Don't wanna be here? Send us removal request.
Video
tumblr
Geçen sene bugün, 6 ay sürecek Asya yolculuğumuza başlamıştık. Geriye dönüp bakınca herşey iki dakikada oldu bitti gibi geliyor:) Buyrunuz siz de buradan bakınız.
4 notes
·
View notes
Text
Yogyakarta’dan Bromo Yanadağı'na Yolculuk
Yogyakarta’dan sonra ikinci durak Bromo yanardağı. Bromo’ya kadar toplamda 8-9 saat sürecek bol indi-bindili bir yolculuk bizi bekliyor. Aslında Bromo’ya direkt giden turlardan birine katılabiliriz ama Java’nın kelle koltukta trafiğini gördükten ve Yogyakarta'daki turlarla ilgili macera dolu deneyimleri okuduktan sonra, yolculuğu trenle kendi başımıza yapmaya karar veriyoruz.
Yogyakarta’dan gece treniyle 4,5 saatte kuzey doğu’daki Surabaya’ya varıyoruz. Surabaya tren istasyonu eğlenceli bir yer. Sabahın 6’sında bir orkestra tren garının ortasında müzik yapıyor. Hiç beklemediğimiz bu karşılama sabah sabah neşemizi yerine getiriyor. Bir kahve memleketi olan Endonezya’da en sevdiğim zaman dilimi sabah kahvesi saati olabilir. Güzel bir fincan Java kahvesi ile kendimize geliyoruz. Biraz ortalıkta oyalandıktan sonra saat 9:00'da Surabaya’dan Probolinngo’ya gidecek olan ikinci trenimize biniyoruz. 2 saatin sonunda vardığımız Probolinggo’nun kazıklama ve kandırma üzerine hatrı sayılır bir ünü var. Amacımız herhangi bir tur operatörüne yakalanmadan Bromo dağı kıyısındaki konaklama noktasına yani Cemero Lawang Köyü’ne giden yeşil minibüsleri bulmak. Yolda karşılaştığımız iki tur teklifini ustalıkla reddettikten sonra sonunda aradığımız minibüsleri buluyoruz.
Endonezya'da hemen her türlü yolculuk için pazarlık yapmak gerekiyor. Yerel halk için sabit olan ulaşım fiyatları turistler için asla sabit değil. Pazarlık gücünüze, ortama hakimiyetinize ve sabrınıza bağlı olarak kazıklanmaktan kurtulmak mümkün. Bu pazarlık yapma meselesindeki problem ise bizim feci sıkılmamıza karşın, karşımızdaki insanların pazarlık yapmaktan hoşlanıyor olması. Mesela dolmuşa binerken "ne kadar ödemek istiyorsunuz?" diye bir soru ile karşıkarşıya kalabiliyorsunuz. Düşünün Taksim-Beşiktaş dolmuşuna bineceğim, şöför soruyor "ne kadar ödemek istiyorsunuz?". Ya da "isterseniz pazarlık yapabilirsiniz" diye nazik bir teklif duymanız çok olası.
5 aylık pazarlık antremanımız sayesinde kısa sürede orta yolu bulup yola koyuluyoruz. Bu noktada ortamdaki tek turist olmamanın avantajını kullandığımızı da söyleyelim. Böyle durumlar için turistin çoğu zarar, azı karar desek yeridir. Hollandalı kül yutmaz gezginler William ve Clara ile Cemero Lawang’da nerede kalınmalı, sabah hangi manzara noktasından güneşin doğuşu izlenmeli gibi konularda fikir teyatisinde bulunarak diz mesafesinin 1 karışı geçmediği koltuklarımızda döne döne Cemero Lawang’a çıkıyoruz. Yol boyunca enfes bir manzara adeta buraya kadar geldiğimiz için bizi ödüllendiriyor. Ama asıl ödülün en tepede bizi bekleyen Bromo Dağı olduğunu biliyoruz.
Cemero Lawang düşük kaliteli bir çok otelin dizi dizi dizildiği, çok da bir şey beklenmemesi gereken mütevazi bir köy. 24 saatten az kalacağımız bu yerde tek derdimiz gündoğumunu izlemek ve Bromo Yanardağı kraterine tırmanmak.
Bromo Dağı'na Karşı Gün Doğumu
Bromo mesaimiz gece 3’te başlıyor. Havanın soğukluğu ekvator çizgisinde olduğumuzu unutturacak cinsten. Kat kat giyinip gün doğumunu izlemek üzere Bromo’yu tam karşıdan gören 2. izleme noktasına yani Penanjakan Dağı'na doğru yürümeye başlıyoruz. William'la Clara yürüyüşün bir noktasında depara kalktıkları için yol boyunca yalnızız.
Hava puslu ve kapalı, pek yıldız yok. Karanlığın ortasında, elimizdeki fenerlerle en fazla 2-3 metre ötesini gördüğümüz toprak bir yolda tepeye doğru pek de emin olmayan adımlarla ilerliyoruz. Yolculuğumuz boyunca azımsanmayacak bir yürüyüş performansı elde etmiş olsak da yılların hımbıllığı öyle kolay geçmiyor. Bir saatin sonunda finale yaklaşırken önümüze çıkan son 300 merdivene gıcık oluyoruz. Ama izleme noktasından Bromo’nun manzarası ise herşeye değer.

2329 m. yüksekliğindeki Bromo, Dünya’nın en aktif yanardağlarından biri. En son Haziran 2011’de aktif hale geçmiş. İsmini ise Hindu dinindeki yaratıcı tanrı Brahma’ya borçlu. Bromo ismi Brahma'nın Java dilindeki telaffuzundan türemiş.
Güneşin doğumundan sonra Penanjakan Dağı’dan Bromo kraterine doğru yola koyuluyoruz. Bir saatte Bromo eteklerine kadar yürüyoruz. Siyah, çöl bir toprak parçası alabildiğine devam ediyor. Javalılar buna "Segara Wedi” (kum denizi) diyorlar. Bromo, Endonezya’daki en yüksek yanardağlardan birisi değil. Hatta uzaktan bakınca elle çizilmiş minik bir tepecik gibi görünüyor ama içinden çıkan dumanlarla falan oldukça tehtitkar bir enerjisi var.

Kalan son gücümüz ile kratere doğru tırmanıyoruz. Kraterin içi benim için o kadar gerçek dışı, herşey o kadar efekt tadında ki; hafif dereceli yükseklik korkumdan eser yok. Dakikalarca etrafımda dönüp bir sağıma, bir soluma bakıyorum. Bu garip dev çukurun en dibini görme isteğime zor hakim oluyorum. Kumların üzerine oturup manzaranın keyfini çıkartıyoruz. Öyle güçlü görünüyor ki insan kendini gerçekten küçücük hissediyor.

Bir saat kadar siyah kumlarda debelendikten sonra sonra tekrar yola koyuluyoruz. Sırada ikinci yanardağ "Kawah Ijen" var.
4 notes
·
View notes
Photo





Borobudur Tapınağı
Güncel sanat faaliyetleri bir yana Yogyakarta asıl ününü 9. yüzyılda Mataram Krallığı döneminde yapılmış, devasa Budist tapınağı Borobudur’a borçlu. Borobudur, Siem Reap'teki Angkor Wat Tapınağından tam 300 yıl önce inşa edilmiş ve Angkor Wat’a kadar Dünya’nın en büyük budist tapınağı olma ünvanını elinde tutmuş.
Borobudur'u ziyaret etmek için en uygun saat sabah 6 - 7 civarı. Fotoğraf çekmek için en iyi ışığın bu saatte yakalanıyor olması ve öğlenden itibaren havanın dayanılmaz sıcak olması bir yana, asıl sebep, sabah 9’dan sonra Borobudur’un yabancılar ile ingilizce pratik yapmak isteyen onlarca üniversite ve lise öğrencisi ile dolup taşması. Öğretmenleri önderliğinde sınıfça, ellerinde soru kağıtları ile Borobudur’a akın eden gençler başlangıçta Endonezya kültürü hakkında verdikleri faideli bilgiler ve sevimli sohbetleri ile pek tatlı görünseler de üçer beşerli gruplar halinde önünüzde sıraya girmeye başladıklarında, bu naif ingilizce “conversation" dersi bir anda tahammül edilmesi zor bir mülakata dönüşüyor. Yine de Endonezyalı gençlerin kendilerine güvenleri ve ingilizce hakimiyetleri karşısında hayrete düştüğümü itiraf etmeliyim.
6 notes
·
View notes
Photo





Endonezya’daki ilk durak Yogyakarta
ilk durağımız Java'daki Yogyakarta şehri. Yogyakarta Java adasının sanat ve eğitim merkezi. Her ne kadar sanat üretimi açısından henüz Bali'deki Ubud kadar ses getirememiş olsa da kendi çapında bir süksesi var. Şehrin farklı yerlerinde hatrı sayılır sayıda resim, batik, seramik ve ahşap atölyeleri var. Bir çok resim atölyesi aynı zamanda restoran ya da pansiyon olarak işletiliyor ve hatta isteyen yabancılarla ortak resim atölyeleri düzenleniyor, kurslar veriliyor. Şehrin genel kimliği ile tezat oluşturan duvar resimleri ise kesinlikle ilgiyi hakediyor. İtiraf etmeliyim ki Java’nın akıl almaz karmaşası ve geleneksel görünümü içinde böyle sanatsal bir ortam beklemiyordum.
1 note
·
View note
Text
Nepal, Hindistan derken; Endonezya'dayız.
Tayland’daki 2 ayımızdan sonra yolculuğumuza önce Nepal, ardından Hindistan ile devam etmeyi planlıyoruz. Bangkok’ta 1 haftalığına kiraladığımız evde oturmuş, Lonely Planet Hindistan kitabını sabah akşam hatmediyoruz. Yüz bin ayrı blogtan Nepal’de yapacağımız kamp ve yürüyüş rotalarını, ekipman eksiğimizi nereden nasıl giderebileceğimizi uzun uzun araştırıyoruz. Nepal’deki kaybolma hikayelerini bile kulak arkası edip, alternatif başlangıç noktalarına uçak biletleri bakıyoruz.
Ama garip bir biçimde araştırma yaptıkça, okuyup öğrendikçe heyecanlanmak yerine yoruluyor, geri kalan süremizin hem Nepal hem de Hindistan için yetmeyeceğinden endişe ediyoruz. Sırf Nepal’deki trekking rotasını tamamlamak için 3 haftaya ihtiyacımız var. Hindistan ise tek başına bir olay.
Asya’nın tadı yavaş hareket edince çıkıyor. Bir ülkeyi, bir şehri, insanları anlamak için vakte ihtiyaç var. Diğer taraftan Dünya’nın bu bölgesinde hayatın başka bir ritmi, farklı bir akış hızı var. Eğer herşeyi önden ayarlamadıysanız ya da bir tur ile seyahat etmiyorsanız buralarda çok hızlı hareket etmek zaten pek mümkün değil. Sağolsun Asyalı arkadaşların hiç bir konuda acelesi yok.
Madem öyle biz de Hindistan’ı bir başka bahara bırakıp acaba sadece Nepal’e mi gitsek diye yeni planlar yapmaya koyuluyoruz. Yok yine içimize sinmiyor. Bu kez de oraya kadar gitmişken Hindistan’ı görmeden olmuyor. Bu gezi sırasında anladığımız bir konu var ki; rota işi ciddiyet işi. Ne kadar araştırırsan araştır hep bir yer eksik ama hiç bir yer fazla değil.
Hummalı araştırmalarımız devam ederken; hatta Hindistan vize başvurusunda bulunmamıza ramak kalmışken, aklımıza alternatif rotalar gelmeye başlıyor. Acaba bu Nepal-Hindistan karmaşasından tamamen kurtulup Güney Asya'dan Pasifik’e doğru mu devam etmeli? Bu fikrin ortaya çıkmasıyla birlikte bir Endonezya merakıdır başlıyor. Ayran gönüllülükte sınır tanımayan bünyelerimiz hop Endonezya bloglarına çark ediyor. Aslında Endonezya’nın aklımıza düşmesinin ilk müsebbibi Siem Reap’te tanıştığımız bir Fransız; Eric. İkinci kez Endonezya’ya gitmek için sabırsızlanan Eric, ülkeyi fazla övmüş olmalı ki kayıtsız kalmamız mümkün olmadı. Merakımızın ikinci kaynağı ise, komik ama, Air Asia havayollarının seyahat dergisi. Tayland’da Koh Lipe adasından Bangkok’a dönerken denk geldiğimiz Bromo Yanardağı hakkında yazılmış o kıytırık gezi yazısı bir anda ikimizde de bir yanardağ görme isteğini uyandırmıştı. Bildiğin aktif yanardağ, baya belgesellerdeki gibi yani… Ayrıca bir memleket düşünün 17.500 adadan oluşuyor. Dile kolay! Kolaysa buyrun siz merak etmeyin.
Endonezya, hakkında araştırma yaptıkça içimizi açıyor, kanımızı kaynatıyor. Kendimizi yanardağların tepesinde hayal ediyoruz ve bir bakmışız ki son dakika kararı ile Nepal yerine Endonezya’ya gidiyoruz. Ve itiraf etmek gerekirse bu karar ile birlikte ikimiz de rahatlıyoruz. Güney Asya’nın güleryüzlü, kibar insanlarına ve yumuşaklığına gerçekten alışmış olmalıyız ki; bu kadar hızlı ayrılmaya içimiz el vermiyor.
Rotamızı yol boyunca şekillendirmek, ani değişikliklerde bulunmak genelde hiç sorun olmadı. Hatta bunun farklı bir motivasyon yarattığını bile söyleyebilirim. Hayatımın önemli bir bölümünü her şeyi planlayarak ve ön görmeye çalışarak geçirdikten sonra sonunda sürekli plan yapmanın ve şartları zorlamanın bir anlamı olmadığını yavaş yavaş anlar gibiyim. Bence hayal kurmak, plan yapmaktan daha etkili. En nihayetinde bugün yollarda olmamızı planlarımıza değil hayallerimize borçluyuz.
Hayaller kura kura geldiğimiz Endonezya’da şimdi 12. günümüz. Dünya’nın en büyük 2. biyoçeşitliliğine ev sahipliği yapan bu muhteşem ülkenin gezdikçe kendine hayran bırakan, tanıdıkça daha uzun kalma isteği uyandıran bir büyüsü var. Görülecek çok fazla yağmur ormanı, dağ, bayır, ova, deniz; kendinizi evinizde hissettirecek, ne olursa olsun gülümsemeyi ihmal etmeyecek, sizi gördüğüne gerçekten ama gerçekten sevinecek çok fazla insan var.
2 notes
·
View notes
Text
Angkor Wat'ta Nefes Kesen Gün Doğumu
Efenim, Angkor, 9 yüzyıl ile 15 yüzyıl arasında hüküm sürmüş Khmer İmparatorluğu döneminde yapılmış 1000’den fazla tapınağın yer aldığı antik bir şehir. Her biri birbirinden eşsiz güzelliklere sahip Angkor tapınaklarının en ünlüsü, Dünya’nın 7 harikasından biri olan Angkor Wat tapınağı. Angkor Wat 12. yüzyılda Kral II. Suryavarman döneminde yapılmış ve yapımı 35 yıl sürmüş bir Hindu tapınağı. Koruyucu Tanrı Vishnu için yapılmış.
Angkor Wat’ın yanısıra, VII. Suryavarman döneminde yapılmış, 9 km2’lik Angkor Thom'un ortasındaki Budist tapınağı Bayon ve banyan ağaçları tarafından sarıp sarmalanmış Ta Prohm da dudak uçuklatan cinsten.




Yağmur ormanları ile pirinç tarlaları arasında yeralan ve Siem Reap’in kuzeydeki Tonlé Sap gölüne kadar uzanan Angkor Tapınakları aynı zamanda Dünya’daki en büyük dini yapı olma özelliği taşıyor.
2 gün boyunca sabahın köründen akşamın ilk ışıklarına kadar, tuktuk şöförümüz Mr. Paraban rehberliğinde hop oraya hop buraya ziyaret ettiğimiz Angkor tapınakları tahmin edersiniz ki gez gez bitmedi. Ama Angkor Wat’un nefes kesen gün doğumu manzarasını izleme şerefine eriştik. 4 gün geçirdiğimiz Siem Reap aklımızda şu manzara ile kazındı:



#cambodia#kamboçya#Siem Reap#angkor wat#Angkor Thom#bayon#khmer#Backbacking#asian tour 2013#asyaturu
2 notes
·
View notes
Photo










Ankgor Wat Tapınakları
#cambodia#angkor wat#angkor thom#siem reap#rtw2013#asian tour 2013#asyaturu#gezgin#banyantree#banyanağacı#kamboçya#yol#backpacking
5 notes
·
View notes
Text
Bangkok’tan Siem Reap’e Geçiş: Poipet Sınır Kapısı

9 Ekim sabahı Bangkok'tan Dünya üzerindeki en etkileyici tapınaklar olan Angkor tapınaklarını görmek için Kamboçya, Siem Reap'e doğru yola çıkıyoruz.
Güney Asya en popüler gezgin rotalarından, Poipet sınır kapısı da Dünya’nın en evlere şenlik sınır kapılarından biri olduğundan bir çok insan gibi biz de Siem Reap’e otobüs ile gitmeye karar veriyoruz. Sınırı karadan geçmek rahat rahat olmasına da bizi kazıklamayacak, kendi anlaşmalı olduğu hostelde kalmamız için zorlamayacak, nerede olduğumuzu anlamayıp karanlıkta içten içe tırsıp kendimizi onlara teslim edelim diye 6 saatlik yolu 13 saatte almayacak bir otobüs şirketi bulmamız gerekiyor.
Bangkok’un backpacker cenneti Kao San Road'daki acenteler dışında bizi Siem Reap’e götürecek bir baba yiğit var mı diye aranırken bir bakıyoruz ki; Mochit otobüs terminalinden Siem Reap'e her sabah 9'da direkt otobüs kalkıyor. Yorumlara bakılırsa arkadaşlar kimsenin kimseyi kandırmaya çalışmadığı, rahat bir otobüs yolculuğu vaadediyorlar. Dahası bileti satın almak için Mochit istasyonuna kadar gitmeye de gerek yok. Telefonda rezervasyon yaptıktan sonra, bileti herhangi bir Seven Eleven dükkanından rezervasyon kodu ile
birlikte satın almak mümkün. Hizmetin böylesi gözlerimizi yaşartıyor.
Gelelim Türkün korkulu rüyası vize olaylarına. Aslında Kamboçya vizesi kapıdan alınabiliyor; gelgelelim bundan bir süre önce Laos sınır kapısında karşı kıyıya özlemle bakakaldığımız için işimizi sağlama almak istiyoruz. Üstelik PoiPet sınır kapısı kolaylığı ile olduğu kadar rüşvetleriyle de ünlü. Bu yüzden Bangkok’taki Kamboçya konsolosluğunun yolunu tutuyoruz. 1000 baht yani 33 dolar karisliginda 30 günlük tek girişli Kamboçya vizemizi yarım saat içinde alıyoruz. Paranın satın alamadığı bazı vizeler var ama Kamboçya vizesi onlardan biri değil çok şükür
Yolculuğumuz Bangkok’tan Poipet sınır kapısına kadar 5-6 saat sürüyor. Turist dolu otobüsümüz süper rahat değil ama Güney Asya otobüslerine çoktan alışmış bünyeler olarak kimsenin şikayeti yok. Sınır kapısına vardıktan sonra Tayland’dan çıkışımız ve Kamboçya vize kontrolü toplam 20 dakika sürüyor. Ancak 1,5 saat kadar kapıdan vize almak isteyen yol arkadaşlarımızı bekliyoruz. Allahtan Poipet sınır kapısı isteyene kumarhane isteyene Starbucks çakması kahve dükkanları gibi türlü türlü eğlence imkanları sunuyor da vakit öldürmek çok zor olmuyor. Akılalmaz insan ve motorsiklet trafiğini izlemek ise zaten başlı başına bir meşgale.
Vizesini uzatmak için normalin 3 katı para vermek zorunda kalan bir Amerikalı ve vize alırken pasaportu yırtılan bir başka Amerikalı dışında bir zaiyat vermeden, Poipet'ten Siem Reap’e doğru yola koyuluyoruz.
Kamboçya topraklarına girer girmez kendimizi suyun içinde buluyoruz. Yağmurlu sezonda yaklaşık 1 ay Tayland’ı gezmiş insanlar olarak "muson yağmuru da bu muymuş, e pek de bir şey yokmuş yahu" diye ukalalık yapmamıza ramak kalmışken; Kamboçya bizi selle karşılıyor. Otobüsümüz suları yara yara Siem Reap’e doğru yol alırken yerden 2 metre yüksekliğe kurulmuş evlerine girip çıkmak için küçük sandallarını kullanan aileleri, dizlerine kadar hatta yer yer bellerine kadar suyun içinde hiç birşey olmamış gibi yürüyen kasaba halkını, sel sularında bata çıka yüzerek ve balık tutarak eğlenen çocukları izliyoruz. Bu sel haline o kadar alışkın olmalılar ki kimsenin morali bozulmuş gibi görünmüyor. Siem Reap görece daha iyi durumda. En azından büyük göl manzaraları yerini su birikintilerine bırakıyor.
Kamboçya, 100 yıla yakın Fransız sömürgesi olmuş, İkinci dünya savaşı sırasında Japonya işgali altında kalmış oldukça fakir bir ülke. Yakın geçmişe kadar ülkeyi baskı altına almış Pol Pot yönetiminin de bu fakirlikteki payı büyük. Tarım ve tekstil en önemli geçim kaynakları. Yaşamlarını pirince borçlu gibiler. Son yıllarda gelişen turizm ve bu gelişmenin yarattığı heyecan zaman zaman turistleri çileden çıkarsa da 1-2 doların bu insanların hayatında yaptığı değişime karşı kayıtsız kalmak mümkün değil.
Angkor Krallığı’nın akıl almaz mirası Angkor Wat tapınaklarını görmeye gelmiş on binlerce turisti yüzlerinden eksik etmedikleri gülümsemeleriyle kendilerine hayran bırakan, yumuşak başlı ve güzel insanların ülkesi Kamboçya'nın bize gezimizin en unutulmaz deneyimlerinden birini yaşatacağı kesin.
0 notes
Text
Kendini "Herkes" Sanmak


25 gündür Tayland'dayız. Önce Bangkok, sonra güney doğu sahilinde bir takım adalar, sonra yine Bangkok, en son kuzeyde Chiang Mai şehri derken "Gülen insanlar ülkesi"nde mutlu mesut geziyoruz. Niyetimiz bir süre daha buralarda olmak ama Chiang Mai'ye kadar gelmişken rotayı Laos'a çevirip 10 günümüzü Luang Prabang ve Vientiane'de geçirsek ne güzel olur diyoruz ve yola koyuluyoruz.
Tayland'da turist olmak dünyanın en rahat şeyi. Rotalar genelde belli olduğundan tur şirketleri sizi istediğiniz noktaya götürmek için hertürlü organizasyonu yapmaya hazır. Size sadece gitmek istediğiniz yeri söylemek ve biletinizi almak kalıyor. Sabat 10:30'da Chiang Mai'den Chiang Khong'a yani Tayland-Laos sınırına doğru yola çıkıyoruz, öğleden sonra 4 gibi Chiang Khong'a varıyoruz. Mekong nehri kıyısında minik, şirin bir sınır kasabası. Nehrin tam karşısında Huay Xai yani sınırın Laos tarafı var. Chiang Khong'dan Huay Xai'ye tekne ile 5 dakikada geçip, oradan Luang Prabang otobüsüne bineceğiz.
Ülke sınırlarını karadan geçmenin bambaşka bir heyecanı oluyor. İki ülkenin birbirinden incecik bir nehir ile ayrılıyor olmasından hep etkilenmişimdir. İnsanların ve toprakların ince coğrafi sınırlar ama kalın politik çizgiler ile birbirinden ayrılıyor olması ne kadar da garip. Ne zaman bir sınır kapısı görsem basitliği karşısında hayrete düşüyorum: Ha bu kadar yakın yani! O zaman niye bu kadar uzakmış gibi davranıyoruz?
Hal böyleyken, biz Chiang Khong'da Huay Xai'ye bu kadar yakınken ve hatta pasaportumuza "çıkış" damgasını bile yemişken, pasaport polisinin son anda uyanmasıyla Laos'a geçemeyeceğimizi öğreniyoruz. Bir sınır kapısında ülkenizin adı ardıardına tekrar ediliyor ve bir takım dosyalara, kağıtlara bakılıyorsa durum hayra alamet değildir. Sonunda mevzunun iç yüzünü anlıyoruz: Türkler Laos'a kapıdan vize alamıyor! Herkes alıyor ama Türkler alamıyor. Minik bir şok geçirdikten sonra kendimize geliyoruz: İyi de biz bunu neden, nasıl bilmiyoruz?
Kendi kendime düşünüyorum, Güney Asya'daki bir çok ülkenin bir çok ülke vatandaşına kapıdan 3 dakikada vize veriyor olması bizim de rehavete kapılıp kendimizi "onlar" gibi zannetmemize sebep olmuş olabilir. Hangi tur şirketi ile konuşsak; kime sorsak "Laos'a kapıdan vize alınıyor" cevabı ile karşılaşıyoruz. 3 aydır yollarda rahat rahat gezince kendimizi bir anda "birşey" sanmış olmalıyız ki; kalkıp da bir tur operatörüne "ama biz Türküz, biz de alabiliyor muyuz?" diye sormaya gerek görmüyoruz. Kimsenin de aklına "Türk müsünüz?" diye sormak gelmiyor elbette. Oysa Çin'de yaşadığımız Vietnam vizesi sendromundan, öyle her yere herkes gibi elimizi kolumuzu sallaya sallaya giremeyeceğimizi anlamış olmalıydık. Yol boyunca okuduğumuz farklı bloglarda Türklerin vietnam vizesi alma zorluğu hatta imkansızlığı konuşuluyordu. Hatta daha önce bizimle benzer bir rotayı yapmış ama Vietnam vizesi alamamış bir arkadaşımızın hikayelerini de dinlemiştik ama yine de şansımızı denemek istedik ve Çin'in Nanning kentindeki Vietnam konsolosluğuna gittik. Aldığımız cevap çok net idi; "Türkler vietnam vizesine kişisel başvuruda bulunamaz, Vietnam'daki bir turizm acentası aracılığı ile başvurmalısınız". İnternetten ulaştığımız Vietnem'daki turizm acentası yaklaşık 1 hafta Nanning'de beklememiz ve vize için kişi başı 250 usd ödememiz gerektiğini söyleyince rotamızı Vietnam'dan Tayland'a çevirmiştik. Şimdi de Luang Prabagn yerine Bangkok'a geri dönüyoruz, vizemizi Bangkok'taki Laos konsolosluğundan alacağız.
Öğleden sonra otelimize yerleştikten sonra anneme maceralarımızı anlatırken bize teşhisi koydu: "bence sizin probleminiz kendinizi "herkes" gibi zannetmek". Sanırım doğru. Bu yolculuk bize kendimizi fazla özgür hissettirmiş olmalı ki sınırları ciddiye almamaya başlamışız. Böyle düşününce güzel ama bizim düşüncemizin bir önemi olmadığını anlayınca baya kötü.
Şimdi o incecik nehrin Tayland tarafında rotamızın geri kalanını gözden geçiriyoruz. Artık önümüzdeki yollara bakacağız.
#laos#thailand#border crossing#visa#vize#sınır kapısı#backpacking#asyaturu#asian tour 2013#yol#gezgin#dunyayigezelim#tayland#chiangkhong
4 notes
·
View notes
Photo







Longsheng Pirinç Terasları
#china#çin#dragon's backbone#longsheng#longji#rice terraces#dazhai#asyaturu#gezgin#yol#asian#asian tour 2013#backpacking
7 notes
·
View notes
Text
Çin'deki Son Durak: Longsheng Pirinç Terasları
Guilin'den 2 saat uzaklıktaki, Longsheng Pirinç terasları, diğer bir adıyla "Dragon's Backbone" yapımına 13. yüzyılda başlanmış uçsuz bucaksız bir pirinç terası. Tepeden bakıldığında görünümü bir Ejderhanın sırtındaki kemiklere benzediği için bu ismi almış. Bugün hem önemli bir turizm merkezi hem de daha harıl harıl işleyen bir pirinç tarlası. Zhuang ve Yao azınlıklarının birlikte yaşadığı bu bölge, Çin'de tanıştığımız en yumuşak, en tatlı insanlarla dolu ve ayrıca Çin'de gördüğümüz en etkileyici yer olmaya birinci sıradan aday.
Zhuang kadınlar, otobüsler otoparka girdiği anda, turistlerin çantalarını taşımak için birbirleriyle yarışmaya başlıyorlar. 60 yaşında, 1.50 boyunda bir kadının boyu kadar bir çantayı sırtındaki sepetle taşıma girişimi açıkçası bizde baya bir stres yaratıyor. Bu güçlü ve atik hallerine sevinmeli mi üzülmeli mi karar veremiyor insan. Tüm bu taşıma, yol gösterme, otel bulma işleri için kadınlar birbirleriyle yarışırken, erkeklerin hiç ortalıkta gözükmemesi ise bambaşka bir konu. Gezi boyunca Moğolistan'da ve Çin'in bir çok yerinde tüm işleri kadınların yaptığına defalarca şahit oluyoruz. Daha sonra Tayland'da da teyit edeceğimiz üzere Asya'nın kadınlar tarafından yönetildiğine artık hiç bir şüphemiz kalmıyor.
Longsheng Terasların en yükseğindeki köy, Tian Tou köyü. Köye ulaşmak için 45 dakikalık bir mesafeyi tırmanmamız gerekiyor. Büyük sırt çantalarımızı Guilin tren istasyonunun emanet bölümüne bırakıp yanımıza birer küçük çanta aldığımız için bu tırmanışı kolaylıkla göze alabiliyoruz. Ayrıca bu küçük çantalar bizi peşimizden ayrılmayan Zhuang teyzelerle vicdan muhasebesi yapmaktan da kurtardığı için mutluyuz. 45 dakika sonunda köye vardığımızda karşılaştığımız manzara kesinlikle bir ödül niteliğinde. Ayaklarımızın altında uçsuz bucaksız pirinç terasları ve göz alabildiğine yeşillik. Bu gezi vesilesiyle, yeşil rengin mutluluk hormonu salgılattığına dair hiç de bilimsel olmayan tezler geliştirmeye başlıyorum.
2 gün pirinç terasları arasında bir yukarı bir aşağı inip çıkmakla ve birbirine benzeyen tepeler arasında kaybolmakla geçiyor. Kaybolmak bizim için artık sıradan bir hal aldığı için moralimizi bozamıyor. Dik teraslar arasında 300-400 metrede bir köylüler tarafından açılmış sürprizlerle dolu küçük tezgahlarda soluklanarak, tırmanmaya devam ediyoruz. 1000 metre yükseklikte, yağmurun altında ihtiyacınız olacak ya da olmayacak birçok şeyi bu tezgahlarda bulmak mümkün. Asıl konu ise bütün bu malzemeyi taa buraya çıkarmayı nasıl başardıkları. Zhuang ve Yao halkının azim sahibi insanlar olduğuna bir şüphe yok.
Çin'deki son durağımız Longji ile Çin'i her anlamda zirvede bıraktığımızı düşünüyoruz. Toplamda yaklaşık 1 ay geçirdiğimiz Çin'den ayrılmaya ve güneyin beyaz plajlarına kavuşmaya artık hazırız.
#china#çin#dazhai#rice terraces#longji#longsheng#asyaturu#backpacking#tiantouvillage#guilin#Yangzhou#rtw#rtw2013#asian tour 2013#yol#gezgin
1 note
·
View note
Photo










Li River, şiir gibi bir nehir.
Çin'in Guangxi eyaletinde yer alan, etrafı kalker kayalıkları ile çevrili, Guilin ve Yangzhou şehirleri arasındaki 83 km'lik en fotojenik bölümü ile insanı büyüleyen şiir gibi bir nehir.
Ağustos sonuna doğru yerli turistler ziyaretlerini çoktan bitirmiş, işlerine ve okullarına dönmüş oldukları için ortalık görece sakin. Köylüler turist sezonunun kapanmasıyla birilkte yavaş yavaş normal hayatlarına dönüyorlar.
Bisikletlerimizin üstünde, daracık yollarda, sürekli olarak yolumuzu kaybederek; pirinç tarlalarının arasına dalıp, çıkıyoruz. Köylüler duruma alışkın. Onlar olmayan ingilizceleri ile bize yol tarif ediyorlar; biz olmayan Çincemizle onları anlıyoruz.
Yangzhou çoktan kendisini turizme teslim etmiş duruma, hızla yapılaşıyor. Güzelim müstakil evlerinin yerine, iştahla koca koca apartmanlar diken Çinlileri gördükçe aklıma bizim Ege sahilleri geliyor. Keşke bir yolu olsa da kendilerine nasıl bir kötülük yaptıklarını anlatabilsem...
Kendimizi, inşaat histerisinden kurtulmayı şimdilik başarmış, civardaki balıkçı köyleri ve pirinç tarlalarının arasına saklanmış minik çiftliklerle avutuyoruz.
Doğa insanı heryerde büyülüyor ve insanoğlu her yerde hayal kırıklığına uğratmayı başarıyor sanırım. Buraya gelmeden önce okuduğumuz bir çok gezi forumunda "daha da kötü olmadan mutlaka gelin görün" tavsiyesi ile karşılaşıyorduk. Biz de aynı tavsiyeyi yineleyelim: Çinliler gerçekten çok hızlı çalışıyor, çabuk olun.
#li river#yangzhou#china#çin#nehir#karst#xingping#bamboo boat#guilin#rtw#rtw2013#asyaturu#asian tour 2013#yol#gezgin#backpacker
6 notes
·
View notes
Text
Japonya'nın bir takım halleri
Japonya'nın "güler"yüzü
Gerçekten Dünya'nın en nazik ve güleryüzlü ülkesi burası olabilir. İçtenler mi? Samimiler mi? Orası muamma. Pekala görev bilinciyle bu şekilde davranıyor olabilirler. Ama yol-iz sorduğunda bir metro görevlisinin "sen şimdi nereden çıktın arkadaşım" bakışına maruz kalmadan, kasiyer kızın "gelip buraya alışveriş yapıp başıma iş açıyorsunuz" kaprisleriyle uğraşmadan, turist bilgilendirme ofisindeki görevlinin insan gibi bir karşılamayla, bıkmaksızın soruları en doğru şekilde yanıtlamaya çalışması ve hiçbir biçimde kimseyi kazıklamaya kalkmaması, insanların merhaba, hoşgeldiniz, teşekkürler, özür dilerim sözcüklerini cömertçe kullanmaktan çekinmemesi gözlerimizi yaşartıyor.
Diyelim bütün bu halleri görev icabı; üzgünüm ama, kimsenin görevini doğru dürüst yapmadığı ve herkesin sürekli birbirine öfke kustuğu bir memleketten gelince insan, görev icabı nezakete ve güleryüzlülüğe bile hayranlıkla bakıyor.
İnsan gibi muamele görmenin şaşkınlık ve heyecan yarattığı tek toplum biz olabiliriz!
Japonya'nın "alıngan" yüzü
Bir bisiklet turu sayesinde tanıştığımız arkadaşımız Yoshiko anlatıyor: "Japonya'da bir genç kıza başka bir genç kızın "erkek arkadaşın var mı?" diye sorması pek hoş karşılanmaz. Çünkü eğer yoksa bu basit soru genç kızların kendilerini ezik ve kötü hissetmelerine sebep olur, alınırlar.
Aynı soruyu bir erkeğin sorması ise olacak iş değil. Çünkü o zaman kıza asıldığı belli olur. Bu yüzden "haftasonları ne yaparsın?", "Akşam iş çıkışı ne yapıyorsun?" gibi sorular ile cevabı kendin bulman gerekiyor." Sevgi emek ister:)
Japonya'nın "samimiyetsiz" yüzü
Yoshiko anlatmaya devam ediyor: "Japonlar öyle çok arkadaş canlısı değillerdir. Kimse kimseyi evine davet etmekten hoşlanmaz, samimi görünürler ama fazla yakın olmak istemezler." Sonra Kyotolularla ilgili bir örnekle ile devam ediyor: "Mesela, Kyotolu biri, yolda bir tanıdığıyla karşılaşıp muhabbet etmeye başlar. Muhabbet biraz uzayıp, taraflardan biri ayrılmak istediğinde; genelde "bize çaya gelmek ister misiniz?" diye sorulur. Bu soru, davet eden kişinin eve gitmek istediği anlamına gelir ve aslında hiç de seni davet etmiyordur. Bir nevi konuyu kapatmanın ve ayrılmanın nazik yolu.
Soruyorum: E peki ben bu kültürü bilmiyorum mesela, çay davetini kabul edersem ne olacak?
Yoshiko, "ne olur bilmiyorum ama bu daveti kabul etmen senin Kyotolu insanları hiç ama hiç tanımadığını gösterir." diyor, gülerek...
Japonya'nın "sessiz" yüzü
Tokyo Dünya'nın en büyük şehri. Ama arkadaşım, bu kadar kalabalığa bu kadar mı sessiz olunur, demek ki olunuyormuş. Japonların ses üretmemek üzere yapıldıklarını düşünüyoruz. Karaoke yapmadıkları sürece varlıkları ile yoklukları bir bu arkadaşların.
Japonya'nın "çekik olmayan" yüzü
Buradan Japon kızlara seslenmek istiyorum: Canlarım sizin gözler çekik güzel! illa göz kapaklarınızı kestirip, yusyuvarlak gözlere sahip olmanız, renkli lenslerinizle yeşil yeşil bakmanız gerekmiyor!
Bir de takma kirpik olayı var ki, bambaşka bir konu. Ama asıl mevzu takma kirpikler değil, asıl mevzu bu kirpikler gözlük camına çarpıyor diye icat edilen camsız gözlükler. İşte ben asıl bunların hastasıyım!
Japonya'nın "homo-ekonomikus" yüzü
Bu yakıştırma elbette bana ait değil. Japonlar söz konusu dinleri/inançları olduğunda kendilerini bu şekilde tarif ediyorlarmış. En azından bu samimiyetlerine seviniyor, kendilerine sevgilerimi sunuyorum.
3 notes
·
View notes
Photo










Çeşitli gece manzaraları.
Su gösterisi, Hangzou, Çin.
Havaifişek gösterisi, Osaka, Japonya.
#china#çin#Japan#Japonya#fireworks#hangzhou#osaka#lightshow#asyaturu#asian tour 2013#rtw2013#night#westlake#obon festival
5 notes
·
View notes
Photo




Kyoto'da kimono çılgınlığı
8 notes
·
View notes
Photo


Kyoto 794'den 1868'e kadar Japon imparatorluğunun başkentliğini yapmış bir şehir. Bugün Japonya'nın en büyük 7. şehri. Nüfusu 1.4 milyon.
Kyoto, tarih boyunca bir çok savaş sırasında defalarca yıkılıp, harap edilmiş ve yakılmış. İkinci Dünya Savaşı sırasında ise tarihi değeri ve önemli tapınakları sayesinde atom bombasından kendisini korumayı başarmış.
Kyoto'da Kinkaku-ji tapınağı yani "Altın Köşk Tapınağı", Kyota'daki onlarca tapınaktan biri ama bizce en güzel olanı. Suya yansıyan aksi ve parlak altın rengi ile masallardan fırlamış gibi. Japonlara özgü sade gösterişi tarif etmek için bu tapınağı göstermek yeterli gibi.
2 notes
·
View notes
Photo



Dünya'nın en büyük ahşap tapınağı.
Nara. Tōdai-ji Temple.
1998 yılına kadar dünya'daki en büyük "ahşap bina" ünvanına sahipmiş ama daha sonra bu ünvanı kaptırmış.
2 notes
·
View notes