Tumgik
#Akıp gider ya
hepeksikk · 2 months
Text
BİR CÜMLENİN AĞIRLI NE KADAR OLABİLİR Kİ?..
Kendi yatağında akıp gider zaman kimseye aldırmadan, bazen ardı sıra kovalarız onu biraz olsun yavaşlaması için, bazen elinden tutup çekeriz hızlı adımlarla yürümesi için. O anki ruh halimiz ne ise ona göre yürütmeye çalışırız akrep ve yelkovanı. Ancak bizler ne kadar uğraşırsak uğraşalım o hep kendi hızında yürümeye devam edecektir. Hasta yatağında yapayalnız biri için gecelerin sessiz karanlığı ağırdır. Şafağın sökmesini iple çeker gücünün son damlasına kadar. Hatta zamanın artık durmasını ve tüm anlamını yitirmesini ister şafağın yolunu gözleyenler. Hayata hep geç kalanlar ise zamanın ağır aksak ilerlemesini ister.
Onlar için de gök hep mavi kalmalı; akrep ve yelkovan bir köşede dinlenip durmalıdır. Herkesin içinde bulunduğu duruma veya ruh haline göre farklı anlamlar barındırır zaman ama denk geldiğim bir video bu kavramın bazıları için hiçbir anlam ifade etmediğini gördüm. Yani göğün maviliği, gecenin karanlığı, yıldızların parlaklığı, ayın ışığı hiçbir mana taşımıyor… Filistin’de ilkokul çağlarında bir çocuk, üzerinde siyaha yakın, hırpani bir tişört var ki bunun onun için bir önemi de yoktu. Yüzü gözü, toz toprak içinde. Yaşadıkları kendi yaşından da büyük…Kirpikleri nemli, yanakları ıslak, gözlerinde yılgınlık… Aylardan beri devam eden zulmün karşısında inancı onu ayakta tutsa da artık tüm gücünü yitirmiş bir hali vardı. Yanında onun yeryüzündeki tek dayanağı ve koruyucusu olan annesi vardı. İkisinin de ruh hali aynı olsa da anne yine güçlü durmaya çalışıyordu… Ve biri sordu… Soruların bir anlamı pek olmasa da… Dilinden dökülen kelimeler hem gözyaşlarının nemini taşıyordu hem de yorgunluktan tüm manasını yitirmişti. “Bıktım artık oradan oraya gitmekten, eşyaları taşımaktan yoruldum. Sürekli bir yerlere göç etmekten yoruldum. Ben de çocukluğumu yaşamak istiyorum… Yoruldum artık bu hayattan… …Ölüm gelse de artık dinlensem…”
Bu cümle onun dudaklarının arasından dökülünce zihnimin kıyılarına Cahit Zarifoğlu’nun şu cümlesi gelip vurdu:
“Yıkılmak, binaya özgü değil ki Züleyha! Bir insanın, bir cümleyle yıkıldığını gördüm ben!” “
Ölüm gelse de artık dinlensem!..” Bu sözün ağırlığını hissedebildiniz mi? Bu cümle bir insanı değil, insanlığı yıkacak derecede ağır aslında ama bunu dinleyip de yüreğinin taa derininde hissedene.
Kafede bir masada oturup keyifle kahveni yudumlarken, evinde ailenle sofranda oturup en güzel ve sıcak yemekleri yerken, dalından kopardığın bir gülün kokusunu derin derin içine çekerken, aldığın bir elbiseyi ikinci defa giymeyip kenara atarken, elindeki sigaranın dumanını içine çekerken, herhangi bir şeye gülerken ya da ağlarken, şehrin en kalabalık caddelerinden birinde yürüken, bir dağın zirvesinde doğanın sesine kulak verirken, radyoda çalan herhangi bir şarkıya eşlik ederken, sahip olduğun imkanlardan sıkılıp şikayet ederken aklında asılı kalsın bu cümle.
Utanma duygumuzu çoktan yitirmişken başımız dik, kibir dolu bakışlarla yürürken etrafı süzerek belki o cümlenin ağırlığı eğer başımız öne ve bir nebze düşünmemizi sağlar. Yıkılmasak da bu cümlenin ağırlığıyla en azından sarsılıp kendimize gelebilsek. Küçük bir çocuğu bu ve buna benzer cümleler kurduyorsa hayat, zamandan şikayet etmek neye yarar. O kendi yolunca yürümeye devam edecektir. Bizler akıp giden zamana yetişemeyebiliriz fakat zamanın bıraktığı acıları dindirip yaraları iyileşitebiliriz. Elimizde hangi imkan varsa onu kullanarak bir yaraya derman olabiliriz ve böylelikle kısacık bir cümlenin ağırlığı altında kalmaktan kurtulabiliriz. O zaman küçük bir çocuğun dilinden dökülen sözcükler baharı müjdeleyen birer güle dönüşüverir…
18 notes · View notes
someays · 22 days
Text
-Zaman zaman diyip duruyorsunuz bayım. Neydi bu zaman?
-Zaman birçok şeydi. Zaman bazen bir masal kitabıydı. Sonu her zaman mutlu biterdi. Bazense bir korku filmi... Sonu hep çığlıklarla biten.
Zaman bazen bir akarsuydu. Akıp gidiyordu. Zamanı bitenler kenarlara takılıp orada kalıyordu.
Bazen de zaman kara topraktı. Birçok şey görmüştü. Birçok şeye şahit olmuştu. Birçok hayatı içeriyordu.
Zaman bir çocuğun gülüşüydü. Bir ailenin mutluğu, birilerinin ölümü, birilerinin doğumu, birilerinin zulümü, birilerinin umudu...
Ya da zaman sadece zamandır işte. Akıp gider.
İnsanlar belki de zamandan çok şey bekliyorlar. Belki de zaman gerçekten birçok şeydir.
3 notes · View notes
bakcagla · 1 month
Text
12.08
Ne çok yorulduk, şu bizim olmayan dünya için.
Ne çok yorulduk,birgün toprakla bütünleşip gidecek olanlarla.
Oysaki dünya da oyun, insanlar da fâni
Hani olur ya; kırlangıcı kafese korsun da uçamaz, kalamaz özgür...
Su akıp gider, zaman ilerler, bulutlar yer değiştirir, güneş her zaman doğar ve batar...
Peki ya sen? Yaşayabilecek misin dilediğin gibi, sevebilecek misin fâni olanı Rabbin kadar, yeşertebilecek misin dualarını umutlarınla, bir çiçeğin evresi gibi...
Kirli olan bu topraklarda kalabilir miyiz o kadar temiz¿
Basabilir miyiz kendinden emin doğru şekilde yere,
Geçebilir miyiz o yolları, ezip geçmeden yeşeren güzelleri...
Bakabilmeyi umuyorum:
En saf şekilde gözlerine; fotoğrafına,yüreğine...
2 notes · View notes
denizela · 8 months
Text
Geçen zaman bizden çok şey alır gider biz ise sadece dur ve deriz ki alıştık hayır sen alışmadın sen eksildi sen kendini kaybettin sen kayboldun ama böyledir demi böyle söylenir sende öyleymiş gibi yaparsın peki sonuç kendinden çok uzakta kaybolmuş bir sen oysa tek gayen kendini bulmaktı zaman onu da elinden aldı oysa zamanı suçlamak kolay ya kendini suçlamak izin vermeni göz ardı mı ediyorsun etme sende kendini görmezden gelme evet belki suçlayacak belki bağıracaksın ama kendini göreceksin yüzleşeceksin dur nefes al ve ben kendime bunu yaparsam ne olur de sen demezsen kimse demez bekleme demezler demicekler o yüzden akıp giden zamanda kendini kaybetme sonrası sonrası karanlık çıkmaz sokak o yüzden şimdi durmalısın o an bu an çünkü geri gelmiyor gelmicek zaman...
2 notes · View notes
militankaos · 9 months
Text
Tumblr media
Kafatasını taşımanın zorluğu üzerine;
Ayakta durmanın en zor yanı; başının vücuduna verdiği o sinsi baskı, tüm sinirlerinden akıp giden ağrı ve kafatasının içinde çarpışan düşünceler bütünü. Kirli yazacağız şimdi, dağınık ve anlamsız olacak bu yazı. Şiir gibi değil, kusursuz bir düz yazı kıvamında değil, zihnin yansıması gibi, sol eli kaldırdığında aynadakinin sağı kaldırması gibi, kusurlu. Aldığın nefesin ciğerlerine dolmayışı, verdiğin nefesin senden bir şeyler alıp götürmesi gibi, anlamsız. Ve nedenini de bulamazsın tüm bunların, hiçbir tıp kitabında yer almaz, psikolojinin alt dallarına girmez, bir cevap varsa sendedir, sen de kaybolmuşsundur. Kayıp eşya dolabında kendini bulamazsın. Bir gece koridorda kendinle yüzleşemezsin. Sende olan sende kalır ve acı olanı, kendini tanımazsın.
-Kronik mi bu ağrı lan Rüstem?
+Hayır abi.
-Ne lan bu o zaman? Neden atlar sikişiyor kafamda, tıpta bir yeri yok mu? Okumuş etmiş bir adam bul, koy karşıma. Açıklasın bana bunu.
+Sensin bu ağrı abi, ağrının adı sensin.
-Hay sikeyim o zaman kendimi.
Tabii çoğu zaman sorulmaz birilerine, neden omurgam yamuk, şakaklarımda çiçekler değil, dikenli otlar bitiyor diye. Rüstem hayal ürünü, rahatça konuşursun gece yarısı, açık etmez seni. Kaldırımda sızarsın, o kaldırmaz. Gece uyuyamazsın, sigarana eşlik etmez. Uyursun, rüyana girmez. Bir varlığı ya da yokluğu bulunmaz, bilirsin. Kendini ne kadar bilmiyorsan, Rüstem'i o kadar bilirsin. Senin tam zıttın. Rüstem o kadar önemli değil, önemli olan bu ağırlık.
47 yaşında bir adam varmış, karısından ayrılmış, çocukları tarafından lanetlenmiş. Omurgam yamuk diye doktora gitmiş; ilk doktora gider çünkü omurgası yamuklar, doktor kambur başlangıcı der ama bilirler onlar, kamburluktan değil yalnızlıktan yamulur omurga kemiği. Velhasıl, sonrasında bir de kafatasının ağırlığı üzerine doktora gitmiş, bu sefer boyun fıtığı teşhisi konulmuş adama, bilinçsizce. Yıllarca okusa da bazı doktorlar, orta yaşlı filozofları anlayacak bilgi birikimine sahip olamazlar. Doktorlardan umudu kesen adam, dört duvarı arasında matkabı eline almış, şakaklarına namlunun ucu misali yaslamış ve yalnızlıktan çatlayan duvarlara sıçramış koyu kırmızı kanlar ile düşünceler, matkap çalıştığında. Şimdi ne yalnızlık, ne kamburluk, ne de ağır kafatası mevcut. 47 yıllık hayatı boyunca kayıp eşya dolaplarında aradığı benliği, yalnızlıktan çatlayan duvarların üzerinde, silik bir iz. Birkaç saat sonra koyu, canlı kızıl kahverengi hâlini alacak. Ve, adam tıpta yeri olmayan bilimsel bir deneye imza atmış olacak. Bir masal tadında oldu bu yazı lakin siz yine de çocuklarınıza anlatmayın. Bu masal, hangi yaşta olursa olsun kendini 47 gibi hisseden, omurgası yamuk adamlar için.
21.36
5 notes · View notes
Text
Yas süreci ağır geçebilir. Bir taraftan geride kalan güzel anlara gider insan, diğer taraftan yaşanamayacak yarım kalmışlıklara yanar içi. Daha derinlerdeyse varoluşsal sancılar kendini hissettirir. Bir devrin bitişi ve hayatın akıp gidişi…
4 notes · View notes
sunflowersblogg · 1 year
Text
Hayat Uzun Bir Yol
Bazı şeyler olmayınca olmaz.
Kim bilir duymadığın kaç kuş sesi,
Görmediğin kaç gökkuşağı,
Hissetmediğin kaç duygu var dünyada?
Kaç kez yandı canın?
Sahiden o kadar çok mu sevdin hayatı,
Öleyise tutundun yaşamak için.
Şimdi ne kaldı elinde boşluktan gayrı?
Bazı şeylerin var noksanlıkları.
Açamıyorsun o kapıları,
Göremiyorsun güzel gökkuşaklarını,
Hissedemiyorsun insanî yanını.
Belki, belki hepsi hayaldi,
Belki de ufak birkaç hatıra.
Bir türlü içinden atamadığın
Avazlar dolusu çığlıklarla.
Geç mi kaldık dersin yaşamaya?
Avurtların çöktü yaşın 19 ama,
Yaşın değil, yaşadığın kadardır hayat,
Ve akıp gider hoş tutmadığında.
Hoş, tutamazsın ya...
Tumblr media
2 notes · View notes
rauhnachte · 2 years
Text
böyle hani gölde kenarda bir dal parçası bir taşa sıkışır da her şey çevresinden akıp gider ama o sadece sağa sola savrulur ya işte öyle
3 notes · View notes
12characters · 2 months
Text
Bazen hayatın karmaşasında kayboluruz. Günler birbirini kovalar, zaman hızla akıp gider. Ama bir an gelir, durup düşünürüz. Kalbimizin derinliklerinde saklı olan duygular, birden su yüzüne çıkar. İşte o an, hiçbir şeyin önemi kalmaz. Sadece hissettiğimiz duygular ve yaşadığımız anlar vardır.
Bir akşamüstü, güneşin batışını izlerken, sevdiğimiz insanın yanında olmanın verdiği huzur… Ya da bir gece, yıldızların altında, sessizliğin içinde kaybolmak… Bu anlar, hayatın en değerli parçalarıdır. Çünkü sevgi, her şeyin ötesinde bir güçtür. Kalbimizin derinliklerinde saklı olan bu duygu, bizi hayata bağlar.
Sevdiklerine sarıl, onlara olan sevgini ve bağlılığını hatırla. Çünkü sonunda, gerçekten önemli olan tek şey, sevgi ve bağlılıktır. Ve hiçbir şey, ama hiçbir şey, bunun önüne geçemez.
0 notes
gundemarsivi · 3 months
Text
Tumblr media
Biz Olmadan
✍🏻 Muhsin Salman
https://www.gundemarsivi.com/biz-olmadan/
Komşuların bebesi olanda, “Leylek bebek getirmiş” derlerdi hep birlikte sevinirdik. Acılar, sevinçler ortakmış ben değilmiş biz imiş herkes… Nereden bilelim. Köye tanış da gelse yâd da gelse, herkes hoş geldin eder, hal hatır sorardı. Köye gelene ikram şarttı. Konuk “Tanrı misafiri” sayılırdı o zamanlar. Hızır orucu sonunda cem edilirken her evden ekmekler gelir, kimden nasıl ekmek geldi sorgulaması yapılmadan; elle parçalanıp, karıştırılıp lokma diye dağıtılırdı. “Birlik cemi” biz olmanın nişanesi idi, sanki biz çocuklar farkında değildik.
Zaman çok kez geçmez dediğimiz karabasanlar arasında kara zindan olsa da girdaplar içinde akıp gider… Karabasanlar içinde bir melektir yanında, yörende olan dost üzüntüleri… Çok kez var gününde yanında, yörende olanlar birer su baloncuğu olur, dağılır. Ozan Çağdaş’ın dediği gibi; “DÖN KENDİNE ÇOCUK” der yürürsün…
Ben derim ki; Ben bir ağaçtım. Yaprak açtım, dal verdim, çiçek açtım. Çürüyen meyvelerim döküldü, koruk olanlarımla toz toprak… Olmuşlarım dostlarım. Hep biz olarak yaşadım da ben olmadım. Sanma ona yanarım.
Hala biz olmanın sevdasındayım. O sebepten çok kez hayal kırıklığı yaşarım. Çiçek olsam gelenleri gidenleri bal devşirmeye çalışan bal arıları sanırım ses etmeyişim ondandır. Bal arılarının, karıncaların biz olmasına gıpta eder bizim ben oluşumuza bencilliğimize yanarım.
Hani peygamberiniz; “Komşusu açken tok yatanlar bizden değil” demiş diyen ümmet. Ne kadar sadıksınız bu söze? Kaçınız merak etti komşuyu? Kaçınız çaldı kapısını derdiniz sordu yoksulun, darda olanın?
Hani; ”Yar yanağında gül hariç her şey bile…” diyenler. Kaçınız arada (anmalar haricinde) sordunuz yoldaş bildiklerinizin ahvalini?
Köyünden çıkıp (bu düzende kendi ayağına yer bulup varsıl olan) kaç köylü adamca bakabildi köyüne?
Ne kendimizi kandıralım ne karşımızdakini. Ben olup, bencilliğin cenderesinde egomuzla baş başa olduğumuz sürece; sınırlarımız kevgir, ekmeklerimiz tuzsuz, aşımız yağsız olur ve başımız dertten kurtulmaz.
Elbet benliğimize kavuşmalıyız, bencilliğe değil. Benliğimize kavuştuğumuzda biz olmanın ne olduğunu anlayabiliriz.
“Kurtuluş yok tek başına” denir ya
Ben kalmak değil biz olmaktır kurtuluş…
Muhsin SALMAN, 29.06.2024
0 notes
cnnkrly · 5 months
Text
Bazı insanlar çok konuşur ama hiçbişey anlatmazlar aslında. Bende çoğu zaman onlardanım. Oysa ne çok isterdim yaralarını göstermekten korkmayacak kadar açık yürekli ve cesur olmayı. Öyle güvensizim ki insanlara değil yaralarımı hüzünlerimin gölgesini bile göstermekten imtina ederim. Kelimelerim kadar ketum değildir oysa gözlerim. Her zaman haindir, her zaman pusuda, her zaman bana ihanet eden yanımdır. Duygusunu saklamaktan aciz yanım. Sözlerimden değilde gözlerimden geçer benim içimin yansıması. Öfkemin alevleri gözlerimde yükselir, kalbimin kırıkları tuz buz olmuş cam parçaları gibi durur gözlerimde, acılarımın çağlayanı gözlerimde akıp gider. Fırtılanalı denizler gibi hırçındır kimi zaman, kimi zaman diner esintiler sularım çekilir çekilir kurak topraklara döner. Bu yüzden kimsenin gözüne öyle uzunca dikemem hain elalarımı, her daim kaçaktır harelerim. Çok cinayetler işlenip çok ölüler gömüldü gözlerimin mezarına. Çokça sevgiler büyüyüp köklenip serpildi ormanlarımda. Herkesin kendine ihanet eden bir yanı vardır hani kimsinin aklı çekip gider kimsinin kalbi sırtını döner ama insan bir şekilde gizler. Benim hainimse yüzümde durur. Aynalarda aksime küstürüp beni susturur. Saklanacak çok yer arayıp nihayetinde hep sobelenir. Her güzel şeyin bir çirkin yanı vardır ya işte en çirkin yanım bu. Sözlerimi dökmem sancılara ama yüzümü döker gözlerim. Dudaklarımsa gülümseyip toparlamaya çalışır dağılan ne varsa. Ben çok gülerim. En çok sustuklarıma, en çok ağlamak istediklerime, en çok ağrıma, saplanıp kalan acılarıma, bir türlü kabuk tutmayan yaralarıma... Gülerim. Güldükçe kanar, kanadıkça gülerim. Bazen bu döngü tersine döner ama eylemlerim aynı kalır. Kalbimin aynasını gözbebeğimde maskesini dudaklarımda taşırım. Neşeli birkaç cümle birkaç gülüş sise bular ormanlarımı. Saklı topraklara dönüp sessizliğe gömülürüm sonra. Dünyanın en çenesi düşük dilsizi olurum kimselere hissettirmeden. Çok konuşur hiç anlatmam. Konuşan yüzüm susan yüzümü perdeler. Perdenin ardında yalnızca ben dışarıyı seyre dalan. Ve öyle usta oyuncudur ki konuşkan yüzüm kimsenin elleri perdelere ilişmez. İnandırıcılık bazen gerçekten önce gelirmiş böyle böyle öğrendim.
1 note · View note
lakriimal · 10 months
Text
İlk buluşmaya giderken ne giyeceğim , çok heyecanlanırım ya ne konuşacağım. Konuşma akıp gider zamanın nasıl geçtiğini bile anlamam umarım :) Gözleri anlamlı bakan bir adam otursun karşımda. Hayallerimden de daha iyisi her anlamda. Gülüşü , bakışı derin. Beni merak etsin. Sonrasında desin ki ben bugün anladım hayalimdeki insan sensin. Evleneceğim insan sensin. Evlenelim…
0 notes
kirmizibere · 1 year
Text
Yargılayıcı bakışlar, istediğimi yaparken hep suçluluk duymak. Mudahalelere kayıtsız kalmak. Kırılganlığım... enerjim düşük hastalık çekmeye başladı. Söylemek istediklerim soyleyemediklerim, söylesem de anlaşılamayacağımı bilmek üzüyor. Ne yapmalı? Affettiğini sanıyorsun affedemiyorsun. Hep aynı hikaye. Her yaz nerdeyse beni yoklayan travma bu. Her neyse kolaylıkla şifalansın. Herkesin geçtiği yolda taşlar engeller yumuşacık akan bir yol herşey öyle ya da böyle başa geliyor ve akıp gidiyor.
Sevgi en önemli şifacı. Bir uzun sarılma sevdiğinle hiç konuşmadan uzun uzun başını omzuna koysan en güvendiğinin.. en kendini teslim edebildiğine.. işte o zaman herşey uçup gider... kafanı orda biraksan kalbini rahatlatsan....sessizce ... hiç kelimesiz... ah Keşke..
0 notes
sonsuzsblog · 1 year
Text
Deniz boyu yürüdüm, sonra da dağlara vurdum. Bir kekligin sesini dinledim. Doğanın ortasında buldum böyle kendimi. Dağların, yamaçların, ağaçların, suların sessizliğine şaştım. Bu varoluşu doğruladım istemeyerek. Sonra her şey kımıldadı. İlkin karıncalar çıktı, devinimin kendisi gibiydiler. Bir Süleymancık taşın arasından başını çıkardı, beni gördü, çekildi. Kendime geldim böyle. Ama doğaya karışamadım. Bir yosun, bir ot, bir deniz parçası olamadım. Çaresiz, onlara baktım, durdum. Bu da beni gönendirmedi. Kendimden gene: Her yere götürdüğüm kendim....
Durup düşündüğümden beri düşünüp durdum
Nerede pis bir kıyı var hep oraya vurdum
Kader diye susup terketmeyince yurdu
Sonunda bir çakala boğdurdular kurdu
Sonunda ellerimden aldılar seni
Ellerimden başka hiçbir şey kalmadı geri
Sonunda kalbimden söktüler seni
Ve kalbimi bir çöplüğe döktüler demin
Bir gün bir martı gelir buradan alır beni
Geri dönerim belki ansızın pisliği yenip
Belki bir rüzgar gelir alır gider beni
Zor anda yanaşır o hep beklediğim gemi
Güveni elde tutmak biraz güçtür
Güvendiğim dağlara çığ düştü
Baştan alıyorum bu şiiri üçtür
En güzel yerinde dilim sürçtü
Baştan alabilsek şimdi tekrar yaşamı
Ne seninle ne de sensiz yaşarım
Bu can yalnız yaşamayı da başarır da
Adı sen olmazsın bu kez tasamın
Günlerin arkasından dolu dizgin koşarım
Ilık bahar yağmurları gözlerimden boşalır
Öteden yorum yapmak kolay tabi
Hele siz de bir dolu verdiğiniz kabı boş alın
Birlikte hayal kurmak keyifli güzeldi
Bazen sen beni bazen ben seni üzerdim
Bahar ailemizden biriydi bizimdi güzeldi
Sana çok bozuldum fakat seninle düzeldim
Anlatamaz beni şairin binbir özlü sözü
Hasretim gerçek içim kor özrüm özür
Güzel günler gördüğünü göremeyecek gözüm
Günler güzel gördüğümü göremeyecek gözüm
Nakarat:
Sana sunduklarımı getir git
Yitirdiğim her ne varsa yitir git
Gözümün nuruydun, gözümden öylesine düştün ki
Yolladığım tüm meleklerimi getir git
Taladro:
Sana yaz geldi bana pus
Bir trabzan altında ağlamak yarama tuz
Sana özgürlük kapıları bana mahpus
Bir trabzan altında ölüyorum hava buz
Eserin hafif kuvvetiyle yerler altında
Ayaklar basıp geçer huzurum bel altımda
Satılır körelen yürekleriniz el altından
Kanlı gözleri yarışır tam altınla
Bir çeyreğim var bir de dert takarım sana
Hüznümü çeyizine kalbimi sandığa koy
Küçük bir umut bir de nem takarım gözlerine
Gözlerin ıslandıkça gönül kaybına koy, Gözlerimden akan yine sensin
Ben kıyamam silmeye kolaysa sen sil
Seni okyanuslar aşıp sevdim
Ben ne kadar sensem sende bensin
Yargılarım geçmişi nasıl bir tam etmişiz, O kadar sarhoşuz ki kendimizden geçmişiz
Kaç sene biz bizi boş yere bekletmişiz
Meğer aynı ipken başka ipi seçmişiz
Güneş karanlıktan bir gün hesap soracak, O gün ay da dahil avuçlarıma konacak
Bir hayal kuracaksın kirpiklerin donacak, Tam da o gün hayat yanaklarıma dolacak
Güleceğim ve sen ağlayacaksın
Ağlamak gülmek nedir anlayacaksın
Şömine başında aşk sıcaklığıma kapılmışken
Bir kar tanesi olup damlayacaksın
O gün aklına bugün gelecek
Dün kendimi kandırdım hep bugün gelecek
Bugün senin günün bu dün ölecek
Bugün ölüyüz bizi yarın yenecek
Sonbahara inat ağaç hala yeşermekte, geceye inat gün hala ağarmakta, ben ise kadere inat hala seni sevmekteyim. İnat bu ya mahşere kadar seni seveceğim.
Yalnızım, yalnızlığım beni dinlemekte, yalanda olsa ne var ki bu şarkıyı söylemekte, yalanda olsa içimden bir bulut akıp geçiyor, yalanda olsa mutluyum bu bana yeter.
Yetenek denen armağan ihtiras yani başarı arzusu ile birleştiğinde öyle bir yoğunluk kazanır ki, dünyada hiçbir güç onu durduramaz.
Sana ne demeliyim güneşim desem güneş batıyor, hayatım desem hayat kısa, gülüm desem oda soluyor, sana canım demeliyim çünkü bu can seninle yaşıyor.
Seni ne kadar sevdiğimi öğrenmek istersen vur kır kalbimi kalbimden akan kan yazacaktır ismini, o zaman anlarsın sana olan sevgimi...
Seni yıldızlara benzetiyorum. Onlar kadar uzak, onlar kadar erişilmezsin ama bir farkın var onlar bin tane sen bir tanesin.
Küçüktüm, adam olmadı dediler, adam oldum, sevmedi dediler, sevdim, uğruna ölmedi dediler, öldüm, iş işten geçti, dediler...
Martının denizi sevdiği kadar sevebilir misin? Toprağın suyu sevdiği kadar sevebilir misin? Leyla`nın Mecnun’u sevdiği kadar sevebilir misin? Hadi bırak bütün bunları da benim seni sevdiğim kadar sen de beni sevebilir misin?
Ne güneşi istiyorum karanlığıma, ne de yıldızları istiyorum gece yarılarında... Çok değil bir tek seni istiyorum yalnızlığıma...
Güneşin doğduğu da bir gerçek, battığı da... Kalbimin attığı da bir gerçek, günün bittiği de... Ne çıkar tüm gerçekleri saysak tek tek. Seni seviyorum, işte o en büyük gerçek...
Hayatı gözyaşlarımla ödüllendireceğine, gülücüklerinle sevginle cezalandır
Kısa olsa da büyük bir aşktı bizimkisi, anılara yazdık bütün güzellikleri, şimdi yoksun yanımda hayat boş bana...
Bu gecede yokluğunda kâğıtlara anlatıyorum, mürekkebim gözyaşlarımla sevişiyor sayende.
Bana yokluğunun içinde satırlarla nasıl gömüldüğünü sor bana öyle bir soru sor ki, çığlıklar içinde yokluğuna kan kusayım.
Sen sevdiğin için sakın utanma, çünkü utanması gereken; sevildiğini bildiği halde sevmesini bilmeyendir.
Hepsi gidici sen kalıcı, hepsi anlık sen hayat boyu, hepsi çocukça sen gerçekçe, hepsi öylesine sen ölesiye...
Eğer birisi seni aldatmışsa bu onun suçudur. Eğer o kişi seni pek çok kere aldatmışsa bu senin suçundur.
Eğer geceler uzun geliyorsa, sevgilin arayıp sormuyorsa, bir gün düşlerinde kavuşacağının yeminini vermişsen gönülden, işte o zaman sen deliler gibi seviyorsun arkadaş...
Gecenin sessizliğini dinle içinde beni bulacaksın... Karanlığa bak yüzümü göreceksin... Elini kalbine koy, gözlerini kapa ruhumu yolluyorum birazdan öpüleceksin...
Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri oluşuyorsa, orada güneş batıyor demektir.
Dumanımda o yoktu sigarayı bıraktım. Kadehimde o yoktu içkiyi bıraktım. Rüyalarımda o yoktu uyumayı bıraktım. Baktım ki onsuz olmuyor yaşamayı bıraktım.
Dünyada birçok insan var. Kimi mutlu kimi mutsuz, kimi ağlayıp kimi gülüyor ama güzelliklere ve mutluluğa layık bir insan var o da şu an mesajımı okuyor.
Düşünüyorum da; düşüncelerin en güzeli senin beni düşünüp düşünmediğini düşünürken, düşünüyor olmanı düşünmek galiba...
Aşkına döksem gözyaşlarımı, elinle bir defa silecek misin? Şu kalbimi sana versem, bir gün gelecek sevecek misin?
Asla birilerinin umudunu kırma, belki de sahip oldukları tek şey o’dur.
Bazen anlatmak zor geldi korktum, bazen cesurdum sen yoktun ve artık bir karar aldım söylüyorum. Seni çok ama çok seviyorum.
Bir çerçeve astım odama içi boş önemi yok, neden diye sorma neye baksam seni görüyorum nasıl olsa...
İnsanlar sizden eleştiri isterler; ama duymak istedikleri övgüdür.
Nefsini sabretmeye alıştırabildiysen ona zaferlerini müjdele...
Kahpesi lider, kurnazı milyarder, bizim gibiler hep mücadele eder, sana diyeceğim şudur küçüğüm, büyüme bu hayat senide siler.
Kendi kalabalığından kaçan kentler gibiyim bu gece... Zemheri bir yaşayış düşürmüşüm gözlerime. Gerisini susuyorum. Masallardan düşüyorum bu gece. Bir martının gözlerinde üşüyorum.
Susmak kabullenmek değil cevaptır anlayabilene. Bil ki kısa cümleler kuruyorsa insan uzun yorgunlukları vardır sadece.
Yaşam geriye bakarak anlaşılır, ileriye bakarak yaşanır.
Ağzımdan çıkacak söz olsan konuşmam, gözümden akacak yaş olsan ağlamam, kalbime hapsettim seni hiçbir yere bırakmam!
Bugün halledemediğimiz bir sorunun nedeni dün onu doğru yapmak için zaman ayırmamış olmamızdır.
Gerçek ilerleme ilerici olmaktan değil, ilerliyor olmaktan meydana gelir.
Hayatı seviyorsanız zamanınızı boşa geçirmeyin. Çünkü zaman hayatın ta kendisidir.
Her zaman doğruyu söyle; ne dediğini hatırlamak zorunda kalmazsın.
Kendime yeni bir sayfa açtım. İçinde sen yoksun, kalbim hayvanat bahçesi değil ki içinde köpek olsun.
Oyun bitince şah da, piyon da aynı kutuya konur.
Seni her düşündüğümde kalbime bir yıldız çiziyorum. Benim şimdi kaç yıldızım var biliyor musun? Benim artık bir gökyüzüm var.
Bir yağmur damlası seni seviyorum anlamı taşısaydı ve sen bana seni ne kadar sevdiğimi soracak olsaydın, inan ki bitanem her gün yağmur yağardı.
Hani gözler vardır sözleri anlatır, hani sözler vardır gözleri anlatır, bir de aşk vardır seni anlatır...
İnsanlar tanıdım yıldızlar gibiydi, hepsi parlıyordu, hepsi gökteydi. Ama ben seni, güneşi seçtim, bir güneş için bin yıldızdan vazgeçtim.
Ağırdır sevmelerim her yürek taşıyamaz, büyüktür umutlarım her omuz kaldıramaz, her şey olur da şu kalbim, bir tek sensiz olamaz.
Beklemesini bilenin her şey ayağına gelir.
Bela, kişinin sevdiklerinden gelir.
Belki dünya için önemli olmayabilirsin ama, biri için dünyalar kadar önemlisin.
Pardon, buralarda bir kaç kırık kalp gördünüz mü? Size soruyorum bayan; Hiç aynı kalpte defalarca dirilip öldünüz mü?
Şeytan insanın damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşın, dikkat edin onu açlıkla ve susuzlukla sıkıştırın.
Çektiğin acı kadar olgunlaşırsın diyorlar. Olgunlaşa olgunlaşa çürüdük, bilmiyorlar!
Maalesef doğmuşum bir kere, mecburen yaşıyorum. Doğarken neden ağladığımı yaşarken anlıyorum.
Mutlu olmanın yolunu, karşıdakini mutlu etmek sanıyorduk. Yanıldık! Çünkü ne kadar mutlu ettiysek, o kadar yalnız kaldık.
İnsanlar gelmeleriyle yalnızlıklarını dağıtanları severler, gitmeleriyle kendilerini yalnız bırakanlara aşık olurlar.
Hatırlamak için bir hafızamız varken, unutmak için elimizde hiçbir şeyin olmaması; hayatın bize attığı en büyük kazıktır.
Bir tane tebessümün gelmişti aklıma. Sendin yakışan canıma, kanıma geçmişimiz halen saklı anımda başkasıyla oluşun yara açtı damarıma kırıldım sana vurdum damarıma.
Biz kalbimizi mühürledik kimseler girmesin diye, biz aşkımızı dağlara taşlara yazmadık etiket olmasın diye, biz sevdik ölümü bile bile sevdalandık aşk için yolları aştık, yüregimizi bu ugurda ortaya koyduk
Yar saçlarını koklamayı özlemişken, sensiz odamda resmine bakarak çayımı içerken, eceli yanıma almışken ayrılık deme bana ne olur.
Hayatından silmek istediklerini gerçekten sil. Çünkü geri dönüşüm kutusunda bekletirsen; sistemini yavaşlatır.
İyi bir kadınla iyi bir erkek birlikte değildir. Çünkü kadınlar, kötü erkeklere aşık olup, iyi erkeklerle dertleşir.
Bin hayal kurarım ki hiçbiri gerçekleşemez ama bir gerçek yaşarım ki senin kralın bile yaşayamaz!
Sen gittikten sonra yalnız kalacağım. Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse?
Her gün biraz daha artan sensizliğe kafa tuttum. Ama mutlu ol seni unutamadığım yerde kendimi unuttum.
Candan dost aramamız da bu yüzden, camdan anlayan...
lssız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de, sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.
Dışarıda yolunu kaybeden değil; yanımda yerini kaybeden dost utansın.
Dal rüzgarı affetsede kırılmıştır bir kere.
1 note · View note
esitemiz · 2 years
Text
İhtiyar Mecusi
Tumblr media
İran da ��slam'ıon yeni yeni yayılmaya başladığı bir zaman...  İhtiyar bir mecusi bir odaya çekilmiş, kapıyı üzerine kapamış, kimse ile görüşmüyordu. Bunun bir putu vardı. Vaktini hep onun hizmetine hasretmişti. Zaman olur mecusinin bir sıkıntısı zuhur eder, kime koşacak, tabi yıllarca hizmetyinde bulunduğu putuna ve koşar, sıkıntısının giderileceği umuduyla, putunun önünde yalvarır, yakarır, yatar, yuvarlanır ve derki. - Hey put! Aciz kaldım, canıma tak etti. Ban merhamet et, yardım et, sıkıntımı  gider. Huzurda bir müddet daha kalır, fakat işleri yoluna girmez, hani  nerdeyse daha da kötüye gider. Put'un ne kabajhati varki, altı üstüğ bir put, ne karşısındaki  mecusinin anlattıklarını, yalvarmalarını, yakarmalarını duyabiliyor, ne de kendine yaptığı hizmeti görüp ona şahit olabiliyor, altı üstü bir taş bir odun parçası, üzerine konan sineği kovalamaktan aciz, başına eden güvercinlerin pisliğini mecusi temizlemezse pislik çamurundan çıkmaktan aciz. Mecusi, isteği olmayınca bütün bu düşünceler ister istemez aklından bir filim şeridi gibi bir anda akıp geçiyor, kızıyor ve başlıyor puta söylenmeye: - Bu kadar sene sana taptım, saçlarımı, sakallarımı senin yolunda ağarttım, Yapılması, muhim olan bir işim var. Yapmıyacaksan beni  bırak, şu anda Müslümanların Allah'ından diliyorum, der ve diler. Mecusi daha putun karşısında, yüzü toprakta iken, Allah onun muradını yerine getirir. Odadan çıkmadan sıkıntısının giderilmiş olduğu müjdesini  alır. Olanı biteni bir mecliste anlattığıda oradaki hakikatleri  aramakla meşgul olan bir zat, düşüncelere dalar ve aklından şunları geçirir: - Bir sersem, adi, batıla tapan, başı henüz puthane şarabı ile sarhoş, gönlünü küfürden, elini  hıyanetten çekmemiş olan böyle birinin Cenab-ı Hak dileğine anında cevap verdi. O anda gönül kulağına şu kelimeler dökülür: - O aklı eksik ihtiyar, putun önünde çok yalvardı. Fakat sözü makbule geçmedi, istediği olmadı. Onun niyazı eğer bizim dergahımızda kabul edilmeseydi, sanem ile Samed* arasında ne fark olurdu?" Ey dost! Gönlünü Samed'e bağla ki, insanlar sanemden daha acizdirler. Eğer bu kapıya baş koyarsan, eli boş dönmezsin. ......................... Samed: Cenab-ı Hak'kın güzel isimlerinden. Muhtaç olunan ihtiyaçsız,  İnsan ve bütün varlıkların istek ve ihtiyaçlarını karşılayan yegane merci. Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, her noksanlıktan münezzeh ve müstağni olan Allah, ihtiyaç ve isteklerden  uzak kalmaları hiçbir zaman söz konusu olmayan bütün varlık aleminin yöneldiği yüce zattır.  Kainatta her şey, varlığını sürdürebilmek ve ihtiyaçlarını karşılamak üzere, şuurlu ya da  şuursuz olarak O'na bakar. Read the full article
0 notes
Text
Tiyatroda oyuncuysan,oynarken en bir etkilendiğin sahnede takılı kalma gibi bir lüksün olamaz. Seyirci bir saniye sonra o camın paramparça olmasını,göz yaşlarının ya da kahkahanın bitmesini ve sıradaki sahnenin gelmesini ister. Zaman akıp gidiyor ve takılı kaldığımız yerde bizimle beraber omzumuzu sıvazlayarak duraklamıyor. Yürekten isterdim ki öyle olsun ve zamana dost olalım. Fakat o bizim ne dostumuz ne de düşmanımız. Bizi bu sahneden şu sahneye taşıyan bir yüklem sadece zaman. O kötü sahneyi oynamak zorundaydık,senaryoya uymalıydık çünkü. Orada takılı kalmamız bize zarar verir. Senaryonun sadece o sahnesini ezberlediğimizde oyunun kalan kısmına yetişemeyiz. Zaman akıp gider ve figüran olur kalırız kendi sahnemizde. Şimdi derin bir nefes alıp,perdemiz kapanana kadar seyircinin dikkatini üzerimize toplamalıyız. Çünkü bu bizim sahnemiz. Bu bizim senaryomuz. Biz en güzeliz,en başarılıyız, kırılganız, neşeliyi,öfkeliyiz. Biz nasıl olmak istiyorsak öyle görünürüz.
1 note · View note