mukofarmer
mukofarmer
MukoFarmer
25 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
mukofarmer · 11 months ago
Text
Tumblr media
Durup durup senden söz ediyorlar bana
Olur olmaz yerlerde hep adın geçiyor
Aklımı kaçırmamı bekliyor bunlar
Ölmemi istiyorlar sanki
Gözümün içine bakıyorlar senden konuşurken
"Dünyanın en güzel kızıydı, seni de çok severdi" diyorlar
"Aramanı bekliyordur, yolunu gözlüyordur, koşup gitsen sarılır boynuna" diyorlar
Ben kactıkca senden, beni sana itiyorlar
Kalbime zulmediyorlar sevgilim
Dünya sürgünümü uzatıyorlar benim
Bütün unutabilme ihtimallerimi imha ediyorlar
Cayır cayır yakıyorlar beni yokluğunun gölgesinde
Yerden yere vuruyorlar kalbimi
Bir intihar tasarlıyorlar ikimiz için
Beni senin kalbinde asacaklar sevgilim
Senin için senden vazgeçtiğimi bilmiyorlar çünkü
"Vefasızsın, hak etmedin onu" diyorlar
Gül yüzünün hatrına dünyanın bütün gül bahcelerini yakmışım
Canımı candan saymıyorum senden gittiğinden beri
Aklında olsun
Sana da gelecekler sevgilim
Durup durup benden laf edecekler
Aklını karıştıracaklar
Yolundan caydıracaklar
"Uykuyu unuttu, kimseyle konuşmuyor" diyecekler
"Adam öldü ölüyor, yetiş" diyecekler
Arkana dönüp bakma
Gelme sakın
Onlar iyi değil
Onlar seni sevmedi benim kadar
Yaralamasınlar seni, üzmesinler ne olur
Her gün biraz daha ölüyor olmam seni yaşatmaya yetsin diye
Sensizligim mutluluğuna anlam bulur
Sana sonsuz bir bensizlik vaat edebiliyorum ancak...
(Biz bizken çok güzeldik sevgilim, olabileceğimiz kadar iyiydik)
Sonra ne mi oluyor?
Kimi unutmuş taklidi yapıyor
Kimi sanki hiç unutamamış gibi davranıyor
Bütün aptallıkların nedeni ayrılıklar zaten
1 note · View note
mukofarmer · 1 year ago
Text
Tumblr media
Zordur ayaklarına dolanan zamandan kurtulup özgürlüğe kavuşmak
Bu yollar nereye çıkıyor
Bu caddeler neden bu kadar teleaşlı?
Fiyakalı bir acı çörekleniyor zihnimize
Hayali bir tebessümle sarılıyoruz birbirimize
İşte ondan sonrası hep acı...
3 notes · View notes
mukofarmer · 1 year ago
Text
Tumblr media
Yaralıyım dokunma
Sevmeye yetecek kadar güçlü değil kalbim
Arkana bakmadan kaç benden
Öldürmeyen bir yarayla lanetliyim ben
3 notes · View notes
mukofarmer · 1 year ago
Text
Tumblr media
"Gel" der gibi bakma bana öyle
Binlerce anlam yüklüyorum bakışlarına
Sonra binlerce kez ö-le-mi-yo-rum
1 note · View note
mukofarmer · 1 year ago
Text
Bir kız var burda. Adı Çiçek. Çok ikonik ama annesiyle gelmiş kampa. Ama aklınız hemen bizim anadolunun bağrında olan analarımıza gitmesin. Çok rahat bir kadın. Anlayış ve tatlılık dolu benim gözlemlerim kadarıyla. Böyle bir anneye veya babaya sahip olabilmek için nelerimi vermezdim ki. Ama dedim ya işte hiç kimsenin hayatı mükemmel bir şekilde ilerlemez. İllaki her zaman bir taraflarımız bir şeylerden yoksundur. Çiçeğin de babası sıkıntılı. Alkolik bir adammış. Annesi ve babası boşanmış ve kız babasıyla sadece zorunlu olduğu için görüşüyor. Arada mecburiyetten oluşmuş bir kan bağı olduğu için. Baba travması benim en hassas olduğum konudur. Eğer karşı tarafla aynı yerden canınız yanıyorsa otomatik olarak bir yakınlık hissediyorsunuz. Çiçekle durumum tamamen bu. Dün gece çok fazla içtik ikimiz çok kalabalık bir ortamda. Hayatımdaki ikinci sarhoş anım falan. Anlatmayacağım şeyler anlattım, yapmayacağım şeyler yaptım, değişik değişik yetim esprileri falan. Çok saçmaydı her şey. Bence sarhoşluk anı aslında bilincin kapalı olduğu bir an değil. O an aslında belli şeyleri kontrol edebileceğini biliyorsun, istersen davranışlarını düzeltebileceğini de biliyorsun. Ama istemiyorsun. Sürekli kontrol halinde olmak insanlığını alıyor kişinin. O gece patladım işte bende. Bilmiyorum biraz da çevremin büyük etkisi vardı bu durumda. Biliyorum hiçbirimiz geçmişimizden kaçamayız ama ben çoğunlukla üstüne düşünerek yaşamayı tercih eden bir insan olmadım. Yeterince iyi hatırlayamadığım geçmişim bugünümü de zehir etsin istemiyorum. Ama şöyle bir durum var ki insanlar melankolikleşmeye hazır bekliyorlar. Ben de böyleyim, değilim diyemeyeceğim. Ama çevremde biri efkarlanmadığı sürece efkarlanmayı çok sevmiyorum. Çiçeğin bir sevgilisi var. İsmi Tunç. Anlaması zor değil ki ilişkileri toksikleşmeye başlamış. Mantıkla düşündüğün zaman bitmesi gerekiyor. Ama romantik ilişkilerde mantık hep geri planda kaldı��ı için ayrılık yorucu bir süreç haline gelir. Ama anlayamadığım bir durumda var. Aret... Aret'in abi ve ablası köyde görev aldıkları için bir haftalığına köye gelmiş öylesine. Anlayamadığınız anlatamadığınız durumlar olur ya. Tam olarak şu an oraya giriş yapıyorum. İnandığım bir şey var ki eğer birini gerçekten seviyorsan gözünün görebildiği herhangi başka birisi olmaz. Birinden etkilenemezsin, birinden bir şeyler bekleyemezsin. Eğer çiçekin şu an erkek arkadaşı olmasaydı Çiçek ve Aret'i couple ilan ederdim. İkisinin de birbirinden etkilendiğini gözlemleyebiliyorum. Aret'in ablası Çiçek'in annesiyle konuşmuş. Eğer böyle bir şey olacaksa bile bunu kardeşi için istemediğini söylemiş. Çiçek'e sebebini sorduğumda bilmediğini söyledi. Ama benim ufak tahminlerim var. Çiçek biraz problemlerini herkesin içerisinde açık açık anlatıyor. Babasından kaynaklı problemleri, sevgilisinden kaynaklı olanları vs. Burdan şunu anlayabiliriz ki, üçüncü göz olan ve olaylara mantıklı bakış açısıyla bakabilen herhangi bir insan kendisi ve en yakınları için sağlıklı ilişkiler ister ve diğer türlü bir tehlike sezdiği zaman buna engel olmak için elinden gelen her şeyi yapar. Ama tabii ki kızı da anlamak gerekiyor. Ailesinden özellikle babasından sevgi görmemiş tam tersi her zaman zarar görmüş bir kız çocuğunun asla sağlıklı ilişkiler kurmasını bekleyemezsiniz. Sadece aklımı karıştıran nokta ayrılırken hala sevdiğini söyleyerek ağlıyorsan nasıl bir başkasına da bir şeyler hissedebiliyorsun?
Bugün esma bana içtiğim gece Aret'le biraz fazla yakın olduğumu söyledi. Ben içince biraz fazla cozutabiliorum. O anda da öyle bir anıma denk gelmiş yüksek ihtimalle. Bir de açık olalım ki hepimizin belli standartarı vardır. Bizim standartlarımız olmasa bile erkek arkadaş seçiminde ailemizin beklentisine uymak zorunda olan birini seçmek zorundayızdır. Benim manevi ailem olarak kabul ettiğim Sinan abiler ve Meriç abiler üniversite okumayan birine asla hoş bakmazlar o yüzden.
1 note · View note
mukofarmer · 1 year ago
Text
Hayat hepimize çok farklı kapılar açar. (Emin olmamakla beraber blogun başında söylüyorum ki belki bu blog biraz drama içerebilir.) Ama şöyle bir gerçek vardır ki hiçbirimiz açılan bu kapılardan tatmin olmayız. Her şeyin dört dörtlük olmasını bekleriz. Eğer eksik tarafımız herhangi birinde mükemmel bir şekilde işliyorsa tüm hayatımız başkalarına özenip belki de birazcık kıskanmakla geçer. Şimdi aranızda hayır ben kendi hayatımı ve kendimi çok seviyorum diyenler çıkabilir. Dürüst olalım arkadaşlar lütfen...
Ben akademik başarısı her zaman iyi olan bir çocuktum. Türkiye'nin en iyi liselerinden birinde tam burslu okudum. Şimdi de Koç Üniversitesi gibi herkesin hayali olabilecek bir okulda tam burslu okuyorum. Aldığım burslarla neredeyse her tatil yurt dışına çıkıyorum. Çok pahalı olanlar haricinde istediğim çoğu aktiviteyi yapabiliyorum. Bunları övünmek ya da vay be dedirtebilmek için yazmıyorum. Dışarıdan bakılınca çok özenilesi bir hayatım varmış gibi gelebiliyor. Gerçekteyse hiçbir şey bu kadar toz pembe değil. Ben belki de olabilecek en büyük problemlerden birini yaşıyorum. Aidiyetsizlik hissi... Her gittiğim yerde uzun süre insanları sorgulama seansları. Anlamlandıramadığım, sosyal zekamın anlamaya yetmediği davranışlar. Bulunduğum her konumu, yan yana bulunduğum tüm insanları sorguluyorum. Yanlış anlaşılmasın bunu kendi karakterim çok düzgün olduğu için yapmıyorum. Hatta herkes bu kadar iyi anlaşıyorsa muhtemelen sorunlu kişi ben oluyorum. Ama bence herkesin hayatta belli değerleri olmalı, kendine ve başkalarına saygı duyduğu düşünceleri olmalı. Ve her ne olursa olsun, bir başkasını mutlu etmek, bir gruba dahil olmak için vs., bunlardan vazgeçmemeli. Biliyorum biliyorum hepimizde hiçbirinizin tarif edemeyeceği bir yalnız kalma korkusu var. Zaten temelde kendimizden, prensiplerimizden vazgeçme nedenimiz de bu. Şimdiyse kendimi sorguluyorum hep yaptığım gibi: Ben böyle miyim? Belki bazı zamanlarda evet. Ama genele vurduğum zaman buna evet cevabını veremem. 20 yaşındayım. Belki içinizden 20 yaşındasın aq ne yaşamışta bunu söylüyorsun diyebilirsiniz. Ama yaşıma göre çok fazla ortama girdim, çok farklı insanla tanıştım. Bu deneyimlerimi aktarmamın sebebi kesinlikle insan sarrafıyım gibi saçma bir cümle kurmak için değil. Hatta tam tersi insanlardan asla anlamam. Herkesin yaptığı dışardan bakıp yargılayacak, tanımadan fikir üretebilecek bir insan hiç değilim. Yanlış anlaşılmasın herkesle iyi anlaşabilecek bir tip hiç hiç değilim. İnsan denen varlığa bir haftadan fazla katlanabilmek zaten benim için imkansız bir olay. Sıkılıyorum, sürekli bir duygusal bağlılık içerisinde yaşamak beni yıpratıyor. İşte bu noktada sahip olduğum narsist kişiliğim ortaya çıkıyor. Kendi mentalitem için şu anlık sağlıklı olanın bu olduğuna inanıyor olabilirim fakat özellikle ortalama üstü duygusal insanlar için yıpratıcı bir karakter olabiliyorum. Bağ kurmaktan hoşlanmayan birisi olduğum için kiminle ne kadar vakit geçirsem, çok iyi anlaşsam bile fark etmeksizin uzaklaşmaya başlıyorum. Karşı tarafsa aramda nasıl bir bağ olduğu fark etmeksizin benden kaynaklı zarar görebiliyor. O yüzden insanlarla tanıştığımda o kadar yoğun duygular paylaşmamaya çalışıyorum. Ama insanlar yaşadıkları hayatta o kadar mutsuzlar ki bazen sadece onlar için bir şeyler anlatabilmesi için konfor alanı olabiliyorum. Çünkü ne olursa olsun insanlar tanımadığı yabancı kişilere karşı daha rahat bir şekilde kendilerini açabiliyorlar, belki de kendileri olabildikleri tek yer orası. Ama muhtemelen çoğu bunun farkında bile değil. Çünkü günlük hayatta hepimizde var olan güven problemi sürekli hayatımızda olan insanlarla olan ilişkimizin sağlıklı bir şekilde ilerlemesine engel olur. Olur da bir gün sahip olduğum ve atlatamadığım travmaları bana karşı kullanabilir düşüncesi o çok iyi tanıdığımız insanların yanında kendimiz olmaya izin vermez. Herhangi bir yabancının yanı ise bir daha görüşmeyecek veya çok az görüşecek olmanın verdiği rahatlık istediğin kadar saçmalamaya veya kafaya göre davranmaya müsait bir ortam yaratır. O yüzden şunu söyleyebiliriz ki aslında insan ilişkileri sahtekarlıklarla doludur. Bunun nedenlerini veya neden böyle şeyler yazmak istediğim gerekçelerini bir sonraki blogda daha detaylı bir şekilde yer vereceğim.
3 notes · View notes
mukofarmer · 1 year ago
Text
Volendam ve Zaanse Schans... İki kasaba hayal edin. Öyle yerler ki araba yakışmıyor resmen oraya ya. Olmamalı. İnsanları yöresel kıyafetle dolaşıyor. Ortamı cok farklı. Çok uzak benim yaşadığım o İstanbul'daki kaotik hayattan. Zaten genel olarak Amsterdam'ın hayatı, insanları çok farklı bizden. Hiçbir şey için aceleleri yok gibi sanki mesela. Hiçbir dertleri yokmuş gibi. Sakinler, huzurlular ve bence mutlular. İlk durak sabahtan Zaanse Schans'tı. İlk peynir fabrikasına gittim ve nasıl peynir üretildiğini dinledim. Adamlar her şeyden peynir yapmıslar. Pestolu, isli... hindistan cevizlisi bile var. Hepsini tek tek denedim. Birkaç tane eve götürmek için de aldım. İkinci yer olarak takunya dükkanını ziyaret ettim. Ve nasıl takunya yaptıklarını izledim. Hediyelik eşyaları alıp köyü en derinlerine kadar keşfettikten sonra ikinci durak olan Volendam'a doğru yola devam ettim. Voledam bir balıkçı kasabası. O yüzden gitmişken balıkta yedim tabii ki. Ben normalde deniz ürünleri çok sevmem. Ama balık sevmeyene balık sevdirir o derece bir şey. Bir de yanında Volendam'ın ünlü birasını denedim. Ya bu bira denen illeti bir türlü sevemedim. Orda denediğimde daha acıydı bir de bizimkine göre. Bana ekstra uymadı falan. Neyse hepsi tecrübe diyip yola devam edelim. Daha sonra ise tekrar Amsterdam'a geri döndüm. Girmedigim Anne Frank evi kalmıştı. Son olarak orayı da ziyaret ettim. Tabii bu tatil sürecinde biri Meksikalı, digeri Endonezyalı, beşi Türk olmak üzere arkadaşlar edindim, sohbetler ettim. Kim olduklarını bilmeden anlattım birilerine bir şeyleri. Umursamadan... Kaygılanmadan... Sonrası nolucak diye düşünmeden... Sonuç olarak her acıdan beni doyuran bir gezi oldu. Ne olursa olsun insan seyahat etmek için yasamalı. Maddi olan her şey gelip geçiyor. Geriye bir tek kalan yaşadıkların, anıların, o anıların içindeki insanlar, tattıgın yeni lezzetler kalıyor geriye. Ve ben bunlardan olabildiğince çok yaşamak istiyorum. Çok denemek istiyorum. Bazen her yerim adrenalin dolacak kadar çok korkmak, çok heyeacanlanmak istiyorum. Dopamini en derinlerinde hissedebilecek kadar mutlu olmak istiyorum. Ama hayır hayır. Gerçekler diğer türlü de olsa daha fazla üzülmek istemiyorum. Şimdi kendime teşekkür ediyorum. Tek başıma ortalama bir insanın çok üst seviyelerinde var olabildiğim için. Tek basıma mutlulugu en maks tepesinde hissedebildigim için.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
1 note · View note
mukofarmer · 1 year ago
Text
Brugge... Oh my goş... Gerçek olmak için fazla güzelsin. Sokaklarına insan basmaya kıyamıyor. Resmen masal diyarı. Bir şehir bu kadar güzel olamaz. Uzun zamandır herhangi bir yerden bu kadar etkilendiğini hatırlamıyorum. Orda yaşayan insan yaşlanmaz diyorum ben. Abartmıyorum.. Dünyanın en iyi cikolatacısından çikolata aldım yedim. İçtiğim sıcak çikolatadan sonra mide fesadı falan geçirdim. Eminim ki gerçekten o çikolatalar dünyanın her bir yanına dağılsa obezite bu kadar fazla olmaz dünyada. Bizim yediğimiz çikolataların biri tam olarak tatmin etmediği için hep normal orandan daha fazla yiyoruz. Fakat ordaki has çikolata öyle değil. Hem inanılmaz lezzetli. Hem inanılmaz yoğunlukta. İçtiğim sıcak cikolatanın adı da death bu chocolate'dı. Adından anlamalıydım zaten aslında bir şeyleri. İçtikten sonra midem uzun bir süre kendine gelemedi. Uzun bir süre cikolataya tövbe etmiştim aslında. Ama tabii iki saat sonra Brüksel'de waffle yedim djdjdjdjd. Brüksel Brüj'e hiç benzemiyor. Orası tam olarak bir başkent. İnşası, mimarisi her şeyiyle. Ama bir meydanı var ki dillere destan. Dünyanın en güzel meydanı olarak kabul ediliyormuş zaten. Hakkı var yemin ederim. Fazla fazla estetik akıyor her binasından. Özellikle akşam görünüşü, o ışıklandırması... İnsanın göz zevkini inanılmaz derecede doyuruyor. O ünlü Belçika waffleını denedim tabi. Bu arada hiç bizdeki gibi üstüne muz çilek çeşit çeşit çikolata falan koymuyorlar. Waffle ekmeğini sade yiyen bile var. Bende bir tek çikolata (ki cikolatayı da ultra bol koymuyorlar zaten aman zaten koymasınlar) ve bir top vanilyalı dondurma koydurdum. Dondurma da cikolatayı biraz bastırsın diye. Ki ben bir tepsi baklavayı tek oturuşta yiyebilecek kapasitede bir insanım derken bir waffle da kesildim. Manyak bir şey bu ya. Bulandan Allah razı olsun. Derken Belçika turunu da tamamlayıp Amsterdam'a geri döndüm.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
0 notes
mukofarmer · 1 year ago
Text
Gittiğimiz yer neresi olursa olsun, iyi ya da kötü belli yaşanmışlıklar belli anılar kalır arkada. Yeni bir seyahate daha çıktım... Yeni anılar oluşturabilmek için kendime. Yolculuk Amsterdam'a. Uçak inip otele yerleştikten sonra saat biraz geçe doğru yaklaşmıştı. Normalde o ülkenin hattını daha havaalanına iner inmez alırken bu sefer grubun diğer üyelerini beklemem gerektiği için havaalanında bunun için bir vaktim yoktu. Daha sonra otele geçtik. Fakat otel tam merkez kısmında yer almadığı için kart alabilecegim kolayca bir yer bulamadım. Aslında tam olarak turla gelmedim. Tur ama sadece öğrenciler için. Seni getirip o ülkeye bırakıyorlar gibi bir şey aslında. Çok mantıklı bence. Sadece üniversite ögrencileri katılabildiği için hem başka okullardan olan yaştaşlarımla tanışma fırsatımda oluyordu. Fakat benim grubumda maşallah herkes couple olarak gelmiş. Bir de öyle soğuklarki. Birkaç tane koçlu falan var aralarında. Ablamın abimin adını bile öğrenemedim daha. Ne denir bilemedim yani. Ama bizden bir gün sonra bir ekip daha geldi ve orda çok tatlı insanlarla tanışıp arkadaş oldum. İlk gün tek başıma Amsterdam'ı şöyle bir turlamak için dışarı çıktım. Benim telefonun şarjı hep ihtiyacım olduğu anda biter zaten. Metroyu kullanmayıp akşamın 12 sinde tek yürüme kararı aldım otele kadar. Suç oranının en düşük olduğu ülkelerden biri, ne olabilir maks mentalitesindeyim. Gerçi her şeyin legal olduğu bir ülkede suç oranının fazla olması hiç mantıklı olmazdı. Yol tam olarak 57 dk. Açtım Google haritaları. Son 25 dk sinde şarjım bitmesin mi. Etrafımda metro istasyonu falan da yok. Saatte geç zaten. Neyse dümdüz yürümeye devam ettim. Sonra biriyle karşılaştım. Gidip otelimin adını ve rica etsem otelin konumuna benim için bakıp bakamayacağını sordum. Baktı, yaklaş 20 dk yürüme mesafesi vardı. Ve o yolu benle yürüyebilecegini söyledi... İyi bir insana benziyordu, bir şey demedim. Havadan sudan sohbet ede ede hiçbir şey olmadan beni oteline kadar bıraktı sağolsun. İyi bir tatil dileyip gitti. Yeminle yaşlıların dediği gibi dünya dönüyorsa hala bu iyi insanların hatrına dönüyor. Ama biraz götüm kormadı değil. Daha ilk günden tanımadığım bir adamın peşine takılıp gittiğimde. Ertesi gün erkenden uyanıp Amsterdam'ı gezmeye başladım. Bisiklet kiraladım, müzelere gittim, kanal turu yaptım. Patatesin yedim trüflü mayonezli. Mükemmel bir sostu. Cookiesini denedim. Hayatımda bu kadar güzel bir şey yemedim. Hoş, hiçbir şeyi yemek için hayatımda bu kadar sıra beklemedim ama neyse. Değdi sonuçta. Hollanda'da çok fazla Türk var btw. Zaten nüfusun yüzde iki buçuk gibi bir oranı Türk'müş. Aq bu arada ben kapıdan geçerken baktı Türk'üm milyon tane soru sordu. Utanmasam ellerimi ayaklarımı açıp yemin ederim kalmıycam polis abi, okulum var evim var dönücem diye yemin edicektim. Her neyse flashback yapmaktan vazgeçip Amsterdam gezime döneyim. In Brugge filmini izlediniz mi bilmem ama orda oynayan cüceyle yan yana bisikletle kırmızı ışıkta bekledim kkdkdkdkd. Yolda yürürken az kalsın Deniz Baysal'la çarpışıyordum falan kdkdkdkd. Değişik anlardı. Ay bir de saclarım sarıya boyalı olduğu için Türk oldugumu düsünmüyor kimse zaten. Akşamına red light sokağına girmişim yanlışlıkla. Girmez olaydım. Yemin edicektim orda. Yeminle eskort değilim yanlışlıkla geldim diye jdjdjsj. Tuhaf tuhaf bakışlar.
Kısaca benim hep en çok gitmek istediğim yerlerden biriydi Amsterdam. O yüzden mutluyum hem de çokk...
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
2 notes · View notes
mukofarmer · 1 year ago
Text
Ben Niğdeliyim. Kapadokya'nın kültürü öyle çok uzak gelmez bana o yüzden. Ama farklılıklar var elbette. Bir kere burası çok turist aldıgı icin medeniyet diye nitelendirdiğimiz şey burda Niğde'ye göre çok daha fazla.
Kalacak yer için bir hostelde air bnb yaptım. Yan odada Çinli bir adamla kalıyoruz. Bir kere bizim yetişme kültürümüzde yoktur bir erkekle bir kadının farklı odalar bile olsa kapı olmayan bir yerde kalması. Zaten genelde bu ortak kullanım odalarını yabancılar tercih ediyormus. Ama ucuza geldiği için benim için sorun olacak bir durum değildi. Sabah Çinli abimle aynı anda kahvaltıya cıktık. Tanıştık, sohbet muhabbet aldı götürdü bizi. Beraber kahvaltı edip cıktık otelden. Keşke hayatım sadece anlık ettiğim sohbetlerden, günlük tanıştığım insanlardan ibaret olsaydı. Tırmanısa gidiyormuş o, ben de Göreme Açık Hava Müzesini gezmeye başladım. Aşıklar tepesine cıktım. Gül Vadisine gittim. Oturduğum her yerde memleketimi, nerden geldiğimi soruyorlardı. İstanbul'dan geldiğimde herkes okey durumdaydı. Fakat memleketimin Niğde olduğunu kimse kabul edemiyordu. Bir de Melendizli olduğumu söylüyordum. Herkes şok oluyordu. Niğde'den böyle güzel, modern biri çıkarmıymıs diye sorguluyorlardı. Özellikle sıcak şarap denemeye gittiğim yerin sahibini bir türlü Niğdeli olduğuma ikna edemedim. Şarap içen Niğdeli bir kız görünce kim olsa şok geçirir gerçi jdjdkdkdkd. Ben zaten Niğde'nin kadın dediğin kalıbından çok uzakta bir karaktere sahiptim. Aykırıydım o şehre, o kültüre, kendi aileme bile. Sıcak şarap demişken baya iyi bir şeymiş ya. Valla potansiyeli var. Benim zaten normalde de en sevdiğim alkollü içecek şaraptır. Buna da baya onay verdim.
Hayat kim ne derse desin bu kadar işte. Bazen hırsımız her şeyimizi ele geçirse de hayat 28 sene önce Bingöl'den Nevşehir'e gelip tüm ailesini orda bırakan şarap işletmesinin sahibi Fevzi amcanın yaşadıkları kadar. Bazen çok özeniyorum böyle hayatlara. Minimum kötülük, hırs var gibi geliyor bu insanlarda. Daha minimalist. Bazen ben de sadece isterdim ki bu yaşam şartları altında yaşayan, kendi küçük dünyası içinde bir işletme sahibi olsaydım.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
3 notes · View notes
mukofarmer · 1 year ago
Text
Hava soğuk, ev soğuk, duş aldığım su soğuk. Nerde ısınsın bu gariban. Saraybosna'da kaldığım ev gayet güzeldi, sıcacıktı. Fakat Mostar'da kaldığım evde donuyordum. Evde ısıtıcı yok, duştan da soğuk su akıyor. Hava da buz gibi zaten. Zatürre olmayayım diye dua ettim sadece. Hayır bir de ev sahibi o kadar tatlı bir adam ki şikayetlerimi de söyleyemedim. Her neyse dişimi sıka sıka kaldım iki gece. Son gün duş bile almadan çıktım evden. Her şeyin dönüşü hep sıkıntılı olmuştur zaten benim için. Cebimde son kırk kıyam kalmıştım. Onu da taksiye verip bu mevzuyu kapatacaktım. Mostar'dan Saraybosna'ya geldim. Taksiye bindim. Hayattaki en büyük mutluluk bazen taksicinin senden 40 değil de 30 kıyam alması ve sonrasında gelişenlerdir. Havaalanına geldim. Btw benim hemen dönüşte bir fizik bir de matematik vizem var. Bense onları amaan bir daha ne zmn 19 yaşında Bosna'ya gideceğim mentalitesiyle salıp tatile çıkmışım. Bir de duydum ki İstanbul'da hava kötüymüş. Uçaklar durmadan iptal oluyor ya da erteleniyor. Ben gelirken mis gibi açan hava ben dönerken boka sarmış. Bir taraftan korkuyorum tabii. Zaten çalışmamışım ama girememek ekstra sıkıntı. Bunun hesabını kim verecek sonrasında. Hyr sıkıntı cepte beş kuruş para da yok. Ben tutuşmaya başladım. İşte taksici abinin almadığı o on kıyamla sandwich alıp karnımı doyurdum. İki buçuk saat roter yapmasının ardından canım pegasusumun uçagı havaalanına geldi. Zaten Saraybosnada'dan on ucak kalkıyorsa dokuzu Türkiye'ye gidiyor. Bosna turizmi Türkler sayesinde yürütüyor. Her neyse düşe kalka geldim Türkiye'ye. İndim Sabiha'ya. Ohoooo... Daha yolu yarılamadık bile. Kim gidecek şimdi Koç'a. Her neyse bir şekilde geldim Hacıosman'a. Otobüsler bitmiş tabii. Saat gecenin on ikisi. Taksiye bindim. Koça geldim. Benim şarj bitmiş. Bir de aksi gibi benim kartta hicbir zaman para bulunmaz, hepsini düşük riskli fonlara çevirip günlük fon bozdurarak hayatımı idame ettiririm. Nakit param zaten yıllardır olmaz. Koçun içinde resmen hiçbir yerde nakit para geçmediği için. Taksiyi de kredi kartıyla öderim diye düşünüyorum. Koça geldik, abi demesin mi benim pos cihazının kağıdı bitmiş diye. E bende de nakit para yok. İnip çekiym desem kartta da para yok. İçimden dedim neyse gidip telefonu şarja takayım acılsın fonu bozdurup para çekip abiye vereyim. Bavulumu da abinin yanında bıraktım ki kaçtı gibi düşünmesin diye jdjdkdkd. Odaya geldim telefonu taktım ama aksi gibi telefonun acılmayacağı tuttu. Karşı odamda Sueda diye bir arkadaş kalıyor benim. Gecenin birinde kapısına dayandım. Aha torbacı geldi diye diye kapıyı actı. Ama onda da nakit yok. Sonra koridorda bulduğum hiç tanımadığım bir kızdan 200 lira alıp taksiciye parayı verip mevzuyu kapadım. Ama bu nakitsizlikten benim başım hep belaya giriyor. Bir türlü akıllanıp nakit taşımaya başlayamadım. Adrenalin seviyorum naparsınız.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
1 note · View note
mukofarmer · 1 year ago
Text
Üzerinden birkaç ay geçtiği için sadece en çok hatırladığım anıları yazacağım buraya. Havaalanına ilk indiğimde şehir merkezine gitmem gerekiyordu. Airbnb yaptığım ev ordaydı. Ama taksiciler bizim Türklerden daha kazıkçı. Manyaklar on dakikalık yola kırk kıyam istiyorlar. Bu Türk parasıyla altı yüz liradan daha fazlaya denk geliyor. Neyse iki adamla anlaştım taksiye beraber bindik, taksi parasını üçe böldük. O kadar para vereceğime tek başıma beş km yol yürümeye razıydım. Hoş! O parayı dönerken verdim ama hadi neyse.
İnsan hayatı boyunca sadece bir kere karşılaşacağı insanlarla bir arada olduğu zaman daha rahat daha cesur olabiliyor. Sanki yarın kalkıp yüzüne mi bakıcam mentalitesiyle hareket ediyor. En azından ben böyleyim. Zaten karar aldım. İlerde hayatımı günlük tanıştığım insanlar, anlık ettiğim sohbetlerle geçirecegim. Kimseyi kendime onun sorumluluğunu alacak derece de yakın tutmayacağım. Şu ankiler yetiyor bana. Hatta Bosna'dan döndüğümden beri kimseyle uzun vadeli arkadaşlıklar kurmuyorum. Ve mutluyum. Ben tek başımayken zaten hep daha mutluyum. Her neyse bir kafede otururken garson geldi. Kendi ailesinin işletmesiymiş. Allah bağışlasın şimdi yakışıklı çocuk. Zaten bu Balkan erkeklerinde ekstra bir çekicilik var. Siparişi aldıktan sonra "you are so cute" dedim. Ne olabilirdi ki en fazla. Ama asla kötü bir niyet ve beklentiyle söylemedim. Hiçbir şey demedi. Gülümsedi sadece. Kahvemi getirirken iki tane getirdi. Yanıma oturup oturamayacağını sordu. Oturdu, iki saate yakın sohbet ettik. Adı Armin'di, 21 yaşındaymış. İki saatliğine de olsa iyi bir arkadaş edinmiş oldum. Kazançlıydım. Artı bir puan muko farmer'a.
Balkanlara gelmisken bir şeyler içmeden olmaz tabii. Türkiye'deki arkadaşlarım bile yerin varsa bize de getir dediler. Ama ne yeri. Ben bir tek kabin bagaj hakkı almışım kendime. Akşama doğru (btw Bosna'da hava baya erken kararıyor, saat beşte falan) yıllanmış bir puba gittim. Diğer publara oranla daha elit kesime hitap ettiği için biraz daha pahalıydı. Ama olsundu. Aslında normalde de bira sevmem. Nerde içtiğim fark etmeksizin. Yine sevmedim maalesef o yüzden. Ya millet nasıl içiyor on tane on beş tane anlamıyorum bu çişe benzeyen şeyi.
Normalde umut tüneli şehre uzak olduğu için gitmeyecektim. Taksiye ekstra para verip iki kere daha kazıklanmak istemiyordum. Kahve içerken yanda bir grup Türk'ün oraya gideceklerini duydum. Btw burda Bosnalıdan daha çok Türk var yemin ederim. Kendimi hiç evden uzak, yabancı gibi hissetmedim bu yüzden. Gidip sordum arabayla geldiyseniz beni de alır mısınız diye. Hemşeri hemşeriyi gurbette s*kermiş lafından uzak bir şekilde kabul ettiler beni. Beraber gittik. Bir posta da onlarla arkadaşlık ettim. Ve şunu fark ettim. Çoğu insan kendi başına vakit geçirebilmekten o kadar aciz ki, tek başına bir şey yapmayı çok tuhaf karşılıyorlar. Ne diyim, ne diyim yani. Ah canım kendim. Arada fazla yükseliyorum kendime ndndndnd.
Siz hiç sabah beşte, karanlıkta, yağmur altında, başka bir ülkede, elinizde bavulla 32 dk yol yürüdünüz mü. Yürümediyseniz de bir şey kaybetmediniz emin olun. Çünkü ben yürüdüm ve hiçbir şey kazanmadım. Saraybosna'dan Mostar'a giden sadece sabah ve akşam treni varmış. Sabah dediğimde, sabahın körü saat 6.30 falan. Allahım bir de soğuk hava. Zaten Türkiye'ye göre ekstra ekstra soğuk bir ülke. Boşuna bizim soğuk hava dalgaları Balkanlardan gelmiyormuş. Ya tren garına gidebilmek için saydığım şartlar altında 32 dk yol yürüdüm ya. Gerçekten Allah Google mapsi bulandan razı olsun. Ama o geçirdigim tren yolculuğu mükemmel bir deneyimdi. 32 dk ye değer.
Son olaraksa belli yemekler, tatlılar, kahveler daha da özeldir kendi başına yaptığın. İnat Kuca diye normalde ev olup sonradan restorana cevrilmiş bir yerde şarap eşliğinde çok güzel bir yemek yedim. Arada değil kendinizi hep şımartmayı unutmayın. Çünkü hayat ancak hatırlanan anların toplamından ibaret
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
1 note · View note
mukofarmer · 1 year ago
Text
Aylar sonra yayınlıyorum aslında bu blogu. Oysa Bosna'ya gideli aylar oldu. Normalde yazmaktan vazgeçmiştim. Ama ben anılarımın kaybolmaması adına yazacağım. Bence insanın kendini en iyi keşfetmesinin, kendi potansiyelinin farkına varmasının yolu tek başına tatile çıkmasıdır. Hoş! Ben bunu bir defa yaptıktan sonra tüm tatillere tek başıma çıkmak isteyeceğimi nerden bilebilirdim. Bu iyi mi kötü mü tartışılır. Ama bana göre mükemmel bir şey. Eskiden bir yere gidebilmek için birilerinin benimle gelmesinin zorunlu olduğunu düşünürdüm. Eğer onlar gelmiyorsa da gitmekten vazgeçerdim. Ne kadar aptalmışım! Ve şöyle bir durum var ki, benim çevremdekiler için bir yerlere seyahat etmek, yeni yerler görmek hiçbir zaman para harcamak için öncelik meselesi olmadı. Gerçi öğrenci milleti fakir olur. Onlar napsın bir gidiş uçak biletinin üç hin lira olduğu şu dönemde. Normalde Bosna'ya gitmek için de bir arkadaşımla anlaşmıştık aslında. Her şeyin ayarlamasını da yapmıştık. Ama sonra belli sebeplerden ötürü o gelmekten vazgeçti. Onun gelmemesi beni başta biraz tırstırsa da ben güçlü bir kızdım 💪. Gideceğimden ailemin haberi yoktu. Gerçi onlar gitme dese gitmekten vazgeçecek bir yapım da yokki. Bu başına buyurganlığımla ben daha neler yapacaktım. Havaalanında annemi arayıp "anne ben Bosna'ya gidiyorum" dedim. Bizimkiler Niğde'nin Melendiz tarafının köylerinden birinde hayata gelmişler. Annem... Doğduğundan beri doğru düzgün çıkmamış o köyden. Nerden bilsin Bosna'yı. Okuma yazması da yok. "Başka bir ülkeye gidiyorum" dedim. Kimle gidiyorsun diye sordu. Tek gittiğimi duyunca cingar çıkardı. O zamanda İsrail-Lübnan savaşı var. Oraya falan bağladı konuyu. Alem bu kadın yemin ederim. Ablamsa apayrı bir konu. Konuşuyoruz, bana diyor gece senin hakkında kötü kötü rüyalar gördüm, içimde bir sıkıntı var. Hayır arkadaş! Sanki Şırnak'a komando olarak gidiyorum. Bu neyin telaş��. Neyse ne ya. Arada sınırları aşmak gerekiyordu. Ben Tunus'ta yaşamışım bir buçuk ay şurdaki Balkan ülkesine mı gidemeyecektim. Yav yemin ederim aileyi bir kenara koydum. Yolculuk insana illallah dedirtecek cinsten. Koç'tan Bosna'ya gitmek beş saat sürdü. Üç saatte Sabiha'ya iki saatte Bosna'ya gittim. Yok böyle bir matematik. Neyse atladım uçağa, indim Saraybosna havaalanına...
Tumblr media
2 notes · View notes
mukofarmer · 2 years ago
Text
Tumblr media
10 gönderi!
1 note · View note
mukofarmer · 2 years ago
Text
Yine uğradığımız bir taciz olayı daha... Adada gençlik merkezi diye bir yerde kalıyorduk. Dört kız bir odada, Arca'yla Başar'da farklı odalarda kalıyordu. Bu sayede arkadaşlarımız gelip gittikçe erkeklerin odasında kalabiliyordu. Fakat yine bir taciz olayı loading tabii ki. Yan tarafımızda dört polis vardı. TDK tanımına göre polis; kentte kamu düzenini, huzur ve güvenliği sağlamakla görevli kişi. Fakat bu adamlar huzursuzluk çıkarmak için doğmuslar. Body shaming yapmak istemiyorum ama hepsi de öküz gibiler. Her akşam içip içip sürekli ayyaş gibi geziyorlar ortalıkta. Yanlarından her geçmem de ısrarla selam veriyorlardı ve ben ısrarla sesimi çıkartmıyordum. Bizim kızları kenara çekip evli misin, müslüman mısın gibi sorular sorup; çok güzelsin, seksisin gibi ithamlar da bulunuyorlamış. Hatta arkadaşlarımıza bakire olup olmadığımızı bile sormuşlar. Gel de öldürme. Ben zaten bu söylediklerini duyduğum zaman inanılmaz öfkelendim ve kaldığımız yeri değistirmelerini talep ettim. Onlar düşünüyor ki beni seçebilirler, istedikleri kadını elde edebilirler. Hayır abi. Sen beni seçemezsin, fiziksel veya sözlü taciz edemezsin, kişisel alanıma müdahale edemezsin, o erkeklik nefsini benim vücudumla ben istemediğim müddetçe doyuramazsın. Ayy yazarken bile sinirlendim. Allah'ın belaları. O yüzden burda hep gittiğimiz raid cafe diye bir yer var. Oranın sahipleri ve çalışanları inanılmaz tatlı insanlar. Sahibinin kızı Lina'yla da arkadaş olduk. Kafelerinin üstü otel olarak kullanılıyor. Sağolsunlar durumu anladıktan sonra bizim gençlik merkezine yalnız dönmemize izin bile vermediler ve eşyalarımızı toplayıp otele geçiş yaptık.
Meryem ve Fathi... Tunus'ta aşk başkadır arkadaşlar. Aşkın kendisi direkt bambaşkadır aslında. Ve sizi hiç ummadığınız bir zamanda, hiç ummadığınız bir yerde kıskıvrak yakalayıverir. Meryem ve Fathi burda tanıştılar. Aralarındaki duygunun bu kadar yoğunlaşabileceğini düşünmemiştim. Sadece takılırlar, flört ederler diye düşünmüştüm. Ama şimdi ayrılık vakti yaklaştıkça Fathi'yi de Meryem'i de sürekli ağlarken görüyorum. Hayır aga. Öyle bir şey ki tesellisi de yok bu durumun. Kanser olmuş ölecek bir insana üzülme iyileşirsin demek gibi bir şey bu. Meryem'de benim gibi. En doruk noktalarda yaşıyor her şeyi. Tam seviyor, tam bağlanıyor. Bizim gibiler için daha zordur o yüzden birinden vazgeçebilmek, kendini önceliklendirebilmek, mantığınla hareket edebilmek. Ve bu tip insan ilişkileri öyle bir şeydir ki, her şeyin belki en zalimi... Kurtulmak istemezsin çogu zaman. Kurtulmaya çalışsan da daha çok yakana yapışır. Çünkü öyle ya da böyle, gerçek duyguların yok olduğu bu dünyada herkesin inanılmaz bir sevgi ihtiyacı var. Bunu bulduklarında ise ilişki toksikleşse bile sadece o sevgiyi almaya devam edebilmek için o iliskinin içinde kalıp kendilerine eziyet etmeye devam ediyorlar. Fathi zaten benim burdaki favori adamım, Meryem'i de çok seviyorum. İkisinin hislerine de inanıyorum. Ellerinden gelse birbirleri için ülke değistirecek durumdalar. Fathi'nin ablası gelmiş uzun zaman sonra Fransa'dan. Çocuk hiç sevmediği Kerkennah Adasında günlerdir Meryem için kalıyor ve bırakıp ablasını görmeye gidemiyor. Allahım bir gün şöyle sevilmeyi bana da nasip et nfndmdmddm. Uzun lafın kısası umarım her şey gönüllerince olur.
Zaaim diye bir cafe var burda. Akşam oraya gidelim diye konuşuyoruz. Ben de sandım ki canlı müzik falan var, eğleniriz gideceğimiz yerde. Hâlbuki mekan Koç odeon nero. Millet piyasaya oturmuş orda. Ayy şaka gibiler gerçekten. Kafeye girdiğimizde elli kişilik insan topluluğu dönüp ibne ibne bizi izlemeye başladı. Hayatımda sosyal anksiyetem daha önce çok nadir anlarda bu kadar artmıştır. Assil o kadar meraklı ki kızlara... Adam en köşeye, her yeri rahatlıkla görebilecek bir yere oturup, gelen geçeni dik izlemeye başladı. Hayır bir de asıl rahatsız edici olan, bunlar böyleyse demek ki diğer oturanlar da böyle. Cinnetlikler gerçekten.
Otostop çekmek... Türkiye'de en son başıma gelen olaydan sonra tövbe etmiştim aslında. Keşke o tövbem de kalsaymışım. Otostop çekip ulaşıma para ödeyen tek insanlar olduk sanırım. Bir gün proje yerinden dönüyoruz, taksi bulamadık. Ben de başladım otostop çekmeye. Transporter durdu bir tane. Gideceğimiz gere geldiğimizde; dört kişiden, kişi başı 5 dinar olmak üzere 20 dinar istedi. Lan ben taksiyle gitsem dört kişi toplam 10 dinar ödüyorum. Bu nasıl kazıkçı bir millet. On dinar verip yürüdük daha sonra. Otostopu çektiğimiz ��ocukta burda Saida diye çok güzel bir kuruvasancı var, orda çalışıyor. Geçen gün Meryem tatlı almış. Normalde tatlıyı koydukları pakete bu zamana kadar hiç para ödememişken, kızdan 1.3 dinar para almış puşt. Bunlar Türkleri de geçmişler artık gerçekten. He bir de otostop demişken, geçen gün hep beraber kastil otele gittik. Çok kalabalıktık ve tek arabamız vardı. Fathi kızları ve Arca'yı alıp gitti. Fedi, ben ve Assil ise Fathi ikinci tura gelene kadar yürümeye başladık. Saat akşam 7 falan. Ben de dedim ki otostop çekelim. Yola durup gelen arabanın bir tanesini durdurdum. Adamlar durduktan sonra çocuklara sadece o gelsin demişler ya inanabiliyor musunuz. Fedi; bunu bir daha yapma yoksa ikinciye kavga etmek zorunda kalırım, bu adamlar gündüzden beri içiyorlar, ben durdursaydım erkek olduğum için saygı gösterip dururlardı ama sen kadın olduğun için sadece onlarla gitmek istediğin için durduruyorsun zannediyorlar dedi. Hayatımda kendimi ve cinsiyetimi bu kadar aşağılayacak bir an daha yaşamamıştım sanırım. Çok üzüldüm. Hödükler abi kısaca. Dünyadaki hırboların yüzde ellisi buraya toplanmış gibi.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
4 notes · View notes
mukofarmer · 2 years ago
Text
Hayatımız boyunca ırkçılıktan şikayet ederiz. Çoğu kişiye bundan bahsedildiği zaman "hayır ben ırkçı değilim" diyerek bunu reddeder. Ama ne olursa olsun hepimizin içerisinde bir yerlerde olduğunu biliyorum. Dünya resmen ırkların birbirini aşağılaması üzerine kurulmuş. Avrupalılar, Türkleri; Türkler, Arapları; Araplar, Afrikalıları... Burdakilerle konuşup Türkler hakkında ne düşünüyorsunuz, ne biliyorsunuz diye sorduğum zaman, genelde Türklerin hiç misafirperver olmadıklarını ve onları istemediklerini söylüyorlar. İtiraz edemiyorum, biliyorum ki haklılar. Bazılarının bizi görünce fikirleri değişti ama bu durum gerçeği değiştirmez. Aslında bu şikayetlerine rağmen kendileri de öyleler. Tunus'ta özellikle Sfax'ta pek çok Afrikalı siyahiler var. Genel amaçları Sfax'tan Kerkennah Adasına, ordan da İtalya'ya gitmekmiş. İtalya Tunus'a bunu engellemesi gerektiğini söylemiş. Tunus'ta bunu engelleyecek parası olmadığını belirtince İtalya bu konuda Tunus'a sürekli para öder hale gelmiş. Polis baskısı yüzünden adamlar Sfax'ın dışarısına bile çıkamıyorlar. Her gün belediyenin onlar icin dağıttığı ekmek kuyruğunu bekliyorlar. Evsizler. Arkadaşlarım pek çok hastalık taşıdıklarını da söylüyorlar. Bunların haricinde sorguluyorum; bu insanlar ne için yaşıyorlar, hayat amaçları ne, bu durum böyle böyle nereye kadar gidecek? Dünya çok adaletsiz bir yer, bunu bir kere daha anlıyorum. O insanın benden veya bir Amerikalıdan hiçbir farkı yok aslında. Ama coğrafya kaderdir diye lanet olası bir gerçek var. Ve bazen o kaderi değistirmek için yapılacak hiçbir şey yok
Ülkede pek çok sorun var. Bunlardan birisi de daha önce bahsettiğim, projenin de temel konusu olan deniz ve çevre kirliliği. Devletin parası yok, o yüzden asla bu alanda yatırım yapamıyor. Sadece belli gönüllülerin bu alanda primitif teknolojiyle yaptıkları geri dönüşüm çalışmaları var. İnsan eliyle topladıkları plastik atıkları, yine insan eliyle ayrıştırıp ilkel bir makinede geri dönüştürüyorlar. Fakat bunu yaparken aynı zamanda etrafı kirletmeye devam ediyorlar. Bu bir eliyle yaparken diğeriyle yıkmak gibi bir şey. Buldukları çözümün asla bir sürdürülebilirliği yok. Onlara temel sorunun fazlaca tüketilen plastik şişeler olduğundan bahsettim. Evlerdeki suyu içilebilir hale getirmemiz gerektiğini söyledim. Fakat cevap yine aynıydı. Bu maliyetli bir şey ve devletin buna verecek parası yok. Aynı zamanda Türkiye'nin diğer ülkelerden çok fazla plastik aldığını ve geri dönüştürdüğünü öğrendim. Bu kirlilik ve çaresizlik ben de inanılmaz bir etki yarattı. Ne olursa olsun bir gün geri geleceğim ve bu alanda çalışacağım sanırım.
5 notes · View notes
mukofarmer · 2 years ago
Text
Kaderimize karşı geliriz çoğu zaman. Başımıza bir şey geldiği zaman bu dünyanın yükünü bir tek biz yükleniyormuşuz gibi veryansın etmeye başlarız. Şükretmeyi bilmeyiz örneğin. Yemek yiyebilmenin, temiz suya ulaşabilmenin ne büyük bir lütuf olduğundan bihaberizdir. Boş yere duyar kasma, yıl olmuş 2023 diyenleriniz olabilir belki. Onlara da saygım var. Bugün Kerkennah'tan Mahdiya'ya giderken yolda şahit olduklarım... Ellerinde şişelerle su bulmak uğruna yola çıkanları gördüm, su şişesini göstererek arabaları durdurmaya çalışanları. Televizyonda gördüğüm, haberlerde işittiğim o hikayelere bizzat tanık oldum. Hepimizin insanlığını sorgulamaya başladım o an. İnsanoğlu olarak ne kadar bencil yaratıklarız. Birileri bir yerlerde yardım beklerken, başımızı nasıl yastığa koyabiliyoruz. Hep daha fazlası olsun diye nasıl hırslanabiliyoruz. Kendimden, vicdanımdan soğumaya başlıyorum sanırım.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Şimdi ise ikinci bir hassas konuya değineceğim. Mahdiya her şeyiyle çok güzel bir yer. Bize istediklerimizi daha rahat bir şekilde orda giyebileceğimizi söylediler. Denizi burada gördüklerimin en temizi, bizim Antalya'yı aratmaz o kadar söyleyebilirim. Burda bir iki günlük evler kiralanabiliyor. On kişi, kişi başı 60 dinardan iki günlük ev kiraladık. Her şey çok zevkli gidiyordu. Gündüz denize girdik, akşamsa canlı müzik olan güzel bir mekana gittik. Dj, Assil'in arkadaşıymış. Mekan çıkışı ben, Hassen, Mohammed ve Arca önden gidiyorduk. Ceren ve Ayşe ortada; Assil, Marriem ve Nour'da en arkadan geliyorlardı. Puştun biri takılmış peşimize. Hayır, bir de kızlar bağırsalar duyacak mesafedeyiz. Üç kere yolda durup laf atmış kızlara. Ayşe en son dayanamayıp orta parmak çekmiş. Arkamı döndüğümde kızlar fena bir haldeydi, Assil'le adam tartışıyorlardı. Çocuklar müdahale etti hemen. Arca'yı bıraksam adama dalacak. Uzaklaştırıp sarıldım, bırakmadım. Başı bizim yüzümüzden belaya gitsin istemiyorum. He bir de sarkıntılık yapan Tunuslu da değil, o da turist. Hödük işte. Kızlar çok kötü oldular. Sakinleştirmeye çalıştım ama nafile. Ceren'in ilk defa başına geldi böyle bir şey. O yüzden daha kötü etkilendi. Ayşe'de onun haline üzüldü. Kadın olmak nerde olursan ol zor iş kısaca. Geçen gün yolda yürüyorum. Akşam saat 11 falan. Motosikletle biri geçti yanımdan. İleride durdu, beni beklemeye başladı. Ben de durdum. Geri gidiyorum, geri geliyor. Daha sonra bir cesaretle yerden bir kaya alıp eve doğru yürümeye devam ettim. Daha sonra bastı gitti zaten. Ne denilir inanın bilmiyorum. O kadar fazla başımıza geliyor ki normalleştirmekten bıktım.
Mehdiya... Tunus'un Bodrum'u adeta. Cumartesi günü akşamı Medina denen bizim kapalı çarşıya benzeyen bir yerine gittik. Arkadaşlarıma ve benim icin özel olan o kişiye hediye aldım. Türkiye'ye dönünce neler olucak bilmiyorum. Ama birisi Tunus'tayken bile aklıma gelebiliyorsa bende farklı bir yere sahip demektir. Bugün Mehdiya'dan adaya dönüyoruz tekrar, proje için. Otobüs burda erken saatte bitiyormuş. Tabi bunları bilmeyen ve bilgilendirilmeyen biz otobüsleri kaçırdık. Öyle olunca El jem şehrine geçip ordan trenle gitme kararı aldık. Minicik bir şehir. Tarih kokusunu girişte alabiliyorsunuz. Sizi karşılayan ilk şey zaten Roma benzeri amfi tiyatro. Şehri biraz gezdikten sonra Sfax'a geri dönmek için tren garına gittik. Daha önce tren hakkında olumsuz yorumlar duymuştum ama aldırmamıştım. Tamamen haklılarmış. Trene binmeden uyardılar, eşyalarınıza sahip çıkın diye. Adamlar, Türk halkı gibi kazıkçı oldukları için koltuk sayısının üç katı falan bilet satıyorlar. Bilet almış olmama ve koltuk numaram belli olmasına rağmen şu an ayakta tıklım tıklım dolu bir trenin içinde Sfax'a gitmeye çalışıyorum.
7 notes · View notes