Tumgik
#yaşlı ruhlar
ruhsalseyler · 7 months
Text
Lemurya Yıldız Tohumu
0 notes
Text
Tumblr media
Acıyla aşkı
birbirine kattım.
Yoğurdum.
Ben kaldım geriye.
Bu dünyada
yanıp kül olmak
vardı gözlerin ve ellerin için.
Kavruk tenler
ışığında dünyayı seyretmek.
Anıydı başkalaşmanın adı.
Tadı vardı yokluğunun.
Kalmazdı yası olanın matemli yaşları.
Havası gelmiyor derken
sesi gömülürdü içine.
Sırra kadem basmak artık
yaşlı ruhlar için bir kaçış rampası...
Ξ.
"Hiçliğe Karıştın Sen"
37 notes · View notes
amezhu · 4 days
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
230. BÖLÜM - Hünerli zar - Yuvarlanan hep yek kalbi korkutuyor - 2
Eğer devasa ilahi heykel orada olsaydı kolayca birkaç dev adımı ile karşıya geçebilirlerdi. Ama Xie Lian tarafından kötü ruhları bastırmak için kraliyet başkentinde bırakılmıştı, üç dağ ruhu da bir kılıca dönüşmüştü yani gelmemeleri en iyisiydi.
“San Lang, gümüş kelebekler bizi karşıya geçirebilir mi?” Xie Lian sordu.
“Lavın buharıyla gümüş kelebekler nehrin karşı yakasına kadar yarıya kadar eriyebilir.”  Cevapladı Hua Cheng.
Geçişin yarısında havadan düşüp lav akıntısının tam ortasına çakılmak pek de iyi olmazdı. Ancak Hua Cheng ekledi, "Ama hazır bir yol var."
Grup bakışlarını onun baktığı yere çevirdi ve bir an sonra Xie Lian, "Lavların içinde neden insanlar var?" diye haykırdı.
Bu kesinlikle doğruydu, Xie Lian halüsinasyon görmüyordu. Tam o anda lavların içinden trajik bir şekilde solgun bir elin yuvarlanarak gökyüzüne doğru uzandığını gördü. Mu Qing daha yakından inceledikten sonra, "Gerçekten varlar! Ve sadece bir tane de değil?" dedi.
En az binden fazla insan vardı, nehrin yüzeyinde yüzen bir dizi vücut ve kafa, bazıları lav akıntısının akıntısıyla yuvarlanıp dönüyordu ve hatta bazıları akıntıya karşı akıyordu. Vücutlarının hepsi tuhaf bir beyazdı, yüzleri bulanıktı.‌ ‌
Gerçek yaşayan insanlar değillerdi. Xie Lian durumu çözdü, “Onlar şu WuYong Kraliyet başkentinin boş kabuklu insanları‌...‌ lav buraya doğru sürüklenmiş.”‌
Onların savaş yeteneklerine göre bu boş kabuklu mutantları basamak olarak kullanıp zıplamak çok zor değildi. Yalnız, bu merhum ruhlar yanan akıntıda işkence görüyor gibi mücadele ediyorlardı bu yüzden üstüne onların da basması cidden trajik olurdu. Ama şu an endişelenecek zaman yoktu. İlk Mu Qing ileri atıldı, doğru yeri hedef alarak birkaç aşağı yukarı zıpladıktan sonra karşı hendeğe ulaştı, nehrin diğer kıyısında durarak geldiği yoldan geriye baktı. Xie Lian Guoshi’ye döndü, “Önce sizi karşıya geçireyim.”
Guoshi sonuçta bir savaş tanrısı veya dövüş sanatlarıyla uğraşan birisi değildi bu yüzden birinin onu karşıya geçirmesi gerekiyordu. Kafasını salladı ve ileri gitti. Ancak Hua Cheng konuştu, “Gege, ben yapayım.”
Xie Lian akışına bırakıp kabul etti, “Pekala.”
Böylece Hua Cheng ileri gitti ve yaşlı bir kıdemliye yardım ediyormuş gibi Guoshi’nin kolunu tuttu, “Guoshi, efendim, lütfen. Adımlarınıza dikkat edin.”
Guoshi dönüp ona yardım edenin Xie Lian olmadığını gördüğünde kaşlarını çattı, “Ha? Neden sensin?”
Xie Lian'ın tahminine göre, birincisi, Hua Cheng Xie Lian'ın yanına bir başkasını almasının uygun olmayacağından endişeleniyordu, ikincisi ise Hua Cheng belirli bir amaç uğruna büyüğünün önünde kendini biraz göstermek, özenli bir çalışkanlık sergilemek istiyordu ve bu yüzden görevi devralmayı teklif etti. Bunu gören Xie Lian elinde olmadan bir kahkaha attı ve bunu hafif bir öksürükle gizledi, "San lang çok içten bir şekilde size yardımcı olmak istediğini söyledi, bu yüzden ben..."
Hua Cheng ise yüzünü kaplayan bir gülümsemeyle, "Benim ya da Gege'nin olması fark eder mi? Ayrıca, size çok saygı duyuyorum efendim, bu yüzden elbette yardımcı olmaktan çekinmem, bu kadarı hiçbir şey."
Guoshi bir an için suskun kaldı ve ardından, "Eğer bana gerçekten saygı duyuyorsan o zaman yüzündeki sahte gülümsemeyi kaldır. Bu sahtelik gerçekten çok fazla..." dedi.
Hua Cheng hemen gülümsemeyi bir kenara bıraktı, "Ah." Ardından, başka bir şey söylemeden Guoshi'yi taşıdı ve bir anda çoktan diğer kıyıya taşınmıştı bile. ‌
Hareketleri acayip hızlıydı, Guoshi tepki bile veremeden önce çoktan Mu Qing’in yanına getirilmiş, tamamen serseme dönmüştü. ‌Hua‌ ‌Cheng’in çizmeleriyle üzerine bastığı boş Kabuklu insanlara gelince, üzerlerine basıldığının farkına bile varmadılar ve kafalarını kaldırdıklarında tek gördükleri bir hiçlikti, lav akıntısında yüzmeye devam ederek başlarını ovuşturdukça şaşkına döndüler. Sonunda kendine gelen Guoshi Hua Cheng’e bir bakış atarak yorumda bulundu, “Fena değil, sanırım.”
Diğer taraftan Xie Lian düşündü, ‘çok katı. Bu yeteneklere nasıl sadece fena değil denilebilir?’ Ardından seslendi, “Ben de şimdi geliyorum!”
Hua Cheng o tarafa döndü, “Gege, öncelikle orda kal, seni gelip alacağım!”
Ancak Xie Lian onun sözlerinden daha hızlı hareket ederek çoktan yukarı doğru sıçramış ve ayak parmakları yüzünü yukarıya çevirmiş yüzen Boş Kabuklu bir mutantın karnına hafifçe çarpmıştı. Ayaklarının altındaki katı gövdenin alçaldığını hissetti, ancak çoktan tekrar sıçrayarak ilerideki bir başka Boş Kabuklu mutantın kafasına çarpmıştı.
Bu şekilde beş ya da altı tanesinin üzerinden geçerek lav akıntısının ortasına geldi.
Xie Lian tam bir sıçrama daha yapmak üzereyken, vücudu aniden çöktü ve neredeyse dengesini kaybediyordu. Kendini sabitlemek için kıyaslanamayacak kadar hızlı tepkisini kullanarak aşağıya baktı ve ayaklarının altındaki mutant gerçekten de uzanıp botunu yakaladı!
"Ah hayır, yine mi!" Xie Lian içinden inledi.
Yine korkunç şansı ona darbeyi vurmuştu. Kendisinden önceki insanların hepsi nehri sorunsuz bir şekilde geçmişti, ama zor bir canavarla karşılaşan, sağ ayak bileğini yakalayan ve atlamasına izin verilmeyen sadece o olmalıydı!
Bu boş kabuklu mutantların içleri boş olduğundan lav akıntısının yüzeyinde yüzebiliyorlardı ama çok fazla ağırlığı destekleyemezlerdi. Kaynayan buharda Xie Lian’da terliyordu, kolluklarının bir kenarı tutuşmuştu bile. Eğer orada kalmaya devam ederse kendisiyle birlikte üzerine bastığı kabuk lavın içine batacak, tüm vücudu alev alacaktı.‌ ‌
Son saniyede, bu kriz anında Xie Lian'ın aklına bir fikir geldi ve RuoYe uçarak dışarı çıktı, yaklaşık üç metre ileriden başka bir Boş Kabuklu mutantı yakaladı ve sol ayağını mutantın sırtına basarak onu sürükledi. Böylece, iki taş boş kabuk tek kişinin ağırlığını destekleyerek kaldırma kuvvetini arttırdı, böylece hemen batmayacaktı. Krizi önleyen Xie Lian, Fang Xin'i çekip çıkardı ve onu yakalayan kolu kesti. Tekrar dışarı fırlamak üzereyken, kırmızı bir gölge çoktan yanına düşmüştü ve Xie Lian konuştu, "San Lang? Ben zaten iyiyim. Gelmene gerek yoktu."
Hua Cheng uzaktan avcunu açarak Xie Lian'ı yakalamış olan içi boş mutantı patlattı. "Kıyıya çıktıktan sonra konuşalım."
İkili kıyıya geldi ve Xie Lian, "Özür dilerim, seni endişelendirdim,"
“Benim hatam.” Dedi Hua Cheng, "Karşıya geçmeden önce seni almamı beklemeni söylemeliydim."
"Tamam, tamam." Guoshi azarladı, "Tartışmayın. Ekselansları o kadar zayıf değil, siz gitmeseniz de kendi başının çaresine bakabilir, neden gidip onu getirmek zorundaydın? Gelin! Bu taraftan."
Grup kıyıya tırmandı, bir süre daha yürüdü ve WuYong sarayının önüne geldiler.‌ ‌
Sarayın yarısı yerin altına gömülüydü, grup içeri girdikten sonraki yol eğimli ve düz bir şekilde yeraltının derin girintilerine doğru gidiyordu.
Yer üstünü terk eden kavurucu hava yavaş yavaş soğudu. Tüm yeraltı sarayı bomboştu, en küçük bir hareket bile yankılanırdı.
Gruptaki her biri ayrı ayrı bir avuç içi meşalesi yakarak çevreyi aydınlattı. Bu saray uzun zamandır mühürlenmiş olsa da hala oldukça şatafatlı ve görkemliydi, ateş ışığı birçok altın rengi, parıldayan desenleri, yontulmuş sütunları ve boyalı binaları yansıtıyordu. Ancak bir ruh olmadan hava tıpkı bunun devasa bir türbe olması gibi ölüydü.
“Burası ekselanslarının büyüdüğü yer.” Dedi Guoshi.
“Cidden burada mı?” Mu Qing sordu.
“Sence?” Guoshi cevapladı, “burası onun güçlerinin en kuvvetli olduğu yer, bu yüzden, kendinizi kollayın.”
O sırada Xie Lian aniden bir şey fark etti.
Hua Cheng'in belindeki E-Ming'in kabzasındaki gümüş göz topu hızla dönüyor, anormal derecede tedirgindi. Ancak Hua Cheng’in onu görmezden gelmiş ifadesi hala sakin ve odaklı haldeydi. Xie Lian yaklaşıp onu okşamaktan kendini alamadı, E-Ming ancak o zaman biraz daha sakinleşmişti. Hua Cheng yavaşça aşağı baktı, Xie Lian’ın elinin hala kılıcın kabzasının üzerinde olduğunu görünce konuşmak üzereydi ki o sırada büyük salonun köşelerinden bir dizi “hehehe” kıkırdamaları geldi.
Orta yaşlı bir adamın sesiydi. sanki planlanmış bir şeymiş gibi sinsi ve kurnazdı, Xie Lian’ın tüm sırt tüyleri diken diken olmuştu. Ve o sesi daha önce duymuştu.
Cenin ruhunun sesiydi.
Mu Qing bağırdı, “ORADA!” Bir izi üstlerindeki boşluğu aydınlatarak dışarı fırladı. Sarayın tavanının uzun köşelerine doğru bastırılmış beyaz bir şey topağını görebiliyorlardı, o cenin ruhuydu.
Uzun, parlak dili sanki kendi uyuzunu kaşıyormuş gibi kendi sırtını yalıyordu. Uçarak gelen alevleri görünce kıs kıs güldü ve Mu Qing'e doğru kusmuk gibi bir şey fırlattı. Mu Qing tüm yüzünde aşağılayıcı bir ifade ile ondan kaçındı. Guoshi önce yerdeki yapışkan maddeye ardından yukarıdaki cenin ruhuna bakarak iğrenti ile konuştu, “Bu cidden velet Feng Xin’in çocuğu mu???”
Xie Lian derhal seslendi, “Bekle! Cuo Cuo! Sen Cuo Cuo’sun, değil mi?”
Cenin ruhu kendi adını duyunca bir duraksadı ve ona baktı. Xie Lian, “Cuo Cuo, buraya ba… ba… babanı bulmaya geldik. Nerede olduğunu biliyor musun?”
Cenin ruhu ‘baban’ı duyunca homurdandı ve uzuvlarını kullanarak pata-pata sürünerek ortadan kayboldu. Xie Lian seslendi, “CUO CUO? Çabuk, onu bulalım!”
Grup, avuç içi meşalelerini hemen daha parlak yakarak her tarafı araştırdı. Aniden Mu Qing haykırdı, “BU YOLDAN?”
“Hangi yol?” Xie Lian cevapladı.
Mu Qing bir yolu işaret etti, “Az önce oraya gittiğini gördüm.”
İşaret ettiği yol bir saray binasının tarafında dar, unutulmaz ve kasvetli uzun bir koridordu. Nereye gittiğini söyleyemeseler bile iyi bir olmayacağı açıktı.
Peşinden Hua Cheng konuştu, “Gerçekten oraya gittiğini gördün mü?”
Mu‌ Qing‌ sinirlenerek cevap verdi, “Size yalan borcum mu var?”
Hua Cheng hiçbir duygu barındırman ve arkadaşça olmayarak ‘hah’ladı. Guoshi azarladı, “Siz ikiniz de böyle bir zamanda ne için kavga ediyorsunuz? Şüpheli olan hiçbir yeri gözden kaçırmayın, yani sadece bir baksak bile sorun değil.”
O uzun koridor çok dardı. Eskiden daha geniş olmalıydı ama görünüşe göre ezilmişti ve şimdi aynı anda sadece bir kişinin geçebileceği bir hal almıştı. Belli ki Mu Qing Hua Cheng’in şüphe dolu ses tonuna içerlenmişti bu yüzden ilk o gitti. Hua Cheng doğal olarak Xie Lian’ın önünden yürüyerek ona yol açtı ama Xie Lian Hua Cheng’in belindeki E-Ming’in gözünün yine vahşice döndüğünü fark etti. Zihni harekete geçti ve anında Hua Cheng'i arkasına çekti. Hua Cheng şaşırmıştı, “Ne oldu?”
Xie yavaşça boğazını temizledi, “Seni koruyacağımı demedim mi… Arkamda dur.”
Bir an sonra Hua Cheng nazikçe güldü.
Derine ilerledikçe Xie Lian daha da rahatsız hissetti. Söz konusu tehlike olunca onun iç güdüleri inanılmaz şiddetliydi ve onu rahatsız eden şey ileriden geliyordu.
“Guoshi, bu yolun nereye çıktığını hatırlıyor musunuz?” Xie Lian sordu, “Nasıl oluyor da ne kadar çok yürürsek, o kadar çok ağırlaştığını hissediyorum.”
Kana susamış aura.
Ve bu canlı bir kana susamış aura değildi, çok soğuk ve donmuş bir auraydı. Ne kadar derine inerse o kadar gerginleşiyordu.
Ancak Guoshi ona cevap vermedi. Bir şey Xie Lian’in zihnine tıkladı ve Lian tekrar sormak için sesini yükseltti, “Guoshi?”
Hala cevap yoktu. Xie Lian kafasını çevirdi ve kim bilir ne zamandan beri arkasında tek bir ruh bile yoktu!
Bunu daha önce fark etmemesinin nedeni, Hua Cheng ve Guoshi'nin bıraktığı fener ışıklarının hâlâ havada süzülüyor olması ve onu takip ederek ortadan kaybolan ustaların yolunu aydınlatmasıydı. Mu Qing de dönüp baktı ve şok oldu: "Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur nerede?"
Xie Lian geldikleri yoldan geri dönmek için tek kelime etmeden dışarı çıktı. Mu Qing onu yakaladı, "Ne yapıyorsun? Neredeyse vardık! Ayrıca, Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur’un geri döneceğini gerçekten düşünüyor musun?"
"...Hayır." diye yanıtladı Xie Lian. Hua Cheng'in tek kelime etmeden asla tek başına geri dönmeyecek olması korkutucuydu!
Xie Lian aniden Hua Cheng'in üzerinde bıraktığı şeyi hatırladı ve bakmak için aceleyle elini kaldırdı. Üçüncü parmağındaki Hua Cheng’in iyi olduğu gösteren kırmızı ipin hala parlak ve aydınlık olduğunu görünce‌ ‌Xie‌ ‌Lian‌ rahatça iç çekti.‌ Yine de Hua Cheng'in onlar gelmeden önce yuvarladığı iki tekli zarı hatırladığında kaşlarının gerginliği arttı.
"Geri dönsen bile büyük olasılıkla hiçbir şey bulamayacaksın." Dedi Mu Qing, "Öyleyse neden ilerlemeye devam edip içeride tam olarak ne olduğunu görmüyorsun? Aksi takdirde geri dönüp hiçbir şey bulamazsan ve tekrar geri gelmek zorunda kalırsan zaman kaybetmiş olmaz mısın?"
Xie Lian tam konuşmak üzereydi ki aniden nefesini tuttu, "Şşşt. Dinle. Bu ses de ne?"
Mu Qing de dikkatle dinledi.
Bu, derin ve sessiz nefes alan bir adamın sesiydi.
İleriden geliyordu!
İkisi de tetikteydi ve silahlarını sıkıca kavrayarak ileri doğru yürüdüler.
Sonunda uzun koridordan çıktılar ve bir odaya geldiler. Mu Qing dikkatle odanın etrafını kolaçan ederken, Xie Lian parmağıyla bir fiske vurarak ön tarafa küçük bir alev ışığı gönderdi ve anında yere yığılmış bir figürü aydınlattı.
Xie Lian o figürün arkasını görür görmez onu tanıdı ve hemen ayağa fırladı, "FENG XIN?!"
Ters dönmüş adam cidden de Feng Xin’di. Her yeri derin kesikler ve yanıklarla kaplıydı ama hayati bir tehlikesi olmamalıydı. Xie Lian kendine gelene kadar bir süre sırtını sıvazladı, uyandığı an küfürler savuruyordu ki Xie Lian’ı fark ettiğinde küfürler etmeyi bıraktı, “Ekselansları??? Neden geldiniz?”
Xie Lian bir nefes verdi, “Neden önce bana buranın neresi olduğunu söylemiyorsun?”              
Feng Xin oturdu ve etrafına baktı, “Burası neresi?”
Beklendiği gibi Feng Xin de bilmiyordu, Xie Lian bir şey sormadı. Xie Lian başını salladı ve uzandı, “Önce kalk. Seni bulduğumuza göre San Lang’ı aramalıyız.”
“Çiçeğe Uzanan Kızıl Yağmur’dan mı bahsediyorsun?” Feng Xin sordu, “Ona ne oldu? Seninle değil mi?”
“Öyle bir şey.” Xie Lian başladı, “Beraberdik…” Cümlesini bitiremeden Feng Xin elini kaldırdı, “Bekle! Arkandaki kim?”
Xie Lian arkasına baktı ve sadece gölgelerin içine gömülmüş, hareketsiz bir figür gördü, “O Mu Qing. Ne oldu?”
Feng Xin’in göz bebekleri aniden küçüldü, “TUT ONU! ÇABUK!”
10 notes · View notes
rpgeldoria · 24 days
Text
Din
1. Yedi İnancı
İnananlar: Evrenin çoğu, özellikle güneydeki büyük lordlar ve halk.
Tanrılar: Yedi olarak bilinen tek bir tanrının yedi farklı yüzü vardır: Baba (adalet), Anne (merhamet), Bakire (masumiyet), Dövüşçü (cesaret), Demirci (çalışma ve güç), Yaşlı Kadın (bilgelik) ve Yabancı (ölüm ve bilinmeyen).
Tapınak: Sept olarak bilinen büyük tapınaklar ve küçük septler.
Ruhban Sınıfı: Yüksek Septon, septonlar (erkek rahipler) ve septalar (kadın rahibeler).
Etki Alanı: Evrenin büyük bölümünde yaygın ve güçlü bir etkiye sahiptir.
2. Eski Tanrılar
İnananlar: Kuzeyli lordlar ve halk, Yabanıllar (Özgür Halk).
Tanrılar: İsimsiz ve şekilsiz doğal ruhlar olarak kabul edilir. Genellikle Weirwood (Gölge Meşesi) ağaçlarına tapılır.
Tapınak: Godswood adı verilen kutsal ormanlar. Bu ormanlarda genellikle oyulmuş yüzleri olan Weirwood ağaçları bulunur.
Ruhban Sınıfı: Ruhban sınıfı yoktur, inananlar bireysel olarak ibadet eder.
3. R'hllor (Işığın Efendisi)
İnananlar: ?
Tanrı: R'hllor, Ateş Tanrısı olarak bilinir. Işığın Efendisi ve Gölgenin Efendisi ile savaşan, gecenin ve dehşetin düşmanı olarak kabul edilir.
Tapınak: Kırmızı tapınaklar.
Ruhban Sınıfı: Kırmızı Rahipler ve Rahibeler. Bu dinin ruhban sınıfı, genellikle güçlü sihirli yeteneklere sahiptir.
4. Büyük Ruhlar
İnananlar: Adalara yayılmış Peri halkı, doğayla iç içe yaşayan topluluklar.
Tanrılar: İsimsiz ve şekilsiz ruhlar olarak kabul edilir. Bu ruhlar, doğanın ve elementlerin özüdür. Her bir ada, kendi kutsal ruhunu barındırır ve bu ruhlar, zamanla adanın ve halkına göre şekillenir.
Tapınak: Tapınaklar, adaların en yüksek noktalarında bulunan kutsal ormanlarda yer alır. Adaların denizle olan bağlantısı nedeniyle, bu kutsal alanlar genellikle deniz manzaralıdır.
Ruhban Sınıfı: Ruhban sınıfı yoktur, ancak adalarda yaşayan yaşlılar ve bilgeler, ruhlarla iletişime geçen ve topluluğu yönlendiren kişiler olarak saygı görürler. İbadet bireysel veya toplu olarak gerçekleşebilir. Meditasyon, sessizlik ve doğayla uyum içinde yaşama üzerine odaklanır.
5. Sonsuz Gece'nin Yolu
İnananlar: Vampir klanları, özellikle asırlık soylu vampir aileleri ve onların soyundan gelenler.
Tanrılar: Tek bir yüce varlık olan Gece Efendisi'ne tapılır. Gece Efendisi, vampirlerin ilk atası ve sonsuz karanlığın kaynağı olarak kabul edilir. Onun kanı, tüm vampirlerin yaşam enerjisini besleyen kutsal bir öz olarak görülür.
Tapınak: Gece Tapınakları, vampirlerin en eski yerleşim yerlerinde, yer altı mağaralarında veya gizli saraylarda bulunur. Bu tapınaklar karanlık, gotik mimarisiyle bilinir ve merkezinde Kaynak adı verilen kutsal bir kan havuzu bulunur.
Ruhban Sınıfı: Gece Rahipleri ve Rahibeleri, bu dine hizmet eden ruhban sınıfıdır. Bu rahipler, Gece Efendisi'ne adanmış ve onun öğretilerini yaymakla görevlidir. Kan ritüellerini yönetir, vampirlerin yaşam döngüsünü kontrol ederler. Ayrıca, Gece Efendisi'nden vahiy aldıklarına inanılır.
6. Eski Valyria İnancı
İnananlar: Fireborne Hanesi, Valyria soyluları.
Tanrılar: Valyria’nın çok tanrılı inanç sistemi çerçevesinde, Ejderhaların Efendisi olarak bilinen Ateş Tanrısı ve diğer tanrılar. Bu tanrılar, ejderhaların ve ateşin güçlerini temsil eder. Her ejderha, bir tanrının dünyadaki yansıması olarak kabul edilir.
Tapınak: Eski Valyria'daki tapınaklar kaybolmuştur ama soylular topraklarında Valyria tarzı anıtlar ve sembollerle inançlarını yaşatır. Aile içi tapınma, gizli ayinlerle devam eder.
Ruhban Sınıfı: Aile içindeki en yaşlı veya en bilge birey, ritüelleri ve ayinleri yönetir. İbadet, ejderhalarla özel ritüeller, ateş ve Valyria çeliği ile gerçekleştirilen kutsal ayinler ile yapılır. Atalarının ruhlarına dualar eder ve onların gücünü onurlandırır. Ayrıca, kan bağı ve ejderha ateşi kutsal kabul edilir.
5 notes · View notes
1-ruhubozuk · 1 year
Text
Aşkı konuşmak için dudaklarımı kutsanmış ateşle temizledim, ama hiçbir sözcük bulamadım.
Aşktan haberdar olduğumda sözler cılız bir hıçkırığa dönüştü, yüreğimdeki şarkı derin bir sessizliğe gömüldü.
Ey bana gizlerinin ve mucizelerinin varlığına inandığım Aşk 'ı soran sizler,
Aşk peçesiyle beni kuşattığından beri ben size aşkın gidişini ve değerini sormaya geliyorum.
Sorularımı kim yanıtlayabilir? Sorularım kendi içimdeki için; kendi kendime cevaplamak istiyorum.
İçinizden kim içimdeki benliği bana ve ruhumu ruhuma açıklayabilir?
Aşk adına söyleyin, yüreğimde yanan, gücümü tüketen ve isteklerimi yok eden bu ateş nedir?
Ruhumu kavrayan bu yumuşak ve kaba gizli eller nedir; yüreğimi kaplayan bu acı sevinç ve tatlı keder şarabı nedir?
Baktığım bu görünmeyen, merak ettiğim açıklanamayan, hissettiğim hissedilemeyen şey nedir? Hıçkırıklarımda kahkahanın yankısından daha güzel, sevinçten daha mutluluk verici bir keder var.
Neden kendimi beni öldüren ve sonra şafak sökene kadar tekrar dirilten, hücremi ışığa boğan bu bilinmeyen güce veriyorum?
Uyanıklık hayaletleri kurumuş gözkapaklarımın üstünde titreşiyor ve taştan yatağımın etrafında düş gölgeleri uçuşuyor.
Aşk diye seslendiğimiz şey nedir? Söyleyin bana, bütün anlayışlara sızan ve çağlarda gizli olan o sır nedir?
Başlangıçta olan ve herşeyle sonuçlanan bu anlayış nedir?
Yaşam 'dan ve Ölüm 'den, Yaşam 'dan daha acayip, Ölüm 'den daha derin bir düş oluşturan bu uyanıklık nedir?
Söyleyin bana dostlar, içinizde Yaşam 'ın parmakları ruhuna dokunduğunda Yaşam uykusundan uyanmayan biri var mı?
Yüreğinin sevdiğinin çağrısıyla babasından ve annesinden vazgeçmeyecek kimse var mı?
İçinizden kim ruhunun seçtiği kişiyi bulmak için uzak denizlere açılmaz, çölleri aşmaz, dağların doruğuna tırmanmaz?
Hangi gencin yüreği tatlı nefesli, güzel sesi ve büyülü dokunuşlu elleriyle ruhunu kendinden geçiren kızın peşinden dünyanın sonuna gitmez?
Hangi varlık dualarını bir yakarış ve bağış olarak dinleyen bir Tanrı 'nın önünde yüreğini tütsü diye yakmaz?
Dün kapısından geçenlere Aşk'ın sırları ve değeri sorulan tapınağın girişinde durmuştum. Ve önümden çok zayıflamış, yüzü hüzünlü yaşlı bir adam iç çekerek geçti ve şöyle dedi:
'Aşk bize ilk insandan beri bağışlanmış bir güçsüzlüktür.'
Yiğit bir genç karşılık verdi:
'Aşk bugünümüzü geçmişe ve geleceğe bağlar.'
Ardından kederli yüzlü bir kadın hıçkırarak şöyle dedi:
Aşk cehennem mağaralarında sürünen kara engereklerin ölümcül zehiridir.
Zehir çiy gibi taze görünür, susuz ruhlar aceleyle içer onu; ama bir kere zehirlenince hastalanır ve yavaş yavaş ölürler.'
Sonra gül yanaklı bir kız gülümseyerek dedi ki:
'Aşk Şafak 'ın kızları tarafından sunulan ve güçlü ruhlara güç katıp onları yıldızlara çıkaran bir şaraptır.'
Ardından çatık kaşlı, kara giysili, sakallı bir adam geldi:
'Aşk gençlikte başlayıp biten kör cahilliktir.'
Bir başkası gülümseyerek açıkladı:
'Aşk insanın tanrıları mümkün olduğunca fazla görmesini sağlayan kutsal bir bilgidir.'
Sonra yolunu asasıyla bulan kör bir adam konuştu:
'Aşk ruhlardan varlığın sırlarını gizleyen kör edici bir sistir;
yürek tepeler arasında sadece titreşen arzu hayaletlerini görür ve sessiz vadilerin çığlıklarının yankılarını duyar.'
Çalgısını çalan genç bir adam şarkı söyledi:
'Aşk ruhun çekirdeğindeki yangından saçılan ve dünyayı aydınlatan bir ışıktır.
Yaşam 'ı bir uyanışla diğeri arasındaki güzel bir düş olarak görmemizi sağlar.'
Ve paçavraya dönmüş ayaklarının üzerinde sürüklenen güçsüz düşmüş çok yaşlı bir adam titrek bir sesle şunları söyledi:
'Aşk mezarın sessizliğinde bedenin dinlenmesi, Sonsuzluk 'un derinliklerinde ruhun huzura ermesidir.'
Ve onun ardından gelen beş yaşındaki bir çocuk gülerek dedi ki:
'Aşk annemle babamdır, onlardan başka kimse bilmez aşkı.'
Ve böylece Aşk'ı tarif eden herkes kendi umutlarını ve korkularını bıraktı önüme sır olarak.
O anda tapınağın içinden gelen bir ses duydum:
'Yaşam iki yarıya ayrılmıştır: biri donar, biri yanar; yanan yarı, Aşk 'tır.'
Bunun üzerine tapınağa girdim, sevinçle diz çökerek dua ettim:
'Tanrım, beni yanan alevin besleyicisi yap...
Tanrım beni kutsal ateşine at...'
16 notes · View notes
dramatik-buluntular · 2 years
Text
-İnsan Zihni-
Bir çok katıyla, koridorlarıyla, toplantı odaları ve konferans donanımlarıyla esrarengiz bir oteldir insan zihni. Resepsiyonda tartışma götürmez mantık hükmeder gündüzleri. Geceleri her şeye göz kulak olur bir neandertaler. Hayat tarzlarının hepsi temsil edilir bu otelde. Bazı odalarda pazarlığı yapılır önemli sözleşmelerin, planlanır hoyrat reformlar. Suç eylemleri ve cinayetler düşünülür. Resepsiyonist kapıyı çalarsa burada ve bazı kişisel sorular sorarsa, geri çevrilir gürültülü bir küçümseyen kahkahayla. Başka odalarda filozoflar oturur, sözcüklerin ip cambazları, şamanlar ve şevkli sofular. Zemin katta aldırış etmeden çalar hiçliğin büyük davulcusu, ki besler sürüngenleri ev hayvanları gibi. Her yerde hummalı bir etkinlik. Karar anlarında herkes çağrılır konferansa, gece ya da gündüz, büyük problemler ya da incir çekirdeğini doldurmayan konularda danışmak için. Hiçbir gündem maddesi ya da toplantı başkanı yoktur; hızlı bir şamatada ortaya çıkar ve kaybolur sorular. Her biri kendi tonunda lafı birbirlerinin ağzına tıkayarak tartışır. Bazıları mantıktan ya da sağduyudan yararlanır, başkaları ulumayla, şikayetle, şarkıyla, küfürle, dualarla ve dehşet çığlığıyla ifade eder kendilerini. Yaşlı ruhlar yüksek sesle okur ölü bir dilin sözcükleriyle anlaşılmaz tekerlemeleri. Çok nadir karar verilir bağlayıcı bir anlaşmaya. Ansızın geri döner odasına herkes, hepsi kendi değişmez karmaşasıyla önyargılı. Resepsiyonda tertemiz yıkanmış, iyi giyimli bir kişi dolanıp durur. Kendisini Benlik diye tanıtır ve otelin müdürü olduğunu iddia eder; bütün kararların kendisi tarafından verildiğine sizi temin eder; otelin rasyonel mantıkla ve en modern ilkelerle yönetildiğini iddia eder. Kendisini biraz şüpheyle dinleyin – Otelde kalan diğer kimseler pek de aldırış etmez O’nun otoritesine.
(”Element”ten, 2004) Niels Hav (d.1949, Danimarka) Çeviren: İsmail Haydar Aksoy
11 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
_Francis Bacon_ aforizmalar
_Yıllanmışlığın güzelliği dört şeyde kendini gösterir; yıllanmış şarap, eski dostlar, yakmak için odun ve eski yazarlar.                                                                                   _Çirkin insanlar genellikle doğa ile ödeşirler çünkü doğanın kendilerine ettiği kötülüğün acısını onlar da doğaya kötülük ederek çıkarmaya çalışırlar.                                                                                                                                                                                                                               _Yalnız kendisini düşünen insan, yumurtasını pişirmek için komşusunun evini yakar. _Sahilde durup gemilerin denizde gidip gelişini izlemek bir zevk. Bir kalenin penceresinde durup, bir muhabereyi, aşağıda süregiden macerayı izlemek bir zevk. Ancak hiçbir şey, gerçeğin gözetleme mevkiinde durup da... Aşağı vadideki hataları, amaçsız gezintileri, pusları ve fırtınaları görebilmekle mukayese edilemez                                                                                                                                                                                                     _Her işe karışan, her şeyi soran kurcalayan bir adam, çoğunlukla başkalarını çekemeyen bir adamdır. _Gerçek, göze en güzel gündüzleyin görünen bir inciye benzetilebilir belki ama bu inci, alacalı ışıklarda en güzel görünüşünü kazanan pırlanta ile yakutun çok gerisinde kalır, işe biraz yalanın karışması her zaman daha büyük bir haz verir. _İntikama odaklanan insan, normalde iyileşip düzelecek olan kendi yaralarını açık tutar. _Düşmana acıyan, kendine acımaz. _Yılca genç olan bir kimse, zamanını çarçur etmemişse, saatçe yaşlı olabilir. _İnsanın nefsine hâkim olmasını sağlayan başlıca şey onun kendisine saygısıdır. _Övülme, tahta kaplamaların hem parlamasını sağlayan, hem de ömrünü uzatan cilaya benzer _İnsan ilişkilerinde yapmacıklık ne kadar nefret uyandırıcıysa, dini konularda da hurafeler öyledir. _Türklerin elinde, savaşı haklı göstermek için, kendi yasalarıyla dinlerini yaymak gibi bir neden her zaman hazırdır. _Büyük insanlarda, liyakat sahibi olanların kendilerini budalaca aska kaptırdıkları görülmez. Büyük ruhlar ve büyük işler aşkla uzlaşmaz. _Yalanlamak ve reddetmek için okuma! İnanmak ve her şeyi kabullenmek için de okuma! Konuşmak ve nutuk çekmek için de okuma! Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku! _Dertlerini dökecek dostları olmayanlar kendi yüreklerini kemirirler.                                                                                                                                            _Dikkatli bir şekilde gözlemlenirse, yaşlılık bedenden ziyade ruhları bozar.                                                                                                                                 _Hiçbir şey göze, güzelce biçilmiş yeşil çimlerden daha hoş görünemez.                                                                                                                                     _Güzel bir evi kötü bir muhite inşa etmiş kişi, kendisini hapse tıkmış gibidir.                                                                                                                                          _Bizi güçlü yapan yediklerimiz değil, hazmettiklerimizdir. Bizi zengin yapan kazandıklarımız değil, muhafaza ettiklerimizdir. Bizi bilgili yapan okuduklarımız değil, kafamıza yerleştirdiklerimizdir.                                                                                                                               _Evli ve çocukları olan bir adam, artık kaderine tutsak olmuş demektir.                                                                                                                                        _Hem aşık hem de akıllı olamazsın. _Kadın kocasının, delikanlılıkta sevgilisi, olgun çağda arkadaşı, ihtiyarlıkta da hasta bakıcısıdır _Tarih bilgili kılar, şiir iç zenginliği, mantık tartışma kabiliyeti, bilim derinlik… _Francis Bacon'ın Yeni Atlantis (Nova Atlantis) Ütopyası: Okyanusta bir ada. Dünyaya kapalı. Ülkeyi bir bilim kurulu yönetmektedir. Ahlaklı kültürlü insanlar.12 yılda bir dünyayla haberleşirler. Işık Toplayıcıları adı verilen12 kişilik grup gizlice yabancı ülkelere giderek son bilimsel gelişmeleri ülkeye taşırlar. Bacon’un bu bilim toplumu ütopyası, dönemindeki gelişmelerin bir yansıması olarak kabul edilebilir.
4 notes · View notes
mistikyol · 3 years
Text
Tumblr media
YAŞLI BİR RUHA MI SAHİPSİN? #mistikyol
1- Çevresine farklı ve huzurlu bir enerji yayar.
2- Çocukluğunda bile dünyaya bilgece bakar.
3- Hayatın geçiciliğini hisseder.
4- Görünenin ötesindeki gerçekliği araştırır.
5- Gerçek dostları genelde 1-2 kişidir.
6- Mistik konulara çok erken yaşta ilgi duyar.
7- Yaşamın gerçek anlamını fark etmek ister.
8- Ruhsal kitaplar ve bilgiler gerçek yoldaşlarıdır.
9- Gözlerinde tarifsiz derin bir ışık vardır.
10- Diğer insanların aydınlanması için çalışır.
11- Değişimlere ve durumlara kolay adapte olur.
12- Yüzeysel insanlar ve konuşmalardan hoşlanmaz.
İlüstrasyon: https://www.artstation.com/chemaik
3 notes · View notes
ruhsalseyler · 7 months
Text
Andromeda Yıldız Tohumu
0 notes
postakutusundakisair · 4 months
Text
Tumblr media
Kelimelerim var saçlarımda.
Öyleyim ki sanma hezeyan içinde susuzluk çekiyorum.
Ahmış saçıma düşen bir şiir dizesi. Ellerimin hizasında gönlüme razı gelmeyen bakışlar var.
Ahmakça rivayetler işitiyorum bu yaşlı ruhumda.
Dahice gelen aşkların altında hesap soracak kitaplar görüyorum.
Yetinmek miydi amacım yoksa yetinmeyeni istemek miydi hayatım.
Anlaşılmayan harflerin daktilo hatasından muzdaribim.
Gençken yaşım adıma ters düşerdi yola. Çevirmek namünkün.
Kazanımdı sürüklenişi sağlayan adımların ardında.
Uzak kozların artık mazereti yok yakın anlamda.
Tane tane huzur topluyorum israfı yapan tanrıdan.
Ne için çaba sarf ediyorum,
anlamına varamıyorum kararın.
Takviye edilmiş ruhlar içinde yolumu arıyorum.
Anlamsızca göstergeler içinde görünmez kalmaya riayet ediyorum.
Sanıyorum ki bu dünya için hayat vadediyorum.
Anlamına varmaya çalışıyorum.
Duraklarda oturup,
otomatik piyade gibi sıramı bekliyorum.
Bilmediğim bilinç içinde kendimi tahayyül edip konuşlanıyorum.
Kuralları kendi içimde yıkıp,
dışımda yeniden inşa ediyorum. İşlenmemiş duyguların işkence edilişi gibi.
Tezatlık içinde depar atıyorum.
Posta kutuları tarumar edilmiş,
hayatım adına yazdığım mektuplarım
şimdi birer kayıp silsilesi.
Darp edilen posta kutularından minnetle anıyorum şiir mısralarımda.
Niyaza ayrılan hüzünlü kediler cemiyetiyim.
Homurdanmaları tanrıyla konuştuklarının bir yansıması.
Adıma dualar edildiğini bilirim.
Bana olan o sakinlik makamındaki bakışlardan.
Derme çatma bu dünyanın altındaysak her anımız birer facia.
Kara haberin önünü kim kesmişte ben mani olayım bu münzevi bedenim ve kafası öte alemde olan ruhumla.
Sakinim.
İçsel muhasebelerin dışarıya yansıması.
Telaşeli yağmurlar altında ıslanmam. Niyeti kötü olanın tabirine kulak asmam.
Düşüncelerim hüzün avında bir acı mıknatıs.
Aynı değilim ki benimle,
tersim kendi kendimle.
Gizli duygulardır bizi
çelimsiz kılan saklı harabelerde.
Gölgeler öldürürdü aydınlığı.
Karanlıkta boğdum onları.
Gözlerim karanlık arafı.
Cehennem ve cennet ikileminde kalmadan kalan.
Pas tutan ellerim vardı kirli ellerimden önce işlenen şiirli günahlarım.
Haykıramazsın bir ölünün evinde.
Dilini bilmediğin diyarda kalamazsın. Anlamaya çalışman katlindir senin yasını kılan.
Yad etmen seni haydan huya taşımaz. Karabasan katiller vardı hani geceleri baş ucumuzda el pençe divan duran. Onlardı fakirliğim içinde yaşatan günahlarımın ucu bucağı.
Yeryüzü aşıkları vardı, gökyüzü düşmanlarına nazaran.
Arada kalmışlık yalnızlığı taşardı boğardım kendi kendimi, kayıplara karışırdım.
Hainlik rutindi artık insanların günlüğünde bir liste.
Çiziyordum kendi kendimi kara hisli kalemlerle.
Ortadan böldüm kendimi,
geriye bir ben kaldım
birde içimdeki saklı ölü...
Ξ.
'Tedavüle Sokulan İntihar Mektubum'
9 notes · View notes
kayibim · 3 years
Text
Bizi umut ayakta tutar, merhamet ve sevgi yaşatır, hırs ilerletir, öfke ve kin dibe batırır, pişmanlıklar ve üzüntüler büyütür, vicdan insan yapar. Hayatın aşamaları gibidirler, ama acı bir gerçek vardır ki bazıları bize genç yaşta ölüme hazır yaşlı ruhlar olmayı öğretirler,yaşayamadan ölmeyi
10 notes · View notes
sevvalthebroken · 4 years
Text
Ne kadar kötü günler geçirdin unuttunmu?
Ne kadar çok ağladın hatırlıyormusun?
Ne kadar üzüldü kalbin,ne kadar titredi ellerin,ne kadar göz yaşı tükettin, anımsamıyormusun?
Sen ki o küçücük bedeninde dünyalar kadar büyük savaşlar verdin.
Bazen yorganın altında kimse seni duymasın diye sessizce ağladın,ama bazen de seni ağlarken duyacak kimsen bile yoktu. Sen buna rağmen yinede sessiz ağladın,uzaktan bir yerden geçen olur da bir ihtimal seni duyar diye. Sen hep sessizce agaldın,sessizce bağırdın,sessizce yakındın. Çünkü verdiğin tüm o savaşlara rağmen o kadar güzel bir kalbin var ki senin ağlarken kimse duymasın istedin... Ama emin ol ne kadar sessiz ağlarsan ağla bir gün biri senin sesini duyacak . Gözyaşlarını silmek için kendini hapsettiğin karanlığa el uzatacak ,o el senin yüzünü bulacak, gözyaşlarını silecek çünkü senin öyle güzel bir ruhun var ki şunu unutma , güzel ruhlar asla yalnız kalmaz.. Güzel ruhlar her daim birbirini bulur🐥💕🖤
Tumblr media Tumblr media
4 notes · View notes
kkdmxlsmxmsmxkdc · 4 years
Text
“Ne kadar kötü günler geçirdin, unuttun mu? Ne kadar çok ağladın, hatırlamıyor musun? Ne kadar üzüldü kalbin, ne kadar titredi ellerin, ne kadar çok gözyaşı tükettin, anımsamıyor musun? Sen ki o küçücük bedeninde dünyalar kadar büyük savaşlar verdin. Bazen yorganının altında kimse seni duymasın diye sessizce ağladın, ama bazen de zaten seni ağlarken duyacak kimsen bile yoktu. Sen buna rağmen yine de sessizce ağladın, uzaktan bir yerden geçen olur da bir ihtimal seni duyar diye. Sen hep sessizce ağladın, sessizce bağırdın, sessizce yakındın. Çünkü verdiğin tüm o savaşlara rağmen o kadar güzel bir kalbin var ki seni ağlarken kimse duymasın istedin... Ama emin ol, ne kadar sessizce ağlarsan ağla bir gün biri senin sesini duyacak. Gözyaşlarını silmek için kendini hapsettiğin karanlığa elini uzatacak, o el senin yüzünü bulacak, gözyaşlarını silecek. Çünkü senin öyle güzel bir ruhun var ki şunu unutma, güzel ruhlar asla yalnız kalmaz... Güzel ruhlar her daim birbirini bulur.”🌼🌼
4 notes · View notes
aygultopal35 · 4 years
Text
DÎVÂN-I HİKMET ADLI ESERİNDEN
1. H İ K M E T
Bismillah’la başlayarak hikmet söyleyip
Tâliplere inci, cevher saçtım işte.
Riyâzeti katı çekip, kanlar yutup
Ben defter-i sâni sözünü açtım işte.
Sözü didar isteyen herkes için söyleyip,
Canı cana bağlayarak damarları ekleyip,
Garip, fakir, yetimlerin gönlünü avlayıp
Gönlü bütün kimselerden geçtim işte.
Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen;
Öyle mazlum yolda kalsa, hemdem ol sen;
Mahşer günü dergâhına mahrem ol sen;
Ben-sen diyen kimselerden geçtim işte.
Garip, fakir, yetimleri Resûl sordu;
Hem o gece Mirâc’a çıkıp didar gördü;
Geri inip garip, yetim izleyip yürüdü;
Gariplerin izini izleyip indim işte.
Ümmet olsan, gariplere tâbi ol sen;
Âyet, hadis her kim dese, sâmi ol sen;
Rızık, nasip her ne verse, kani ol sen;
Kani olup şevk şarabını içtim işte.
Medine’ye Resûl varıp oldu garip;
Gariplikte mihnet çekip oldu habip;
Cefa çekip Yaradan’a oldu karîp
Garip olup engellerden aştım işte.
Akıllı isen, gariplerin gönlünü avla;
Mustafa gibi ülkeyi gezip yetim ara;
Dünyaya tapan soysuzlardan yüz çevir;
Yüz çevirip, deniz olup taştım işte.
Aşk kapısını Mevlâm açınca bana erdi;
Toprak kılıp “Hazır ol!” diyip boynumu eğdi;
Yağmur gibi melâmetin oku değdi;
Tamren alıp yürek, bağrımı deştim işte.
Gönlüm katı, dilim acı, kendim zalim;
Kur’ân okuyup amel kılmaz sahte âlim;
Garip canımı harcayayım, yoktur malım;
Hak’tan korkup ateşe girmeden piştim işte.
Altmış üçe yaşım yetti, geçtim gafil;
Hak emrini muhkem tutmadım, kendim cahil;
Oruç, namaz, kazâ kılıp oldum kâhil
Kötüyü izleyip iyilerden geçtim işte.
Vah ne yazık, sevgi kadehinden içmeden,
Çoluk-çocuk, ev-barktan tam geçmeden,
Suç ve isyan düğümünü burada çözmeden
Şeytan galip, can verende şaştım işte.
İmanıma çengel vurup gamlı kıldı;
Pîr-i muğan “Hazır ol!” diyip afyon saçtı;
Lânetli şeytan benden kaçıp korkusuz gitti;
Allah’a hamd olsun, iman nuru götürdüm işte.
Pîr-i muğan hizmetinde koşup yürüdüm;
Hizmet kılıp göz yummadan hazır durdum;
Yardım etti, Azâzil’i kovup sürdüm;
Ondan sonra kanat çırpıp uçtum işte.
Garip, fakir, yetimleri kıl sen şadman;
Parçalayıp aziz canın eyle kurban;
Yiyecek bulsan, canın ile kıl sen ihsan;
Hak’tan işitip bu sözleri dedim işte.
Garip, fakir, yetimleri her kim sorar,
Râzı olur o bendeden Perverdigâr.
Ey habersiz, sen ver sebep, kendisi korur;
Hak Mustafa öğüdünü işitip dedim işte.
Yedi yaşta Arslan Bâb’a selâm verdim;
“Hak Mustafa emanetini lutfedin” dedim;
Hem o vakit bin bir zikrini tamam ettim;
Nefsim ölüp lâ-mekâna yükseldim işte.
Hurma verip, başımı okşayıp nazar kıldı;
Bir fırsatta âhirete sefer kıldı;
“Elveda!” diyip bu âlemden göçüp gitti;
Mektebe varıp, kanayıp dolup taştım işte.
İnnâ fetehna’yı okuyup mâna sordum;
Işık saldı, kendimden geçip didar gördüm;
Selam verdim “Üskut!” dedi, bakıp durdum;
Yaşımı saçıp, çâresiz olup durdum işte.
“Eya cahil, mâna ol!” diye söyledi, bildim;
Ondan sonra çöller gezip Hakk’ı sordum;
Nasip etti, Azâzil’i tutup yendim;
Kararlı olup, belini basıp ezdim işte.
Zikrini tamam edip döndüm divaneye;
Hak’tan başka birşey demedim bigâneye;
Mumunu izleyip çırak girdim pervaneye;
Kor ateş olup, kavrulup söndüm işte.
Adım, sanım hiç kalmadı lâ lâ oldum;
Allah yadını diye diye illâ oldum;
Halis olup, muhlis olup fenâ oldum;
Fena fii’llah makamına yükseldim işte.
Sünnet imiş, kâfir de olsa, incitme sen;
Hüda bîzardır katı yürekli gönül incitenden;
Allah şahit, öyle kula hazırdır Siccîn;
Bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte.
Sünnetlerini muhkem tutup ümmet oldum;
Yer altına yalnız girip nurla doldum;
Hakk’a tapanlar makamına mahrem oldum,
Bâtın kılıcı ile nefsi parçaladım işte.
Nefsim beni yoldan çıkarıp bayağılattı;
İnsanlara hasretle bakıp inlettirdi;
Zikr söylemeyip şeytan ile yâr eyledi;
Hazırsın diyip nefs yarasını deldim işte.
Kul Hâce Ahmed, gaflet ile ömrüm geçti;
Vah ne hasret, gözden, dizden kuvvet gitti;
Vah ne yazık, pişmanlığın vakti yetti;
İyi amel kılmadan kervan olup göçtüm işte.
Eya dostlar, kulak verin dediğime,
Ne sebepten altmış üçte girdim yere?
Mirâç üstünde hak Mustafa ruhumu gördü,
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Hak Mustafa Cebrâil’den kıldı sual;
Bu nasıl ruh, tene girmeden buldu kemâl?
Gözü yaşlı, halka yaralı, boyu hilâl;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Cibrîl dedi: Ümmet işi size haktır;
Göğe çıkıp meleklerden dersler alır;
Yedi tabaka gök iniltisiyle iniler;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Bil, Hak önce “Elesti birabbiküm?” dedi;
“Kalû belâ” dedi ruhum dersler aldı;
Şüphesiz bilin , hak Mustafa “oğul” dedi,
O sebepten altmış üçte girdim yere.
“Oğlum” diyip hak Mustafa söze başladı;
Ondan sonra bütün ruhlar selâm verdi;
Rahmet denizi dolup taş, diye haber ulaştı;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
“Rahim içinde belir” diye nida geldi;
“Zikr et!” dedi, uzuvlarım titreyiverdi;
Ruhum girdi, kemiklerim “Allah!” dedi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dörtyüz yıldan sonra çıkıp ümmet olacak;
Nice yıllar dolaşıp halka yol gösterecek;
Yüz on dört bin müçtehit hizmet kılacak;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dokuz ay ve dokuz gönde yere düştüm;
Dokuz saat duramadım, göğe uçtum;
Arş ve Kürsü pâyesini varıp kucakladım;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Arş üstünde namaz kılıp dizimi büktüm;
Derdimi deyip, Hakk’a bakıp yaşımı döktüm;
Sahte âşık, sahte sofu görünce söğdüm;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Candan geçmeden “Hû Hû!” demek hep yalan;
Bu hayasızdan sual sormayın, yolda kalan;
Kendisi de gizli, sözü de gizli, Hakk’ı bulan;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
2. H İ K M E T
Bir yaşında ruhlar bana nasip verdi;
İki yaşta peygamberler gelip gördü;
Üç yaşımda Kırklar gelip halimi sordu;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dört yaşımda hak Mustafa hurma verdi;
Yol gösterdim, nice şaşkın yola girdi;
Nere varsam Hızır Baba’m yoldaş oldu;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Beş yaşımda tâbi olup tâat kıldım;
Baş eğerek oruç tutmayı âdet kıldım
Gece gündüz zikrederek rahat kıldım;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Altı yaşta durmadan kaçtım insanlardan;
Göğe çıkıp ders öğrendim meleklerden;
İlgiyi kesip hep tanıdık ve bağlardan;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Yedi yaşta Arslan Baba’m arayıp buldu;
Gördüğü her sırrı perde ile sarıp örttü;
“Allah’a hamd olsun, gördüm.”dedi, izim öptü;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Azrâil gelip Arslan Baba’mın canını aldı;
Hûrîler gelip ipek kumaştan kefen biçti;
Yetmiş bin kadar melek toplanıp geldi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Namazını kılıp yerden kaldırdılar;
Bir anda cennet içine ulaştırdılar;
Ruhunu alıp İlliyyîn’e girdirdiler;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Allah Allah, yer altında vatan kıldı;
Münker, Nekîr “Men Rabbük?” diye sual sordu;
Arslan Baba’m islâmından haber verdi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Akıllı isen, erenlere hizmet kıl sen;
Emr-i mâruf kılanlara izzet kıl sen;
Nehy-i münker kılanlara hürmet kıl sen;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Sekizimde sekiz yandan yol açıldı;
“Hikmet söyle!” dendi, başıma nur saçıldı;
Allah’a hamd olsun, pîr-i muğân mey içirdi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Pîr-i muğân hak Mustafa, şüphesiz bilin;
Nereye varsanız, vasfını deyip ululayın;
Selâm verip Mustafa’ya ümmet olun;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dokuzumda dolanmadım doğru yola;
Tebbürk deyip alıp yürüdü elden ele;
İnanmadım bu sözlere kaçtım çöle;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
On yaşında oğul oldun Kul Hâce Ahmet;
Hâceliğe bina koydun, kılmadan tâat;
Hâceyim, deyip yolda kalsan, vay ne hasret;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
3. H İ K M E T
Sabahları kulağıma nida geldi;
“Zikr et!”dedi, zikrini deyip yürüdüm işte.
10 notes · View notes
yemreyi · 4 years
Photo
Tumblr media
“Gözlerde yaş yoksa, ruh gökkuşağına sahip olamaz.” demiş yaşlı bir kızılderili. Yaşlı bir kızılderili ne kadar yanılabilir? O yüzden ağlamaktan korkmayın ki her şey bittiğinde, her şey yok olduğunda geride yalnızca ruhlar kaldığında hayranlıkla izleyebileceğiniz bir manzaranız olsun. ✌️ #mood 👉 #kızılderili (Ihlamur Kasrı) https://www.instagram.com/p/CEMlgD6pRmE/?igshid=1hws5w7me2ukc
1 note · View note
kbremir · 5 years
Text
KAİNATIN EFENDİSİ’NE (sav)
“Arzuhalimizdir”
Ey Allah’ın Resulü, insanlığın önderi,
Sen gittin, yetim kaldı gönüllerin minberi,
Gerçek güneş doğmadı aştığın günden beri,
Alem nuruna hasret karanlık içindeyiz;
Gayesinden uzakta bir başka biçimdeyiz.
Ömür denen sermaye her gün ziyan olmakta,
Filizlenen umutlar açılmadan solmakta,
Vicdanlar zalimlerin yanında yer almakta,
Alem nuruna hasret karanlık içindeyiz;
Gayesinden uzakta bir başka biçimdeyiz.
Kimileri şehvani arzuların peşinde,
Kimileri bir parça gezer nan’ın peşinde,
Kimisi nurdan kaçar, kimi nar’ın peşinde,
Alem nuruna hasret karanlık içindeyiz;
Gayesinden uzakta bir başka biçimdeyiz.
Ebu Cehil, Lehepler başrolleri oynuyor,
Ruhlar kana susamış, mideler hiç doymuyor,
Sahte yıldızlar, aylar karanlığı boğmuyor,
Alem nuruna hasret karanlık içindeyiz;
Gayesinden uzakta bir başka biçimdeyiz.
Ahdinde durmaz oldu sözde adı Ahmet’ler,
Hıyanete uğradı verdiğin emanetler,
Mesuliyet ikbaldir, korkutmuyor töhmetler,
Alem nuruna hasret karanlık içindeyiz;
Gayesinden uzakta bir başka biçimdeyiz.
Fosforsuz ve hormonsuz bitmez oldu nebatat,
İnsanlara kıyasla hayırlıdır hayvanat,
Merhamet duygusu yok, kalktı hayır, hasenat,
Alem nuruna hasret karanlık içindeyiz;
Gayesinden uzakta bir başka biçimdeyiz.
Bebekler anasından safi zehir emmekte,
Kardeşler, kardeşini vurarak öldürmekte,
Hakk’a giden dualar gözü yaşlı dönmekte,
Alem nuruna hasret karanlık içindeyiz;
Gayesinden uzakta bir başka biçimdeyiz.
Ozanoğlu Allah’a pak yüzümüz kalmadı,
Kabuktan uzaklaştık hiç özümüz kalmadı,
Kör yatar, kör kalkarız tek gözümüz kalmadı,
Alem nuruna hasret karanlık içindeyiz,
Gayesinden uzakta bir başka biçimdeyiz.
Nurettin Gür Ozanoğlu
2 notes · View notes