın gittiği yol, bir hırsızın kaçtığı yol, kaybolan bir eşyanın yeri gibi şeylerin tespit edilebildiğine inanırlar. Kürek kemiği sevinçli ve kederli haberleri de bildirir. Falcı fal bakacağı kürek kemiğini çeşitli dualarla temizler.
Kemiğin etleri dişle koparılmaz ve kıkırdakları bıçakla kesilmez. Fal bakılan kürek kemiği faldan sonra hemen atılmaz, çeşitli dualar okunarak parçalanır, sonra köpeklere atılır. Aksi takdirde eve uğursuzluk geleceğinden korkulur (Altınmakas 1984: 129). Bugün bile Anadolu’nun birçok yerinde kasaplar kürek kemiğini kırmadan atmazlar (Duvarcı 1993: 20). Arkasını kapıya dönerek oturan falcı, gelecek hakkındaki tahminlerini tamamla-
dıktan sonra kürek kemiğini arkaya doğru fırlatır. Kemik kapının yukarısına isabet ederse bütün söylediklerinin gerçekleşeceğine inanılır (Radloff 1994: 256). Yine Türk halklarından Yakut ve Karagaslar kürek kemiği falı için geyik kemiğini tercih ederler. Kürek kemiği falı ile ancak kaybolan nesneler hakkında bilgi sahibi olmanın mümkün olduğuna inanan Sagay Türkleri için en doğru söyleyen kemik koç kemiğidir (İnan 1986: 156). Kürek kemiğiyle fal bakma Asya’nın birçok bölgesinde yaygındır. Orta Asya Türkleri, Moğollar, Araplar, Yunanlılar, Romalılar ve bazı Balkan halklarında koyun ve keçi gibi hayvanların kürek kemiğiyle fala bakma geleneği vardır. Türkler arasında İslam’dan önce de mevcut olan bu yöntem günümüzde Anadolu’nun hayvancılıkla geçinen bazı yörelerinde uygulanmaktadır (Aydın 1995: 136-137). Bu âdet eski usta çobanlar arasında bilinmektedir. Bilhassa Yörük, Arnavut ve Rum çobanların bu işte usta oldukları iddia edilmektedir. Bir kimse ancak kendi malı olan koyunlardan birinin kürek kemiğine baktırabilir. Şayet kendi koyunu yoksa, kasaptan kürek kemiğini çıkartmadan et alınır sonra da bu et, kemikten itina ile sıyrılır. Kurban bayramlarında kurban kesenler bunların kürek kemiklerini de bu iş için kullanabilirler. Bilhassa Rumlar kızıl yumurta bayramlarında kestikleri kurbanların kürek kemiklerini de fala bakmadan atmazlarmış (Necati 1930: 38). Ahmet Midhat Efendi’nin 1897 Türk-Yunan Savaşı münasebetiyle yazdığı Gönüllü romanında kürek kemiği ile fal bakma inancından detaylı bir şekilde bahsedilmektedir. Bıçak silimi adı verilen bir ziyafet tertip edilir. Bu ziyafetin konukları Türk ve Arnavut’tur. Bu ziyafetin en makbul yiyeceği kuzudur. Çünkü kuzu yenildikten sonra kürek kemiği falına bakılacaktır. Fala bakacak kişi, dişi ve diliyle yalayıp temizlediği kemiği ışığa tutarak kemik içinde görebileceği kan lekesi gibi şeylerden manalar çıkaracak ve çevresindekilere bu manaları anlatacaktır. Falı bakan kişinin “cenk var, hem de cenk” demesi üzerine ziyafettekilerin keyfi kaçar. Bunun üzerine bu ziyafette yenilen kuzunun nerede doğup büyüdüğünün asıl dikkat edilmesi gereken husus olduğuna dikkat çekilir. Ziyafette yenilen kuzunun Yunanistan’ın Serfiçe kasabasından değil de Yenişehir tarafından getirildiği, dolayısıyla vuku bulacak bozgunun Türk tarafında değil de Yunan tarafında olacağı kanaatine varılır. Bu kanaat üzerine ziyafetteki herkes rahatlar. Böylece fiilen başlamamış olan 1897 Türk-Yunan Savaşı’nın neticesi bakılan kürek kemiği falı ile önceden tespit edilmeye çalışılmıştır. Ahmet Midhat Efendi, romanında bu konu ile ilgili kendi görüşlerine de yer verir. Ona göre bu tür fal İslamiyet ve Hristiyanlık zamanlarından değil, putperestlik zamanlarından kalma âdettir
3 notes · View notes
mustafasalihbozok · 4 years
Text
BARIŞ PEHLİVAN
SİLİVRİ CEZAEVİNDEN YAZDI...
HUYSUZ VİRJİN'DEN
NASIL VAZGEÇTİK?
“Sanat hayatımın önemli günlerinden biridir Semra Hanım’ın Turgut Özal’la Günay’a geldiği gece.
Semra Hanım, Turgut Bey’in elini tutuyor böyle devamlı, genç kız gibi. ‘Ayol bırak!
Adam sakat değil, bir şey değil.
Niye devamlı elini tutuyorsun?’ dedim.
‘Biz 35 sene birbirimizin elini bırakmadık hiç’ dedi.
‘Arada pudra sürün, pişik olur’ dedim.
Adam Reisicumhur ancak bu kadarını yapabilirim; halk bekliyor çünkü.
Orada bir şey yapılacak, yapmak mecburiyetindeyim.
İki gün sonra da Rauf Denktaş geldi.
‘İki gün önce Özal buradaydı, iki gün sonra siz geldiniz.
Ayol, bütün Reisicumhurlar kısa ve kalın mı olur, bunun hiç ince uzunu yok mudur?’ dedim.”
****
Cumhurbaşkanlarına herkesin gözü önünde bunları söyleyen Huysuz Virjin’di.
Bugün böylesi bir sahneyi hayal etmek ne kadar da uzak değil mi? “Özal’lı yıllarda ne özgürdük” masalını anlatmayacağım elbette, yakın tarihimizin masal misali hiç yaşanmamış gibi görünmesini dert edeceğim.
HUYSUZ’UN SERÜVENİ
1932 yılında Trabzon’da doğdu Seyfi Dursunoğlu.
Hem muhafazakar, hem de baskıcı bir ailede büyüdü. İstanbul’da Özel Boğaziçi Lisesi’nde okurken tanıdığı bir okul arkadaşıyla, ömür boyu çekişmeli ve gergin ilişkisi oldu. “İleride ses sanatçısı olacak” diye okulunda ünlenen o arkadaşı Zeki Müren’di.
****
Dursunoğlu, deniz subayı olsun diye zorla sokulduğu Heybeliada Deniz Koleji’nden kendi çabasıyla atıldı. Kazandığı İstanbul Üniversitesi İngiliz Filolojisi bölümünü ise bırakmak zorunda kaldı.
Bir yandan SSK’da memurluk yapıyor, diğer yandan Beylerbeyi Kültür Cemiyeti’nde ramazan etkinlikleri düzenliyordu. “Huysuz Virjin” tiplemesi işte o günlerde doğdu. 60’lı yıllarda kadın kılığına girip ramazan eğlenceleri düzenleyen, ortaoyunu ve kantolar sergileyen bir gencin ünü tüm İstanbul’a yayılıyordu. SSK’dan istifa etti, artık gazinolardaydı.
****
Gün geldi, “beni kabul etmezler” dediği devletin kanalı TRT, 1976’da kapılarını açtı. TRT’de hem Seyfi Dursunoğlu kimliğiyle jüri oluyor, hem Huysuz Virjin kılığına girip kantolar yapıyordu. 12 Eylül darbesi döneminde bile yasaklı değildi.
****
Müzikaller, kabareler, şovlar derken özel televizyonlar açıldı. Artık tüm Türkiye’nin tanıdığı bir şovmendi. Star, ATV, Show gibi televizyon kanallarında çok yüksek reytingler alan programlar yaptı. 2002 yılında, televizyon ekranında ramazan eğlenceleri Huysuz Virjin’den sorulurdu.
****
Ve AKP iktidara geldi…
****
2004’te Popstar yarışmasında artık Huysuz Virjin değil, Seyfi Dursunoğlu olarak jüri üyesiydi.
TESLİM EDİLEN SARI ÖKÜZ
Masamda “Katina’nın Elinde Makası” adlı bir hayat hikayesi kitabı var. Oradan özetledim okuduklarınızı. 2004 yılında Korhan Atay ve Figen Kumru Akşit sormuş, Seyfi Dursunoğlu anlatmış.
****
“Ben Türkiye’de çok zor bir olayı kabul ettirdim, başardım” diyordu.
Haklıydı.
Peki ya bugün?
Bugün Huysuz Virjin’i ekrana getirebilecek, getirirse açık kalabilecek bir televizyon kanalı yok. Halbuki, AKP’den önce de, AKP’nin ilk günlerinde de “biplenerek” de olsa izleyebiliyorduk.
****
Adı duyulmaya başladığı zaman kulisine gelen Zeki Müren, kolundan yakalar Huysuz’u ve şöyle der:
“Bak, meşhur olmaya başlıyorsun. Çok mutlu olma. Çünkü yalnız kalacaksın!”
Kuşkusuz, Zeki Müren ünlü yalnızlığına karşı uyarıyordu.
Ama şimdi düşünüyorum da…
Bir dönem TRT’nin kucak açtığı, 12 Eylül darbesinin yasaklamadığı, özel televizyonların ramazan eğlencesi yaptırdığı bir zenne, yani Huysuz Virjin gözlerden uzaklaştırılınca biz de biraz yalnız kalmadık mı?
****
Televizyon kumandası elimde, kanalları geziyorum.
Yalancıları, dolandırıcıları, ülkenin topraklarını parsel parsel peşkeş çekenleri görüyorum.
Sahi, asıl ahlaksızlık neydi?
Onların yaptığı mı, Huysuz Virjin’in müstehcen sataşmaları mı?
Bugün değerlerimizi perde yaparak yasak getirenler mi, Huysuz Virjin mi değerlimizdi?
****
Ve bugün RTÜK sansürlerini tartışıyoruz ya…
Farkında mıyız:
Huysuz Virjin ekranların “sarı öküzüydü”
Teslim ettik.
(Barış Pehlivan
9 No’lu Silivri Kapalı Cezaevi
C3/20)
Odatv.com
NOT: Bu yazı Seyfi Dursunoğlu'nun vefat haberinden önce yazılmıştır...
Tumblr media
7 notes · View notes
Photo
Tumblr media
Meşhur sarı öküz hikayesinde oldugu gibidir. . . #Kişiselgelişim #Gelişim #Farkındalık  #Koçluk #bilgi #Kauntum #İletişim #Eğitim #Onlineeğitim #Uygulamalıeğitim #Atölyeçalışması #Atölye #bolluk #yol #sunum #motivasyon #seminer #mazeretyok #hedefyonetimi #zengilik #Hipnoz #verimlilik #bilinç #stres #eğitimkoçluğu #koçlukeğitimi #koçeğitimi https://www.instagram.com/p/CD5qdsiBqVM/?igshid=1b6oovl1fl9g1
2 notes · View notes