Tumgik
#seküler islam
inancdunyasi · 1 year
Link
0 notes
tubayfirat · 1 year
Text
"DOSTA NASİHAT"
Söz ve Müzik: Tubay Fırat
0 notes
seyyahe-iavare · 11 days
Text
Tumblr media Tumblr media
Kalbime Konuşmalar-3
Sevgili kalbim,
Bugün de balkondayız aslında benim evim balkonu pek balkon da sayılmaz yola çok yakını, birkaç adımda aslında dışarıdayım. Ama adım adım ilerleyelim istiyorum. Sürdürülebilirliği önemsiyorum artık. Artık Efendimiz'in (sav) "En hayırlı amel az da olsa devamlı olandır" hadisini daha iyi idrak ettiğim zamanlardayım. Biraz daha gençken kanım deli akıyorken beşe beş eklemek, teheccüdlerle gecelerimi anlamlandırmak, her fırsatta oruç tutmak daha kolaydı. Ama hayatın akışı ve ilerleyişi ile birlikte bu o kadar kolay olmayabiliyor. Bu nedenle az ama devamlı olmasını çok önemsiyorum.
Dün ilginç bir durum yaşandı. Aksa Tufanı'nın başlamasından kısa bir süre sonra, amaçları toplumun her kesimini Kudüs konusunda biliçlendirmek olan Zeytin Ağaçları isminde bir topluluk kuruldu. Bu grup çocuklar için bir süredir haftada bir akşam çocuklar için Aksa Masalları okuyor, hediyeler falan sunuyorlar. Henüz küçük olan bu topluluk bir kaç ile yayıldı. Benim ailemin yaşadığı ilçede de oluşturulmuş görünce hem çok şaşırıp hem çok mutlu olmuştum. Orda yaşayan kuzenlerime bahsettim bu gruptan. Çocuklarla zor etkinlik vs falan deyip kestirip attılar. Üzdü doğal olarak. Bundan bir kaç saat sonra hiç bir şeyden haberi olmayan Almanya'da sekülere yakın bir hayat yaşayan kuzenim bana mesaj atarak çocuklarıma din ve değerler eğitimi verebilir misin dedi. Şok oldum ve çok mutlu oldum. Böyle bir şeyin teklif edilmesi bile çok güzel. Kaldı ki gavur memleketinde bu çocuklara İslam tohumları edebilmek muazzam bir şey. Rabbim muvaffak kılsın ne diyelim.
Bakalım kahramanımızı bugün hangi maceralar bekliyor olacak :)
Günaydın umut, günaydın kalbim, günaydın ruhum ♥️
16 Eylül 2024/Yozgat
16 notes · View notes
alhuznn · 11 months
Text
Filistin meselesini,sadece müslümanların meselesini sanan seküler tayfaya Allah akıl fikir versin. Boykot ürünleri kullandığını,sosyal medyada paylaşıp ne bekliyorlar merak ediyorum açıkçası.
Filistin meselesina İslam düşmanlığı yüzünden destek vermeyip, üstüne karşı tarafa destek vermeli çok kötü. Bebeklerin şehit bedenleri, yaralılar ve daha fazlasını görmelerine rağmen hâlâ bu şekilde davrananlar gördükçe aklım şaşıyor. Allah adaletlilerin en adaletlisidir ,hamdolsun.
23 notes · View notes
sillagen · 1 year
Text
İslam ümmeti sizin gibi irşad ve uyarı yapacağım diye ortalığı velveleye veren insanlardan çekiyor. Bu yapmak değil bildiğin domino taşı gibi yıkmaktır. Sonra çıkıp seküler biri dindarlar böyle diyor. Neden ya neden hep bu üslupsuzluk ilkesinden. İki taraf da Müslüman güya dönen olaya bak.
20 notes · View notes
teneres · 2 years
Text
Tumblr media
İnsanın kibrine ve bencilliğine en iyi örneklerden birisi; günümüz seküler ve modernist ideolojisi kalbinde ve zihninde yer etmiş şekilde, özellikle de Türkiye, Azerbaycan gibi ulus milliyetçilikle, İslam'ın işlerine gelen kısmı harmanlanmış ülkelerde yaşayan insanlardır.
Bu kimseler asla İslam'ın tamamını motamot şekilde kabul etmez, bu tavırlarını savunmak içinde; alimlerin görüşü, falanca yerdeki Müslüman topluluğun kültürü, ataerkil zihniyet vb sıfatlarla etiketleyerek bastırmaya çalışırlar.
Allah'ı, dinini, kulları için belirlemiş olduğu düzeni red eder, hatta Allah ve Rasul'u ile dalga geçmeyi, eleştiriyi "düşünce ve fikir özgürlüğü" sayar, kendileri bunu yapmasa bile yapanlara karşı çıkılmaması gerektiğini iddia ederler. Dinin insanın kendi ile ilahi arasında manevi bir durum olduğunu savunur, insanlara bunu kanuni ve toplumsal baskılarla kabul ettirmeye çalışır, ancak iş ölüme geldiği zaman cennetin en güzel yerlerini isterler.
Mesela yakın zamanda biten Karabağ Savaşı'nda ordu da Hristiyan olan kimseler de öldü ve bunları da şehit saydılar.. Tepki gösterenlere ise cevaben en hafifi "sen Allah mısın hüküm veriyorsun" iken, gerisi ahlaksızlıklarına göre değişen sinkaflı küfürler oldu.
Maide Suresi 73. Andolsun, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler de kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek bir İlahtan başka ilah yoktur. Eğer söylemekte olduklarından vazgeçmezlerse, onlardan inkâr edenlere mutlaka acı bir azap isabet edecektir.
Peki Allah ve Rasul'u bizlere kimin kafir olduğunu söylediği gibi, kimin şehid olduğunu da söylemedi mi?
Bakalım;
Al-i İmran Suresi 169. ALLAH YOLUNDA öldürülenleri sakın ölüler sanma.
Ebû Mûsâ el-Eş`arî (radıyallahu anh) şöyle dedi:
Rasulullah ﷺ'e;
Biri cesaretini göstermek, diğeri milletini korumak, öteki kendine yiğit adam dedirtmek için savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır? diye soruldu.
Rasulullah ﷺ şu cevabı verdi:
“Kim, İslam daha yüce olsun diye savaşıyorsa, o Allah yolundadır.”
Buhârî, İlim 45, Cihad, 15;
Tirmizî, Fezâilü’l-cihad 16;
İbni Mâce, Cihad 13
Gayri İslami kanunlarla yönetilen ve kullara kanun koyma yetkisi veren sistemlerin menfaatleri ve korunması için savaşanlar bu müjdelere dahil DEĞİLDİR.
Hakeza, bütün ömrünü Allah yokmuş gibi yaşayıp hatta İslam düşmanlığı içinde olup da, sırf bir kesimin itibar ettiği bir gazeteci, seküler bir eğitim kurumu başkanı veyahut başka önemli görülen bir meslekten diye, iş saatinde öldü diye şehid olmuş değildir.
Nitekim dünya ve ahiret şehidleri, canını Allah yolunda ortaya koymuş, ailesini, malını hayatını geride bırakarak bu yola çıkmış kimsedir. Yaşarken Müslüman olup olmadığı bile belirsiz kimseler sırf yaşadıkları devlet onlara şehid dedi diye, üzerlerinde üniforma var diye, yahut sınırlarını ve düzenini korudukları ülkenin içinde/geçmişinde Müslümanlar/İslam var diye şehid sayılmazlar. Velev ki birilerinin hoşuna gitmese, nefsine ağır gelse de, asıl ağır olan hakk'tır.
5 notes · View notes
caginmumineleri · 2 years
Text
Tumblr media
ALİMLER VE MEDRESELER BIRLİĞİ TOPLANTISI
Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır'da yedincisi gerçekleştiren Alimler ve Medreseler Birliği toplantısı gerçekleştirildi. Toplantıya katılan Dünya Alimler Birliği Erbil'i Temsilcisi Ahmet Abdulvahap Pencwi'nin toplantıda yaptığı konuşma dikkat çekti. Pencwi'nin konuşmasını yaptığı konu, "Kürt toplumunda sekülerleşmenin arkasındaki etkenler, tahribatları, mücadelenin gerekliliği, ulemanın sorumlulukları” şeklindeydi. Bunun yanında Pencwini laikliğin özellikle Kürtler üzerinde genelde ise Müslümanların üzerindeki amacından bahsetti. Pencwin'nin konuşması şu şekildeydi:
''Laikliğin yapmaya çalıştığı en önemli şey Kürtleri akideden koparmak, tevhide dair ilişkilerini kesmek ve onları bir şekilde kendi medeniyetin yabancısı hale getirmektir. İslam düşmanları Müslümanların üzerine desise kurmaktan geri durmaz.
İşte tam da böyle sıkıntıları bitirmek, ümmeti karanlıktan aydınlığa, fakirlikten zenginliğe, zilletten izzete, küfürden imana çıkarmak adına ortaya konacak çabalarda hiç şüphesiz Kürt halkının olması gereken katkısı Araplardan ve diğer milletlerden kalır yanı yoktur. Haçlıların, siyonizmin ve çağdaş Kisralığın (Mecusi İran krallığı) var ettiği en zararlı şeylerden bir tanesi de laikliktir.
Çünkü laikliğin temelinde din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak yoktur. Dini, hayatın bütün alanlarından tecrit etmek, uzak tutmak vardır."
Bizi laiklikten koruyacak olan, Kürtleri ve diğer halkların hakkını koruyacak, bizleri tek çatının altında birleştirecek olan tek güç Raşid-î Hilafet devletidir.
NOT: Konuşmanın devamı: “Laikliğin yapmaya çalıştığı en önemli şey Kürtleri akideden koparmak, tevhide dair ilişkilerini kesmek ve onları bir şekilde kendi kültürüne, medeniyetine yabancı hale getirmektir.
Kürt halkının davası haklı bir davadır. Ancak bu hakkın sözcülüğünü maalesef günümüzde seküler kesimler yapmaktadır. Bu bizler için büyük bir ayıptır. Kürt halkının hakkını sözde savunan güruha baktığımızda bunlar ne Allah'ı, ne dini, ne mukaddesatı tanırlar. Ne de bu halkın inancına saygılıdırlar.
Gerek dış gerekse iç kuvvetler tarafından Kürtlerin inanılmaz şekilde laikleştirilmesi süreci içerisinde olduğunu görmekteyiz. Kürtleri kendi medeniyetlerine düşman yapmaya çalışmaktadırlar.
Laikliğin, sekülerizmin Kürt halkı içerisinde yayılmasının temel sebeplerinden birinin yanlış eğitim metotları ve müfredattır. Bu yanlış yollara karşı mescitler, medreseler, hutbeler yoluyla mücadele edilebilir.”
2 notes · View notes
mervekaratas · 26 days
Text
Bilimperestlik Nasıl Eleştirilmez?
Tesiri tüm dünyada hissedilen filozofların bilimperestliğe yönelttiği eleştiriler, çıkış noktası itibarıyla son derece rasyoneldir. Bilimin eninde sonunda tüm problemleri çözebileceğine ve ahlaki ya da varoluşsal konular gibi geleneksel olarak kapsamı dışında kalan soruları da yanıtlayabileceğine inanmak, abartılı bir yaklaşımdır.
Örneğin, "Yargıçlarımız da yapay zeka olunca adalet sorunu bitecek." şeklindeki bir argümanı elbette eleştirebilirsiniz. Çünkü adalet gibi kavramların, bilinç sahibi ve subjektif bir canlının bakış açısı dışında var olabilecek objektif bir yapısı yoktur. Doğası gereği subjektif olan bu tür nosyonlar için objektif ve transandantal bir çözümleme geliştirilebileceğine inanmak, bilime kendi amacını aşan bir yük yüklemek anlamına gelir.
Buraya kadar, bilimperestliği eleştirenlerle benim de bir fikir ayrılığım yoktur.
Ancak, özellikle Türkiye gibi felsefi mefhumların reel ve rasyonel anlamlarından saptırıldığı, bunun yerine birtakım batıl inançların ya da duygusal tatmin için kullanılan ruhani akımların (bunlar İslam gibi konvansiyonel akımlar olabileceği gibi, seküler görünümlü kitlelerin New Age soslu edebi ve demagojik söylemleri de olabilir) prim yaptığı romantik bir ülkede, bilimperestliğe yöneltilen bazı eleştirilerin aslında bilimperestliğe değil, doğrudan epistemolojiye yapılabileceğini öngörmek önemlidir.
Şahsen, yıllardır Türkiye’de sıkça karşılaştığım bilimperestlik eleştirilerinde en büyük sorun şurada ortaya çıkıyor: "Metafizik fenomenler bilimsel yöntemlerle açıklanamaz. Açıklamaya çalışıyorsan sığsındır."
Bu klişe kontra-argüman, bilimperestliğe yönelik olduğu sanılmakla birlikte, ülkemizde felsefe camiasının gereğinden fazla değer verdiği büyük bir saçmalıktır.
Bütün metafizik fenomenleri bu şekilde genellemek ve aynı potada eritmek mümkün değildir. Bu tutum, akılcılıktan tamamen kopmuş felsefecilerin—özellikle filozof demiyorum, felsefeci diyorum—problem çözümünü yokuşa sürüklemek isteyen ilerleme düşmanı kitlelerin her tartışmaya malzeme etmekten bıkmadığı sıradan bir savunma mekanizmasıdır.
Bilimsel yöntemlerle doğası açıklanabilecek metafizik fenomenler vardır; fakat bilimle çözülemeyecek metafizik fenomenler de vardır.
Birinci gruba örnek: Zamanın doğası, evrenin kaderi veya tarihi ile ilişkili tartışmalar, benlik ve karakter. İkinci gruba örnek: Yaşamın anlamı, nihilizm, ahlaki değerler ve etik sorunlar.
Bugün Türkiye’deki felsefe çevrelerinin çoğunluğu, ne yazık ki bu kadar temel bir sınıflandırmayı yapmaktan acizdir.
Örneğin, teizm tartışıyorsunuz ve karşınızdaki kişi Kelam kozmolojik argüman üzerinden size astrofizik dersi vermeye kalkıyor. Siz de bu işin böyle olmak zorunda olmadığını, astrofizikte uzay-zaman serüvenini Occam'ın Usturası’nı kolayca bir kenara atmadan akılcı yöntemlerle açıklayabilecek alternatif evren modelleri olduğunu söylüyorsunuz. Karşınızdaki kişi buna bile "bilimperestlik" diyor.
Veya insan beyninin de maddesel bir organ olduğunu, ruh diye bir şeye inanmak için elimizde bir kanıt olmadığını, bazı genlerin, proteinlerin veya nöral grupların belirli davranış eğilimleri ile ilişkili olduğunun kanıtlandığını anlatıyorsunuz. Karşınızdaki kişi buna da "bilimperestlik" diyor.
Neden?
Çünkü egosu var ve kendisini maddi evrene ait bir unsurdan öte görmek istiyor. Ruha inanmak istiyor. Tanrı’ya inanmak istiyor. Kadim ahlak kurallarına inanmak istiyor. Siz materyalizmle bu dogmalarını birazcık tehdit ettiğinizde, "felsefi tartışmalarda bilime başvurulmaz." demeyi rasyonel bir savunma mekanizması zannediyorlar.
Bu, bilimperestlik eleştirisi değildir.
Yerine göre felsefi tartışmalarda da bilime başvurulabilir. Sonuçta bilim de felsefe de evrene ve evrende var olan unsurlara dair hakikati çözümlemeye hizmet edecekse, epistemoloji bu iki alan arasında bir kesişim noktasıdır.
Eğer sırf batıl inançların sürdürülsün diye disiplinler arası diyaloğu tamamen sona erdirmeye çalışıyorsan, yaptığın şey bilimperestliği eleştirmek olmuyor, benim güzel kardeşim; düpedüz beyinsizlik oluyor.
Günümüzde bilimperestlik eleştirileri, ne yazık ki postmodernizm ile benzer bir kaderi paylaşıyor. Bu eleştirilerin, kolaycılığı bırakarak acilen ilk etapta daha akılcı ve fonksiyonel olan çıkış noktasına, özüne dönmesi gerekiyor.
0 notes
gooarch · 11 months
Text
Tasavvuf ve #YapıSöküm :
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Ian Almond bu kitapta okurlarını; Chittick'in "İbnü'l-Arabî'nin Hayal Gücü Metafiziği" adlı kaynağından faydalanarak, o kadar Neo-Platoncu retoriği kullanıp da sekülerlikte hiç ödün vermeyen düşünür Jacques Derrida'nın "Yapı-Söküm" vizyonundaki en önemli kavramı olan "DifferAncé" üzerine teoloji ve negatif teoloji bağlamında bir takım çeşitlemelere maruz bırakıyor. Apayrı çağlardaki Derridean ve Akbarian metinlerin semantik senkronizasyonu gerçekten de duyanları Orhan Pamuk'un Kara Kitap'ıyla yaptığı Derrida'nın fikrimizin hırsızlığı şakasına kanmaya itiyor. Fakat çok daha eski dönemde yaşamış olan "Sudûr" teorisinin kurucusu Helenistik düşünür Plotinus'un sonraki tüm zamanlara yansımış etkisinin bir olgusallığı olduğunu Ian hemen belirtecektir.
İbnü'l-Arabi, bazı geometrik ya da antropomorfik İslam teolojilerinin ve felsefelerinin "Hakk"ı sınırlayan imgeler inşa ettiğini savunur. Ona göre, Tanrı'nın doğasını veya "Hakkikat"i sistemli bir şekilde tanımlamaya çalışan felsefi ve teolojik çabalar, insan aklı Tanrı'nın sonsuzluğunu anlamada yetersiz kaldığı için başarısız olur. Halbuki "Hakk"ın anlamına ne olduğuna değil ancak negatif teoloji bağlamında ne olmadığına bakarak ilişiriz. Bu, Tanrı'nın radikal aşkınlığını ve içselliğini aynı anda kabul edebilme yetisiyledir. "Hakk" ve "DifferAncé", her iki düşünürün de gerçek, rasyonellik ve hermenötik doğası hakkında özdeşlik derecesindeki fikrini fakat Mistizm'de çatıştıklarını gösterir. Derrida, Heidegger'in en temel Onto-Teoloji yaklaşımını benimser ve Onto-Teolojinin mistik "Causa-Sui" ilkesini seküler "DifferAncé"a yedirir. Negatif Teoloji bu işlemi mümkün kılan bir enstrümandır fakat Derrida'ya göre aksine bir amaç falan da değildir. Burada, kutsal metin dışındakilerin de birer anlam makinesi sayılmasıyla "Okumak yazmaktır!" mottosu, yazmadaki dogmatik öznesizliğin yerini okuyan her özne ile doldurup, Sufi ve "Yapı-Söküm" hermenötiklerini birbirinden ayırır; yegane sır bir sırrın olmamasıdır ki böylece her tür meta-anlatı da devriliverir: İşte amaç işte Yapı-Söküm!
Izutsu'nun Sufi-Tao kıyasın��n aksine böylesine bir diyalektikle Almond, gayet Hegelian bir bütüncüllük başarmış.
Bertrand Russel'ın da belirttiği üzere Yahudiler; mimari put, plastik sanattan put ya da yaşayan put olan siyasi tekil sembollerin yerini çağlar boyunca sürse de alacak olan milliyetçilik kavramını tarihte ilk icat eden toplumdur. Bu bir metnin öznesiz bırakılarak kutsallaştırılmasıyla değişmezliğini garantiye alma illüzyonu ve çabasının olgusal sonucudur. Halbuki Post-Yapısal açıdan bakarsak; yazan asıl özne tarihte kaybolana dek ilahi olana ne kadar uzaklaştırılırsa uzaklaştırılsın, bir metin kendi kendine karışıklığa zaten asla uzaklaşılamıyan "DifferAncé" etkeni ile kapılacaktır. Derrida'nın çeviri hakkında yazdığı makalede Tevrat'ta Tekvin 11:1-9 kısım olan Babil Kulesinin yıkımı ve tek bir dünya dilinin birçok dile ayrılması incelenmektedir. Tanrı tarafından kültürlerin ve dillerin bölünmesinden çıkan karışıklık Samilerin totaliterizmini tehdit eden çeşitliliğin kasti girişini göstermektedir. Samilerin Tanrısı resmen hem kendisini hem bir kültürü Yapı-Söküm'e uğratmaktadır. Babil kulesinin tekrar inşasının Tanrı karşıtlığının aşırı fiziksel olmasından sakıncası açıkcası Samileri metafiziksel sistemler inşasına itmiştir. Hatta bu tekrar yapılaşma hem insanların hem de dil üzerinde kolonisel şiddet boyutuna varmıştır çünkü Tanrı kutsal metindeki ibareleriyle de sürekli Yapı-Söküm halindedir ve "DifferAncé" etkisiyle dağılım kendiliğinden ve soğuk bir şekilde olacakken bu metafiziksel paradoks fiziksel çabaları sürekli kızıştırmakta şiddeti çoğaltmaktadır.
İbnü'l-Arabi'ninse Nuh tufanının anlatıldığı Kuran'ın 71. ayetinin değerlendirmesi daha özgürlükçü bir sonuca götürmektedir. Ian Almond'ın 8 asır önceki bir tefsiri Yapı-Söküm sunma çabası bir apofeniden çok İslami ve Yahudi-Hristiyan teolojilerinin antinomisini vurgulamak olarak yorumlanmalı: İnanmayanların selde boğulmayı tercih etmelerinin bilgeliği Nuh'un gemisinin dar Onto-Teolojisinden kurtulup; adeta bir vecd halinde, Tanrı hayretiyle Tanrı'nın bilgisinin engin denizinde boğulmalarına imkan tanımaktadır. Buradaki teoloji diğerine göre kapsayıcıdır çünkü Sufi'nin Tanrısı hiçbir sıfatla tanımlanamadığı için farkları yok edendir. Köleliği köleden kaldıran Yapı-Söküm'cüdür.
1 note · View note
theheartofmuses · 1 year
Text
bunu söyleyince de islam dostu, pakistanlı cezayir, islam ülkesi sever vs olmuyorum buna da inanmıyorum çok uzağız en azından farklı kesimler var
Çok farklı dinler ve kültürler olmasına rağmen Buraya islam ve yolsuzluk, kanunsuzluk düzeni zorla dayatılıyor zaten. Kuruluşu böyle olmamasına rağmen gayet seküler ve bilimseldi
0 notes
gamerslayersworld · 2 years
Text
Ilmu & Amal
Konsep ilmu dalam Islam mempunyai makna yang berbeda dengan ilmu-ilmu lainnya. Tidak bisa dipungkiri bahwasannya konsep ilmu yang diajarkan di perguruan tinggi adalah konsep ilmu dalam perspektif seküler yang malah tidak menambah keimanan dan akhlakul karimah. Sedangkan dalam Islam, ilmu memiliki tempat yang sangat penting bahkan menjadi pondasi dari segala kebaikan. Disebutkan dalam hadits, barang siapa yang Allah inginkan baik, hendaknya ia memperdalam ilmu agama. Imam Syafi'i pun menjelaskan bahwasannya apabila ingin meraih dunia dan akhirat haruslah menggunakan ilmu. Jadi, begitu tinggi dan mulia kedudukan ilmu tersebut. Jika pengajaran tentang ilmu ini keliru, maka akan berdampak pada amal yang keliru juga.
0 notes
turkcafetr · 2 years
Text
Yukarıdan aşağıya en iyi toplumsal değişim örneği Türk kültürüdür
Yukarıdan aşağıya en iyi toplumsal değişim örneği Türk kültürüdür
Türkiye, son zamanlarda kültürünü İslami bir kültürden batılı seküler bir alternatife kaydırmış bir ülkedir. Bütün dünya aynı yola yaslanmış ama İslam kültürü insanların hayatlarına hakim olduğu için Türkiye örneği biraz sertti. Belki pervasızdı ama batılı olmayan tüm kültürler için öncü bir hareketti. Teorik avangardlar, yaptıkları girişimler nedeniyle biraz pervasız olabilirler. Sonuç olarak,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
belkidebirharfimben · 2 years
Text
Kemalin balonu kendini aşağıya attıkça yükselir
“Her adam için heyet-i içtimaiyede görmek ve görünmek için mertebe denilen bir penceresi vardır. O pencere kamet-i kıymetinden yüksek ise tekebbürle tetâvül edecek. Eğer kamet-i kıymetinden aşağı ise, tevazu ile takavvüs edecek ve eğilecek, tâ o seviyede görsün ve görünsün. İnsanda büyüklüğün mikyası küçüklüktür, yani tevazudur. Küçüklüğün mizanı büyüklüktür, yani tekebbürdür.” Hakikat Çekirdekleri’nden. 
Cündioğlu’nun Arasokakların Tarihi’nde okudum. Nurullah Ataç’ın kızından naklediliyordu. Ataç, Melih Cevdet Anday’a dargınmış. Nedenini sorunca Oktay Rifat’la birlikte babasına dayak attıklarını öğrenmiş. Sebebi de onların şiirlerini beğenmemesiymiş.
Niteliği ayrıca tartışılır. Fakat şiir yazmak, hassaten ilkgençlik yıllarında, hepimizin başına gelen birşey. (Kalbimizin varlığına uyanmak gibi.) 'Yağdı yağmur, çaktı şimşek' düzeyinden Ramazan manisi seviyesine, oradan da belki daha dişe dokunur şeylere kadar, bir yelpazemiz var. Evet. Kabul ediyorum. Hemen hepsi yazıldığı anlarda pahabiçilmez görünüyor. (Sonra öyle olmadıklarına dair ayılmalar yaşanıyor tabii.) Ama en nihayetinde kallavi şeyler yazanlarımızın da sıradanlarımızdan yüce şeyler yaşamadığını düşünüyorum. Ahengi farkedebilmek, ritmini yakalamak, birçok ihtimal içinden yakışanı seçebilmek, bunlar biraz da Allah vergisi şeyler. Ama sadece bu bağış bizi üstün insan yapmıyor-yapamaz. Çünkü güzellik hakikatin kendisi değildir. Hakikat imtihan etmez. Güzellik imtihan eder. Ahlak da bir lazım parçasıdır. İkisi birleştirmeyende sûret aldatmaya döner.
Estetiğe endeksli üstünlük sanrısının ahirzamanda meşruiyet arayan bir hastalık olduğu kanaatindeyim. Halbuki İslam bizi derinliklerde kemal aramaya alıştırmıştı. Yüzeyin kolaycılığından alıkoymuştu. Takva sorumluluğu hayatımızın üzerine atıyordu. Yani adamlığın senedi nesnelere verdiğin şekil değildi. Ya? Bizzat kendi heykelinde ne yapıyordun? Bizzat kendi ruhuna/kalbine ne şekil veriyordun? Bizzat hayatın neye dönüşüyordu? Sünnet mü’mini bu has daireye çağırıyordu. Eserin kendindi. Çekicin irade-i cüziyendi. Modelin Aleyhissalatuvesselamdı. Seküler sanatlarsa kemali uzaklaştırıyor. Ötemizde bir yere koyuyor. Modelsizleştiriyor. İnsandaki tarifi flulaşıyor. Picasso’nun kim olduğunu ahlakı değil resimleri belirliyor. Ona göre itibar görüyor. Ona göre seviliyor. Güzel romanlar mı yazdın? Artık yüz dalavere çevirebilirsin. Çünkü bir kere yüceltildin. Sesin mi güzel? İstersen en rezalet-denaet işlerde yakalan. Sana hiçbirşey olmaz-yapılmaz.
Şairlerin iyiliği için de karşısında durulmalı bu hastalığın. Yazmakla yaşamanın aynı şey olmadığını hatırlamalılar. Bazen yazmak yaşayamamanın bahanesi olur. Yerine geçmeye çalışır. Farkedilmemişlik küskünlüğü az-çok hepsini işgal ediyor. Halbuki kendileri de çoğu zaman mısralarında ne anlattıklarını tam bilmiyorlar. Hatta müştemilatın nesirle ifadesini, bir yönüyle çağrışımların hapsedilmesi anlamına geleceğinden, istemezler. Evet. Şairlerin şiirlerinde ne anlattıklarını nesirle ifade ettikleri metinleri pek yoktur. (En azından ben rastlamadım.) Bence gizin kuytularında çoğalmak-çoğaltılmak istemelerinden kaynaklanıyor bu durum. Kapalılık aynı zamanda çok anlama gelebilmek. Belki kendinden çok daha fazlası gibi de görünebilmek. İşte yine yolumuz aldatmaya çıkıverdi arkadaşım.
Bir de, yukarıda zikrettiğim, tam olarak ne söylediklerini kendileri de kestiremediklerinden. O an ahenkli gelen şey, seslerden bir ses belki, yakıştırılıp konuluyor. Bir ilham dizgini tutup yönlendiriyor. Kalem mestoluyor. Kapılıyor. Ne kadar verildi ona? Bilmiyor ki. Ne kadar çok verilse o kadarının müşterisidir. Evet. Şair her zaman yazdığının daha fazlası olmasını ister. Kastedebileceği (veya çıkarılabilecek) bütün anlamların mülkünde kalmasını ister. Bu yüzden söylediğini netleştirmez. İstemez. Netlik zararınadır. Tavrı âkilleri korkutan birşeydir. Olmadığın birşey gibi görünme riski yahut olabileceğin herşey gibi görünme arzusu… Ya bir tasannu veya kibirdir. Ucu illa aldatmaya çıkar.
Şair dünyayı şiirle açıklayabilir. Kemalin özünün şiir olduğu iddiasında bulunabilir. Bir nesir yazarı, hiçbir nesir türünün yazarı, size böyle birşey söylemez. Nesir mütevazidir. Dünyanın kendisinden ibaret olmadığını bilir. Şiir sekr halindedir çoğu zaman. Hayretinin, hayret ettirişinin, kaynağı budur. Sarhoşun kanı sarhoş eder. Yazdığında garkolduğu edasında da garkolmuştur. Şairler biraraya geldiklerinde uzun uzun şiirden konuşurlar. Fakat ne konuşurlar? Şiiri bir kalıba sokar mı bu yazdıkları? Bir sistem, bir kaide, bir taş üstüne taş ekler mi şiir bilgisine? Yoksa tarif ettikçe aslında onu yok mu ederler şiiri? Bu tarif kuytuları çoğaltmak mıdır yoksa kuytulardan çıkarmak mıdır? Bence birincisidir.
"Şiir hayattır. Şiir çığlıktır. Şiir sonsözdür. Şiir bir yaşam tarzıdır. Şiir bir sarhoşluktur. Şiir yağmurdur. Şiir çocukluktur. Şiir bahardır. Şiir önsözdür. Şiir..." Şiirin bu sohbetler sırasında girmediği kılık, tüketmediği tanım, olmadığı nesne var mıdır? Nihayetinde beraber yaptıklarını kutsadıkça kastlarında yükselen elitlerle karşılaşırsınız. Yaptığı puta tapmanın ahirzamancası bir hadise! Ya birilerini överler yahut da oturup şiiri överler. Her şekilde kendilerini överler. Çünkü övdükleri de kendilerindendir. Her zaman kasa kazanır.
Zor bir ahengi yakalayabilme yeteneği, Karun'un, kurşunu altın yapmasından daha ismetli olmamalı. (O ne kadar dalalete müsaitse bu da o kadar müsait.) İlham ile yapılan işler birbirine benziyor. Arının ne kadar övünme hakkı varsa balla, bizim de o kadar. Bununla kutsanmak, bununla mehdileşmek, bundan elitik bir gurur devşirmek, "Şiir şudur, şiir budur, şiir odur..." demek ve nihayetinde şiiri kırk yamalı soyut bir fistana döndürmek... Buna neden bayılır şairler? Üzülürüm duydukça. Bir de, arkadaşım, şairlerin diğer meslek gruplarını aşağılama temayülü var yine üzüldüğüm. Tüccarları, bilimadamlarını, esnafı, siyasetçileri, matematikçileri, hatta nesircileri bile. Onları aşağıya attıkça yükseliyorlar. Halbuki kemalin balonu kendini aşağıya attıkça yücelir. Başkalarını attıkça alçalır. Tezkiye edilmeyen nefis tezkiye olur. Temize çıkarılmayan nefis, inşaallah, temize çıkar.
Herkes kendisine bağışlanmış yetenekle ahengini yakalıyor hayatın. Tıpkı ip atlamak için ritmi kollayan bir çocuk gibi. Bunlar rızanın araçları. Matematikçinin gördüğü ahenk bir şairden neden geride olsun? Zor bir fizik sorusuyla karşılaştığında gözleri parlayan bir arkadaşım vardı. Ben onun fizik sorularını çözerken şiir yazmakta yaşadığımız tatmini yaşadığını düşünürdüm. Herkes için böyle bir sır mümkün değil mi? Sırf kelimelerdeki ahengi lütfetmiş diye Yaradan, ondan bir kibir çıkarmak, insana mı şeytana mı yakışan bir tavır? Kur'an'ın kendisinin şiir olmadığını özellikle beyanı, bir açıdan da, şairleri toplumun üst sınıfı gibi gören Cahiliye anlayışına uyarı değil midir? 'Şiirin üstün kıldığı' yönündeki iddiaya cevap sayılmaz mıdır? Belki Aleyhissalatuvesselamın varlığı da bu yaklaşıma da bir meydan okuyuştur. O kendi şiiriyle değil kelamullahla vardır. Ahlakıyla vardır. Takvasıyla vardır. Ameliyle vardır. Gayretiyle vardır. Şunun bugüne verdiği bir ders yok mudur?
Üstelik şiir yazmakla hayatı daha derin yaşıyor da değiliz. Havada uçuyor, suda yürüyor, taşı yumruğumuzla parçalıyor değiliz. Şiir bize velayet yollarını açmıyor. Veliler de şiir yazıyor ama velayetlerini şiirden almıyorlar. Herkes birşeylerle oynuyor ve oyalanıyor ölüme kadar. Amel defterini doldurmaya çalışıyorlar. Sözü hitâmında toparlarsak diyelim: 'Üstünlüğünüz ancak takva iledir' buyuruyor Kur'an. Yoksa şiir diye ikinci bir bab mı açıldı?
0 notes
hayrulvarisin · 2 years
Photo
Tumblr media
2021 Nüfus sayımı verileri, Avustralyalıların her zamankinden daha az dindar ve kültürel olarak daha çeşitli olduğunu gösteriyor. Hristiyanlık, 1966 yılına kadar Avustralyalıların yaklaşık yüzde 90'ının beyan ettiği dindi. İstatistikler, göçün o zamandan beri eğilimleri etkilediğini, ancak değişimin çoğunlukla ateist ve laikliğin büyümesinden kaynaklandığını söylüyor. En hızlı büyüyen azınlık dinler ise Hinduizm ( yüzde 2,7) ve İslam'dır (yüzde 3,2). En son nüfus sayımı sonuçlarına göre “dinsiz”i seçen Avustralyalıların sayısı %38,9'a yükseldi. Bu onları nüfusun %43,9'unu oluşturan Hıristiyanlardan sonra ikinci en büyük "dini grup" yapıyor. Ve yasalar üzerinde derin bir etkisi vardır. Son beş yılda Avustralya, genel olarak ahlaki yasalar olarak kabul edilebilecek şeylerde çok büyük değişim yaşadı. "Aralık 2017'de evliliğin tanımı resmi olarak cinsiyet gözetmeksizin iki kişinin ömür boyu gönüllü olarak bir araya gelmesi olarak değiştirildi." 2021de eşcinsel evliliklerin 24.000'i resmi olarak kaydedildi. Ayrıca, ötenazi ve kürtaj yasaları da nüfus sayımları arasındaki 5 yıl içinde yeniden düzenlendi. Kürtaj tüm eyaletlerde suç olmaktan çıkarıldı. Bir dine sahip olmayan Avustralyalıların sayısı göz önüne alındığında, dini inancın yerini seküler (dünyacılık) olana bırakması cazip geliyor. Bu nedenle din özgürlüğü ve dinin laik Avustralya'daki yeri hakkında sağlam ve saygılı bir tartışma yapmak her zamankinden daha önemlidir. Bu yüzden dengeli bir Dini Ayrımcılık Yasası önemli. Bu, azınlık inançlarını, çoğunluk Hıristiyan inancını ve inancı olmayanları içermelidir. https://theconversation.com/no-religion-is-australias-second-largest-religious-group-and-its-having-a-profound-effect-on-our-laws-185697 #australian #religion #brain #atheism #islam #christian #hindu #effectlaw #homosexuality #lgbt #mariagehomosexuel (Uskumruköy, Istanbul, Turkey) https://www.instagram.com/p/CjVMrmqj1kN/?igshid=NGJjMDIxMWI=
1 note · View note
Text
Hanne binti Cahş'a değil Pollyanna'ya özenen, Rumeysa binti Milhan ile değil Pamuk Prenses ile uyuyan bir nesil; geleceğin İslam Hilafetini değil, ancak Alice'nin Harikalar Diyarını kurabilir. Kat'ade bin Numan'a değilde Bukowski'ye hayran bir kuşak ise; Kadisiye Zaferlerini değil, anca PUBG'yi kazanır.
O yüzden çocuklarımıza okuldan önce okul olacak anneler yetiştirelim ki, onlar Hansel ve Gretel'i okutmadan biz Sümeyra binti Kays(radıyallahu anh)'ı okutalım. Seküler sistem onları mankurtlaştırmadan, biz İslam ile billurlaştıralım
Distopyalar Şafağında İslam Üniversitesi, Ayşe Merve Yönet s.23
64 notes · View notes
teneres · 4 years
Text
DEMOKRATİK İSLAM
Bu ifadeyi hepimiz gördük, duyduk. Adının önünde Şeyh, Hoca, Müftü, Profesör, Doçent, Doktor vs unvanları olan koca koca adamlar(!) hiç utanmadan çıkıp bu ifadeyi kullandı, demokrasi ile İslam'ı birbirine bağdaştırmak için 40 dereden su getirdi. Peki bu dereden gelen şey hakikaten su mu?
Bu ifadeleri kullananların büyük (!) argümanlarından en önemlileri;
Şura; içinde toplumun önde gelen kimselerin olduğu yöneticinin etrafındaki fikir danışılan kimseler diyebiliriz. Daha sonra bu İslam içinde de kurumsallaşmış vezirlik vd ünvanlar ortaya çıkmıştır.
Şimdi bunu demokrasi ile bağdaştırma hilesine/tahrifine gelelim.
Demokrasi, kabaca doğrudan ya da dolaylı olarak ikiye ayrılır. Doğrudan demokrasi de orada yaşayan herkesin fikri direkt kendisinden alınır, dolaylı/temsili demokrasi de ise halkı temsilen daha az sayıda kişi vardır, bunların kararları halkın genelini de bağlar. Bir kanun çıkarılacağı zaman, eski bir kanun değiştirileceği zaman yahut savaş/barış durumlarında ortak karar çıkması gerekir.
İslam'da ise kanun çıkarma, eskiyi değiştirme ancak Allah'ın hakkıdır. Rasulullah'n Kuran'da yer almayan bazı emir ve yasakları yine vahye dayalıdır. Zira vahyin tamamı Kuran'ın içinde değildir.
(Günümüzde bazıları bunu kabul etmese de, bunun delili yine Kuran'da mevcut olduğu gibi, aklen; her peygambere kitab verilmiş de değildir. O halde O peygamberler kavimlerine emir ve yasakları nasıl bildiriyor, kavmini nasıl idare ediyordu?)
Bir örnek verirsek; demokrasilerde hakimiyyet, yani hakim olma, hükmetme sıfatı insanlardadır. Buna göre doğrudan veya temsilciler aracılığıyla çıkan karara göre içki serbestte olabilir yasakta. Zina/fuhuş serbestte olabilir, yasakta. Ve diğer serbestlik/yasaklar da buna göre uzar gider.
İslam'da ise haram belli, helal bellidir. Kimse bunları haram helal diye kafasına göre değiştiremez. İptal edemez.
Ahzab Suresi 36. Bir mümin erkek veya bir mümin kadının, Allah ve resulü bir emir ve hüküm verdiklerinde artık işlerinde bundan başkasını seçme hakları olamaz. Allah’ın ve resulünün emrine itaat etmeyenler doğru yoldan açıkça sapmışlardır.
Şura ise "sadece danışma meclisidir" Yönetici bu kimselere ister sorar, ister sormaz.
Al-i İmran Suresinde ki "onların işleri meşveret iledir" ayetini de şura ile ve oradan da parlamento ile bağdaştıran bu tahrifçi sapkınların görmezden geldiği de budur; sormak başka şeydir, onların sözlerinin yönetici/yönetim/kanunlar üzerinde kesin bağlayıcı olması başka şeydir.
Zaten deminde açıkladığım gibi, mesele en başından taban tabana zıttır. Bir danışma meclisinin olup olmaması önemli değildir.
Daha sonra yine bu tahrifçi zındıklar, örf ve yöneticiye bırakılan alanı göstererek, insanların da hüküm koyucu olabileceğini iddia ederler.
Ancak hakikat şu; eğer hakkında kesin bir haram veya helal hükmü yoksa, İslam'ın bir sabitesiyle çelişmiyorsa oranın örfünün geçerli olmasına izin verilmiştir. Yine yöneticilere de aynı kurallar geçerli olmak üzere çıkan bir meselede bunlara dikkat ederek hareket etme serbestliği verilmiştir.
Fıkıh kitabı okuyanlar bilir ki, bazı suçların cezası olarak "yöneticiye bırakılmıştır yahut tazir cezası uygulanır" şeklinde ifadeler vardır. Bu iki ifade de aynı manaya gelir. Tazir, cezanın idari amire (yöneticiye) bırakılması demektir. Bu asıl devlet başkanı da olur, vali de olur, kadı da olur.
Bir diğer iddiaları ise, ilk 4 halifenin saltanatla değil, kısmen seçimle gelmiş olmasıdır. Ancak bunun da demokrasi ile alakası yoktur. Israrla demokrasinin temelini, var oluş amacını hatta sözlük anlamını es geçmenin sonucudur bu.
Evvela şu bilinmeli ki, ilk 4 halifenin başa geçmesinde "ehlul hal vel akd" vardır. Yani toplumdaki herkesin görüşünün değil, o toplumun ileri gelenlerinin yöneticiyi belirlemesi.
İlk halife Hz.Ebu Bekir, Ensar ve Muhacir'in ileri gelenlerinin Rasulullah'tan sonra yönetici kim olacak tartışmasında seçilmiş, oradakiler kabul etmiş daha sonra Medine'de ki halk beyat etmiştir. İkinci halife Hz.Ömer, Hz.Ebu Bekir'in aday göstermesi ve yine bu ileri gelenlerin kabul edip, halkın beyat vermesiyle seçilmiştir. Hz.Osman'da, Hz.Ömer'in saldırıya uğradıktan sonra ölüm döşeğinde iken aday gösterdiği birkaç kişiden biridir.
Görüldüğü gibi o zamana kadar sınırlarını İran ve Afrika yönünde genişleten İslam hilafetinin yöneticisi, bütün vilayetlere seçim sandıkları kurularak değil, bir elitler meclisi diyebileceğimiz kimselerin kararıyla seçilmiştir. Kaldı ki buna da demokrasi değil, en fazla cumhuriyet diyebilirsiniz. Üstelik maalesef ki ülkemizde çoğunlukla cumhuriyet ile demokrasiyi/laikliği aynı şey zanneden kimseler var. Ancak saltanat = islam şeriatı olmadığı gibi (bkz. İngiltere krallığı) Cumhuriyet = seküler/demokrasi değildir (bkz. İran)
Bütün bunlardan sonra; hala ısrarla demokrasi ve İslam'ın birbiriyle uyuştuğunu, birbirini red etmediğini iddia edenlere; madem öyle, bırakın İslam şeriatı hakim olsun. Siz değil misiniz İslam tarihinden ve Kuran'dan örneklerle bunu ispatlayan. Yine sizler değil misiniz biz hem Müslüman hem demokratız diyen. Saltanat yoluna sapan Müslümanları değil de, demokrat olduğunu iddia ettiğiniz Rasulullah ve hem ashabı hem de kendisinden sonra halifeleri olan kimselerin yoluna tabi olun. Onların kanunlarıyla, onların yönetim şekliyle, onların yönetim anlayışı ve uygulamasıyla iş yapın. EĞER SAMİMİYSENİZ.
21 notes · View notes