Tumgik
#6 Kasım anlamı
incezekacom · 1 year
Text
Günlük Burç Yorumları 5 Kasım 2022
Günlük Burç Yorumları 5 Kasım 2022 , Günlük Burç Yorumunuzu Okudunuz mu? Akrep, İkizler, Yengeç, Balık, Koç, Başak Erkeği – Kadını günlük Burç Yorumları
Günlük Burç Yorumları 5 Kasım 2022 , Günlük Burç Yorumunuzu Okudunuz mu? Akrep, İkizler, Yengeç, Balık, Koç, Başak Erkeği – Kadını günlük Burç Yorumları 5 Kasım 2022 Günlük Burç Yorumunuzu Okudunuz mu? Günlük Burç Yorumları 6 Kasım 2022; Bugün yıldızlar tarafından aşk, sağlık, para gibi konularda size neler söyleniyor? Koç Burcu, Boğa Burcu, İkizler Burcu, Yengeç Burcu, Aslan Burcu, Başak…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
ehaberal · 4 months
Text
Yüz Yüze 100 Çocuk Oyunu Öğretmen Uygulama Kılavuzu
Tumblr media
Yüz Yüze 100 Çocuk Oyunu Öğretmen Uygulama Kılavuzu, Geleneksel Çocuk Oyunları Etkinlikleri kapsamında il millî eğitim müdürlükleri koordinesinde il, ilçe genelinde ve okullarda geleneksel çocuk oyunları şenliği etkinlikleri için hazırlanmıştır.BÖLÜM IGİRİŞOyunun ontolojisi, düşüncenin ve insanlığın geleceği bakımından özel bir önem taşır. Eğitimin Yüzyılı’nda çocukların ve her yaştan bireyin oyunla buluşması eğitimin bir parçası olarak yerini alacaktır. Bu çerçevede oyun; beslenme, sağlık, barınma ve eğitim gibi temel ihtiyaçların yanı sıra tüm çocukların potansiyelini geliştirmek için hayati öneme sahiptir. Çocuklar tarih boyunca her dönemde ve her kültürde oyun oynamışlardır. Diğer bir ifade ile oyun yaşamın devamı için doğanın eğitimidir.Oyun oynama hakkı çocuğun toplum üzerindeki ilk hakkıdır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde benimsenen, 2 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe giren Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 31. maddesinde çocuğun dinlenme ve boş zaman haklarından farklı ve ek olarak oyunun çocukların yaşamındaki önemi tanınmakta ve oyun bir hak olarak kabul edilmektedir.Madde 31. Taraf Devletler çocuğun dinlenme, boş zaman değerlendirme, oynama ve yaşına uygun eğlence (etkinliklerinde) bulunma ve kültürel ve sanatsal yaşama serbestçe katılma hakkını tanırlar (Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 20 Kasım 1989).1.1. Amaç“Yüz Yüze 100 Çocuk Oyunu Öğretmen Uygulama Kılavuzu” çocukların bilişsel, duyuşsal, psikomotor, sosyal ve kültürel gelişimlerinin en önemli kaynaklarından olan geleneksel çocuk oyunlarının okul ortamlarında canlandırılması ve gerek ders içi gerekse ders dışı faaliyetlerde yer alması amacıyla Temel Eğitim Genel Müdürlüğü Öğrenci İşleri ve Sosyal Etkinlikler Daire Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır. Bu temel amaç çerçevesinde çocuğun psikolojik ve fiziksel gelişiminin başat unsurları arasında yer alan duygularını yansıtma, iletişim kurma, kendini ifade etme, iyi ruh hâlini oluşturma ve kültür aktarımını sağlama alt amaçlarıyla çocukların hareketli oyunlara yönlendirilmesi hedeflenmiştir.1.2. KapsamBu uygulama kılavuzu okul öncesi, ilkokul ve ortaokul öğrencilerinin bilişsel, duyuşsal, psikomotor, sosyokültürel gelişimlerinin sağlanması amacıyla oyun kavramı ile eğitimdeki önemini, kılavuzun uygulama esaslarını ve 100 geleneksel oyunun anlatımını kapsar.1.3. Dayanaka. 14/6/1973 tarihli ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu,b. 26/7/2014 tarihli ve 29072 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Okul Öncesi Eğitim ve İlköğretim Kurumları Yönetmeliği,c. 8/6/2017 tarihli ve 30090 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumları Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği,d. 19/08/2014 tarihli ve 3450049 sayılı Millî Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevlerine İlişkin Yönerge.e. 21.08.2023 tarihli ve 81785959 sayılı Genelge (2023/28) Çalışmanın uygulama aşamasındaki öneriler dikkate alınırken yürürlükteki kanunlara, yönetmeliklere ve Türk Standartları Enstitüsü (TSE) standartlarına uyulması esastır.1.4. TanımlarDeğer Aktarımı: Toplumda yer alan örf, âdet, gelenek, görenek, millî, manevi özellikler gibi kültürel unsurların tutum ve davranışlar yoluyla gelecek nesillerde yaşatılmasıdır. Geleneksel Oyun: Kökeni çok eski çağlara dayanan, kültürel yapı içerisinde oluşup şekillenen, kültürden kültüre farklılık gösteren, sürekli değişim ve dönüşüm içerisinde varlığını sürdüren, içerisinde birçok bireysel, toplumsal, kültürel ve psikolojik işlevi barındıran kültürel yaratımlardır. Kimlik İnşası: Bireyin var olmasına özgü karakter özelliklerinin oluşum süreçlerindeki yapılanmadır. Oyun Ontolojisi: Kültürümüzde oyunun anlamı, tanımı ve varlığına ilişkin etkileşimleri ifade etmektedir.Kılavuza https://tegm.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2023_12/18164120_ogretmenuygulamakilavuzu.pdf linkinden ulaşabilirsiniz. #Yüz Yüze 100 Çocuk Oyunu #öğretmen #Uygulama Kılavuzu #Milli Eğitim Bakanlığı Read the full article
0 notes
musispoedarsiv · 6 months
Text
8 Kasım 2023 Türk Telekom Dreamland Gran Canaria Maçı
*Ankara Spor Salonu'nda saat 20:00'de başlayacak olan BKT EuroCup Normal Sezon B Grubu 6. maçı. Geçen sezonun finali için rövanş anlamı taşıyor bir anlamda. Son şampiyon İspanyol ekibi aynı çizgiden devam ediyor ve bu sezon kaybetmediler. Temsilcimiz ise ters bir durumda. Tek galibiyet çıkarabildik. Gran Canaria'ya karşı zoru başarıp destanı yazalım. Onlara karşı daha önceki 5 maçta galibiyet çıkaramamıştık. Artık bunun da sonu olsun ve gülen biz olalım inşallah. Yürekten başarı dileklerimizi sunuyoruz takımımıza.
*TRT Spor Yıldız'dan naklen yayınlanacak olan maç.
*İlk periyodu 24-15 üstün bitirdik. Çekişmeli başlangıcın ardından temsilcimiz 13-13 itibarıyla ağırlığını koydu ve çift haneye dayandı.
*Devreyi 43-42 geride tamamlıyoruz. İspanyol ekibinden 28-18'lik periyot oyunu geldi. Son anlara doğru yediğimiz seri işleri bozdu.
*Üçüncü çeyrek bitimiyle 60-53 gerideyiz. Gran Canaria bu bölümün tamamını önde oynadı. Üretkenlik sıkıntımız baş gösterdi ve İspanyol ekibi çift hanelerin eşiğine geldi.
*82-69 mağlup olduk. Telekom 5. defa kaybetti. İlk bölümdeki oyunun devamını getiremedik ve yine eski travmalar devreye girdi. Türk Telekom'da Jalen Adams 15 sayı gönderdi. Steven Enoch 14 sayı - 11 ribaundla ikili çifte yapsa da yeterli olmadı. Dreamland Gran Canaria'da ise Sylven Landesberg 20, Roko Prkacin 9 sayı üretti.
0 notes
benimpencerelerim · 1 year
Text
SIYASAL ISLAM DEPREMI
"DEVLET TOPLUMU FELAKETLE BAŞ BAŞA BIRAKTI"
Ömer Çelik’in, Yeni Şafak’ta 23 Ağustos 1999’da yayımlanan “Bugün susmak…” başlıklı yazısı şu şekilde:
Depremin ilk saatlerinde ortada olmayan "devletlu" zevat, aradan saatler geçtikten sonra her köşe başından başlarını uzatıyor. İş yapmak adına bildikleri tek şey, açıklama yapmayı kesintisiz bir biçimde sürdürmek. Yapılan işlerin ne kadar beceriksizce yapıldığını tesbit edenlere görünürde kırgınlık ifade eden "yetkililer," el altından da gözdağı veren bir tutumu, devletin âli menfaatlerini korumanın tek göstergesi gibi sunmanın gayreti içindeler. Oysa tek âli toplumun hayat hakkını korumak olan devlet, tam bir şaşkınlık içine düşerek toplumu büyük bir felaketle başbaşa bıraktı. Kırılan gururunu tamir etmek kaygısından arta kalan kırıntıları enkaz kaldırma ve kurtarma faaliyetlerine dönüştürmeye çalıştığında ise iş işten çoktan geçmişti...
Devletin bütün imkanlarıyla ve başarıyla olaya müdahale ettiğini söyleyen Başbakan, depremin ilk saatlerinde kendi bakanlarına bile telefonla ulaşamadığını söyleyerek yetkililere radyo ve televizyon aracılığıyla talimat vermeye çalışıyordu... Kendisine en çok ihtiyaç duyulduğu anda "kamu otoritesi" kapsama alanı dışına çıkmış ve yetkililer, pili bitmiş bir uzaktan kumanda aletine dönüşmüştü. Apaçık ortada olan ve karşılıkları can kaybıyla, Türkiye'nin en az yirmi yılına mal olacak mal kaybıyla ödenen ihmalleri ve beceriksizlikleri dile getirenleri "şaibeli" duruma düşürmeye çalışmaktan başka bir gayreti hâlâ görünmüyor resmi sözcülerin. Kendi sorumluluğunu örtbas etmek isteyen devlet erki hâlâ meseleyi mümkün olduğunca sümen altı etmeye harcıyor enerjisini.
"KURTARILMA İHTİMALİ OLANLARA ULAŞILMASI İÇİN SESLERİNİ YÜKSELTENLERE ŞİDDETLE KARŞILIK VERİLMESİ..."
Sanki ortadaki tek sorun, milletin başbaşa kaldığı yıkımın bir ucundan devlet kurumlarına da bulaşmış olması. Sanki sadece halkın oturduğu binalar yıkılsa ve sarsılmaz bir kudret ve eleştirilmez bir erk kaynağı gibi görünmeyi seven devlet bu felaket karşısında yara almamış olsaydı, mesele kalmayacaktı. Milleti himaye edilmeye ve yol gösterilmeye muhtaç bir topluluk olarak gören devletçi bakışın rahatsız olduğu konu, aslında gerçekten neyin nasıl yapılması gerektiği konusunda yol gösterilmeye muhtaç olanın devlet olduğunun ortaya çıkmış olması sanki. Yoksa insanların canları niye kurtarılmadı diye kamu otoritesini eleştirenlere ya da canları kurtarılma ihtimali olanlara bir an evvel ulaşılması için seslerini yükseltenlere bu derece şiddetle karşılık verilmesinin ne anlamı olabilir?
"TÜRKİYE YÖNETİLEMİYOR"
Bu depremle birlikte ortaya çıkan mekanizmalar ve ilişkiler meselenin sandığımızdan daha vahim olduğunu ortaya çıkardı. Uzun zamandır normal hayatı olağanüstüleştirerek yaşamayı kanıksadığımız için, belli ki, içine düştüğümüz kıskacın vahametini algılamakta zaafa düşmüşüz. Çok basit ama bir o kadar da acı olan şu: Türkiye yönetilemiyor. Ve, yönetemeyen, yönetmesi mümkün olmayan bir mekanizmanın yönetiyormuş gibi yapması binlerce cana mal oluyor. Eğer bugün birilerin fiyakası bozulmasın diye söylenmesi gerekenlerin "milli birlik ve beraberlik" nutuklarının altında ezilmesine göz yumarsak; bugün susarsak, bu çarpık mekanizma yüzünden yüzlerce insanın ebediyen susmasına ortak olmuş olacağız.
***
“CUMHUR İTTİFAKI OLARAK SAHADAYIZ”
3 Kasım 2002 seçimlerinden itibaren AKP milletvekili olarak parlamentoya giren, Kültür ve Turizm Bakanı ve AB Bakanı olarak hükümetlerde görev alan, halen AKP Sözcüsü olan Ömer Çelik, 6 Şubat Pazartesi günü, depremden etkilenen şehirler arasında bulunan memleketi Adana’da açıklama yaptı. “Cumhur İttifakı’nın sahada olduğu” sözleri nedeniyle “deprem bölgesinde siyasi propaganda yaptığı” eleştirilerine hedef olan Çelik, kurtarma çalışmaları ve yardımlar konusunda “Yemek ve diğer ihtiyaçlar konusunda tek tek geziyoruz yıkılan binaların olduğu yerleri. Herhangi bir şekilde şu anda bir eksik gözükmüyor. Ama eksik olduğu anda da yerine getirebilecek şekilde kapasitelerimiz hazır” demişti.
Çelik, “daha çok araç girseydi, vinç gelseydi gibi talepler olduğunu, ellerinde her türlü araç için fazlasıyla imkân ve kapasite bulunduğunu, ihtiyaç duyulursa bunları sevk edecek şekilde bütün imkânların olduğunu” savunarak, “Bu imtihanı inşallah birlik, dayanışma içerisinde hep beraber aşmaya çalışacağız” demişti.
0 notes
fetvayadiren · 1 year
Text
PLANLI İSTİHBARAT OPERASYONUYLA İNŞA EDİLEN “HİCRET İKLİMİ”NİN “II” TAŞIYICI SÜTUNU
Başlangıç notu 1: Aşağıda okuyacağınız analizin PDF versiyonu yarın sabah dropbox linki olarak burada yayınlanacak. Linklere dair önemli not: Bazen Tumblr sebebini bilemediğim bir şekilde tıklanan linklerin ön tarafına  bazı karakterler ekliyor. İlgili linkin ait olduğu internet sayfasına erişmek için linki kopyalayıp, adres çubuğuna yapıştırabilir veya linke tıkladıktan sonra adresin başına eklenen karakterleri silebilirsiniz.
PLANLI İSTİHBARAT OPERASYONUYLA İNŞA EDİLEN “HİCRET İKLİMİ”NİN “II” TAŞIYICI SÜTUNU
https://fetvayadiren.tumblr.com/  adresindeki kişisel blogumda Hablemitoğlu suikastının izini sürdüğüm
10 Mart 2022 tarihli 29 sayfalık (https://fetvayadiren.tumblr.com/post/678364730863353856/neci-p-hablemi-to%C4%9Flunun-%C3%B6zel-yaptirdi%C4%9Fi-son)
ve o analizin devamı mahiyetinde 29 Haziran 2022 tarihli 124 sayfalık (https://fetvayadiren.tumblr.com/post/688427369745301504/fethullah%C3%A7i-i-vmeni-n-ezoteri-k-denklemlerle-%C3%B6r%C3%BClen)
iki ayrı deşifre analizin devamı mahiyetindeki yeni bir deşifre analiz için, Hablemitoğlu soruşturmasıyla ilgili iddianameyi okumaya başladığımı 29 Kasım 2022′de sosyal medya üzerinden duyurmuştum(https://imgur.com/a/Z8Z9Fqt). 
Yaklaşık bir hafta sonra 5 Aralık 2022′de yayınladığım bir sosyal medya duyurusunda, Çetin Doğan'ın ailesinin Balyoz Kumpası’nda internet üzerinden davaya dair her türlü bilgi, belgeyi toplumla paylaştıklarını hatırlatıp, benzeri bir uygulamanın Hablemitoğlu soruşturmasında da çok faydalı olacağını naçizane ifade ettim(https://imgur.com/a/UgfG3aM).
İddianameyi okurken tespit ettiğim “Mustafa Özcan’a ait bir sayısal kripto”yu 5 Aralık 2022 tarihli ve “Ahmet Tarkan Mumcuoğlu”nun verilerinde “tesadüf olamayacak bazı sayısal kriptolardan bir tanesi ile Mustafa Özcan'ın sayısal kriptosu arasında ezoterik hat”tın söz konusu olduğunu da 7 Aralık 2022 tarihli iki farklı sosyal medya duyurumda(https://imgur.com/a/h2TlS7w) dile getirdim.
Fethullahçı ezoterik kriptolojiye dayananbazı hesaplamalara binaen, “Gülen’in ABD’ye gidişiyle Öcalan’ın Türkiyeye iadesi”nin ilişkilendirildiği yorumlara katıldığım için, Hablemitoğlu suikastının işlendiği tarihte Mustafa Levent Göktaş’ın Antalya’da biraraya geldiği eski New York Başkonsolosu Ömer Önhon’un yazdığı "Büyükelçinin Gözünden Suriye" başlıklı kitabın okunması gerektiğine dair şahsi görüşümü 6 Aralık 2022 tarihli sosyal medya duyurumda paylaştım(https://imgur.com/a/Npbt3g6).
8 Aralık 2022’de yayınladığım bir duyuruda(https://imgur.com/a/7Ipqbkx), iddianameyi okurken tespit ettiğim sayısal kriptoların, kısa süre önce yayınladığım analizlerde vurguladığım 
"Fethullahçı ezoterik yol haritası"nda Necip Hablemitoğlu üzerinden "hicret iklimi"nin sınırlarının çizildiği
yönündeki analitik bulgumu teyit eder mahiyette olduğuna işaret ettim. Eski AKP milletvekili “Ramazan Toprak”la ilgili çok önemli bir ifadenin iddianamenin son sayfalarına kadar vurgulamamasını yadırgadığımı, hakeza Mehmet Narin'in Konya ve Antalya seyahatleriyle ilgili ifadesinde “izah edilemeyen yaklaşık 24 saatlik bir boşluk”u savcılığın fark etmediğini ve/veya gözardı ettiğini üzülerek gözlemlediğimi belirtip, dosya üzerinde bir siyasi gölgenin var olma riskine vurgu yaptım(https://imgur.com/a/7Ipqbkx). Aranot: Bahse konu 8 Aralık 2022 tarihli sosyal medya duyurumda iddianameye dair analizimi 2 hafta içinde yayınlamayı planladığımı yazmış olsam da, hala üzerinde çalışmaya berdevam.
Zahiri planda Necip Hablemitoğlu’nu hasım kabul ettiği varsayılan cepheye tutulan fener sayesinde suikastın aydınlatılmasında mühim bir mesafenin katedildiğinin aşikar olduğunu, öte yandan Hablemitoğlu’nun O TARİHTEKİ DOSTLARINA ve HATTA KENDİSİNE fener tutulmadığı müddetçe suikastın bütünüyle aydınlatılamayacağını ve suikastın izahında kullanılan “... o kitabı yayınlamaktan vazgeçiremedikleri için ...” mealindeki zırvaların suikastın “KOZA”sı olmaktan öte bir anlamı olmadığını 13 Aralık 2022 tarihli duyurumda vurguladım (https://imgur.com/a/Nu8d3pG). 
Suikastın ezoterik tasarımında “Hablemitoğlu - Abramowitz - Göktaş” hattının olabileceğine 17 Aralık 2022 tarihli duyurumda, “MİT müsteşarlığı ve/veya müsteşar yardımcılığı teklifiyle alakalı CV’sini almak üzere dönemin Başbakanı Gül’ün Hablemitoğlu suikastının arifesinde kendisine Konya’da verdiği randevunu”n 20. yıldönümü ve dahi “Şeb-i Arûs” olan tarihte Mustafa Levent Göktaş’ın Türkiye’ye iade edildiğini 18 Aralık 2022 tarihli duyurumda ve Nuri Gökhan Bozkır’ın “yanında büyüdüğü ve amcası gibi bildiği baba dostu” hakkında henüz konuşmaya başlamadığını 20 Aralık 2022 tarihli duyurumda ifade ettim(https://imgur.com/a/unYpe5L).
29 sayfalık 10 Mart 2022 tarihli ve 124 sayfalık 29 Haziran 2022 tarihli iki deşifre analizde, “hicret iklimi”nin inşası için Necip Hablemitoğlu’nun 80′lerde özel olarak seçildiğine dair ortaya koyduğum çeşitli verilerin EN ÖNEMLİSİ ve DAHİ İLKİ, kendisinin doğum tarihiyle “hicret” kriptosu arasındaki denklemdi. Fethullahçı ezoterik kriptolojinin önemli verilerinden “27” ve “11”in birlikte ifade edilmeleriyle elde edilen “27/11”/54′ten sonra görülen ilk şafakta doğan Necip Hablemitoğlu’nun doğum tarihine(veya herhangi bir doğum gününe), Fethullahçı kriptolojinin “kutlu doğum” kriptosu olan “27/4”/XX eklendiğinde Gülen’in İzmir Kestanepazarı ve dahi Pensilvanya Kestane Kampı’nda gördüğü ilk şafakların kriptosu olan “26/3”/XX tarihine ulaşılmakta.
“Hicret iklimi”nin inşaa edildiği dönemde Necip Hablemitoğlu’nun en yakınındaki isimlerden biri ve yapıldığı iddia edilen “MİT müsteşarlığı teklifi”, “çeşitli tehditler” vb. konularda sırdaşı olan Ergun Poyraz’ın, ezoterik kriptoloji düzlemi dikkate alındığında "hicret iklimi”ndeki işlevine binaen, kendisinin seçiminde de benzeri bir ezoterik denklemin söz konusu olabileceğini düşündüm. Ergun Poyraz’ın internetten ulaştığım doğum tarihi ise, “ana rahmine düşme” metaforu ihtiva eden 1957’nin Regaib Kandili’nde Gülen’in -kendi beyanına göre- “nurculuğa kabulü”nün 7.  yıldönümüne denk gelmekte. Kendisinin doğum tarihine(veya herhangi bir doğum gününe) Fethullahçı kriptolojinin  “hicret” kriptosu eklendiğinde, Fethullahçı kriptolojinin “kutlu doğum” kriptosuna ulaşılmakta. 
Hablemitoğlu ve Poyraz için doğum tarihleri üzerinden yapılan hesaplamaları özetleyelim: 
Necip Hablemitoğlu’nun “27/11”den sonra görülen ilk şafaktaki doğum tarihine (veya doğum gününe) “hicret” kriptosu ilave edildiğinde “kutlu doğum” kriptosuna ulaşılırken,
Ergun Poyraz’ın, Gülen’in -kendi beyanına göre- “nurculuğa kabulü”nün yıldönümü olan doğum tarihine(veya doğum gününe) “kutlu doğum” kriptosu eklendiğinde ise “hicret” kriptosuna ulaşılmakta.
Bu durum söz konusu "II” ismin bir planlı istihbarat operasyonuyla inşa edilen  “hicret iklimi” için yapılan tasarımda “II” taşıyıcı sütun olarak düşünülmüş ve bu çerçevede özel olarak seçilmiş olabileceklerini düşündürmekte.
Tumblr media
1 note · View note
ozel-buro · 1 year
Text
GÜNDEM ANALİZİ /// E. TUĞA. TÜRKER ERTÜRK : Lale Özan Arslan'a d ün akşam (5 Kasım 2022) güncel gelişmeleri analiz ettik.
GÜNDEM ANALİZİ /// E. TUĞA. TÜRKER ERTÜRK : Lale Özan Arslan’a d ün akşam (5 Kasım 2022) güncel gelişmeleri analiz ettik.
Dün akşam (5 Kasım 2022) Lale Özan Arslan ile aşağıdaki konuları konuştuk ve masaya yatırdık; 1.HDP İle açılım peşindeler mi? 2.İktidar Kürtleri kandırabilir mi? 3.Uyuşturucu trafiğinin aslı astarı var mı? 4.Kemal Kılıçdaroğlu hakkında yapılan suç duyurularının anlamı. 5.TOGG ne malı? 6.Türkiye’nin Avrupa’dan görünüşü. 7.Nitelikli insan göçü. Aşağıdaki erişimden izleyebilirsiniz VİDEO LİNK…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
falcibaba · 2 years
Text
Baht Falı
Tumblr media
Baht falı diğer adıyla kader falı doğum tarihine denk gelen sayıların uzun araştırma ve gözlemler sonucu ortaya çıkması ile genel kabul görmüş bir fal çeşididir Kader falı olarak da bilinen baht falı, uyandırdığı merak sonucu yıllardır bir gelenek halini almıştır. Falın en önemli özelliği ise bir bakıma numerolojiye benziyor olsa da, kişinin doğduğu gün, ay ve yıl hesaplanması ile ortaya çıkan rakamların değerlendirilmesidir. Sayıların dili olarak da yaygın bir ismi bulunan baht falı, çok eski yıllardan beri kişinin bilgilerinden esinlenilerek, sahip olunacak gelecek hakkında ipuçları veriyor. Falda yakın zaman beklentisi ve uzak gelecek hakkında veriler doğum tarihi ile temin ediliyor.
Baht Falı Nasıl Bakılıyor ?
Tumblr media
Baht Falı Her ay için bir rakamsal değer var, bunlar sırasıyla; Ocak 1, Şubat 2, Mart 3, Nisan 4, Mayıs 5, Haziran 6, Temmuz 7, Ağustos 8, Eylül 9, Ekim 1, Kasım 2 ve Aralık 3 şeklindedir. Hangi ayda doğmuş iseniz o aya denk gelen sayısı alarak doğum tarihinizle birlikte topluyorsunuz. Örnekle anlatmak gerekirse, doğum tarihiniz 3 Nisan 1964 ise; 3+4+1964= 1971 1+9+7+1= 18 1+8=9 Kader sayınız 9 olarak ortaya çıkıyor.
Baht Falı Yorumu
Yukarıdaki örnekte kader sayımızı bulmuştuk. Baht falında yorum yapılırken 1’den 9’a kadar olan karşılıklar bize o kişi hakkında bilgi vermektedir. Çıkan kader sayısına göre kısaca rakamların yorumları ise; Kader sayısı 1; Yol gösterici, öncü ve lidersiniz, güçlü kişiliğinizin yanı sıra boyun eğmek size göre değil. Yaratıcı ve yetenekli olmanızın yanı sıra ise düşüncelerinizi bir an evvel eyleme dökme gibi bir gayret içindesiniz. Zaman zaman hırsınıza yenildiğiniz anlar olmuyor değil, bu gibi anlarda hassas kalbinizin sesini dinlemelisiniz. Kader sayısı 2; Diğer insanlara nazaran taktik anlayışınız daha gelişmiş olması nedeniyle insani ilişkilerde oldukça farklı metotlar sergileyebiliyorsunuz. Bu nedenle hayat felsefeniz iş birliğinden yana. Ruhun birleştirici elementi de zaten iki rakamının toparlayıcı özelliğinden kaynaklanıyor. Kader sayısı 3; Yöneticilik ve örgütlü çalışmayı simgeleyen ve çokluğun birlikle ses getireceğini işaret eden bir anlayışı hayata yaymayı anlatan 3 rakamı, halden anlayan ve bağışlayıcı bir kişiliği de temsil ediyor. Kader sayısı üç olanlar planlı ve programlı hareket ederek hayattan istediklerini de zamanlamasını doğru yaparak elde ediyor. Kader sayısı 4; Kareyi simgelemesi nedeniyle eşitlik ve adalet kokan bir yaşam anlayışını hayata geçirmeyi temsil eden 4 rakamı, birazcık da olsa hayata renk katmanız gerektiğini de dile getiriyor. 4 Rakamı ayrıca muhafazakarlığın da işareti olarak ele alınıyor. Kader sayısı 5; İnce zeka pırıltısının yanı sıra enerjik bir yapıyı da simgeleyen 5 rakamı, özgürlüğün hayatın anlamı için olmazsa olmaz olduğunu da vurguluyor. Kader sayısı 6; Temel felsefesi aşk olan 6 rakamı, sadece bir bireye olan aşkı tarif etmiyor. Çiçekten böceğe, kitaptan minik bir sincaba kadar geniş bir yelpazede bu duyguyu size yaşatıyor. Pembe gözlük taktığınızı söylemesek bile hayatın bir armonisi olduğu gerçeği ile baş başa kalmayı tercih ediyorsunuz. Kader sayısı 7; Gözlem yapmayı seven ve her şeyi en ince detayına kadar takip etmeyi seven bir yapıya sahip olduğunuzu gösteriyor. Kader sayısı 8; Keskin bir zeka ve her şeyi net olarak görebilme yetisine sahip kişilerin buluştuğu 8 rakamı, değişik yeteneklere sahip olunduğunun da kanıtı ayrıca. Kader sayısı 9; Siz perdenin arkasındaki gizemleri çözmek için ideal bir kişisiniz. Ayrıntıcı özelliğiniz aynı zamanda empati yeteneğinizin de gelişmesi demek. Psikolojik olaylar tam size göre. Benzer konu olan Şans Falı konusuna göz atabilirsiniz. Read the full article
0 notes
yusufserkan · 4 years
Text
Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesinin çok “sembolik” bir anlamı vardır. Ayasofya, Saidi Nursi'den Necip Fazıl'a Atatürk Cumhuriyeti'yle hesaplaşmak isteyen çevrelerin iki önemli sembolünden biridir. İkinci sembolleri halifeliktir. Nitekim geçtiğimiz hafta “Gerçek Hayat” dergisi, “Artık Ayasofya ve Türkiye hür! Hilafet için toparlanın!” başlıklı bir kapakla çıkmıştır.
Peki, ama hilafetçilerin iddia ettiği gibi halifelik “dinsel bir kurum mudur”, “İslam dünyasını birleştirmiş midir” ve “İngilizlerin isteğiyle mi kaldırılmıştır?” İşte halifelik gerçeği!
HALİFELİĞİN ANLAMI
Kuran'a göre halife insandır. Kuran'da Hz. Adem'den “yeryüzündeki halife” olarak söz edilmektedir. (Bakara: 30). Kuran'da Allah'ın veya peygamberin vekili anlamında bir halifelik yoktur. Hiçbir fani, Allah'ın halefi veya temsilcisi olamayacağından ve Hz. Muhammet de son peygamber olduğundan dolayı halife, Allah'ın veya peygamberin vekili olamaz. Bu durumda Hugh Kennedy'in ifadesiyle “Halife, peygamberin yaşarken ifa ettiği dünyaya ve yönetime dair işlerden bazılarını yürüten sıradan bir adam olabilir.” (Hugh Kennedy, Hilafet, İstanbul, 2019, s. 31) Gerçekten de Hz. Ömer'den itibaren neredeyse bütün halifelere “Emirül Müminin” (Müminlerin Emiri) unvanı verilmiştir. (Diyanet İslam Ansiklopedisi, C.11, s. 156, 157) Emir, “kumandan” veya “bey” anlamlarına gelmektedir.“Emirül Müminin” adı verilen halife, Müslümanların dünya işlerini yürüten lider, yani devlet başkanından başka bir şey değildir. (Kennedy, s. 31).
Tarihsel süreçte Osmanlı halifelerinin kendilerini “Allah'ın yeryüzündeki gölgesi” diye adlandırmalarının hiçbir dinsel dayanağı yoktur. Bu yaklaşım, Kuran'daki İslam'a aykırıdır.
Hz. Muhammet'in ölümünden sonra onun yerine devletin başına geçecek kişinin belirlenmesi halifeliğin ortaya çıkmasına neden oldu. Yani halifelik dinsel bir gereklilikten değil, siyasal bir ihtiyaçtan doğdu:
Yaygın kanaatin aksine halifelik tarih boyunca Müslümanları birleştirmedi, tam tersine böldü.
Halifelik daha ortaya çıkarken ayrılıklara, kavgalara neden oldu. İlk halife belirlenirken başlayan ayrışmalar dört halife döneminde devam etti. Öyle ki dört halifeden üçü; Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali katledildi. Halifelik daha doğarken kardeş kanı aktı; hilafet, Sıffın Savaşı ve Kerbela Olayı gibi kanlı “emirlik” kavgaları üzerinde yükseldi. Bütün bu kavgaların merkezinde “siyaset” vardı; bu kavgalar devletin başına geçme, “müminlerin emiri” olma kavgasıydı.
Tarih boyunca bütün İslam dünyasını tek bir noktadan yöneten tek bir halife hiç olmadı. Çünkü monarşik güçlerini halifelik unvanıyla daha da arttırmak isteyen Müslüman hükümdarlar fırsat bulduklarında kendilerini halife ilan etmekten çekinmediler. Bu nedenle İslam dünyasında aynı anda birkaç halife hüküm sürdü. Örneğin 910'da Abbasi Halifeliği devam ederken Şiiler Fatimi Halifeliği'ni kurdular. 929'da Bağdat'ta Abbasi Halifeliği, Mısır'da Fatimi Halifeliği devam ederken İspanya'da Endülüs Emevi Halifeliği ilan edildi. Böylece 10. yüzyılda İslam dünyasında aynı anda üç halifelik ortaya çıktı. Sünni Abbasiler ile Şii Fatimiler arasında iktidar ve nüfuz mücadelesi uzun yıllar boyunca devam etti.
11. yüzyıl başlarında İspanya'da Endüslüs Emevi Devleti iyice zayıfladı. Halifelikten kaynaklanan iç kavgalar nedeniyle devlet ileri gelenleri 1031'de halifeliği kaldırıp içlerinden -halife ailesiyle alakası olmayan birini- yönetici seçtiler. Böylece tarihte ilk kez Endülüs Emevi Devleti halifeliği kaldırmış oldu. İşin ilginç yanı, kaldırılan halifeliği kimse yeniden diriltmeye çalışmadı. (Kennedy, s.198)
1031'de Emevi Halifeliği, 1071'de Fatimi Halifeliği, 1258'de de Abbasi Halifeliği yıkıldı. Bu boşlukta halifeliğe Mısır'daki Memlük Devleti sahip çıktı.
Halife Memlüklerdeyken diğer İslam devletleri Memlüklere biat etmediler. Tam tersine Müslüman Osmanlı Devleti, 1517'de Müslüman Memlüklere saldırdı. Yavuz Sultan Selim, 1517'de Memlük Devleti'ne son verip halifeliği ele geçirdi. Ancak bu sefer de diğer İslam devletleri Osmanlı Hilafetini tanımadılar. Mahmut Goloğlu'nun ifadesiyle “Osmanlı padişahları sadece kendi ülkelerindeki Müslümanların halifesiydiler. Yani bütün dünya Müslümanlarının halifesi hiç olmadılar.” (Mahmut Goloğlu, Halifelik, İstanbul, 2012, s. 23).
1774'te Küçük Kaynarca Antlaşması'nda Ruslar Ortodoksların koruyuculuğunu üstlenince Osmanlı da -ilk kez halifelikten yararlanarak- Kırım Müslümanları üzerinde benzer bir hak ileri sürdü.
II. Abdülhamit halifeliği bir güç olarak kullanmak istedi. 1876 tarihli Kanuni Esasi'nin 3. maddesine göre padişah aynı zamanda halifeydi. 4. maddesine göre padişah halife olarak İslam dininin koruyucusuydu.
1897'de Yunan zaferi, İslam dünyasında Abdülhamit'in şöhretini artırdı. O sırada İngiltere'yle rekabet eden Almanya, Abdülhamit'in bu şöhretinden yararlanmak istedi. 1898'de Kayzer II. Wilhelm İstanbul'a gelip II. Abdülhamit'i ziyaret etti. Oradan Suriye, Filistin'e gitti. II. Wilhelm, Şam'da Müslüman kılığına girip Selahaddin Eyyübi'nin Türbesi'ni ziyaret ettikten sonra yaptığı konuşmada “Abdülhamit 300 milyon Müslümanın halifesidir, ben de onun dostuyum!” dedi. (Cüneyt Akalın, Halifelik Neden Kaldırıldı, İstanbul, 2014, s. 10).
II. Abdülhamit ile II. Wilhelm'i kol kola gösteren bir çizim.
Almanya, Abdülhamit'in şahsında “halifeliği” bir silah olarak kullanmak istiyordu. Abdülhamit dönemindeki Berlin-Bağdat ve Hicaz demiryolu projelerinin ardında da Almanya'nın halifelik planı vardı. Ancak Alman halifelik planına karşı İngilizler hemen harekete geçtiler; Kuveyt, Necit, Hicaz, Asir, Yemen, Sudan mahalli liderlerini Osmanlı'ya karşı ayaklandırdılar. 1885-1906 arasında buralardaki Müslüman liderler Abdülhamit'in halifeliğini tanımayarak isyan ettiler.
II. Abdülhamit'in “halifelik silahı” ne Fransa'nın Tunus'u işgaline, ne İngiltere'nin Mısır'ı işgaline, ne Bosna Hersek'in Avusturya'ya bırakılmasına engel olabildi. Çünkü bu kurusıkı bir silahtı.
II. Abdülhamit döneminde Rusya, Orta Asya'da Hive, Buhara ve Hokand hanlıklarını ele geçirdi. Bu Müslüman hanlıklar, Osmanlı halifesinden yardım istediler. Mozanbik ile Madagaskar arasında Komor Adaları'ndaki Müslümanlar da Fransız tehdidine karşı Osmanlı halifesinden yardım istediler. Fakat II. Abdülhamit bu Müslümanların hiçbirine yardım etmedi, edemedi. (Kennedy, s. 218,219)
Kısacası halifelik, II. Abdülhamit döneminde de İslam dünyasını birleştirmedi, Müslümanların dertlerine derman olmadı.
19. yüzyılda İngiltere, Almanya kontrolündeki Osmanlı Halifeliğine karşı kendi kontrolünde bir Arap Halifeliği kurmak istedi. I. Dünya Savaşı'nda bu plan açıkça ifade edildi. 31 Ekim 1914'te Kahire'deki İngiliz temsilci Lord Kitchener, 30 Ağustos 1915'te de Sir H. Mc. Mahon, Mekke Şerifi Hüseyin'e gönderdikleri iki ayrı mektupla “Gerçek Arap soyundan birisinin Mekke veya Medine'de halifeliği üzerine almasını” istediler. (Bilal Şimşir, Doğunun Kahramanı Atatürk, Ankara, 2015, s. 107, 108).
İngiliz desteğini arkasına alan Mekke Şerif'i Hüseyin, 1 Kasım 1916'da Osmanlı'ya karşı ayaklandı. Mekke'de bağımsızlığını ilan eden Kral Hüseyin, Arap dünyasında “halife” sayılmaya başlandı. Ancak İngiltere, Şerif Hüseyin'in halifeliğini hemen tanımayıp savaş sonunu beklemeye karar verdi. İngiltere'nin, halifeliği kullanabileceğini gören Fransa ve İtalya da harekete geçtiler. İngilizler, Kral Hüseyin'i halife ilan ederlerse Fransa Fas sultanını, İtalya ise Şeyh Ahmet Sunisi'yi halife ilan edecekti. Sovyetler Birliği'nin de bir halife adayı vardı. Onlar da Afganistan Emiri Amanullah Han'ı halife yapmayı düşünüyordu. (Şimşir, s. 108-113).
Şerif Hüseyin, İngilizlerin desteğiyle önce 1916'da Osmanlı'ya isyan etti, sonra 1924'te halifeliğini ilan etti.
TBMM, 1 Kasım 1922'de saltanatla halifeliği birbirinden ayırıp saltanatı kaldırdı. Halife Vahdettin, 17 Kasım 1922'de, “halifelik” sıfatıyla İngilizlere sığınıp ülkeden kaçtı. TBMM, Abdülmecit Efendi'yi halife ilan etti. İngiltere, Vahdettin'in “halifelik” sıfatından yararlanarak özellikle Hint Müslümanlarını kontrol etmeyi düşündü. Kaçak Vahdettin, İngiltere'nin bilgisi dâhilinde, Hicaz Kralı Hüseyin'in davetini kabul ederek 15 Ocak 1924'te Hicaz'a gitti. Ancak Arapların Vahdettin'i değil, Hicaz Kralı Hüseyin'i “halife” olarak tanıdıkları görüldü. Hint Müslümanları da Milli Mücadele'deki ihaneti nedeniyle Vahdettin'in halifeliğini kabul etmiyordu. Bunun üzerine İngilizler, “halife” olarak hiçbir gücü olmadığını anladıkları Vahdettin'i “istenmeyen adam” ilan ettiler. 1924 başlarında İngiliz basını Hicaz Kralı Hüseyin'in halife ilan edileceğini yazmaya başladı. Yeni Türkiye Cumhuriyeti, İngilizlerin halifelik entrikalarını yakından izliyordu. İngiltere “Kimi halife ilan etsem?” diye düşünürken Atatürk, bu İngiliz planını suya düşürecek radikal bir karar verdi; TBMM, 3 Mart 1924'te halifeliği tamamen kaldırdı.
Türkiye'nin halifeliği kaldırmasına İngiliz basını çok şiddetli bir tepki gösterdi. Türk düşmanı Lloyd George'un yayın organı Daily Telgraf gazetesi, 4 Mart 1924'te halifeliği kaldıran Türkiye'ye şöyle saldırdı: “Türkler halifeliği kaldırmakla Batılılaşacağını, uygarlaşacağını sanıyorlarsa yanılıyorlar… 6 milyon nüfuslu Türkiye halifelik sayesinde büyük devletler arasında sayılıyordu. Bundan sonra bu devlet artık üçüncü sınıf bir Tatar devletçiği derecesine düşecektir!” İngiliz basını bir hafta boyunca halifeliği kaldıran Türkiye'ye ateş püskürdü. (Şimşir, s. 136-141). İngiltere, halifeliği kaldıran Türkiye Cumhuriyeti'ni uzun süre tanımak istemedi. İngiltere, halifeliğin kaldırılmasından 6 yıl sonra, 1930'da Ankara'da büyükelçilik açtı. İngiltere uzun yıllar Türkiye'ye kredi de vermedi.
TBMM, 3 Mart 1924'te halifeliği kaldırdıktan iki gün sonra 5 Mart 1924'te Hicaz Kralı Hüseyin 101 pare top atışıyla halifeliğini ilan etti. Ancak özellikle Mısır ve Hint Müslümanları Şerif Hüseyin'in halifeliğini tanımadı. Şerif Hüseyin, halifelik ilanından 7 ay sonra bir Vahhabi saldırısıyla (Abdülaziz Bin Suud tarafından) Hicaz'dan sürüldü. Bu sırada önce İsviçre'de bulunan devrik halife Abdülmecit Efendi sonra da Mısır uleması, İslam konferansı çağrısı yaptılar. 1926'da Kahire Kongresi ve Mekke Konferansı düzenlendi. Ancak bu toplantılardan hiçbir sonuç alınamadı (Arnold J. Toynbee, 1920'lerde Türkiye, Hilafetin İlgası, İstanbul, 1998, s. 81, 84-87, 106-116). Çünkü artık ulus devletler çağı başlamıştı; hiçbir İslam ülkesi kaderini bir halifeye teslim etmek istemiyordu. Ayrıca Türkiye dışında bağımsız bir İslam ülkesi de yoktu. Halife seçilse bile İngiltere veya Fransa'nın kontrolü altında olacaktı.
Sonuç olarak, halifelik siyasal bir kurumdu. Atatürk, “Halifelik hükümet, devlet demektir. Türkiye Cumhuriyeti kendi içinde başka devlet kabul etmez” mantığıyla halifeliği kaldırdı.
Tarih boyunca halifelik Müslümanları birleştirmedi, böldü; halifelik rekabeti yüzünden Müslüman milletler birbirine düştü. Halifelik, 19. yüzyıldan itibaren İslam dünyasını ezen, sömüren Batı emperyalizminin oyuncağı haline geldi. İşte Atatürk, Müslümanları birbirine düşüren, Batı emperyalizminin oyuncağı haline gelmiş ve çağ dışı kalmış halifeliği kaldırarak İslam milletlerine “bağımsızlık” ve “barışçı iş birliği” yolunu açtı. İslam milletleri, halifelik varken değil, halifelik kaldırıldıktan sonra bağımsızlıklarına kavuştular.
1 note · View note
beniunutmaa · 4 years
Text
Benim Hikayem
Burayı hep günlüğümmüş gibi kullandım. Kimsenin okumasına gerek yoktu sadece içimi dökmek isteyipte konuşacak kimse bulamayınca buraya yazıp rahatlamaktı amacım. Şimdi de içimden uzun zamandır söküp atamadığım o koca ağırlık belki biraz olsun hafifler diye yazmak istiyorum kendi hikayemi. Belki de sıradan bir aşk hikayesi. Ama beni yerle bir etmeye yetti. 
11. sınıfım daha. Her şey toz pembe. Klasik lise aşklarından birini yaşayıp şerefsizin birinden ayrılmışım. Ergenlik çağları tabi dünyanın sonu  sanıyorum. Neyse atlattık bitti gitti. 11. sınıfta sınıflar değişmiş.Sınıfta yeni bir arkadaş grubu edinmişim ama ortam nasıl güzel. Böyle başladı zaten onunla hikayemiz. Wp grubumuzu kurmuşuz 5 6 kişi. Geç saatlere kadar mesajlaşıyoruz. Bir kaç ay sonra özelden yazmaya başladı bana. Anlıyorum tabi ben de hoşuma da gidiyor. Bir gün kafeye gittik çay kahve içiyoruz ben  Zeynepin yanına oturucam dedi oturdu yanıma. Sohbet muhabbet derken tabi şarkı da çalıyor bir yandan. 3 4 şarkı sonra Gülayın Cesaretin var mı aşka şarkısı çalmaya başladı. Döndü baktı bana. Sonra kulağıma eğildi ‘’Cesaretin var mı aşka ? ‘’ dedi. Sustum cevap veremedim. Nefesim kesildi o an sadece gülümsemekle yetindim. Neyse bir gün yine böyle gruptan ayrı mesajlaşıyoruz Zeynep dedi benim içimde çok kötü bir his var sonra konuşuruz. İki saat boyunca  girmedi. Kafayı yedim meraktan dua ediyorum. Ama ne yaptığımı da bilmez bir haldeyim. Bildiğim ne kadar dua varsa yazdım bir kağıda muska dikiyorum kendi ellerimle. Düşünemiyorum da tabi bu ne işe yarayacakki diye aklıma sadece o gelmiş onu korusun istemişim. 2 saatin sonunda geldiğinde o kadar etkilenmişiz ki ikimizde. Zeynep dedi hani kendini hiçbir yere ait hissetmediğini söylemiştin ya. Bana ait hisset çünkü ben öyle hissediyorum. O geceyi hiç unutamadım. Unutamadım çünkü kalbim öyle yerinden çıkarcasına atıyordu ki. Ertesi sabah okul var biz sevgiliyiz ama öyle utangacız ki ikimizde birbirimizden kaçıyoruz. Ama aynı sınıftasın nereye kadar kaçabilirsin ki. Neyse bir hafta sürdü bu tatlı kovalamaca. Bir haftanın sonunda yapamıyorum dedi. Ulan neyi yapamıyorsun hiçbir şey yaşanmadıki. Ayrıldık ama arkadaş ortamımızda bozulsun istemedi. Arkadaş kaldık. Bir insana nasıl 1 haftada bağlanılabilirdi ki ? Ama ben salağım bağlanmışım. Farklı geldi bana, herkesten farklı. Bir defter aldım elime her gün onu yazdım o deftere. Bana verdiği ilk çiçekten sakız çöpüne kadar her şeyini sakladım. 12. sınıfın 2. dönemine kadar her gün katlanarak artan sevgimi yazdım. Bu sırada o beni arkadaşı olarak görmekle yetindi sadece hatta şansını başkalarıyla bile denemek istedi ama ben bekledim. Tek dert ortağım günlüğümdü. Adını kullanmak istemediğim için bir isim de taktım ona. ‘’Abis’’ dedim. Anlamı deniz ve okyanuslarda ışığın ulaşamadığı kör nokta demek. Ben de ona ulaşamıyordum ki. Biliyordu, hiç saklamadım duygularımı, herkese karşı lanet bir gururum vardı ama ona bir kez bile gurur yapmadım çünkü dedim ya farklıydı herkesten ya da bendim ona bu kadar anlam yükleyen. Ama o hiç görmek istemedi. Kasım ayı geldi. Okulumuzda üniversite için yapılacak bir 10 kasım gösterisi için hummalı bir hazırlık var o da zeybek oynamak için seçilmiş. Ama o kadar güzel oynuyor ki. Geniş omuzlarıyla her kollarını kaldırışında o kadar heybetli duruyorduki. Gösteri günü geldi. İzlemeye gidicez arkadaşlarla. Özenle hazırlanmışım. Gittik salona oturduk. Sahnede bir şeyler oluyor ama benim umrumda değil ben onu bekliyorum heyecanla. Anons yapıldı o girdi sahneye. Yöresel kıyafetlerle öyle güzel zeybek oynadı ki orda bir kez daha  aşık oldum ben ona. Gösteri bitiminde sinemaya gittik hep beraber. Yanındaki koltuğa oturttu beni. Müslüm yeni girmişti vizyona. Kolu koluma yapışık nefesini hissede hissede içim yerinden çıkarcasına izledim filmi. Bir ara dayanamadım başımı omzuna yaslayabilir miyim dedim. Önce duymamazlıktan geldi sonra fikrini değiştirmiş olmalı ki tamam dedi. 1 yıldan sonra ilk kez  o kadar mutlu olduğumu hissetmiştim. Kanatlanıp uçacaktım sanki. Filmin sonunda yüzüme bile bakmadan gitti. Rahatsız olmuş gibiydi. Sonraki 2 gün okulda benimle hiç konuşmadı. ‘ günün sonunda karşıma geçip ben seni kardeşim gibi görüyorum sana umut vermek istemiyorum bunun için ne yapmalıyım dedi. Gözlerimi diktim gözlerine bağıra bağıra ben seni seviyorum dedim. Beklermiyordu bu ani çıkışımı tabi. İlk defa o an gururuma yenik düşüp bundan sonra konuşmayalım dedim. Ardından geçen 4 gün boyunca ne yüzüne baktım ne de bulunduğu ortama girdim. Ama benim küçük dünyamı ilk başıma yıkışıydı. Dengesizdi ne istediğini bilmezdi ve hep ikinci plana attı beni. Öncelikleri vardı ve bu öncelikler arasında ben yoktum. 4 günün sonunda karşıma geçti seni bu kadar sevdiğimi bilmiyordum, yüzüme bile bakmadığın her an seni ne kadar sevdiğimi anladım dedi. İlk defa  orda bana sevdiğim dedi ben de bir yıl boyunca beni görmezden gelişini, onu daha çok sevmeme ona daha çok bağlanmama sebep olan sözlerine hareketlerine rağmen beni reddedişini unuttum. Aptallıktı ama yaptım işte. 7 ay sürdü beraberliğimiz. Bu 7 ayda  o kadar yordu ki beni. Çok mutlu ettiği zamanlarda oldu. Zaten çok seviyordum ve yaptığı ufacık bir şey bile beni dünyalar kadar mutlu etmeye yetiyordu. Günlüğümü okuttum ona. Çok şaşırdı yazdıklarımı okuyunca. Bu sevgi değil bu başka bir şey ben seni bu kadar çok sevemem dedi. Olsun dedim çok sevme sadece sev. Ben benim sevgim ikimize de  yeter sandım. Yetmezmiş, yetmedi. Sınav senemizdi. Çalışıyorum derdi sürekli. Anlayışla karşılıyordum. Ama sadece bana ayıracak vakti yoktu yada bana gelince sınava çalışıyordu. Dedim ya öncelikleri arasında ben yoktum. Normal sevgililer gibi hiç vakit geçirmedik biz onunla. Tenefüste yanyana yürüyüp bahçeyi turlamaktan öteye gitmedi yani. Oysa ne çok isterdim saatlerce el ele yürüyüp kahkahalarla sohbet etmeyi. Ne çok isterdim dizlerine uzanmayı, saçımı okşamasını. Yaşayamadığım bir çok şey gibi buda içimde ukdedir. Mezuniyet törenimiz oldu. Alakalı alakasız herkesle fotoğraf çekmiştir de bir sevgilisiyle fotoğrafı yoktur. O kadar üzgünümki yaşama ihtimalimiz olup da yaşayamadığımız her şey için, o kadar kırgınım ki. Okul bitti sınava girdik, çalışmamıştım mezundum biliyordum. Onunla zaten olmayan sohbetlerimiz mesajlaşmalarımız günde iki üç cümleye kadar indi ve ben en sonunda kafayı yiyecek duruma geldim. Sanki çok değersizdim onun için ve bu beni  okadar yaraladıki. Kendi düşüncelerimle kendime zarar veriyordum ve bir gün dayanamayacak noktaya gelip ayrılmak istediğimi söyledim. Ama o kadar aptalım ki kafamdaki düşünce bir  kaç gün sonra beni özleyip barışacağımız yönündeydi. O ne yaptı peki. Ertesi gün beni her yerden engelledi. İstediği mesleği kazandı ve üniversiteye gitti. Dünyamın bu kez daha sarsıcı 2. kez başıma yıkılışıydı. Derslerime odaklandım. Silemedim fotoğraflarımızı ama girip bakmadım da hiç. Ama öyle bir his vardı ki içimde sanki bir gün karşıma çıkacaktı. Sanki yeniden dahil olacaktı hayatıma. 8 ay gibi bir süre boyunca kalbimdeki yerine hiç ihanet etmedim. 8 ay sonra bir kış günü bir film sahnesi gibi bir şey yaşandı. Arkadaşla yemek yiyecektik ama o kadar aksilik oldu ki sanki evren başka bir yerde yememi istiyordu gitiğim 2 3 yerde bir sürü aksilik yaşadım. En son girdiğimiz yerde  yemeğimizi yedik  kapıdan çıktık kafamı kaldırmamla göz göze geldik. Dünya dönmeyi bıraktı benim için desem yeridir. Arkadaşım bir şeyler söylüyordu ama ben duymuyordum. Sadece ona odaklanmıştım o da bana. Biz sustuk gözlerimiz konuştu sadece. 5 saniye sürdü bu bakışma ama benim için sonsuzlukla eşdeğerdi. 8 ay sonra kaldırdı engelimi ama yazamadım. O kadar kırgındım ki ona. Sonra bir gün tumblra girdim anonim olmuş biri ilk defa olan bir şey ve sadece bir soru işareti. Anladım o olduğunu ya da hissettim diyelim. Benim için tumblr açması o kadar şaşırtmıştı ki beni. Böyle şeyler yapmazdı hiç. Yani hiç uğraşmamıştı. Buruk bir sevinçti o an yaşadığım. Sonra takibe aldı beni. Girdim bloğuna. İlk postu şuydu; ‘’Hayat durdu, kalbim durdu, nefesim kesildi, o durmadı.’’ altında da beni gördüğü tarih. Yine o tanıdık kalp çarpmasını hissettim. O günden sonra 3 kez daha karşılaştık ve her karşılaşmamızda başka bir post paylaştı. Hiçbirine cevap vermedim. O mesaj attı. Adres saat ve cep telefonu numarası. Buluşalım dedi ben de sorgusuz sualsiz gittim. Gittim ve sarıldım ona. Özlemim ağır bastı kırgınlığıma. Afettim  onu bilmem kaçıncı kez. Seviyordum hem de çok. Bir gül, bir ayıcık bıraktı üniversiteye dönmeden önce bana. Johny koydum ayıcığın adını çünkü lisede onu Johny Bravoya benzetmiştim. Komik. Her gece Johny ye sarılıp uyudum. onunla konuştum. Değişti sandım ve iki ay konuştuktan sonra yeniden hayatıma aldım onu. Bu sefer farklı olur sandım. Öyle hissettirdi bana ben de yine yeniden kabul ettim onu. Sadece 2 ay sürdü. 2 ayın sonunda yine konuşmalarımız azaldı yine yabancılaştık ve yine koptuk birbirimizden hem de elle tutulur hiçbir sebep yokken. Bu kez daha çok değersizleştim daha çok önemsizleştim. Ama beni yaralamasına izin vermedim. Ve farkettim sonunda. İhmal edilen, öenmsenmeyen her şey ölürmüş. Onu sonsuza kadar seveceğimi zannederdim. Hİçbir şey sonsuza kadar sürmüyormuş.Ona ait olan her şeyi bir kutuya koydum ve zamanı geldiğinde yakacağım hepsini. Onu özlemiyorum artık. Johnyyi özlüyorum biraz ama alışırım. Onu unutacağım belki evet ama onu nasıl sevdiğimi asla.
6 notes · View notes
seslimeram · 4 years
Text
Hayat / Yıkım
Tumblr media
Zıvanadan çıkmış hallerle kuşatıldığımız bir sahada soluk alabilmenin derdindeyiz. Tuhaf zamanlardayız. Bütünün, bütün bir sahanın, bir sahnenin her yanının, her anının, hemen her bir dönemecinin bariz ve kesintisiz bir zalimlikle kuşatıldığı sahada hayatın ederinin her ne olduğunun peşindeyiz. Cerahat mütemadiyen yinelenirken, yaşamsallık çürümeye terk edilirken, var edilmiş tüm / bütün fecaatlerin sofrasında hayat ne olacak bunun derdi ve tasasındayız. Zıvanadan çıkmış bir tahakküm hamlesi güncel kılınırken, cerahat hemen her yeri kuşatırken yaşamın abecesi tarumar olunandır. Bu kadar afaki bir o kadar arasız, fasılasız, daimi olarak cürümlerle hemhal kılınmış memleket bir laf değil hakikatten de ol çürümenin kılınır.
Çürümenin görünürlüğü, kokusu, yaygınlığı, anlamı artık dört bir yanda fark edilesidir. Erk, muktedir, iktidar kendisine doğru olanları kurarken, yenilenirken o müştereklerimiz olanı tarumar edendir. Hayatın orta yerinin biçimsiz, sonsuz ardı hiçbir zaman kesilmez bir hiddet, şiddet döngüsüne rehineliği mesele değil midir, hala değil midir? Bunca bariz, bir o kadar kati, kesintisiz olan şey zıvanadan çıkmış bir tahakküm, eksiksiz bir işkence yeri, hayatın berhava olunmasında her gün yeni bir eşikken yol yön her nereyedir sahiden de? Biçimlendirilen, var edilenin ağır bir yıkım hali olduğu ortadayken, çürüme her kimi, kimleri kapsamayacaktır, nasıl? Bu kadar lalettayin bir yıkımın olduğu yerde her şeyin üstü örtbas olunurken, yakıcılık, yağmanın ta kendisi sıradana hayat bırakmazken ne olur, kimler bu tufanda ayrı tutulur, her nasıl?
Biyopolitik bir menzilin dönüşüm hamlesi on sekizinci yılındaki Akp iktidarında güncel bir haldedir. Dıştan içe, içten öze, en üstten en alta her kesimi kuşatarak hiddet, linç ve bir tabii ki şiddeti gündelik kılarak demokrasinin tarumar edilmesi daimi kılınır, hal midir, hak mıdır, reva mıdır? Biçem, olgu ve yönelimin sıradana karşıt kılındığı yerde bu varlığı tescillenen fasit döngü bitimsiz bir yara olgusunu güncelleyendir. Yara bere içerisindeki bir yerin kime ne faydası olur. Yara bereler içerisinde kalmış bir yerde, hayatın ederi, anlamı çürümeye terk olunurken, gidilen yol mudur, hiçbir izahatı var mıdır?
Genel geçer değil doğrudan ve sabık bir tahayyülle hayatın nobran bir mesele mahkum kılınması var edilir. Yeter ki kimseler ama özellikle sıradan olanlar birbirlerini duymasın, sorgulamasınlar. Yeter ki, öteki olarak bilinenler birbirlerinin meramına ermesinler. Bir uzamda belirli bir hatta buluşmasınlar. Biyopolitik şiddet bir metafor değil, her günün başat yönelimi kılınırken muktedir eliyle sıradanın susturulması devreye konulur. Tüm o birbirini duyma hadisesine engel olmak tek gaile kılınır. Birbiri ardına güncellenen, tüm yıkım hamleleri, tahakküm evreleri, bunun tamamlayıcısı olan devletlinin yergileri, hınç dolu hamleleri, son dakika kararları ile bir zıvanadan çıkmışlık dahilinde hayat kuşatılan bir süreklilikle boğulur.
Bu halle, bu durumla her nasıl soluk alınabilir hiç sorguluyor musunuz? Bütünün yerle yeksan olunduğu bir sahada hayatın ederi hiç kılınırken soluğunuzdan emin misiniz hiç, son kararınız mı? Sıradanın hayatının heder ettirilmesi, laf ola beri gele bir mesele değil tam da herkesin gözleri önünde vuku bulan, alenen tanıklığına yazıldığımız bir gayretin ta kendisidir. Devletin gölgesinin her nereye düştüğü afaki kılınır iş bu raddede. Hayatın bir hiçliğe mahkum edilmesinin büsbütün sancılı süreçleri bu sahnenin dört bir yanında tüm o madun siyasetin aktörleri eliyle daimi bir mesele olarak biçimlendirilir.
Hayatlarımızın her nasıl pamuk ipliğine rehin kılındığı, sesin ve sözün her nasıl örselenip, alt edilmeye çalışıldığı bugün afaki bir biçimde örneklenendir. Denek kılınan hayatların tam da ortasında bir düzlemin ne huzuru ne güncesi ne şimdisi ne de berisi vardır. Varlığı tescillenmiş olan harap viranlık, kesintisiz deneylerle oluşturulan karanlığın şu sahayı bir biçimde dönüştürmesi utanç vesikasıdır. Bir asırda varılan sahne tüm o gelenek halinin ne olduğu bahsinin karşılığı bir kez daha yüz kızartıcıdır. Kendi doğrusunu zayi etmiş, aleni olarak zıvanadan çıkmış bir kırım ve kıtalle, yol ve yön aranmaya çalışılan yerde hayat da pamuk ipliğine bağlı bir mesel kılınır.
Gelenek, görenek ve yüz kızartıcı bir tahayyülün ortasında var edilmiş devlet aklının tüm  işlevselliğini barındır bu yeni yeni yepyeni denilip durulan ülke. Yol nereyedir sorgusuna yanıt verilmeyen, bir türlü buldurulmayandır. Ekonomik darboğaz halinden, asgari olan ol yaşam hakkının talanına, hakların sınırlandırılmasından çalışanların kölelik düzeninde ye, iç ve sonuna kadar tükete rehin bilindiği bir sahada, menzili afaki ayrımcılığının kadından ve çocuklara kadar gerçekleştirilen taciz, tecavüz ve kırımlara o menzilin belagatli sureti karşımıza çıkartılır. Zıvanadan çıkmış bir yerin var ettiği tek şey kabustur. Zıvanadan çıkmış bir yok edicilikle hiçbir yere benzemeyen, her yerde var edilmiş kötülüğün bütün, bariz tekrarlarıyla bir menzilin hali ve ahvali perişan kılınır. Zıvanadan çıkmış olan şu yerin adı yenidir, gerisi bayat bir hikaye!
Bir zaman aralığında, belirli bir sürede değil daimi bir biçimde zuhur eden, devletli hamle ve çabalarının bu tümden zıvanadan çıkmış olan menzilin yönünü toptan çürümeye açıkça kestirdiği afakidir. Halen yıkım tek istikamet olarak görülür. Böylesi bir yerde soluk alma hali ne kadar mümkündür! Bu kadar afaki bir biçimde sahnesinde sesin, sözün birlikteliğini / öncelikli halini unutmamak nasıl söz konusudur. Her nasıl insan kaybedilen ve zayi olunan o soluğu geri kazanır, her nasıl! Birbirinden bağımsız görünen şu aşağıdaki haberlerin ortaya çıkarttığı gerçek karşımızda yükselirken nedir yani, her nasıl ve her ne şekilde kaybedilen geri bulunur, telafisi mümkün olur.
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomide başarı hikayesinin yazıldığını anlattığı saatlerde krize, yoksulluğa karşı Bakırköy’de bir araya gelen 4 bine yakın kişi, asgari ücretin insanca yaşanacak bir seviyeye çekilmesi, vergi adaletsizliğinin son bulması, iş cinayetlerinin ve sömürünün son bulması ile kadın cinayetlerinin durdurulması talepleriyle sokağa çıktı. Mitinge DİSK, KESK, TMMOB, TTB, Emek Partisi, Emek Gençliği, Türkiye İşçi Partisi, Halkevleri, HDP, EYT Derneği, KHK ile kamu görevinden ihraç edilenler, Kaldıraç, SYKP başta olmak üzere çok sayıda kurum katıldı.
Miting öncesi Bakırköy Dikilitaş Meydanı’nda bir araya gelen emekçiler sloganlarla pazar alanına yürüdü. İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri adına ortak açıklamayı Özlem Tolu okudu.
Son iki yılda elektrik fiyatının %72, doğalgaz fiyatının %60 oranında arttığı hatırlatan Tolu, “Çarşı, pazar el yakıyor. Nüfusun %1’lik kesimi ulusal servetin %54’ünü elinde tutuyor, gelir vergisinin ise %92’sini emekçiler ödüyor” dedi.
Asgari ücret görüşmelerini hatırlatan Tolu, “Bizi gene ‘açlık ücreti’ne mahkum etmek istiyorlar. 2020 bütçesi Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edildi. Emekçilerin payına gene yoksulluk ve sefalet düştü. Kasım 2019 itibarıyla 7 milyon 305 bin insanımız işsiz, 2 milyon kadın işsiz, 3.5 milyon genç ne eğitimde ne de istihdamda. Eğitimde kalitesizlik, gençliğe geleceksizlik devam ediyor”diye konuştu.
Açıklamanın devamında şu ifadeler kullanıldı: Hız kesmeden devam eden konkordatolar, iflaslar, küçülme kararları ile binlerce işçi ve ailesi açlığa mahkum. Art arda gelen zamlar, büyüyen vergiler, küçülen maaşlar ve işsizlikle borç batağında çırpınan milyonlarca emekçi açlığa mahkum. Bir gece hiçbir yargı kararına dayanmadan çıkartılan haksız, hukuksuz KHK'lerle ihraç edilen kamu emekçileri ve aileleri açlığa mahkum. Emeğiyle geçinen geniş halk kesimleri için hayat her geçen gün zorlaşıyor, insanlarımız geçim zorluğu nedeniyle evine ekmek götüremiyor. İktidarda olanlar ise hayali ‘Yeni Ekonomik Program’lar açıklıyor, hiçbir zaman tutmayacak enflasyon, büyüme hedefleri rakamlarına inanmamızı bekliyorlar. Yarattıkları siyasi ve ekonomik krizlere bahaneler uyduruyor, 'darbe girişimi var’ diyorlar, ‘savaş var’ diyorlar, Kürt sorununa barışçıl çözüm isteyenlerin seslerini susturuyorlar, savaş ve barış sözcüklerini dahi yasaklıyorlar. Seçme, seçilme hakkını, seçmen iradesini yok sayıyorlar. Sandıkta kaybettikleri seçimleri YSK darbesiyle kazanmaya çalışıyorlar. Halkın büyük çoğunluğunun oylarıyla seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıyorlar, yerlerine kendi memurlarını kayyum olarak atıyorlar.
“Onlar bir avuç, biz milyonlarız” denilen açıklamada, “Bizim gücümüz birliğimizdedir. Bunun için İstanbul’daki sendikalar, emek, meslek örgütleri, emekten yana siyasi partiler, kitle örgütleri, İstanbul Emek Barış Demokrasi Güçleri olarak yan yana geldik, omuz omuza verdik, el ele yürüyoruz” ifadeleri kullanıldı.”
“Ağrı’nın Tutak ilçesine bağlı Soğukpınar köyüne 6 Aralık günü sabah saatlerinde jandarma ve polis tarafından operasyon yapılmış ve çatışma çıkmıştı. Aynı gün İçişleri Bakanlığı tarafından operasyonla ilgili yapılan açıklamada, köyde 4 “PKK”linin öldürüldüğü belirtmişti.  Operasyon sonrası onlarca köylü gözaltına alınmıştı.
İfadelerin işkence altında alındığı  söylenirken Jandarma Komutanlığı’na giden avukatlar ise zorla dışarı çıkarılıp içeri alınmıyor. Gözaltındakilerin durumuna ilişkin ise haber alınamıyor. Öldürülen Murat Kaya'nın eşi Zozan Kaya da hala gözaltında tutulurken, 3 aylık bebeğinin emzirilmesine ise izin verilmiyor.
Ulaştığımız köylülerden aldığımız bilgilere göre gözaltında bulunanların isimleri şöyle: “Hanım Aksoy, Gönül Aksoy, Birgül Çetin, Zozan Kaya, Cemal Aksoy, Ahmet Aksoy, Kemal Aksoy, Sıddık Çetin.”
Cemal Aksoy'a ise işkence edildiği ve Van Eğitim ve Araştırma Hastanesinde askerlerin gözetiminde tedavi gördüğü iddia ediliyor.”
“��ilili feminist kolektif Las Tesis’in, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü vesilesiyle Kadın ve Cinsiyet Eşitliği Bakanlığı’nın önünde gerçekleştirdiği dans performansı, dünyanın farklı ülkelerinden kadınları harekete geçirdi.
Kadın Meclisleri de bu performansın bir benzerini sergilemek üzere Kadıköy’e çağrı yaptı. Performansın sergilenmesini engelleyen polis, kadınlara müdahale etti. Müdahale sırasında gözaltına alınan kadınlar, “Kadınları değil katilleri durdurun!” sloganları attı. Eylem müdahaleye rağmen Kadıköy’ün ara sokaklarında devam etti.”
Tumblr media
Medyanın eski simsarlarında Aydın Doğan’a övgüler düzülürken, çıkarların birleştiği bir Şehir Üniversitesi için yıllar sonra rant kavgası dillendirilirken, emek mücadelesine ağır yaralar verilirken, daha yeni birkaç gün önce katledilen bir kadının katilinin hapishanesini seçme özgürlüğü gibi kadük bir hamlenin altında imzası olan devletin var ettiği şeyin ol sokaklarda kadınların haklarını arama çabasına darpla, işkenceyle mukabele etmesidir. Ağrı’da köylüleri derdest edip alıkoyarken, vekillerin oraya ulaşmasını engellemekle çıkagelendir, zıvanadan çıkmak.
“İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), 10 Aralık İnsan Hakları Günü nedeniyle yazılı açıklama yayınladı. Açıklamada, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 71. Yılında bildirgede yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hâlâ kurulamadığına çekildi.
Açıklamada, şu ifadeler kullanıldı: “Şili’den Lübnan’a, İran’dan Hong Kong’a dünyanın her yerinde halklar özgürlük, adalet, eşitlik ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükseltiyor. Devletlerin ve hükümetlerin bu itirazlara yanıtı ise şiddetin her türünü sistematikleştirip yaygınlaştırma ve hayatın tek gerçeği olarak toplumlara dayatma şeklinde oluyor. Dünyanın yaşamakta olduğu bu ağır kriz hali maalesef Türkiye’de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile hissediliyor.  Belirsizlik rejimi sadece bir hukuki öngörülemezlik hali değil, kişilerin kendi belirlenimlerinin de sürekli tehdit altında olduğu bir korku iklimidir. Bu tür bir iklim, bir yandan toplumun üyeleri arasındaki ‘güvensiz’ bir ilişkiye yol açtığı için müşterek bağların çözülmesine neden olmuş, diğer yandan da bireylerin idare edenlerle ilişkisini beklentisel itaat olarak adlandırabileceğimiz bir uyma, hatta emredenin neyi emredeceğini düşünerek ona göre eyleme pratiğine dönüştürmüştür. Ayrıca belirsizlik rejimi içinde kurumların da aşınmasıyla beraber hak ihlalleriyle mücadele alanını daraltmak anlamına gelen cezasızlık yaygınlaşarak yeniden üretilmiş ve neredeyse bir kural haline getirilmiştir.”
İHD ve TİHV’nın açıklamasında, Türkiye’de yaşanan insan hak ihlallerine dair bir çok başlıkta tespitler yapıldı. Öne çıkan tespit ve öneriler şöyle:
OHAL’in ağır sonuç ve etkileri her geçen gün giderek artan biçimde toplumsal yaşam üzerinde hissedilmektedir. Yaklaşık yüz kırk bine yakın insanı etkileyen OHAL karar ve işlemlerini incelemek üzere kurulan komisyonun ağır işleyişi ve aldığı yetersiz kararlar ile OHAL sonuçlarının kalıcı etkisi daha da artmaktadır. OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’nun 25 Ekim 2019 tarihinde yaptığı duyuru ile OHAL kapsamında yayımlanan KHK’lar ile 125 bin 678’i kamu görevinden çıkarma olmak üzere toplam 131 bin 922 işlem gerçekleştirildiğini belirtmektedir. Bu işlemlerden 2 bin 761’i kurum/kuruluş kapatma işlemidir. Komisyona yapılan başvuru sayısı 126 bin 200’dür. Komisyon 8 bin 100’ü kabul, 83 bin 900’ü ret olmak toplam 92 bin 000 başvuru hakkında karara varmıştır.
Öte yandan OHAL döneminde çıkarılan 668 sayılı KHK’nın 3. maddesinin (d) bendi ile tutukluların avukatları ile görüşmelerine Cumhuriyet Savcısı’nın kararıyla kısıtlama getirilebileceği düzenlemesi yapılmıştı. OHAL kalktıktan sonra da bu tür kısıtlayıcı uygulamalara devam edildi. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin 29 Kasım 2019 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 24.07.2019 tarihli 2018/73 E, 2019/65 K sayılı kararı ile bu tür düzenlemelerden olan 5275 sayılı İnfaz Kanunu’nun 59. maddesinin (5) ve (10) numaralı fıkralarında düzenlenen, “Görüşmelerin teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilmesi, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli bulundurulması, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulması” hükümleri iptal edilmiştir.
İHD ve TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin verilerine göre 2019 yılının ilk 11 ayında;
* Kolluk güçlerinin yargısız infazı, dur ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle veya rastgele ateş açması sonucu 10 kişi yaşamını yitirmiş, 4 kişi de yaralanmıştır.
* Silahlı çatışmalar nedeniyle en az 97 güvenlik görevlisi (88 asker, 7 polis, 2 korucu), 362 militan, 30 sivil olmak üzere toplam 489 yaşamını yitirmiştir. Bu dönemde en az 154 asker, 13 polis ve 7 korucu, 38 sivil olmak üzere toplam 212 kişi ise yaralanmıştır.
* Güvenlik güçlerine ait zırhlı araçların çarpması sonucu en az 2 kişi yaşamını yitirmiş, 2 kişi de yaralanmıştır.
* Mayın ve sahipsiz bomba vb. patlaması sonucu 3 kişi yaşamını yitirmiş, 3 kişi de yaralanmıştır.
* Cezaevlerinde hastalık, intihar, şiddet vb. çeşitli gerekçelerle en az 38 kişi yaşamını yitirmiş, 5 kişi de yaralanmıştır.
* Zorunlu ya da muvazzaf olarak askerlik görevini yaparken en az 17 kişi şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmiş, 6 kişi de yaralanmıştır.
* İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre iş kazaları/cinayetleri sonucu Türkiye’de 2019 yılının ilk 11 ayında en az 1606 işçi yaşamını yitirmiştir.
* 2019 yılının ilk 11 ayında ise en az 305 kadın erkek şiddeti sonucu öldürülmüştür.
Yine TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin verilerine göre 2019 yılında, Türkiye’nin Suriye’nin kuzey doğusuna yönelik başlattığı askeri harekat sırasında, sınır hattında bulunan ilçelere havan mermisi vb. patlayıcıların isabet etmesi sonucu en az 19 sivil yaşamını yitirmiş, 132 sivil de yaralanmıştır. Bu süreçte en az 17 asker yaşamını yitirmiş, 33 asker de yaralanmıştır. Askeri harekat nedeniyle Suriye’de kaç silahlı militanın ve Türkiye’nin desteklediği paramiliter gruplardan kaç kişinin yaşamını yitirdiği konusunda sağlıklı veriler bulunmamaktadır.
Suriye tarafında ise Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Uluslararası Af Örgütü (AI) gibi örgütlerin tespitine göre aralarında Suriye Gelecek Partisi Genel Sekreteri Hevrin Khalaf ile 2 gazetecinin de bulunduğu onlarca sivil öldürülmüş ve çok sayıda kişi de yaralanmıştır. Özellikle paramiliter grupların sivil yerleşim yerlerine yönelik saldırıları devam etmekte olup en son Tel Rifat bölgesinde bulunan bir yerleşim yerine yapılan havanlı saldırıda 8’i çocuk 10 sivil yaşamını yitirmiş, 20’nin üzerinde kişi de yaralanmıştır.
* Türkiye İnsan Hakları Vakfı'na (TİHV) 2019 yılının ilk 11 ayında işkence ve diğer kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 840 kişi başvurmuştur. Başvuranların 422‘si aynı yıl içinde işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtmişlerdir.
* İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) verilerine göre ise 2019 yılının ilk 11 ayında gözaltında ve gözaltı dışındaki yerlerde işkence ve diğer kötü muameleye uğradığını iddia eden kişi sayısı 830’dur.
* İHD verilerine göre 2019 yılında 962 toplantı ve gösteriye müdahale edilmiştir. 2886 kişi bu müdahalelerde kaba dayak ve kötü muameleye maruz kaldıklarını iddia etmişlerdir.
* 2019 yılında 7 zorla kaçırma vakası tespit edilmiş ve bunlardan 6’sının ailesi İHD’ye başvuru almıştır. Bu başvurulardan 5’i Birleşmiş Milletler Zorla veya İrade Dışı Kaybetmeler Çalışma Grubu’na yapılan başvuruları takiben bulunmuşlardır. Diğer kişinin akıbeti ise halen bilinmemektedir. Bulunan kişilerin işkence ve kötü muameleye maruz kaldıkları anlaşılmıştır.”
Zıvanadan çıkmış bir tahakküm hamlesi güncel kılınırken, cerahat hemen her yeri kuşatırken yaşamın abecesi tarumar olunandır. Bu kadar afaki bir o kadar arasız, fasılasız, daimi olarak cürümlerle hemhal kılınmış memleket bir laf değil hakikatten de çürümenin kılınır. Bir koca yılın özetinden artakalan şey bunca afaki bir çürümedir. Çürüttükçe, daha da fenasına yol / yön kıran bir yerin varlığı bugünün meselesidir. İnsan hakları konusunda mimli siciline her sene yapılan ilavelerle bu ülkenin zıvanadan çıkmış hali artık mübalağa değildir. Yaşatmaktan bunca kopuşun var edildiği bir yerin hayatla ilintisi her ne olacaktır sahiden de düşünüyor musunuz? Yaşamın kökünün kurutulduğu yerde onca şatafatlı cümle, sahnelerden verilen yeni ülke reçetelerinin neye faydası vardır. İnsanlık bunca açık çürümeye terk edilirken...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller: Street Photography Japan – Matsu – Behancé
2 notes · View notes
derdiderun · 5 years
Text
Tumblr media
Miraç kelime anlamı olarak, “yukarı çıkmak, yükselmek” anlamına gelir.
Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) göğe yükselerek Cenab-ı Mevla’nın huzuruna kabul edildiği geceye Miraç Gecesi denmiştir. Birçok ilahi sırrı, hikmet ve bereketi bünyesinde barındıran bu gece İsra suresinin ilk ayetinde şöyle ifade edilmektedir: “Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsra, 1)
İsra ve Miraç olayı Yüce Allah’ın sevgili peygamberine bir mükafatı ve ilahi bir mucizesidir. Çektiği bütün sıkıntıları, içine düştüğü üzüntüleri, zorlukları ve yorgunlukları, hatta kendisine vahyedilenleri tebliğ ederken ve davetini yayarken karşılaştığı zorlukları unutturacak bir hediyedir.
Nitekim Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) Mekke’de insanlara hakkı tebliğ etmesinden dolayı müşrikler tarafından çeşitli eziyetlere maruz bırakılmıştı. Kendisine, ailesine ve müminlere ambargo uygulanmış, kimse onlarla alışveriş yapmamış, günlük ihtiyaçlarını giderme hususunda bile sıkıntı içine girmişlerdi. Bu sıkıntılı zamanlardaki en büyük destekçilerinden amcası Ebu Talip’i, kısa süre sonra da değerli hanımı, müminlerin annesi Hz. Hatice’yi (radıyallahu anha) kaybetmiş ve birbiri ardına gelen bu olaylar dolayısıyla çok üzülmüştü. İşte bütün bu sıkıntılardan sonra dost dostunu mükafatlandırdı ve onu kendi katına yükseltti.
Hicretten bir buçuk yıl kadar önce Recep ayının yirmi yedinci gecesi Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem), Cebrail vasıtasıyla Mekke’den alınmış, oradan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’yagetirilmiştir. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) burada birçok peygamberle görüşmüş ve onlara imamlık yaparak namaz kıldırmıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.v) Mekke’den alınıp Kudüs’e getirilmesine, Kuran’ın tabiriyle “Gece yürüyüşü” anlamına gelen “Leyle-i İsra” adı verilmektedir.
Aslında Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) gerçek yolculuğu bundan sonra başlamıştır. İşte Miraç, adını bu yolculuktan alır. Zira Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) dünya üzerindeki yolculuğundan semalara doğru bir yolculuğa, hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın işitmediği, Allah’ın kendisine ve ümmetine birçok hediyeler vereceği bir yükselişe geçmiştir. Cennet nimetlerini ve cehennem azabını müşahede etmiştir…
NAMAZ MÜMİNİN MİRACIDIR
Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) o sonsuz alemden dönüşünde müminlere hediyeler de getirmiştir. Bu manevi hediyeler yüce Allah’a şirk koşmayan her müslümanın cennete gireceği, Bakara suresinin son üç ayeti (Amene’r-resulü) ve beş vakit namazdır.
Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem), Miraç’ta gerçekleşen Allah ile mülakatı hadisesi, namaz içinde sembolik olarak yaşanmaktadır. Bu sırra işaret için Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) “Namaz müminin miracıdır” buyurmuştur. Namaz, kulun günde beş defa yaradanın huzuruna çıkması O’nunlabuluşması, divanında durması ve O’nunla yüz yüze gelmesi demektir. Bu yüce divanda, arada hiçbir vasıta olmadan her türlü dilek ve ihtiyacını kul bizzat Allah’a arz eder, O’na sığınır, yalnızca O’ndan yardım diler.
İmam-ı Gazali (rahmetullahi aleyh) der ki, namaza başlayan kişi cenneti sağında, cehennemi solunda, Sırat’ı, ayaklarının altında, Allah’ın da (celle celaluhu) kendisine yönelmiş olduğunu düşünür.
Böylece Namaz, dinin direği, imanın alameti, amellerin en faziletlisi ve Allah’a en sevimli olanıdır. Namaz, kalbin nuru, gönüllerin sefası, takva ehlinin göz aydınlığı, müminlerin miracıdır. Bu sebeple her mümin namaza başladığında, namazın kendisinin miracı olduğunu, dolayısıyla yüce Allah’ın huzurunda bulunduğunu bilmelidir. “Kulun rabbine en yakın olduğu an secde halidir” buyuran Rasul-i Zişan Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) müminin miracını böyle izah etmektedir. Nitekim Allah (celle celaluhu) “…biz ona şah damarından daha yakınız” (Kaf/16) buyurmuyor mu?
MİRAÇ GECESİNİ NASIL İHYA ETMELİYİZ?
Miraç gecesi, ulvi bir gecedir. Bu mübarek geceyi gaflet içerisinde geçirmemeli, ibadetle Allah’a karşı şükran borçlarımızı ödemeliyiz. Namaz kılmalı, Kur’an okumalı ve Allah’tan af ve bağışlanma dilemeliyiz. Ayrıca ailemize de bu gecenin anlam ve önemini öğretmeliyiz. Çevremizdeki yoksullara ve kimsesiz çocuklara yardım elimizi uzatmalıyız. Annemizi, babamızı ve büyüklerimizi ziyaret edip dualarını almalıyız. Ebediyete intikal etmiş olanlarımızı rahmetle anarak ruhlarını şadetmeliyiz. Dostlarımızla tebrikleşmeli, sevgi ve saygı duygularımızı perçinlemeliyiz.
Mümin mübarek kandil gecelerini birer fırsat bilmeli, bu müstesna zaman dilimlerinde Allah’a daha da yakın olmaya çalışmalıdır. Şunu unutmamalıdır ki, Allah’a yakınlık, O’nun emirlerini yerine getirmek, yasak ettiği şeylerden kaçınmakla mümkündür.
MİRAÇ KANDİLİNDE ORUÇ
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Recep ayında bir gün ve gecesi vardır ki, her kim o günde oruç tutup gecesini ibadetle ihya ederse, yüz sene oruç tutmuş gibi sevap kazanır. Bu gece Recep’in bitimine üç gün kala olan gecedir (Miraç Kandili)”
Halife Ömer b. Abdülaziz (rahmetullahi aleyh) Basra valisi Haccac’agönderdiği bir mektupta şöyle demiştir: “Sana, senenin dört gecesini tavsiye ediyorum. Bu gecelerde Allah Teala’nınrahmeti sağanak halinde yağar: Recep ayının ilk gecesi (Regaip Kandili) ile yirmi yedinci gecesi (Miraç Kandili), Şaban ayının yarısındaki gece (Berat Kandili) ve Ramazan Bayramı gecesi (bayramın bir gün öncesinin akşamı).”
(Hüseyin OKUR , Semerkand Aile Dergisi, Temmuz 2009.)
Mi’rac’ta Verilen Hediyeler
Allah Teâlâ mi'racda Resûlullah'a (sallallâhü aleyhi ve sellem) ümmetine ulaştırmak üzere üç önemli hediye verdi:
1. Günde beş vakit namaz.
2. Bakara suresinin son iki ayeti.
3. Ümmetinden Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayanların affedilip cennete gireceği müjdesi.
(Müslim, imân, 278, 279; Tirmizî, Tefsîrü'l-Kur'ân, 53; Nesâî, Salât, 1; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 2/138)
Bu üç hediye, kıyamete kadar gelecek her mümine verilmiş en büyük hediyelerdir. Bu hediyeler kısaca, iman, namaz ve niyazdır. Bunların bu gecede ikram edilmesinin özel bir manası vardır. Onlar olmadan manevî mi'rac, yüce Allah'a yakınlık olmaz.
Ayrıca bunların yanında Mirac’ta, şu emirler Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) bildirilmiştir:
1- Allah’tan başkasına kulluk etmemek,
2- Ana ve babaya iyi davranmak,
3- Hısıma, yoksula, yolda kalmışa hakkını vermek,
4- Cimri ve müsrif olmamak,
5- Evladını yoksulluk korkusu ile öldürmemek,
6- Fuhuş ve zinaya yaklaşmamak,
7- Cana kıymamak,
8- Yetim malı yememek,
9- Ahdi (verilen sözü) yerine getirmek,
10- Ölçü ve tartıda hile yapmamak,
11- Hakkında bilgi sahibi olunmayan şeyin ardına düşmemek,
12- Yeryüzünde gurur ve kibirle yürümemek, büyüklük taslamamak.
(Semerkand Dergisi, Mirac-ı Nebî, Mehmet Işık, Kasım Ayı, 1999)
.....
MİRAÇ AKAİD KONUSU
SUAL: Bazı inancı zayıf olan kimseler Peygamberin mîrâchâdisesine inanmıyorlar. Mîrâç hâdisesine inanmamak küfre vesile olur mu?
CEVAP: Mîrâc ile isrâ birbirleriyle ilgili oldukları için kısaca her ikisini açıklamak îcâb eder. İsrâ lügatta; "gece vaktinde yürütmek"' anlamım ifâde eder. Istılahta ise Peygamberi gece vaktinde Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksâ'ya götürmektir. İsrâ hâdisesi, Kur'ân-ı Ke-rîm'in nassı ile sabit olduğundan onu inkâr etmek küfürdür.
Mîrâc ise; lügatta merdiven gibi, yükseğe çıkmak için vasıta olan şeydir. Istılahta ise Peygamber'in Mescid-i Aksa'dansemâlara ve âlem-i ulviye çıkmasıdır.
Mîrâc olayı Peygamber'in hadîsiyle sabit olmuştur. Ancak hakkında vârid olan hadîsler mütevâtir değil, meşhur ve âhâdolduklarından Mîrâcı inkâr eden kimse kâfir değildir, bidatçıdır.
FETVAYI NAKLEDEN ALİM: Halil Günenç Hoca Sellemehüllah
.....
Bildiğiniz gibi Miraç mucizesinin ruh ile mi yoksa beden ile mi gerçekleştiği hep tartışma konusu olmuştur. Ehli sünnet dışı akımlar miracın rüyada ve ruh ile olduğunu iddia ederlerken Ehli Sünnete göre miraç, uyanıkken hem ruh ve hem beden ile olmuştur.
1- Kur’an Rüyada Vahyolmaz
Birinci ve en önemli delilimiz hiçbir zaman Kur’an ayetlerinin rüyada vahyedilmemiş olmasıdır.
Peygamberlerin rüyası da vahiydir ancak bunlar Kuran ayeti olamazlar. Bütün İslam âleminin ve alimlerinin bildiği gibi Kur’an ayetleri rüyada indirilmemiştir ve böyle bir şey mümkün değildir.
“Amenerrasulü” olarak bildiğimiz Bakara suresinin son ayetleri de Miraç’da gelmiştir. Dolayısıyla miracın rüyada olduğunu iddia etmek çok büyük ve vahim bir hata olur ki, bu ayetlerin de rüyada gelmiş olduğunu iddia etmiş olur.
Kur'an'ın tüm ayetleri Cibril vasıtasıyla gelmiştir.
Vahyin, rüyada, kalbe ilham olarak, arı vızıltısı şeklinde geliş şekilleri vardır. Lakin; Kur'an'a geçen tüm vahiy Cebrail aleyhisselâm ile gelmiştir.
إِنَّهُۥ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ ذِى قُوَّةٍ عِندَ ذِى ٱلْعَرْشِ مَكِينٍ
O (Kur´an), şüphesiz değerli, güçlü ve Arş´ın sahibi (Allah´ın) katında itibarlı bir elçinin (Cebrail´in) getirdiği sözdür. (Tekvir; 19-20)
(Seyid Muhammed Maliki Alevi, Usulu't Tefsir)
Miraç'ta, Amenerrasulu'nün Cibril vasıtası olmadan Nebi aleyhisselâm'a verilmesi en sahih kavle göre doğru değildir. Zira; Kur'an'a geçen vahiyde Cibril vasıtası şarttır.
Miraç'ta verildiğini kabul etsek de; daha sonra yine Cibril vasıtasıyla indiğini ve Kur'an'a yazıldığını kabul etmek gerekir.
....
Miraç, Efendimiz Aleyhisselam'ın uyanıkken, beden ve ruh beraber yapmış olduğu yolculuktur.
Eğer; rüyada olmuş olsa idi, bunun mucize olması imkansızdır.
Uyanıkken olduğuna en büyük akli delil ise, Ebu Cehil gibi kafirlerin itirazıdır.
Öyle olmasa idi, ben de rüyamda nerelere gidiyorum der, mücadele etmezdi.
(Şerhu Akaidi'n Nesefi)
2- Kulluk Ruh İle Olmaz
Allahu Teala’nın İsra hakkında indirdiği ayete bir bakalım:
“Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsra 1)
Ayeti kerimede özellikle “kul” (abd) kelimesinin seçilmesi boşuna değildir. Kulluk, ruhun canlı tuttuğu beden ile yapılır. Yani ruh tek başına kul sayılmadığı gibi ruhun alınmasıyla kulluk vazifesi de bitmiş olur. Dolayısıyla Allahu Teala’nın“kul” kelimesini özellikle kullanması bu mucizenin ruh ve beden ile beraber olduğuna ayeti kerimenin işaret ettiği bir delildir.
3. Rasûlullah aleyhisselam, Miraç'ta Rabbini görmüştür.
Bunda ihtilaf yoktur.
İhtilaf ise; gözü ile mi, yoksa gözsüz mü gördüğü noktadadır..
Ekseri ulema, göz ile görmediği kanaatindedir.
İbni Abbas radıyallahu anh, gözü ile gördüğü görüşündedir.
İmam Nevevi'nin tercih ettiği görüşte budur.
(Şerhu Akaidi'n Nesefi)
15 notes · View notes
gzmtt · 5 years
Text
“I’m sorry mr Prime Minister. We are unable to comply.”
Tumblr media
“İklim değişikliği konusunu ilk kez sekiz yaşındayken duydum. Öğrendim ki bu, insanların yarattığı bir şeymiş. İsveç’te yetişmiş olan ailem çevre bilincine sahipti. Bana enerjiden tasarruf etmemi, kaynakları korumak için kâğıdı geri dönüşümlü kullanmamı söylediler.
Yeryüzünün ve onu evimiz yapan ince atmosfer tabakasının bütün çehresini değiştirebilecek kapasitede olmamızın ne kadar tuhaf bir şey olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum.
Tuhaftı çünkü biz eğer bunu yapabiliyor idiysek, neden her yerde bundan bahsedilmiyordu? Televizyonu açtığın anda neden ilk duyduğun şey iklim krizi değildi? Manşetlerde, radyo programlarında başka hiçbir şey duymuyor olmalıydık – bir dünya savaşı devam ediyormuş gibi.
Gelin görün ki, liderlerimiz bundan asla söz etmiyorlardı.
Eğer fosil yakıtlar tüm varlığımızı tehdit altına sokuyor idiyse nasıl oluyordu da onları yakmaya devam ediyorduk ki biz? Neden hiçbir kısıtlama yoktu? Bunu yapmak neden illegal faaliyet sayılmıyordu? Kendimizi içine hapsettiğimiz tehlikeli iklim değişikliğinden neden kimse söz etmiyordu? Ya, her allahın günü 200 türün soyunun tükenmesine ne demeli?
Bende Asperger sendromu var, o yüzden pek çok şey benim için ya aktır ya kara. İktidarı elinde tutanlara bakıyorum ve her şeyi nasıl bu kadar karmaşık hale getirdiklerine şaşıp kalıyorum. İklim değişikliğinin varoluşumuza bir tehdit oluşturduğunu söyleyen insanları işitiyorum, ne var ki insanların sanki hiçbir şey olmuyormuşçasına gündelik hayatlarını sürdürdüklerini şaşkınlıkla seyrediyorum.
Yüz yaşıma kadar yaşarsam, 2103 yılında da hayatta olacağım. Erişkinler genellikle 2050’den ötesini düşünmüyor. Ama o tarihte ben, en iyi senaryoya göre bile ömrümün yarısını tamamlamış olmayacağım. Şu anda yaptıklarımız ya da yapmadıklarımız benim bütün hayatımı, arkadaşlarımın, çocuklarımızın ve çocuklarımızın torunlarının hayatlarını etkileyecek.
Bu sene ağustosta okul açıldığında, canıma yetti artık dedim. İsveç, gelmiş geçmiş en sıcak yazını geçirmişti. Seçimler yaklaşıyordu. Kimsecikler de iklim değişikliğinden bir kriz olarak söz etmiyordu.
O zaman ben de greve gitmeye karar verdim: İsveç parlamentosunun önünde yere oturup, politikacılarımızdan iklim değişikliği neyse onu öyle kabul etmelerini, yani yüzyüze geldiğimiz en büyük mesele olarak ele almalarını talep edecektim.
Çünkü iklim değişikliği durdurulacaksa eğer, onu biz durduracaktık. Bu, akla kara kadar açık. İş hayatta kalma konusuna gelince gri alan diye bir şey yoktur. Ya bir medeniyet olarak varlığımızı sürdürürüz, ya da sürdürmeyiz. Öyle ya da böyle, değişmek zorundayız. Eğer eşitliğe ve iklim adaletine inanıyorsak, İsveç ya da Avustralya gibi ülkeler, karbon salımlarımızı dramatik biçimde azaltmaya başlamalıyız.
Ama ne oluyor? Bu azaltmadan bahsetmek yerine politikacılarımızın tek yaptığı, durmadan ekonomik büyümeden, enerji fiyatlarından ve hisse senedi değerlerinden söz edip durmaktan ibaret. Yüz milyonlarca insanın ıstırap çektiği bir geleceğin ne değeri olabilir ki?
İsveç ve Avustralya gibi zengin ülkeler 6 ilâ 12 yıl içinde sıfır karbon salımı hedefine ulaşmak mecburiyetindeler ki daha yoksul ülkelerin halkları da doğru dürüst bir geleceğe sahip olabilsinler ve bizim tadını çıkarmakta olduğumuz altyapı hizmetlerinin bir kısmını kurabilsinler. Her şeye sahip olan bizler yükümlülüklerimize uygun şekilde davranmazken Hindistan ya da Nijerya gibi ülkelerin iklim krizini önemsemelerini nasıl bekleyebiliriz ki?
Avustralya dünyanın en büyük kömür ihracatçısı, kömür de iklim değişikliğinin en önde gelen sebeplerinden biri. Politikacılarınız Adani şirketine dünyanın en büyük kömür madenlerinden birini inşa etmekte yardımcı olmak peşinde. Şu anda, bu durumu değiştirecek politikalar yok. Kömürü yerin altında bırakmak üzere konmuş kurallar da yok. Dünyayı kurallara uygun davranarak kurtaramayız artık, çünkü kuralların değişmesi gerek.
Ve bu değişikliğin bugünden tezi yok başlaması lazım. Benim bir öğrenci olarak, acil değişim için bastırmamın bir yolu okulu kırmak. Benim ülkem Paris anlaşmasının gereklerini yerine getirene kadar ben bundan böyle her cuma İsveç parlamentosunun önünde oturuyor olacağım.
Diğer öğrencileri de bana katılmaya çağırıyorum: Nerede olursanız olun Parlamentonuzun ya da yerel hükümet binanızın önünde oturun ve temsilcilerinizin dünyayı 1.5 derecenin altında tutmak için uğraşmalarını talep edin.
Bazıları benim okulda olmam gerektiğini söylüyor. Ama, geleceği kurtarmak için kimse yeterli gayret göstermiyorsa, genç bir insan neden gelecek konusunda ders çalışsın ki? En parlak bilimcilerin ortaya koyduğu en önemli olguları politikacılarımız hiçe sayıyorsa olguları öğrenmenin ne anlamı var?
Zamanımız kalmadı. Başarısızlık, felaket demek. Yapılması gereken değişiklikler muazzam boyutta ve çözümler için hepimiz elimizi taşın altına sokmalıyız – özellikle Avustralya gibi zengin ülkelerdeki bizler.
Erişkinler bizi yaya bıraktı. Üstelik, basın ve politikacılar da dahil olmak üzere erişkinlerin çoğu durumu görmezden gelmeye devam ediyor; o halde biz harekete geçmek zorundayız – hem de şu andan itibaren.”
- Greta Thunberg, 15 yaşında ve İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşıyor.
(İngilizce orijinalinden çeviren: Mütercim Vakanüvis ÖM) Orjinal metin: Guardian (26 Kasım 2018)
20 notes · View notes
ehaberal · 4 months
Text
Yüz Yüze 100 Çocuk Oyunu Öğretmen Uygulama Kılavuzu
Tumblr media
Yüz Yüze 100 Çocuk Oyunu Öğretmen Uygulama Kılavuzu, Geleneksel Çocuk Oyunları Etkinlikleri kapsamında il millî eğitim müdürlükleri koordinesinde il, ilçe genelinde ve okullarda geleneksel çocuk oyunları şenliği etkinlikleri için hazırlanmıştır.BÖLÜM IGİRİŞOyunun ontolojisi, düşüncenin ve insanlığın geleceği bakımından özel bir önem taşır. Eğitimin Yüzyılı’nda çocukların ve her yaştan bireyin oyunla buluşması eğitimin bir parçası olarak yerini alacaktır. Bu çerçevede oyun; beslenme, sağlık, barınma ve eğitim gibi temel ihtiyaçların yanı sıra tüm çocukların potansiyelini geliştirmek için hayati öneme sahiptir. Çocuklar tarih boyunca her dönemde ve her kültürde oyun oynamışlardır. Diğer bir ifade ile oyun yaşamın devamı için doğanın eğitimidir.Oyun oynama hakkı çocuğun toplum üzerindeki ilk hakkıdır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde benimsenen, 2 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe giren Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 31. maddesinde çocuğun dinlenme ve boş zaman haklarından farklı ve ek olarak oyunun çocukların yaşamındaki önemi tanınmakta ve oyun bir hak olarak kabul edilmektedir.Madde 31. Taraf Devletler çocuğun dinlenme, boş zaman değerlendirme, oynama ve yaşına uygun eğlence (etkinliklerinde) bulunma ve kültürel ve sanatsal yaşama serbestçe katılma hakkını tanırlar (Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 20 Kasım 1989).1.1. Amaç“Yüz Yüze 100 Çocuk Oyunu Öğretmen Uygulama Kılavuzu” çocukların bilişsel, duyuşsal, psikomotor, sosyal ve kültürel gelişimlerinin en önemli kaynaklarından olan geleneksel çocuk oyunlarının okul ortamlarında canlandırılması ve gerek ders içi gerekse ders dışı faaliyetlerde yer alması amacıyla Temel Eğitim Genel Müdürlüğü Öğrenci İşleri ve Sosyal Etkinlikler Daire Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır. Bu temel amaç çerçevesinde çocuğun psikolojik ve fiziksel gelişiminin başat unsurları arasında yer alan duygularını yansıtma, iletişim kurma, kendini ifade etme, iyi ruh hâlini oluşturma ve kültür aktarımını sağlama alt amaçlarıyla çocukların hareketli oyunlara yönlendirilmesi hedeflenmiştir.1.2. KapsamBu uygulama kılavuzu okul öncesi, ilkokul ve ortaokul öğrencilerinin bilişsel, duyuşsal, psikomotor, sosyokültürel gelişimlerinin sağlanması amacıyla oyun kavramı ile eğitimdeki önemini, kılavuzun uygulama esaslarını ve 100 geleneksel oyunun anlatımını kapsar.1.3. Dayanaka. 14/6/1973 tarihli ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu,b. 26/7/2014 tarihli ve 29072 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Okul Öncesi Eğitim ve İlköğretim Kurumları Yönetmeliği,c. 8/6/2017 tarihli ve 30090 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumları Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği,d. 19/08/2014 tarihli ve 3450049 sayılı Millî Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevlerine İlişkin Yönerge.e. 21.08.2023 tarihli ve 81785959 sayılı Genelge (2023/28) Çalışmanın uygulama aşamasındaki öneriler dikkate alınırken yürürlükteki kanunlara, yönetmeliklere ve Türk Standartları Enstitüsü (TSE) standartlarına uyulması esastır.1.4. TanımlarDeğer Aktarımı: Toplumda yer alan örf, âdet, gelenek, görenek, millî, manevi özellikler gibi kültürel unsurların tutum ve davranışlar yoluyla gelecek nesillerde yaşatılmasıdır. Geleneksel Oyun: Kökeni çok eski çağlara dayanan, kültürel yapı içerisinde oluşup şekillenen, kültürden kültüre farklılık gösteren, sürekli değişim ve dönüşüm içerisinde varlığını sürdüren, içerisinde birçok bireysel, toplumsal, kültürel ve psikolojik işlevi barındıran kültürel yaratımlardır. Kimlik İnşası: Bireyin var olmasına özgü karakter özelliklerinin oluşum süreçlerindeki yapılanmadır. Oyun Ontolojisi: Kültürümüzde oyunun anlamı, tanımı ve varlığına ilişkin etkileşimleri ifade etmektedir.Kılavuza -  www.ehaberal.com https://tegm.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2023_12/18164120_ogretmenuygulamakilavuzu.pdf linkinden ulaşabilirsiniz. #Yüz Yüze 100 Çocuk Oyunu #öğretmen #Uygulama Kılavuzu #Milli Eğitim Bakanlığı Read the full article
0 notes
kriswuturkey · 5 years
Text
181113 - BILLBOARD | Kris Wu 'Antares,'  Louis Vuitton'nun marka elçisi olması ve  Hip-Hop'ta Ruh Sağlığı hakkında konuşuyor.
Tumblr media
Salı (6 Kasım), Kris Wu, 28. doğum gününü Manhattan'ın Meatpacking bölgesinde özel bir yerde davet üzeri olan bir albüm yayınlanma partisine ev sahipliği yaparak kutladı. Interscope Records ve Beats tarafından bir araya getirilen, çoğunlukla kız hayranlarının doldurduğu bir mekanda , Çinli-Kanadalı yıldızın ilk albümü Antares'in şarkılarını sergileyişini görme fırsatları oldu.
Wu, asansör ile geldi ve maiyetiyle hızlı bir giriş yaptı. Ona destek olmak için gelen hayranları, arkadaşları ve medyayı selamlamak için durdu. Asya’nın en büyük yıldızlarından biri olan Kris, daha önce Koreli bir grup olan Exo’nun bir üyesiydi ve Doğu ile Batı arasındaki uçurumu kapatmak isteyen bir sanatçı olarak ismini inşa ederken oyunculuğa ve model olmaya başladı. Onun adı, daha çok tanınırlık kazanmaya devam ediyor,  lüks markaların elçisi olsun, oyunculuk olsun veya müzik merkezli olsun hayranların her türlü seviyorlar onu. Hepsi bir araya geldiğinde, bu delice.
Saat 11 civarında, Wu “November Rain” (tesadüf eseri, o gün New York'ta yağmur yağıyordu), “Deserve” ve Çince versiyon “Tough Pill” ile bir cappelladan oluşan hızlı bir performans sergilemek için sahneye çıktı. Hayranlarının çoğu kelimeleri zaten biliyorlardı. DJ Wizz Kidd ve DJ Whoo Kid'nin desteğiyle, Wu sadece hayranlarıyla takılmak ve birkaç içki içmek için performans sergilemek istedi. “Like That” ile sahneden ayrılmadan önce herkese bu akşam geldikleri için teşekkür etti.
“Bu benim doğum günümü ilk kez Amerika'da geçirişim. Ve genellikle doğum günümde büyük doğum günü konseri düzenlerim. Bu yıl sizlerle birlikteyim ve herkes özel” dedi. Daha sonra, Antares kapağı ile süslenmiş bir doğum günü pastası geldi ve mumları bir alkışlarla üfledi.
【...】
Aşağıdaki konuşmamızda Wu, Antares, popüler Amerikalı prodüktörlerle çalışması, hip hoptaki ruh sağlığı ve daha fazlası hakkında konuşuyor.
• Albüm adınız “Antares’in” arkasında yatan anlam nedir?
Antares en parlak yıldızlardan biri. Güneşten 1000 kat daha parlak.
• Bu isime nasıl vardınız ?
Sadece çocukluğumdan beri uzay ve galaksiyi çok seviyorum. Instagram'ıma baksanız bile, “Galaxy Fanfan” yazıyor. Bu yüzden tüm hayranlarım, uzatı keşfetme konusunda süper olduğumu biliyorlar. Albüm için bir isim düşünürken, rasgele yıldızlara bakmaya başlamıştım. Süper ya da özel isimleri olsun, özel anlamları - benimle ilgili herhangi bir yıldız olabilirdi. Bu birden karşıma çıktı.
Anlamı da harika. Birincisi, Batıda, Akrep'in Kalbi anlamına geliyor. Çin'de, ejderhanın kalbi anlamına geliyor. Bu çok delice çünkü burcum, ben Akrep'im ve Çin'de Çinliler kendilerini ejderhanın merkezi olarak adlandırırlar. Süper güçlü bir sembol. Bu yıldızda, Doğu ve Batı bağlantı varmış gibi hissediyorum. İşte bu yüzden Antares olarak adlandırmaya karar verdim. Aynı zamanda merak duygusu yaratıyormuş gibi hissediyorum. İnsanlar, Google'a veya başka bir şeye bakana kadar ne olduğunu bilmezler.
• Nisan ayında, Billboard Universal Music Group ile özel bir uluslararası kayıt imzaladığınızı bildirdi. Anlaşma hakkında ve bir Çinli sanatçı için bu ne anlama geliyor biraz anlatır mısınız?
Benim için artık arkamda bir şirketin olması iyiydi. Bundan önce , her zaman bağımsızdım. Abd’de yayınladığım şarkıları  bile yayımlarken bağımsızdım. Travis [Scott] ile olan - “Deserve” şarkısı - [oldukça] bağımsızdı. Sonunda bir şirket ile anlaşma imzalamam bu albüme kadardı. Universal ve Interscope, her zaman ABD'de görünen uluslararası bir sanatçıya sahip olmak istediler. Onlara nasıl hissettiğimi, Doğu'yu ve Batı'yı müziğimle nasıl birleştirmek istediğimi söyledim. Ve sonra, onlar bunu beğendi ve bunun üzerinde benimle beraberlerdi. Aynı hedefi paylaşıyoruz: Beni küresel bir sanatçı olarak yetiştirmek.
• Ayrıca Louis Vuitton için bir marka elçisi oldunuz ve Off-White’ın S/S 2019 Koleksiyonunu için modellik yaptınız.
Hiçbir zaman küresel bir büyükelçiler olmadı ve Louis Vuitton'un ilk büyükelçisi olmak kesinlikle bir onur. Onlarla kesinlikle bağlantı kurdum. Açıkçası, Virgil [Abloh] şimdi Louis Vuitton ile birlikte. Zaten üç, dört yıldır onunla arkadaşım.
İlk kez Off-White'la çıktığı zaman, Asya'daki ilk destekçilerinden biriydim. İlk başta Instagram arkadaşı olduk. O “Oh, bunları giyiyorsun? Bunlar harika.” dedi. Biz DM yoluyla konuşuyorduk ve şimdi konserime özel parçalar yapmak istediğini söyledi. Bunlar öncedendi, bu yüzden her zaman bir bağlantımız vardı. Ve Louis Vuitton'a geçtiğini duyduğumda, bunun gerçekten mükemmel olduğunu düşündüm.
• Kendinizi onlarla bir seri oluştururken görüyor musunuz?
Evet muhtemelen. Hatta Off-White ile bir şeyler yapmak için düşünüyorduk. Virgil ve ben daha önce konuşuyorduk, sadece sınırlı bir çalışma hakkında . Ben çok meşguldüm ve bunu yapamadım. Bence Louis Vuitton'la şimdi daha derin bir bağlantımız var. Sanırım bir şeyler yapabiliriz. Louis Vuitton x Kris Wu ya da Off-White x Kris Wu olabilir.
• Off-White'ın şu anda en popüler marka olması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Evet, özellikle Çinde. Bu sadece çok popüler. Herkes giyiyor.
• Haydi albümdeki işbirliklerinden bahsedelim. Travis Scott, Rich the Kid, ve Jhené Aiko var.
Rich the Kid ile olan, gerçekten eğlenceli bir şarkı. Arabalar hakkında bir şarkı yazmak istedim çünkü arabaları seviyorum. Araba kullanırken dinleyebileceğim bir şarkı istedim. İşte bu yüzden “Coupe” şarkısını yaptım. Adından bir araba türü şarkısı olduğunu söyleyebilirsiniz.
Ve Rich the Kid, kaydı sevdi ve hemenatladı. Müzik Videoyu çekmek çok eğlenceliydi.  10 araba falan çıkarttım (MV’da). Hepside benimdi. Kişisel arabalarım. Biz setteydik, çekim yapıyorduk ve çok harikaydı. Bunu cidden hissediyor ve müziğin ambiyansında eğleniyordu. Çok hızlıca çekim yaptık ve harika görünüyor.  Ve bitti. Muhtemelen yakında yayınlanır(MV)
Jhené Aiko ile “Freedom” , Kadın bir vokalist bulabilir miyiz diye görmek istedik çünkü ben kadın sanatçı ile bir işbirlik hiç yapmadım. Hook çok melodili, ve bir R&B  tarzı ambiyansına uygun. Jhené Aiko'yu neredeyse aniden düşündük.Şarkı için mükemmel olacağını düşündüm. Ayrıca şarkı seçimi konusunda çok seçici. Şarkı gerçekten hoşuna gitti ve şarkıyı kaydetti. Bunun için bir müzik videosu çektik.
• “November Rain”, Migos ve Drake ile daha önce çalışan Murda Beatz tarafından üretildi. Onunla çalışmak hakkında biraz konuşun.
O çok iyi. Onunla tanışmadan önce sadece FaceTime ile görüştük. Birkaç gün önce, şarkı iTunes'da 1 numaraya ulaştığında, menajeri ve kendisi anında FaceTime ile aradılar. Onlar, "Oh, kayıt 1 numara!" dediler. Biz sadece böyle kutladık. İyiydi. Onunla çalışmak kesinlikle çok harikaydı. Onun çok yetenekli bir prodüktör olduğunu düşünüyorum. Gelecekte onunla daha fazla bomba şeyler yapmak için sabırsızlanıyorum.
• Peki ya Travis ? Onunla daha fazla müzik yapmak ister misin?
Bence yapmalıyız. Bu albüm bittiğinde ve turlara çıktıktan sonra, stüdyoya tekrar geri dönmeye hazır olduğumda, iyi bir sinerji elde etmeden önce bazı prodüktörlere veya sanatçılara kesinlikle ulaşacağım ve neler olacağını göreceğiz.
• Wondagurl ve Frank Dukes — albümünüzde bazı Travis ile çalışan yapımcılarınız var.
Evet, Wondagurl çok süper. Onun olduğu tüm ambiyansı, sevdim. Kesinlikle onunla tekrar çalışmayı düşünüyorum. Kesinlikle onunla daha fazla parçalar yapmayı düşünüyorum. İkincisi, onun yaptığı işleri duyduğunda; "Wondergurl" diyor. O çok yetenekli.
• Post Malone’un “Congratulations” ve “Rockstar” ın yapımcısı , Louis Bell‘de Antares‘te.
Louis Bell çok para kazanıyor. Metro Boomin'in yanında, en çok para kazanan ikinci en büyük yapımcı gibi. Bir yerde okumuştum.  Bir grafik var ve Metro Boomin 1 numara. Bu geçen yıl olabilir, belki bu yıl değil. Louis Bell 2 Numara.  O süper yetenekli. Her türlü sesi, her türlü şeyi yapıyor. Gerçekten iyi bir müzikalliğe sahip ve gerçekten iyi bir zevki var. Kesinlikle onunla tekrar çalışmak istiyorum.
• Bu albüm hakkında çok fazla melodik tarzda rap yaptığını konuştun. Tüm fikir pop ve hip-hop yaparak çok yönlülüğünüzü sergilemek miydi?
Aslında, bu anlamda değil. Albümü hala kentte tutmak istedim. Taban her zaman hip-hop ve kentsel olmalı. Pop'a yaslanan  çok şey var. R&B’ye yaslanan da çok şey var. Her zaman sahip olduğum temel çok kentsel eğilimdi. Bu hiç değişmedi.
Parçalar açısından, orada farklı ses türlerine sahip olmak istedim. İlk albümüm olduğu için, bu yüzden son birkaç yıldır insanlara neler üzerinde olduğumu anlatmak istedim. Bu yüzden, benim yaptığım sesin ne tür etkilendiğine dair genel bir fikre sahipler. Ben kesinlikle şarkıları çok değiştirdim. Düşündüğüm şeyler albümde olacaktı bu yüzden başka şarkılarla değiştirdim.
• Tamamı Çince olan üç şarkın var.
Evet, biri “Tian Di” (天地) ve bu tamamen Çince. Diğer iki şarkı [“Tough Pill” ve “Hold Me Down”], aslında onlar için iki versiyonum var. Bir İngilizce versiyonu var birde Çince. Onları, Çindeki fanlarım için yapmak istedim.
“Tian Di,” onu Mandarince yapmak istedim, sadece Çince. Sadece farklı bir tat eklemek istedim ve albüm Batı'da yayımlanacağı için insanların nereden geldiğimi bilmelerini istedim. Kesinlikle bunu Çince'de tutmak istedim ve bu yüzden bu parça albümde.
• Şarkının İngilizce anlamı nedir ?
"Cennet ve Dünya" demek -- Bu sadece, gökyüzünün sınırı demek. Sınırları kırıp fethetmek. İnsanların senin hakkında şüphelerinin olmasını umursama .Yaptığın şeyi yapmaya devam et. Çok pozitif enerji, çok güçlü bir tutum.
• “November Rain” de “sevgilimi göremeyince ölüyorum” diyorsun.  Birisi hakkında daha önce hissettiğin bir şey mi?
Evet, belki daha gençken. Bu şarkı benim için oldukça kişisel. Albümdeki en sevdiğim şarkılardan biri. Büyürken, her zaman dışlanmış olduğumu hissettim. Her zaman annemle birlikteydim ve o her zaman meşguldü. Çin, Guangzhou'da veya Vancouver'da büyüdüğüm şehirler, her zaman Kasım ayında yağmurluydu. Sanırım New York da öyle, çünkü çok yağmur yağıyor. [Güler.]
Ben her zaman bu çok karamsar ve üzücü bir moddayım.  Hatıralarımda, her zaman vardı bu his. Belki daha gençtim, bazı kalp kırıcı ayrılıklar yaşadım. Eğer bu 15 yaşındaki Kris ise ve bu radyoda çaliyorsa, bu şarkıyı kesinlikle şarkı listesine ekleyip dinlerim.
• Hip-hop'taki ruh sağlığı bugünlerde devam eden bir tartışma oldu. Amerika'da ruh sağlığı ve Çin'deki ruh sağlığı arasındaki farktan bahset. Çin bu tartışmalara açık mı?
Bazen , bu çok hassas olabiliyor. Bu konu hakkında gerçekten çok fazla şey söyleyemezsin. Kültür böyle. Özellikle ben, çok genç hayranlarım olduğu için, insanların seveceğini sanmıyorum. Bu kesinlikle farklı.
• Zayıflık belirtisi mi ?
Hayır, ben sadece kültürün nasıl olduğunu ve çocukların ebeveynleri tarafından nasıl yetiştirildiğini düşünüyorum. Ve toplumun nasıl olduğunu da. İnsanlar daha çok kendilerine saklıyorlar. Açıkçası insanlar kendilerini ifade etmiyorlar.
• Amerika'da ruh sağlığıyla ilgili tartışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence iyi. Bir şarkı birisine yardım edebiliyor, birisine ilham verebiliyor veya birisinin acısını iyileştirebiliyorsa, bu gerçekleşebilecek en güzel şeydir. Bu kesinlikle müziğin sağlayabileceği amaçlardan biri.
• “We Alive” da , “Geliyorum, geliyorum, o yolu hatırlıyorum/ Evde yaşıyordum, çok uzun zaman önce değildi/ Şimdi bir yolculuğa çıktık, evet/ Sanki hep yoldaymışım gibi, ama onlar beni hep evde seviyorlar” diye rap yapıyorsun.
Müzik kariyerinizde en hassas/düşük noktanızdayken , bunu bırakmayı düşündüğünüz bir zaman söyleyebilir misiniz?
Tüm bunlardan yorulduğum ve sadece geri adım atmak istediğim zamanlar oldu. Bunun gibi zamanlar var. Açıkçası, devam ettim hep. Bunu çoğunlukla hayranlarım için yapıyorum. Hayranlarımı hayal kırıklığına uğratmak istemediğimi hissettim.
• Neden kaçmak istedin? Oyunculuk ve modellik vs arasında gidip gelip durduğun için mi?
Kesinlikle çok fazla şey yaptım. Çünkü asla yerleşmedim ve her zaman bir öncü olmaya çalışıyorum, Çin'de neredeyse imkansızı yapmaya çalışıyorum. Çoğu zaman, hayranlarım dışında yaptığım şeyi gerçekten anlamayan insanlar var. İnsanlar seni anlamaya çalışmıyorlar ve açıkçası sadece yapmıyorlar bunu ve ne yaptığınızı hiçbir zaman anlamazlar. Bu insanların ne düşündüğü umrumda değil, çünkü yapmaktan hoşlandığım şeyi yapıyorum ve bu benim. Ve beni destekleyen hayranlarım var. Onları önemsersem ve bırakırsam, bu ben olamam. Bu olduğum kişi değil.
• Stüdyoda olduğun zaman bunun doğru hissettirdiğini söyledin. Bu duygu nedir?
Ben stüdyodayken , bunun benim için bir kaçış olduğunu düşünüyorum. Çalıştığımda veya başka bir yerdeyken, internet var. Telefonum var. Herkes bana yazıyor. Tüm bu şeyler. Tüm bu sesler. Ama ben stüdyodayken, sadece içeri giriyor ve müzikle birlikte olabiliyorum. Kendim oluyorum. Huzurlu hissediyorum.
• Herhangi bir Çinli sanatçı albümünüz için sizi tebrik etti mi?
Evet, hepsi etti. Bu benim doğum günüm ve hepsi bana mesaj attılar, 'Mutlu yıllar!' diye. Hepsi albümümü kontrol ettiler ve hepsi de harika olduğunu düşündüler. Bana gerçekten iyi yorumlar verdiler. Çin'de, biz Weibo kullanıyoruz, bu yüzden birçok kişi albüm linkimi repostladı. Çok iyi geri dönüşler aldım.
• Bizimle bir tane hangisini paylaşabilirsin ?
İsmi MC HotDog. O Çinde bir OG rapçi ve o benimle birlikte The Rap of China’da jüriydi. O aslında repostladığında :
“Ilk olarak, mutlu yıllar Kris ve ikincisi, şu anda Çin'de full bir albüm çıkarmak kolay değil. Bugün. Ne olursa olsun seni destekliyorum.”
Bu çok iyiydi. Buradaki insanlar ne söylediğini anlamayabilir, ama Çin'de durum böyle. Bir çok insan artık albümler çıkarmaz, çünkü tek yaptıkları şey single çıkartmak. Ya da en fazla bir EP olur, üç veya dört şarkıdan oluşan. Ama albüm (çıkarmak) Çin'de bir nevi öldü. Tüm müzik sektörü son 20 yılda iyi bir performans göstermedi. Gerçekten çok fazla kişi albüm çıkarmayı bıraktı çünkü gerçekten bunun için bir anlam yok. İnsanlar bunu dinlemiyorlar bile. Müziğinizi tanıtmak için hiçbir yer yok. Müziğinizle çok para kazanamazsınız. Telifler vs bir sürü şey berbattı. İnsanlar uzun zaman önce albüm çıkarmayı bıraktı.
Kariyerinin zirvesinde olan birini full bir albüm çıkardığını görmek , bu gerçekten yaygın bir şey değil. O bunu söylediğinde “Tam isabet, teşekkür ederim” dedim.
çeviri : KrisWuTurkey
8 notes · View notes
cinaraslan · 2 years
Text
Duma (Rusça: Ду́ма), kelime anlamı "düşünmek" olan "Думать"dan gelir.
Çarlık Rusyası'nda 1905-1917 yılları arasında etkin olan yasama meclisine Duma adı verilmiştir.
1993 tarihinde uygulanan anayasa değişiklikleriyle Rusya Federasyonu Parlamentosunun alt kanadı Rusya Federasyonu Devlet Duması adlanmıştır.
Tüm Rusya Kurucu Meclisi (Rusçası: Всероссийское Учредительное собрание), Rusya’da 1917 Ekim Devriminden sonra toplanan ve demokratik seçimlerle seçilmiş olan yasama organı. 5-6 Ocak 1918 günlerinde sadece 13 saat toplanabilmiştir. Sovyet iktidarının tanımayı reddettiği için Bolşevikler tarafından lağvedilmiştir
Arka plan
Demokratik yollardan seçilmiş olan bir Kurucu Meclisin toplanarak Rusya Anayasasını yazması 1905 Devriminden önce tüm sosyalist partilerin talepleri arasındaydı. Devrimin bastırılmasından sonra Çar II. Nikolay bazı temel hakları vermeye razı olacak ve devlet güdümünde bir parlamento olan Duma’nın 1906 yılında kurulmasına izin verecekti. Toplanmasına izin verilen Duma’nın anayasa yazma veya rejim değişikliği yetkisi bulunmuyordu. Ayrıca Duma’da öne çıkan siyasi parti sosyalistler değil liberal bir monarşiden yana olan Kadetlerdi. Duma Çarın izin verdiği çerçevede yasalar düzenlese de liberal yasa teklifleri Çar tarafından atanan üyelerden oluşan bir üst parlamento veya bizzat Çar tarafından veto edilmekteydi. Duma’nın bu yapısı Kurucu Meclis taleplerinin devam etmesini sağlayacaktır.
Geçici Hükûmet dönemi(Şubat–Ekim 1917)
1917 Şubat Devrimi ile Çarlık rejiminin devrilmesiyle birlikte iktidarı Geçici Hükûmet alacaktır. Geçici Hükûmet liberal Çarlık Dumasının devamı durumundadır. Ancak Geçici Hükûmetin otoritesi devrim sürecinde etkili olan işçi ve askerler tarafından kurulan taban örgütü olan Petrograd Sovyeti tarafından sınırlandırılmaktadır. Bu dönem ikili iktidar dönemi olarak bilinir. Devrilen Çar II. Nikolay tahttan kardeşi Mihail Aleksandroviç lehine feragat edecek, ancak kardeşi de tahtı reddedecektir. Dumanın devamı olan hükûmet ise sürekli olarak kendisini “geçici” olarak tanımlamakta, asıl hükûmetin Kurucu Meclisin toplanmasından sonra belirleneceği savunmaktaydı. Geçici Hükûmetin varlığı hem bu “geçici”lik durumu, hem sürmekte olan I. Dünya Savaşı, hem de devrimci altüst oluş arasında karmaşıklaşmıştı.
Geçici Hükûmette önce Savaş Bakanı olan Aleksandr Kerenski daha sonra başbakan olmasıyla beraber Kurucu Meclis seçimlerinin savaşın sona ermesinin ardından yapılacağını bildirir. Buna rağmen Temmuz 1917’de aldığı bir kararla Rusya’yı cumhuriyet ilan eder ve “önparlamento” olarak adlandırdığı kurum için seçim yapmak istediğini açıklar[2]. Bu hareket tarzı her cepheden eleştiriye uğrar. Monarşi yanlıları Rusya’nın bir oldu bittiyle cumhuriyet yapılmasını kabul etmezken, sosyalistler ise Petrograd Sovyetinin etkisini kırmak olarak gördükleri açılıma karşı çıkarlar. Kerenski hükûmeti Kornilov Olayının ardından iyice güçsüzleşecek ve Ekim Devrimi ile birlikte Bolşevikler tarafından devrilecektir.
Bolşevikler ve Kurucu Meclis
Bolşeviklerin Kurucu Meclise bakışları 1917 yılında şekillenir. İlk başta tüm diğer sosyalist partiler gibi fikre destek verdiler. Ancak sürgünde bulunan Bolşevik lider Lenin Nisan ayında Petrograd’a döndüğünde partinin sloganı “Tüm iktidar Sovyetlere!” olacak ve iktidarın işçi ve askerlerin taban örgütlenmesi olan sovyetler tarafından alınması öngörülecektir. Muhalefet tarafından sürekli olarak dile getirilen Kurucu Meclisin toplanması fikrinin ertelenmesi Geçici Hükûmete karşı kullanılmakta ve sovyet iktidarında seçimlerin yapılacağı dile getirilmekteydi
25 Ekim (7 Kasım) 1917 günü Bolşevikler Geçici Hükûmeti devirerek Petrograd Sovyetinin organı olan Askeri Devrimci Komite aracılığıyla iktidarı alarak toplanmakta olan 2. Tüm Rusya Sovyetleri Kongresine verirler. Kongrede Bolşevikler ve müttefikleri Sol SR’lar 650 delegeden 390’ına sahiptir. Bu çoğunluk adına hareket ederek ilk devrimci hükûmet olan Sovnarkom oluşturulur. Kongrede bulunan ancak azınlıkta kalan Menşevik ve SR’ların protesto ederek kongreden ayrılır. İktidarlarının ilk haftalarında Bolşevikler Rusya’daki neredeyse tüm önemli şehir merkezlerinde iktidarı alırlar. Sadece etnik olarak Rus olmayan bölgelerde başarısız olacaklardır. Yeni hükûmet sadece sosyalist olmayan ve karşı-devrimci basın organlarını kapatacak ve Çarlık döneminden beri liberal muhalefet yapan anayasal monarşi yanlısı Kadetler partisi ile Çarlık yanlısı örgüt Karayüzleri kapatır. Bu şartlar altında ve görece huzur altında 12 Kasım 1917’de Kurucu Meclis seçimleri yapılır. Resmî yayınlarda Bolşevikler kendilerini geçici olarak iktidarı almış olarak gördüklerini belirterek Kurucu Meclisin toplanmasını beklediklerini açıklamışlardır.
Seçimlerle Kurucu Meclisin toplanması arasındaki dönem (Kasım 1917-Ocak 1918)
Bolşevikler Kurucu Meclis seçimlerinden hemen sonra birinci parti olamayacakları durum karşısında yalpalamaya başlarlar. 14 Kasım günü Tüm Rusya Köylü Vekilleri Sovyetleri Olağanüstü Kongresine hitap eden Lenin, ülkenin durumuna göre gereken şekilde hareket edeceklerini belirtirken, silahların elden bırakılmamasını vurguladı. 21 Kasım günü Donanma Halk Komiseri Pavel Dibenko 7 bin Bolşevik yanlısı Kronstadt denizcisini 26 Kasım günü toplanması muhtemel olan Kurucu Meclis gündemiyle Petrograd’da alarma geçirir. Kronstadt Deniz Üssündeki yapılan ve 20 bin işçi ve askerin katıldığı toplantıda Kurucu Meclis’in ancak karşı-devrimci burjuvalardan oluşmadığı ve Ekim Devrimini desteklemesi durumda destekleneceğini açıklanır. SR’lar ile Sol SR’lar arasındaki bölünme Kasım ayında tamamen kopma noktasına gelir ve Bolşeivkler Sol SR’larla birlikte koalisyon hükûmeti kurar. 28 Kasım günü Sovyet hükûmeti anayasal monarşi taraftarı liberal parti Kadetleri halk düşmanı ilan eder, parti kapatılır ve liderleri tutuklanır. Aynı gün Kurucu Meclisin toplanma tarihi Ocak ayı başına ertelenir. İlk başta erteleme kararı teknik zorluklarla açıklansa da Lenin’in Kurucu Meclis gündemiyle ilgili ideolojik hazırlık içerisinde olduğu 26 Aralık günü yayınlanan tezleriyle anlaşılır:
“ Devrimci sosyal demokratlar, Kurucu Meclisinin toplanmasını talep etmekle beraber, 1917 Devriminden itibaren bir Sovyet cumhuriyetinin, Kurucu Meclisli bir burjuva cumhuriyetinden daha yüksek seviyede bir demokrasiyi temsil ettiğini söylemektedir.
Seçilen Kurucu Meclis Rus halkının iradesini tam olarak temsil etmemektedir çünkü özellikle köylülük arasında Mayıs-Ekim ayları arasında en çok sayıda desteğe sahip olan SR’lar Ekim ayında oluşturulan seçim listelerinde tek liste hâlindeyken Kasım ayında bölünmüşlerdir.
Ekim Devriminin çıkarları Kurucu Meclisin bazı haklarının çok üstündedir.
Kurucu Meclis sorununun burjuva demokrasisi çerçevesinde yasal veya haklılık açısından değerlendirilmesi burjuvazinin bakış açısının benimsenmesi ve sınıf savaşımının, iç savaşın gözden kaçırılmasını anlamına gelerek proletaryanın davasına ihanetle eşdeğer olacaktır. „
— Lenin[13]
Lenin’in açıklamalarının ardından Kurucu Meclisin toplanmasına karşı gerçekleştirilmesi muhtemel bir baskıya her Bolşevik razı değildir. Aralık ayında Kurucu Meclis’e vekil seçilen Bolşeviklerin çoğu meclisin toplanmasından yana olsa da Lenin önderliğindeki Bolşevik Merkez Komitesi parti tarafından benimsenen Lenin hattının vekiller tarafından izlenmesini sağlayacaktır.
Petrograd birleşimi (5-6 Ocak 1918)
5 Ocak 1918 günü sabahleyin Kurucu Meclis lehine yapılan kitlesel bir gösteri Bolşeviklere bağlı askerler tarafından dağıtılır. Kurucu Meclis Petrograd’daki Tauride Sarayında 5 Ocak günü saat 16:00 ile 6 Ocak günü saat 04:40 arasında ilk ve tek oturumunu yapar. Bolşevikler adına söz alan İvan Skvortsov-Stepanov Kurucu Meclis’e dair Bolşevik fikirlerini dile getirir:
“ Nasıl olur da halkın iradesinden bahsedersiniz? Bir marksist için halk kavramı tanımsız bir olgudur: Halk tek bir bütün şeklinde hareket etmez. Halk deyimi bir aldatmacadır, hakim sınıflar tarafından uydurulan bir aldatmaca.
İvan Skvortsov-Stepanov
Bolşevik vekiller tarafından önerilen ve Kurucu Meclisin Sovyet hükûmeti olan Sovnarkomu tanımasıyla ilgili karar önerisi reddedilir. Böylelikle Kurucu Meclis ve buradaki SR çoğunluk Ekim Devrimini tanımamış olurlar ve ülkedeki iktidar için alternatif olmak için ilk adımı atarlar. Meclis başkanlığı seçminde SR önderlerden Viktor Chernov 244 oy alarak Bolşeviklerin adayı olan Sol SR lideri Maria Spiridonova’nın aldığı 153 oyu geçer ve başkan olur. Kurucu Meclisin Sovnarkomu tanımaması üzerine olağanüstü toplanan Sobyet hükûmeti Meclisin kapatılması yönünde karar alır. Bolşevik vekil Fyodor Raskolnikov tarafından okunan bir metinden sonra Meclisteki Bolşevik ve Sol SR vekiller oturumu terk ederler. Lenin verdiği talimatta Meclisi zorla dağıtmaya gerek olmadığını, oturumun tamamlanmasından sonra ertesi gün hiçbir vekilin salona alınmamasıyla sorunun halledileceğini belirtir. Birleşim uzun saatler boyu sürer. Mecliste bekleyen Kızıl Muhafızların komutanı A. G. Zheleznyakov, başkan Chernov’a yaklaşır ve muhafızların çok yorgun olduğunu, toplantıya ara verip herkesin eve gitmesini sağlamasını ister. Bunun üzerine Chernov, SR vekillerin teklif ettiği toprak reformu yasa tasarısını, Rusya’nın cumhuriyet olma yasa tasarısını okur. Ayrıca İtilaf Devletlerine çağrı yapan bir metin de okunur. Metinde demokratik bir barış çağrısı yapılmaktadır. Metinler okunduktan sonra oylanarak kabul edilir. Birleşim ertesi gün öğleden sonra 17.00’de toplanmak üzere dağılır. Ertesi gün vekiller saraya geldiklerinde binanın kilitli olduğunu görüp, Sovnarkom’un aldığı Kurucu Meclis’i kapatma kararını öğrenirler. Karar aynı gün VtsIK tarafından da onaylanır.
Petrograd ve Samara arasında (Ocak-Haziran 1918)
Tauride Sarayına giremeyen vekiller Gureviç Lisesinde toplanarak birkaç gizli oturum düzenler. Ancak durumun tehlike arzetmesi üzerine başka çare aranır. Bazı vekiller Ukrayna milliyetçilerinin kurmuş olduğu Rada’nın bulunduğu Kiev’e gidilmesini önerse de Bolşevikler Rada’yı yenilgiye uğratınca Kiev Bolşevik egemenliğine geçer ve bu plan gerçekleşmez. Durumu değerlendirmek üzere toplanan SR Merkez Komitesi Bolşeviklere karşı silahlı mücadeleyi reddeder. SR Merkez Komitesi, Bolşeviklerin ne kadar eleştirilirse eleştirilsin Çarlık otokrasisinden farklı olarak işçilere ve askerlere dayandığını belirterek, işçi ve askerlerin ikna edilmesiyle sorunun çözüleceğine karar verir. SR ve Menşevikler Sovyet iktidarını eleştirseler de Bolşeviklere karşı silahlı mücadeleye başvurmayacaklardır. Ekim Devrimi sırasında terk ettikleri ve artık VtsIK olarak adlandırılan sovyet yönetim organına geri dönerler. Bolşeviklerin ülke sorunları çözememesiyle beraber oluşan kriz döneminde yapılacak Sovyet seçimlerinde çoğunluğu alarak Sovyet iktidarına geçeceklerini ve Kurucu Meclisi yeniden toplayacaklarını planlarlar. SR ve Menşevikler planlarında kısmen başarılı olurlar. Kışın yapılan Sovyet seçimlerinde Bolşevik karşıtları başarılı olacaktır. Ancak Sovyet hükûmeti seçim sonuçlarını kabul etmeyecek ve Bolşevik karşıtlarının galip geldiği Sovyetleri tanımayacaktır. Buna karşılık SR ve Menşevikler Sovyet organının benzeri olan İşçi Asamblelerini kurarlar. Ancak bu kurumlar Bolşevikler tarafından tanınmayacaktır. 3 Mart 1918 günü Almanya İmparatorluğu ile imzalanan Brest Litovsk Antlaşmasından sonra SR önderliği Bolşevikleri Alman ajanı olarak görmeye başlar[18]. SR’lar artık Kadetlerle bile ittifak yapmayı razı durumdadır. Bolşeviklere karşı cephe kurma çalışmaları başlar. Ancak çalışmalar görüş farklılıklarından dolayı başarısızlığa uğrar; SR’lar Kurucu Meclisin yeniden toplanmasında ısrarcı olurken, Kadetler Kurucu Meclis seçimlerinde başarısız olduklarından ötürü seçimlerin yenilenmesini isterler.
Samara Komitesi (Haziran-Eylül 1918)
7 Mayıs 1918 günü Moskova’da toplanan 8. SR Parti Konseyi Kurucu Meclisin toplanmasını sağlamak için silahlı mücadele başlatılmasına karar verir. Yeni başlamış olan Rus İç Savaşı sırasında Sibirya’da bulunan Çekoslovak Lejyonu ayaklanmış ve bölgedeki Bolşevik iktidarını devirerek Beyaz Ordu lehine savaşa dahil olmuştur. Bu ortamda SR faaliyetleri Bolşevik egemenliğinden uzaktaki Ural ve Volga bölgesine kayacaktır. 8 Haziran 1918 günü beş Kurucu Meclis üyesi SR Tüm Rusya Kurucu Meclis Komitesini (Komuch) Samara’da kurar. Komuch, Sovyet iktidarını tanımayarak kendi iktidarını ilan eder. Komuch, Çekoslovak Lejyonunun desteğini alarak otoritesini genişletse de hakim olduğu Ural-Sibirya bölgesinde karmaşık yapılı çok sayıda etnik, yerel, Kazak, monarşi yanlısı ve liberal güç odakları bulunmaktadır. Komuch’un bunlarla ilişkileri çok gergin olur. Komuch bölgeye gelen Kurucu Meclis vekillerinin sayısının artmasıyla genişler ve Eylül 1918’e gelindiğinde 90 kişiye ulaşır. Artık Komuch, Bolşevik karşıtı yerel hükûmetlerin oluşturduğu bir koalisyon olmaktadır. Komuch amacını Kurucu Meclisin yeniden toplanması olarak açıklar. Ayrıca Kurucu Meclis toplandığı zaman onun otoritesini tanıyacağını da açıklar. Komuch giderek otoritesini kaybetmektedir. SR liderlerden Viktor Chernov 19 Eylül 1918 günü Samara’ya gelince Komuch ile diğer Beyaz Ordu kanadıyla ilişkiler gerilir. Chernov, monarşi yanlısı ve aşırı muhafazakâr gördüğü diğer unsurlarla işbirliğinden vazgeçilmesi için SR Merkez Komitesini ikna etmeyi başarır. Kasım 1918’de monarşi yanlısı askerlerin gerçekleştirdiği darbeyle Komuch devrilecek ve bölgede Beyaz Ordu komutanı Amiral Aleksandr Kolçak egemen olacaktır.
Çöküş
SR'lar
Darbeden sonra Chernov hem Bolşeviklere hem de Beyaz Ordu hareketine karşı üçüncü bir yol formüle eder. Ancak zaten parçalı konumda olan SR’lar bağımsız bir üçüncü bir yol kuramayacaklardır. Sağ kanat SR’lardan Avksentiev ve Zenzinov Kolçak’dan izin alarak ülke dışına çıkarken, sol kanat SR’lar Bolşeviklere katılacaktır. Üçüncü yolda ısrar eden Chernov ise Kolçak yönetimine karşı Aralık 1918’de başarısız bir darbe girişiminde bulunur, çok sayıda SR üyesi idam edilir. Şubat 1919’da yeniden toplanan SR Merkez Komitesi Bolşeviklere karşı silahlı mücadeleyi sona erdirir. Bunun üzerine Bolşevikler SR Merkez Komitesinin Moskova’ya gelmesine ve parti yayın organlarını yayınlamalarına izin verir. Ancak sürmekte olan iç savaş sırasında SR Merkez komitesi tutuklanacak ve mahkemede yargılanacaktır. SR liderleri idam cezasına çarptırılsalar da idam edilmeyecek ve çeşitli hapis cezalarına çarptırılacaklardır
Sibirya Müdahalesi
Kurucu Meclis yanlısı ana akım olan SR’lar tasfiye edilmiş olsa da İtilaf Devletleri de Kurucu Meclis’in toplanmasını istemekteydiler. Rus İç Savaşı sırasında sürmekte olan I. Dünya Savaşı Doğu Cephesinde ilan edilen ateşkes yüzünden Almanya’nın Batı Cephesine asker kaydırması İtilaf Devletlerini zor durumda bırakmıştı. Rusya’nın yeniden savaşa dahil olmasını isteyen bu devletler Bolşeviklere karşı askerî müdahalelerde bulunacak ve Beyaz Ordu birliklerini aktif olarak destekleyecektir. 26 Mayıs 1919 günü İtilaf Devletleri Kolçak’a kendisini Bolşeviklere karşı desteklemelerinin koşulları arasında Kurucu Meclisin yeniden toplanmasını da sıralarlar. 4 Haziran 1919 günü Kolçak bu önerileri kabul etse de Kurucu Meclisi yeniden toplamayacağını, o seçimlerin Bolşevik iktidarı sırasında yapıldığı için geçersiz olduğunu belirtir. 12 Haziran günü İtilaf Devletleri adına verilen cevapta Kolçak’ın şartı kabul edilecektir. Aslına bakılırsa Beyaz Ordu komutanlarından Kolçak da General Anton Denikin de önceden belirlenmeme prensibine göre hareket ediyordu. Buna göre Bolşevikler yenilmeden Rusya’nın nasıl bir sistemle yönetileceğine dair bir açıklamada bulunmuyorlardı. İki lider de geçmişe dönüş olmayacağını açıklasalar da hakim oldukları bölgelerde yaptıkları uygulamalar monarşi dönemine özlem içinde olduklarını gösteriyor ve işçi, köylü ve askerlerden tepki görüyordu[21]. Karmaşık bir yapıya sahip Beyaz Ordu bileşenlerinin olası bir zafer durumunda nasıl hareket edeceğine dair bir belirsizlik bulunmaktad��r. Hangi akımın üstün geleceği, Kurucu Meclisin toplanıp toplanmayacağı belirsizdi. İç savaştaki Bolşevik zaferinden sonra 1921 yılı başlarında Paris’de toplanan 38 Kurucu Meclis üyesi bir araya gelerek bir hükûmet kurmaya çalışsa da bu girişim başarısız olacaktır
Tumblr media
1 note · View note
azeturkmankurt · 3 years
Text
Hastalar İçin Şifa Duaları
 Tarih: 04 Kasım 2020 DUALAR ve ZİKİRLER
Hastalara şifa ve hastalıktan kurtulmak için okunacak dualar nelerdir? Peygamber Efendimiz’in şifa duası var mıdır? Hastalara şifa veren dualar ve hasta duası...
Hz. Aişe’den -radıyallahu anh- rivayete göre Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- kendilerine bir hasta getirildiğinde şöyle duâ ederlerdi:
PEYGAMBERİMİZİN ŞİFA DUASI
Arapça:
Türkçe Okunuşu:Ezhibil-be'se rabben'nasi eşfi ve enteş'şafi la şifae illa şifauke şifaen la yugadiru sekame.
Anlamı:Bu hastalığı gider ey insanların Rabbi! Şifâ ver, çünkü şifâ verici sensin. Senin vereceğin şifâdan başka şifâ yoktur. Öyle şifâ ver ki hiç bir hastalık bırakmasın.»” (Buhârî, Merdâ, 20; Müslim, Selâm, 46; Ebû Dâvud, Tıbb, 18, 19)
HASTA NASIL ŞİFA BULUR?
Yine Hz. Aişe’den -radıyallahu anh- rivayete göre Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisine bir hastanın şifâ bulması için duâ talebedildiği zaman:
Arapça:
Türkçe Okunuşu:Bismillahi turbetu ardina ve rîkatu ba'dina yüşfe sakimuna bi-izni rabbina.
Anlamı: Allah’ın adıyla duâya başlarım. Bizim yerimizin toprağı ve birimizin tükürüğü vesilesiyle Allah’ın izniyle hastamız şifâ bulur.»” (Buhârî, Tıbb, 38; Müslim, Selâm, 54; Ebû Dâvud, Tıbb, 19)
SARA (EPİLEPSİ) HASTALIĞI İÇİN DUA
İbn Abbas’dan -radıyallahu anh- rivayete göre Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bir hâtûn müracaat edip:
“– Ya Resûlallah, ben sar’a illetine duçar oluyorum. Hem de sar’a hâlinde açılıyorum. Allah Teâlâ’ya duâ ediniz ki, bu illeti benden izâle eylesin” dedi. Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kadına hitaben:
“– Dilersen sabret, bu illet mukabilinde sana cennet verilsin. Dilersen sıhhat ve afiyetin için Allah Teâlâya duâ edeyim,” buyurdu.
Sonra o hâtûn:
“– Yâ Resûlallah, böylece sabrederim. Yalnız sar’a hâlinde açılmamam için Allah Teâlâ Hazretlerine duâ ediniz” dedi.
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, o halinde açılmaması için duâ buyurdular. (Buhârî, Merdâ, 6; Müslim, Birr, 54)
DİŞ AĞRISI İÇİN DUA
Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyururlardı:
Arapça:
Anlamı: Ağrıyan dişinin üzerine şehâdet parmağını koyup Yâsin-i şerîfin son tarafını nihayete kadar oku, biiznillah teâlâ şifâ bulur.” (Suyûtî, el-Câmi’us-Sağîr, no: 5218)
HASTALARA ŞİFA DUASI 
Arapça:
Türkçe Okunuşu: Euzu bi izettillahi ve kudretihi min şerri ma ecidu.
Anlamı:Sağ elini vücudunda rahatsız olduğun mahalle koyup yedi defa mesh eyle ve her meshte: «Hissettiğim bu hastalığın şerrinden Allah’ın izzetine ve kudretine sığınırım!» de. Biiznillahi Teâlâ şifâ bulursun.” (İbn Hanbel, IV, 217)
CEBRAİL ALEYHİSSELAM’IN ŞİFA DUASI
Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz rahatsızlandıkları zaman onu Cibril -aleyhisselam- tedavi eder ve:
Arapça:
Türkçe Okunuşu: Bismillahi arkıyke min kulli şeyin yu'zike min şerri kulli nefsin ev aynin hasidin, Allahu yeşfike bismillahi arkıyke.
Anlamı: Allah’ın ismiyle seni rahatsız eden her şeyden sana okurum. Her nefsin veya hasetçi her gözün şerrinden Allah sana şifâ versin. Allah’ın adıyla sana okurum.»” derdi.(Müslim, Selâm 40)
HASTA DUASI
Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir rahatsızlıkları olduğu zaman Muavvizeteyn sûrelerini okur, kendi üzerine üfler ve onu eliyle üzerinden silerdi. Ve şöyle buyururlardı:
Arapça:
Türkçe Okunuşu:Bismillahi Allahümme dâvini bi devaike veşfini bi şifaike ve ağnini bi fadlike ammen sivâk vahzer anni ezake.
Anlamı: Allah’ın ismiyle. Ey Rabbim! Beni kendi devân ile tedavi et, bana kendi şifân ile şifâ ver ve beni kendi fazlınla Senden başkalarından müstağni kıl ve beni ezalardan uzak tut.»” (Heysemî, X, 180)
HASTALAR İÇİN ŞİFA DUASI
Henüz eceli gelmemiş bir hastayı ziyaret eden bir mü’min yedi defa:
Arapça:
Türkçe Okunuşu: Es-elullahel-azime rabbel arşil azimi en yeşfiyeke.
Anlamı:Büyük Allah’tan, büyük Arş’ın Rabbi Allah’tan sana şifâ vermesini istiyorum!»” derse muhakkak afiyet bulur. (Ebû Dâvud, Cenâiz, 8; Tirmizî, Tıbb, 32; İbn Hanbel, I, 239)
KUR’AN’DA GEÇEN ŞİFA AYETLERİ
Kur’ân-ı Kerim’de bulunan şifâ âyetleri; sağlık için duâ, şifâ için duâ, hasta duâsı, hastalara şifâ duâsı arayanlar için en etkili şifâ duâlarıdır.
Tevbe Sûresi, 14. Ayet
Okunuşu: "...Ve yeşfi sudûra kavmin mu'minîn. (mu'minîne)."
Anlamı: “Allah, mümin bir topluluğun kalplerine şifa versin/gönüllerini ferahlatsın!” (et-Tevbe, 14)
Yunus Sûresi, 57. Ayet
Okunuşu: "...Ve şifâun limâ fîs sudûri. (sudûrin)"
Anlamı: “…Gönüllerdeki dertlere şifâdır...” (Yûnus, 57)
Nahl Sûresi, 69. Ayet
Okunuşu: "...Yahrucu min butûnihâ şarâbun muhtelifun elvânuhu fîhi şifâun lin nâs(nâsi), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn. (yetefekkerûne)..."
Anlamı: “…Onların (arıların) karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifâ vardır…” (en-Nahl, 69)
İsrâ Sûresi, 82. Ayet
Okunuşu: "Ve nunezzilu minel kur’âni mâ huve şifâun ve rahmetun lil mu’minîne (mu’minîn)...."
Anlamı: “Biz, Kur’ân’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için şifâ ve rahmettir…” (el-İsrâ, 82)
Şuarâ Sûresi, 80. Ayet
Okunuşu: "Ve izâ maridtu fe huve yeşfîni."
Anlamı: “Hastalandığım zaman bana şifâ veren O’dur.” (eş-Şuarâ, 80)
Fussilet Sûresi, 44. Ayet
Okunuşu: "Kul huve lillezîne âmenû huden ve şifâun (şifâ')..."
Anlamı: “…De ki: O, (Kur’ân) inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifâdır…” (Fussılet, 44)
Kaynak: Mahmud Sami Ramazanoğlu, Dualar ve Zikirler, Erkam Yayınları
0 notes