Tumgik
#yüzüncü yıl
korelijapon · 7 months
Text
Tumblr media
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 100 YAŞINDA 🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷
14 notes · View notes
slev7n · 7 months
Text
Tumblr media
2 notes · View notes
busraogretmen · 7 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Açtığın yolda gösterdiğin hedefe!
2 notes · View notes
damladanummana · 7 months
Text
Bu Günlerden CUMHURİYET
Bu gün günlerden en kutlu gün milletime,Bundan yüzyıl önce 29 Ekim 1923 de Muhteşem bir güneş doğdu memleketimizde. Döndük milletçe yüzümüzü Cumhuriyet güneşine, Cumhuriyetimiz yüz oldu bize. Var olduk 100 Yıllık Cumhuriyetle,Ve hep var olduğumuz yeryüzünde,Hep var olacağız tarih sahnesinde. Sevgi, dostluk ve muhabbetle, Birlik, beraberlik ve kardeşlik içinde,Omuz omuza, gönül gönül’e, el eleDaha…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
seslimeram · 7 months
Text
İz Kalıyor Geriye
Tumblr media
İzler kalıyor geriye. Kocaman boşluklar kalıyor öteye. Derin ayrımlar, kesintisiz yarlar ve hiç bitimsiz bir cenderenin var ettiği çürüme kalıyor herkese, her birimizin hanesine. Belli bir biçimde doğrunun esamesinin okunmadığı zamanlara denk düşüyor şimdimiz. Bugünü dününden beter, şimdisi yarının var edeceği karanlıkların ara geçidi kılınmış olagelen bu sahnede her şey ize dönüşüyor. Her kalıcı iz bir başka acıya ait / dair bir çeteleyi tutuyor. Tahayyül olunanın ötesinde, başı ve sonu hep yıkıma çıkan bir güncelliğin girdabında hiç kesintisiz bir o yana bir bu yana savruluyoruz, iz her birimizde. Cumhuriyet tahayyülünün yüzüncü yılı sağda solda zikredilirken onun izinin dahi konulmadığı bir katran karanlığını arşınlıyor memleket, yer, sahne. Seksen beş, altı, yedi milyon başı da sonu da muallaktaki bir karanlığın esiri kılınmış. Tümüyle yaşama eylemi kuşatılıyor. Her gün cürmün esiri kılınıyor. Her an, her yerde apayrı bir tahakkümün varlığı: Her şekilde bir yara verme hal ve istemi. Her şekilde bir cerahate boyun eğdirme hali. Masal, hikaye değil her şeyin artık tek bir doğrultuda yürüdüğü bir korku tünelinin hakikati. İzler kalıyor geriye kocaman bir boşluk / dipsiz bir kuyunun imgesine dönüşüyor bu ülke denilen yerde her gün, ama ve fakatsız.
Bitimsiz bir yok etme sürekliliği içinde her dem var edilen hamasi söylemlerle bir, bütün doğrudan yaşam hakkının mahvına çabalanıyor. Dıştaki iştahı kesilmeyen sömürgeciliği, içteki dizginleri hep elinde tutmaya çalışırken en olmadık zorbalıkların olur addedildiği bir hal / tavır silsilesi ele alıyor. Bir şeylere itirazınız mı mevcut, hay hay iki satır bir şey söylediğinizde başınız derde pekala girebilir, çünkü baş efendinin paşa gönlü böyle istek duyabilir. Bir koca asırdır içini temizleye temizleye bir türlü Türk’ün kılamadıkları bir yer için her an yeni bir tehdit / terör / linç faaliyetine devam olunabilecek bir zümrenin yol haritasını bildirmesi açısından ne kadar da hazindir değil mi? Dünyada yayınlanmış ol özgürlük endeksleri, demokrasinin var edilebilirliği çalışmalarda, hürriyet tanımının ve kapsamının günbegün daraltıldığı bir yerin imgesi karşımıza çıkarken, her şey tersine artık enikonu koşar adım yönlendirilirken izler / var edilmiş acılar ve bitimsiz tahakkümle çıkagelenler de mi bir şeyleri anlatmaya kafi gelmez. Bir Türkiye’li yurttaş için birlikte ve beraberce yaşayabilmek ama özgürce, ama fikrini, zikrini esirgemeden, başına bir hal ya da hedef kılınmadan bir tek günü var edilebilirler mi, efendiler!
BirGün’den aktaralım: “AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında açıklamalarda bulundu. Erdoğan'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Bütçemizin temel önceliği elbette depremde yıkılan şehirlerimizin yağa kaldırılması ve diğer şehirlerimizin depreme hazırlanması çalışmalarıdır. Malesef ülkemizde bir kesimin, milletimizin yaşadığı sınamaları unutturmak gibi zaafı vardır, aslında bu zaaf değil bilinçli ve kötü niyetli bir taktiktir. Tam 8 ay önce 11 ilimizde can ve mal kaybına yol açan 6 Şubat depremlerinin acısını ilk günkü tazeliği ile yüreğimizde hissediyoruz.
Kalbi nasırlaşmamış hiç kimsenin bu acıyı unutmasının mümkün olmadığına inanıyoruz. Siyasette, ekonomide ne yaşanırsa yaşansın biz 50 binden fazla insanımızı kaybettiğimiz bu felaketi her zaman gündemimizin ilk sırasında tutacağız. Bu kararlılığımızı 2024 bütçesinde de görmek mümkündür.
"Ekonomide Atılan Adımların Yansımalarını Görmek Vakit Alıyor"
Enflasyonla çok yönlü mücadele içerisindeyiz. Her çalışanın her emeklinin sıkıntısı bizim de sıkıntımızdır. Milletimiz emin olsun ki Türkiye ne büyümesinden taviz verir, ne enflasyona teslim olur.
Ekonomide atılan adımların günlük hayattaki yansımalarını görmek biraz vakit alıyor. Türkiye vatandaşlarını mağdur etmez. Her çalışanın her emeklinin sıkıntısı bizim de sıkıntımızdır. Gençlere 10 GB internet sözümüzü tuttuk. Gençlerimize hayırlı olmasını diliyorum.
Yerel Seçim Mesajı
Önümüzdeki mart ayında yapılacak mahalli idareler seçiminde muhalefetin elinde ıstırap çeken belediyeleri gerçek belediyecilikle tanıştıracağız.
Kendi yönetimimizdeki belediyelerde de seçimi çok daha farkla kazanmalıyız. Bu parti belediyelerdeki başarılarıyla kendini ispatlamış bir parti teşekkülüdür.
"Tarih, Tezkereye Hayır Diyenleri Affetmeyecek"
Terörle mücadele önceliğimizdir. Kahraman ordumuz destan yazıyor. Irak ve Suriye'nin kuzeyindeki terörü kaynağında doğrudan kurutma stratejimiz sürüyor. Tezkerenin kabulüyle terörle mücadele daha da güç kazandı.
Tarih tezkereye hayır diyerek teröre can suyu olanları affetmeyecektir. Terör koridorunu yeni harekatlarla parçalamayı sürdüreceğiz. Teröristlerin başını ezeceğiz.
İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki Saldırıları
Filistin davamıza sahip çıkacağız. 7 Ekim'den bu yana krizin daha da büyümemesi için elimizden geleni yaptık yapıyoruz. 8 uçak dolusu tıbbi yardım gönderdik. İsrail'in devlet yerine örgüt gibi hareket etmesini asla tasvip etmedik etmeyeceğiz.
Saldırılarda ölenlerin neredeyse yarısı çocuklar. Dünyada sadece çocukları öldürmek için sokakları ateşe boğan bu insanlık dışı eylemi sürdüren bir devlet veya ordu bulamazsınız.
Şimdi buradan İsrail'e sesleniyorum; Ey İsrail sen bir örgüt olabilirsin çünkü batını sana borcu çok. Ama Türkiye'nin sana borcu yok. Batı Hamas'ı bir terör örgütü olarak görüyor. Hamas bir terör örgütü değil topraklarını korumaya çalışan bir kurtuluş bir mücahitler grubudur.
Ben hayatımda bir kere bu Netanyahu denilen adamın elini sıktım. Tabi iyi niyetimiz vardı suiistimal ettiler. İsrail'e gitme projemiz vardı iptal ettik. İyi niyetimizi suistimal ettiler.
İsrail çocukları öldürüyor, çocukların öldürülmesine müsaade etmeyeceğiz. Çünkü biz insanlıktan nasibimizi aldık. İsrail'in Gazze'ye saldırıları hem katilliğe hem akıl hastalığına delalet eden bir haldir. Lafa gelince demokratlığı, çoğulculuğu kimseye bırakmayanların faşist yüzlerini ibretle izliyoruz. Gazze için kalbimizle, dilimizle, elimizle yapılması gereken neyse yapacağız. Duruşumuzdan asla taviz vermeyeceğiz.
"Derhal Ateşkes İlan Edilmeli"
Gazze'de masumlar ölmeye devam ettikçe, bölgemize gönderilen hiçbir gemi, yapılan hiçbir şov barışı getirmeyecektir. İsrail barış çağrımıza kulak vermeli. Canlı kalmış ölülerle dolu bir dünyada, biz ülke ve millet olarak hakikati haykırmaya diplomatik, gerekirse askeri tüm yolları devreye sokmaya devam edeceğiz. Taraflar elini tetikten çekmeli. Ateşkes ilan edilmeli. Barış çağrımıza kulak verilmedir. Rehineler hızla serbest bırakılmalı. Refah sınır kapısı sürekli açık kalmalıdır. Yerleşimci terörü de son bulmalıdır.
Türkiye sorumluluk almaktan asla geri kalmayacaktır. Garantörlük en tutarlı yöntemdir. Somut adım atmaya davet ediyoruz. Filistin tarafının garantörlerinden olmaya hazırız. Önerdiğimiz garantörlük en somut yöntemdir.
Bölgede etkili tüm aktörlerin yer alacağı bir 'Uluslararası Filistin-İsrail Barış Konferansı' düzenlenmesini öneriyoruz. Siyasi diplomatik ve gerekiyorsa askeri her türlü şeyi yapmaya hazırız."
Devamını Cumartesi günü Büyük Filistin buluşmasına saklar baş efendi: “"İsrail'e borcumuz yok"
"Hamas terör örgütü değildir dedim ya bundan İsrail çok rahatsız oldu, bunu söyleyeceğinizi biliyorduk, bunu bildiğimiz için de açık, net olarak ifade ettik.
"(İsrail) Batı sana borçlu ama Türkiye'nin sana borcu yok. Onun için bu kadar rahat konuşuyoruz. Türkiye sana borçlu olmadığı için Erdoğan böyle konuşuyor.
"İsrailli yöneticilerin en üst seviyede dile getirdiği kavramların altını kazıyın, hepsinin içinden ülkemiz topraklarını da kapsayan ihanet haritası çıkar.
"Sen bir işgalcisin, sen bir örgütsün"
"1947'de Gazze, Filistin neydi, bugün ne? İsrail sen buralara nasıl geldin? Nasıl girdin? Sen bir işgalcisin, sen bir örgütsün.
"Dün Ukrayna-Rusya savaşında katledilen siviller için timsah göz yaşları dökenler, bugün binlerce masum çocuğun ölümünü sessizce seyrediyor.
"Herkes biliyor ki İsrail bölgede sadece, günü geldiğinde feda edilecek bir piyondur.
"Ey Batı size sesleniyorum. Yeniden bir hilal-haçlı mücadelesi mi estirmek istiyorsunuz? Eğer böyle bir gayretin içerisindeyseniz biliniz ki bu millet ölmedi.
"İsrail savaş suçu işliyor"
"Batı dünyası Gazze'deki çocuk, kadın, masum katliamını meşrulaştırmak için siyasetçisinden medyasına seferber oldu, İsrail açıkça savaş suçu işliyor.
"Gazze'deki katliamın en büyük sorumlusu işte bu Batı'dır. Gazze'de yaşanan katliam topyekün Batı'nın eseridir.
"Ne kadar çocuk, kadın, yaşlı ölmesi lazım ki siz ateşkesi ilan edin. Batı'nın günah defteri bir kez daha oyunu fersah fersah aşmıştır.
"Ey dünya! Bütün bu gerçekleri görüyorsunuz, BM Genel Sekreteri haykırıyor, ama duymuyorsunuz, sağır oldunuz, kör oldunuz.”
Baş efendi söylediği doğruların yanında, bile isteye mübalağaya başvurup kendi iç siyasi dinamikleri için riyayı var etmeye devam eder. Yakın zamandaki pek çok savaş suçunun da altında imzası bulunan bir menzilin bizatihi yönetim katının birinci ismi olarak konuşması sırasında zikrettiği “– Biz Karabağ'da, Libya'da neysek Ortadoğu'da da oyuz.” başlı başına nasıl bir yönelimin üstünde ilerlendiğini gösterir. Ne din istismarcısı, siyasetini mutlak faşizan bir diskurdan kuran İsrail, ne de onca kuşatma ve yıldırının orta yerinde bunca kuşatmanın ortasında çocuk / kadın / yaşlıları kısaca insanını göz ardı eden cihatçı, yobaz Hamas. Birbirilerinden farkları bulunmayan kampların var ettikleri yıkıma karşı insaniyet odağından bakabilmek sahiden zor mudur? Bunca bakar kör olunduğundan bir yanda feveran edilirken, daha yeni Artsakh, Nagorno Karabağ’da Azeri devletinde uzanan elle ilgili suallere ne yanıt verecektir sayın baş efendi. Libya’da çevrilen dolapları ne yapmak lazım gelir? Burnumuzun hemen ucundaki Rojava gerçekliğini boğmak adına o ısrarla yinelenen şakirt / isyancı / terörist klişesinin kenarında bizatihi cihatçı çetelerle iş yürüten bir ülkenin sahiden bir demokrasi, akan kanı durdurabilme gibi bir istemi söz konusu olur mu? Riya ile yalanlarla, bilindik ezberlerle birlikte onca hamasetle sulhu değil de ölümü kutsayarak nasıl bir yarın inşa edilebilir ki? Filistin’in Gazze’sine, Batı Şeria’sına nasıl yardımcı olunabilir ki, değil mi?
İzler kalıyor geriye, onca zamandır var edilmiş ve kapsamı, derinliği hiçbir zaman tam olarak kestirilemeyen acının çetelesi derinleşiyor. Karabağ’da Ermeni, Rojava’da Kürd, Ezidi, Mıhellemi, Süryani, Libya’da ve İsrail’de Arap, Filistin’de Arapların kıyısında kalakalan Hristiyan halklar her durumda muktedir olduğunu varsayan temsili devletlerin insafına terk olunmuş bir hayat memat mücadelesi sürünceme taşımaksızın var ediliyor. Birer yaraya dönüşmüş olan mücadelenin, var olma hakkının ta kendisinin bir türlü kanla bağlantısı kesilmiyor. Hayata yer bırakılmıyor. Düpedüz derin, kalıcı, bir sulhun yerine ikame edilmiş olagelen her türden tahakkümle yaşam dümdüz ediliyor. Yer adları, zulme uğrayanların kimlikleri, cinsiyetleri, aidiyetleri değişse de sonucun her dem aynı yıkımlara çıktığı kesintisiz bir hakikate dönüşüyor. Türkiye’nin şimdisinin yüzüncü yıl vurgusunun kıyısında her nasıl cürümlere çıktığı mesel olunmuyor misal. Her halükarda yok edicilik / sınırlandırma ve inkardan vazgeçip ikrara dökülen tahakküm halleriyle birlikte düzeltilemeyecek yepyeni izler ortaya çıkıyor, derin boşluklar. Karanlık çağının orta yerinde bir ülkenin içinden bir zamanlar söz hakkı sahibi olduğu yerlerdeki faaliyet ve icraatlarına her şekilde çürümüşlükten payımıza düşeni can kırıklarıyla, ödenen ve daha ödenecek nice bedel / diyetlerle var ediyor. İstikametin hep karanlık kılınmaya çaba sarf edildiği bir zeminde bütün o yıkım / yıldırı / tahakküm bir cehennemi sahnelemenin ta kendisini imliyor. Demokrasiden, eşitlikten, sulh ve insan haklarından bahis açılamayan bir zemin zaten ondan ötesini de bildirmeyecektir, biliyoruz değil mi? Yol nereye?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Kaynakça: “Police block protestors trying to get inside the Israeli Consulate during a rally against an Israeli strike on a hospital in Gaza, in Istanbul, Turkey 17 October 2023. Tolga BOZOĞLU – EFE/EPA
0 notes
ysfogzdgrz51 · 7 months
Text
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde yazılan kurtuluş destanının gururunu, heyecanını ve bu destanın varış noktası olan Cumhuriyetimizin ilanının 100.yıldönümünü büyük bir coşkuyla kutluyoruz.🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷
Cumhuriyet Bayramı güne coşku ve mutlulukla uyanmak demektir. Canım ülkem ve milletime nice mutlu, barış dolu, bütünlük içinde 29 Ekimler…🇹🇷 🇹🇷 🇹🇷 🇹🇷 🇹🇷 🇹🇷 🇹🇷 🇹🇷
Tumblr media
148 notes · View notes
turkudostu61 · 1 year
Text
0 notes
cafedeotocom · 1 year
Text
BMW R NineT ve R 18: 100. Yıl
İlk BMW motosikleti olan R 32, Eylül 1923'te sunuldu. Bu, BMW motosiklet üretiminin başlangıcını müjdeledi ve benzeri görülmemiş bir başarı öyküsü başlattı.
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
manedw0lf · 8 months
Text
yazılım
7 notes · View notes
antalyatravestilena · 4 months
Text
0 535 572 1338
Selam askolar ben Selin
Merkezdeyimmm.
Antalyatravesti
Antalyatravestileri
Antalyagay Antalyapasif Antalyaaktif Antalyacd
Antalya Konyaaltı
Antalya Lara
Antalya
mark Antalya
Yüzüncü yıl Bulvarı
Güllük
Tumblr media
4 notes · View notes
seslimeram · 9 months
Text
Ucu Ucuna Hayat
Tumblr media
Her şey ucu ucuna yetişiyor. Hayatta var olmak ucu ucuna. Düzene tabi olmadan, erkanı muktedirin boyunduruğu altına düşmeden hayatta kalabilmek ucu ucuna. Sözün kıymeti harbiyesinin delik deşik olunduğu bir menzilde sözde yol ve rotalar belirleyebilmek hala ucu ucuna. Demokrasi, eşitlik, adalet pratiklerinin boşa düşürüldüğü bir zeminde sukutu terk edip hak aramak ucu ucuna, o da gücünüz / gücümüz yettiği kadarıyla. Derdiniz ya da dert bildiğinizi paylaşmak ucu ucuna, tıpkı bir yerden bir yere yetişme telaşının en çok da işe yetişirken ucu ucuna olduğu gibi bir tahayyül pratiğe dönüştürülür. Her şey hemen, hemen her şey böyle bir girift kapkaranlık fasit döngüye rehin olunandır. Yaşamda yerini muhafaza edebilmekten, sözüne sahip çıkmaya çabaya her şey ucu ucuna denk getirilir de o keskin / yapış yapış ayrımcılık bir yerlerde sökün etmeye devam eder. Bütünüyle bir yer bir yurt imgesinin çürütülmesi bu raddede söz konusu edilir. Kimin yarasının önemli kim ya da kimlerin önemsiz olduğuna dair bir yanılsama süreğen kılınır. Bunlar ucu ucuna var edilmez, hep vardır, her gün yeniden imal edilir. Evde, işte, sokakta, şok doktrinlerinin ol tam ortasında hemen her fırsatta bir yıkım güncellenir. Duraksamak nedir bilmeyen, bariz ve belirgin bir istikamette her gün bu tahayyüle içkin kılınır. Her gün, an, beklentilenin o ötesinde bir süreklilikle ucu ucuna.
Aralıksız kılınmış bir girdap hali içerisinde emek sömürüsü güncellenir. Sömürüyü alenen var eden sermayenin, eline kan oturmuş, servet dışında da hayatta hiçbir telaşeleri, endişe halleri kalmamış zavallı insanımsılar elinde cürümler var edilir. Ne sağlık hakkı meseledir ne hayatta onca yıldır kesilmiş, biçilmiş olan vergilerle olası bir emekliliğin yolu açılır. Bir biçimde sıra neferi olunduğu, ailenin bir üyesi olarak tanımlanmak güncellenirken bir yandan da kapısını süpüren kadar değer vermemenin acı tecrübeleri var edilir. Ucu ucuna kılınmış hayatta her şeye yetişmesi beklenir çalışanın. Ne derdi, ne tasası mühimdir. Tatili rüyasında görmesi beklenirken, hak gasplarına sesi çıkmasın istenir. Günbegün aralıksız bir halde bu satırların yazarının da başına getirilen gündelik baskılama / tehdit / aşağılama ve ötesinde insani hiçbir koşulu var ettirmeyen bir ücrete talim ettirme seçeneğinin aleni kılındığı bir zeminde ucu ucuna olan da görünür kılınır. Siz kimsinizdir ki emekli olmaya ya da geçinemediğiniz ücretinize birazcık iyileştirme talebiniz olsun. Otuz koca yıldır var olan bir emekçilik geçmişine nazaran, büyüklük, efelenme, sen bilemezsin ile geçiştirilen talepler arasında yaşamın doğrudan şekli şemaili, şaftı kaydırılandır. Doğrunun göreceliği alt üst edilirken, bir gıdım yaşama tahayyülüne dahi itirazlar ardılı sıra getirilir. Susmak, sadece susmak değil teslim olmak tek beklentidir. Bunca açık bir devinim, tehdit döngüsü ve hiç kesintisiz baskılama arasında işte o ucu ucuna kalakalmış yaşama eylemi var edilir. Sadece bize değil her yerde, her şekilde. İyi de hayat böyle bir mesele midir, sahiden de?
Bianet’ten aktaralım: “Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) ‘geçim şartlarını’ ortaya koymak için her ay düzenli olarak yaptığı ‘Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması’nın Ağustos sonuçlarını yayımladı.
Araştırmaya göre;
*Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 12 bin 198 TL’ye,
*Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 39 bin 733 TL’ye,
*Bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ de aylık 15 bin 813 TL’ye yükseldi.
TÜRK-İŞ, Ocak’ta açlık sınırını 8 bin 864, yoksulluk sınırını 28 bin 874, bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyetini’ ise 11 bin 556 TL olarak ölçmüştü. Ocak'tan bu yana açlık sınırı 3 bin 334, yoksulluk sınırı da 10 bin 859 TL arttı.
Temmuz’da ise açlık sınırını 11 bin 658, yoksulluk sınırını 37 bin 974, bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyetini’ de 15 bin 123 TL olarak vermişti.
"Daha zor bir yaşam mücadelesi"
Araştırmada ekonomik göstergelere de değinen TÜRK-İŞ, şu yorumu yaptı:
"Hayat pahalılığı, yüksek enflasyon altında satın alma gücü gerileyen ücretler, geçim sıkıntısı, özellikle gıda fiyatlarındaki sürekli gerçekleşen sert yükselişler insanların daha da zor bir yaşam sürmesine neden oluyor. Artan vergiler, akaryakıt fiyatları, kiralar vs. haneleri fedakârlık yapmaya zorluyor.
"Türkiye ekonomisinde makro görünümdeki bozulma ile enflasyonun yarattığı olağanüstü talep artışı, büyümenin küçülmeye dönüşmesini ve işsizliğin artmasını engelliyor. Ancak kamu tasarrufu olmadan talebi düşürebilmek ve makroekonomik koşulları en azından Eylül 2021 öncesi seviyeye getirmek mümkün gözükmüyor.
"Resmi açıklamalara göre önümüzdeki süreçte enflasyonun artma eğiliminde olduğu ve ancak 2024 ortasından itibaren düşüşe geçeceği belirtilirken, geçtiğimiz aylarda baz etkisi ile gerileyen yıllık enflasyonun yönünü tekrar yukarıya çevirme eğiliminde olduğu gözlemleniyor. Faiz artırımları gibi parasal sıkılaştırıcı düzenlemelerle talep kaynaklı enflasyon bir miktar hız kesebilecek olsa da birikmiş maliyetler ve beklentilerdeki bozulma bunun en önemli nedenleri arasında. TÜİK verilerindeki görece yüksek çekirdek enflasyondan da bu durum izlenebiliyor."
Her şey ucu ucuna yetişiyor. Laf değil, kuru kalabalık bir mesele değil, doğrudan asgariyi müşterek bir yaşam idesinin köküne dikilmiş olanın her nasıl bir cendereden / kapandan ibaret kılındığını gösteriyor açlık ve yoksulluk sınırı araştırması. Her ay, mütemadiyen bir tırpan halini alan, ele avuca geçen üç kuruşu da tastamam un ufak eden bir enflasyon hali, zam tufanı, iktidarın allem edelim kallem edelim bu badireleri de bir mizansen / kurgunun ta kendisi sayalım yollu izahatı arasında cürümlere rehin edilmiş halk görünür kılınır. Bir biçimde oyun / simülasyon / kurgu addedilen yoksulluk da mihraklara bağlandığından bu yana, operasyon çekmelere karnımız tok diye duran muktedir eliyle bizatihi sıradan insanın hayatı dümdüz altüst olunur. Böyle bir halde, bu kadar afaki bir biçimlendirme ile birlikte bir yarın tahayyülüne de yer bıraktırılmaz. Yoksulluk ve açlık sınırı bir paydaş olarak takdim edilir. Yüzüncü yılındaki bir cumhuriyet olgusunun var edebildiği yegane şey bu katran karanlığı haldir. İyi midir?
Cumhuriyet Gazetesinden aktaralım: “Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Koyunağılı köyünde bulunan, SSS Yıldızlar Holding’e bağlı Doruk Madencilik’e ait Yunus Emre Termik Santrali olarak faaliyet gösteren kömür maden ocağında çalışan işçiler haklarını alamadıkları için önce 5 gün oturma eylem gerçekleştirdi.
Taleplerine karşılık bulamayan işçiler, ekmek parasını kazandıkları madene bu sefer eylem için girdi. Maaşlarını alamadıkları ve sosyal haklarına şirket tarafından el konulduğunu belirten işçilerin açlık grevi 48’i saati geçti. Şu zamana kadar ise 165 işçiden 2’si rahatsızlanarak dışarı çıkartıldı.
“Yeraltında 163 Arkadaşımız 48 Saattir Aç Ve Susuz”
Türkiye Maden İşçileri Sendikası Orta Anadolu Şubesi Şube Sekreteri Selim Arslan, yaşadıkları sıkıntıların giderilmediği için bu şekilde bir eyleme başladıklarını söyledi. Arkadaşlarının yer altında 48 saati geride bıraktıklarını ifade eden Arslan, yaşanan süreci ve taleplerini şu şekilde dile getirdi:
“12 Aralık 2022 tarihinde burası TMSF’den Yıldızlar Es Holding'e devredildi. Yaklaşık 9 ay oldu. 250 kişiyi süresiz izne ayırdılar. Bu izne ayrılan arkadaşlardan 240’ı başka sektörlere gittiler. Giden arkadaşların tazminatlarını bize en geç 3-4 ayda ödeme vaadinde bulundular. Ama yaklaşık 9 ay geçmesine rağmen hiçbirine ödeme yapılmadı. Akabinde çalışma sürerken çalışan arkadaşlarımızdan kesilen paralar hesaplarına aktarılmadı. İcra kesintileri hesaplarına aktarılmadı. Temmuz ayı itibariyle 165 kişi habersiz bir şekilde yer altında çalışırken yer üstüne çıkartıldı. Normalde kendilerine tebliğ edilmeleri lazımdı. Bunların hiçbiri olmadı. Bu da bardağı taşıran son damla oldu. Pazartesi günü eylemi başlattık. Oturma eylemiydi. Ne devletin, ne şirketin malına zarar vermeden, şirkette işleri aksatmadan vardiyası gelen arkadaşlarımız işlerinde çalıştı. Vardiya çıkışında oturma eylemine geçtiler. Dört günde biz sonuç alamadık. Arkadaşlar daha sonra yeraltında 'oturma ve açlık grevi yapıyoruz' dediler. Bu karar Perşembe günü saat 16’da alındı ve yer altına indiler. Eylem 48 saate yaklaştı. İki kişi rahatsızlandı, onları hastaneye gönderdik. 112’yi aradığımız zaman ambulanslar geliyor, rahatsızlananları hastaneye götürüyorlar. Yeraltı eylemi başladığında müdürler geldiler. Birkaç teklifte bulundular. Şu ana kadar vaatler yerine gelmediği için arkadaşlarımız onlara inanmıyor. Paramızı istiyoruz dediler. Yeraltında şu anda 163 kişi var. 48 saattir aç ve susuzlar.”
“Yer Üstü Sigortası Yaparak Maaş Ödemek İstediler”
Madende 48 saattir açlık grevinde bulunan Sinan Koçak isimli işçi ise yaşadıkları sorunu yerin altında kayda aldı. Yaşadıkları sorunları ve taleplerini madende çektiği video ile anlatan Koçak, diğer arkadaşları adına da şöyle konuştu:
“TMSF’den SSS Yıldızlar Holdinge bağlı Doruk Madenciliğe devrolmuş bulunan madencilik çalışanlarıyız. Bizler şirketimizden devr olduktan sonra 250 kişi ücretsiz izne çıkarılmaya zorlandık. Geriye kalan arkadaşlarımız ise maaşlarını düzensiz ve zamanında alamadılar. Bu süreçte bu ücretsiz izin sürecine dayanamayıp işten ayrılan arkadaşlarımıza da vaat edilen kıdem tazminatları ödenmedi. O gündem bugüne kadar bizler bu şartlara katlandık. 7’inci ve 8’inci ayın maaşları bize bildirim yapılmaksızın yer üstü sigortası ve yer üstü maaşı olarak yatırılmış durumdadır. Bu noktada bizler sendikamız öncülüğünde yönetime başvurduk, sendikamız birçok görüşmeler yaptı fakat olumlu neticeler alınmamıştır. Pazartesi günden itibaren işimizi aksatmadan vardiyalarımıza gelerek vardiya sonlarında evlerimize gitmek yerine oturma eylemi yaprak hak aramak başladık. Bundan da bir netice alamadığımız için sendikamız öncülüğünde yer altında eylem kararı alınmıştır. Bu karara uyarak bizler de haklarımızı alabilmek için sonuna kadar bu eylemi devam ettirmeyi düşünüyoruz.” Çekilen videoda diğer işçiler de yaşanan sıkıntı ve taleplerde bulunarak yetkililere seslendi.”
Her şey ucu ucuna yetişiyor. Hayatta var olmak ucu ucuna. Eskişehir’de Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonundan, Doruk Madenciliğe devredilmiş olan maden sahasındaki sesleniş aynı zamanda müştereken bir yurtta emeğin nasıl bilinçle sömürüldüğünü de göstere geliyor. Patronajın eline geçtikten sonra kamusal bir sahanın cendere kılınması, kapana benzetilmesinin yolu ve rotası belirgin kılınır. İnsani yaşama gailesi ve tahayyülü hiç addedilir. Verili haklar ya eksiltilir ya da ismi dahi anılmaz. Sözleşmeler, hükümlülük halleri geçersiz konulur. Uyarılar, imdat çığlıkları “vardiya” öne sürülüp devamlı unutturulur. Hal böyleyken yüz altmış beş insan için direnişten gayrı bir yol kalmaz. Hak mücadelesinin, emeğin karşılığının mütemadiyen yok sayıldığı, ezildiği bir zeminde onun temini / tadili için mücadeleyi var ederler. Durum yukarıda okuduğunuz gibidir, açlık ile sınanırken yer üstünde, yeraltında da ümit var olabilmek için aç kalınmaya devam edilir. Hayatı bir badireler sarmalı, yaşamdan alıkoyan bir kısır döngüye dönüştürmüş, ne çoluk çocuk sahibi, evli barklıya, ne kendi halinde yaşayan, sıradan ötekisine ya da gencine ol nihayet bekarına hiçbir yaşamsal ümidi vermeyen / bırakmayan düzen sömürüsüne karşı direniş devam edendir. Görünen her şey ulu orta ucu ucuna yetiştirilmeye, yetişilmeye çabalanan hayatta var olma mücadelesinin de bir yüzüdür. Fark ediyor musunuz?
Her şey ucu ucuna yetişiyor. İmdat seslenişleri, avazlar, çıplak hakikati anlatmaya devam ederken kimseler ayırtına varmasın diye gümbürtüde yaşam kuşatılıyor. Her şekilde tam teşekküllü bir yoksunlaştırma tek gaile / istikamet kılınıyor. Ele geçen ile bir hayat idamesi mümkün değilken, yaşarsınız, tasarruf da edersiniz bahisleri birbiri peşi sıra zikrediliyor. Çarşının, pazarın ateş kılındığı, dokunduğunuz her şeyin pahasının uçtuğu bir zeminde, içeriklerin bozulduğu, yenilenin gıdadan çok endüstriyel atıkların birleşimi, bir kompost halini aldığı, bunun da önünün alınması bir yana gizli / örtük desteklendiği bir zeminde yoksullaştıkça, her şeyden mahrum kalmak söz konusu ediliyor. Önce açlık sonra yitirilen sağlık. Ucu ucuna yetişilen bir hayatta var olma hakkı, cumhurun elinden öyle ya da böyle alınmaya devam olunuyor aralıksız. Binbir badirenin ortasında cambazlık etmeden yaşamda kalabilmenin hiç mümkün kılınmadığı zeminde masallar anlatılırken, kıyıda köşede berhava edilen umudun külleri dağıtılmaya devam olunuyor. Hiçbir biçimde yaşamsal idesini tam sağlayamayan, dahası günü de geleceği de karanlık, yıkıcı ve öğütücü bir cendere / sarmal kılan bir ülkenin hali nice olur? Bütünüyle gemi battı batıyorken, anlatılan kahramanlıklar, şanlı destanlar, kutlu zaferler, biraz daha sıkın dişinizi halleri arasında bir gelecek söz konusu edilebilir mi? Bu ucu ucuna yetişilen ya da öyle sanılan gümbürtüde hayat ne olacaktır, sahiden hayat! Bütünüyle bozguna çıkartılırken yaşam hakkı, geleceğin karanlığı da mı bir şey anlatmamaktadır, sahiden!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Image Credit: Euronews
1 note · View note
onderkaracay · 10 months
Text
Tumblr media
🗣️ Lozan'ın Gizli Maddeleri Yalanını Kimler Neden Uydurdu?
Neydi o yalan?
Doğal kaynakların (madenlerin çıkarılması) Lozan antlaşması engeli ile ancak yüzüncü yıl bittikten sonra çıkarılacak yalanıydı.
Bu yalanı kim uydurmuş olabilir?
Dinci eğitim ve öğretim ile cehaleti çoğaltan, sömürenleri kullanan emperyalizm ve yerli işbirlikçi taşeronları.
Çünkü kurtuluş savaşı sonrası emperyalistler ne demişlerdi?
Mustafa Kemal Atatürk yüzünden Anadolu üzerinde ki planlarımızı bir asır ertelemek zorunda kaldık.
Tesadüf mü son yirmi yılda Atatürk'ün ahlak yoksunu bir şekilde hedef alınmış olması.
Lozan'ın bir asır sonra gizli maddeleri gereği doğal kaynakları çıkarma hakkı elde edeceğimiz yalanını cahiller arasında yayarak insanları Atatürk'e düşman etmek istediler.
Başarabilirler mi?
Mümkün mü?
Oysa son yirmi yılda gece ve torba yasalar ile doğal kaynaklar maden ruhsatları ile emperyalizmin şirketlerine satıldı. Hani doğal kaynakları çıkarmak yasaktı.
Sen ey cahil insan bu yalana yirmi yıldır din adına başka yalanlara kanarak bugün perişan bir halde olduğunu bile görmeden inanıyorsun.
Aklını, vicdanını ve ahlakını kaybettiğin için senin yüzünden bizde çile çekiyoruz.
Yetmez mi?
Sadece maden ruhsatlarını değil toprakları, mülkleri ve yurttaşlığı bile satıyorlar.
Sen yine uyuyorsun!
Yüz yıllık birikimler sayıldığında uyuduğun gibi.
Senin cehaletin ve ihanetin benim yaşamını, özgürlüğümü, huzurunu geleceğimi tehdit ediyor.
Hakkını seni din ile aldatarak çalıyor ve çaldırıyorlar.
Ülke siyonizm hapisanesine döndü sen siyonizme din ve tanrı gibi tapıyorsun.
Dışa bağımlı hale gelmiş olmanın sebebi de bunlar, yaşam pahalılığının sebebi de bunlar, gelecek kaygısı taşıma sebebi de bunlar.
Yalanları 24 Temmuz 2023 günü bitti.
Yüz yıl önce Mustafa Kemal Atatürk nasıl Anadolu üzerinde ki planlarını yırtıp attı ise bugün Mustafa Kemal Atatürk'ün askerleri bop planını aynı şekilde yırtıp tarihin çöplüğüne taşeronları ile birlikte atacaklar.
Ülkemiz dahil 22 ülkenin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen bop projesinin amacı Anadolu'da Serv haritasını yeniden gerçekleştirmektir.
Bu projenin eş başkanı yirmi yıldan fazladır bu ülkeyi yönetmeye devam etmektedir.
Bu gidişle hedefine ulaştığında toplumun haberi olacaktır.
] Önder KARAÇAY [
7 notes · View notes
yurekbali · 11 months
Text
Tumblr media
- Osmanlı Destancısı - Yaşayan önemli şairlerimizden biri, bir gün “Solcular Yahya Kemal’e arka çıksalardı, bu kadar sağa kaymazdı değil mi” diye sormuştu. Yaşamının yarısından çoğu Avrupa’da geçmiş, bir türlü Avrupalılığı kavrayamamış bir şairin solcular arka çıkıyor diye sola yönelmesi olası mıydı? Sanmıyorum. Yahya Kemal, “Şarklı” da değil, hep “Osmanlı” olmuştur. Birçok şeyi bilmez miydi? Bilmesi gerekir. Neden gerilerden, uzaklardan geliyor, bir daha yenilenmeyecek, benimsenmeyecek bir geçmişin özlemini duyuyordu? Yahya Kemal sakıncasız ve korkusuz olandan yanaydı. Nitekim yenici Mustafa Kemal’den hep korkmuştu. Bu korkusundan olacak, bir süre yurda gelememiş, dışarda beklemişti. Yakınları bağışlatınca da ayaklarına kapanarak gölgesine sığınmıştı. Bu yıl, Yahya Kemal’in yüzüncü doğum yılı kutlanıyor. Demek yaşasa yüz yaşını doldurmuş olacaktı. Nice yüzyılını doldurmuşlardan biri mi olacaktı? Olsa bile Park Otel kalmadığına göre, benzer bir otelin içkili salonunda gençlere görünecek miydi? Nadir Nadi ustamız anlatır, bir gün İstiklal Caddesi’nde kol kola yürüyorlarmış, söz Nâzım Hikmet’ten açılmış. Solculuk propagandası yapmak suçuyla birkaç yıldır hapiste yatan Nâzım’a birlikte acımışlar. Nadir Nadi, düşündüklerinden ötürü bir insanın hapiste yatmasına karşı olduğunu söylemiş. Yahya Kemal, her tehlikeli yeninin toplumda sürekli bir tepki yaratacağını öne sürmüş. Ardından çok soğukkanlı, basit bir gerçeği tekrarlıyormuşcasına: “Gelecek onlarındır” demiş. Nadir Nadi, “Önümüzdeki geleceğin ‘onlarda’ olduğuna inandığı hâlde ‘onlara’ katılmak şöyle dursun, acılarına bile üzülmeyi gerekli bulmuyordu” diyor. Şair için duyarlı kişi derler, böyle şair mi olur? Nâzım Hikmet’in annesi af kampanyası başladığında Nâzım Hikmet için Köprü üstünde imza topluyor. Bu sırada Yahya Kemal oradan geçmektedir. Değil imza vermek, görünmemek için yolunu değiştirir ve soluğu Falih Rıfkı’nın Dünya Gazetesi’nde alır. Falih Rıfkı’ya, Nâzım’ın annesine Köprü’de rastladığını, ondan kaçtığını şöyle anlatır: “Canân’ı gördüm, Köprü’de oğlunun bağışlanması için imza topluyordu. Hemen kaçtım, Canân bir lâşeydi”. Bir zamanlar şiirler yazılan, geçtiği yollarda beklenen bu güzel kadın onun dilinde “lâşe” oluyordu. Falih Rıfkı, “Onun yerine ben utandım” diyor. Bir Boğaziçi yalısında ölümünden sonra konuşulurken, “Mustafa Kemal mi” demiş. “Onu biz çıkardık. Eğer Sakarya’da yenilseydi, yerine bir yenisini koyardık.” Bazı şairler için çok şey söylenmez, ulu orta konuşulur, bunu da şaka kabul edenler olur. Ama bir şaire söylediklerinden ötürü dünya görüşü yükünü de sırtına vurdun mu eleştirilir, açıkları ortaya dökülür. Sırtındakiler defolu bir kumaş gibi sırıtır. Mustafa Kemal’e karşı Yahya Kemal!.. Her şey olur da, işte bu olmaz, bininci doğum yıl dönümünü yapsalar bile. Böyle anmalarda şairlerin sadece şiirlerinden, sanatından söz edilse denecek bir şey yoktur, siyasete koydukları ağırlık unutulur. Fakat şairler ve şiirleri ilerlemeye engel olan bir araç olarak kullanılmak istenirse, o zaman şairlerin siyasal tutumları da herkese göre eleştirilir. Yahya Kemal’in gençliği Paris’te olsun, memlekette olsun İttihatçıların arasında geçmiştir. Yeni Mecmua’da yazmasına karşın Ziya Gökalp de üstadı tutmazdı. Boşuna, “Harabisin harabati değilsin / Gözün mazidedir âti değilsin” dememiştir. Buna karşılık Yahya Kemal, kendinin “gelecek”, “âti” olduğuna inanmıştır. Yanıtı şöyle: “Ne harabi ne harabatiyim / Kökü mazide olan âtiyim”. Düşünce biçimi, inanışları, şiirleri, yazışı ile kimse Yahya Kemal için “gelecektir” diyemez. Değişik türleri deneyen bir şiir ustası olabilir. Her gün İttihat ve Terakki Genel Merkezi’ne gelen Yahya Kemal, fazla ilgi bulmasa bile onlardan ayrılamazdı. Birçok arkadaşı vardı. Falih Rıfkı Atay şöyle der: “Yahya Kemal bulunmadığı zamanlarda Ziya Gökalp’in çevresindeki gençlere, başlıca öğüdü, Yahya Kemal’i sevin ama benzemeyin idi.” Zaten, üstat kendinden başka kimseye benzemez, bunca yıl kimse de ona benzemedi ve benzemek de istemedi. NOT: Falih Rıfkı Atay, Yahya Kemal’in, Yakup Kadri, Ruşen Eşref Ünaydın, Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi çok yakın arkadaşlarından biridir. Bir dönem vardır ki yedikleri, içtikleri ayrı gitmez. Bu yazıyı yazarken, Falih Rıfkı’nın Dünya Gazetesi’nde 2 Mayıs 1965 gününde yazdığı kesik, elimde değildi, sonra buldum. Bu yazıdan bir parçayı alıyorum: “... Ben yere kapanarak Atatürk’ün ayağını öpen tek adam hatırlarım: Yahya Kemal! Bursa’da ilk rastlayışımda öpmüştür. Acaba Anadolu’ya gitmek için kendisine yollanan para ile, Eskişehir bozgunu üzerine paniğe uğrayarak Bulgaristan’a gitmiş olduğunu unutturmak için mi idi? Öyle de olsa, tozlu ayağını öptüğü Atatürk öldükten sonra, eğer bana anlatılan doğru ise, bir Boğaziçi yalısında: ‘Mustafa Kemal diye bir kahramanı, o zamanlar lazım olduğu için biz icat ettik’ dememeli idi.” “... Yahya Kemal, Osmanlı emperyalizmi destancısı idi. Yeni Türkiye’yi doğuşundan bu yana hiçbir yanı ile benimsememiştir. Ne Türkçü, ne Türkçeci, ne de cumhuriyetçi idi. Büyük şair olduğuna inananlar, o benimsemediği için, Türkçülük, Türkçecilik ve cumhuriyetçiliklerini mi bırakacaklar? Yahut, fikirlerini ve inançlarını benimsemedikleri için şiirlerini mi okumayacaklar?” - Mehmed Kemal, Osmanlı Destancısı (Cumhuriyet Gazetesi, 4 Aralık 1984, Politika ve Ötesi) - Görsel: Yahya Kemal Beyatlı
15 notes · View notes
kucukkhanimm · 7 months
Text
YÜZÜNCÜ YIL GÖREVLERİ TAM LİSTE
Bayraklar asıldı.
Bütün yüzüncü yıl reklamları izlendi.
Evde PARLAAA diye bağırarak marşlar söylendi.
ps. Soğuk algınlığı nedeniyle Anıtkabir’e gidilemedi.
2 notes · View notes
benmisim · 7 months
Text
ismet özel bi yüzüncü yıl marşı yazmalıydı ya. sen, yaşayan en büyük türk şairi, sen oturdun norm ender marş yazdı be :D imder cidden konuşmak dışında bir şeyleri eleştirmek yermek dışında ne yapıyosa…. kapat abi ya.
4 notes · View notes
blueiskewl · 2 years
Photo
Tumblr media Tumblr media
A 3200-year-old Trepanned Skull Discovered in Turkey
In the prehistoric era, Anatolia served as a transitional area for the first human settlement from the Neolithic period. Prehistoric people have left the tips of beliefs, rituals, and ways of their lives in this land.
Archeology, anthropology, and with the cooperation of medical science is trying to solve these tips. Preparation is one of the findings of this unique example that can be accepted as the beginning of the history of neurosurgery. Although first trepanation (Brain surgery) has been performed in a skull which discovered in Israel in Paleolithic period, the oldest trepanned skull was belonging to Neolithic human. However, many trepanations have been performed after deat.
The earliest trepanation in living human was discovered in Aşıklı Höyük. After Aşıklı Höyük, another extraordinary trepanation find in Anatolia was discovered during the ongoing salvage excavations in Van.
This special find was found during the salvage excavation in the Early Iron Age necropolis in the İçimli hamlet of Uzuntekne Village in the Çatak district of Van.
The exciting find was shared on the social media account of the Excavations and Research Department of the General Directorate of Cultural Heritage and Museums of the Ministry of Culture and Tourism.
The trepanation find, which was discovered during the rescue excavations of the Early Iron Age necropolis, which started in 2016 under the presidency of the Van Museum and carried out under the scientific consultancy of Dr. Gulan Ayaz from the Department of Archeology at Van Yüzüncü Yıl University for two years, by the Excavations and Research Department, “Four seasons in our excavations. An extraordinary example of trepanation dating back 3200 years from our rescue excavations carried out by our YYU faculty members under the presidency of the Van Museum…” announced as.
Trepanation has been for thousands of years, making it one of the oldest medical procedures known to the human race.
Trepanation was thought to be a remedy for a variety of conditions, including head injuries in ancient times. It may also have been used to treat pain. Some scientists also think that the technique was used in rituals to expel spirits from the body.
By Leman Altuntaş.
19 notes · View notes