Tumgik
#11.7.1997
tani-b-art · 2 years
Text
Eve's Dreams | Eve's Bayou+Dreams
Kasi Lemmons+Solange
12 notes · View notes
ibokumus · 5 years
Text
HANGİ TARİH ? - AVRUPA,TÜRKİYE VE ATATÜRK
AHMET TANER KIŞLALI
Kışlalı'nın, 11.7.1997 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bu makalesi güncelliğini koruduğu için 21.10.2000 tarihinde bir kez daha yayımlanmıştı.
Şu sözler daha çok yeni. Prof. Justin McCarty'ye ait:
"...Atatürk olmasaydı, Türk belki Özbekistan'da olurdu, ama Trakya ve Anadolu'da kalmazdı. 100 yılda tüm civar büyük coğrafyadan sürülmüş ve katledilmiş Türklerin Konya Ovası'ndan sürülmeleri ve atılımları ne kadar sürerdi sanıyorsunuz?"
Ve Amerikalı tarihçi devam ediyor:
"...Ne Türk ne de Türkiye kalırdı. Mustafa Kemal sadece ülkeyi kurtarmadı, Türk neslini de kurtardı!"
Bu sözler İstanbul'da, Haliç Rotary Kulübü'nün düzenlediği bir toplantıda edildi. Konuşmacı somut konuştu. Rakamlar verdi. Kanıtlar gösterdi.
Tarihin nasıl tersyüz edildiğini sergiledi.
Ama basın, numaracı cumhuriyetçilerden esirgemediği ilgiyi, bu olaydan esirgedi.
Prof. McCarty'ye göre, Türkler Hıristiyanları katletmedi. Tersine, Hıristiyanlar Türkleri ve Müslümanları katlettiler.
1821'de patlak veren Yunan milliyetçiliği; bulunan, yakalanan her Türkün öldürülmesine neden olmuştu. Yunan etkisiyle, Arnavutluk ve Romanya'da da ele geçen tüm Müslümanlar katledilmişlerdi.
O dönemde öldürülen Türklerin sayısının 25 bin dolayında olduğu tahmin ediliyordu.
Bulgaristan'daki 1876 ayaklanmasında da Türkler kitle halinde yok edilmişlerdi. Türk köyleri yakılıp yıkılırken bir-iki kişinin kaçmasına izin veriyorlardı. Amaç, onların olanları diğer köylerde anlatmaları ve Türklerin kaçıp topraklarını terk etmelerinin sağlanmasıydı.
Savaş bittiğinde 675 bin Türk sürgüne zorlanmış ve yüzde 17'si yollarda ölmüştü. Manastır'da ve Kavala'da yapılan katliamı, İngiliz elçileri de raporlarında doğruluyorlardı.
Ermeni katliamını ise Fransız kaynakları belgeliyordu.
Prof. McCarty'ye göre, Doğu Anadolu'daki nüfusun yaklaşık yüzde 7-9'u Ermenilerce öldürülmüştü.
Amerikalı tarihçinin kanıtlara dayanarak çizdiği tablo çok açık.
19'uncu yüzyılın başlarından 20'nci yüzyılın başlarına kadar, Balkanlar'dan Kafkaslar'a kadar 5 milyon 60 bin Türk öldürülmüş. 5 milyon 381 bini de sürgün edilmiş, yerinden yurdundan olmuş.
Peki bu vahşet ne zaman ne kadar sürmüş?
Yanıtını Prof. McCarty çok net veriyor:
"...Türk bağımsızlık savaşında bir şey oldu ve plan artık yürümedi!.. Yunanlılar bozguna uğrayınca, kaçarken her yeri yaktılar, yıktılar, herkesi öldürdüler. Amerikan elçisi ve Amerikan kaynakları bu olayı doğruluyorlar... Sadece Batı'da Rumlar tarafından 1 milyonun üzerinde Türk öldürüldü, 1-2 milyonu da sürgüne zorlandı."
Ve ekliyor:
"...Çok kötü bir yüzyıl olmuştur. Müslüman ülkesi yok edilmiştir. 1800-1922 arasında Yunanlılar 950 bin göçmen, 320 bin ölü verdiler. Ermeniler 910 bin göçmen ve 580 bin ölü verdi. Oysa aynı dönemde 5 milyon Müslüman göç etmek zorunda kaldı, 5 milyondan fazlası da öldü."
Sonuç?
"...Bu ibret tablosunun karşısında, kim suçlu diye sormak gerekiyor. Mustafa Kemal'in itildiği Konya Ovası'nı gözler önüne getirin. Bir yüzyılda nereden nereye gelinmiş! Ben size diyorum ki, Atatürk olmasaydı, Türk kalmazdı... Diyebilirdi ki, ben Selanik'e kadar gidiyorum. Herkes arkasından giderdi. Hayır, büyük önder Türklerin ne kadar acı çektiğini, ne bedel ödediğini biliyordu. O tam tersine düşmanlıkları, nefreti unutmasını ulusa telkin etti. Ve sadece büyük bir insanın söyleyebileceği 'Yurtta barış, dünyada barış' dedi."
Prof. McCarty, "Kürt sorunü'na da -alışılmış Batı'dan- farklı bir açıdan bakıyor.
1926'dan sonra "Kürt liderler'in güçlerini korumalarına izin verilmesinin hata olduğunu söylüyor. Kürtlerin Türkiye'de cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, general bile olabildiklerini Batı'ya anlatmak gerektiğini savunuyor.
Ve konuşmasını noktalarken şöyle diyor:
"...Yüzyıllık tarihte Türkler hakkındaki yalanların iki kaynağı var. Misyonerler ve İngilizler. İngilizler -propaganda büroları aracılığı ile- bugün bile inanılan yalanlar yayıyorlar... Benim söylediklerimi bir Türk söylese, kimse inanmaz. İnsanlar dışarıda Türklere karşı önyargılılar."
Amerikalı tarihçi, Atatürk'ün diktatör olduğunu söyleyenlere de karşı çıkıyor. Ve Attilâ İlhan'ın "Hangi"li kitap dizisine bir yenisini eklemek gerektiğini düşündürüyor:
Hangi Tarih?
1 Eylül 2000 tarihli Müdafaa-i Hukuk gazetesinin birinci sayfasına, vaktiyle Atatürk'ün Hâkimiyeti Milliye gazetesinde neşredilen şu sözlerini koymuşlar. Atatürk diyor ki: "Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir. Ben milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan istiklal aşkı ile yaratılmış bir adamım. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın kalıcı olması, mutlaka o milletin istiklale sahip olmasıyla mümkündür. Ben şahsen bu saydığım niteliklere çok önem veririm. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli istiklal benim için bir hayat meselesidir. Milletimin menfaatleri gerektirdiği takdirde her milletle medeni ölçüler içinde dostluk yapmaya özen gösteririm. Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanı olurum."
Necip Mirkelâmoğlu, adı geçen eserinde şu bilgileri de veriyor:
Atatürk, henüz yirmi üç yaşında bir yüzbaşıdır, bir toplantıda arkadaşlarına, "Bu bedbaht memlekete karşı mühim vazifelerimiz vardır, onu kurtarmak yegâne hedefimizdir" sözleriyle "tarihi misyonunun" ilk işaretlerini verdikten sonra, 1907 yılında, 27 yaşında, 'kolağası' (ön yüzbaşı) rütbesinde iken "yegâne hedefimiz" dediği "misyon"un detaylarını, Bulgar Türkologu İvan Manolov'a, şu sözlerle açıklamıştı:
"Gün gelecek, şimdi hepinizin hayal sandığınız reformları ben gerçekleştireceğim. Mensup olduğum millet bana inanacak. Sultanlık kaldırılmalıdır. Devletin yapısı mütecanis (tek türlü) bir temele dayanmalıdır. Din ve devlet birbirinden ayrılmalıdır. Doğu medeniyetinden ayrılıp Batı medeniyetine yönelmek zorundayız. Erkekle kadın arasındaki farkı kaldırmalıyız. Böylece yeni bir toplum düzeni kurmalıyız. Batı medeniyetine girmemizi zorlaştıran yazıyı kaldırmalıyız. Latin alfabesini kabul etmeliyiz. Kıyafetimize kadar her noktada Batıya yönelmeliyiz. Emin olunuz ki, bir gün, bu hedeflere ulaşacağız." (Atatürk Bir Çağın Açılışı, Prof. Dr. Sadi Irmak, s. 5.)
1951'de Amerika'da yayımlanan Caucasus dergisinde "Hayret verici siyasi kehanetler" başlığı altında bir yazı yayımlanıyor. Bu yazı Atatürk'le General McArthur arasında 1932 yılında yapılmış olan bir konuşmayı naklediyor. Generalin sorusu üzerine Atatürk, yakın gelecekteki savaş ihtimalleri üzerine şu tahlil ve tahminlerde bulunuyor:
"Almanya, kısa sürede büyük bir ordu meydana getirebilecek ve İngiltere ile Rusya hariç, bütün Avrupa'yı işgal edebilecek yetenektedir. Savaşın patlaması 1940-1945'ten daha sonraya kalmayacaktır. Fransa büyük bir askeri güç oluşturma yeteneğini kaybetmiştir. İngiltere artık, adalarının savunması bakımından Fransa'yı hesaba katamaz. İtalya Mussolini'nin yönetiminde şüphesiz önemli ölçüde yükselmiş ve ilerlemiştir. Mussolini, gelecek savaşa katılmaktan kaçınırsa, İtalya'nın dış görünüşündeki büyüklüğün yarattığı tehditten yararlanarak, barış konferansı masasında ana rollerden birini oynayabilir. Ama, korkarım ki, İtalya'nın bugünkü şefi, bir Sezar rolü oynamanın cazibesine dayanamayacak ve İtalya'nın bir askeri güç olma yeteneğinden uzak olduğu gerçeğini hemen ortaya koyacaktır. Amerika, tıpkı geçen savaşta olduğu gibi, tarafsız kalamayacak ve Almanya, Amerika'nın savaşa katılması sonucu yenilecektir. (...) Avrupa'da patlayacak savaşta, zafer kazanacak olan İngiltere, Fransa ve Almanya değil, fakat, Bolşevik Rusya olacaktır." (Cemal Erginsoy, Atatürk'ü Araştırma Merkezi Dergisi, sayı 2, s. 538.)
Amerikan dergisi, bu konuşmayı "hayret verici kehanet" olarak vasıflandırıyor. Sonradan gelişen olayların, bu yorumları 'yüzde yüz' oranında doğrulamış olması karşısında, dergi, daha başka nasıl bir niteleme yapabilirdi?
Arnold Toynnbee diyor ki:
"Bir an için tahayyül ediniz ki: Batı dünyasındaki rönesans, reformasyon, bilim ve düşünce ihtilali, Fransız inkılabı ve sanayi devrimini, Atatürk, bir insan ömrüne sığdırmıştır." (s.559)
Prof.Dr. Herbert Melzig diyor ki:
"Büyük Yunan filozofu Platon'un, 'Krallar filozof olsa ve filozoflar kralların tahtında otursaydı...' şeklindeki dileği, iki bin yıllık tarihte gerçekleşmedi. Halbuki, 20. yüzyılda ilk defa olarak Atatürk'ün şahsında Platon'un istediği gibi kelimenin tam anlamıyla bunu görmekteyiz. O, dâhi bir fikir adamı olarak bir miletin, yani Türk milletinin mukadderatını ele almış ve bu milletiyle atıldığı Kurtuluş Savaşı, bu milletin medeni durumunu değiştirmiş bir inkılap ve diğer milletlerin haklarını da koruyan barış ile insanlığa muhteşem bir örnek vermiştir."
Kaynak : Bilimbilmek
2 notes · View notes
paulakaasalainen · 6 years
Text
[TÄMÄ KESÄ]                                                                                     1.5.1997
Kesä on taas tulossa.Peippo visertää taas kuin menneinä kesinä.Mutta tämä peippo ei ole sama.Minun on parasta mennä toivottamaan uudet naapurit tervetulleiksi.
[KUOLLUT MUISTO]                                                                        11.7.1997
Suru asuu hiljaisten puiden sydämmessä.Yötuuli nostaa surun ylös latvoihin,kuljettaa sen hiljaa kohti ääretöntä rantaa.Rannalla suru avaa hetkeksi sydämmensä,hetken välähtää nuoruuden loistava aurinko kuumalla rannalla.Sydämeen jää vieläkin tuska rauhan rinnalle.Ei ole armoa.On vain elämä,suru,kuolema.
[KADONNUT AIKA]                                                                            3.8.1997
Lapseni,kun sinä kadotat nuoruutesi,minunkin nuoruuteni on viimein ohi.Ei tule kolmatta nuoruutta.Sinun hiuksesi harmaantuvat ja alat loitota yhä kauemmaksi minusta.Minä alan menettää kasvoni ja katoan hiljaisuuden metsiin.
[LUOVUTUS]                                                                                   15.11.1997
Synkkinä soivat avaruuden kellot.Kuolemani lähenee.Hämärtyvä päivä kutoo verkon muistoni ylle,kätkien minut tulevilta,jotta purot voivat helistä ja aurinkokellot kimaltaa uusille ihmisille,uusin onnin.Minun sydämmeni päällä he laulavat,tietämättä,että jokainen tanssiaskel talloo minun pronssiset hiukseni avaruuden multaan.     Heidän surunsa ja kuolemansa ei ole enää minun suruni eikä kuolemani,silti minä soisin heidän voittavan,että joku voittaisi.
[TAPPIO]                                                                                          23.11.1997
Kesän kuuma hiekka alkaa peittyä lumeen autiolla rannalla.Lunta tuiskuaa päivä toisensa jälkeen.Kesän kuumuus sulaa lopulta,hiekka alkaa jäätyä.Niin minun sydämmenikin unohtaa sinut lopulta ja herää uuteen kevääseen kun lumet sulavat odottaen uusia tuulia,kuumeten uudesta auringosta.
[SINIRISTILIPPU]                                                                              6.12.1997
Tulee aika,jolloin minua ei enää ole.Tulee aika,jolloin kukaan ei tiedä minun olleen täällä.Silloin on katkennut minun viimeinen siteeni elämään.Tämä maapallo on täynnä tuntemattomien sotilaiden hautoja.On aika tuhota hautausmaat,sillä tämä koko maapallo on hautausmaa.
Onko nyt Suomen itsenäisyyspäivä?Mikä itsenäisyyspäivä?Minkä itsenäisyyspäivä?Onko joku itsenäinen täällä hautausmaalla.
[POLTTAVA LUMI]                                                                           20.1.1998
Sinua ei enää ole,ei ole ollut vuosiin.Minusta pusertuvat lopulta viimeiset vedet.Ohut kuori kätkee silti jotain vielä sisääni.Siellä puhaltaa kuuma tuuli kuin lämmin muisto.Vedet eivät vieneet sinua pois.Minua ei armahdeta.Unelmat eivät jätä minua.Puitten latvojen yläpuolella helisee jäälumi kevään kirkkaudessa.         Sieluni syntyy taas siellä.
[ELÄMÄN KESÄ]                                                                             20.1.1998
Tuomet keinuvat raskaina ja kirkkaan valkoisina kesätuulessa.Voimani kaikki annan tälle rakkaudelle.Kesä on valtava temppeli ja se temppeli on minun.
[KOSKETUS]                                                                                  20.1.1998
Keskikesän kuumalla auringolla ei ole pääsyä tänne havumetsän sisimpään.Täällä hallitsee olento,jota luultavasti kukaan ei ole nähnyt.
Kasteiset seitit sisältävät varmasti jotain tietoa olennosta,mutta kukaan ei osaa lukea niitä.
Kuljen polulla auringon laskiessa.Olento on hyvin lähellä,tuntuu kuin se haluaisi vihdoin kohdata ihmisen ja juuri minut.Minä olen tehnyt matkaa tänne koko elämäni ja aavistanut kerran pääseväni perille.
[JOELLA]                                                                                       20.1.1998
En tiedä missä kohtaa jokeani olen matkalla.Sen jo tiedän,että virta on jo hidas ja rannat kaukana.Onhan tämä oma jokeni ja muuten tuttu,mutta suistoa en ole koskaan nähnyt.Pelottaa koska se on niin suuri ja johtaa mereen,josta ei ole paluuta.
[NÄYTTÄMÖ]                                                                                   7.2.1998
Elämäni Suuri aika on takana päin.Me kaikki elimme täysillä,itkimme ja nauroimme,rakastimme ja petimme.Olimme kädet toistemme käsissä.                 Kaiken,minkä aurinko meille antoi me kylvimme.
Mutta esirippu on laskeutunut.Minä olen jäänyt lkopuolelle.Tekin olette jääneet ulkopuolelle,mutta luonani ette ole.Esirippu kätkee tyhjän näyttämön,mutta jostain näytelmän vielä löytää:se on tallennettu sydämmiimme ja kun sydämmemme kuolevat tarinamme palasia löytyy kevättuulista tulevina aikoina,lumimyrskyjen sydämmistä,kesäsateitten merestä.Uudet näyttelijät avaavat joskus tuon mustan,hiljaisen esiripun ja laittavat sydämmensä näytelmään,joka on kaiku menneiltä ajoilta,muisto meidän rakkaudestamme elämään.
Siksi kuljen nöyränä pois tyhjältä näyttämöltä,katselen sitä viimeistä kertaa yksin–––muut ovat lähteneet jo aikaisemmin–––koska jotenkin jääminen viimeiseksi ei ollut tappio,ehkä minä sain siltä eniten ja minun on kunnioitettava sen hiljaisuutta,koska vain minä jaksan sen tehdä.
[VIIMEINEN MATKA]                                                                      10.2.1998
Kun kaikki muu on menetetty,jää jäljelle tie.Yksinäinen tie avautuu edessäni.En tiedä,minne se vie,sillä ei ole opastajaa.Nyt tie on autio,pölypilvi on tuulen synnyttämä,ei ihmisen.Se tie eli elämäänsä ennen minua.Sen asukkaat ovat matkanneet muualle jättäen minulle tien,jolla vain tuuli kulkee.Olen jäänyt jälkeen,en pysty saavuttamaan ketään.Silti tie houkuttaa.Se on ainoa merkki eletystä elämästä.Lähden kulkemaan sille,sillä minulla ei ole muuta paikkaa.
Jospa sittenkin tuon kaukaisen kukkulan takana olisi elämä,ihmisiä,sinne minun on ponnisteltava,vaikka olisin jo kaiken menettänytkin.Jos tien päässä odottaa minua yksinäisyys ja hiljaisuus,toivon että tie olisi hyvin pitkä,jotta olisin perille päästyäni hyvin väsynyt.
[JUMALAT ON POISSA]                                                                10.2.1998
Talvinen vesisade on hyytävän kylmä.Se kätkee sisälleen loputtomiin kuolleita sydämmiä.Myrsky sen takana ei tuo kevättä eikä kesää.Se myrsky on ikuinen avaruuden myrsky,jolle maan lyhyt elämä ei merkinnyt mitään.
[KOTIIN]                                                                                        10.2.1998
Oi eloton luonto,kivet,tuuli,minun on kai rakastettava teitä.Ylpeä puu laulaa korkealla latvuksissa,ylpeä ihminen ohittaa minut kadulla katsomatta minuun.Puu ja ihminen kuolee jättäen minut,muuttuen tunnistamattomaksi.         Kivet välkkyvät minulle vuosituhansia,sadepisarat kostuttavat kuumaa otsaani,tuuli tunkeutuu sieraimiini.
[LÄHTÖ]                                                                                          5.4.1998
Minä olen lopen kyllästynyt ihmisen tarinaan:sama nuoruus,sama voimien katoaminen ja pettymys elämän hiipuessa,näytelty vuosisadasta toiseen.             Minä en aio enää seurata tätä tarinaa.
[KUNINKAITTEN LAIVA]                                                                1.5.1998
Valkeana hohtaa kuninkaitten laivan purje valtameren sinessä.Vain aurinko on yhtä mahtava täällä kuin valtameri.                                                                          Aurinko kirkastaa purjeen hopeiseksi ja meren aallot pullistavat sen voittoisalle retkelle valkoisten pilvien matkaan.                                                                         Kuninkaitten laiva on elämän laiva,peloton,kaunis,ikuinen.
[SURUVAIPPA]                                                                               2.5.1998
Kuiva tuuli puhaltaa kesän valkeilla kaduilla.Aurinko ei luo yhtään varjoa.Ei ole sunnuntai,mutta hiljaisuus kulkee kadulla.Yhdet askeleet putoavat kuin norsunluuhelmet.Nainen on kaunis kauttaaltaan.Hän ei ole enää nuori.                 Kauneus ja suru ovat pehmentäneet särmät.Aika on jättänyt kaikki jäljet hänen silmiinsä.         On hänen tähtihetkensä.Huomenna häntä ei ole.
[HYLÄTTY]                                                                                     1.6.1998
Pienen lapsen pää takaa,hennoin haivenin.Siinä on ihmisen elämä,sanaton,         toisten varassa.
Vanhuksen pää takaa,hennoin haivenin.Siinä on ihmisen elämä,sanaton,              ei kenenkään varassa.
[SYDÄNMAILLA]                                                                            2.6.1998
Kevättuuli puhaltaa puhtaana puiden latvuksissa.Alla levittäytyy salomaa hiljaisena,yksinäisenä.     Missään ei näy tietä,ei savua,ei merkkiä ihmisestä.
Ilta saapuu,hongien rungot vaeltavat hiljaa paikoilleen auringon viime säteissä.    Yön musta vaippa laskeutuu metsän syvyyksiin.
Seuraava päivä tulee,mutta ei ole tietoa onko se eilinen vai huominen.
0 notes