Tumgik
#türcülük
veganlogicdinamo · 1 year
Photo
Tumblr media
Bir hayvanın para için kamçılanarak yarıştırılıp sakatlanınca öldürülmesi karşısında neden bu kadar az ses çıkıyor asla anlamayacağım. Bu şiddete maruz kalan bir köpek olsaydı, yüzlerce, binlerce kişi ses çıkarır, haklı olarak isyan ederdi. Ama söz konusu at olunca bu zalimliğin normalleştirilmesine yol açan şey, insan algısını şekillendiren türcülüktür. Bunu çok utanç verici buluyorum. #türcülük #adalet #yaşamhakkı #atyarışızulümdür https://www.instagram.com/p/CqaRBP3ogKk/?igshid=NGJjMDIxMWI=
10 notes · View notes
gomonos · 2 years
Photo
Tumblr media
#8Mart DünyaEmekçiKadınlarGünü’nde nereden gelirse gelsin, kime uygulanırsa uygulansın her türlü tahakkümü reddediyoruz! #feministsenveganol #türcülük #8MartDünyaKadınlarGünü https://www.instagram.com/p/CpiuFCmopHr/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
Tumblr media
#8MartDünyaEmekçiKadınlarGünü’nde nereden gelirse gelsin, kime uygulanırsa uygulansın her türlü tahakkümü reddediyoruz! #feministsenveganol #türcülük #8MartDünyaKadınlarGünü https://www.instagram.com/p/CphTQb4oMsn/?igshid=NGJjMDIxMWI=
1 note · View note
nesepalamudu · 9 months
Text
Tumblr media Tumblr media
canım ankaranın canım insanları
4 notes · View notes
lolonolo-com · 4 months
Text
Sosyal Psikolojiye Giriş-2 Ünite-7
Sosyal Psikoloji ve Türcülük Sosyal Psikolojiye Giriş-2 Ünite-7 : Sosyal Psikoloji ve Türcülük İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi (Auzef) Açık Öğretim Fakültesi Bölümler : Felsefe Lisans, Sosyoloji Lisans Ders : Sosyal Psikolojiye Giriş-2 Ünite 7 :Sosyal Psikoloji ve Türcülük Dönem: Bahar Dönemi Sosyal Psikolojiye Giriş-2 Ünite-7 1- Aşağıdaki durumlardan hangisi insan…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
pateralba · 11 months
Text
Tumblr media
DÜNYA HEPİMİZE YETER
Peki o zaman sorun ve çözüm nedir?
Bugün yaklaşık 780.000 km² yurtta yaklaşık 80 milyon nüfus müstakil evde konaklarsa yaklaşık 8.000 km² alanı, yaklaşık 500.000.000 km² dünyada yaklaşık 8 milyar nüfus müstakil evde konaklarsa 800.000 km² alanı, küresel toplum araç ve konforuyla dünyanın yaklaşık 1/625'ini kaplar. Tüm insanlar konforu, araçları ve müstakil evleriyle Türkiye yurduna, tüm Türkiye yurttaşları ise aynı durumda Karaman ili ya da Kıbrıs adasına rahatça sığar. Sorun halkın olanın özel mülkiyeti, finans oligarşisi ve tekelci burjuvazinin kâr için dünyayı çöplüğe dönüştürme yarışı ve bu uğurda doğayı ve insanlığı birbirine düşmanlaştırmak için kullandığı türcülük, ırkçılık (milliyetçilik, ulusalcılık) ve sömürüyü sürdürmek için bunları yaratan, kullanışlı bir araç olan inanç bağlamında yaratıcı ve yaratılış efsanesidir. Ve söz konusu kurtuluş reçetesi, yaratılışçının sebep olduğu, inancın, ırkçılık ve cinsiyetçiliğin kendisiyle birlikte çöküşüdür. Adına ister "tanrı, rab, allah, vb." deyin ya da isterseniz metafizikle değil de fizikle ilişkilendirin, bu durum saçmalığın çözümünü ve aklın özgürlüğünü engelleyemeyecek ve gerçeğin önüne geçemeyecektir. Bu konuda evrimden ve klasik yaratılış efsanesi üzerindeki dolaylı etkisinden, yaratılış efsanesini kısmen çürüttüğü için sıkça söz edilmeyecektir.
Konuyu birden çok açıdan az da olsa detaylarıyla incelemeden ve en basit haliyle toplumun her bireyinin anlayabileceği temel bir bakış açısı durumuna getirmeden bana rahat yok. Bu sebeple ilkin tanıştığımız maddelere ve yarattığımız cisimlere, masallara ve hikayelere vb. göre yarattığımız adlar ve yüklediğimiz anlamlarla, yaratılış efsanesinin yaratıcısının "türümüz insan" olduğunu belirtmekte fayda var. Bu reddiye, en az kullanılan olanıyla birlikte çok genel ve basit olarak anlaşıldığı gibi insanı seküler yaratılışın yaratıcı bir bileşeni yapmakla kalmıyor, doğayı-evreni bütünsel olarak ele alışıyla yine doğayı-evreni bir bütün olarak seküler yaratıcının kendisi yapıyor. Bu bizi kendi içinde kendini yaratan bir doğa anlayışına, doğanın bütünselliğiyle kendi içinde kendini yaratan evren anlayışına, "doğa evrendir" anlayışına götürüyor. Elinde sihirli bir değneği olan gökteki sinirli bir adamdan daha akılcı bir anlayış olduğu kesin.
Bir başka reddiye ise etimoloji aracılığıyla ulaşılandır; etimoloji, yani köken bilimi ırkçılık ve cinsiyetçilik bağlamında insanlığa ve dünyaya büyük zararlar verdiyse de dil-bilimsel yönüyle yaratılış efsanesini kendi yarattığı ırkçılık ve cinsiyetçilikle birlikte "kolay yoldan" çöpe dönüştürdü. Etimolojik olarak ele aldığımızda ne kadar "tanrı, rab, allah, vb." bir otorite belirten kelime varsa zamanının materyalist anlamda efendisi anlamına geldiği görülmekte. Bu da akılcı bir reddiye ama Marx'ın "Radikal olmak, şeylerin kökenini kavramaktır." tespiti ve tarihin her şeyi kapsayan bütünselliği ile birlikte buna eklemlenmesiyle birlikte sonuncu reddiyemizi diğerlerine göre daha da muhteşemleştirecek.
Önce sorunu varlık ve süreğenlik sebebiyle birlikte ele alıp, sonra çözüm odaklı düşünelim. Ne de olsa bu konuyu birden çok açıdan inceleyebiliyor oluşumuz konuyu her anlamda çözüme gebe bırakıyor, özgürlükten kaçış yok. Bu konuda en büyük hata, hatayı olduğu gibi, toplumun ve bireyin kökenini ve yapısını sorgulamadan miras olarak iyisi, kötüsü, doğrusu, yanlışı, gerçeği, yalanı ve yanılgısıyla kabul edip yinelemektir. Diğeri ve en çok yapılanı ise içi boş bir reddiye olarak "göremiyorum, o halde yoktur" diyerek Marx'ın "Görünen gerçek olsaydı bilime gerek kalmazdı." sözüne kulak vermeden konuyu doğrudan bir kenara bırakmaktır. Aslında bu özgürlüğe karşı özgür taklidi yapmaktır, henüz çözümsüz bir inançtır.
Oysa inanç öğrenmeyi baltalar, bilginin önüne geçer ve kimilerinin dediği gibi bilmek huzursuz etmez, her çözüm insan aklını daha da rahatlatır, inanç ise rahatlatsa da iyi gelmez, tıpkı maddenin bağımlısına iyi hissettirmesi gibi iyi hissettirir ama yarattığı kafa karışıklığıyla akıl sağlığını bozar. Dahası "inancın yerine bilinci ve güveni" koymayan bir toplumda inanç iyi insanlara kötü eylemler yaptıran bir araç olabilir. Örnek olarak ilkin hümanist, sevgi dolu ve inançsız bir insanı düşünelim, bu insan öldürmeyi içeriğinde barındıran bir öğretiyi inanç biçimi olarak kabul görürse kötü eylemler yapabilir. Dahası inanç odaklı yaşayan bir toplum düşünelim, bu toplumda kalabalığın bulunduğu bir ortama dürüstlüğüyle tanınan bir yalancı gelerek "buradaki kalabalığın yedisi ..." diye yalan dolayısıyla hakaret ederse sözün muattapları yalanın altında kolaylıkla ezilebilir. Sonuç olarak insanın kötüsü olmaz ama insana kötü eylemler yaptıran inanç kötüdür! Marx'ın da dediği gibi "Din halkın afyonudur!" Burada, akıl sağlığı açısından bilince ve güvene karşı olan inancın reddiyesi, sağladığı özgürlük kapsamını da ele alırsak oldukça etkilidir.
Bir başka reddiye ise "adı var, kendisi yok" akılcılığının "adı ve kendine aldananlara etkisi var ama kendisi yok" boyutuyla varlığıdır. "Evet, bir kavram olarak kullandığımız inanç, yaratıcı, yaratılış, tanrı, allah, rab vb." kelimeler bugün eskiden olduğu anlamıyla içini dolduramasa da var, yani aslında bunlara bugün yüklenilen anlamlarıyla psikolojik rahatsızlık boyutuna evrilen "adı var kendi yok" şeyler diyebiliriz ama bunların yerine geçen "finans oligarşisinin" bunların her türlü etkisini kendi çıkarları uğruna kullandığını söyleme dürüstlüğünü göstererek "adı var kendi yok" demeliyiz. Bunu bir önceki paragrafta ve en çok yapılan reddiyeden sonra tercih edersek kafalardaki bulanıklığı gidermiş oluruz.
Bir başka reddiye ise sözü edilen otorite ya da otoriteleri korku vb. iktidarı olarak ele alıp yapılandır ama tek başına kabul görüldüğünde birey açısından rahatsız edici eylemlere neden olabilir, ne de olsa yalan da olsa aklında korku otoritesi olması kimsenin yararına değildir. Beynin bağlantısallık, birleştirme ve çağrışım yaparak geliştiğini ve yapılandığını bilen çoğu insan beynindeki travmalar bütününe yaratıcı dediğini fark eder.
Evde aile, sokakta serseri, okulda eğitimci, mecliste şoven, televizyon, radyo ve sosyal medyada vb. terör ve suçun her türlüsüyle bir korku otoritesi. Zaten terör kelime anlamıyla baskı ve yıldırma anlamına geldiği için söz konusu otoriteye sermayenin ve terörün bekası için ihtiyaç duyulduğu da basitçe anlaşılır. Dolayısıyla sermaye güçlerinin iç çatışmaları da bu kullan-at gibi görünen araçlara yer yer ve zaman zaman yön veriyor. Bir de beynin yapısını çok zaman önce çözerek onda köleci yollar örüp tarikatlara bağlayanlar var. Artık adlarına ne dersiniz bilemem ama bu şey insan emeğine, aklına ve özgürlüğüne karşı çığırından çıkmış görünmektedir. Sonuç olarak inanç "net olarak" kötüdür; o şarlatanların ekmek kapısıdır. Son reddiyemiz tümleşik durumda olandır. Bu reddiyede korku iktidarının oluşumunu, gelişim sürecini ve ne için kullanışlı olduğunu bütünselliğiyle ortaya koymak gerekiyor. İlkin sözünü ettiğimiz "ad verme yeteneğimizi" sorgulamalıyız.
Bu zaman, buzul çağında mağaralara avlarımızın resimlerini çizerek hiyeroglifler oluşturduğumuz zamanlara uzanıyor. Yani kimse dili yüklü gelmedi, dolayısıyla hiçbir insan doğuştan bir ulusu olarak doğmadı, ulus insandan sonra ve buzullar eridikten sonra avcı-toplayıcı atalarımızın aynı nesnelere doğadan etkilenerek farklı adlar takmasıyla ve yine insanın sistemleştirdiği bir dili öğrenmesiyle var olan insan yaratımı bir şeydir, yenisini yaratmak da büyütülecek bir şey değildir, bu durum fantastik ya da bilim kurgu roman ya da filmlerde de karşımıza çıkabilecek bir şeydir. Ulusların avcı-toplayıcı ya da yerleşik hayat süreçlerine bakarsak, köleci (ilk sınıflı toplum) topluma geçmeden önce doğalarına yabancılaşmadan ilkel de olsa "komün yaşadıkları" görülmektedir.
Aynı uluslar eşitsiz-bileşik gelişme yasasına (her yerde farklı zamanlarda ve aynı olması sebebiyle) uygun olarak doğacı din insanlarının etkisinde, her faklı doğacı din insanının tohumu vb. keşfiyle, bu keşif sonucunda yüce vb. sanılmasıyla, dolayısıyla ileride kendisini planlamadan, çoğunlukla bedeni güçlü avcı-toplayıcıyı ürün deposundan, geriye kalanları da bahçeden sorumlu kılmasıyla iş bölümü yaparak ilk sınıflı toplum olan köleci topluma geçiş süreçlerini başlattı. Dahası insan da tohumlara benzetilerek ve kimi insanlar yüceltilerek zamanla ırkçılığın temelleri de atıldı.
Oysa aynı doğacı din insanı ki din aslına uygun olarak tin diye akıl anlamına gelirken yalnızca doğayı yüce ilan ediyordu ve toplumun duyguları doğaya göre şekilleniyordu. Bu geçiş süreçlerinde sorun yaşanmadı ama kuraklık ya da ürün çürümesi başladığında ve bu din adamı çözüm için "yaratıcı ya da yaratıcılarla" iletişime geçmesi gerektiğini iddia edip şarlatanlığa başvurduğunda sorun başlamak üzereydi. Bahçe emekçisi bu şartlarda hakkını istediğinde, planlamadan sorumlu olan din adamı avcı-toplayıcı depo sorumlusunu tıpkı "asker doğdun" der gibi "sen onlardan yücesin, isyanı bastır" deyip kendi yüceliğine ortak ettiğinde sorun büyüdü ve asker halkı bastırdı. Sınıflı toplum, ilk örneği köleci toplum olarak farklı versiyonlarıyla böyle başladı diyebiliriz.
Ama uluslar yerlerinde durmadılar, büyüdüler, karşılaştı ve rekabet edip, dövüşüp kaynaştılar. Bütün bunların sonucu olarak da günümüz anayasalarına varana kadar emek-sermaye çatışmasının etkisinde toplum sözleşmeleri oluşturma gereksinimi duydular. Örneğin henüz köleci topluma geçmeden ama iş bölümü varken, bir figür olarak Lilit ve eşi yaklaşık olarak aynı fiziksel kuvvetlerdedir, bu sebeple kadının erkekle eşit bir figürü olarak Lilit üretim araçlarından uzaklaştığında, üretim ilişkisi değiştiğinde ilişkide sorun yaşanır. Yaratılışçı ve planlamadan sorumlu şarlatan din adamı cinsiyetçiliği başlatarak kadına "eve git ve çocuk bakımıyla sınırlan" dediğinde üretim araçlarından da uzaklaşan kadının üretim ilişkilerinde yeri olmadığı için zamanla toplum sözleşmesinde (sözde kutsal kitaplarda) miras hakkı da elinden alınır, çünkü üretim biçimi ve üretim ilişkileri toplum yapısını her zaman değiştirir.
Ayrıca bu durum kadının zamanla evrim geçirmesine ve fiziksel olarak erkeğe göre zayıf kalmasına da sebep oldu. Farklı bir süreçte ise, örneğin köleci toplumun başlarında, emekçiler yasalarla boğulurken, sözde ilk kadın ve ilk erkek (bunlar yalnızca figürdür), rabdan "bahçedeki meyveyi yemeyeceksiniz" uyarısını alır ama yılan figürüyle şeytan (İbranice'de düşman anlamına gelir) "'bilme ağacındaki meyveyi yemeyin' diyor, çünk�� yerseniz siz de onun gibi her şeyi bileceksiniz" der. (Tıpkı düzgün beslendiğimizde bireysel ve toplumsal başarı seviyemizin artmasına karşı yeme orucu telkini gibi.) Rab ise Tevrat'a göre yürüyerek gelir ve "ben yeme dedim, siz yediniz" diye belirtir, yani rabbın ayağı vardır, o bir bireydir ve etimolojide (köken biliminde) de tıpkı tanrı, allah vb. gibi efendi anlamına gelir. Bu olay daha önce bahsettiğim halkın hakkını araması durumunun öncesi gibidir ve bahçeden kovulurlar, bu da yazılı tarihe tıpkı önceki toplum sözleşmelerine yansıdığı gibi değişerek yansır, suç yasayı var eder.
Önceki durumda yüce sanılan din adamının, depodan sorumlu bekçi avcı-toplayıcıyı da yüce kılması tıpkı Kuran'da "biz yaptık, biz yarattık, biz kıldık" gibi cümlelerdeki gibi toplum sözleşmelerinde etkili olan ulusiçi ve ulusdışı rekabetlerde efendiler arasında ya da asker ve din adamları arasında paylaşılan iktidar sebebiyledir. (Örneğin Zuhruf suresinin 32. ayetinde "biz kimini, kimine, iş gördürebilmeleri için derecelerle üstün kıldık" der ki bu açıkça biz toplumu mülkiyete göre patron ya da işçi yaptık demektir. Dine metafizik açıdan bakanların bu konuda düşünceleri burada da çöpe gider, çünkü sınıflı toplumda önceden burjuva olup sonradan emekçi olan ya da önceden emekçi olup sonradan burjuva olan birçok insan vardır. Açıkçası onlar kutsal dedikleri kitaplara bütünsel olarak bakmalı ve tek yanlışta silip atmalılardır ama ne yazık ki sermayenin tedaviye müsade etmediği takıntıları sebebiyle anlamsızlığı yol edinmişlerdir.)
Rekabet (savaş, ticaret vb.) diyorum, çünkü kutsal kitap dedikleri bildiğiniz günümüz anayasaları gibi emek-sermaye çatışmasından var olan, zaman zaman emek cephesinin, zaman zaman da sermaye cephesinin sözünü işlediği, ağırlıklı olarak sermaye tekelinde oluşturulduğu için çoğunlukla sermayeden yana toplum sözleşmeleridir ve oluşturulduğu sürecin bilincini yansıtır. Ulusların dünyanın farklı yerlerinden gelip aynı coğrafyalarda buluşmasıyla toplum sözleşmelerinde etkili olan rekabetçi sermaye, bu süreçteki finans oligarşisi gibi o sürecin efendisi allah, tanrı ya da rab vb. birbirleriyle olan her türlü rekabet sonucu birbirlerine örneğin Arapça resul ya da Farsça peygamber denilen ve aynı anlama gelen elçi sıfatıyla sözcüler yolladı ve sürecin kurallarını oluşturmada etkili olup halk ya da sermaye çıkarına yasalar oluşturdular.
Örnek olarak bu sözcüler ya da doğrudan efendiler sermayenin ya da halkın çıkarına kazanımlar elde edince, halk ya da sermaye, diğerine muhammet (övülmeye layık) ya da ali (yüce) gibi sıfatlar taktı. Tüm bunlar, örneğin Kuran'da alfabenin Arapça olmasına karşı birden çok dilden kelimelerin bulunması, bize bu toplum sözleşmesinde uluslararası rekabetin etkisi olduğunu gösteriyor. Ama dahası bu toplum sözleşmeleri başkalaşım geçirdi ve bunlara var olan ya da olmayan bireylere dair birçok anlam yüklendi, bin yıllarca değiştikten sonra, tek kitapta kalıcılaşıp, bir de yetmezmiş gibi etkinliklerini tam olarak sermaye çıkarına çalışan ve beyne köleci kilitler kuran yine köleci tarikatlara bıraktılar.
"Peki tüm bunlar neden hala varlar?" Bu cevabı önceden verilmiş bir sorudur. Marx "Yaşadıklarımızın yanında, çağı geçen üretim tarzlarının devam etmesi sonucu olarak 'dünün mirasının' beraberinde getirdiği bir sürü derdi, çağımıza ait sosyal ve siyasi ilişkilerle birlikte yüklenmek zorundayız. Yalnız yaşayanlardan değil, ölülerden de çekeceğimiz var." derken bugünleri önceden yorumlamış ve "Dinler halk yığınlarının dine gereksinimlerini sezen insanlar tarafından yaratılır." diyerek soruyu cevaplamış. Biz de buna ek olarak ilgili başka soruları yine ilgili alıntılarla cevaplayalım.
Din nedir?
Mao : Din bir zehirdir.
Marx: Marksizm bütün modern dinleri, kişileri ve her türlü dinsel örgütü, işçi sınıfının sömürülmesini ve ezilmesini savunmaya hizmet edecek burjuva gericiliğinin birer aracı olarak görür.
Din neyi öğütler, ne işe yarar ve neye sebep olur?
Engels: Hristiyanlığın toplumsal ilkeleri korkak olmayı, kendini aşağı görmeyi, kendini alçaltmayı, boyun eğmeyi, düşkünlüğü öğütler; ayak takımı yerine konmak istemeyen proletarya, bu durumda, ekmeğinden çok cesaretini, onurunu, gurunu ve bağımsızlık duygusunu gereksemektedir.
Engels: Halkı manevi yollarla dizginlemek gerektiği zaman, din, yığınlar üstünde ilk ve başlıca etkileme aracı olmuş ve hala da olmaya devam etmektedir.
Lenin: Din, bütün yaşamı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere, bu dünyada azla yetinmeyi, kısmete boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve öteki dünyada bir cennet umudunu sürdürmeyi öğretir. Oysa yine din, başkasının emeğinin sırtından geçinenlere bu dünyada hayırseverlik yapmayı öğreterek, sömürücü varlıklarının ceremesini pek ucuza ödemek kolaylığını gösterir ve cennette de rahat yaşamaları için ehven fiyatlı bilet satmaya bakar.
Lenin: Ömürleri boyunca didinip yokluk içinde yaşayanlara, bu dünyada iken "boyun eğer olmak ve tanrısal bir ödül umuduyla avunmak" din ile öğretilir.
Mao: Bir ülkede sık sık dinden ve tanrıdan söz ediliyorsa ya malınıza ya da canınıza kasıt vardır.
Yaratıcıyı kim yarattı?
Lenin: Tanrıları yaratan korkudur.
Din ve kapitalizm arasındaki ilişki nedir?
Marx: Nasıl ki dinde insan, kendi beyninin ürünü olan şeylerin egemenliği altına girmişse, kapitalist üretimde de insan, kendi elinin ürünü olan şeylerin hükmü altına girer.
Lenin: "Yenilenmiş, daha kurnaz bir din verin." İşte burjuvazinin otokrasiden talep ettiği budur.
Din etkisini en çok kime ve ne için gösterir?
Lenin: Din etkisini neden en çok geri kalmış kent proletaryası, yarı-proletarya ve köylü kitlesi üzerinde göstermektedir? Burjuva ilerici aydınları, radikaller ve burjuva maddecileri bu soruya "cahil oldukları için" diye cevap verirler. O zaman da "Kahrolsun din, yaşasın dinsizlik! Ateist görüşleri yaymak başlıca görevimizdir." diye haykırmaya başlarlar. Marksistler ise, bunun doğru olmadığını, aldatıcı bir görüş olduğunu, dar görüşlü burjuvaların fikri olduğunu söylerler.
Bu görüş dinin kökenini yeterince açıklamaz, açıklar da, maddeci biçimde değil, ülkücü biçimde açıklar. Modern kağitalist ülkelerde bu kökler genellikle toplumsaldır. Bugün dinin en derine uzanan kolu, emekçi kitlelerin toplumsal ezikliği ve hergün her saat emekçilere dayanılmaz acıları, savaş, deprem vb. doğal afetlerden çok daha beter kahırları çektiren kapitalizmin karanlık güçleri karşısındaki çaresizliğidir. İşte dinin en derin kökleri bu toplumsal gerçekte aranmalıdır.
Dine karşı ne yapmalıyız ve harekete geçtiğimizde ne ile karşılacağız?
Erich Fromm: Bir öğreti ne kadar mantıksız olursa olsun, toplum tarafından kabul edilerek güç kazandığında, milyonlarca insan toplum tarafından dışlanmayı hissetmektense o öğretiyi kabullenmeyi tercih edecektir.
Marx: Boğuşacak ne kadar çok düşman var. Önce her şekliyle, her cismiyle gericilik.
Marx: İnsanların mutluluğu için ilk şart dinin ortadan kaldırılmasıdır.
Marx: Halkın aldatıcı mutluluğu olarak dini aşmak, halkın gerçek mutluluğunu istemek demektir.
Marx: Dini ön gerektiren devlet, henüz gerçek ve doğru devlet değildir.
Marx: Devlet Hristiyan, Yahudi de Yahudi olarak kaldıkça birinin özgürleşmeyi bahşetmeye güç yetiremezliği gibi, diğeri de elde etmeye güç yetiremezdir. (...) Yahudi, Hristiyan devletten özgürleşmek istemekle, Hristiyan devletin kendi dinsel önyargısını bir kenara bırakmasını istiyor. Peki Yahudi, kendi dinsel önyargısından vazgeçiyor mu? O zaman bir başkasının kendi dininden vazgeçmesini istemeye hakkı var mıdır?
Marx: Ortada ayrıcalıklı bir din yoksa, din de yok demektir. Dinin gücünü çekip alırsanız din diye bir şey kalmaz.
Lenin: Dine karşı savaşmalıyız, bu, her türlü maddeciliğin ve doğal olarak marksizmin ABC'sidir.
Lenin: Gericilik baskıyla değil, insanların eğitilmesiyle yok edilir. Baskılamak, onu canlandırmaktan başka bir işe yaramaz.
Örneğin Sovetlerin ilk yıllarında müslüman işçilere ve köylülere şu çağrı yapılıyordu: İnanç, örf ve adetleriniz, milli ve kültürel kurumlarınız şu andan itibaren serbest ve dokunulmazdır. Kendi milli hayatınızı tam bir özgürlük içerisinde düzenleyin.
Lenin: Dinsel önyargılarla savaşırken son derece dikkatli olmalıyız; kimileri, dinsel duyguları inciterek bu savaşımda çok zarara yol açıyorlar. Propagandayı ve eğitimi kullanmalıyız. Savaşımı aşırı sertleştirmekle yalnızca halkın öfkesini uyandırabiliriz; böyle savaşım yöntemleri, halkın dinsel yollar boyunca bölünmesinin sürmesine vesile olur, oysa bizim kuvvetimiz birliktedir. En derin dinsel önyargı kaynağı yoksulluk ve bilgisizliktir; savaşmamız gereken kötülük de budur.
Lenin: "Din, kişinin özel sorunu olarak kabul edilmelidir." Sosyalistler, din konusundaki tavırlarını genellikle bu sözlerle belirtirler. Oysa herhangi bir yanlış anlamaya yol açmamak için bu sözlerin anlamı kesinlikle açıklanmalıdır. Devlet açısından ele alındığı sürece, dinin kişisel bir sorun olarak kalmasını isteriz. Ancak partimiz açısından dini kişisel bir sorun olarak göremeyiz. Dinin devletle ilişkisi olmaması, dinsel kurumların hükümete değin yetkileri bulunmaması gerekir. Herkes istediği dini izlemek ya da dinsiz, yani kural olarak tüm sosyalistler gibi ateist olmakta tamamen özgür olmalıdır.
Lenin: Proletarya, dinin devletten ayrılması için, dini kişisel sorun durumuna getirecektir. Proletarya, ortaçağ kalıntısı küflenmiş görüşlerden arınan bu siyasal düzende, din aldatmacasının kaynağı olan ekonomik köleliğin kalkması için açık ve yaygın mücadele edecektir.
Lenin: Din konusunda marksizmin görünüşteki "ılımlılığının" kimseyi ürkütmemek vb. endişesinden doğduğunu düşünmek çok yanlış olur. Tam tersine bu konuda da marksizmin siyasal çizgisi, felsefe ilkeleriyle sıkı sıkıya bağlantılıdır.
Lenin: Burada elbette tanrıya inanmadığımızı söylüyoruz ve bizler; din adamları, çiftlik sahipleri ve burjuvazinin sömürücü çıkarlarını korumak için tanrı adına konuştuklarını çok iyi biliyoruz.
Lenin: Yurttaşlar arasında dinsel inançları nedeniyle ayrım yapılmasına kesinlikle göz yumulamaz. Resmi belgelerde bir yurttaşın dininden söz edilmesine de son verilmelidir.
Engels: Din eleştirisinin sonucu şudur: İnsanın en yüksek özü insandır. İnsanı, aşağı, köle, terk edilmiş, acınacak bir öz yapan tüm ilişkiler yok edilmelidir.
Konuyu farklı bir açıdan da ele alalım, birbirleriyle ilişkili en çok anılan dinlerin kitaba bağıl anlayışlarını, kurtuluş ve mülkiyet ilişkisini inceleyim. Konuyu da huzur verici bir varsayımdan sonra yaratılışçılığın sebep olduğu cinsiyetçilik ve ırkçılığa (milliyetçiliğe, ulusalcılığa) alıntılarla bağladıktan sonra kapatalım. Örneğin yahudilik, mezmur 24'e göre "mülk rabbindir" ve levililer 25'e göre "mülk satılmayacaktır, çünkü benimdir" der ve bir yandan "her şeyi rabbe bırak" derken diğer yandan da "kötü amaçlarına kavuşanlara kızma ve üzülme" diye öğütler. Bu durumda egemen sınıf, mülkü de, bunlara inanıp tevekkül eden işçinin emeğini de, onu mezara gömene kadar kolaylıkla sömürür. Nihai öğüdü "bu dünyadaki acılarına ve acı çektirenlere sabret" olarak ortada. Bu dinde bir çeşit yaratıcının bireyi yaşarken de kurtarabileceği belirtiliyor.
Hristiyanlığın kilise tipi manorlara "rabbin malikanesi" diyerek emek gasp ettiği süreçler biliniyor. "Lazarus ve Zengin Adam" hikayesinden hristiyanlığın yoksullara "bu dünyadaki acılarına boyun eğersen, öteki dünyada cennet senindir" öğüdünü çağrıştırdığını biliyoruz. Nihai öğüdü "acı çektirenlere, yani egemen sınıfa da sabret ki ölünce kurtulasın" olarak ortada. Bu din daha kurnaz bir hal almış, rabbe ait olanı "kilise tipi manor" dediğimiz malikanelere indirgemiş ki dinin etkisini gösteremediği kimi egemenler de rahat mülk edinsin. Ayrıca bireyin öldükten sonra kurtulabileceğini belirtiyor.
Müslümanlık ise tevbe suresinin 116. ayetine, mümin suresinin 16. ayetine ve mülk suresinin 1. ayetine göre "mülk allahındır" der. Ama bu konuda daha önce belirttiğimiz Zuhruf suresinin 32. ayetine göre "biz, kimini, kimine iş gördürebilmeleri için derecelerle üstün kıldık" derken "kiminizi patron, kiminizi işçi yarattık" der. Mülk suresinin 2. ayetine göre de "allah hanginizin daha iyi iş yapacağını sınamak için ölümü ve yaşamı yarattı" der. Furkan suresinin 20. ayetine göre "bir kısmınızı, diğer kısmınıza imtihan vesilesi kıldık; bakalım sabredecek misiniz" der ve sonuç olarak nihai öğüdü "sen sınavdasın, biri yer biri bakarken sabır ve şükür ile sebat edersen cennet senindir" olarak ortada
Bir yandan da "cehennem korkusu" ile işçileri sindirmeye çalışarak egemen sınıfın dayatmalarını kabullenilir duruma getirmeye çalışır. Bu din daha kurnazlaşmış durumdadır. Hem egemen sınıfın hem de ezilenlerin konumunu değişmez kılmaya çalışırken, hem de "ama zaten mülk benim değil" yanıltmasıyla ezilen işçileri uyuşturarak, ezilenlere "kaderimiz böyle" safsatasını yutturmayı amaçlar. Yine egemenlere konforu, ezilenlere acıyı ve öldükten sonra egemen sınıfın belirlediği koşullara göre kurtuluşu vaat ediyor.
Finans oligarşisinin otokrasiden neden "küresel ve daha kurnaz olan tek bir din" istediğini ve bu sebeple inanç sistemlerini sentezlemeye çalıştığını, hatta kimilerinin kutsal denilen kitaplar için "kendi dillerinde okunmasınlar, çünkü ateist yapıyorlar" dediğini şimdi daha iyi kavradıysanız, artık nitelikli robotlar vb. gibi korku-kontrol aygıtları üretip dünyanın yörüngesinden insanlığı bir çeşit ortak frekansla o aygıta da bağlasalar, emeğin, bilimin ve dolayısıyla gerçeğin tüm yalanlar karşısındaki zaferini engelleyemezler. Umuyorum ki artık hepiniz inançsızsınız ve yalnızca kimileriniz bunun farkında değil.
Daha önce yukarıda belirttiğim gibi konuyu cinsiyetçiliğe, daha sonra da ırkçılığa (milliyetçiliğe, ulusalcılığa) bağlayarak sorularımıza alıntılarla cevap verelim. Cinsiyetçiliğin kökeninden yine yukarıda söz ettik ama kadın neden hala 2. sınıf insan olarak anılıyor? Lenin "Nerede mülk sahipleri, kapitalistler ve tacirler varsa, orada yasa önünde erkek ile kadın arasında eşitlik olamaz." diyerek bu sorunun cevabını çok önceden yanıtladı.
Kadın ne zaman köle oldu?
Engels: Analık hukukunun yıkılışı kadın cinsinin büyük tarihsel yenilgisi oldu. Evde bile yönetimi elinde tutan erkek oldu; kadın aşağılandı, köleleşti ve erkeğin keyif ve çocuk doğurma aleti haline geldi.
Kadının bugünkü ekonomik-toplumsal durumu nedir?
Marx: Kadınlar tarlada çalışıyor, çocuk doğuruyor, kocalarına, çocuklarına, diğer akrabalara bakıyor. Bu nedenle eğer ailesel bir sorun ortaya çıkarsa tüm dünyaları başlarına yıkılıyor. Bunların yanında, tüm dünyada ezilen kadınların karşılaştığı benzer baskı ve şiddet, kırsal kesimde daha da yoğunlaşmakta ve yaşamı çekilmez kılmaktadır, özellikle de genç kadınlar için.
Marx: Gençler üzerinde, dışarıdaki gelenek otoritesi ve ev içerisinde baba otoritesi yoğun bir şekilde hissedilmektedir. Kendini yaşayamayan, ifade edemeyen gençlik bunalıma girmektedir. Kente göç sonucunda küçük konutlarda kendisine ait odası bulunmayan, yalnız kalamayan, yaşıtlarıyla, özellikle de karşı cinsle iletişim kurması engellenen gençlerin tüm yaşamsal istem ve enerjileri erkek egemen baskı sonucu engellenmekte ve yok edilmektedir. Genç erkekler daha şanslıdır, çünkü "çalışma bahanesiyle büyük şehirlere" giderek aile otoritesinden kaçabilmektedirler, ancak genç kızların tek kurtuluşu evliliktir ve evlilik de kadının gerçekten özgürleşmesini sağlamamaktadır, erkek egemen feodal ilişki bu evlilikte yeniden üretilmektedir. Aile içi otoriteden kurtulmak için evlenen genç kız çoğu zaman aynı özellikli bir aileye gitmektedir. Evlilikte özgürlüğüne müdahale edenlerin sayısı artmaktadır.
Marx: Çapkın burjuva evliliğe yan çizer ve gizlice zina eder; tacir mülkiyet kurumuna yan çizer, spekülasyon, dolaylı iflas yoluyla başkalarını mülkiyetlerinden eder, genç burjuva kendisini ailesinden bağımsızlaştırır, elinden gelirse, kendisi için pratik olarak aileyi dağıtır; ama evlilik, mülkiyet, aile, teorik olarak, dokunulmadan kalır; çünkü onlar, pratik olarak, burjuvazinin üzerlerine egemenliğini kurduğu temellerdir; çünkü onlar, burjuva biçimleriyle burjuvayı burjuva yapan koşullardır; tıpkı durmadan yan çizilen yasanın dindar yahudileri dindar yahudiler yapması gibi.
Engels: M. H. yirmi yaşında, iki çocuğu var; ikincisi henüz bebek ve ona biraz daha büyük olan kardeşi bakıyor. Anne fabrikaya sabah saat beşi biraz geç gidiyor, akşam saat sekizde dönüyor; tüm gün göğsünden süt geliyor, giysileri de sırılsıklam oluyor. (...) Çocukları sakin tutmak için uyuşturucu kullanılmasını da bu rezil sistem besliyor ve fabrika yörelerinde çok yaygınlaşmış bulunuyor.
Marx - Engels: Modern karı-koca ailesi kadının üstü açık ya da kapalı ev köleliği üzerine kurulur. İşte modern toplum, adeta kendi moleküllerini oluşturan bu tip ailelerin biraraya geldiği bir kitledir.
Lenin: Bütün uygar ülkelerde, en ilerilerinde bile, kadınlar gerçekten evcil kölelerden başka bir şey değildir. Hiçbir kapitalist devlette, en özgür cumhuriyetlerde bile, kadınlar tam eşitlikten yararlanmaz.
Lenin: Kadınları da çekmeden kitleleri siyasete çekemezsiniz. Çünkü kapitalizm altında insan türünün kadın yarısı iki kat baskı altındadır. Çalışan kadın ve köylü kadın, sermaye tarafından ezilir, ama bunun ötesinde, en demokratik burjuva cumhuriyetlerinde bile, her şeyden önce, yasa onlara erkeklerle eşitlik vermediği için bazı haklardan yoksun kalırlar; ve ikincisi (ve asıl mesele bu) hane esaretinde kalırlar, "ev köleleri" olmaya devam ederler, çünkü mutfakta ve aile evindeki en sefil, yıpratıcı ve boğucu emeğin ağır yükü altında ezilirler.
Kadın - erkek çatışması doğal mıdır, sınıfsal mıdır?
Engels: Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı-koca evliliği içinde gelişmesiyle; ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla aynı zamana rastlar. (...) Aile içinde erkek burjuvadır, kadın proletarya rolünü oynar.
Kadının aşağılanması erkek için ne ifade etmelidir?
Marx - Engels: Kadın cinsinin aşağılanması aynı zamanda hem uygarlık hem de barbarlığın özsel bir özelliğidir, şu tek ayırımla ki, uygar düzen, barbarlığın yalın biçimde uyguladığı kusurlardan her birini, çift yönlü, belirsiz ve ikiyüzlü, bileşik bir varoluş biçimine yükseltir. (...) Kadının kölelik içinde tutulması olgusundan kimse, erkekten daha derin biçimde cezalandırılmamıştır.
Marx - Engels: Tarihsel bir dönem içindeki değişim, kadının özgürlüğe doğru ilerleyişiyle belirlenebilir çünkü burada zayıfın güçlüye ya da insanın vahşete olan ilişkisi apaçıktır. Kadının erkeğin egemenliğinden kurtuluş derecesi, özgürlüğün en doğal ölçütüdür.
Kadının kurtuluşu nasıl gerçekleşebilir?
Marx: (...) kadınların ve gençlerin üretime sokulması özü bakımından ilerici bir olaydır. Şüphesiz iş gününün düzenlenmesi, sağlıklı çalışma koşulları vb. onlar için çok gereklidir ama kadınların ve gençlerin sanayide çalışmasını yasaklama ya da bu çalışmayı dışlayan ataerkil yaşam düzenini ayakta tutma çabası gericilik olur ve ütopyadır.
Engels: Kadının kurtuluşunun gerçekleşebilir bir duruma gelmesi için, önce; geniş bir toplumsal ölçek üzerinde üretime katılabilmesi ve ev işlerinin onu yalnızca çok önemsiz bir ölçüde uğraştırması gerekir. Bu da, ancak, yalnızca kadınların geniş ölçüde çalışmasını kabul etmekle kalmayıp, ayrıca bunu kesinlikle gerektiren ve özel ev işini gitgide bir kamu sanayii yapmaya yönelen modern büyük sanayi ile olanaklı duruma geldi.
Lenin: İşçi kadınların özgürlüğe kavuşmaları bizzat kendi davaları olmalıdır.
Lenin: Yasa önünde eşitlik, henüz yaşamda eşitlik değildir. Emekçi kadın, yalnız yasa önünde değil, bilakis yaşamda da erkekle hak eşitliğini kazanmalıdır. Bu amaçla, emekçi kadınların kamu kurumlarının yönetimine ve devletin yönetimine gittikçe daha güçlü katılmaları zorunludur.
Lenin: Proletarya, kadınlar için tam özgürlük sağlamadıkça özgür olamaz.
Lenin: Milyonlarca kadın bizimle olmaksızın, proletarya diktatörlüğünü yürütemeyiz, komünist inşaya girişemeyiz. Onlara ulaşmanın yolunu aramalıyız, bu yolu bulmak için incelemeli ve denemeliyiz.
Lenin: Biz, kapitalizm altında büyümüş, kapitalizm tarafından yoksun bırakılmış ve bozulmaya uğramış ama kapitalizmle mücadelenin çelikleştirdiği o erkek ve kadınlarla sosyalizmi kurmak istiyoruz.
Toplumsal kurtuluş için demokratikleşme adı altında özgürlük yeterli midir?
Lenin: Onlara sorun! Hangi cinsin hangi cinsle eşitliği? Hangi ulusun hangi ulusla eşitliği? Hangi sınıfın hangi sınıfla eşitliği? Hangi boyunduruktan ya da hangi sınıfın boyunduruğundan kurtuluş? Hangi sınıf için özgürlük?
Lenin: Demokrasi, kapitalizmin ezdiği yığınlar için, bu arada ezilmiş cinsiyet için olan bir demokrasi bile, bize yetmez.
Kapitalizm milliyetçiliği nasıl kullanır?
Lenin: Savaş proletaryayı bölüp sindirir, kapitalistlerse savaşla zenginleştikleri, ulusal ön yargıları kışkırttıkları ve tüm ülkelerde, en özgürlükçü ve cumhuriyetçi olanlarında bile hortlayan gericiliği güçlendirdikleri için bundan faydalanırlar.
Engels: Liberal iktisat, ulusları çözerek düşmanlığı evrenselleştirmek, her biri ötekilerle özdeş çıkarlara sahip diye insanları birbirini yiyen canavar sürülerine (Rekabetçiler başka nedir ki?) dönüştürmek için elinden geleni yaptı. Bu hazırlık çalışmasından sonra amacına, ailenin çözülmesine ulaşmak için atılacak yalnızca bir adım kalmıştı. Bunu gerçekleştirmek üzere, ekonominin kendi güzel icadı "fabrika sistemi" yardımına geldi.
Ulusun egemenliği, bağımsızlığı mıdır?
Lenin: Sermaye özgürlük değil egemenlik ister.
Lenin: Ezen ulusların işçilerine okulda ve yaşamda, ezilen ulusların işçilerine tepeden bakmaları, onları küçük görmeleri öğretilir.
Lenin: Bir ulusun bağımsızlığı onun egemenliği ile karıştırılmamalıdır.
Manifesto: Burjuvazi tıpkı köyleri kentlere bağımlı kıldığı gibi, barbar ve yarı-barbar ülkeleri uygar ülkelere, köylü ulusları burjuva uluslara, doğuyu da batıya bağımlı kılmıştır.
Manifesto: Bir ulusun kendi içindeki sınıflar arasındaki karşıtlık yok olduğu ölçüde, o ulusun başka bir ulusa olan düşmanlığı da yok olacaktır.
Ezilen ulus sorunu nasıl ortadan kalkar?
Marx: İnsanın insan tarafından sömürülmesi ortadan kaldırıldığı ölçüde, bir ulusun başka bir ulus tarafından sömürülmesi de ortadan kaldırılmış olacaktır.
Lenin: Her ulusal kültür, gelişmiş olmasa bile, demokratik ve sosyalist bir kültürün öğelerini içerir. Çünkü her ulusta, yaşam koşulları zorunlu olarak demokratik ve sosyalist bir ideolojiyi doğuran, sömürülen bir emekçi yığını vardır.
Lenin: Ulusal kültür sloganı (çoğu kez kara yüzlerin ve papazların ilham ettiği) bir burjuva aldatmacasıdır. Bizim sloganımız, demokratizmin ve dünya işçi hareketinin enternasyonal kültürü sloganıdır.
Lenin: Bizim amacımız, insanlığın sınıflara bölünmesini yeryüzünden silerek, insanın insanı ve bir ulusun başka ulusları sömürmesini yeryüzünden silerek, bütün "savaş olasılıklarını" zorunlu olarak ortadan kaldıracak olan sosyalist (komünist) toplum düzenini kurmaktır.
12 Mart 1952 SSCB Kanunu'nda "Savaş çıkarmak, savaş propagandası yapmak insanlık suçudur." yazıyordu.
Lenin: Bizim sosyalizme bağladığımız şey "ulusların hürriyet ve birliğinin politik biçimi" olan dünya birleşik devletleridir.
Mao: Ulusal mücadele, eninde sonunda bir sınıf mücadelesi meselesidir.
Milliyetçilik neden yok oluyor?
Manifesto: Ulusal tek yanlılık ve dar kafalılık her geçen gün biraz daha olanaksızlaşmakta, çok sayıda ulusal ve yerel edebiyattan bir dünya edebiyatı doğmaktadır. Milliyetçiliğin yok oluşunu hızlandırmak için neden yurtsever olmalıyız?
Mao: Enternasyonalist olan bir komünist, aynı zamanda bir yurtsever de olabilir mi? Biz sadece olabileceğini değil, olması gerektiğini de savunuyoruz. Yurtseverliğin somut muhtevası, tarihi şartlar tarafından belirlenir.
Lenin: Herhangi bir toplumsal sorun incelendiğinde, o sorunun, belirli tarihsel sınırlar içinde formüle edilmesi ve eğer özel olarak bir yurt söz konusuysa (örneğin belli bir ülke için yerel program gibi) o yurdu öteki yurtlardan aynı tarihsel dönem içinde ayırteden özelliklerin hesaba katılması, marksist teorinin kesin bir gereğidir.
Lenin: Yalnız bir tek gerçek "enternasyonalizm" var; o da insanın ana yurdunda devrimci hareket ve savaşımın gelişmesi için özveriyle çalışmasına, istisnasız tüm yurtlarda, aynı savaşımı-çizgiyi ve yalnız onu (propaganda, yakınlık, maddi yardımla) desteklemesine dayanır.
Lenin: Başlangıç yaptık. Ne kadar zamanda ne zaman, hangi ulusun proleterleri bu işi sonuna vardırırlar bu soru önemsizdir. Önemli olan buzun kırılmış, yolun gösterilmiş ve açılmış olmasıdır.
Engels: Mezopotamya'da, Yunanistan'da, Anadolu'da ve başka yerlerde, ekin yeri açmak için ormanları kökünden söken insanların, bu suretle, bu ülkeleri rutubetin birikme ve korunma merkezlerinden mahrum bırakarak, onların bugünkü boşluğuna (ve çoraklığına) sebep oldukları rüyalarına bile girmemişti. Alp dağlarında yaşayan İtalyanlar, dağların kuzey yamacındaki çamlıkları (güney yamaçlarda büyük bir gayretle korunmasına rağmen) kökünü kestiklerinin farkına bile varmamışlardı. Onlar, bu hareketleriyle aynı zamanda dağ kaynaklarını, vadiyi yağmurlarda çılgın sellerin basacağının da farkında değillerdi. Avrupa'da patates ziraatini önerenler, aynı zamanda bu unlu yumrularda tüberküloz hastalığını da önerdiklerini bilmiyorlardı. Böylece her adımda ister istemez fark ediyoruz ki, biz doğa üzerinde, bir istilacının yabancı bir ulus üzerindeki egemenliği gibi, doğanın dışında bulunuyormuşçasına hüküm süremeyiz.
YURTTA SOSYALİZM, CİHANDA KOMÜNİZM!
0 notes
kendiylehasirnesir · 1 year
Text
Türcü doğar mıyız, olur muyuz? Sahi ne ki bu türcülük?
Richard Ryder, "türcülük" ifadesini ilk kez 1970 yılında, hayvanların bilimsel araştırmalarda denek olarak kullanılmasına karşı çıktığı bir makalesinde kullanmıştır (Sueur, 2019). Daha sonra Singer'in 1975 yılında ilk kez yayınlanan 'Animal Liberation' adlı kitabında bu terim tanımıyla birlikte yer aldı (Singer, 2015). Bu kitapta Singer, türcülüğü, türlerin kendi çıkarlarını gözettiği ve diğerlerinden daha fazla yararlandığı ve diğer türlerin çıkarlarına karşı olduğu bir önyargı veya yanlılık olarak tanımladı. Bu tanım psikologların dikkatini çekti ve birçok psikolog bu olguyu etik, gruplararası ilişkiler vb. gibi farklı yönlerden incelemeye başladı (Pele, vd., 2021; Dhont vd., 2019).
E dolayısla, yeni yetme bir çiftçi, ayrıca yıllarını LGBTİ+'ların insan haklarına adamış bu sosyal psikoloğun da dikkatini çekmiş bulunmakta.
Genel olarak hayvanlara yönelik önyargı olarak değerlendirebileceğimiz türcülüğün gelişimsel sürecine bakmakta yarar var. İnsanlar sıklıkla birbiriyle çatışan ahlaki inançlara sahiptir ve sorgulanabilir ve çelişkili ahlaki uygulamalar kullanırlar. Psikolojide buna “moral acrobatics” (türkçesini bilmiyorum) denir (McGuire ve diğerleri, 2020). Hayvan-insan ilişkisine gelince kendimizle çeliştiğimiz birçok noktanın olduğu görülüyor. Özellikle de büyürken.
McGuire ve meslektaşları (2020) yaptıkları bir çalışmada, moral acrobatics'i mümkün kılan bazı psikolojik mekanizmaların, insanların çocukluk döneminde hayvanlara nasıl davrandıklarıyla ilgili olup olmadığını araştırdılar. Çocukluktan yetişkinliğe kadar (9-11 yaş), (18-21 yaş), (29-59 yaş) olmak üzere üç farklı yaş grubunu karşılaştırmışlardır. Araştırmanın sonuçları, yetişkinlerle karşılaştırıldığında çocukların türcülüğü veya bir kişinin ahlaki değerini yalnızca tür üyeliği temelinde yargılama eğiliminin daha az olduğu görülmüştür. Ek olarak, katılımcıların yaş aldıkça hayvanlara bakış açılarının değiştiği ve yetişkinlerin, çocuklara kıyasla çiftlik hayvanlarını evcil hayvan olarak sınıflandırmak yerine daha çok yiyecek olarak sınıflandırmaya başladığı görülmüştür. Diğer bir dikkat çeken sonuç ise, çocukların, insanlara veya köpeklere domuzlardan daha farklı davranılması gerektiğine inanmıyor oluşları, ancak genç yetişkinler ve yetişkinlerin, insanlara ve köpeklere domuzlardan daha iyi davranılması gerektiğine inandıkları oluyor. Benzer bir mantıkla, yaşlı katılımcılar hayvansal ürünleri yemeyi genç katılımcılara göre ahlaki açıdan daha yeterli olarak değerlendirdiler. Dolayısıyla, bu araştırma ile yaşa bağlı farklılıklar ile ahlaka dayalı yargıların yaşam boyunca edinildiği teorisiy arasında bir ilişkinin keşfedildiği söyleyebiliriz.
Bu açıdan bakıldığında diğer tutumlar gibi türcülüğün de öğrenilmiş bir önyargı olduğunu görebiliyoruz. Türcü doğmayız, türcü oluruz. Dolayısıyla derdimiz daha eşitlikçi bir ekosistem yaratmaksa, bunu okullardaki eğitimimize dahil etmekle başlayabiliriz. Tabii bizim coğrafyada buna ne zaman sıra gelir bilinmez, bilinmez.
0 notes
erenoyaeren · 5 years
Photo
Tumblr media
#Repost @apeironur with @make_repost ・・・ Salgınlara ve sebeplerine bakın. Mers, ebola, sars, deli dana, domuz gribi, kuş gribi, covid-19 ve diğerleri... Hemen hepsinin sebebinin insanın doğa ve insan harici hayvanlar üzerindeki tahakkümü; hayvan yeme/kullanma davranışı olduğunu göreceksiniz.⠀ ⠀ Toplumun genelinin doğru sayması, bir şeyin yanlış olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Geçmişten bugüne süregelmiş gelenekler ve alışkanlıklar, doğru ya da ahlâkî olmayan tutum ve davranışlarla şekillenmiş olabilir. Bazı gerçekler ve doğrularsa toplum nezdinde "şu an için" genel kabul görmeyebilir. @dxe_wayne'in değindiği şu gerçek gibi: "#Koronavirüs sadece bir semptomdur. 'Hayvancılık' hastalığının bir semptomu..."⠀ ⠀ Tüm bu hastalıkların, salgınların önüne geçilmesi mümkün. Çözüm; #vegan yaşamın bir boyutu olarak hayvan kullanımına dayalı beslenme alışkanlıkları yerine bitkisel beslenmek...⠀ .⠀ .⠀ .⠀ .⠀ .⠀ #coronavirus #koronavirüsü #hayvanhaklarıveganlıktır #veganol #vegan #türcülük #ig_turkey #cumartesi #haftasonu #hayvanaşiddetehayır #hayvanlaralemi #hayvansever #hayvanseverler #gününfotosu #virus #virüs #bilim #aşı #doğa #speciesism #ekoloji #hayvancılık #hayvançiftliği #cuma #bitkiselbeslenme #sağlık https://www.instagram.com/p/B980UTQpzYy/?igshid=1f83bpzstbel6
1 note · View note
cnarozyilmaz · 3 years
Photo
Tumblr media
Reposted from #repost @pawguard "Birçok açıdan, hayvanat bahçesi, kontrol çağının içeriğinde bulunan kavramlara örnek oluşturur: keşfetme, hakimiyet kurma, faşizim, gösterişçilik, üstünlük sağlama hırsı, yönetme isteği…” demiş David Ehrenfeld Ethics on the Ark’ta.⠀ ⠀ Hayvan hapisaneleri üzerine Steve Best ile devam: “Hayvanat bahçeleri, gezegendeki hayata son verilmesinin, hayvan türlerinin yok edilmesinin ve insan gücü patolojisinin kontrolden çıktığının bir göstergesidir. İnsanın, doğal hayat üzerinde hakimiyet kurma arzusunun bir sonucu olarak oluşturulan hayvanat bahçeleri, en başta gelen güç ilişkisi belirtisidir. Modern hayvanat bahçeleri, emperyalizmin ötekiyi teşhir etme ve izleyiciyi imtiyazlı bir pozisyona sokma geleneğinin bir kopyasıdır. İzleyici istediği zaman gelebilir, izleyebilir ve gidebilir; oysa hayvan orada kalmak zorundadır.⠀ ⠀ 19. yy. sonlarında ve 20 yy. başlarında insanlar hayvanlarla beraber kafeslerde tutulup gösteri yapmaya zorlanıyorlardı. #ırkçılık'ın ve #türcülük'ün en üst seviyede olduğu durumlar görüldü. Farklı yaşamları çok çirkin yöntemlerle halkın gözü önüne serip, insan yaşamlarının eğlence unsuru haline getirilmesine neden oldular. Gösterilerde tercih edilen insan tipleri daha çok cüceler, ilginç vücut yapısına sahip insanlar, ilginç görünümlü kadınlar, hastalıklı kişilerdi.⠀ ⠀ İnsancıl yaklaşımlar böylelikle sona doğru yaklaşmış oldu. Günümüzde maalesef bazı sirklerde hala bu tarz uygulamaların yapıldığı biliniyor. Zaman içinde yol alan ahlâki ilerleme, insanların kafeslerde sergilenmesinin yanlış olduğunu düşündürtmeye başladı insana… Ve şimdi de umutla, aynı şekilde hayvanat bahçelerinde birer sömürü aracı, ticari nesne olarak tutulan hayvanların haksızlığa uğradıklarının fark edileceği günün gelmesini bekliyoruz.” -Steve Best (Hayvanat Bahçeleri ve Doğanın Sonu)⠀ .⠀ #HayvanatBahçeleriKapatılsın #pawguards (Düzce) https://www.instagram.com/p/CUSMAoqskFg/?utm_medium=tumblr
0 notes
perfavor · 4 years
Text
bişe diyim mi tüm kadınları çok seviyorum bana yamuk yapanın bile yeri gelse yanında dururum ama erkeklere sümüklü böcek muamelesi yapmadan duramıyorum elimde değil
8 notes · View notes
epifizz · 2 years
Note
Türcülük hakkında ne düşünüyorsun? Türler arasındaki değer farkını kabul ediyorsan bu farkı oluşturan özellikler nelerdir?
Hümanizmanın altında yatan yüzü olduğunu, bencillik ve empati yoksunluğuyla dolu çok dar bir çerçeveden bakılan bir pencere olduğunu düşünüyorum. İnsan kendine ve kendi için işlevsel olana önem atfetmeye meyillidir elbette ancak bu meyilin altında yatan ego tatmini ihtiyacını, gerçekliğin kendisinden ayıramıyorsak o zaman bir çarpıklık ihtiva etmeye başlıyoruz demektir...
4 notes · View notes
veganlogicdinamo · 2 years
Photo
Tumblr media
🙏🏼😌 #Repost @vegangagarin ・・・ Elbette hakaret, tehdit, sindirme çabaları kimden gelirse gelsin kınıyorum. Buna "bizimkiler" de dahil. @veganzulal #vegangagarin #vegan #veganol #govegan #sömürü #hayvan #hayvanhakları #hayvanözgürlüğü #hayvansever #hayvansevgisi #çevre #doğa #iklim #türcülük #karnizm https://www.instagram.com/p/Cnwfo7_Ii6i/?igshid=NGJjMDIxMWI=
3 notes · View notes
Tumblr media
#Repost @vegangagarin ・・・ »Veganlar soya sütü içip tofu yiyerek yağmur ormanlarını yok ediyor!« 🥴 Bu grafik seni birçok gereksiz tartışmadan ve veganizmi akıllarınca geçersizleştirmeye çalışanların mesnetsiz argümanlarından kurtaracak! Sadece bir dahaki sefere göstermen yeter. Tofu, soya sütü ve soya sosu. Bunlar tüketicilerin soya kelimesini duyduklarında akıllarına gelen ürünler. Ancak yumurta, hayvansal süt ve hepsinden önemlisi hayvansal et çoğunun aklına gelmez. Hasat edilen soyanın yaklaşık yüzde 80'i öğütülerek işlenir ve toprakta başlayan yolculuğu hayvan yemine dönüştürülmek üzere yem sanayisinde son bulur. Dünya çapında hayvansal ete olan yüksek talebin yarattığı açık, başta et sektörünün çıkarı doğrultusunda maliyetinin düşük olması ve besleyiciliğinin yüksek olması nedeniyle soya yemi ile kapatılıyor. Bunun için daha fazla tarım alanına ihtiyaç duyulması nedeniyle binlerce yıldır var olan yağmur ormanları yok edilerek tarım alanına dönüştürülüyor. 2011'den 2018'e kadar sadece Brezilya savanlarında ve Bolivya'nın Amazon havzasında 800.000 hektar yağmur ormanı yok edildi. Buralarda daha çok soya amaçlı tarım yapılıyor. Dünyadaki ekilebilir arazilerin %83'ten fazlası hayvancılık sektörü tarafından talan ediliyor, kirletiliyor. Yol açtığı çevre tahribatının haddi hesabı yok. Küresel ısınmaya olan katkısı ise diğer her şeyden çok daha fazla. Bu bilimsel gerçeklere rağmen mi yağmur ormanlarını biz veganlar yok ediyoruz? 😉 🥕 İçerikleri değerli buluyorsan beğeni, yorum ve paylaşımlarla destek olabilirsin 🥕 #vegangagarin #vegan #veganol #govegan #sömürü #hayvan #hayvanhakları #hayvanözgürlüğü #hayvansever #hayvansevgisi #çevre #doğa #iklim #türcülük #karnizm https://www.instagram.com/p/CmAFhPJroH0/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
Text
1.5 yıl sonra anneannemin köy evine gidicem bugün. Bir bakıma heyecanlıyım çok anım,çocukluğum var ve en çok değer verdiğim insanlardan birini dekaybettiğim ev. Ve bizimkiler bugün adak adı altında bir hayvanı katledecekler. Neyse ki ben gitmeden tamamlanmış olacak. Evet kesinlikle katliam. Vejetaryen değilim,vegan da. Et sevmediğim kesin deniz ürünleri hariç. Türcülükse evet türcülük. Neyse..
2 notes · View notes
nesepalamudu · 5 years
Text
Tumblr media Tumblr media
türcülük karşıtı olmak bir bakıma şey gibi geliyor. gecikmiş bir gerçeklik. zamanında kölelik de normal sayılıyordu ama devir değişti. kimi zamanlar olmuş bazı insanlar oturup kadın insan mıdır'ı konuşmuş. bazı zamanlar olmuş siyahiler ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmüş. bazen vatandaş muamelesi de görmemiş orası ayrı bi cehalet. gün gelecek ve insanlar geriye bakıp, geçmişte gerici insanlar hayvanları sömürmüş diyecek. tarihe gömülmüş o insanlar biz olacağız. yani umarım insanlık o biçimde ileri doğru bir yol izler ve yeryüzünü kurtarmak adına üzerindeki canlar üzerinde tahakküm kurmayı da sonlandırır. yoksa sonlanan canlıların yaşamı olacak orası bir gerçek.
soya kıymalı bir börek ikram edildi. mustafa tadına baktığı anda gözleri irileşti ve dönüp "gerçeğinden daha güzel" dedi.
bazen düşünüyorum. bazenden daha fazla olabilir. çok sorguluyorum değerlerimi. aklıma ve vicdanıma yatmayan şeye inanmıyorum. ve bazen birileri çıkıp, inancımı sorgulamaya kalktığı zaman, kendilerinde bu haddi nasıl bulduklarını anlamıyorum.
herkesin kendi tanrısı, kendi inancı var. herkesin hesap vermesi gereken ise kendi vicdanı. ben kendi vicdanımdan başka hiçbir merciye bir hesap borçlu değilim. hadlerimizin üzerinden bir daha geçelim.
21 notes · View notes
begolas · 5 years
Text
türcülük yapmayın kedileri de yiyin
4 notes · View notes