Tumgik
#tas köprü
schair38 · 2 years
Text
Adana Taş Köprü, nehrin suyu çekilmiş Adana Şehrinde bir kaç saat
Tumblr media
0 notes
pazaryerigundem · 2 days
Text
O hatta 4,5 ayda 200 binden fazla yolcu taşındı
https://pazaryerigundem.com/haber/187915/o-hatta-45-ayda-200-binden-fazla-yolcu-tasindi/
O hatta 4,5 ayda 200 binden fazla yolcu taşındı
Tumblr media
İstanbul-Sivas Yüksek Hızlı Tren Hattı ile seyahat eden yolcu sayısı 4,5 ayda 200 bin 186’ya ulaştı. Açıldığı tarihten bu yana Ankara-Sivas Yüksek Hızlı Tren Hattı ile 1 milyon 306 bin 159 yolcu seyahat etti.
ANKARA (İGFA) – Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Ankara-Sivas Yüksek Hızlı Tren Hattı’nın 26 Nisan 2023 tarihinde hizmete sunulduğunu, İstanbul-Sivas Hattı’nda ise yolcu taşınmasına 4 Mayıs 2024’’te başlanıldığını hatırlatırken, “Kırıkkale, Yozgat ve Sivas illerinin Ankara merkezli YHT ağına bağlanmasıyla yaklaşık 1,3 milyon vatandaşın hızlı tren konforuyla tanıştığını söyledi.
Açıldığı tarihten bu yana Ankara-Sivas YHT Hattı ile 1 milyon 306 bin 159 yolcu seyahat ettiğini kaydeden Bakan Uraloğlu, “Sadece 4,5 ayda ise İstanbul-Sivas YHT Hattı ile seyahat eden yolcu sayısının 200 bin 186’ya ulaştığını belirtmek istiyorum. Bu ilginin, yeni istasyonların hizmete girmesiyle daha da artmasını bekliyoruz. Her yeni istasyon, sadece bir ulaşım noktası değil, aynı zamanda bölgelerimiz arasındaki bağı güçlendiren bir köprü vazifesi görüyor” dedi.
Tumblr media
ELMADAĞ VE YILDIZELİ İSTASYONLARI 23 EYLÜL’’DE HİZMETE AÇILIYOR
İstanbul-Ankara-Sivas YHT Hattı’nda yer alan Kırıkkale, Yerköy, Yozgat, Sorgun ve Akdağmadeni istasyonlarının ardından Yıldızeli ve Elmadağ istasyonlarının da yolcuların hizmetine açılacağını bildiren Bakan Uraloğlu, “En son 23 Ağustos’ta yolcu kullanımına sunulan Yerköy İstasyonu’nun ardından Yıldızeli ve Elmadağ istasyonlarımızı da 23 Eylül günü hizmete alıyoruz. Yarından itibaren hem İstanbul-Sivas YHT hem de Ankara-Sivas YHT, vatandaşlarımızın konforlu ve hızlı ulaşım ihtiyacına cevap veren bu iki istasyonumuzda yolcularını karşılayacak.” diye konuştu.
Türkiye’’nin YHT ağına ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Bakan Uraloğlu, 2 bin 251 kilometrelik hızlı tren hattının, Türkiye’nin kalkınma hedeflerine katkı sağladığını kaydetti.
Bakan Uraloğlu, “Hızlı tren ağımız, sadece bir ulaşım yatırımı değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal bir kalkınma hamlesidir. Şehirlerimizi birbirine yaklaştırıyor, ekonomik faaliyetleri canlandırıyor, turizme de önemli katkılar sağlıyoruz. Vatandaşlarımız, artık daha kısa sürede ve daha güvenli bir şekilde seyahat edebiliyor. Ulaşımda daha güçlü ve daha modern bir Türkiye için çalışıyoruz” diye konuştu.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
cointahmin · 1 year
Text
Coinbase’in layer 2 protokolü BASE, üzerinde başlatılan yeni projeler nedeniyle son vakitlerde son derece tanınan hale geldi. Paradigm takviyeli bir proje olan Friend.tech, 24 saat içinde elde edilen toplam fiyatlarda Tron, Uniswap, Bitcoin ve öteki tanınan DeFi projelerini geride bıraktı. Yeni başlatılan toplumsal medya platformu etrafındaki bu heyecan devam ederse, yaklaşık 13 milyar dolarlık TVL’ye sahip olan altcoin LidoDAO’yu bile geçebilir. İşte detaylar…Friend.tech popülaritesi, Base’i öne çıkardıCoinbase’in Layer 2 tahlili, friend.tech’in popülaritesi nedeniyle bir defa daha ön planda. Yeni başlatılan proje, Tron, Uniswap, MetaMask ve gibisi kimi ağır topların üstesinden gelerek son 24 saat içinde 1,12 milyon dolarlık fiyat elde etti. Coinbase’in layer 2 tahlili BASE, yatırımcıların paralarını zincirden çekmelerine müsaade veren bir köprü olmadan evvel bile büyük bir hit oldu. Belirsizliğe karşın yatırımcılar, birkaç saat içinde kolay kolay 10 kattan fazla getiri sağlayacak yeni piyasaya sürülen tokenlerden faydalanmak için zincire milyonlar gönderdi. Çok sayıda dolandırıcılığa ve rug pull’a karşın, Layer 2 tahlili hala popülerliğini korumakta.Yükseklere çıkan bu türlü bir protokol friend.tech; yatırımcıların tanınan influencer’larının paylarını satın almalarını sağlayan bir toplumsal medya platformu. Influencer’lar, karşılığında, kullanıcılarından süreç fiyatlarının bir kısmını alırlar. Öte yandan, influencer paylarını satın alanlar, influencer’larına direkt erişim ya da irtibat kanalı elde edebiliyor. Projenin Venture Capital Paradigm tarafından desteklendiğinin açıklanmasının akabinde platformdaki hareketlilik süratle arttı. Artık, bu protokol tarafından üretilen 24 saatlik fiyatlar Tron, Uniswap, MetaMask ve benzerlerinden daha yüksek.Veriler, en büyük altcoin projelerinin geride kaldığını gösteriyorDeFiLlama gösterge tablosunda görüldüğü üzere, 24 saat içinde üretilen toplam fiyat 1,12 milyon dolardır. Gelir açısından proje, yaklaşık 13 milyar dolar bedelinde toplam kilitli kıymete (TVL) sahip olan LidoDAO’yu bile geride bırakıyor.  Dune Analytics’ten alınan datalar, BASE’in günlük süreç sayısının lansmanından birkaç hafta sonra Optimism ve Arbitrum üzere büyük Layer 2 projelerini geride bıraktığını ortaya koyuyor. Şu anda Arbitrum’un günlük süreç sayısı 636.720 civarında seyrederken BASE’inki 646.440’ta bulunuyor.friend.tech etrafındaki heyecan kısmen airdrop puanları ve birinci atılım avantajından kaynaklanıyor olsa da, vakit geçtikçe birebir düzeyleri koruyup korumayacağı kesin değil. Ne olursa olsun, yakında daha düzgün bir teknoloji ve arayüze sahip taklitçi bir projenin ortaya çıkacağını ve friend.tech’in popülaritesini, fiyat ve gelir hissesini çalacağını varsaymak çok da güç değil.
0 notes
tarimormanhaber · 2 years
Text
Samsun’da Traktör Köprüden Dereye Uçtu: 1 Ölü
Samsun’un Alaçam ilçesinde meydana gelen kazada traktörün köprü üzerinden dereye devrilmesi sonucu Ahmet Kodal hayatını kaybetti. Alınan bilgiye göre, İncirli Mahallesi’nde Ahmet Kodal’ın kullandığı 55 TA 095 plakalı traktör, köprüden dere yatağına devrildi. Yaralanan sürücü, sağlık ekipleri tarafından Alaçam Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Kodal, burada yapılan müdahalenin ardından Bafra…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
huseyinerol3453 · 2 years
Photo
Tumblr media
DEĞERLİ DOSTLAR, BİR KAÇ SENE ÖNCE DİYARBAKIR - BİTLİS YOLU ÜZERİNDE MALABADİ KÖPRÜSÜNÜ ZİYARET ETMİŞTİK. TÜRKÜLERE KONU OLAN VE DİYARBAKIR BİTLİS-SİİRT YOLU ÜZERİNDE SINIRDA DİCLE NEHRİ ÜZERİNDE KURULU KÖPRÜ. RİVAYETE GÖRE BU NEHİR GEÇİT VERMEZ BİR NEHİRDİ. YİĞİTLERDEN BİR YİĞİT BU NEHİR ÜZERİNDE HALKLA BİR KÖPRÜ YAPILMASINI İSTEDİ. ANCAK HALK BU KÖPRÜNÜN YAPIMINDA İSTEKLİ OLMAYINCA TEK BAŞINA KENDİ İMKANLARI İLE BU KÖPRÜYÜ YAPMAK İSTEDİ. ANCAK KÖPRÜYÜ YAPARKEN BOĞULDU. NİŞANLI İDİ. HALK ÇOK ÜZÜLMÜŞ. DAHA SONRA HALK TA KALAN KISMINI TAMAMLAYARAK KÖPRÜYÜ KULLANIMA AÇTILAR. BU ŞAHSIN DESTANINDAN HATIRLADIĞIM UFAK BİR CÜMLECİĞİ YAZIYORUM . MALABADİ KÖPRÜSÜ. ORDA BAŞLADI, BİTTİ. BİR GARİBİN ÖYKÜSÜ. EN İÇTEN DİLEKLERİMLE SELAM 👋SEVGİ, SAYGI VE DUA İLE 👐. https://www.instagram.com/p/ClsUQEAjbtY/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
hetesiya · 3 years
Text
"İNSANLAR VARDIR Kİ, HER ŞEYLERİ EKSİKTİR, FAKAT YİNE DE BİRŞEYLERİ FAZLADIR" KURTULUŞ - NİETZSCHE
Tumblr media
Siz de çok defa soruyorsunuz. Zerdüşt kim? Bu bizim neyimiz. Bana olduğu gibi kendinize de soruyorsunuz. O, bir adayıcı mıdır, bir gerçekleştirici midir, bir fatih midir, yoksa bir varis midir, bir güz müdür, yoksa bir sapan demiri midir, bir hekim midir yoksa bir şifa bulan mıdır? Bir şair midir yoksa bir gerçek midir? Bir kurtarıcı mıdır yoksa bir bağlayıcı mıdır? Bir hayır mıdır yoksa bir şer midir? Ben insanlar arasında geleceğin parçaları arasındaymışım gibi dolaşıyorum, gördüğüm geleceğin. Benim bütün şiirim ve düşüncem : Parçaları, bilmeceleri ve korkunç rastlantıları tek parça haline getirmektir. Ve eğer insan; şair, bilmece çözen ve rastlantıdan kurtaran olmasaydı , insan olmaya nasıl dayanabilirdim?
Kurtuluş Hakkında
“Herşey sona eriyor, onun için herşey bitmeye layıktı.”
Zerdüşt birgün büyük köprünün üstünden geçerken etrafını sakatlar ve dilenciler aldı. Bir kambur ona şöyle dedi: “Bak Zerdüşt, halk da senden bir şeyler öğreniyor ve senin mezhebine inanıyor. Ama halkın sana tamamen inanması için birşey daha gerekir: Biz sakatları da ikna etmelisin. Bak içimizde her çeşidi var. Körleri gördürebilirsin, kötürümleri yürütebilirsin, kamburları biraz düzeltebilirsin. Zannederim ki sakatların Zerdüşt’e inanması için en iyi çare budur.” Zerdüşt konuşana şu cevabı verdi: “Kamburun kamburluğunu alsak canı da alınmış olur. Halk buna inanır. Ve eğer körün gözünü geri versek, dünyada kötü şeyleri çok görür ve bu yüzden kendisine şifa verene lanet eder. Kötürümü yürüten, ona en büyük zararı verir, çünkü yürümeye başlayınca günahlar da onunla beraber harekete geçer. Halk kötürümler için böyle der. Ve eğer halk, Zerdüşt’ten birşey öğreniyorsa Zerdüşt halktan niye birşey öğrenmesin?
Fakat ben, insanlar arasında bulunalı beri görüyorum ki, birinin tek gözlü, öbürünün sağır, bir üçüncüsünün de topal oluşu ve başka birinin dilini, burnunu veya kafasını kaybetmiş olması önemsiz şeydir.
Ben daha kötü şeyler gördüm ve görüyorum. Öyle ki, hepsini anlatamam. Bazıları hakkında da susmam. İnsanlar vardır ki, her şeyleri eksiktir, fakat yine de birşeyleri fazladır. İnsanlar vardır ki; büyük bir gözden, büyük bir ağızdan, büyük bir karından veya herhangi bir organdan başka birşey değildirler. Bunlara ters kötürümler derim.
Yalnızlığımdan dönüp de ilk defa bu köprü üzerinden geçerken gözüme inanamadım. Bir baktım, bir daha baktım. Sonunda şöyle dedim: ” Bu bir kulaktır, bir insan kadar büyük bir kulak.”
Daha dikkatli baktım; kulağın altında bir şey kımıldıyor ki, acınacak kadar küçük ve çelimsizdi. Gerçekten o muazzam kulak küçük ince bir sapın üstünde oturuyordu. Sap bir insandı. Gözünün önüne bir mercek koyan onda; küçük, kıskanç bir surat ve bulanık bir ruhçuk ta görebilirdi. Fakat halk bu büyük kulağın yalnız bir insan değil, büyük bir insan, bir dahi olduğunu söylüyordu.
Fakat ben halka, büyük insandan söz ettiği zaman hiçbir şekilde inanmadım. Ve büyük insan dedikleri şeyin bir kötürüm olduğuna ve bir çok şeyinin eksik, yalnız bir şeyinin fazla olduğuna hükmettim.”
Zerdüşt, kambura ve onun temsil ettiklerine bu sözleri söyledikten sonra derin bir kederle çömezlerine döndü ve şöyle dedi :
Gerçekten dostlarım ben insanlar arasında, insan kırıntıları ve oranları arasındaymışım gibi dolaşıyorum.
Gözüm için en korkunç şey, insanı paramparça olmuş; bir savaş sahasında veya kasap dükkanındaymış gibi görmektir.
Gözüm bugünden geçmişe kaydığında da aynı şeyi görür. Parçalar, organlar ve korkunç rastlantılar. Fakat hiçbir insan göremiyor.
Dünyanın şimdiki ve geçmişteki hali; ah dostlarım, benim en tahammül edemediğim şey budur. Eğer ben gelecek şeyleri de gören bir veli olmasaydım nasıl yaşardım?
Bir görücü, bir isteyici, bir yaratıcı, bizzat bir gelecek ve geleceğe bir köprü. Ve üzgünüm bu köprünün üstünde bir kötürüm. Zerdüşt işte budur.
Siz de çok defa soruyorsunuz. Zerdüşt kim? Bu bizim neyimiz. Bana olduğu gibi kendinize de soruyorsunuz.
O, bir adayıcı mıdır, bir gerçekleştirici midir, bir fatih midir, yoksa bir varis midir, bir güz müdür, yoksa bir sapan demiri midir, bir hekim midir yoksa bir şifa bulan mıdır?
Bir şair midir yoksa bir gerçek midir? Bir kurtarıcı mıdır yoksa bir bağlayıcı mıdır? Bir hayır mıdır yoksa bir şer midir?
Ben insanlar arasında geleceğin parçaları arasındaymışım gibi dolaşıyorum, gördüğüm geleceğin.
Benim bütün şiirim ve düşüncem : Parçaları, bilmeceleri ve korkunç rastlantıları tek parça haline getirmektir.
Ve eğer insan; şair, bilmece çözen ve rastlantıdan kurtaran olmasaydı , insan olmaya nasıl dayanabilirdim?
Geçmişleri kurtarmak ve bütün “Böyleydi “leri ” Böyle istiyordum” haline getirmek. Bence kurtuluş budur.
İrade kurtarıcı ve sevinç getiricinin adı budur. Dostlarım size bunu öğrettim. Fakat şunu da öğrenin; bizzat irade henüz hapistir.
İrade kurtarır. Fakat kurtarıcıyı da zincire vuran şeyin adı nedir? “Böyleydi” iradenin diş gıcırtısı ve en çileli derdi budur. Olmuş şeylere karşı iktidarsız olan için, bütün geçmişlere karşı kötü bir seyircidir.
İrade geriye gitmesini istemez. Zamanı ve zamanın tutkularını kıramaması, iradenin en çekilmez derdi budur.
İrade kurtarır. Kederinden kurtulmak ve zindanın alayından kurtulmak için irade ne bulur?
Ah, her tutsak bir çılgın olur ve tutsak irade de kendisini çılgınca kurtarır.
Zamanın geri gitmemesine kızar. Geçmiş, onun yuvarlayamadığı taştır. O böylece gam ve hiddet taşları yuvarlar ve kendisi gibi gam ve öfke duymayandan intikamını alır.
İrade, böylece bir kurtarıcı ve bir acı verici oldu. Ve acı çekebilen herşeyden de geriye gidemediği için ,intikam alıyordu.
İntikam : iradenin zamana ve geçmişe karşı tiksintisinden ibarettir.
Gerçekten, irademizde de büyük bir delilik var. Ve bu iradenin espri öğrenmesi her insani şeye bir lanet oldu.
Kin ruhu: Dostlarım, insanları şimdiye kadar en çok düşündüren buydu. Ve acı olan her yerde ceza bulunmalıydı.
Bu ceza, intikamın kendi kendisine verdiği addır. o, bu yalan söze sığınarak iyi vicdanlı görünmek ister.
İrade, geçmişi kapsamadığı için ıstıraplıdır. Onun için bizzat irade ve hayat birer ceza olmalıdır.
Sonunda ruhun üzerine bulutlar yığılır ve şu çılgınlık hükmü meydana gelir: “Herşey sona eriyor, onun için herşey bitmeye layıktı. Zamanın çocuklarını yemesi yasası bizzat adalettir.” Delilik bunu telkin eder.
“Herşey hukuk ve cezaya göre ve ahlaki bir sıraya uydurulmuştur. Öyleyse olayların akışından ve varlık cezasından kurtuluş nerede?” delilik bunu söyler.
” Sonsuz bir hukuk varsa kurtuluş olabilir mi? Ah ‘böyleydi’ taşı, kımıldatılmaz. (Yani geçmişe etki edilemez) O halde, bütün cezalar sonsuz olmalı”, delilik bunu söyler.
“Hiçbir eylem yok edilemez, ceza ile nasıl olmamış hale gelir. Varlık denen ceza şundan dolayı sonsuz: O daima eylem ve suç olmaya mecburdur. Meğer ki irade kendini kurtarsın ve istemek, istememek haline gelsin”. Fakat kardeşlerim, bu bir çılgınlık masalıdır.
Ben, irade yaratıcır, dediğim zaman sizi bütün bu masallardan uzaklaştırmış oldum.
Yaratıcı irade “Böyle istiyordum, böyle isteyeceğim” deyinceye kadar “Böyleydi” hükümleri bir kırıntı, bir bilmece ve bir korkunç rastlantıdan ibarettir.
Fakat böyle konuşuyor muydu, bu ne zaman olacak? İrade kendi deliliğinden korunabilir mi?
İrade bizzat kendisinin kurtarıcısı ve sevinç getiricisi oldu mu? Kini ve diş bilemeyi unuttu mu? Ona zamanla barışmayı ve bütün barışmaların daha üstünde olan şeyi kim öğretti?
Kudret isteyen irade, barışmaktan daha üstün bir şey istemelidir. Bu nasıl oluyor? Geçmişi istemeyi ona kim öğretti?”
Zerdüşt sözünün burasında birdenbire durdu. Pek fazla korkmuş gibi bir hal aldı. Korkmuş gözlerle şükredenlere baktı. Bakışı, onların fikirlerini ve içlerinde saklananı bir ok gibi deldi, fakat az sonra yine gülümsedi ve tatlılıkla şöyle dedi: ” İnsanlarla beraber yaşamak güç; çünkü susmak güç, hele bir geveze için.”
Zerdüşt böyle dedi. Fakat kambur, konuşmayı dinlemiş ve bu sırada yüzünü örtmüştü. Fakat Zerdüşt’ün güldüğünü duyunca soran bakışlarla gözünü açtı ve yavaşça şöyle dedi:
– ” Fakat Zerdüşt şükredenlerine neden bizimle konuştuğu gibi konuşmuyor? ” Zerdüşt cevap verdi: “Bunda şaşacak ne var? Kamburlarla kamburca konuşulabilir.
– “Pekala ” dedi kambur, “öğrencilerle de okul dedikodusu yapılır. Fakat Zerdüşt neden öğrencileriyle kendisiyle konuştuğu gibi konuşmuyor?”
Friedrich Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt
https://www.cafrande.org/nietzsche-kurtulus-hakkinda/
1 note · View note
ozkaya · 4 years
Text
Acı, benimle ilk kez tanıştığında çok garip hissetmiştim. Küçük bir çocuktum o zamanlar, dünyayı pespembe gören. Hayatımı dünya üzerindeki her şeyin güzel olduğunu düşünerek geçirirdim. Acının o hissiyatı hangi aileye uğramış, kimin ocağına ateşler düşürmüş, hangi umutsuz adamın köprü ile su arasında gidip gelmesinin ardından suyu boylamasına sebep olmuş hiç bilmezdim. Küçük bir çocukken ben, birçok çocuk gibi önüme ne koydularsa onunla doyurdum karnımı, o menülerin arasında da asla acıya rastlamadım aslında, ta ki canım hiç yemek istemediğim o yemeği görene, hissedene, ardından da boğazıma zorla tıkana dek. Şimdi daha iyi anlıyorum her şeyi, birçok insan yemişti hayat denen acı yemeği zamanında, kimisi yemekten bunalıp kendini bir tabureye çıkarıp boşluğa bıraktı, tıpkı hayatın bizleri pazarda annesini kaybeden çocuk gibi yalnız bıraktığı gibi; çaresiz ve ürkmüş bir halde. Kimi insanlar ise hâlâ bu yemekle karnını doyurup sesini kimselere duyurmamaya devam ediyor, acının tüm vücutlarını sarıp, içlerinde bir opera korosu misali çıkardığı can alıcı feryatlara rağmen, ağızlarından tek kelime dahi çıkmayıp, sadece düşüncelerinin ve isteklerinin bu feryatlar doğrultusunda acı bir dönüşüm yaşaması, asla eskisi gibi düşünemeyip acıyı an ve an hissetmelerine olanak sağladı. Yedikleri bu acı yemeği bir türlü bırakmamaları ise onlarda ne iştah bıraktı ne de yaşama isteği. İşte benim de, şimdilerde bir yetişkin olan benliğim, çocukken ilk kez tadına baktığı bu acı yemek ile yolu hâlâ kesişiyor, ne bir sos ne de bir baharat çeşidi hafifletiyor acısını. Ben ve benim gibilerin boğazının tadı tuzu kalmadı artık, içlerimiz atık torbası gibi, hem de kalitesizinden; paramparça bir hâlde. Velhasıl kelam, biz bu yemeği sofralarımıza istemeden aldık, hayatlarımızın davetsiz misafiri oldu, bir türlü de gitmek bilmedi, bizi bitmek bilmeyen hayattan da soğuttu. Korkum, bir gün bu acılara katlanamayıp kendimi hiçe sayıp bir köşede can verecem diye, korkum bir gün yıllardır içerisinde bulunduğum ruhu, ona bağlı bilinci hiçe sayıp kendimi aç bırakacağım, günler sonra da son nefesimi vereceğim diye; bitkin ve tükenmiş bir halde, bitmek bilmeyen acıların kurbanı hafif bedenim ile.
11 notes · View notes
neslihankaralok · 4 years
Text
İÇİMDEKİ U R A N U S
Tumblr media
7..   6..   5..   4..   3..   2..   1..   0.. Gidiyor. Kapı aralandı.. Aradan mavi aktı, rüzgarla birlikte içeri karıştı. Onun da artık mavi olmaktan başka şansı, kalmadı.. Şimdi her yer mavi.. İçeriden dışarıya, dışarıdan içeriye.. Sadece mavi.. ** Gökyüzü, varlık bilinci oluştuğundan beri en çok merak edilen yerlerden biri.. El uzatıldığında dokunulabilecek kadar yakın, ama her daim en uzakta olan yer.. Bazen kendi içinde gizemini koruyan, ötesini göstermeyen, sadece görülmesinin istediği kadarını veren kaotik bir yapı; bazen de insanlarla geri kalan her şeyin arasında duran bir set.. Arkasında olan şeylerin varlığını hissettiren ama hiçbir zaman tamamını göstermeyecek olan o çelişki.. Çelişkiler iyidir. İki farklı şey birbirine kontrast oluştururken, o iki şeyin formsal ve içsel kimlikleri daha görünür halde durur. Bu şekilde birbirinden ayırt edilir. Çelişki, çoğu zaman belirsizliği de sürükler peşinden. Belirsizliğin bulunduğu hemen oracıkta da merak doğar; zamana karşı da hızla büyür o da bir anda! Sonra bi bakılır ki elde kocaman bir 'merak' duruyor! Baş yeniden yukarı kaldırılır o zaman da, ve döngü bir kez daha başlar.. **
Yukarı neden bakılır? Meraktan mı? Ya da bir şey aramak için mi? Bir şey aramak için önceden o şeyin var olduğuna dair bir kanı olması gerekmez mi? Peki o kanı nereden doğar? İçgüdüsel mi? Bir anlık parlamadan mı? Yoksa her şey ‘tesadüften’ mi doğar? Bir an yukarı bakılır, parlayan bir yıldız göze çarpar; '' o ne?..''
Yukarı bakanlar, yukarıdan keşifler yapmaya başlar. Bu keşifler de yukarıdan aşağıya doğru bir akış doğurur.. Yukarısıyla tek bağlantı şimdi bu akış olur; iki farklı düzlem arasında bir köprü olur. Köprü meraktandır; merak, belirsizlik ve çelişkinin birleşiminin çocuğudur. Bir köprü olarak da önemli bir rol almıştır hayat sahnesinde; iki farklı ''yer''in birbirine bağlayıcısı..
Ezelden beri birçok kişi gökyüzüne bakıyor, bir şeyler arıyor ya da oraya ulaşmaya çalışıyor. Mısır döneminde yerdeki birçok sorun gökyüzüne bakılarak çözüldü, varlık bilinci var olduğundan beri insanlar gökyüzüne bakarak dua etti ya da gökyüzünden bir şeyler istedi. Gökyüzü insanlık için ''çözüm'' kavramına aracılık eden belki de en büyük bileşen.. **
Tumblr media
Gökyüzüne bakılan günlerin birinde bir adam, herkesin parladığını gördüğü o şeyi gördü. Adam da onun parladığını söyledi. O da zaten parlak şeyler arıyordu. Aradığı şeylerden bulan adam, diğer herkes gibi yoluna devam edebilirdi, ama durdu.. Aradığı parlayan şeyler olmasına rağmen durdu, sustu ve düşündü.. Kendi arzularını kanıtlamanın ötesine geçip, onun parlama yolunu sorguladı. Ondan sonrası bilinmeyen sulardı.. Kimse bu zamana kadar bu soruyu görmemiş, sorunun olduğu çizgiyi sorgulamamıştı. Adam sorguladı, sonunda yanıtı da buldu; o ''sadece'' parlayan bir şey değildi.. ** ''Uranüs..'' **
Uranüs, Güneş sisteminde kendine özgü, diğer gezegenlerle çok paralel gitmeyen kurallarıyla birlikte, keşfedilen en ilginç gezegenlerden biri belki de.. Diğerleri gibi olmayan, 'başka türlü' bir gezegen..
Gezegeni ilginç bir isim keşfeder; William Herschel. Asteroid kelimesini literatüre sokan, çeşitli teleskoplar icat eden, tüm gezegenlerde yaşam olduğuna inanan, besteler yapan, senfoniler yazan, yıldızların peşinde koşan 'o adam'.. Alman Herschel, müzikle oldukça ilgili biri. Kendine ait birçok senfonisi olduğu bilinir. Bu ilgisi astronomi ilgisiyle birlikte matematik üzerinde buluşunca onu lenslerle ilgili çalışmaya yönlendirerek bir teleskop keşfi serüvenine çıkarır. Kendine yaptığı yansımalı teleskopuyla 1700'lerin son çeyreğinde yıldız avına çıkar. İşte tam da yıldızları ararken yolda karşısına çıkar Uranüs.. 7. sıraya yerleşen mavi-yeşil arası o 'buz' gezegen.. Herschel kendine yaptığı teleskoplarla keşifler yolculuğuna çıkmaya başlamış olur böylelikle. Uranüs de teleskopla keşfedilen ilk gezegen.. Bunun yanında onun iki uydusu Titania ve Oberon'u ve Satürn'ün de iki uydusunu keşfederek yola devam eder Herschel..
Tumblr media Tumblr media
Herschel'in keşifleriyle sahnede kendine bir rol bulmuştur artık Uranüs. Var olduğunun kanıtlanması için birinin onu gözlemlemesi gereken vakit gelmiştir artık. Bu zamana kadar herkes onu bir yıldız sanmış, bir gezegen olduğunu kimse anlayamamış, ta ki Herschel gelene kadar.. Herschel, o, yine parlarken, onun bir yıldızdan ötesi olduğunu algılayabilen 'o adam'..
Herschel bakmasaydı ona, O, Uranüs olabilir miydi?. Bir şeyler hayatta hep var ama fark edilmeden dururlar öyle, ta ki biri onları görebilene kadar. Buradaki görünürlük çok yüzeyli bir kavram. Parlamasının görüldüğü ancak parlamanın arkasındakinin görünmediği gibi. Bazı şeyler de sadece tek birine görünür belki de, tıpkı Uranüs gibi. Kim bilir o da belki Herschel gelene kadar parıltısının arkasında saklı kalmak istemiştir, sahneye çıkma zamanını kendi belirlemiştir.. O karşılaşma olmasaydı Uranüs hala gizli mi kalırdı, o da bilinmez. Belki evet belki hayır.. Hayatta bir şeyler keşfetmek müthiş bir şey ancak; bazen de keşif sürecidir tüm mesele; bu da bilinmez. Herschel, yıldız keşfi heyecanıyla bambaşka bir şeyle karşılaşıyor ve keşif arzusundan gelen teleskop yapma eğilimiyle çeşitli teleskoplar üretiyor. Şuan dünyadaki birçok teleskop onun keşifleri.. Yine bir arzu görünüyor ortada, kocaman bir arzu.. Yine her şeyi başlatan şiddetli bir arzu.. Yola bir arzuyla çıkılıyor, bir şey aranıyor ama '''yolda olma'' halindeyken hiç planda olmayan şeyler beliriyor insanın tam da kucağında! İşin sürprizleri de burada; 'yola çıkma'nın verdiği hediye. Belki bu radikal ve cesur davranışı yapıyor olarak ödüllendiriliyor yola koyulan kişiler de. Bir yerlerde bir şey arama arzusu, her daim bir yanıt alıyor gibi görünüyor geçmişe bakıldığında. Herschel'in yıldız arzusu da Uranüs'le ödüllendiriliyor. Uranüs kendini beklediği kişiye gösteriyor. Herschel de onun Uranüs olduğunu algılayabilecek belki de o esnadaki tek kişi.. ‘’Doğru zamanda, doğru mekanda.. Her zamanki gibi..’’ **
Tumblr media
Uranüs adını gezegen, Yunan mitolojisindeki Gaia'nın eşi, Zeus'un büyükbabası, kozmik güçlere sahip gökyüzü tanrısından alır. Bir gezegene neden gökyüzü tanrısı adı verilir? Ne en büyük kütleye ne de en büyük çapa yada tam tersi ne en küçük kütleye veya çapa sahiptir; bu özellikler bakımından kıyaslarda hep ortalarda bir yerlerdedir. Eliptik yörüngesiyle Dünya'nın yaklaşık 15 katı büyüklüğündeki bu kütle, buna rağmen en hafif gaz kütlesidir! Güneş'in çevresindeki bir turunu da 84 yıl gibi bir zamanda tamamlar; ama gökyüzü tanrısının adını alır, Yunan mitolojisinden tek isim ona verilir.. **
Tumblr media
Uranüs, Venüs gibi doğudan batıya, -Dünya'nın- ''tersine'' dönen bir gezegen.. Günleri de bize göre kısa, yaklaşık 17 saat gibi bir süre.. Ters olduğu konu sadece dönüş şekli değil, dönme ekseni de diğer gezegenlere göre ters.. Her biri daha minimal açılarla eğilmişken, Uranüs, 98 derecelik bir eğikliğe sahip. Bu ilginç durumun, zamanında Uranüs'e çarpan bir astreoidden kaynaklandığı düşünülüyor. Çarpışmayla gezegenin eğildiği tahmin ediliyor ama belki de çok basit bir şekilde; sadece öyle doğdu.. Doğumu tersten oldu! Kim bilir, belki de hiçbir olay olmadan, var olduğundan beri bu şekilde dönüyor.. Bu ilginç durumu sebebiyle her bir mevsim 21 yıl yaşanır gezegende. Günler kısacık sürerken, mevsimler bunun ''tersine'' uzun uzun.. Bu mevsimlerde bizde de olduğu gibi orada da gökyüzünden bir şeyler yağıyor. Her gezegende belli tiplerde yağışlar olduğu bilinir; Venüs'te asit yağmuru yağıyor, Dünya'da faydalı yağmur, Uranüs'te ise elmas! Gezegenle ilgili en şaşırtıcı şeylerden biri de kendi göğünden elmas yağıyor olması.. Nanodiamond adı verilen bu yağışlar Dominik Kraus tarafından uzun bir çalışmayla tarih sahnesine getirilir. Neptün'de de elmas yağışı olduğu düşünülüyor ancak bir Uranüs enteresanlığında değil..
Tumblr media
Uranüs'teki her bir hareket sıradışı olduğundan yanyana gördüğümüz her detay büyüleyici bir mekan tasvirliyor bizlere. Dışarıda parlak renkli halkalar, içeriye doğru daralarak kararırlar.. 13 farklı halkayla maviden maviye doğru uzanırlar.. Gökyüzünden elmaslar yağan, buzdan, mavi-yeşil bir yer.. Yapısındaki metan, amonyak, hidrojen gazları etkisiyle buz.. Varoluşu buzdan.. Maviliği amonyak ve metandan.. Bu kadar buzdan bir yer ne kadar soğuk.. Düşündürüyor.. Araştırmalarda Güneş sistemindeki en soğuk yer olduğu söylenir ancak kim bilir.. Dokunmadan asla bilemeyeceğimiz şeylerden biri bu da. Bir şeyin soğuk olup olmadığını bazen ona ‘temas’ edene kadar bilemeyiz. Bir temasla şekle bürünebilecek şeyler olabilir bu fiziksel durum da. Elektron alışverişine, elektrondan gelen enerjiye göre bu yanıtın ne olduğu çözümlenebilir ancak. Belki de sadece en soğuk olan.. Her şey göründüğü gibi.. Uranüs’le ilgili çoğu şey oldukça şiirsel.. Maviliği, buzu, soğukluğu ve halkarıyla boşlukta kendine göre yuvarlanan bir şiir.. Keşfedilen uydularına Shakespeare ve Alexander Pope’un eserlerindeki karakterlerin adı verilmesi de tesadüf değil bu yüzden. Desdemona, Juliet, Miranda, Ophelia, Ariel.. Evren de uzaktan bakıldığında dev bir şiir aslında.. **
Tumblr media
Uranüs tıpkı uterus gibi 3 katmandan oluşur. Merkezinde demir-nikel alaşımı katman, ortada buzlu bir manto ve dış katmanda hidrojen-helyum. Uterus gibi yada kalp gibi üç katmanlı olması çok manidar.. İçerideki de dışarıdaki de ne kadar çok birbirine benziyor oysa ki.. Her şey birbirinden ilham alıyor, birbirine benzeyerek farklılaşıyor sanki. Uranüs bizden ne kadar uzak hem de ne kadar yakın.. Hayat böyle ironilerle etrafımızı sarıyor, artık o da normlar arasında girdiğinden yadırganmıyor; ancak böyle uyandığımız bir vakit gökyüzüne baktığımızda bir şeyler parlıyor. O da yıldız sanıldığı bir anda yeniden uyku başlıyor, ya da Herschel gibi biri geldiğinde uykudan uyanan oluyor ve gezegeni görüyor.. Doğru yere doğru bakıldığında da zaten bir çift basit dürbünle bile görülebilir Uranüs de oysa ki.. ama sadece doğru yere doğru bakıldığında.. **
Tumblr media
Uranüs diğerleri gibi Güneş'ten aldığı enerjinin fazlasını vermeyişiyle her şeyden ''başka'' davrandığı bir tavırda daha bulunuyor evrene. Onu ilginç yapan şeylerden biri daha! Bunun sebebine iki teori var; ya ona bir şey çaptığı düşünülen senaryodan doğan sonuçla, ısısının ve enerjisinin uzay boşluğuna dağıldığı, ya da ''bir şey'' ısısının yüzeye çıkmasını engelliyor! Bu konu oldukça heyecanlı! Neyin gerçek olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz gibi görünüyor. Eğer yüzeye çıkmasına engel olan bir şey varsa, içeri kıstırılmış demektir ki, bu oldukça hüzünlü. Ya da ona bir şey çarptıysa ve enerjisi bi boşluğa! saçıldıysa onu sonsuza kadar kaybetmiştir ki, bu daha da hüzünlü. Doğuştan ''başka'' olduğunu düşündüğümüz senaryodaki gibiyse ya her şey; belki de hiçbir zaman aldığından fazlasını veremiyordur. Belki de içeride kocaman bir boşluk vardır, hiçbir zaman dolmayan, Güneş'ten ne kadar enerji alırsa alsın hiçbir zaman kapanmayan bir boşluk.. İspatlanana kadar hepsi olası..
98 derecelik eğikliği ile ilginç bir hayat yaşarken Uranüs, rüzgarı da etrafında başkalaştırır. Eğiklik, rüzgar ona yaklaştıkça onu şiddetlendirir ve çalkantılı fırtınalardan korur. Her şey dindikten sonra da geriye pürüssüz mavi, o haleli buz topu kalır.. Ancak rüzgarla dans henüz bitmemiştir.. Uranüs'ün oldukça güçlü bir de manyetik alanı vardır. Manyetik alan ekseni, dönme ekseni arasındaki 55 derecelik açı ona rüzgarla çok başka bir dans yaptırır, ama bunu kimseler görmez.. **
Tumblr media
Uranüs kendi kurallarını koyarken yada basitçe sadece kendi gibi yaşarken diğer yerler nasıl etkileniyor?Uranüs'ü hissedebiliyor musun? Uzaklardaki biri bize nasıl temas edebilir ki?.. 
Newton'ın o en meşhur kütle çekim yasası beliriyor bu soruların karşısında. Bu yasa sanki her şeyi açıklayabilecek güçte. Elma metaforu da buradan gelir; elma düşüyorsa, bir şey onu çektiğinden..  Evrendeki her bir parçacık başka bir parçacığı çeker der Newton. Kim kimi çekiyor diye yeni bir soru oluşuyor devamında. Ya her şey birbirini çekiyorsa? Bu da yanıtı asla bilinemeyecek sorulardan biri..
Tumblr media
Newton Ay ve Dünya'nın birbirini çektiğini ispat ederek yeryüzünden ayrılırken, diğer gezegenler arasındaki etkileşimleri bu doğrultuda yorumlamak çok heyecanlı! Uranüs neden Dünya'yı çekmesin?!.. Newton'a göre uzaklığın karesiyle azalıyor çekim kuvveti ancak; ya manyetik çekim kuvveti? Uranüs'ün manyetik alanının ne kadar güçlü olduğu da bilinen bir gerçek. Bu manyetik kuvvet kendine özgü bir algoritmaya da sahip olabilir. Bildiğimiz manyetik kuvvetlerden farklı davranıyor olabilir birim karesiyle. Gidip bakılana kadar aksini söylemek de imkansız. Newton'ın 3 yasasından biri olan etki-tepki yasasında da verilen her kuvvete karşın, ters yönde aynı büyüklükte bir kuvvet oluşacağı açıklanır. Uranüs bize bir kuvvet uyguluyorsa, biz, Dünya da aynı büyüklükte ona doğru bir kuvvet uyguluyoruz demektir..
Her şeyin birbirini çektiğini farz edersek, gezegenlerin de bizleri çektiğini söylemek mümkün. Onlar bizi çekerken, biz de onları çekiyoruz. Uranüs bizi nereden çekiyor? Zamandan mı yoksa? Kuvveti nereye uyguluyor Uranüs? Zaman çizgisine mi? Neden olmasın.. Kuvveti, maddeye uygularken, maddenin konumunu yer koordinatları yerine zaman koordinatları üzerinden tanımlarsak; bu kuvvetler Dünya'ya ulaşırken aslında zaman çizgisindeki bir konuma etki ediyorsa; mesela Şubat'a!, bu ne demek olur?
Tumblr media
Astroloji başlığı, yıldızların konumu üzerinden insanların nasıl etkilendiğini açıklamaya çalışan bir yer. Bu oldukça ilginç bir kavram; yıldızların konumu neden insanları etkilesin? Böyle bir düşünce ilk defa nasıl başlayabilir? Bu nokta oldukça sihirli bir nokta. Gökyüzünden yere bir köprü tariflemeye çalışan bir yer. Kimsenin görmediği bir akış var sanki, yukarıdan aşağıya, ve bu akış da tek yönlü bir akış. Yıldızlar insanları etkiliyorken, insanlar da yıldızları neden etkilemesin ki? Bizler gökyüzü hareketlerinden etkilenirken, gökyüzü neden bizim hareketlerimizden etkilenmesin?.. Evrene baktığımızda her şeyin bir döngü içinde sürdüğünü gördüğümüzde; evrenin algoritmasını ''döngü'' olarak tek kelimeyle açıklamak mümkün. Döngü; iki doğrultuda hareket eden bir ifade. Evrenin algoritması iki doğrultuda hareket eden bir ifadeyse, insanlar ve gökyüzü arasında da böyle bir ilişki olması beklenir, her ikisi de evrene ait olduğundan. Astroloji, gökyüzünün insanı etkilediğini söyler. Gezegen ve yıldızlar hareket ettikçe insanın ruhu da davranışsal olarak hareket eder der. Davranışsal olarak hareket eden ruhla kast edilen, hisler.. Hislerin, gökyüzü hareketleriyle birlikte değişiklikler gösterdiğini anlatmak ister. Bu nasıl mümkün olabilir?
Tumblr media
Newton, etki-tepki yasası ve kütle çekim kanunuyla gökyüzü hareketlerinin insanın ruhunu nasıl etkilediğini açıklayabilir mi? Uranüs, Dünya'ya uyguladığı kütle çekim kuvvetini zamanda bahsettiğimiz o Şubat'a uyguluyor olabilir mi? Zamanı 12 dilimli lineer bir çizgi gibi düşünürsek; her 12 dilimde 1, alt alta dizilen aynı L boyunda N sayısı kadar lineer çizgiler olduğunu farz edelim. Bu alt alta dizilen her lineer çizgi, Dünya'da yaşam başladığından beri yaşanılan ve yaşanacak yılların her birini temsil ediyor olsun. Her 12 dilim de yılın aylarını temsil etsin. İkinci dilim burada Şubat. Uranüs, Dünya'ya F büyüklüğünde bir kuvvet uygulamaya başlasın şimdi ve P açısıyla bu kuvveti göndersin. Kuvvetin düştüğü yer L çizgisinde ikinci dilim -Şubat- olsun,  alt alta dizilmiş N sayısı kadar Şubat demektir bu. P açısıyla Uranüsten gelen F kuvveti, ilk L çizgisine vardığında x ve y doğrultusunda Fx ve Fy bileşenlerine ayrılır. Düşey kuvveti olan Fy, N yüksekliği boyunca tüm L çizgilerindeki Şubat'lara dağılır; Fy/N. Hangi yıl olursa olsun her Şubat aynı Fy/N kuvvetinin etkisi altındadır. Şimdi biz mi zamandan geçiyoruz yoksa zaman mı üzerimizden geçiyor?
Evrendeki her Şubat aynı Fy/N kuvveti etkisi altındaysa, etki-tepki yasasına göre de Şubat'ın -Fy/N aynı büyüklükte ama ters yönde böyle bir kuvvet uygulaması gerekir. Bu kuvveti nasıl,  hangi formda uygular peki Şubat? Hissel değişimlerle yada kendine özgü davranışlarla mı? 12 ayın her birinde doğan insanların birbirinden çok farklı, ama aynı ayda doğan insanların birbirine çok benzeyen davranışlar ve hislerde bulunuyor olmaları belki bundandır. Bazı şeyler çok spesifik ve kişiye özgü dururken, biraz uzaktan bakıldığında aynı ayda doğan kişilerde bu spesifik özelliklerle benzeşlikler kuruluyor olması oldukça ilginç.. Uranüs, Şubat'a ne türde bir kuvvet uygulayabilir ki?.. Kendinden başka ne verebilir ki bu kuvvette?.. Tahmin edilen kendine benzeyen bir formda bir F kuvveti olması.. Her şeyin tersine giden Uranüs, tüm şubatlara böyle kuvvetler mi uyguluyor acaba?.. Kendi gibi, kendinden bir şeyler mi.. Kuvvetin yayıldığı kaynaktan şekillenen bir kuvvet olmalı bu da; kaynağı nasıl ise enerjisi de o şekilde. Güneş'ten aldığı enerjinin fazlasını vermeyen, her şeyin tersine dönen zamanı uzun uzun yaşayan bir gezegen var önümüzde. Maviden, buzdan, sarsıntılardan, rüzgarlardan bir yer.. Elindekiler bunlarken, başka ne verebilir ki bu yer..
''Evrendeki her şeyin açıklanabilir'' bilgisi ile bunların da ''gerçek'' bir açıklaması olduğunu farz edelim. Bu açıklamanın ne olduğunu belki bir gün öğreniriz, kim bilir..
Tumblr media
2 notes · View notes
zamankaybolmaz · 6 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
ALTIN KÖPRÜ , VİETNAM
Vietnam’da Da Nang’ın dışında, Ba Na Tepeleri’nin üzerinde muhteşem bir köprü inşa edildi. Deniz seviyesinden 1.400 metre yukarıda göz alıcı bir eser! Fakat heyecan verici kısmı bu değil. Köprüyü dünya çapında ilgi odağı kılan iki dev taş yapıt. Bu yontulmuş eller, köprüyü nefes kesici bir görünüme sokuyor. Böylesine harika bir yürüyüş yolunda yürürken kendinizi başka bir dünyada hissetmeniz kaçınılmaz.
Yeterince macerayı seviyorsanız Asya gezinizde Vietnam’a gitmeli ve bu harika köprüyü ziyaret etmelisiniz. Yalnızca köprü değil çevredeki muhteşem kırsal alanın manzarasını da görebilirsiniz.
Köprü 150 metre uzunluğunda ve fantastik bir şekilde kenarlarını süsleyen demiş işlemeleri ile tasarlanmış. Ellere baktığınız zaman eski görünüyorlar ancak bu tasarımın bir parçası. Bunu kim düşündüyse ve planladıysa 21. yüzyılın dahisi olmalı!
Peki, bu harika tasarım nasıl hayata geçti? TA Peyzaj Mimarlığı adlı şirketin parlak fikri sonucu doğru. Bu devasa taşları nasıl bulmuş olmalılar? Aramadılar bile. Bütün bir kaya kütlesini oyup tasarladıktan sonra bu harika işçilik ortaya çıkmış oldu.
Köprünün tüm inşası yaklaşık bir yıl sürmüş. Yapıyı tamamlamak ise yaklaşık iki milyar dolara mal olmuş. Fakat bunun şimdi bir önemi yok. Vietnam, bu patika yürüyüş yolu ile dünyanın pek çok yerinden turistlere bu büyüleyici köprü sayesinde ev sahipliği yapıyor. Neredeyse 1,5 milyondan fazla turist ilk yılda ziyaret etmiş! Eh, ne kadar akıllıca bir yatırım olduğunu da gösteriyor bu rakam. Fakat bizce bu konuda en iyi şey – mimari yaratıcılığa olan inancımızı güçlendirmiş olmalarıdır.
  https://hadigez.com/vietnam-altin-kopru/
12 notes · View notes
mustafasalihbozok · 6 years
Text
Tumblr media
ÇOCUKLUK…
Eski fotoğraflarınız var mı?
Hani şu pek çoğu sararmış, bazılarının üstü sonradan karalanmış eski siyah-beyaz çocukluk fotoğrafları?
Baktıkça gözlerinizin buğulandığı, “vay be!” dediğiniz, gülümsediğiniz, hayıflandığınız, çocukluğunuzu, gençliğinizi, okul yıllarınızı, yaş günü, sünnet, nişan, evlilik gibi mutlu günlerinizi kayda geçirdiğiniz o eski fotoğraflarınız…
Var.
Ne güzel!
Nerede saklarsınız bunları?
Albümde mi?
Yoksa ıvır-zıvırları doldurduğunuz büyükçe bir kutuda ya da sandıkta mı?
Nerede saklarsanız saklayın iyi saklayın, sakın kaybetmeyin onları.
Çünkü onlar sadece birer fotoğraf değil artık, şimdi tarih olmuş eski bir hayattan artakalan hazineler…
İçlerinde bize, “Ah o günler!” diye iç çektiren sırlar gizli.
Gözünüz gibi koruyun bunları.
Bu dünyayı terk ettikten sonra da sizi yaşatacak olan bunlar çünkü…
Benim çocukluğuma dair fotoğraflarım yok denecek kazar az.
Aslında çoktu.
Ne yazık ki polis her aramada kitaplarla birlikte alıp gitti. Şimdi kim bilir hangi zindanın derinliklerinde, rutubetten, soğuktan, küften perişan vaziyetteler…
Derler ki,” Bir insan ancak kendisini hatırlayan son insan öldüğünde gerçekten ölmüş olur.”
Bazen bir arkadaş, bir dost, bir akraba eski fotoğraflarımdan birini bulur ve bana gönderir.
Çocuklar gibi sevinirim.
Çocukluğuma yeniden dönerim…
*
Hayatın en güzel çağıdır çocukluk.
Günahtan, suçtan ve kederden azade bir çağdır.
Günahı geçelim.
Suç, en fazla komşunun bahçesinden erik, annenin kumbarasından para çalmak, sınıftaki zengin çocuğun silgisini-kalemini aşırmaktır.
Keder ise arkadaşının oyuncağına, ya da giysisine bakıp dalıp dalıp gitme halidir…
Çocukluk meraktır, sorudur; çocukluk oyundur; kendinden başka hiçbir şeyi umursamamaktır çocukluk…
Çocukluk, cevapsız sorulardır, sırdır.
Çocukluk çokça hayal, az buçuk hayal kırıklığıdır.
Hatırladığım ilk hayal kırıklığını ilkokul son sınıfta, bitirme müsamerelerinde yaşadım.
Mesleklerin tanıtıldığı bir okul müsameresiydi..
Her çocuğa bir meslek rolü verdiler.
Sınıfın neredeyse en çalışkan, istikbali en parlak ama fakir öğrencisiydim.
Bana berberlik düştü.
Sınıfın en tembel öğrencisine mühendis rolü verdiler.
Babası askerlik şube başkanıydı.
“Mühendislik çok kolay
Fakat köprü çok yorar
Bazen de devlet kuşu
Başımıza hep konar…”
Bu kıtayı ezberlemesi 1 ay sürdü.
Yine de sahnede şaşırdı, sözleri unuttu. Suflörlüğüm sayesinde en çok alkışı da o aldı.
Nasıl da üzülmüştüm.
Çocukluk işte!
Başka çocukların üzülmesi ise insanı gülümseten türden. Az biraz da müstehcen…
Kasabamızda “Binnaz” adında bir kadın yaşardı.
Herkes “Binnaz Eme” diye çağırırdı.
Bazıları da “deli Binnaz” derlerdi.
Yaşlı bir kadındı.
Elli, altmış, belki daha fazla.
Belki de çocuk olduğumuz için bize yaşlı görünürdü. Annemiz, büyük annemiz yaşındaydı.
Sanırım yalnız yaşardı.
Çok küfürlü konuşurdu.
Hem öyle böyle değil, bir “sokak çocuğundan”, arsız ve ağzı bozuk bir külhaniden daha küfürbazdı.
Erkek ağzıyla küfür ederdi.
Ayıp diye bir şey bilmezdi.
Kimse bir şey demez, kızmazdı.
Kadınlar hariç!
Kadınların yüzü kızarırdı.
Küfrü duyan kadın yüzünün kızardığını kimse görmesin diye, eliyle yaşmağını düzeltir, arkasını döner hızla uzaklaşırdı.
Erkekler gülerdi.
Erkek küfürlerini bir kadının ağzından duymak hoşlarına giderdi belki, daha çok küfür etsin diye “dalına basarlardı…”
Küfrü olağan bir konuşma sırasında “pat” diye küfre bağlardı.
Beyaz tenli kumral güzel bir kadındı. Kasabanın “Binnaz Eme’siydi.
Rivayet bu ya:
Binnaz Eme bir yaz günü evin önünde otururken karşıdan kızlı-oğlanlı bir grup çocuk gelir. 8-10 yaşlarındaki bu çocuklar Kızılırmak’ta yüzmüş, şen-şakrak evlerine dönmekteler. İçlerinden biri, bir kız çocuğu içine çekerek ağlıyor.
Binnaz Eme çocuğun ağladığını görür ve yaklaşır:
-Ne ağlıyorsun kızım, ne oldu?
Çocuk içini çekerek:
”Eme ırmakta çimiyorduk, baktım oğlanların önünde bir şey sallanıyor bende yok.”
Eme güler; a ları uzatarak, “amaaaan kızım” der, “dert ettiğin şeye bak, hak ettikten sonra onların hepsi senin…”
*
Çocukluk mu güzeldi, yoksa çocukken mi güzeldik…
Bence ikisi de…
Murathan Mungan;
“Çocukluk başlı başına bir memlekettir, hatta sılasıdır insanın. Büyüdükçe sıla özlemimiz artar, hayat giderek gurbetleşir. Sanki ne yaşarsak yaşayalım hep gurbetteyizdir. Büyümek, gurbete çıkmaktır” diyor.
Üzerine onlarca hikâye yazılacak bu sözleri doğrulayacak birkaç anım var.
Tevazu göstermeden söyleyebilirim ki, çok çalışkan ve zeki bir çocuktum. Okul hayatım boyunca hiç sınıfta kalmadım.
Sadece okulda çalışkan değildim. Normal hayatta da çalışkan biriydim.
Yazları çıraklık yapardım. Sokaklarda gazoz, mevsimine göre salatalık-mısır sattım. Yoksulduk zaten. Defter-kitap okul giysileri falan, tüm ihtiyaçlarımı sattıklarımdan karşılardım.
Sadece ben değil, yoksul çocukların tümü böyleydi.
Kasabamız da epey yoksul bir kasabaydı hani.
Camiye yakın bir terzide çıraktım. Buzdolabı henüz hayatımıza girmemişti.
Yazdı.
Usta hem mevsimden hem ütünün ısısından sürekli terlerdi.
“Erdal koş camiden bir tas su getir” derdi.
Koşardım.
Caminin sürekli akan çeşmesinden doldurur getirirdim.
Bir dikişte içerdi.
“Oh be çok tatlıymış, şeker mi kattın içine” derdi.
Bunun teşekkür anlamına geldiğini bilmezdim. Sanırdım ki su benim elimden olunca tatlanıyor.
Bir gün evden bir avuç şeker çaldım. Ne de olsa usta su isteyecekti. Ben de şekeri suya katıp ustaya verecektim.
Usta: “Bu çok daha tatlı olmuş” diyecekti.
Ben daha çok sevinecektim.
Öyle de yaptım.
Çeşmeden doldurduğum suyun içine koydum. Parmağımla karıştırıp ustaya verdim…
Ustanın şaşkınlığını bugün bile hatırlarım.
Ve sonraki kahkahasını…
“Tanrım, rica etsem bir çocukluk ömür daha ayarlayabilir miyiz bana…”
Mahallelinin her işine koşardım. Tabi oyundan fırsat bulursam.
Almanya modası vardı.
Erkekler Almanya’ya gurbete, ya da şehirlere çalışmaya giderlerdi. Mahallenin kadınlarında neredeyse annemden başka okuma-yazma bilen yoktu.
Pazartesi posta günüydü.
Bir kadın vardı. Kocası Almanya’da. Genç bir kadındı. Evinin önündeki taşlığa birlikte oturur mektubunu okurdum.
Heyecanla, pür dikkat dinlerdi beni.
Selam faslına gelince, “selam-kelam” der keserdim. Kocasının sevgi cümlelerini “selam-kelam” la geçiştirirdim.
Ergenliğe adım atmak üzereydim. “Öpmek, sevmek” kelimelerini “ayıp” sayardım.
Çocukluk işte…
Kadın ısrar ederdi;
“Ne demek selam-kelam, şunu doğru-dürüst oku!”
Yüzüm kızarırdı.
Ne kastettiğini bilirdim.
Sevgiyi, cinselliği, şehveti ve hasreti uzaklardan gönderilmiş bir çift cümlede arayan kadının çaresizliğine üzülürdüm…
Tıpkı bu satırları yazarken gülümsediğim gibi; biraz şeytani, daha çok hüzünlü…
Bir daha, bir daha okurdum…
*
“Gökyüzü gibi çocukluk hiçbir yere gitmiyor.” Ne kadar büyürsek büyüyelim içimizdeki çocukluk baki…
Annem 87 yaşında bir çocuk. En basit eleştiriden, en küçük serzenişten alınıyor. Bir şey söylenmiyor. Hemen” Ben çocuk muyum” diyor.
Oysa biliyorum o bir çocuk…
Çinliler, “Bütün dünyada bir tek güzel çocuk vardır ve bütün anneler ona sahiptirler” diyorlar. Bilmiyorlar ki aslında her anne nihayetinde güzel bir çocuktur…
Goethe, “Biz kocaman çocuklarız” demiş.
Ne kadar haklı!
Ne kadar büyürsek büyüyelim içimizdeki çocuk ölmüyor.
Çocuk ölünce insan da ölüyor…
Keşke” Bir sabah uyandığımda kapıyı çalan çocukluğum olsa ve hep bizde kalsa…”
Güzel olmaz mıydı?
Olurdu tabii…
İmkânsızı istemek…
Gerçekleşmesinin mümkün olmadığını bilmesine rağmen insan istiyor.
Hayal etmenin “dayanılmaz hafifliği” bu olsa gerek.
Komşumuzun kızı vardı; adı Güllü.
On üç, on dört yaşlarındaydı.
Öylesine güzel gülerdi ki bayılırdım. Gülsün diye ne isterse yapardım.
O da bilirdi bunu.
Çarşıya gönderirdi beni.
“Erdal” derdi,” git çarşıdan bana halva al”
“Kız Güllü” derdim, “onun adı halva değil, helva…”
O yine gülerdi, “peki tamam, hadi git çarşıdan “halva al…”
Ben yine, “halva değil, helva” derdim.
O yine gülerdi.
Ben kızardım.
O bayılırdı gülmekten.
Ben daha çok kızardım, o daha çok gülerdi.
En sonunda birlikte gülerdik…
Benimle “yarenlik” ettiğini anlamam için çocukluktan ergenliğe geçmem gerekirmiş.
Geçtim.
Bir de baktım ne Güllü var, ne de çocukluk.
Kahkahaları ve cilvelerini zaman almış götürmüş. Bana sadece hatıralar kalmış…
Şimdi anlıyorum ki :” Biz de ter içinde oynadık sokaklarda. Düştük, bizim de yaralandı dizlerimiz. Üfleyince geç(mi)yormuş meğer tüm yaralar…”
Gerçekten de geçmiyormuş.
Bazı yaralar var ki, insan hep içinde taşırmış.
Eşin, dostun, arkadaşın, yoldaşın açtığı yaralar… En onulmazı sevgilinin açtığı yaralar. Düşmanın açtığı yara bile zamanla iyileşiyor ama sevgilinin açtığı yara…
İyileşmiyor.
O yüzden bazı insanlar birbirlerini yaralarından tanırmış…
Yarasından tanınan biriyle karşılaşmıştım bir süre önce. Geriye doğru taranmış kır saçları, geniş bir anlı, ince yüzüne yakışan uzun bir burnu vardı. Derisi pörsümüş mavi damarlı elleri vardı ve çok güzeldi. “Aşk yaşlılar için pahalıdır.” demişti. Her şeyini yitirmişti. Esrarlı bir adamdı. En çok da gözleri esrarlıydı. Her şeye uzun uzun ve boş bakardı; insana, eşyaya, denize…
En çok da ufka.
Menzili sonsuzdu…
Tam onu da yazacaktım ki, baktım Pazar yazısı uzun olmuş.
Kalemin şehvetine kaptırmışım kendimi.
Burada durdum
Devamı belki başka bir sefere, başka bir pazara, belki de mezara…
Mutluluk dolu Güzel Günler,
Mirza ARABACI
2 notes · View notes
falcibaba · 2 years
Text
Eşi Eve Döndüren Dua
Eşi Eve Döndüren Dua
Eşi eve döndüren dua'nın kullanılmasının ilk sebepler; Eşler evlilikleri süresince bazı küçük problemler yaşanması gayet normaldir.Birlikte olan, yaşayan,doğan bireylerin isteklerinde farklılık gösterebilir ve anlaşmazlıklar ortaya çıkabilir. ve bu olayın bariz sebeplerinden biri de bu durumda belirleyici olan karakter etkenlerinin olması ve insanın karakteri doğumundan sonra çocukluk dönemini bitirinceye kadar sürekli değişiyor. Karşılaştığı olaylar karşısında verdiği tepkiler hepsi birbirinden bağımsız olabiliyor. Bu nedenle insanlar evlendikleri zaman da farklı yetişmelerinden, farklı olaylar görmelerinden ve buna benzer etkenlerden dolayı fikir ayrılıklarına düşebilir fakat çaresizliğinizi bu dua gidericektir.  Gerek düşünceleri gerek  hareketleri birbirinden farklı olabilir ki tamamen aynı olması zaten beklenemez. Tüm bunlara bakıldığı zaman tüm insani ilişkilerde,evliliklerde de buna benzer çatışmaların görülmesi son derece normaldir. Fakat bazen gerek davranışsal ve düşünsel farklılıklar eşlerden birini yıpratabilir ve evden uzaklaşabilir. Bu uzaklaşma bir süre dinlenme ve geri dönme ile sonuçlanabileceği gibi boşanma ile sonuçlanması da olasıdır.
Eşim Evden Ayrıldı Ne Yapmalıyım?
Birlikte girilen karşılıklı münakaşa ve fikir ayrılıkları sonucunda eşlerden biri veya iki tarafın da birbirine zarar verdiğini düşünerek evi terk edebilir. Bu olay bazen dinlenmek bazen de artık tahammül edememek sonucunda olur.Tahammül edemeyen taraf olan eş hem evinden hem de diğer eşten uzaklaşmak için evden ayrılır. Bu durumla karşılaşan çiftler ayrı kaldıkları süre boyunca düşünmek için zamana sahip olurlar. Yaptıkları yanlışları, karşı tarafın hal ve hareketlerini aynı zamanda da kendi hal ve hareketlerini bir süzgeçten geçirirler. Kimi zaman bu durumda kimin haklı kimin haksız olduğunu ya da yanlış bir yöntem belirlenirse bu yöntemin nasıl çözüleceğini düşünmek mümkün olacaktır. 
Tumblr media
Eşi Eve Döndüren Dua Eşi evden ayrılan diğer eş eşini eve getirmek için tüm yolları denedikten sonra yine de başarılı olamadıysa eşi eve döndürmek için okunacak dua vardır. Herşey denenmiş ise,Ayrılık neredeyse kesinleşmiş demektir. Konuşmak, eski günleri ya da küçük jestleri yaşatmak etkili değilse o zaman son çare olarak eşi eve döndürmek için dua okunabilinir. Eşi eve döndürmek için okunacak Dua Nedir? Dua her hayrın yapılması için yaratıcıdan istenmesidir. Dualar insanlık tarihinden beri yaratıcıya şükretmek, dileklerde bulunmak ve bunun dışında daha nice istek için kullanılabilir. Dua insanların en çaresiz olduğu zamanlarda kimse ile paylaşamadığı konuları paylaşması bakımından rabbi ile kulu arasında bir aracıdır. Aynı zamanda dua kişilerin içinin ferahlaması için de son derece iyidir. Kimi insanlar dua etmedikleri zaman kalpleri kararmış veya mutsuz hissedebilir, dua tüm bunların şifası ve çözümüdür. Eşi eve gelmeyen kişiler onca çözüm yolunu denemiş fakat hiçbir şey bu duruma çözüm olamamışsa o zaman eşi eve döndüren dua ile eşlerini eve döndürmeye çalışabilirler.Eşi eve döndüren dua tıpkı diğer dualar gibi kişilerin rableri ile arasında bir aracıdır ve köprü görevi görür. O sebeple eşi eve döndürmek için okunacak dua'nın okunması ve hissedilmesi eşi evden giden ya da boşanma seviyesinde olan kişiler için son derece önemlidir. En etkili ask buyusu gibi eşi eve döndürmek için okunacak dua'da bundan uzun zamanlar önce büyük alimler tarafından hazırlanmış olan dualar demetidir. Hat ta bazı dualar özellikle kutsanmıştır. Bu dualar yapıldıktan sonra kişinin eşi ile durumuna ve duayı ne kadar doğru yaptığına göre eşinin evine dönme durumu olacaktır. Dualar kullarını Allah ile yakınlaştırdığı için bu tür durumlarda düşünmeden alimlerin de kullandığı dualara yönelmek ve dualar aracılığı ile yardım istemek en mantıklı çözümlerden bir tanesi olacaktır. Hem şirk koşulmamış, hem de yine Allah’tan istendiği için kulun hakkında en hayırlı durum olacaktır. Eşi eve döndürmek için okunan Dua Nasıl Yapılmalı? Dua etmek isteyen kişiler bu maddeye ve başlığa biraz şaşırabilir. Çünkü genellikle kişilere duanın bir vakti, zamanı ve sabit bir şekli olmadığı öğretilmiştir. Bu nedenle de şaşkınlık yaşayabilirler. İşin aslı şudur ki duanın belli bir şekli yoktur fakat edilen niyetlerin bazılarına göre alimlerin ettiği ve mutlaka edilmesini önerdiği normal dualara kıyasla daha yüksek tesirli dualar bulunmaktadır. Büyüklerde de dikkat etmek gerekirse her durum için kuranın farklı bir ayeti, her durum için farklı bir dua okuma geleneği vardır. Bunun asıl sebeplerinden biri şifanın her seferinde farklı yerde ve farklı şekillerde olabileceğidir. Eşi eve döndüren dua yapılırken dikkat edilmesi gereken nokta da medyum ya da hocanın belirlediği saatlerde, onların belirlediği adet kadar ve onların belirlediği döngülerde yapılması gerektiğidir. Eşi eve döndüren dua diğer dualardan çok farklı ya da yüksek mucizeli bir dua değildir. Alim ve büyük din adamlarının da aracılığını ve duasını almıştır. Bu nedenle bu duanın bu durum için edilmesi önerilmektedir. Duanın belli bir saati mi olur gibi düşünen çok sayıda kişi olabilir. Duanın belli bir saati olmaz, dua her vakitte okunabilir faka
Tumblr media
t bu duaları belirlenen saatlerde okumam dua kapıları açık olduğu için ya da bu duayı okuyan diğer önemli zatlar da o saatlerde okuduğu için normal olarak karşılanabilmektedir. Duanın okunması gereken vakit ve kaç defa okunacağı duanın temin edildiği kişi tarafından söylenecektir. Eşi Eve Döndüren Dua Zararlı Mıdır? Bazı kişilerin dua olarak insanlara sunduğu büyü ve buna benzer bilinçaltını etkileyen ve tamamen değiştiren metinlerin hem okuyan kişiye hem de okuduğu kişiye büyük oranda zararı vardır. Hatta bazı medyumlar aha sonrasında para almak adına yanlış dua bile verebilir. Bu nedenle güvenilir birinden duayı almak son derece önemlidir. Buna ek olarak duayı yapan kişi duayı art niyeti kötü bir düşüncesi olmadan yapmalıdır. Bu sayede daha hızlı etkisini görecektir.güvenilir  Dua temiz bir kalp ile yapılıp Allah’a havale edildikten sonra yüksek ihtimal ile Allah vesile olacak ve o dua tutacaktır fakat buna kesin bir şey söylememek daha doğru olacaktır. Bunun nedenlerinden birinin de her eşi eve döndürmek için okunacak dua'nın kabul olmasını rabbin çok da doğru bulmayacağıdır. Dua ile Allah hayırlı olanı kuluna vermektedir bu nedenle hayırlı olamayacak bir şey ise vermemesi beklenmektedir. Eşi eve döndürmek için okunacak dua çok sayıda kişi tarafından denenmiştir. Deneyen kişiler gerek medyumların gerek de hocaların yönlendirmelerine uyarsa eğer o zaman çok etkili bir dua ile karşı karşıya kalacaktır. Ancak hiçbir yönlendirmeye uymaz ve buna karşın aykırı bir şekilde davranırsa o zaman bu dua etkisini gösteremeyecektir. Bu konuda unutulmaması gereken en önemli nokta kişilerin de bu duayı yaparken Allah rızasını gözetmesi ve sırf intikam almak gibi kötü duygularını karşı tarafa bulaştırmayı düşünmeden okuma yapmalarıdır. Bu sayede bir hafta ile kırk bir gün arasında dua etkisini gösterecek, giden eş eve geri dönecektir. Read the full article
0 notes
gallipolidaytours · 2 years
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/kahramanlar-sehri-kahramanmaras.html
Kahramanlar şehri Kahramanmaraş
Tumblr media
Geçmişi 14-16 bin yıl öncesine kadar gidiyor bu toprakların. İlk medeniyetse 3 bin 200 yıl önce Hititler tarafından kurulmuş. Bulunduğu konum öylesine önemliymiş ki işgal eden edene… Gurgumlara, Asurlulara, Medlere, Perslere ev sahipliği yapmış; Büyük İskender zamanında Makedonya İmparatorluğu hâkimiyetine geçmiş. MÖ 9’uncu yüzyılda Gurgum Krallığı’nın başkentiyken adı Markas’mış. Roma’nın egemenliği zamanında ismi Germenicia olmuş, çünkü o dönemin imparatoru Germanicus’a ithaf edilmiş şehir.
Tumblr media
Temelleri Dulkadiroğulları dönemine dayanan tarihi çarşılar hâlâ Kahramanmaraş’ın merkezinde ayakta. Ekonomik canlılığını koruyor.
O dönem için stratejik önemi daha da artan bir şehir halini almış. Hem önemli şehirlere yakın hem ticaret yolu üzerinde bir yermiş Germenicia. Uzun bir dönem Hıristiyan devleti olarak yönetilmiş, ta ki 6’ncı yüzyıla kadar. Amansız Arap akınları sonunda Halid Bin Velid 637’de Maraş’ı fethetmiş. 400 yıl sonra da büyük bir akınla Selçuklular almış şehri 1086’da. Ama yine tek elde kalmamış. Bir türlü rahat nefes alamamış anlayacağınız bu topraklarda yaşayanlar.
Tumblr media
Şehri gezmeye köşk tipi minaresi ve farklı mimarisiyle dikkati çeken Ulu Cami’den başlayın.
Bağımsızlık mücadelesi
Selçuklu, Bizans, Haçlı, Danişmendliler derken bir de deprem taş taş üstünde bırakmamış 1114’te. Selçuklular sonrasında İlhanlı ve Memluk egemenliklerine girmiş Maraş. Sonra da Dulkadiroğlu Beyliği’ne katılmış. Dulkadiroğlu Beyliği şehrin tarihi için çok önemli olmuş. Şehirde günümüze kadar gelen Ulu Cami, Hatuniye Camisi, Taş Medrese ve türbe, tarihi ticaret alanları, Kâtip Han, Taş Köprü gibi birçok anıt yapı ve yer Dulkadiroğlu Beyliği zamanından kalmış. Kent, 1515’te, Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı topraklarına katılmış.
Tumblr media
Şehrin entelektüel yapısının en çarpıcı adresi, Yedi Güzel Adam Müzesi. 1882’de misyonerler tarafından Amerikan Kız Koleji olarak yapılmış.
1. Dünya Savaşı’nda önce İngilizler, sonra da Fransızlar tarafından işgal edildi şehir. Ama ‘Maraş bize mezar olmadan düşmana gülizar olmaz’ diyerek çıktıkları bağımsızlık mücadelesiyle kendi Kurtuluş Savaşı’nı verdi Maraşlılar. 12 Şubat 1920’de bağımsızlığını kazanarak kendini kurtaran ilk şehir oldu. 1925’te TBMM tarafından Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası’yla 1973’teyse ‘Kahraman’ unvanıyla şereflendirilmiş ve adı Kahramanmaraş olarak değiştirilmiş.
Köşk tipi minareyi görün
Tarihini kısaca öğrendikten sonra şehri gezmeye başlayabiliriz. Şehrin olmazsa olmazı, gezilmesi gerekenlerden ilki, köşk tipi minaresiyle görmeye alıştıklarımızdan farklı mimarisiyle Ulu Cami. Ulu Cami, Dulkadiroğulları Beyliği hükümdarı Süleyman Bey zamanında inşa edilmiş. Girişteki kitabeye göre, cami Dulkadirli Süleyman Bey’in oğlu Alaüddevle Bey tarafından 1496’da çok ciddi bir restorasyondan geçmiş. Ayrıca bir imarethane, Taş Medrese, mescit ve Büyük Bağdat Han’ı da yaptırmış Alaüddevle Bey. Şehrin entelektüel yapısının en çarpıcı adresi, Yedi Güzel Adam Müzesi. 1882’de Amerikan misyonerleri tarafından Amerikan Kız Koleji olarak inşa edilmiş bir binaya kurulmuş müze. Aslında üç ayrı binaymış, günümüzde sadece iki yapısı ayakta kalmış. Cumhuriyet’in ilanından sonra 1933’te Kahramanmaraş’ın ilk eğitim kurumu olarak yeniden okul olmuş. 1945-1965 arasında birbirinden değerli ve önemli kişiyi yetiştiren Maraş Lisesi işte bu binadaymış.
Tumblr media
Kahramanmaraş’ta çarşıyı gezerken geleneksel zanaatların yaşatıldığını göreceksiniz.
Sonrasında bir dizi restorasyon ve onarım geçirerek hem kütüphane hem de ‘Yedi Güzel Adam Müzesi’ adıyla yeni hayatına başlamış. Müzede şehrin yetiştirdiği ünlü edebiyatçı, şair ve ozanın mumyaları, eserleri ve yaşamöykülerinin anlatıldığı köşeler var. Sanayisi de kahraman Kurtuluşundan sonra hızla yaralarını sarmış ve günümüze Türkiye’nin lokomotif şehirlerinden biri olarak gelmiş Kahramanmaraş. Sanayisi gelişmiş şehirler arasında sayın deseniz çoğumuzun aklına ilk sıralarda gelmese de gerçekte üretim konusunda çok yol almışlar ve ilk sıralardalar. Günümüzde Türkiye’deki toplam üretimde metal mutfak eşyasının yüzde 65’i, çimento ihtiyacının yüzde 10’u, pamuk ipliğinin yüzde 36’sı, dokumanın yüzde 10’u, örgü dokumanın yüzde 16’sı, kot kumaşının yüzde 27’si Kahramanmaraş’ta üretiliyor. Bunca sanayi üretiminin içinde doğayı korumayı da ihmal etmemiş, sahip çıkmışlar güzelliklere. Öyle bir yaylası var ki bir giden bir daha aklından çıkaramıyor. Başkonuş Yaylası Maraş’ın doğaya gösterdiği özenin bir göstergesi…
Sümbülü, salebi…
Sümbül kokusunu sever misiniz? Kim sevmez ki! Peki ya salep sever misiniz? Kış gecelerinin vazgeçilmezidir salep… Hem sümbülün hem de salebin, yüzlerce endemik bitkinin, göçmen kuşlar ve ceylanların yaşadığı bir tabiatın tam da orta yerinde Başkonuş Yaylası. İsviçre’den de Norveç’ten de farkı yok, fazlası var. 1987’de geyik üretme istasyonu kurulmuş, yıllar sonra geyikler doğaya bırakılmış. Çevrede çoğalan geyiklerin sayısı günümüzde 300 civarına ulaşmış. 2011’den itibaren özel işletme statüsüne girmiş ve Erdoğanyılmaz ailesi tarafından yönetilmeye başlamış.
Tumblr media
1925’te TBMM’nin Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası’yla 1973’te ‘Kahraman’ unvanıyla şereflendirilmiş. Şehrin girişindeki anıt bunu anlatıyor.
Yaylanın giriş kısmı mesire olarak düzenlenmiş. Kırlokantası, bungalov orman evleri, çadır ve karavan kamp, piknik, spor, ATV safari, binicilik gibi olanaklar sunan yaylada, özgür hayvan bahçesi ve yürüyüş yolları var. Konaklama alanı 1.325 metrelik rakımda. Ayrıca çok sayıdaki ağaç çeşitliliği sayesinde oluşan oksijene, Akdeniz’den gelen nemli havanın da karışmasıyla bağışıklık sistemini güçlendiren sağlıklı bir ortam oluşuyor. Yayla yaz ve kış aylarındaki farklı güzellikleri ve tedavi edici güzel havasıyla gelenlere unutulmaz bir deneyim sunuyor.
‘Bak yeşil yeşil’
Doğanın içinde bir başka olağanüstü güzellik de Yeşilgöz Gölü. 20 metre derinlikteki bir obruktan çıkıp Tekir Deresi’yle birleşiyor Yeşilgöz. Suyu bazen yeşil, bazen turkuvaz, bazen de mavi. Bu muhteşem renklerin sebebi için güneş ışınlarının bir oyunu diyen de var, suyun derinliği ve ağaçların yansımasından diyen de…
Tarhanasıyla çöreği de çok özel
Kahramanmaraş’ın özel yiyeceği çok. Maraş tarhanası bunlardan biri. Komşu hanımların imece usulüyle bir araya gelmeleri, sabahın erken saatlerinde kalkıp çiğ adı verilen özel bir sergi üzerine tarhana sermeleri zamanla kültürel bir özellik halini almış. Modern tesislerde hijyenik ambalajlarda satılan türleri de var. Bu konunun uzmanı, atadan-dededen tarhana üretiminin içinde olan Haşiroğlu Tarhana ise çorbalık tarhananın yanı sıra sağlıklı atıştırmalık olarak farklı tatta tarhana cipsleri üretmiş. Tıpkı tarhana gibi bir de çöreği var kentin. Bu çörek de savaş yiyeceğiymiş geçmişin. Daha sonra özellikle Ramazan Bayramlarında yapılıp yenmesi bir kültür haline gelmiş.
Tumblr media
Maraş tarhanası
Ramazan gelmeden 1-2 ay öncesinde fırınlardan sıra alınır: hamurlar hazırlanıp fırınlara verilir; sırası gelen alır, evinde aylarca yermiş. 90’lı yılların sonralarında artık sektör haline gelmiş. Bu çörekle adı özdeşleşen Alfiçörek’in önünde özellikle ramazanda uzun kuyruklar oluşuyor. Zamanla fıstıklı, kakaolu gibi 20 çeşit çörek yapılır olmuş. Karlardan sıcak sulara… Yazının spotunda da bahsettiğim gibi gezmekle bitecek gibi değil bu kentin zenginliği. Benim vaktim yetmemiş olsa da siz gitmişken Yedikuyular mevkisindeki kayak merkezini de ziyaret edin. Kayak yapılabiliyor ama asıl doğa yürüyüşü ve kar motoruyla safari gibi daha basit etkinlikler için tercih edilebilir. Kentin tarihi durakları arasında tur atarken yorulmuş olanları da şifalı sularında dinlendiriyor Kahramanmaraş. Termal turizm için dört ayrı merkezdeki kaplıcaları şifa dağıtıyor. Ilıca ve Döngele kaplıcalarında konaklama imkânı var. Ekinözü ve Göksun Büyükkızılcık içmelerinin de birçok hastalığa iyi geldiği biliniyor.
Meşhur dondurmasının öyküsü
Şehrin adını anınca akla ilk gelen dondurması oluyor. Bu şöhrete kavuşmak için uzun bir yolculuğu olmuş Maraş dondurmasının. Sırrı şehrin sırtını yasladığı Ahir Dağı’nın doğal zenginlikleriyle sabırla yoğrulmuş ustalığında gizli. Yüzyıllar önce Kahramanmaraş’ta Ahir Dağı’nın yamaçlarındaki mağara ve oyuklara birikmiş kar tabakalarıyla bağlarında üretilen Kabarcık üzümü pekmezi, karakovan balı ve meyve özlerinin karışımından oluşan serin mi serin bir tatlı doğmuş. Bu tatlıya o günlerde karsambaç adı verilmiş.
Tumblr media
Karsambaç daha sonra Ahir Dağı’nda yetişen keçilerin sütüyle daha da zenginleşmiş ve en sonunda yabani orkidelerin köklerinden elde edilen saleple bu mucizevi formül tamamlanmış. Ortaya çıkan muhteşem karışımı 1960’lı yıllarda Durgut Usta alın teri ve becerisiyle sabırla işlemiş. Kırma dondurmanın mucidi olarak kabul edilen Durgut Usta’nın ünü, mini bir dondurma dükkânıyla başlamış ama şöhreti Kahramanmaraş’ın ünlü Kervan Pastaneleri olarak önce ülkemize yayılmış, sonra da Alpedo Dondurma adıyla tüm dünyanın sevdiği lezzetler arasında yerini almış. Çin’den Amerika Birleşik Devletleri’ne dört kıtada dünya genelinde tam 114 bin noktaya Maraş dondurması satıyorlar. Dünyanın en büyük çengel dondurmasıyla rekorlar kitabına girmeyi başaran marka, geleneksel Maraş dondurmasının yanı sıra çileklisinden fıstıklısına 30 çeşit saf ve doğal dondurma üretiyor.
1 note · View note
traveltourstrips · 2 years
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/kahramanlar-sehri-kahramanmaras.html
Kahramanlar şehri Kahramanmaraş
Tumblr media
Geçmişi 14-16 bin yıl öncesine kadar gidiyor bu toprakların. İlk medeniyetse 3 bin 200 yıl önce Hititler tarafından kurulmuş. Bulunduğu konum öylesine önemliymiş ki işgal eden edene… Gurgumlara, Asurlulara, Medlere, Perslere ev sahipliği yapmış; Büyük İskender zamanında Makedonya İmparatorluğu hâkimiyetine geçmiş. MÖ 9’uncu yüzyılda Gurgum Krallığı’nın başkentiyken adı Markas’mış. Roma’nın egemenliği zamanında ismi Germenicia olmuş, çünkü o dönemin imparatoru Germanicus’a ithaf edilmiş şehir.
Tumblr media
Temelleri Dulkadiroğulları dönemine dayanan tarihi çarşılar hâlâ Kahramanmaraş’ın merkezinde ayakta. Ekonomik canlılığını koruyor.
O dönem için stratejik önemi daha da artan bir şehir halini almış. Hem önemli şehirlere yakın hem ticaret yolu üzerinde bir yermiş Germenicia. Uzun bir dönem Hıristiyan devleti olarak yönetilmiş, ta ki 6’ncı yüzyıla kadar. Amansız Arap akınları sonunda Halid Bin Velid 637’de Maraş’ı fethetmiş. 400 yıl sonra da büyük bir akınla Selçuklular almış şehri 1086’da. Ama yine tek elde kalmamış. Bir türlü rahat nefes alamamış anlayacağınız bu topraklarda yaşayanlar.
Tumblr media
Şehri gezmeye köşk tipi minaresi ve farklı mimarisiyle dikkati çeken Ulu Cami’den başlayın.
Bağımsızlık mücadelesi
Selçuklu, Bizans, Haçlı, Danişmendliler derken bir de deprem taş taş üstünde bırakmamış 1114’te. Selçuklular sonrasında İlhanlı ve Memluk egemenliklerine girmiş Maraş. Sonra da Dulkadiroğlu Beyliği’ne katılmış. Dulkadiroğlu Beyliği şehrin tarihi için çok önemli olmuş. Şehirde günümüze kadar gelen Ulu Cami, Hatuniye Camisi, Taş Medrese ve türbe, tarihi ticaret alanları, Kâtip Han, Taş Köprü gibi birçok anıt yapı ve yer Dulkadiroğlu Beyliği zamanından kalmış. Kent, 1515’te, Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı topraklarına katılmış.
Tumblr media
Şehrin entelektüel yapısının en çarpıcı adresi, Yedi Güzel Adam Müzesi. 1882’de misyonerler tarafından Amerikan Kız Koleji olarak yapılmış.
1. Dünya Savaşı’nda önce İngilizler, sonra da Fransızlar tarafından işgal edildi şehir. Ama ‘Maraş bize mezar olmadan düşmana gülizar olmaz’ diyerek çıktıkları bağımsızlık mücadelesiyle kendi Kurtuluş Savaşı’nı verdi Maraşlılar. 12 Şubat 1920’de bağımsızlığını kazanarak kendini kurtaran ilk şehir oldu. 1925’te TBMM tarafından Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası’yla 1973’teyse ‘Kahraman’ unvanıyla şereflendirilmiş ve adı Kahramanmaraş olarak değiştirilmiş.
Köşk tipi minareyi görün
Tarihini kısaca öğrendikten sonra şehri gezmeye başlayabiliriz. Şehrin olmazsa olmazı, gezilmesi gerekenlerden ilki, köşk tipi minaresiyle görmeye alıştıklarımızdan farklı mimarisiyle Ulu Cami. Ulu Cami, Dulkadiroğulları Beyliği hükümdarı Süleyman Bey zamanında inşa edilmiş. Girişteki kitabeye göre, cami Dulkadirli Süleyman Bey’in oğlu Alaüddevle Bey tarafından 1496’da çok ciddi bir restorasyondan geçmiş. Ayrıca bir imarethane, Taş Medrese, mescit ve Büyük Bağdat Han’ı da yaptırmış Alaüddevle Bey. Şehrin entelektüel yapısının en çarpıcı adresi, Yedi Güzel Adam Müzesi. 1882’de Amerikan misyonerleri tarafından Amerikan Kız Koleji olarak inşa edilmiş bir binaya kurulmuş müze. Aslında üç ayrı binaymış, günümüzde sadece iki yapısı ayakta kalmış. Cumhuriyet’in ilanından sonra 1933’te Kahramanmaraş’ın ilk eğitim kurumu olarak yeniden okul olmuş. 1945-1965 arasında birbirinden değerli ve önemli kişiyi yetiştiren Maraş Lisesi işte bu binadaymış.
Tumblr media
Kahramanmaraş’ta çarşıyı gezerken geleneksel zanaatların yaşatıldığını göreceksiniz.
Sonrasında bir dizi restorasyon ve onarım geçirerek hem kütüphane hem de ‘Yedi Güzel Adam Müzesi’ adıyla yeni hayatına başlamış. Müzede şehrin yetiştirdiği ünlü edebiyatçı, şair ve ozanın mumyaları, eserleri ve yaşamöykülerinin anlatıldığı köşeler var. Sanayisi de kahraman Kurtuluşundan sonra hızla yaralarını sarmış ve günümüze Türkiye’nin lokomotif şehirlerinden biri olarak gelmiş Kahramanmaraş. Sanayisi gelişmiş şehirler arasında sayın deseniz çoğumuzun aklına ilk sıralarda gelmese de gerçekte üretim konusunda çok yol almışlar ve ilk sıralardalar. Günümüzde Türkiye’deki toplam üretimde metal mutfak eşyasının yüzde 65’i, çimento ihtiyacının yüzde 10’u, pamuk ipliğinin yüzde 36’sı, dokumanın yüzde 10’u, örgü dokumanın yüzde 16’sı, kot kumaşının yüzde 27’si Kahramanmaraş’ta üretiliyor. Bunca sanayi üretiminin içinde doğayı korumayı da ihmal etmemiş, sahip çıkmışlar güzelliklere. Öyle bir yaylası var ki bir giden bir daha aklından çıkaramıyor. Başkonuş Yaylası Maraş’ın doğaya gösterdiği özenin bir göstergesi…
Sümbülü, salebi…
Sümbül kokusunu sever misiniz? Kim sevmez ki! Peki ya salep sever misiniz? Kış gecelerinin vazgeçilmezidir salep… Hem sümbülün hem de salebin, yüzlerce endemik bitkinin, göçmen kuşlar ve ceylanların yaşadığı bir tabiatın tam da orta yerinde Başkonuş Yaylası. İsviçre’den de Norveç’ten de farkı yok, fazlası var. 1987’de geyik üretme istasyonu kurulmuş, yıllar sonra geyikler doğaya bırakılmış. Çevrede çoğalan geyiklerin sayısı günümüzde 300 civarına ulaşmış. 2011’den itibaren özel işletme statüsüne girmiş ve Erdoğanyılmaz ailesi tarafından yönetilmeye başlamış.
Tumblr media
1925’te TBMM’nin Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası’yla 1973’te ‘Kahraman’ unvanıyla şereflendirilmiş. Şehrin girişindeki anıt bunu anlatıyor.
Yaylanın giriş kısmı mesire olarak düzenlenmiş. Kırlokantası, bungalov orman evleri, çadır ve karavan kamp, piknik, spor, ATV safari, binicilik gibi olanaklar sunan yaylada, özgür hayvan bahçesi ve yürüyüş yolları var. Konaklama alanı 1.325 metrelik rakımda. Ayrıca çok sayıdaki ağaç çeşitliliği sayesinde oluşan oksijene, Akdeniz’den gelen nemli havanın da karışmasıyla bağışıklık sistemini güçlendiren sağlıklı bir ortam oluşuyor. Yayla yaz ve kış aylarındaki farklı güzellikleri ve tedavi edici güzel havasıyla gelenlere unutulmaz bir deneyim sunuyor.
‘Bak yeşil yeşil’
Doğanın içinde bir başka olağanüstü güzellik de Yeşilgöz Gölü. 20 metre derinlikteki bir obruktan çıkıp Tekir Deresi’yle birleşiyor Yeşilgöz. Suyu bazen yeşil, bazen turkuvaz, bazen de mavi. Bu muhteşem renklerin sebebi için güneş ışınlarının bir oyunu diyen de var, suyun derinliği ve ağaçların yansımasından diyen de…
Tarhanasıyla çöreği de çok özel
Kahramanmaraş’ın özel yiyeceği çok. Maraş tarhanası bunlardan biri. Komşu hanımların imece usulüyle bir araya gelmeleri, sabahın erken saatlerinde kalkıp çiğ adı verilen özel bir sergi üzerine tarhana sermeleri zamanla kültürel bir özellik halini almış. Modern tesislerde hijyenik ambalajlarda satılan türleri de var. Bu konunun uzmanı, atadan-dededen tarhana üretiminin içinde olan Haşiroğlu Tarhana ise çorbalık tarhananın yanı sıra sağlıklı atıştırmalık olarak farklı tatta tarhana cipsleri üretmiş. Tıpkı tarhana gibi bir de çöreği var kentin. Bu çörek de savaş yiyeceğiymiş geçmişin. Daha sonra özellikle Ramazan Bayramlarında yapılıp yenmesi bir kültür haline gelmiş.
Tumblr media
Maraş tarhanası
Ramazan gelmeden 1-2 ay öncesinde fırınlardan sıra alınır: hamurlar hazırlanıp fırınlara verilir; sırası gelen alır, evinde aylarca yermiş. 90’lı yılların sonralarında artık sektör haline gelmiş. Bu çörekle adı özdeşleşen Alfiçörek’in önünde özellikle ramazanda uzun kuyruklar oluşuyor. Zamanla fıstıklı, kakaolu gibi 20 çeşit çörek yapılır olmuş. Karlardan sıcak sulara… Yazının spotunda da bahsettiğim gibi gezmekle bitecek gibi değil bu kentin zenginliği. Benim vaktim yetmemiş olsa da siz gitmişken Yedikuyular mevkisindeki kayak merkezini de ziyaret edin. Kayak yapılabiliyor ama asıl doğa yürüyüşü ve kar motoruyla safari gibi daha basit etkinlikler için tercih edilebilir. Kentin tarihi durakları arasında tur atarken yorulmuş olanları da şifalı sularında dinlendiriyor Kahramanmaraş. Termal turizm için dört ayrı merkezdeki kaplıcaları şifa dağıtıyor. Ilıca ve Döngele kaplıcalarında konaklama imkânı var. Ekinözü ve Göksun Büyükkızılcık içmelerinin de birçok hastalığa iyi geldiği biliniyor.
Meşhur dondurmasının öyküsü
Şehrin adını anınca akla ilk gelen dondurması oluyor. Bu şöhrete kavuşmak için uzun bir yolculuğu olmuş Maraş dondurmasının. Sırrı şehrin sırtını yasladığı Ahir Dağı’nın doğal zenginlikleriyle sabırla yoğrulmuş ustalığında gizli. Yüzyıllar önce Kahramanmaraş’ta Ahir Dağı’nın yamaçlarındaki mağara ve oyuklara birikmiş kar tabakalarıyla bağlarında üretilen Kabarcık üzümü pekmezi, karakovan balı ve meyve özlerinin karışımından oluşan serin mi serin bir tatlı doğmuş. Bu tatlıya o günlerde karsambaç adı verilmiş.
Tumblr media
Karsambaç daha sonra Ahir Dağı’nda yetişen keçilerin sütüyle daha da zenginleşmiş ve en sonunda yabani orkidelerin köklerinden elde edilen saleple bu mucizevi formül tamamlanmış. Ortaya çıkan muhteşem karışımı 1960’lı yıllarda Durgut Usta alın teri ve becerisiyle sabırla işlemiş. Kırma dondurmanın mucidi olarak kabul edilen Durgut Usta’nın ünü, mini bir dondurma dükkânıyla başlamış ama şöhreti Kahramanmaraş’ın ünlü Kervan Pastaneleri olarak önce ülkemize yayılmış, sonra da Alpedo Dondurma adıyla tüm dünyanın sevdiği lezzetler arasında yerini almış. Çin’den Amerika Birleşik Devletleri’ne dört kıtada dünya genelinde tam 114 bin noktaya Maraş dondurması satıyorlar. Dünyanın en büyük çengel dondurmasıyla rekorlar kitabına girmeyi başaran marka, geleneksel Maraş dondurmasının yanı sıra çileklisinden fıstıklısına 30 çeşit saf ve doğal dondurma üretiyor.
0 notes
anzacdaygallipoli · 2 years
Text
Kahramanlar şehri Kahramanmaraş - Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/kahramanlar-sehri-kahramanmaras.html
Kahramanlar şehri Kahramanmaraş
Tumblr media
Geçmişi 14-16 bin yıl öncesine kadar gidiyor bu toprakların. İlk medeniyetse 3 bin 200 yıl önce Hititler tarafından kurulmuş. Bulunduğu konum öylesine önemliymiş ki işgal eden edene… Gurgumlara, Asurlulara, Medlere, Perslere ev sahipliği yapmış; Büyük İskender zamanında Makedonya İmparatorluğu hâkimiyetine geçmiş. MÖ 9’uncu yüzyılda Gurgum Krallığı’nın başkentiyken adı Markas’mış. Roma’nın egemenliği zamanında ismi Germenicia olmuş, çünkü o dönemin imparatoru Germanicus’a ithaf edilmiş şehir.
Tumblr media
Temelleri Dulkadiroğulları dönemine dayanan tarihi çarşılar hâlâ Kahramanmaraş’ın merkezinde ayakta. Ekonomik canlılığını koruyor.
O dönem için stratejik önemi daha da artan bir şehir halini almış. Hem önemli şehirlere yakın hem ticaret yolu üzerinde bir yermiş Germenicia. Uzun bir dönem Hıristiyan devleti olarak yönetilmiş, ta ki 6’ncı yüzyıla kadar. Amansız Arap akınları sonunda Halid Bin Velid 637’de Maraş’ı fethetmiş. 400 yıl sonra da büyük bir akınla Selçuklular almış şehri 1086’da. Ama yine tek elde kalmamış. Bir türlü rahat nefes alamamış anlayacağınız bu topraklarda yaşayanlar.
Tumblr media
Şehri gezmeye köşk tipi minaresi ve farklı mimarisiyle dikkati çeken Ulu Cami’den başlayın.
Bağımsızlık mücadelesi
Selçuklu, Bizans, Haçlı, Danişmendliler derken bir de deprem taş taş üstünde bırakmamış 1114’te. Selçuklular sonrasında İlhanlı ve Memluk egemenliklerine girmiş Maraş. Sonra da Dulkadiroğlu Beyliği’ne katılmış. Dulkadiroğlu Beyliği şehrin tarihi için çok önemli olmuş. Şehirde günümüze kadar gelen Ulu Cami, Hatuniye Camisi, Taş Medrese ve türbe, tarihi ticaret alanları, Kâtip Han, Taş Köprü gibi birçok anıt yapı ve yer Dulkadiroğlu Beyliği zamanından kalmış. Kent, 1515’te, Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı topraklarına katılmış.
Tumblr media
Şehrin entelektüel yapısının en çarpıcı adresi, Yedi Güzel Adam Müzesi. 1882’de misyonerler tarafından Amerikan Kız Koleji olarak yapılmış.
1. Dünya Savaşı’nda önce İngilizler, sonra da Fransızlar tarafından işgal edildi şehir. Ama ‘Maraş bize mezar olmadan düşmana gülizar olmaz’ diyerek çıktıkları bağımsızlık mücadelesiyle kendi Kurtuluş Savaşı’nı verdi Maraşlılar. 12 Şubat 1920’de bağımsızlığını kazanarak kendini kurtaran ilk şehir oldu. 1925’te TBMM tarafından Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası’yla 1973’teyse ‘Kahraman’ unvanıyla şereflendirilmiş ve adı Kahramanmaraş olarak değiştirilmiş.
Köşk tipi minareyi görün
Tarihini kısaca öğrendikten sonra şehri gezmeye başlayabiliriz. Şehrin olmazsa olmazı, gezilmesi gerekenlerden ilki, köşk tipi minaresiyle görmeye alıştıklarımızdan farklı mimarisiyle Ulu Cami. Ulu Cami, Dulkadiroğulları Beyliği hükümdarı Süleyman Bey zamanında inşa edilmiş. Girişteki kitabeye göre, cami Dulkadirli Süleyman Bey’in oğlu Alaüddevle Bey tarafından 1496’da çok ciddi bir restorasyondan geçmiş. Ayrıca bir imarethane, Taş Medrese, mescit ve Büyük Bağdat Han’ı da yaptırmış Alaüddevle Bey. Şehrin entelektüel yapısının en çarpıcı adresi, Yedi Güzel Adam Müzesi. 1882’de Amerikan misyonerleri tarafından Amerikan Kız Koleji olarak inşa edilmiş bir binaya kurulmuş müze. Aslında üç ayrı binaymış, günümüzde sadece iki yapısı ayakta kalmış. Cumhuriyet’in ilanından sonra 1933’te Kahramanmaraş’ın ilk eğitim kurumu olarak yeniden okul olmuş. 1945-1965 arasında birbirinden değerli ve önemli kişiyi yetiştiren Maraş Lisesi işte bu binadaymış.
Tumblr media
Kahramanmaraş’ta çarşıyı gezerken geleneksel zanaatların yaşatıldığını göreceksiniz.
Sonrasında bir dizi restorasyon ve onarım geçirerek hem kütüphane hem de ‘Yedi Güzel Adam Müzesi’ adıyla yeni hayatına başlamış. Müzede şehrin yetiştirdiği ünlü edebiyatçı, şair ve ozanın mumyaları, eserleri ve yaşamöykülerinin anlatıldığı köşeler var. Sanayisi de kahraman Kurtuluşundan sonra hızla yaralarını sarmış ve günümüze Türkiye’nin lokomotif şehirlerinden biri olarak gelmiş Kahramanmaraş. Sanayisi gelişmiş şehirler arasında sayın deseniz çoğumuzun aklına ilk sıralarda gelmese de gerçekte üretim konusunda çok yol almışlar ve ilk sıralardalar. Günümüzde Türkiye’deki toplam üretimde metal mutfak eşyasının yüzde 65’i, çimento ihtiyacının yüzde 10’u, pamuk ipliğinin yüzde 36’sı, dokumanın yüzde 10’u, örgü dokumanın yüzde 16’sı, kot kumaşının yüzde 27’si Kahramanmaraş’ta üretiliyor. Bunca sanayi üretiminin içinde doğayı korumayı da ihmal etmemiş, sahip çıkmışlar güzelliklere. Öyle bir yaylası var ki bir giden bir daha aklından çıkaramıyor. Başkonuş Yaylası Maraş’ın doğaya gösterdiği özenin bir göstergesi…
Sümbülü, salebi…
Sümbül kokusunu sever misiniz? Kim sevmez ki! Peki ya salep sever misiniz? Kış gecelerinin vazgeçilmezidir salep… Hem sümbülün hem de salebin, yüzlerce endemik bitkinin, göçmen kuşlar ve ceylanların yaşadığı bir tabiatın tam da orta yerinde Başkonuş Yaylası. İsviçre’den de Norveç’ten de farkı yok, fazlası var. 1987’de geyik üretme istasyonu kurulmuş, yıllar sonra geyikler doğaya bırakılmış. Çevrede çoğalan geyiklerin sayısı günümüzde 300 civarına ulaşmış. 2011’den itibaren özel işletme statüsüne girmiş ve Erdoğanyılmaz ailesi tarafından yönetilmeye başlamış.
Tumblr media
1925’te TBMM’nin Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası’yla 1973’te ‘Kahraman’ unvanıyla şereflendirilmiş. Şehrin girişindeki anıt bunu anlatıyor.
Yaylanın giriş kısmı mesire olarak düzenlenmiş. Kırlokantası, bungalov orman evleri, çadır ve karavan kamp, piknik, spor, ATV safari, binicilik gibi olanaklar sunan yaylada, özgür hayvan bahçesi ve yürüyüş yolları var. Konaklama alanı 1.325 metrelik rakımda. Ayrıca çok sayıdaki ağaç çeşitliliği sayesinde oluşan oksijene, Akdeniz’den gelen nemli havanın da karışmasıyla bağışıklık sistemini güçlendiren sağlıklı bir ortam oluşuyor. Yayla yaz ve kış aylarındaki farklı güzellikleri ve tedavi edici güzel havasıyla gelenlere unutulmaz bir deneyim sunuyor.
‘Bak yeşil yeşil’
Doğanın içinde bir başka olağanüstü güzellik de Yeşilgöz Gölü. 20 metre derinlikteki bir obruktan çıkıp Tekir Deresi’yle birleşiyor Yeşilgöz. Suyu bazen yeşil, bazen turkuvaz, bazen de mavi. Bu muhteşem renklerin sebebi için güneş ışınlarının bir oyunu diyen de var, suyun derinliği ve ağaçların yansımasından diyen de…
Tarhanasıyla çöreği de çok özel
Kahramanmaraş’ın özel yiyeceği çok. Maraş tarhanası bunlardan biri. Komşu hanımların imece usulüyle bir araya gelmeleri, sabahın erken saatlerinde kalkıp çiğ adı verilen özel bir sergi üzerine tarhana sermeleri zamanla kültürel bir özellik halini almış. Modern tesislerde hijyenik ambalajlarda satılan türleri de var. Bu konunun uzmanı, atadan-dededen tarhana üretiminin içinde olan Haşiroğlu Tarhana ise çorbalık tarhananın yanı sıra sağlıklı atıştırmalık olarak farklı tatta tarhana cipsleri üretmiş. Tıpkı tarhana gibi bir de çöreği var kentin. Bu çörek de savaş yiyeceğiymiş geçmişin. Daha sonra özellikle Ramazan Bayramlarında yapılıp yenmesi bir kültür haline gelmiş.
Tumblr media
Maraş tarhanası
Ramazan gelmeden 1-2 ay öncesinde fırınlardan sıra alınır: hamurlar hazırlanıp fırınlara verilir; sırası gelen alır, evinde aylarca yermiş. 90’lı yılların sonralarında artık sektör haline gelmiş. Bu çörekle adı özdeşleşen Alfiçörek’in önünde özellikle ramazanda uzun kuyruklar oluşuyor. Zamanla fıstıklı, kakaolu gibi 20 çeşit çörek yapılır olmuş. Karlardan sıcak sulara… Yazının spotunda da bahsettiğim gibi gezmekle bitecek gibi değil bu kentin zenginliği. Benim vaktim yetmemiş olsa da siz gitmişken Yedikuyular mevkisindeki kayak merkezini de ziyaret edin. Kayak yapılabiliyor ama asıl do��a yürüyüşü ve kar motoruyla safari gibi daha basit etkinlikler için tercih edilebilir. Kentin tarihi durakları arasında tur atarken yorulmuş olanları da şifalı sularında dinlendiriyor Kahramanmaraş. Termal turizm için dört ayrı merkezdeki kaplıcaları şifa dağıtıyor. Ilıca ve Döngele kaplıcalarında konaklama imkânı var. Ekinözü ve Göksun Büyükkızılcık içmelerinin de birçok hastalığa iyi geldiği biliniyor.
Meşhur dondurmasının öyküsü
Şehrin adını anınca akla ilk gelen dondurması oluyor. Bu şöhrete kavuşmak için uzun bir yolculuğu olmuş Maraş dondurmasının. Sırrı şehrin sırtını yasladığı Ahir Dağı’nın doğal zenginlikleriyle sabırla yoğrulmuş ustalığında gizli. Yüzyıllar önce Kahramanmaraş’ta Ahir Dağı’nın yamaçlarındaki mağara ve oyuklara birikmiş kar tabakalarıyla bağlarında üretilen Kabarcık üzümü pekmezi, karakovan balı ve meyve özlerinin karışımından oluşan serin mi serin bir tatlı doğmuş. Bu tatlıya o günlerde karsambaç adı verilmiş.
Tumblr media
Karsambaç daha sonra Ahir Dağı’nda yetişen keçilerin sütüyle daha da zenginleşmiş ve en sonunda yabani orkidelerin köklerinden elde edilen saleple bu mucizevi formül tamamlanmış. Ortaya çıkan muhteşem karışımı 1960’lı yıllarda Durgut Usta alın teri ve becerisiyle sabırla işlemiş. Kırma dondurmanın mucidi olarak kabul edilen Durgut Usta’nın ünü, mini bir dondurma dükkânıyla başlamış ama şöhreti Kahramanmaraş’ın ünlü Kervan Pastaneleri olarak önce ülkemize yayılmış, sonra da Alpedo Dondurma adıyla tüm dünyanın sevdiği lezzetler arasında yerini almış. Çin’den Amerika Birleşik Devletleri’ne dört kıtada dünya genelinde tam 114 bin noktaya Maraş dondurması satıyorlar. Dünyanın en büyük çengel dondurmasıyla rekorlar kitabına girmeyi başaran marka, geleneksel Maraş dondurmasının yanı sıra çileklisinden fıstıklısına 30 çeşit saf ve doğal dondurma üretiyor.
0 notes
huseyinerol3453 · 2 years
Photo
Tumblr media
DEĞERLİ DOSTLAR, BİR KAÇ SENE ÖNCE DİYARBAKIR - BİTLİS YOLU ÜZERİNDE MALABADİ KÖPRÜSÜNÜ ZİYARET ETMİŞTİK. TÜRKÜLERE KONU OLAN VE DİYARBAKIR BİTLİS-SİİRT YOLU ÜZERİNDE SINIRDA DİCLE NEHRİ ÜZERİNDE KURULU KÖPRÜ. RİVAYETE GÖRE BU NEHİR GEÇİT VERMEZ BİR NEHİRDİ. YİĞİTLERDEN BİR YİĞİT BU NEHİR ÜZERİNDE HALKLA BİR KÖPRÜ YAPILMASINI İSTEDİ. ANCAK HALK BU KÖPRÜNÜN YAPIMINDA İSTEKLİ OLMAYINCA TEK BAŞINA KENDİ İMKANLARI İLE BU KÖPRÜYÜ YAPMAK İSTEDİ. ANCAK KÖPRÜYÜ YAPARKEN BOĞULDU. NİŞANLI İDİ. HALK ÇOK ÜZÜLMÜŞ. DAHA SONRA HALK TA KALAN KISMINI TAMAMLAYARAK KÖPRÜYÜ KULLANIMA AÇTILAR. BU ŞAHSIN DESTANINDAN HATIRLADIĞIM UFAK BİR CÜMLECİĞİ YAZIYORUM . MALABADİ KÖPRÜSÜ. ORDA BAŞLADI, BİTTİ. BİR GARİBİN ÖYKÜSÜ. EN İÇTEN DİLEKLERİMLE SELAM 👋 VE DUA İLE 👐. https://www.instagram.com/p/Clpr4OfqA-g/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
turkeytraveltours · 2 years
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/kahramanlar-sehri-kahramanmaras.html
Kahramanlar şehri Kahramanmaraş
Tumblr media
Geçmişi 14-16 bin yıl öncesine kadar gidiyor bu toprakların. İlk medeniyetse 3 bin 200 yıl önce Hititler tarafından kurulmuş. Bulunduğu konum öylesine önemliymiş ki işgal eden edene… Gurgumlara, Asurlulara, Medlere, Perslere ev sahipliği yapmış; Büyük İskender zamanında Makedonya İmparatorluğu hâkimiyetine geçmiş. MÖ 9’uncu yüzyılda Gurgum Krallığı’nın başkentiyken adı Markas’mış. Roma’nın egemenliği zamanında ismi Germenicia olmuş, çünkü o dönemin imparatoru Germanicus’a ithaf edilmiş şehir.
Tumblr media
Temelleri Dulkadiroğulları dönemine dayanan tarihi çarşılar hâlâ Kahramanmaraş’ın merkezinde ayakta. Ekonomik canlılığını koruyor.
O dönem için stratejik önemi daha da artan bir şehir halini almış. Hem önemli şehirlere yakın hem ticaret yolu üzerinde bir yermiş Germenicia. Uzun bir dönem Hıristiyan devleti olarak yönetilmiş, ta ki 6’ncı yüzyıla kadar. Amansız Arap akınları sonunda Halid Bin Velid 637’de Maraş’ı fethetmiş. 400 yıl sonra da büyük bir akınla Selçuklular almış şehri 1086’da. Ama yine tek elde kalmamış. Bir türlü rahat nefes alamamış anlayacağınız bu topraklarda yaşayanlar.
Tumblr media
Şehri gezmeye köşk tipi minaresi ve farklı mimarisiyle dikkati çeken Ulu Cami’den başlayın.
Bağımsızlık mücadelesi
Selçuklu, Bizans, Haçlı, Danişmendliler derken bir de deprem taş taş üstünde bırakmamış 1114’te. Selçuklular sonrasında İlhanlı ve Memluk egemenliklerine girmiş Maraş. Sonra da Dulkadiroğlu Beyliği’ne katılmış. Dulkadiroğlu Beyliği şehrin tarihi için çok önemli olmuş. Şehirde günümüze kadar gelen Ulu Cami, Hatuniye Camisi, Taş Medrese ve türbe, tarihi ticaret alanları, Kâtip Han, Taş Köprü gibi birçok anıt yapı ve yer Dulkadiroğlu Beyliği zamanından kalmış. Kent, 1515’te, Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı topraklarına katılmış.
Tumblr media
Şehrin entelektüel yapısının en çarpıcı adresi, Yedi Güzel Adam Müzesi. 1882’de misyonerler tarafından Amerikan Kız Koleji olarak yapılmış.
1. Dünya Savaşı’nda önce İngilizler, sonra da Fransızlar tarafından işgal edildi şehir. Ama ‘Maraş bize mezar olmadan düşmana gülizar olmaz’ diyerek çıktıkları bağımsızlık mücadelesiyle kendi Kurtuluş Savaşı’nı verdi Maraşlılar. 12 Şubat 1920’de bağımsızlığını kazanarak kendini kurtaran ilk şehir oldu. 1925’te TBMM tarafından Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası’yla 1973’teyse ‘Kahraman’ unvanıyla şereflendirilmiş ve adı Kahramanmaraş olarak değiştirilmiş.
Köşk tipi minareyi görün
Tarihini kısaca öğrendikten sonra şehri gezmeye başlayabiliriz. Şehrin olmazsa olmazı, gezilmesi gerekenlerden ilki, köşk tipi minaresiyle görmeye alıştıklarımızdan farklı mimarisiyle Ulu Cami. Ulu Cami, Dulkadiroğulları Beyliği hükümdarı Süleyman Bey zamanında inşa edilmiş. Girişteki kitabeye göre, cami Dulkadirli Süleyman Bey’in oğlu Alaüddevle Bey tarafından 1496’da çok ciddi bir restorasyondan geçmiş. Ayrıca bir imarethane, Taş Medrese, mescit ve Büyük Bağdat Han’ı da yaptırmış Alaüddevle Bey. Şehrin entelektüel yapısının en çarpıcı adresi, Yedi Güzel Adam Müzesi. 1882’de Amerikan misyonerleri tarafından Amerikan Kız Koleji olarak inşa edilmiş bir binaya kurulmuş müze. Aslında üç ayrı binaymış, günümüzde sadece iki yapısı ayakta kalmış. Cumhuriyet’in ilanından sonra 1933’te Kahramanmaraş’ın ilk eğitim kurumu olarak yeniden okul olmuş. 1945-1965 arasında birbirinden değerli ve önemli kişiyi yetiştiren Maraş Lisesi işte bu binadaymış.
Tumblr media
Kahramanmaraş’ta çarşıyı gezerken geleneksel zanaatların yaşatıldığını göreceksiniz.
Sonrasında bir dizi restorasyon ve onarım geçirerek hem kütüphane hem de ‘Yedi Güzel Adam Müzesi’ adıyla yeni hayatına başlamış. Müzede şehrin yetiştirdiği ünlü edebiyatçı, şair ve ozanın mumyaları, eserleri ve yaşamöykülerinin anlatıldığı köşeler var. Sanayisi de kahraman Kurtuluşundan sonra hızla yaralarını sarmış ve günümüze Türkiye’nin lokomotif şehirlerinden biri olarak gelmiş Kahramanmaraş. Sanayisi gelişmiş şehirler arasında sayın deseniz çoğumuzun aklına ilk sıralarda gelmese de gerçekte üretim konusunda çok yol almışlar ve ilk sıralardalar. Günümüzde Türkiye’deki toplam üretimde metal mutfak eşyasının yüzde 65’i, çimento ihtiyacının yüzde 10’u, pamuk ipliğinin yüzde 36’sı, dokumanın yüzde 10’u, örgü dokumanın yüzde 16’sı, kot kumaşının yüzde 27’si Kahramanmaraş’ta üretiliyor. Bunca sanayi üretiminin içinde doğayı korumayı da ihmal etmemiş, sahip çıkmışlar güzelliklere. Öyle bir yaylası var ki bir giden bir daha aklından çıkaramıyor. Başkonuş Yaylası Maraş’ın doğaya gösterdiği özenin bir göstergesi…
Sümbülü, salebi…
Sümbül kokusunu sever misiniz? Kim sevmez ki! Peki ya salep sever misiniz? Kış gecelerinin vazgeçilmezidir salep… Hem sümbülün hem de salebin, yüzlerce endemik bitkinin, göçmen kuşlar ve ceylanların yaşadığı bir tabiatın tam da orta yerinde Başkonuş Yaylası. İsviçre’den de Norveç’ten de farkı yok, fazlası var. 1987’de geyik üretme istasyonu kurulmuş, yıllar sonra geyikler doğaya bırakılmış. Çevrede çoğalan geyiklerin sayısı günümüzde 300 civarına ulaşmış. 2011’den itibaren özel işletme statüsüne girmiş ve Erdoğanyılmaz ailesi tarafından yönetilmeye başlamış.
Tumblr media
1925’te TBMM’nin Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası’yla 1973’te ‘Kahraman’ unvanıyla şereflendirilmiş. Şehrin girişindeki anıt bunu anlatıyor.
Yaylanın giriş kısmı mesire olarak düzenlenmiş. Kırlokantası, bungalov orman evleri, çadır ve karavan kamp, piknik, spor, ATV safari, binicilik gibi olanaklar sunan yaylada, özgür hayvan bahçesi ve yürüyüş yolları var. Konaklama alanı 1.325 metrelik rakımda. Ayrıca çok sayıdaki ağaç çeşitliliği sayesinde oluşan oksijene, Akdeniz’den gelen nemli havanın da karışmasıyla bağışıklık sistemini güçlendiren sağlıklı bir ortam oluşuyor. Yayla yaz ve kış aylarındaki farklı güzellikleri ve tedavi edici güzel havasıyla gelenlere unutulmaz bir deneyim sunuyor.
‘Bak yeşil yeşil’
Doğanın içinde bir başka olağanüstü güzellik de Yeşilgöz Gölü. 20 metre derinlikteki bir obruktan çıkıp Tekir Deresi’yle birleşiyor Yeşilgöz. Suyu bazen yeşil, bazen turkuvaz, bazen de mavi. Bu muhteşem renklerin sebebi için güneş ışınlarının bir oyunu diyen de var, suyun derinliği ve ağaçların yansımasından diyen de…
Tarhanasıyla çöreği de çok özel
Kahramanmaraş’ın özel yiyeceği çok. Maraş tarhanası bunlardan biri. Komşu hanımların imece usulüyle bir araya gelmeleri, sabahın erken saatlerinde kalkıp çiğ adı verilen özel bir sergi üzerine tarhana sermeleri zamanla kültürel bir özellik halini almış. Modern tesislerde hijyenik ambalajlarda satılan türleri de var. Bu konunun uzmanı, atadan-dededen tarhana üretiminin içinde olan Haşiroğlu Tarhana ise çorbalık tarhananın yanı sıra sağlıklı atıştırmalık olarak farklı tatta tarhana cipsleri üretmiş. Tıpkı tarhana gibi bir de çöreği var kentin. Bu çörek de savaş yiyeceğiymiş geçmişin. Daha sonra özellikle Ramazan Bayramlarında yapılıp yenmesi bir kültür haline gelmiş.
Tumblr media
Maraş tarhanası
Ramazan gelmeden 1-2 ay öncesinde fırınlardan sıra alınır: hamurlar hazırlanıp fırınlara verilir; sırası gelen alır, evinde aylarca yermiş. 90’lı yılların sonralarında artık sektör haline gelmiş. Bu çörekle adı özdeşleşen Alfiçörek’in önünde özellikle ramazanda uzun kuyruklar oluşuyor. Zamanla fıstıklı, kakaolu gibi 20 çeşit çörek yapılır olmuş. Karlardan sıcak sulara… Yazının spotunda da bahsettiğim gibi gezmekle bitecek gibi değil bu kentin zenginliği. Benim vaktim yetmemiş olsa da siz gitmişken Yedikuyular mevkisindeki kayak merkezini de ziyaret edin. Kayak yapılabiliyor ama asıl doğa yürüyüşü ve kar motoruyla safari gibi daha basit etkinlikler için tercih edilebilir. Kentin tarihi durakları arasında tur atarken yorulmuş olanları da şifalı sularında dinlendiriyor Kahramanmaraş. Termal turizm için dört ayrı merkezdeki kaplıcaları şifa dağıtıyor. Ilıca ve Döngele kaplıcalarında konaklama imkânı var. Ekinözü ve Göksun Büyükkızılcık içmelerinin de birçok hastalığa iyi geldiği biliniyor.
Meşhur dondurmasının öyküsü
Şehrin adını anınca akla ilk gelen dondurması oluyor. Bu şöhrete kavuşmak için uzun bir yolculuğu olmuş Maraş dondurmasının. Sırrı şehrin sırtını yasladığı Ahir Dağı’nın doğal zenginlikleriyle sabırla yoğrulmuş ustalığında gizli. Yüzyıllar önce Kahramanmaraş’ta Ahir Dağı’nın yamaçlarındaki mağara ve oyuklara birikmiş kar tabakalarıyla bağlarında üretilen Kabarcık üzümü pekmezi, karakovan balı ve meyve özlerinin karışımından oluşan serin mi serin bir tatlı doğmuş. Bu tatlıya o günlerde karsambaç adı verilmiş.
Tumblr media
Karsambaç daha sonra Ahir Dağı’nda yetişen keçilerin sütüyle daha da zenginleşmiş ve en sonunda yabani orkidelerin köklerinden elde edilen saleple bu mucizevi formül tamamlanmış. Ortaya çıkan muhteşem karışımı 1960’lı yıllarda Durgut Usta alın teri ve becerisiyle sabırla işlemiş. Kırma dondurmanın mucidi olarak kabul edilen Durgut Usta’nın ünü, mini bir dondurma dükkânıyla başlamış ama şöhreti Kahramanmaraş’ın ünlü Kervan Pastaneleri olarak önce ülkemize yayılmış, sonra da Alpedo Dondurma adıyla tüm dünyanın sevdiği lezzetler arasında yerini almış. Çin’den Amerika Birleşik Devletleri’ne dört kıtada dünya genelinde tam 114 bin noktaya Maraş dondurması satıyorlar. Dünyanın en büyük çengel dondurmasıyla rekorlar kitabına girmeyi başaran marka, geleneksel Maraş dondurmasının yanı sıra çileklisinden fıstıklısına 30 çeşit saf ve doğal dondurma üretiyor.
0 notes