Tumgik
#sekülerizm
inancdunyasi · 12 days
Text
Tumblr media
Seküler Bir Toplumda Müslüman Olmak
Dinin kamu hayatından ayrılması ve bireysel vicdana bırakılması anlamına gelen sekülerizm, Müslüman kimliğini koruma konusunda birçok kişi için önemli bir sorun haline gelmiştir. Burada şöyle bir soru gündeme gelmektedir, Seküler toplumda Müslüman kimliği ile yaşanır mı?
Seküler Toplumda Müslüman Olmanın Anlamı:
Müslüman birey, kendi inançlarını yaşarken, toplumun ortak değerlerine saygı göstermeli, diğer inançlara ve inançsızlara karşı hoşgörülü olmalı, toplumun ortak değerlerine katkıda bulunmalı ve hukukun üstünlüğüne inanmalıdır. Seküler bir toplumda dini değerler ve genel toplumsal değerler arasındaki çelişki, bireyde kimlik bunalımına yol açabilir. Dini inançları nedeniyle önyargı ve ayrımcılığa maruz kalma riski bulunmaktadır. Dini pratikleri yerine getirmek için toplumsal baskıyla karşılaşılabilir.
Laiklik, din ile devlet işlerinin ayrılmasını ifade ederken, sekülerizm bireysel yaşamda dinin etkisinden uzak durulmasını vurgular. Birincisi, "Devlet işlerine din karışmasın" derken, ikincisi "Bireysel hayatıma din karışmasın" demektir. Laiklik, devlet yapısına; sekülerlik ise bireyin yaşam tarzına atıfta bulunur. Laik bir devlette, bireyler dini inançlara göre de, dini esas almadan da yaşayabilirler; bu bir özgürlüktür. Laik sistem ve seküler toplumun zıddı, herkese dini yaşam tarzını zorunlu kılan şeriat devleti ve dini toplumdur.
Laik sistem ve seküler yaşam:
Laik sistem ve seküler yaşam hakkına karşı çıkanlar genellikle dini bir geçim kaynağı olarak kullanırlar. Kader, takdir, imtihan, sabır, tevekkül, şükür gibi kavramlar. Bu tür inançlara sahip kişilerin bu inançları sürdürme hakkı laik sistem tarafından korunmaktadır. Ancak bu düşünce yapısı bilime, ilerlemeye ve daha iyi bir yaşama karşıt bir tutum sergilemektedir. Bilim, bu tür bir mantaliteye karşı geliştirilmiş bir olgudur. Laiklik ve Sekülerizm: Dini İnançlarla Uyum İçinde mi?
Laiklik ve sekülerizm, modern toplumların temel yapı taşlarından ikisidir ve sıkça yanlış anlaşılan kavramlardır. Laiklik, devletin din işlerine karışmamasını ve her inanç grubuna eşit mesafede durmasını ifade ederken, sekülerizm daha çok toplumun dini inançlardan bağımsız olarak dünya hayatına odaklanmasını vurgular. Peki, bu iki kavram dini inançları reddeder mi, yoksa onlarla uyum içinde mi var olabilirler?
Laiklik, genellikle devletin dini kurumlar ve inançlar üzerindeki etkisini sınırlar. Bu, bireylerin dini inançlarını özgürce yaşamalarına olanak tanır. Örneğin, Türkiye ve Fransa gibi ülkelerde laiklik anayasal bir ilke olarak yer alır ve devletin dini meselelere müdahalesini engeller. Bu durum, dini inançların kişisel bir mesele olarak kalmasını ve devletin tüm vatandaşlarına eşit davranmasını sağlar.
Sekülerizm ise, toplumun dini inançlardan bağımsız olarak dünya hayatına odaklanmasını ifade eder. Bu, dini inançların toplumsal ve kültürel yaşam üzerindeki etkisinin azalması anlamına gelir, ancak bu, bireylerin dini inançlarını yaşamalarını engellemez. Seküler toplumlarda, bireyler dini vecibelerini yerine getirebilir ve aynı zamanda seküler bir yaşam sürebilirler.
İslamiyet ve sekülerizm:
Örneğin, birçok Müslüman, seküler bir toplumda yaşarken dini vecibelerini yerine getirmeye devam eder. Namaz, oruç gibi ibadetlerini sürdürürken, aynı zamanda seküler eğitim ve iş hayatının bir parçası olabilirler. İslam'da seküler bir hayatın olmayışı ile ilgili Kur'an ve hadislerde belirtilen prensipler, bireylerin hem dünya hem de ahiret için çalışmalarını öğütler.
Seküler bir dünyada nasıl Müslüman kalınır sorusu, günümüzde birçok kişi tarafından sorulmaktadır. İslamiyet, bireylerin kendi dinlerini özgürce yaşamalarına imkan verir ve laiklik ilkesi de bu özgürlüğü destekler. Böylece, bir Müslüman, seküler bir toplumda yaşarken dini vecibelerini yerine getirebilir ve inancını koruyabilir.
Sonuç olarak, laiklik ve sekülerizm dini inançları reddetmez; aksine, bireylerin dini inançlarını özgürce yaşamalarına olanak tanır. Bu iki kavram, dini özgürlükler ve vicdan hürriyeti için sağlam bir temel oluşturur ve bireylerin hem seküler bir yaşam sürüp hem de dini vecibelerini yerine getirmelerine imkan verir. Bu durum, toplumun çeşitliliğini ve bireylerin özgürlüğünü koruyarak, daha hoşgörülü ve kapsayıcı bir toplum yapısına katkıda bulunur.
Ahmet ATAM
0 notes
Text
Teoman da Bediüzzaman'a hakverdi sonunda!
Tumblr media
Devletin dinsiz olmasının en kötü yanı ‘devletin dinsiz olması’ değildir. Devletin dinsiz olmasının en kötü yanı ‘dinsizlerin kendilerini devlet sanması’dır. Türkiye’nin de yakın tarihinde başına gelen budur. Evet. Bugün %99’unun kendisini müslüman bildiği şu diyar-ı İslam’da, İslam adına yapılmasa bile, hasbelkader İslam’a uygun verilmiş her hüküm, dinsizler tarafından şiddetle sigaya çekilir. Parmak sallanır. Hesap sorulur. ‘Tukaka’ edilir.
Kendisini devlet sayan dinsizliğin engizisyonudur aslında yaşanan. Bütün köşeler çoktan tutulmuştur. (B)okçular atış yapmaya başlar. %99 ihtimalle de o hatayı(!) yapmış hükümetlere geri adım attırılır. Zira laikliğin ‘pışpışladığı’ üzere hiçbir toplum normsuz yaşayamaz. Devlet de toplumun şahs-ı manevîsi olduğundan normsuz yapamaz. Eğer bu normlar dinin menfaatine bir şekilde şekillenmeyecekse, ister istemez, taraftarlığı dinin aleyhine olur. Arada nötr bir bölge yoktur. Aliya İzetbegoviç merhumun İslam Deklerasyonu’nda da dediği gibi “Dünyasına nizam verme hakkını mahfuz tutan İslam, sahasında, hiçbir yabancı ideolojinin faaliyet göstermesine olanak tanımaz. Bu nedenle ‘laiklik ilkesi’ diye birşey yoktur ve devletin dine ait değerleri desteklemesi gerekmektedir.”
Uygulamaya bakalım. Türkiye kurulurken anayasamızda yazılı olan “Türkiye devletinin dini din-i İslam’dır!” ifadesinin 1928’de çıkarılması, devletin nötr bir alana geçmesi şeklinde tecelli etmemiş, geçen süre dinin devletle ilgili her alandan ‘dehdehlenmeye’ çalışılmasıyla hakikatini ortaya koymuştur. Peki devletle ilgili alanlar nerelerdir? İnsanın evinin içi dahi bir yanıyla devleti ilgilendirmez midir? İşte, tam bu eşikten bakınca, İslam’ın da tıpkı sekülerizm gibi ‘hayatın tamamını istediğini’ söyleyenler isabet eder. Yani hayatın tamamını istiyorsanız müslüman olursunuz. Müslümanlık da hayatınıza girdiği anda hayatınızın tamamını Allah adına sizden ister. Siz de Allah adına hayatın tamamını istersiniz. Dolayısıyla devleti de istersiniz. Aynı şey laiklik için de geçerlidir. Laiklik de, İslam’ın ‘Allah’ın emri, Muhammed Mustafa’nın kavliyle’ istediği bütün alanları ‘Sekülerizmin emri, Mustafa Kemal’in kavliyle’ kendisine çağırır. Bu yüzden sanıldığının aksine müslüman gibi müslümanlar ile kemalist gibi kemalistler arasında ortak bir alan yoktur. Tıpkı suyla zeytinyağı gibi imtizaç etmezler. Aziz Nesin haklıdır. İmtizaç ettirebileceklerini sananlar, ikisinden birinde olup, ama samimi olarak orada bulunmayanlardır. Mesela: Teoman’ın yakın zamanda Altaylı ile yaptığı söyleşide söylediklerine gelelim:
“Türkiye laik olmalı. Eğer din devleti olursa toplum arasında uzlaşma alanı kalmıyor. Muhafazakârlar ya bu ülkeyi barışa götürecekler ya da bu ülke kan davasıyla sonsuza kadar gidecek.” Basına bu şekilde yansıyan beyanlarında Teoman samimi midir? Belki kalbinde samimiyet vardır. Fakat fikrî anlamda hesabı verilmemiş bir argümanı savunmaktadır. Sözgelimi: Laikliğin hakikaten ‘bir uzlaşı alanı’ oluşturduğu ne kadar doğrudur? Milan Kundera’nın ‘Efendilerin Barışı’ kavramlaştırması eşliğinde bakarsanız Hitler de barışçıl bir insandır. Stalin de barış istemektedir. Amerika’nın savaş çıkardığı bütün ülkelerde amacı zaten barıştır. Lakin bu barışlar acaba Hakkın veya halkın da ne istediğini sormakta mıdırlar? Herkes kendi sözüne gelindikten sonra barışçıldır. Musa aleyhisselam “Sen benim ilahımsın!” deseydi Firavun’un kavgacı bir tarafı kalır mıydı hiç? Laikliğin kendini uzlaşma zemini olarak görmesinin, en azından müslüman gibi müslümanın dünyasında, yukarıdakinden farkı var mıdır? Varsa nedir? Bana sorarsanız yoktur. Laiklik de müslümandan aynı şekilde imanını istemektedir.
Üstelik tarihsel zeminde de bir gerçeğe isabet etmiyor Teoman. Türkiye dediğimiz bölgenin varlığı yeni değil. Bin yıldır müslümanlar buralarda yaşıyorlar. (Kürtlerin yoğunluklu yaşadığı bölgelerde bu tarihlerden de daha eskidir.) Bin yıldır İslam üzerine varolmuş bir uzlaşmayı Batılılaşma adına yıktıktan sonra, geçen yüzyıllık kavgayı, ‘Laiklikte uzlaşalım gitsin!’ diye bitirmek(!) biraz ‘asma köprü’ hikâyesine benzemiyor mu? Hani anlatılır: Tek insanın ancak dikkatle ilerleyebildiği bir asma köprüden iki hasım karşıya geçiyormuş. Biri önde diğeri arkada. Arkadan geleni öndekinin dönememesini fırsat bilerek yol boyunca ensesine tokat atıp duruyormuş. Gelgelelim köprünün de bir sonu var. Genişe çıkılınca mazlum intikamını almak üzere hışımla dönmüş. Hasmı hemen ellerine yapışmış: “Yolda ne olduysa oldu. Hadi öpüşüp barışalım. Hakkını helal et.”
Seçimden önce CHP’nin, seçimden sonra da Teoman gibi argümanlar dillendirenlerin, müslüman gibi müslümanlarla hali biraz buna benziyor. Tokat vurabildikleri her darlıkta ensemizi affetmediler. Ne camimize, ne ezanımıza, ne de tesettürümüze acıdılar. Dehdehleyebildikleri her yerden bizi dehdehlediler. Lakin işler değişti. Vaziyet bizim de biraz intikam alabileceğimiz genişliğe döküldü. Şimdi hemen helallik istemeye davranıyorlar. Dahası da var. Bir de “Ensenizi tokatlamamız konusunda uzlaşalım!” diyorlar. “Yoksa kavga edip duracağız.” Gülecek kadar bile dermanımız kalmıyor şaşkınlıktan arkadaşlar. Pişkinliğin bu derecesine ne denilebilir? Ancak susulur. Ama ben böyle şeyler duyduğumda Keloğlan gibi sormadan yapamıyorum: “Adaletin bu mu cazgır?”
Ve Bediüzzaman’ın neredeyse yüzyıl önce bulunduğu öngörünün haklılığını Teoman gibi kabulleniyorum: “Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak. O vakit milletin kuvveti, bir şık bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, hiçe inecek. İki dağ birbirine karşı bir mizanın iki gözünde bulunsa, bir batman kuvvet, o iki kuvvetle oynayabilir, yukarı kaldırır, aşağı indirir.” Evet. Enerjimizin kaybolduğu doğrudur. Evet. Gündemde çok vakit kaybediyoruz. Fakat kavgayı biz başlatmadık. ‘Allah, Allah’ diyerek aldığımız memlekete “Yallah Arabistan’a!” diyenler çöktüğü için ortalık karıştı. Bir asırdır da bu karışıklık devam ediyor. Beyne beyne enseler kızarıyor. Yakın bir zamanda da sonlanacağa benzemiyor, doğrudur. Ama haberler yine de iyi: Biz de usanası değiliz. Bitirmek isteyenlere çözümü de söylüyoruz: Anayasadan çıkarılan yerine döndüğünde sulh olmaya hazırız. Siz bir ‘Efendi Barışı’ istiyorsanız, biz de ‘Âlemlerin Efendisi’nin barışını istiyoruz, Onun da adı İslam’dır.
1 note · View note
veganlogicdinamo · 5 months
Text
LAİKLİK, SEKÜLERİZM VE KELİME OYUNLARI
Diyanet’in sürekli “sekülerizmi” hedefleyerek aslında laikliği kastettiği görüşündeyim.
AKP iktidarının, Türkiye Cumhuriyeti’ni Osmanlı monarşisine, laik devleti de bir tarikat ve cemaat devletine dönüştürürken araç olarak kullandığı Diyanet, yıllardır laikliğe aykırı tutumu ile tepki çekiyor ama herhalde açıkça laikliğe karşı olduğunu beyan edemediğinden ya da bunu yaparak doğrudan anayasaya karşı olmakla suçlanmayı göze alamadığından “sekülerizmden" risk olarak söz edip laikliği etrafından dolanarak hedefliyor. Fakat eminim ki plan belgesindeki hedefin “laiklik” olduğunu söyleyenlere, biz laikliği kastetmedik diyeceklerdir!
Çünkü sonuçta, Diyanet İşleri Başkanlığı, anayasanın 136. maddesinde bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin uzağında, laiklik ilkesi doğrultusunda, özel kanunlarda kendisine gösterilen görevleri yerine getirmesi beklenen bir kurum olarak tanımlanıyor. https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/zulal-kalkandelen/laiklik-sekulerizm-ve-kelime-oyunlari-2200792
10 notes · View notes
yalnzardc · 10 months
Text
Despotizm : Bir birey veya sıkıca birbirine bağlı bir grup tarafından mutlak siyasi bir güç ile hükmeden, hiç bir yasal düzenleme veya bir organ tarafından kısıtlanamayan tek bir idari otoriteye sahip hükumet biçimidir.
Sosyal hayatta bulunduğu grupta baskın olan kendine göre bir disiplin ve katı kurallar yürüten ve bunların dışına çıkılması durumunda sert yaptırımlar uygulayan kişiye despot denir.
Dogmatizm : Her hangi bir iddiayı, önermeyi düşünce ve inancı hiç bir tartışma konusu yapmadan eleştiriye tabi tutmadan sadece duygulara, kişisel eğilimlere dayanmak sureti ile benimseme eğilimi.
Egoizm : kişinin kendini rahat hissedeceği ve mutlu olacağı yolları seçmesi, hayattaki felsefenin, benliğini memnun etme çabası olmasıdır.
Emperyalizm : Bir devletin kendi sınırları dışındaki başka halklar ve onlara ait topraklar üzerinde rıza almadan egemenlik kurması veya bu yöndeki politikası olarak tanımlanır.
Hedonizm : Hazcılık
Komünizm : Üretim araçlarının ortak mülkiyet üzerine kurulu, sınırsız, parasız ve devletsiz bir toplumsal düzen ve düzenin kurulmasını amaçlayan toplumsal siyasi ve ekonomik bir ideoloji ve harekettir.
Monarşi : Bir hükümdarın devlet başkanı olduğu yönetim biçimidir. bu hükümdar kral, şah , prens, imparator buna benzer isimlerle anılabilir.
Monarşi bir hükümdarın tek başına egemen olduğu yönetim biçimine denir.
Narsisizm : Kişinin kendine Aşık olma durumu.
Nasyonalizm : Irkçı milliyetçilik.
Nihilizm : Kelime anlamı olarak latince nihil (hiç) kökünden gelir. Geniş anlamda felsefi bir eğilim ve politik bir tavır olarak tanrının varlığını, toplumun geçerliliğini, bilginin imkan ve ahlak evrenselliğini reddeder.
Oryantalizm : E. Said'in tabiri ile Sömürgeciliğin keşif kolu. Oryantalizm'in tek amacı doğuyu tanımak değil onu bir nevi elde etmektir.
Radikalizm : Kelime manası köktenciliktir. Günümüzde her hangi bir düşüncede kökten davranma veya herhangi bir düşünceyi kökten yaşama manalarına gelir.
Rasyonalizm : Akılcılık olarak da adlandırılan, bilginin doğruluğunun duyum ve deneyimde değil düşüncede ve zihinde temellendirile bileceğeni öne süren felsefi görüş.
Sekülerizm : Sekülerlik dinin bireysel ve toplumsal plandaki karşılığıdır.
Septisizm : Etimolojik olarak şüphe etme, kuşkulanma gibi manalara gelmektedir.
Totalitarizm : Her şeyin devlet için olduğu devletin tüm bireylerin hayatı üzerinde hüküm sahibi olduğu yönetim şeklidir.
8 notes · View notes
doriangray1789 · 11 months
Text
KEMALİZM..(2 Haziran 2021 de yazmışım)
-KEMALİST ANLAYIŞ VE İDEOLOJİ...
Kemalizm, adını 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkesi sonrasında, Anadolu'nun işgal edilmesine karşı verilen milli direnişin önderi Mustafa Kemal'den almıştır... "Kemalist" sözcüğü ingilizlerin o devirlerde asağılama amaçlı kullandığı bir terimdi, simdi de Kemalizm bu kalıba sokulmaya calışılmakta. fikir özgürlüğünün yılmaz savunucuları da nedense Kemalizm denince duraksıyor afallıyor, istemezük tavırlara bürünüyorlar. her seyi tartışalım, her fikre yer verelim diyenler şeriat hilafet yeni osmanlıcılık 2. cumhuriyet maşallah ne varsa akıllarda yer edinsin alışılsın diye orada burada tartışırken kemalizmden neden bu kadar korkar oldular acaba? Kemalizm - demokratik ve sürekli çağdaşlaşmaya yönelik ideolojiler bütünüdür. Türkiye'de Mustafa Kemal ve Kemalizm odaklı bölünmenin sınırları artık çok net.Ben bu sınırları üç ana başlıkta tanımlıyorum.Türk siyasi haritasını, bu üç başlık üzerinden değerlendiriyorum. 1.Başlık; Mustafa Kemal'e sevgi ve saygı duyan ama Kemalizm'e mesafeli duran kesim. - Atatürk'ü memleketin kurtarıcısı olarak görüyorlar ama Kemalizm ilkelerine karşılar. -Cumhuriyet ile ilgili tavır sahibi değiller ama demokrasinin tanımında dahi takılıyorlar. -Ulusçuluğa karşı değiller ama kendi anladıkları daha katı milliyetçi ve yayılmacı anlayışa sahip bir ulusçuluk fikirleri var. 2.Başlık; Hem Mustafa Kemal'e hem de Kemalizm'e karşı olanlar. -Halifelik ve padişahlığı kaldırdığı için sevgi ve saygı duyabilmeleri söz konusu bile değil. -Sekülerizm, onlar için İslam'a savaş aşmış Jakoben ordusunun fikriyatı. -Ümmetçilik fikri dururken Ulusalcılığı savunmak şöyle dursun, dikkate almaları bile olanaksız. 3.Başlık; Hem Mustafa Kemal'e hem Kemalizm'e sahip çıkanlar. -Büyük ölçüde Türk devrim ve ideolojisini yekpare sayarlar. -Yaşadıkları topluma en uygun siyasal, sosyal ve ekonomik yaklaşımın, Kemalizm olduğunu savunurlar ama bu savunuşun doz'u ikinci bir fikri dinlemek konusunda onlara dezavantaj sağlar. -Bir kısmı Mustafa Kemal'i ve Kemalizm'i olduğu gibi, bir kısmı olması gerektiğini düşündüğü gibi, bir kısmı olmasını istediği gibi, bir kısmı olmadığı hali ile algılar, anlatır ve savunur. -Çok büyük kısmı, Mustafa Kemal'i (benim gibi) eleştiremez. devrin hal ve şartlarını iyi analiz etmelk gereklidir Türkiye'nin son kırk yılını, yüzeysel olarak bile incelerseniz karşınıza merkez sağ parti ve bu partilerin iktidarları çıkacaktır. Türkiye çok uzun süre, yazının 1.Başlığında özetlediğim bakış açısına sahip iktidarlar tarafından yönetildi. Fakat sağ, sol'un imha edilmesinden sonra ilginç bir reaksiyon gösterdi. Sivrilmesi ve keskinleşmesi için gerekli koşullar ve taraflar olmamasına rağmen, sağ tekrar sağ sapma gösterdi.Bu sapma tabii ki doğal bir yöneliş değildi. Türkiye'de 68 kuşağının sosyalist fikrini inceleyin ve günümüze bakın. Göreceksiniz ki sol bile sağ sapmış!****DAHADA SAPACAK**** demedi demeyin
Merkez sağ'ın hızla tekrardan sağ sapması, merkezden uzaklaşması ve yazının 2. başlığında özetlediğim yaklaşıma oturması gerekiyordu.
Bu ikamet değişikliğinin olması için ne gerekiyorsa yapıldı ve başarı sağlandı. Fakat dikkatinizi çekerim, Türkiyede ki siyasi konjonktür her ne olursa olsun Mustafa Kemal ve Kemalizm tarafında, kısmen tarafında veya karşısında saf tutuyor!
Sağ, yeni bir kulvar veya ideolojik yaklaşımı sağlayacak entelektüel birikimden oldukça yoksun. Dönüp dolaşıp varlıklarını, kimliklerini, duruşlarını, ifadelerini yine Mustafa Kemal ve Kemalizm karşıtlığı üzerinden izah etme yoluna gitmek zorunda kalıyorlar.Bu noktada hayati bir tezat mevcut. O da şu; Kendilerine ait pozisyonu, tarihten silmek istedikleri Mustafa Kemal ve Kemalizm üzerinden belirliyorlar.
Bakın Türkiyede sol, bu kadar aciz değildi!Sol, kimliğini kendi argümanları ile ama eksik ama yanlış tanımlama başarısı göstermiştir. '' Peki Kemalizm nedir? '' üç yazıdan oluşacak olan bilgisel serisi ile izah edeceğim.
Fakat başka bir soru ile başlayalım.
Kemalizm ideoloji midir? İdeolojiler, toplumsal gereklilikleri bir çeşit öğreti ile karşılama yoluna giden, kişi ve kurumların davranışlarına yön verebilen, kendi içlerinde tutarlı düşünce sistemleridir. Kemalizm, bu anlamda geri kalmışlıktan kurtulma istemi ile '' çağdaş '' bir toplum özlemine yanıt vermeyi amaçlayan ilerici bir ideolojidir. Kemalizm '' ilerici '' bir ideolojidir!Değişen koşulları dikkate alarak, sürekli ve rasyonel bir yenilenmeyi ve bu yenilenmenin ilkelerini içerir.
Türkiyede ki Kemalist'ler acaba değişen koşulları yeteri kadar iyi analiz edebiliyorlar mı? Ben hala '' Köy enstitüleri açılmalı. '' söyleminde bulunan bir sürü Kemalist ile karşılaşıyorum.
Köy enstitüleri dönemin koşullarına göre bence çok başarılı bir modeldi.
Türkiyede her başarının bir cezası olduğu gibi bu başarıyı da cezalandırdılar ve bitti. İki nedenden dolayı bence Atatürkçülük yerine Kemalizm terimi kullanılmadır;
1-)Atatürkçülük artık şemsiye olamayacak kadar çok yıpratıldığı için.
2-)Kemalizm uluslararası dile girdiği için. Kemalizm ideolojisinin temeli, Mustafa Kemal daha genç bir subayken kafasında oluşmaya başlamıştı.
Erzurum kongresi öncesinde, 8 Temmuz sabaha karşı Mahsar Müfit Kansu'ya aldırdığı notları biliyoruz;“Zaferden sonra şekli hükumet cumhuriyet olacaktır. Bu bir...İki, Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icabeden muamele yapılacaktır.Üç, fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.” Kalem, Kansu’nun elinden düşmüştü. Şaşkın “Darılma, ama paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var” dediğinde de, Mustafa Kemal gülmüştü: “Bunu zaman tayin eder, sen yaz...Beş,Latin harfleri kabul edilecek.”
Olayın gerisini Mazhar Müfit Kansu anılarında şöyle anlatıyor: “Paşam kafi, dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan edası ile ‘Cumhuriyet ilanına muvaffak olalım, üst tarafı yeter’ diyerek defterimi kapattım.”
7 notes · View notes
erundur-adanion · 6 months
Text
Tumblr media
Neden Laiklik değil de Sekülerizm demeye tercih ediyorum?
Laiklik kelimesi Fransızca'nın "Laïcité" kelimesinden gelir ve Fransızca'da "Sekülerizm" yada "Sekülerlik" anlamına gelir.
Sekülerizm kelimesi ise İngilizce'den gelir.
"Sekülerizm" ve "Laiklik", birbirinin eşanlamlısıdır.
Peki ben neden "laiklik" demiyorum da "sekülerizm" diyorum, açıklayayım çünkü Türkiye'de uygulanan sekülerizm, yanlış bir şekilde uygulanmıştır;
1. "Din devlete karışmaz ama devlet dine karışır." Örnek; 3 Mart 1924 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı kurulup, Din tamamen Devlet denetimi altına girer. Halka sadece Sünnî mezhebinin Hanefî kolunun Matüridî ekolu hakkında eserler yazılır. Bu tamamen Sekülerizme aykırıdır çünkü Sekülerizm'de "Din siyasete karışmaz ve siyasette dine karışmaz." ilkesi vardır. Lakin Türkiye'de bu yanlış uygulandı.
2. "İslam dininin Sünnî-Hanefî-Matüridî mezhebi en doğru mezheptir ve diğerleri sapıklıktır." Bu da yanlış bir anlayıştır çünkü Kur'an-ı Kerim'de hiçbir mezhebin başka bir mezhebe üstünlüğü yoktur yada herhangi bir dininin başka bir dine üstünlüğüde yoktur. Kur'an'da İslam dininin tek bir kaynağı vardır oda İslam'ın kendisidir. "Dinlerini parça parça edip, grup grup olanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır, sonra (Allah) onlara yaptıklarını haber verecektir." En'âm Suresi 159. Ayet
3. "Bütün dinî metinler ve ibadetler Türkçe olmalıdır." Kur'an-ı Kerim gibi kıymetli bir kitabın Türkçe meallerini yazmak harika bir hizmettir ama Kürtçe gibi zengin bir dili inkar etmek akıl kârı bir iş değildir madem Türkçe varsa Kürtçe'de olsun.
4. "Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan halkın tamamı Hanefî'dir." Kesinlikle yanlış bir kavram. Türkiye Cumhuriyeti'nin %50'si Hanefî ve %50'si Şafii. Hanefî mezhebine mensup olanların çoğu Türktür ve Şafii mezhebine mensup olanların çoğu ise Kürdtür. "Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan halkın tamamı Müslümandır." Hayır, %75 Müslüman, %0.4 Hristiyan ve %? Yahudi, Zerdüştçü, Ateist, Deist, Yezidi ve diğer insanlarda var.
5. "İslam dinine mensup olan insanların dernek kurma hakkı vardır. (1950) Hiçbir dinin hiçbir şekilde dernek ve kurum kurma hakkı yoktur. (1924)" Evet, İslam dinine mensup olan insanlar 1950 sonrası dernek ve vakıf kurma hakları vardır ama başka bir dine mensup bir insan buna hakkı yoktur. Bu nasıl bir sekülerizm! Amerikan tipi Sekülerizmde "herhangi bir dine mensup olan kişiler, dernek ve vakıf kurma hakları vardır." Mesela; ABD'de Müslüman vakıflar, Hristiyan vakıflar, Yahudi vakıflar, Ateist vakıflar, Budist vakıflar ve Hindu vakıflar mevcut. Yani ABD'de her dinin dernekleri ve vakıfları var. İşte bu inanç özgürlüğüdür.
6. "Alevilerin cemevlerinden tapınak olmaz." Buda sekülerizme aykırıdır, çünkü inancı veya dini ne olursa olsun. Her bireyin ibadetlerini ve dinî vecibelerini yerine getirdiği yere tapınak denir. Mesela; Müslüman'ın Camiisi varsa Hristiyanın Kilisesi var, Yahudinin Sinagogu var, Zerdüştçünün Ateşgahı var yada her dinin bir tapınağı var. Yani bırak kim hangi tapınakta ibadet yaparsa yapsın bize ne! "1. De ki: "Ey Kâfirler!" 2. "Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk etmem." 3. "Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz." 4. "Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk edecek değilim." 5. "Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz." 6. "Sizin dininiz size, benim dinim de banadır." Kafirun Suresi buna bir örnek!
7. "Müslümanlara gelince özgürlük var, Alevilere gelince baskı var." Müslüman ne kadar özgürse Alevide o kadar özgür olmalı.
8. "Bütün vatandaşların zorunlu din dersine katılması mecburîdir." Hayır, neden. Hristiyan, Yahudi, Alevi, Zerdüştçü, Yezidi veya herhangi bir dine mensup olan bir kişi bunu istemiyor. "La ikrahe fid din." unutma bunu!
9. "İslam dinî bayramlar kutlanır ama diğer dinlerin dinî bayramları kutlanmaz." Örnek; Müslüman, Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı ve diğer bayramlarını kutluyor ama Hristiyan ve diğer dine mensup olan insanlar kendi bayramını kutlamak istediği zaman da devlet müdahele ediyor.
10. İşte ben bu yüzden Sekülerizm kelimesini kullanıyorum ve Laiklik kelimesini kullanmıyorum.
2 notes · View notes
korayaker · 9 months
Text
Nasılki modernimzin doğuşu ile birlikte dinler büyük bir ontolojik krize girmişlerdir günümüzde liberal dünya düzenin çöküşü ile birlikte sekülerizm büyük bir kriz içine girmiştir.
4 notes · View notes
Text
"950 yıl vazgeçmeyen Hz. Nuh'u masal niyetine okumadık biz Kur'an'da. Put kırmak vazgeçmemek bizde peygamber sünneti, resullerin mirasıdır. Sadece İbrahim aleyhisselam'ın değil. Bizde nebilerden tevarüs eden bu put kırma kıyamını, yine onların izinde başlatmakla mükellef kılındık . Önümüzde modernite putu var, rehavet/konfor putu, korku putu, 'nemelazımcılık' putu para tutkusu putu, aşağılık kompleksi putu, makam-mansıp putu, mealizm putu, taassup putu, etnisite putu, sekülerizm putu.. Belki binlerce irili ufaklı put. Bunları konuşlandıkları o zirvelerden alaşağı edip yere çalmadan, hakikat o nazlı ve asil çehresini göstermeyecek, o zarif nikabını açmayacak bize. "
Distopyalar şafağında İslam üniversitesi, s.112
15 notes · View notes
yandokicom · 15 days
Link
Seküler ne demek? farklı manada seküler ne demektir Türk dili kurumuna göre sekülerizm hakkında detaylı bilgiler Yandoki'de. https://www.yandoki.com/sekuler-ne-demek/
0 notes
mervekaratas · 26 days
Text
İkinci Sekülerizm: Devlet ve Para İşlerinin Ayrılması
Ana akım iktisatçılar, "Merkez bankamız faizleri düşürecek mi, sabit mi tutacak, yoksa yükseltecek mi?" diye sormayı bırakıp, "Merkez bankamız neden faizleri belirliyor?" diye sormaya başlasalar pek çok sorun kökünden çözülecektir.
Tumblr media
Başımıza gelenlerin kaynağı bu statükocu ve vizyonsuz bakış açısındadır.
Faiz oranları, piyasada tasarruf arzı ile kredi talebinin kesiştiği noktada belirlenmelidir. Eğer piyasada fazla tasarruf varsa ve kredi talebi görece düşükse, faiz oranları düşmelidir. Kredi talebi yüksek ve tasarruf arzı düşükse, faiz oranları yükselmelidir.
Bu işi 2-3 tane kasabalı bürokrata bırakmak, ancak sürünmeye neden olur. İnsanlar hâlâ asıl sorunun farkına varamıyor. Koca bir gezegen, Austrian Business Cycle Theory altında eziliyor.
Para arzı üzerindeki tekeller, tüm dünya toplumları üzerinde büyük birer parazittir. Bu tekelleri kaldırmak, Milei bile başaramamıştır ve muhtemelen bizim yaşadığımız süre boyunca da bu kurumlar varlıklarını sürdürecektir. Ancak, asırlar süren bir vadede, insanoğlunun bu tür tekel yapılar olmadan yaşamayı, teknolojik gelişmelerle paralel olarak ilerleyecek desantralize sistemlerin yaygınlaşmasıyla öğrenmesi gayet muhtemeldir.
Bunlar yeni fikirler de değil.
1970'lerde Hayek, merkez bankasının kaldırılmasını ve para arzının devlet kontrolünden çıkarılmasını "Denationalisation of Money" adlı eserinde savundu.
1990'larda Rothbard "The Case Against the Fed"i yazdı.
2000'lerde Ron Paul'un "End the Fed" adlı eseri çıktı.
Bu işi, çok uzun vadede, ABD'liler yapacaktır. Yaptıkları gün, iktisattan tek anladığı şey "Bir dahaki Fed toplantısı ne zaman?" olan kişilerden arınmış bir dünya olacak. Bu mükemmel arınma gecesi olabilir, ama ömrümüz yetmeyebilir.
Ben buna dünyanın ikinci sekülerizmi, ikinci aydınlanması derim.
Din-devlet işlerinin ayrılmasından sonra, para-devlet işlerinin ayrılması.
0 notes
icimde-yangin-var · 3 months
Note
Sekülerizm daha çok siyaset felsefesinin alt dallarındandır. Akılcılık; felsefe varolduğundan beri ,isim olarak sonradan akım olsa bile, olan bir düşünce biçimidir. Düşünce deneyleri dediğimiz alanda bilim senin için konuşuyor mu? Akılcılık sadece bilimi işaret etmez çünkü.
Düşünce deneyleri dediğimiz alanda bilim benim için konuşuyor evet. Şöyle ki düşünce deneylerin en ünlülerinden Schrödinger'in Kedisi deneyi bana der ki:
Kuantum mekaniği, parçacıkların davranışlarını belirlerken, belirsizlik ilkesiyle tanınır. Bu ilke, bir sistemin bir anda birden fazla durumda olabileceğini ve bir ölçüm yapılana kadar hangi durumun gerçekleşeceğinin belirlenemediğini ifade eder. Schrödinger'in Kedisi deneyi, bu ilkeyi vurgulayarak, gözlem yapılana kadar bir durumun belirsizlik içinde olabileceğini açıklar.Sonuç olarak, Schrödinger'in Kedisi deneyi, kuantum mekaniğinin temel özelliklerinden biri olan süperpozisyon ilkesini anlamak için bir düşünce deneyi olarak önemlidir ve kuantum fiziğindeki bazı temel kavramları açıklamak için kullanılır.
Ayrıca bilim, kuantum fiziği ve felsefe arasındaki sınırları anlamak için çift yarık deneyini ele alabiliriz.
Bu deney, kuantum mekaniğinin temel özelliklerinden biri olan dalga-parçacık ikiliğini ve belirsizlik ilkesini açıklamak için kullanılır. Gözlemcinin bilgi alması veya etkileşimi, parçacığın veya ışığın davranışını değiştirir. Bu durum, gözlemcinin varlığının veya etkileşiminin, gözlemlenen sonucu nasıl etkileyebileceğini ve gerçekliğin ne kadarı gözlemciden bağımsız olduğunu tartışma konusu yapar.
Bu deneyde ilginç olan nokta, gözlemcinin deneyi nasıl gözlediğine bağlı olarak sonucun değişebilmesidir. Eğer parçacıkların veya ışığın davranışını gözlemlemezsek, dalga olarak hareket ederler ve interferans deseni gözlenir. Ancak eğer gözlem yapılırsa, parçacıklar gibi davranırlar ve interferans deseni kaybolur.
Sonuç olarak bilim ve felsefe bir elin parmakları gibidir.
0 notes
inancdunyasi · 1 year
Link
0 notes
Text
Psikolojinin Allah'ı yok mu?
Tumblr media
"Ey ahmak nokta-i sevda! Hâlıkın ef'âli sana nâzır değildir. Ancak Ona bakar. Kâinatı senin hendesen üzerine yapmış değildir. Ve seni hilkat-i âlemde şahit tutmamıştır.” Mesnevî-i Nuriye’den.
Allah amellerini mübarek etsin. Geçenlerde ODTÜ mezuniyet töreninde “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur!” ayet mealinin pankart olup gezdirildiğini gördük. Cenab-ı Hak, kelamullahından nur alan böyle sineleri çoğaltsın, müslüman memleketini müslümansız bırakmasın. Âmin. Fakat elbette yarasa tabiatlıların bu nurdan gözleri kamaştı. Hemen başlarını mâbâdlarına çevirdiler. Hatta mırıldandılar: “Böyle birşeyi savunmak akademinin/psikolojinin değerlerini aykırıdır!” Neden efendim? Onlar açık açık söylemezler ya. Biz çekinmeyip deyiverelim: Zira kafalarındaki bilimin Allah’ı yoktur. Yani Allah varsa bilim yoktur. O yüzden yanlarında ‘Allah’ denildiğinde ‘Euzü’yü duyan İblis’e dönerler. Şeytanlarından önce kendileri çarpılırlar. Kaçacak mağaralar ararlar.
Will Smith’in, yaşanmış bir hikâyeye dayanan, dişe dokunur, mesaj içerir filmlerinden Doğruyu Söyle’de (Concussion/2016) buna benzer bir sahne olduğunu izleyenler hatırlar. (Hafızamda kaldığı kadarıyla nakledeyim.) Nijeryalı dindar bir hristiyan olan Dr. Bennet Omalu ABD’de adlî tabiblik yapmaktadır. Amerikan futbolu yıldızlarının emekliliklerinin ardından intihara kadar varan psikolojik sorunlar yaşamaları dikkatini çeker. Böyle vakalardan birisini, cebinden de para harcayarak, özel olarak incelemeye tâbi tutar. Teşhisini kesinleştirir. Durum apaçıktır. Futbolcuların oyunun sertliği içinde kafalarına aldıkları darbeler beyinlerinde hasara neden olmaktadır. Ve bu hasar ilerleyen yaşlarda kendini iyice belli etmektedir. Dr. Omalu’nun asıl mücadelesi bu teşhisten sonra başlar. Kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışır. Bulgularını yayınlamak ister. Bir bilimsel derginin editörüne verileri aktardıktan sonra şöyle bir cümleyle sunumu bitirir: “Tanrı insanı futbol oynasın diye yaratmamış!” Editörün bu finale tavrı gariptir: “Tamam. Güzel. Tanrıyı çıkar. Elindekileri makaleye dönüştür. Bunu dergide yayınlayalım.”
“Tanrıyı çıkar!” dindarlığın, sahadaki bilimsel muvaffakiyeti ne olursa olsun, titri/yetki sahibi Nemrutlardan gördüğü muamelenin özüdür. Belki biraz da bu yüzden, Bediüzzaman, “Muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar!” diye yakınan lise talebelerine şöyle cevap vermiştir: “Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla, mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil onları dinleyiniz.” Devamında birçok misalle bu uyanışın yöntemini de belirtir mürşidim. Teberrüken birisini alıntılayalım: “Meselâ, nasıl mükemmel bir eczahane ki, her kavanozunda harika ve hassas mizanlarla alınmış hayattar macunlar ve tiryaklar var; şüphesiz gayet maharetli ve kimyager ve hakîm bir eczacıyı gösterir. Öyle de, küre-i arz eczahanesinde bulunan dört yüz bin çeşit nebatat ve hayvanat kavanozlarındaki zîhayat macunlar ve tiryaklar cihetiyle bu çarşıdaki eczahaneden ne derece ziyade mükemmel ve büyük olması nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıb mikyasıyla, küre-i arz eczahane-i kübrasının eczacısı olan Hakîm-i Zülcelâli, hatta kör gözlere de gösterir, tanıttırır.”
Bu meselede yukarıda zikredilenlerden daha garibi de şudur bence arkadaşım: Bu sekülerizm kaselislerinin din düşmanlığındaki gayreti, bönlüğü, basitliği, iptidaîliği, hamlığı vs. Batılı pirlerinde dahi bulunmaz. Mesela: Psikolojinin Freud ve Jung ile birlikte ‘üç kurucu babasından biri’ sayılan Alfred Adler, İnsanı Tanıma Sanatı isimli eserinde, ‘ben merkezciliğin’ psikolojik sağlığa verdiği zararı izah sadedinde, sözü ilginç bir yere getirip der ki:
“Gelişmiş bir toplumsallık duygusunu içinde barındıran ve ‘Başkalarına ne verebilirim?’ sorusunu soran biri tüm karşıtlığıyla kendini beğenmiş kişiyle yanyana getirildiğinde arasında ne büyük bir değer farkının bulunduğu hemen anlaşılacaktır. Bu da ulusların binlerce yıl önce müthiş bir kesinlikle sezdiği ve İncil’in o bilgelik dolu ‘Vermek almaktan daha hayırlıdır!’ sözünde dilegelen bakış açısına götürür bizi. Alabildiğine eski bir insanlık deneyiminin dışavurumu sayılan bu sözün anlamı üzerine düşündük mü görürüz ki: Burada anlatılmak istenen ruhsal bir durumdur; vermenin, kollayıp gözetmenin, yardım elini uzatmanın insanın ruhunda yarattığı havadır; bu hava, ruhsal yaşamda kendiliğinden bir denge ve uyum sağlar, veren kimsenin kendiliğinden ele geçirdiği bir Tanrı armağanıdır adeta. Daha çok almaya eğilimli kimse ise çoğu zaman dağınık ve tutarsız biridir. Hoşnut olmak nedir bilmez. Tam bir mutluluğa ulaşabilmek için elindekiler dışında daha nelere kavuşması ve neleri kendisine maletmesi gerekeceği düşüncesiyle oyalanıp durur hep. ‘Gözlerimi çevirip başkalarının gereksinimlerine bakayım’ demez. Başkalarının mutsuzluğunu kendi mutluluğu saydığından, bir uzlaşmanın sağlayacağı huzur düşüncesine kafasında yer yoktur. Dikkafalılığıyla yarattığı yasalara başkalarının boyun eğmesini ister amansız bir tutumla, varolandan başka bir gökyüzü ister, bir başka türlü düşünce ve duygu ister. Kısaca: Onda gördüğümüz herşey gibi hoşnutluk ve alçakgönüllülük duygusundan uzaklığı da dehşet vericidir.”
Tumblr media
Adler bu hususta daha birçok önemli şey söylüyor. Fakat yazıyı daha fazla uzatmayalım. Yalnız şu noktaya bir dikkat çekelim: Adler’in bahsettiği bilgelik, sadece İncil’de değil, hadis-i şeriflerde de bulunuyor. “Veren el alan elden hayırlıdır!” buyuran Aleyhissalatuvesselam Efendimiz de bize mezkûr duruşu bir anlamda tavsiye ediyor. Biz; Bediüzzaman’ın ifadeleriyle; hodbin, hodgam, hodendiş bakanlardan değiliz varlığa. Olmamalıyız. Kainatı kendi merkezimizde şekillenmeye zorlamamalıyız. Bu yalnızca ‘nazarımızda pek fena bir memlekete’ düşmemize sebep olur. Halbuki memleket fena değildir. Nazarımızda öyledir. Mü’mine yakışan hüdabinliğinden kaynaklanan bir “Herşeyle beraber birşeyim!” neşesine sahip olmaktır. Tevhide iman tevhidle yaratılmış herşeye bağlar bizi. “İman bir intisabdır.” Artık bu zeminde, varlığın merkezini Allah’ın esmaü’l-hüsnası şekillendireceğinden, mü’min ben merkezciliğin vartalarından kurtulur. İnsaniyetini bütünün amacına kattıklarında arar. Kendi varlığına kapanmaz. 
Aman, neler söylüyoruz, çenemiz düştü, Adler Efendi bizi tehlikeli(!) sularda yüzdürdü. Psikoloji adına cür’et edip İncil’e gittik, hadis-i şeriflere uğradık, Allah’lı-Kur’an’lı lâflar ettik. Cık, cık, cık. Oldu mu hiç? Şimdi Allahsız bilimcilerimiz böyle şeylere müsaade ederler mi? “Çaaat!” diye tanrıyı çıkarmazlar mı aradan? Bir antidepresan yazıp yollayacaklarken müşteriyi camiye yönlendirirsek elbette ekmeklerine kan doğramış oluruz. Kalpler Allah’ın zikriyle tatmin olur, tamam, ama bazılarının gözü maddeden başka şeylerle tatmin olmaz. O yüzden ne Adler’e, ne Bediüzzaman’a, ne hadis-i şeriflere, ne de Kur’an’a uyup böyle lâflar edilmesin dilerler. Bunların psikolojisinin Allah’ı yok çünkü. Eh, evet, ODTÜ’de ayetli bilim yürek ister. Kardeşlerimizin yüreğini tekrardan tebrik ediyoruz.
25 notes · View notes
gundemarsivi · 9 months
Text
Tumblr media
Kimlik Yırtılması
✍🏻 Anıl Güven
https://www.gundemarsivi.com/kimlik-yirtilmasi/
“Bireysel özgürlüğümüze yönelik en büyük tehdit sensin. Ama sen bizim ayakta durabilmemiz için gerekli Şeytansın. “ *
Bize ait olan yaşam alanı üzerine, bizim hiçbir zaman arzu etmediğimiz biçimde; kendilerine özgü inanç örgüsünü dayatıyor. Hoşnutsuzluklarımız çoğaldıkça mutsuzluğumuz derinleşiyor Ortadoğu’yu kan gölüne dönüştüren sömürgeci güç, çöl karanlığında mayalanmış göksel sistemin içinde; içimize yerleştirdiği cemaat unsurları üzerinden sekülerizme bağlılığımızı yok etmek için acımasızca şiddet kullanarak ulusal kimliğimizin yırtılmasını, tekke ve zaviyelerde birlikte boğulmamızı öngörmekte!
Mangalda tavuk kızartırcasına insan bedenlerinin diri diri yakılışını TV ekranlarında görsel olarak bizlere sunarlarken, içlerindeki uç bilgeler yeni bir dünyanın son tasarımı için beyinsel düşler kurmakta.
Unutmayalım ki; büyüsü bozulan yaşamın ömrü satın alınacak kefen kadar olur.
Heyhat, yaşamımıza kurulan bu tuzağın eylemcilerine gözümüzü yummak zorunda değiliz. Kabullenmeme çeşnisine katılımcıları (halk tabanını) sayıca çoğaltırsak kenarın süsü değiliz demeye gücümüz yeter!
Bireysel olarak kurduğumuz mutluluk, özgürlük düşlemi içinde kanatlanıp uçarken, her önümüze çıkan kolda eğlenip soluklanırken, sağımızı solumuzu kurcalayıp dokunabilirken; ertesi sabah uyandığımızda (uyanabilirsek) dinci yönetsel bir erkin yurttaşı olma olasılığı anlarındayız…
Sakallı Marks amcanın da belirttiği gibi: ”Katı olan her şey buharlaşır!”
Toplumsal dayanışma insanların istemleri doğrultusunda büyür. Karşı mahallenin istemlerine karşı örgütlenme ön koşul!
Zaman o kadar daraldı ki; ivecenlikle yaşamımızı sahiplenmemiz gerekiyor.
12 Ocak 2024
Atina
Anıl Güven
0 notes
theheartofmuses · 10 months
Text
Bu şimdi ortadoğu planları bop akp vs eski osmanlı şeyleri fetö vs 40 senedir devam ediyor içeride ataturk sekülerizm düşmanı insan da çok arap bedevi emevi abbasi kültürü vs gaza gelip ama gerçekte kimsenin buna enerjisi yok türkiye çin fln da olamaz bu kadar gücü yok ispanya kadar güzel de değil bir kere
Dolasıyla kimsenin bu kadar şeyi kaldıracak gücü yok bunlar çok fazla şeyler nası kaldıramayacağı şeyler, osmanlı dediğin zaten rumeli balkan demek, o da bitmiş bir şey. Anlamsız yani
Zaten almanya rusya vs en son ing desteklemiş yer yetersiz bir yer
Bu bindirilen şeyler çok fazla bu kadar akıllı değil burdaki çoğunluk
Bazı insanlar da cidden mestizo gibi fln bi yandan da cidden latin amerikaya benziyor
0 notes
doriangray1789 · 1 year
Text
Uykuyla olan ihtilafı uzun yıllardır devam eden biri olarak şunu söyleyebilirim; ''Sanıldığı kadar uykuya ihtiyacımız yok. Uykumuzu kaçıracak gerçeklerle yüzleşmeye ihtiyacımız var. İhtiyacımız olan şey, uykumuzun kaçması. Bu toplumun biraz uykusu kaçsa, neler değişir neler.''
SESLİ DÜŞÜNCE... menzil - laiklik Tahakküm halini almayı başarmış herhangi bir şeyden kurtulmak, sanıldığından çok daha çetin bir mücadelenin sonucu olarak karşımıza çıkabilir. Tarih, tahakküm imparatorluklarının ve o imparatorlukların çöküşü tarihidir.
Köleler hiç isyan edebilir mi? Etti işte. Basra'da Zenc İsyanı patladığında, kimse Abbasilerin tahakkümüne karşı böylesine aykırı bir ses beklemiyordu. Sonrasında yarım milyon kölenin öldürülmesi de buna dahil. Beklenmiyordu! Ama oldu işte..
Her tahakküm, kendi isyancısının kundağını sallar! Onu büyütür. Onu geliştirir. Onu bir sabrın taşmasına son damla olarak yetiştirir. Ve o damla, kendinden önce birikime önayak olanların bağrına düştüğünde, sonuçlar öngörülenin çok daha ötesinde cereyan edebilir.
Batı'nın tahakkümü yok muydu? Vardı. Kilise! İlahiyat! Asa! Büyü! Batı'da Aydınlanma dediğimiz hemen her ne varsa, bu kavramların reddiyesi temeli üzerine inşa edilmişti. Peki ya tek amaç hokus pokus erbaplarına karşı, baruta kül düşürenleri mi yetiştirmekti?
Dinsel mekanizmanın küçültülme projesinin amacı, sadece ama sadece salt bilim mekanizmasının yolunu açmak mıydı? Bu soruyu sorma nedenim, bu yolu sadece bilime açmak için kazdıkları inancını taşıyan insanların olduğunu bilmemdir.
''Dinsel'' olana karşı başlatılan ''Bilimsel'' süvari taarruzunun arkasından, elbette ''kapitalizm'' okçuları yayını germekteydi. Bu okların ve uçlarında yanan ateşin ''teknoloji'' kılıç alayını kışkırttığı da bilinmekteydi.
İlahiyatın geriletilmesi, bilimsel olanın yüceltilmesini ve pek tabi üretim ilişkilerinin yeniden modellenmesini, bu modellenmeden doğacak olan daha fazla kapasite, daha kaliteli ürün ve daha çok üretim isteğinin de teknolojiyle tanzim edilmesini sağlamıştır.
Eğer ulusal burjuvazi ''şahsi'' pazarını kurmaya başlamışsa, bu pazarı kısıtlayan her bir etkiye karşı ''şahsi'' kumarını başlatır! Karşısında ''din'' bile olsa, tarihi bir denk geliş ya da hakikattir ki genelde el Royal Floş gelir!
Feodal iktidar barajı, sırtını kiliseye dayamıştı. Onu ''feodal'' yapan işçi sınıfının günahlarını, sırtını dayadığı kilise kelepir fiyatlara siliyordu. Bu çok kazançlı bir kumarhaneydi. Üreten ve tapınan kitleleri, sırt sırta vermiş yapılar konsolide ediyordu.
şte bu kumarhanenin tombalacısı, Avrupa burjuvazisi oldu! (Kurtlar Vadisi 20. bölüm:) Sekülerizm karşısında ilk ayaklan kitle, bu sebeple işçiler oldu. Avrupa burjuvazisinin başını belaya soktuğu işçilerin, hem sekülerleşmesi hem konsolide edilmesi gerekiyordu.
Sosyalistler, bu için biçilmiş kaftandı. Zincirleri biraz uzun tutmak, kimseye bir zarar vermezdi! Dediğim gibi; Milli burjuvazinin şahsi pazarı, kısıtlama kabul etmez! Eğer daraltmaları aşacak alternatif yapılar mevcutsa, masaya bir sandalye daha çeker!
Ortadoğu ve Türkiye'de çok çeşitli cihadist yapılarla müttefikçilik oynayan Descartes'in çocukları, sizce bu kazanılmış kumarı neden bu topraklarda baştan başlatma heveslisi oldular? Kaybettiklerinde, kazanacakları bir kart dağıtımını nasıl taksim ettiler?
Şimdi Avrupa'da dönen barbut, sizce neyin nesi? Menzil ve Laiklik demiştik. Hepsi bu işte.. Anla ve uyarla...
6 notes · View notes