Text
Ensemin biraz aşağısında doğum lekesi var🥹
#Vw ben bunu yeni fark ediyorum#Kemgköslföslfl#Sonradan oldu büyük ihtimalle#Ama benim için bi doğum lekesi
2 notes
·
View notes
Text
Üvey Amcam Beni Bozdu! (Merve 20 Y., İstanbul)
Selam, adım Merve. 20 yaşında, üniversite öğrencisiyim. Siyah saçlı, beyaz tenli, 1.65 boyunda, beni gören tüm erkeklerin 31'lerini süsleyen, kendimi çok güzel bulan biriyim. Anlatacağım hikaye bundan 4 sene önce, yani ben 16 yaşımdayken yaşandı. O zamanlar okuldaki bütün erkekler benim peşimden koşardı. Bense Mert diye bir çocuktan hoşlanırdım. Tüm erkekler Mert'i kıskanırdı. Herkes onun yerinde olmak için neler vermezdi neler. Bense Merte'e daha fazlası için izin vermiyor, sadece bacaklarımı ellemesine ses çıkartmıyordum.
Bir cuma günü okul çıkışı eve döndüm. Şevket amcam bize ziyarete gelmişti. Şevket amcam aslında öz amcam değildi. Babamın çok uzaktan kuzeniydi, ama daha bebek iken öksüz kalınca babanem ona sahip çıkmış ve babamla birlikte büyümüşlerdi. Ama öz amcamdan farkı yoktur, zaten üvey olduğunu da çok sonradan öğrenmiştim. Biz İstanbul'da yaşıyorduk, o da Bursa'da yaşıyordu. Kendisi özel bir okulda biyoloji öğretmeniydi. Haftasonu ziyareti için bize gelmişti. Ailece hep birlikte yemek yedikten sonra konu benim derslerimden açıldı. Son yazılılarımdan kötü not almıştım. Bunu duyan amcam da babama, "Dur o zaman, iki gün buradayım, Merve'yi biraz çalıştırayım!" dedi. Ben ses çıkarmadım, hem ikinci yazılılar da yaklaşıyordu, iyi olur diye düşündüm.
Yatma vakti gelince, amcam için salondaki koltuğu açıp yatak haline getirdim, çarşafını da serip odama geçip yattım. Gece bir ara uyandım, susamıştım. Su almak için mutfağa giderken salonun kapısının yarım açık olduğunu gördüm. İçeriden ışık gelince merak edip bakmak istedim. Gözlerime inanamıyordum! Şevket amcamı elinde telefona bakarak sikiyle oynadığını gördüm. Karanlıktı, ama telefonun ışığı direk sikine yansıdığından siki belli oluyordu. Hayatımda ilk defa gerçek bir sik görüyordum. Daha önceleri meraktan birkaç kez pørnø izlemiştim, ama ilk defa gerçeğini uzaktan da olsa görüyordum. Şevket amcam 43 yaşında ama halen bekardı. 31 çekmesi normal karşılanabilirdi, ama bunu misafirlikteyken yapması, onun artık ne kadar büyük yoklukta olduğunun göstergesiydi.
Biraz daha izleyip mutfağa geçtim. Bilerek fazla ses çıkararak buzdolabından su şişesini çıkardım. Raftan bardak alacağımda, sesi duyan amcam yanıma gelmişti. Bana, "Uyuyamadın mı? Ne zamandır uyanıksın?" diye sordu. Aslında kendisini fark edip etmediğimi anlamaya çalışıyordu. Ben de, "Bir süredir!" diye cevap verdim. Şortuna rağmen halen kalkık olan sikine bakmaktan gözlerimi alamıyordum. O da bunu fark etmiş ve beni gözleriyle süzmeye (pardon sikmeye) başlamıştı. Benim altımda mini şort, üstümde göğüslerimi açıkça gösteren ince bir tişört vardı. Ben artık gözlerimi sikinden ayırıp tekrar rafa yönelince, "Dur yardım edeyim!" diyerek arkama yaslanıp götüme sürtünerek raftan bardak alıp bana verdi. İçimden amcama çok kızmıştım, ama bunu belli edemezdim. Çabucak suyu içip odama döndüm. Tabii amcama da büyük ihtimalle çekeceği 31 için güzel bir malzeme sunmuştum.
Yatağıma yattım, ama uyuyamıyor, sürekli o anı yaşıyordum. Sürekli amcamın siki gözümün önüne geliyordu. Artık amım sulanmış, külodum sırılsıklam olmuştu. Elimi amıma atıp oynamaya başladım. Dudaklarımı ısırırken, aklıma Mert'i getirmeye çalıştıkça gözümün önüne sürekli amcam gelyordu. Çok geçmeden titreyerek orgazm oldum. Külodumu değiştirip, ıslak külodumu banyoya götürüp kirli sepetine koydum. Banyo odamın karşısındaydı. Çok geçmeden banyoya birinin girdiğini duydum. Acaba amcam mıydı? Eğer oysa, 31 çekmeye devam mı edecek diye düşünmekten kafayı yemiştim. Hemen banyonun önüne gittim ve kapının deliğinden baktım. Gördüklerime inanamıyordum! Amcam az önce kirli sepetine attığım külodumu koklayarak 31 çekiyor, arada külodumu sikine sürtüyordu. Sikini tam göremesem de, yaptığı şeyi görünce deliye dönmüştüm. Sessizce odama geçip uyumaya çalıştım.
Zar zor sabah oldu. Kahvaltıdan sonra amcam, "Hadi Merve, odana geçip derse başlayalım!" deyince, babam, "Şevket dur, daha yeni uyandı kız!" dedi. Amcam, "Çok konu var, anca hızlı hızlı üstünden geçeriz!" dedi. Mutfaktan sandalye alıp odama geçtik. Odam koridorun en sonunda, salona en uzak olan yerdeydi. Amcam biyoloji kitabımı alıp masaya koydu, sandalyeyi de iyice yanıma dibime yanaştırıp oturdu. Okadar yakınıma oturmuştu ki, bacaklarımız birbirine değiyor, nefesini üstümde hissediyordum. Amcam kitaptan üreme konusunu açmıştı. Ben, "Amca bu konu geçen dönemindi, işledik!" desem de, amcam, "Olsun, sınavda soruyorlar!" dedi. Amcamın derdi başkaydı ve ben bunun farkındaydım. Amcam arada konuyla alakalı espiriler yapıp, elini bacağıma koyuyor, tepkimi ölçüyordu. Ben tepkisiz kaldıkça o daha da cesaret alıyordu.
Artık konuyu istediği yere getirmiş, "İnsanlarda üreme nasıl oluyor?" diye anlatmaya başlamıştı. İşte (Kadınlarda vajina var, erkeklerde penis var...) diye anlatıyordu. Amcamın bu hareketlerinin ve anlattıklarının üstüne dünkü yaşadığım olay da aklıma gelince donup kalmıştım. İşin ilginç yanı ise, amım ıslanmaya başlamış ve artık amcamın bacağımı sürekli okşamasını arzular olmuştum. Amcamın, "Hiç erkek penisi gördün mü?" sorusuyla irkildim ve "Efendim, anlamadım?” dedim. Amcam, "Erkek arkadaşın yok mu? Ya da olmadı mı?" diye sorular sordu. Ben heyecandan doğru dürüst cümle kuramıyordum, "Yok, oldu, ama şeyy... görmedim..." dedim. Amcam elini tekrar bacağıma koydu ve bu sefer ciddi ciddi okşayarak, "Nasıl olur, senin gibi güzel bir kızı nasıl rahat bırakmışlar, ben genç olsaydım ve senin gibi kız arkadaşım olsaydı, ohooo neler yapmazdım, neler!" dedi. Ben hafif sinirli bir şekilde, "Neler yapardın?" diye sorunca elini bacağımdan çekmiş ve ona karşı tepki verdiğimi düşünmüştü. Ama söyledikleri beni daha da azdırmış, amım sırılsıklam olmuş ve kontrolümü kaybetmiştim.
Amcamın elini tutup tekrar bacağıma götürdüm ve tekrar, "Neler yapardın amca?" dedim, ama bu sefer ona karşı arzu dolu bakışlarla söyledim! Amcam bu hareketlerim sonrası şoka girmiş gibiydi, "İşte biliyorsun... erkekle kadın birlikte oluyorlar ya..." dedi. Ben, "Ne yani, benimle yatar mıydın?" diye sorunca, amcam deliye dönmüştü. Kendisine yalan söylediğimi, aslında dün onun penisini gördüğümü, hatta sonrasında banyoda külodumu kokladığını gördüğümü söyleyince amcam bir şoka daha girmişti. Hemen odamın kapısını kilitleyip geldim. Yerime oturup, elimle şortundan belli olan kalkmış sikini işaret ederek, "Dün tam görememiştim, göstersene, hem baksana dışarı çıkmak istiyor sanki!" dedim. Amcam anlık bir kalp krizi geçirmiş olmalı ki, 1-2 dakika boyunca nefes alışverişi değişmiş, kıprkımızı olmuştu. Ben ise bu yaptıklarıma inanamıyordum!
Amcam kendini toparlayıca, "Emin misin?" diye sordu. "Evet! Hem eninde sonunda göreceğim, ilk seninkini görmüş olurum, hem zaten konumuz da üreme!" deyince amcam şortundan sikini çıkardı. Dün karanlıktan az gördüğüm siki şimdi açık seçik karşımda duruyordu. Boyu bir karış civarı ve biraz da kalındı. İzlediğim pørnølardakilerden küçüktü sanırım. "Güzelmiş!" dedim. Amcam yine bir elini bacağıma attı, eli bacağımda dolaşıyor, arada elini şortumun üzerinden amıma doğru değdiriyordu. Bana, "Bak bu yaraktır!" diyerek diğer eliyle sikini sıvazlamaya başladı. Bacağımı okşayarak resmen 31 çekiyordu. Ben gözümü sikinden alamıyor, sürekli dudağımı ısırıp, amcamın elini tutup amıma yaklaştırıyordum. Amcam bu hareketimden daha cesaret aldı ve elimi tutarak, "Oynamak ister misin? Hem bakarsın sen de bana vajinanı, yani amını gösterirsin!" diyerek elimi sikine koydu. İrkilip çektim elimi. Amcam, "Korkma, ısırmaz!" diyerek elimi tekrar aldı ve eliyle elimi tutarak sikini sıvazlatmaya başladı. Bir süre sonra elini çekti ve ben yavaş hareketlerle sikine 31 çekmeye başladım. Amcam, "Nasıl, beğendin mi? O seni çok beğendi!" dedi. Ben de, "Evet, penisin çok güzel!" deyince, "Penis değil, yarak diyeceksin!" dedi. "Peki amca, yarağın çok güzelmiş!" dedim.
Amcam bir anda elini şortumun içine sokup amımı elleyince, o an amımdan süzülen suların bacaklarıma aktığını hissetim. Sadece külodum değil, şortum bile sırılsıklam olmuştu. Amcam, "Ben de senin amını görebilir miyim?" dedi. Cevap vermeden ayağa kalktım ve şortumla külodumu indirip tekrar oturdum. Artık amcamın yarağını sıvazlamayı bırakmıştım ve utancımdan bacaklarımı kapatıp, elimle de amımı saklıyordum. Ama amcam elini araya koyup amımı okşamaya çalışıyordu. Heyecandan tir tir titriyordum, dişlerim birbirine çarpıyordu. Amcam, sürekli, "Birşey olmaz, aç bacaklarnı diyordu!" diyordu. Bir eliyle amımı zorlarken, diğer elini göğüslerime atmış, tişörtümün üzerinden sütyensiz memelerimi okşuyordu!
Az sonra, "Bunu da çıkaralım!" diyerek üstümdeki tişörtü de çıkarınca, amcamın karşısında çırıl çıplak kalmıştım. Artık bacaklarımı hafif açmıştım, amcam da amımı rahatça okşuyorken bir anda memelerimi öpüp yalamaya başlayınca, benden durduramadığım inleme sesleri gelmeye başladı. Amcam memelerimden boynuma çıkınca, elimi onun başına koydum ve baskı yaparak boynumu iyice öpemesini sağladım. Ço zevk aldığımı farkeden amcam tek bir hareketle beni sandalyeden kucağına alıp yavaşça yatağıma koydu. Kendisi de soyunup, üstüme çıktı ve dudaklarıma yapıştı. Daha önce Mert ve okuldan birkaç erkekle öpüşmüştüm, ama amcam dudaklarımı ısırır gibi emiyordu. Ben de elimden geldiğince onun öpücüklerine karşılık veriyordum. Yarağı bacaklarıma ve amıma değiyor, beni deli ediyordu. Amcam dudaklarımdan boynuma inmiş, oradan memelerime, göbeğimden bacaklarıma, ayak parmaklarıma kadar heryerimi koklayıp öpmüştü. Aldığım zevkten sürekli titriyordum. Amcamın öpücükleri amıma yaklaştıkça daha da kuduruyordum. Amıma daha dilini değdirmesiyle inleyerek orgazm olmuştum. Orgazm olduktan sonra bile halen azgınlığım geçmemişti!
Amcam, "Sıra sende!" deyip beni dizimin üstüne yere oturttu ve altıma yastık koydu. Yarağını yüzüme getirdi ve dudaklarıma sürterek, "Sana nasıl yapılacağını öğreteceğim!" dediyse de, ben hemen yarağını elimle tutup, önce başından köküne küçük küçük öpücükler kondurdum. Amcam müthiş bir zevk alıyor, sürekli, "Mervem! Birtanem!" diyordu. Bir süre sonra dondurma yalar gibi yalamaya başladım. Pek tadı yoktu, sadece hafif ekşiydi ve üstündeki ıslaklık yüzünden dilimin üstünde yapışkanlık hissediyordum. Amcam ağzımı iyice açmamı ve dişlerimi saklamamı söyledi. Dediğini yaptım ve yarağını o şekilde ağzıma aldım. O da kafamı tutmuş hafifçe git-gel yapıyordu. Fakat çok dayanamadı ve ağzımdan çıkartıp bir anda boşaldı. Döllerinin çok azı çeneme geldi, çoğu da yere döküldü. "Kağıt mendil gibi bir şey var mı?" diye sorunca, çekmecemde ıslak mendil olduğunu söyledim. Islak mendillerle yüzümü, yarağını ve yeri sildi.
Beni kaldırıp tekrar yatağa koydu ve memelerimi okşayarak, beni öpüp koklamaya başladı. Bana, "Seni sikmemi ister misin?" diye sorunca, ben aldığım zevkten sadece, "Hı hı!" deyip başımla onayladım. Tam o sırada koridorun diğer ucundan babamın, "Hadi ara verin artık, Şevket, yorma kızımı!" demesiyle kendimize geldik. Kapının kilidini sessizce açıp, kapıdan sadece kafamı uzatıp, "Geliyoruz baba, ders bitmek üzere!" diye seslendim. Hemen toparlandık. Ben çekmeceden yeni şort alıp giydim, ıslanmış şortu da yatağın altına attım. Ama halen yatakta amımdan akan zevk sularımın ıslaklığı vardı. Amcam, "Kurur birazdan, olmadı su döküldü dersin!" dedi.
Saçımızı başımız da düzeltip salona geçtik. Amcam babama, "Merak etme ona gerekli herşeyi öğretiyorum!" derken, bense halen azgın bir halde amcamın yarağını kesiyordum. Amcam babama, "Akşama bir ders daha yaparız, yarım kaldı herşey!" deyince içim bir hoş olmuştu. Babam da, "Akşam hep birlikte yemeğe çıkarız diye düşünmüştük!" dedi. Amcam hemen, "Siz yengemle gidin, Merve çok geri kalmış, yemeğe her zaman gideriz, ders daha önemli, ben yiğenime pizza ısmarlarım!" deyince, ben de, "Eevet baba! Hem annemle uzun süredir birlikte çıkmıyorsunuz!" dedim. Babam anneme, "Ne dersin? diye sorunca, annem de, "Olur peki!" dedi. Artık zaman geçmek bilmiyor, bir türlü akşam olmuyordu. Nihayet akşam saat 7 çivarı bizimkiler hazırlandı. Kapıda onları uğurlarken, babam, "Kızım, amcamdan öğreneceklerini öğren, böyle bir fırsat ele geçmez!" diye nasihat etti. Ben de, "Haklısın!" dedim.
Kapıyı kapatır kapatmaz amcam arkama yapışmış, bir yandan eliyle tişörtümün içinden memelerimi okşuyor, bir yandan yüzümü kendine çevirmiş, dudaklarımı, yüzümü, boynumu, boğazımı öpüyordu. Beni kucağına aldı ve odama geçtik. Ne olur ne olmaz diye odamın kapısını kilitledik ve soyunduk. Hiç konuşmuyorduk. Amcam beni kendine çekti ve dudaklarıma yumuldu. Okadar güçlü şekilde yapıyordu ki, ben öpücüklerine karşılık verebilmek için ayak parmak uçlarımda duruyordum. Beni bir anda kaldırdı ve yatağa yatırıp üstüme çıktı. Deliler gibi öpüyordu beni. Sonra meme uçlarımı hafifçe ısırmaya, yalayıp, öpmeye ve emmeye başladı. Ben de ellerimi sırtına koymuş, amcamın altında kıvranarak o anın zevkini çıkarıyordum. Amcam yine, "Seni sikmemi ister misin?" diye sorunca, kararlı bir tonla, "Evet!" dedim. Ve sikini tutup amıma sürtmeye başladım. O an bakire olmam önemli değildi!
Bana, "Bakiresin değil mi? İstersen başka yolu da var, götünden sikebilirim!" dedi. Ben de, "Önemli değil amca, Mert bozacağına sen boz, yabancı değilsin, hem daha sonra istersen götümden de sikebilirsin!" dedim. O bu sözlerim üzerine beni daha büyük aşkla öpmeye başlamıştı. Ben ise dayanamaz halde, "Hadi amca sik beni, boz beni, karın yap!" diye yalvarıyordum. O da, "Hayatım, aşkım, seni çok pis sikeceğim, karım yapacağım!" diyordu. Amcam dayanamadı ve sikini amıma yavaş yavaş sokmaya başladı. Bana, "Biraz acıyacak, sonra rahatlayacaksın!" deyip birden hepsini soktu. O an beynimde şimşekler çakmış ve çığlık atmıştım. Amcama, "Çıkarrr!" diye bağırdım. Amcam üstü kanlı yarağını amımdan çıkardı ve ıslak mendille temizledi. Amımın üstü, bacak aram ve çarşaf kan olmuştu. Amımın üzerini ve bacak aramı iyice sildi. Sonra amıma yarağını bu sefer yavaş yavaş soktu...
Artık amcam beni tam anlamıyla sikmeye başlamıştı. Bir yandan da boynumu emiyor, arada dudaklarımı öpüyordu. Bense amcamın altında zevkten inliyordum. Bir ara durdu ve "Şu anda sana ne yapıyorum?" diye sordu. Ben de, "Sikiyorsun!" diye cevap verdim. Amcam, "Durayım mı?" diye sorunca, "Durmaaa!" diye bağırdım. İçimden çıkmasını hiç istemiyordum. Bir süre o pozisyonda siktikten sonra beni domalttı ve arkadan tekrar amıma girdi. Arada götüme tokat atıyordu. Amıma okadar seri giriyordu ki, yatağın çıkardığı ses ile, beni sikmesinden çıkan 'Şak, şak, şak!' sesleri ve benim inlemelerim duvarlarda yankılanıyordu. Amcam tekrar beni sırt üstü yatırdı ve ayaklarımı tutup göğsüne yerleştirip o pozisyonda sikmeye devam etti. Ben de amcama, "Hergün sik beni, gitme Bursa'ya lütfen!" deyip, orgazm üstüne orgazm oluyordum. Amcam bacaklarımı indirip ayırdı, ben de bacaklarımı beline doladım ve seri şekilde amımı sikmeye devam etti. Sonra ayağa kalktı ve kucağında beni hoplatmaya başladı. Bir süre sonra da amımdan çıktı ve hırıldayarak boşaldı!
Yanyana yatağa uzandık. Eli halen bacaklarımda ve götümde dolanıyor, ben de onun dudaklarına öpücükler konduruyordum. Amcam sürekli bana teşekkür ediyordu. Tabi 43 yaşında adam bulmuş 16'lık çıtırı, herkes bu kadar şanslı değil. Hemen çarşafı değiştirdim ve kanlı çarşafı kanlı mendillerle birlikte çöp poşetine kodum, sonra dışarıdaki çöpe atacaktım. Yatağa da eskisiyle aynı renk çarşaf serdiğimden annem durumu fark etmeyecekti. Sonra birlikte duşa girdik ve tekrar yarağını ağzıma verdi. Bu sefer daha büyük bir iştahla yalıyordum. Bana, "Hadi domal bakalım, bu sefer götünü sikeceğim!" dedi. Duşa kabinden çıktık ve banyodaki peluş halının üzerinde dörtayak domaldım. Amcam da biraz sabun yardımıyla götüme girmeye çalışıyordu, ama canım çok acıyor, sürekli götümü çekiyordum. Amcama, "Götümü sonra sikersin artık!" dedim ve sikini tutup amıma götürdüm. Beni o şekilde bir posta daha sikti.
Pazar günü yine kahvaltı sonrası ders çalışmak için odama geçtik. Çok ses çıkarmamaya çalışarak (amcam sürekli ağzımı eliyle kapatarak) iki posta daha sikti beni. Pazar akşam amcam Bursa'ya dönmek üzere evden ayrılmış, ama bizimkilerden habersiz bir otele geçmişti. Bizimkiler beni etütde diye biliyorken, amcam beni okuldan alıp otelde sikmeye devam etti. Otelde götümü de sikti. Ve bu yüzden 3 gün götümün üzerine oturamaz olmuştum. Otelde beni liseli kıyafetlerimle görünce daha çok azıyordu. Otelde iki gün kalıp döndü Bursa'ya.
Aradan 4 yıl geçti ve ben şuan Bursa'da üniversite 2. sınıf öğrencisiyim. Yani amcamla sikişmelerimiz 4 yıldır hızını kesmeden devam ediyor!
[Merve]
287 notes
·
View notes
Text
bugün üniversitede ülkemizde “hukuk var mıdır, yok mudur?” tartışması vardı. elbette genel olarak gelen yorumlar caydırıcı cezaların olmadığı, dolayısıyla her geçen gün adalet ve hukuk gibi kavramların değerlerinin yittiği yönündeydi. ben ise konuya müdahil olmayan, en arka sıra çocuğuydum. fakat dönen muhabbetleri dikkatlice dinliyor, zihnimde belirli gözlemlere dayandırarak çözümlüyordum. sohbet güncel olayların, biricik narin’in, geçtiğimiz günlerde şehit edilen polis ablamızın katilinin suç kaydı dosyasının, engin ve dilan çiftinin dosyalarının örnekleriyle hukuğun olmadığının kanaatine varılan örneklerle ilerliyordu. hoca da her olayı ayrı bir hukuki yasaya dayandırarak, eski bir avukat olarak bir hâkim ve savcı gözüyle olayları irdelediğinin de altını çizerek, salınan şahısların hukuki boyutta belirli sebeplerinin olduğunu söylüyordu. bizlere de ısrarla bu tür olaylara bir hukukçu gözüyle bakmamızı tavsiye ettiğini, haberci veya kahvehanede dönen temellendirmesi olmayan “bu ülkede hukuk, adalet gibi kavramlar yok, bu suçlular nasıl salınır” muhabbetlerine müdahil olmamamız gerektiğini, bakış açımızı değiştirmemiz gerektiğini belirtiyordu. örneğin narin dosyasında delil yetersizliğinin olduğunu, dolayısıyla sanıklara bir ceza vermek için ancak ve ancak itirafçı olmalarının gerektiğini, bu yüzden sanıkların şu an için hücrelere tıkıldığını söyledi. bir ay içinde büyük bir azimle itirafçı olmadıkları takdirde onların da büyük bir ihtimalle salınacağını belirtti. polis ablamızı şehit eden caninin 22 suç kaydının olmasına da, zamanında işlemiş olduğu suçların sanığın 18 yaş altında işlemiş olmasından ötürü olabileceğine dayandırdı. benim de birden “hocam nasıl olur, ben suç kayıtlarını okudum, içinde gasp da vardı ve bildiğiniz üzere gaspın dosyası en az 10 yıldan başlıyor” şeklindeki eleştirim için de yine delil yetersizliği olabilir dedi. üstüne devletimizi zarara sokmamak için genelde hâkimlerin tutuklamak yerine bu şahısların tahliyelerini vererek onları tutuklamak için altı dolu delillerin olduğu bir suçu işlemelerini beklediklerini, sanıkların altı dolu delillerle birlikte tekrardan işlemiş oldukları bir suçun olması takdirinde geçmişteki dosyaları da ekleyerek güzel bir ceza vermek için salındıklarını belirtti. bir önceki cümlemdeki “devletimizi zarara sokmamak için” ifadesini de, sanığın altı dolu bir delile dayanarak işlemiş olduğu bir suçtan içeriye tıkıldığı takdirde diyelim ki 4 yıl yattırıldı, sonradan işlenildiği suçun kendisinin yaptığı tespit edildi ama işlenen suçun cezası 3 yıl olması takdirinde sanığın devlete boşu boşuna yatmış olduğu 1 yıllık süreç için tazminat davası açabildiğini ve bu davayı da yüksek bir ihtimalle kazandığını öne sürdü. açılan davaya göre sanığın bir yıllık boşuna yatmış olduğu süreç için açılan tazminat, sanığa bir yıllık asgari ücreti temin ettirebileceğini belirtti. hakim de bu tür sebeplerden ötürü devleti zarara sokmamak için, saldığını ve altı dolu bir suç işlemesini beklediğini ekledi. hâkim bu dosyayla sanığı içeri tıktığı takdirde ilerisi için sanığın açmış olduğu tazminat davasından kazanacağı davayı devletin hakime ayrı bir dosya açarak, uzun lafın kısası hakimden temin ettirdiğini belirtti. hakimin bu tür kararları bu minvalde verdiklerini açıkladı. elbette benim direkt araya girerek “hocam öyleyse geçtiğimiz günlerde şehit edilen polis ablamızın değeri 1 yıllık asgari ücretmiş” dememe hocamız açık ve net suspus oldu. hemen ardından sorulan dilan ve engin çifti için de bir arkadaşımızın “hocam sizce kara para akladılar mı, aklamadılar mı?” sorusuna “elbette akladılar, hatta sadece kara para değil, yasadışı bahis vb. suçların içine de girdiler, zaten unutmayın, hiç kimse kazanmış olduğu helal parasını, kahvesine gram altın serpiştirerek içmez” dedi. ardından ise, bunlar normal bir insanın vicdanı olarak yapmış olduğum yorumlar, olaya bir hukukçu gözüyle bakarsam, masak’ın raporunu elime alır, masak’ın “şahıslar herhangi bir vergi kaçırma olayı gerçekleştirmemiştir” dosyasını görür görmez ben de tahliyelerini verirdim dedi.
70 notes
·
View notes
Text
Havanın aydınlanmasına yakın hastanedeydim. Kolidorda sıramı beklerken bir iki damla su aldım. Aciz bedenim yeterinde güçsüzleşmişti. Epeydir hastaneye gelmiyordum, tedavimi ihmal ediyordum. Kemoterapinin sanırsam 6. ayındaydım. Pek önemsemiyordum artık sonumun da yaklaştığını hissediyordum. Doktorum nikbin biri, kötü düşünmemeye çalışıyor moral oluyordu bana. Ne faydası var moral hastanenin kapısından çıkana kadar geçerliydi. Evime gitmek için yola koyuldum, hemen gelen otobüsü kaçırmak istemedim koşar adımlarla ona bindim. Bir saate evime varmıştım, saat ��ğlene doğru geliyordu. Acıkmıştım lakin yemek yapacak gücüm yoktu. Odamdaki beyaz örtülü hasteye yatağı gibi duran yatağıma uzandım. Ev beni çok boğuyordu ama yapacak bir şey yoktu. Beyaz hafif küflenmiş tavana bakıyordum, bunca sene neler de oldu hayatımda. Yıl başına az kaldı aynı şekilde benim de doğum günüme, artık kutlayacak kimsemde kalmadı. Tek kalmıştım artık. Kimse kemoterapi aldığımı da bilmiyor, gerek de yok. Koca bir dünyada yalnız başıma kalmışım, böyle biri olmam için aşırı derecede şansız yada kötü olmam gerekiyor. İkisinden biriyim. Kaç gündür kendime yemek yapamıyorum, şu yatakta şimdi can versem için rahatlardı. Gücümü biraz toplayıp mutfağa gittim, dolabı açtığımda herşey bozulmuş, küflenmişti. Bir de markete gidecektim. Üzerimi sıkıca giyip merdivenlerden inmeye başladım, dışarıda hep mutlu insanlar vardı. Adete gökkuşağının içinde siyah bir bulut gibi görünüyordum, kendime bazen çeki düzen vermeyi de düşünsem sonradan herşeyin saçma olduğunu, tek başıma mı mutlu olacağım aklıma geliyor. Yanımda istediğim yoldaşım olsa terapiye bile gitmeme gerek kalmazdı. Uzun zamandır hatrımı sormuyor, acaba unuttu mu beni? Büyük ihtimalle. En azından arada bir nasıl olduğumu sorardı. Dediğim gibi kimsenin umrunda bile değilim. Düşüncelere daldığım sırada kasiyerin seslenmesi ile son buldu. Aldığım iki üç şey bana bir hafta yeterdi. Nihayet tekrardan evime geldim, mutfağa gidip biraz toparladım etrafı. Yiyeceğim şeyleri önüme koyup az da olsa atıştırdım, boğazımdan zar zor geçiyordu. Yemeğimi yerken etrafıma bakıyordum da ben nasıl bu kadar pasaklı olabildim diye düşündüm. Yemeğimi yedikten sonra biraz toparlamam gerektiğini düşündüm. Kendime sessiz bir melodi açıp etrafı toplarken aynı zaman da beynim de dinlensin diye. Bir iki saat sonra tamamen evi bir güzel temizledim, rahtlama geldi evin rengi açıldı. Çok yorulmuştum. Kendimi kanepeye attığım vakit yağmur yağmaya başladı. Kanepenin karşısında ki camdan izliyordum yağmuru. Dindikten sonra canı açtım o nemli toprak kokusu içeri girsin diye. Hafiften hastalanmaya başlıyordum galiba, ateşim çıkıyor gibiydi. Ilık gelmişti. Gözlerimi kapatıp müziğin melodilerini dinleyip rahatlamaya çalışıyordum. Aniden kapım çaldı, o güzel rahat pozisyonundan kalkmak zorunda kaldım. Zar zor kapıya kadar gittim, delikten baktığım da o gelmişti. Şaşırmıştım çünkü hiç buraya gelmezdi, kapıyı açıp onu içeri davet ettim. Salona geçip içmesi için sıcak bir şeyler getirdim. Belli ki soğuktan çok üşümüştü, biraz sobanın ısısını açtım. Neler yaptığını, uzun zamandır sesi soluğunun neden çıkmadığını sordum. Endişelenmiştim. Bir şeyler anlattı bana. Biraz sohbet ettikten sonra gitmek istedi. Onu güzelce uğurladım, bir daha bu kadar uzun süre ortadan kaybolmamasını tembihlemiştim. Artık onunda başka bir hayatı vardı ve mutluydu. Onu mutlu görmeyi çok seviyordum çünkü ben onu hiç mutlu edememiştim. Onu her seferinde başkası ile mutlu görmem, beni artık sevmemesi beni dipten yok ediyordu. Hani dönecektin Carmen? Biliyordum zaten, neyse hepinizin geceleri ve güzel günleri olsun.
06.56 - 24/08/2024
1 note
·
View note
Note
Tpn 2. Sezon hakkındaki düşüncen ne 🤡 daha 5 bölüm çıkmış olmasına rağmen bu kadar saçma bir hale getireceklerini düşünmezdim benim için tamamen bir hayal kırıklığı
*boğazını temizler*
The Promised Neverland 2. Sezon Neden Çöp?
Tpn benim üç yıldır takip ettiğim, okuduğum en iyi seri diyebileceğim manga. Türü Gerilim/Psikolojik. İç karmaşa, akıl oyunları ve zihin savaşı hikayenin genelini oluşturuyor. Mangayı okuyanlar bilir ki bu seri fazlasıyla diyalog ağırlıklı. Tek bir sahnede karakterin aklından geçen yüzlerce şeyi okuyoruz. Çünkü bir Shounen mangası olmasına rağmen Tpn'de savaşlar fiziksel değil zihinsel. Akıl savaşı. Bu yüzden karakterlerin düşündüğü her şey önemli; geri dönüşler, simgelemeler, ihtimaller, akıllarından geçen her şey. Mangada bu tür akıl oyunları okumak fazlasıyla zevkliydi benim için. Ancak pek sevgili anime stüdyosu Cloverworks, anime uyarlamasında içsel konuşmaların gereksiz olduğuna kanaat getirmiş. Bu yüzden ta ilk sezondan itibaren anime, Mangadakinin yarısı kadar güçlü savaşlar sunamadı izleyiciye. Diyalog ağırlıklı bir psikoloji mangasına yapabilecekleri en kötü şey içsel konuşmaları çıkarmak olurdu, ve bunu yaptılar. Bu sebeple anime zaten baştan beri manga kadar iyi değildi. İlk sezon mangaya kıyasla zayıftı, atlanan kısımlar sebebiyle kurguda delikler oluşmuştu. Ancak yine de ilk sezon güzeldi, dramını da gerilimini de iyi verdiğini düşünüyorum. Her ne kadar manga kadar olmasa da, izletiyordu, ağlatıyordu.
2019 Mart ayında ilk sezon bitti ve ikinci sezonun geleceğini duyurdular. Her şey buradan sonra boklaşmaya başladı. Önce tarih olarak Ocak 2020 denildi, sonra Ekim 2020, en son Ocak 2021'e kadar ertelediler. Kısaca biz bu sezonu iki yıldır bekliyorduk. Bu kadar beklettiklerine göre harika bir şey geliyor herhalde falan diye düşündük, yanıldık.
The Promised Neverland 2. Sezonda olması beklenen şeyler:
Sözü Edilen Orman Arcı: Ormanda yaşadıkları birkaç gün, Mujika ve Sonju'nun gelişi, onlardan yemek yapmayı, avlanmayı, ilaç yapmayı ve Şeytan toplumunun genelini öğrenmeleri, B06-32'ye varış
Buraya kadarki kısım animede yine aceleye getirilmiş olsa da düzgün sayılabilecek şekilde verildi, tamam.
Tek problem, Arcın sonunda bahsi geçmesi gereken Yedi Duvar'dan bahsedilmemiş olmasıydı. Yedi Duvar hikayenin devamında önemli yeri olan bir arc ve o arcın yaşanması için Mujika'nın Emma'ya "Yedi Duvar'ı bul." demesi gerekiyordu. Animede bu yaşanmadı. Ve bu fazlasıyla saçmaydı açıkçası.
Ancak daha sonra, asıl en saçma, en geri zekalıca olan şey oldu:
B06-32'de olması gereken Yuugo debut
Gerçekleşmedi. Girdiklerinde oda boştu.
Ve Yuugo animeye sonradan da dahil olmadı. Koca karakteri, manganın en önemli karakterlerinden biri olan bu adamı hikayeden çıkardılar.
Şimdi neden bunun fazlasıyla salakça bir karar olduğundan bahsedelim.
Yuugo bu manganın fan kitlesi tarafından en sevilen karakterlerden biri.
Popülerlik testlerinde ilk 10'dan asla düşümüyor. Fandom ona bayılıyor.
Mangadaki sayılı mizah kaynaklarından biri. Onun gidişiyle sıkıcı havayı dağıtacak olan bir sürü komik sahne yok olmuş oldu.
Çiftlik sistemlerini anlamak için önemli bir taş olacaktı.
Manganın işlediği en büyük karakter gelişimlerinden birine sahipti. Psikolojik analizleri o kadar mükemmel yapılmıştı ki. Depresyonu, atakları, yalnızlıktan delirmesi, hepsi manganın psikoloji boyutunda ne kadar güçlü olduğunun bir kanıtıydı ve düzgün işlenseydi üzerine analiz makaleleri yazılacak bir karakter olurdu.
Çocukların o dünyada hayatta kalmasının en büyük sebeplerinden biri bu adamın savaş becerileriydi. Onları koruyordu. Ok atmayı yeni öğrenmiş bir avuç bebenin tek başına hayatta kalmasının bir mantığı yok.
Yuugo onlara savaşmayı öğretecekti. Silah kullanmayı öğretecekti.
Yuugo onlara kaybettikleri aile sevgisini ve güven hissini verecekti.
Arc finalinde olacaklar serinin en dramatik olayları arasındaydı ve okuyan herkesi salya sümük ağlatmıştı. Animede bunların hiçbiri yaşanmayacak.
Peki hikayede böyle köklü bir değişiklik yapıp koca karakteri çıkardıklarında anime nereye vardı?
Öncelikle Yuugo ile birlikte koca bir arc olan ve mangada yaklaşık 30 bölüm kaplayan Altın Havuz savaşını animede atladılar. Altın Havuz'la birlikte gelmesi gereken onlarca karakter, harika savaşlar, dram, aksiyon, gerilim; hepsi çöpe atıldı.
Üstelik Altın Havuz'un eşsiz bir estetiği vardı. Bu konuda saatlerce konuşabilirim. Her taraf rengarenkti ama çocuklar ölüyordu. Arkada neşeli bir müzik çalıyordu ama etraf kan gölüydü. Rengarenk kıyafetler giyiyorlardı ama ellerinde tüfekler vardı. Tezatlardan doğan harika bir havası vardı arcın. Üstelik bu havayı siyah beyaz bir mangada bile hissettirebilmişti bize. Animede o kadar harika olurdu ki tüm bunlar. Görmeyi çok istemiştik, hevesimiz kursağımızda kaldı...
Animede ne mi oldu? Altın Havuz sonrası geçen iki yılın sonunda olması gereken patlama sığınağa vardıklarından bir iki gün sonra oldu. Olay: Peşlerindeki askeri birlik Minerva'nın sığınağını buluyor ve tesisi havaya uçuruyorlar. Çocuklar arka geçitten kaçıyor.
Mantık hataları: B06-32 sığınağı şifreli kalemle zar zor bulunabilen bir yer. Çölün ortasında, yer altında. Mangada askerlerin orayı bulması yıllar sürmüştü, uzun süre yaşadılar o sığınakta. Askeri birlik orayı nasıl bu kadar çabuk bulmuş olabilir? Bulması bu kadar kolay olsaydı Minerva sığınağı oraya yapmazdı. Düşmanın bakış açısından düşünelim; kaçak çocuklar arıyorsun, ilk bakacağın yer çölün ortası mı olur? Neden orada olsunlar ki? Görünürde yemek yok, su yok. Kaçak ararken son bakılacak yerdir orası. Zaten o yüzden sığınak orada. İki günde Minerva'nın süper gizli sığınağını bulup patlattılar. Bunun senaryosunu kim yazıyor Allah aşkına ;-;
Peki sonra ne oluyor? Arka geçitten kaçıyorlar ve kendilerine yaşayacak başka bir yer bulmaya gidiyorlar. Sonrasında bir yıllık bir time-skip, ve bum, buradayız:
Eski bir tapınak. Kırık dökük bir bina. Burada yaşıyorlar. Bu gördüğünüz tapınak bir şeytan şehrinin hemen dibinde, ama terk edilmiş olduğu için kimse girip çıkmıyor.
Burada yaşıyorlar. Evet, şaytan şehrinin dibinde. Ve onları çölün ortasındaki yer altı sığınağında bulan Ratri askeri birlikleri, burada bulamıyor.
Kusura bakmayın bu çok komik. Trajikomik.
Gerçekten. Sadece mangadan sapmış olmalarında değilim, her şey o kadar mantıksız ilerliyor ki.
Mesela bu tapınakta yeni kıyafetleri var ama o kıyafetleri nereden buldular? Kendileri yaptılar diyelim, peki neyden? Bunu soruyorum çünkü animenin kurgusuna göre şu an sefil haldeler. Yemek bulamıyorlar, açlıktan ölmek üzereler.
Peki neden yemek bulamıyorlar? Emma avlanmayı biliyor. Diğerleri de az buçuk ok atabiliyor. Ormanlarda meyve sebze de toplayabilirler, yemek yapmayı da biliyorlar. Bu çocuklar neden aç?? Neden kir pas içindeler? Kıyafetlerini yıkamayı biliyorlar. Kolayca bir göl bulabilirler. Neden sefil haldeler? Her şey o kadar saçma ki.
Son bölümde çatıdan çatıya atlıyorlardı mesela. Yuugo yok, Altın Havuz Savaşı hiç yaşanmadı, peki bu veletler böyle atlayıp zıplatmayı nereden öğrendi? Hikayeye göre son bir yılda karınlarını bile doyuramadılar. Ne ara akrobat oldu bunlar?
Ve her şeyden öte, artık bu animeden tamamen ümidi kesmiş olmamın sebebi: Emma'nın karakterini yanlış lanse ediyorlar. Son bölümde Emma şunları söyledi, "Kendimden nefret ediyorum. Hiçbir şey beceremiyorum. Gidip diğerlerini kurtarmam lazım ama yapabilir miyim bilmiyorum."
Emma. Emma ve umutsuz konuşmak? Emma ve kendinden nefret etmek? Emma ve depresyon? Emma ve dram kasmak?
Bu, açık söylüyorum, bu karaktere yapılmış bir saygısızlık.
İlk sezonda da vardı, ama görmezden gelmeye çalışmıştım. Ama artık çizgiyi aştılar çünkü bu karakteri aslıdna o kadar farklı gösteriyorlar ki. Emma çok güçlü. Emma çok zeki. Ve hepsinden önemlisi Emma çok sakin ve düzenli bir zihne sahip. Mangada Yedi Duvar denen bir yer vardı, oraya ulaşmak için kendi zihninizdeki en büyük korkularınız ve endişelerinizin somutlaşıp karşınıza dikildiği bir boyutu aşmanız gerekiyor. Oraya Emma ve Ray birlikte gitti ve Ray geçemedi, Yedi Duvar'ı sadece Emma geçebildi. Bu bile onun hakkında bize çok fazla şey söylüyor. Emma basit prensipleri olan biri. Ne istediğini biliyor, kendi gücünün farkında. Elindekilerle istediği şeye ulaşmak için ne yapabileceğini düşünüyor ve onu yapıyor. Basit, ama zor bir düşünme şekli. Onda bu var. Yani Emma morali bozulup yelkenleri suya indirecek bir insan değil. Emma kendinden nefret edecek, umutsuzluğa kapışacak bir insan değil. Emma şeytan dünyasındaki yaşayan tüm insanların lideri, koruyucusu. Emma animede gösterilen kişi değil, o çok daha güçlü biri. Anime onu basitleştiriyor. İyi olduğu her konuyu çöpe atıyor, savaş yeteneklerini de zekasını da plan becerisini de liderliğini de her şeyini silip sadece salak ama şirin bir kıza dönüştürüyorlar onu. Bu, bir anime yapılabilecek en iğrenç şey. Ana karakterini basitleştirmek. Sırf kız diye onu klasik kalıplara uydurmaya çalışmak. Bu çok şerefsizce. Bu gerçekten, gerçekten çok aptalca. Stüdyonun bu karakteri harcadığına inanamıyorum.
Son bölümde Norman geri geldi. Mangaya göre iki yıl sonra olması gereken bir şeydi bu yine.
Bu kadar erken yaşta geldiğine göre sanırım animede Norman'ın büyüyüp soykırım yaptığı kısımları alsa göremeyeceğiz. Başkent Savaşı Arcı da büyük ihtimalle çıkarılacak. Bu da serinin final savaşına, Norman'ın karakter gelişimine, her bölüm beni salya sümük ağlatan dram sahnelerine ve dünyanın en duygusal manga arcına veda ediyoruz demek.
Toparlamam gerekirse, animenin şu anki gidişatına göre bir sürü arc, bir sürü savaş, bir sürü karakter, bir sürü önemli sahne atlanacak ve bodoslama finale gidecekler. Karakterler yanlış lanse ediliyor, serinin yarısını kesmelerinin yerini doldurmak için bölümler gereksiz sahnelerle uzatılmaya çalışılıyor, canım manganın içine ediliyor. Bu ikinci sezon fiyaskonun daniskası ve bu sezon yüzünden efsanelerle yarışacak potansiyeli olan bu hikaye unutulup giden bir anime olarak kalacak. Şu saatten sonra beklentim sıfır, zaten animenin içine ettiler ve devamında olacak saçmalıkları az çok tahmin edebiliyorum.
Kısaca, The Promised Neverland 2. Sezon çöptür.
Mangayı okuyunuz.
#The Promised Neverland#Yakusoku no Neverland#Tpn#Ynn#Anime Yorumu#?#Analiz#İçimi döküyorum takmayın#Çok sinirliyim#Bu anonu günlerdir bekletiyorum çünkü cevap veremeyecek kadar moralim bozuk#Güzelim animenin içine sıçtılar#Allah belanı versin Cloverworks
20 notes
·
View notes
Note
Abi seyyid kutup hakkında bilgi verir misin? Okumamam gereken bir kaynak olduğunu biliyorum lakin insanlar sorduğunda sebep olarak bir açıklama yapamıyorum.
Memleketteyim anonim, telefon neredeyse hiç çekmiyor. O yüzden hemen cevap veremedim soruna. Kimseye bir şey kanıtlamak ya da kabul ettirmek zorunda değilsin. Sen akideni sağlam kıl, ehli sünnet kıl gerisini boşver. Bazı kardeşler anlamıyor diye bu açıklamayı yapma ihtiyacı duyuyorum. Seyyid Kutub hakkında paylaşacaklarımız ne şahsına ne mücadeleci kimliğine değil tamamen ehli sünnete uygun düşmeyen fikirlerinedir.
Seyyid Kutub kimdir, bazı eserlerlerde sapık fikirleri ve hatta mezhepsiz olduğu ve idam edilmeden önce bu fikirlerinden tevbe ettiği, fakat kitaplarının sakıncalı olduğu soruları hakkında malumat …..
” Yararlanılan bazı kaynaklar: Tenkit yazılarını hazırlarken faydalandığım kaynaklardan bazıları şunlardır : Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Doğru Yolun Sapık Kolları, Hac, Raporlar ve Sahte Kahramanlar adlı eserleri. Ahmed Davudoğlu merhumun Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri adlı eseri, Mehmed Ali Demirbaş’ın Başlangıcından Bugüne Mezhepsizler adlı eserleri, Yusuf Nebhani hazretlerinin Şevahidü’l Hakk’dan Vehhabilere Cevaplar adlı eseri, Mezhepsizlik İslam Şeriatini Tehdit eden en tehlikeli Bid’attir adlı eserin sahibi Said Ramazan el-Buti, Ömer Nasuhi Bilmen’in Hukukı İslamiyye ve İstilahatı Fıkhiyye Kamusu, Ehl-i Sünnet İtikadı Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi hazretlerinin Bedir yayınları tarafından hazırlanan eserinin önsöz, tenbih ve ihtar bölümleri, Allame Muhammed Abdurrahman Silheti hz.lerinin Seyf’ül Ebrar Mezhebsizlik ve Vehhabilik adlı eseri, Furkan dergisinin çeşitli sayıları, M.Şevki Eygi’nin Milli Gazetedeki makaleleri, Elbette son olarak muhterem Dr.Ebuberkir Sifil hocanın değerli makale ve kendisiyle yapılan sohbetler yaşayan bir alimin tesbit ve tarzının ayrı bir yeri var.
Bir şeyi daha açıklamakta fayda Görüyorum: İsimlerini ele aldığım şahısların pek azı hariç yüzlerini bile görsem tanımam. Onlarla şahsi ve garazi bir davamın olmadığını; yalnızca fikir, düşünce ve itikadi zararları itibariyle, tenkit ettiğimin bilinmesini isterim. Bu aşırı görüşlü dinde reformcu insanlara inanmış olanların temel açmazlarından birisi de: Kendilerine yapılan, reformcuların batıl fikirlerinden örneklemeleri bir tarafa bırakıp; onların İslam’a saldıran yönlerini teşhir eden, zararlı yönleri konusunda insanları uyaran ulemayı, kişileri, ele alıyor olmalarıdır! Yani bir alim, Seyyid Kutub’un Sünnet Yolu’na uymayan vahim hatalı bir fikrini gösterse, gösterileni bırakıp, göstereni ele alıp, yıpratma garabetine düşüyor olmalarıdır, bu açmaz gibi gözüken hile..
Oysa Hz.Ali –-radiyallahü anh- efendimiz :”Doğru, kafirin dilinden de çıksa dahi, makbuldür” buyurmaktadır.Oysa burada söz konusu olan doğru tenkitler İslam alimlerinden gelmektedir. Meselenin püf noktası, tenkit eden ve edilen şahıs olmamalı, tenkidi yapılan düşünce (yazı, söz, cümle) olmalıdır. ”
_______________________ SEYYİD KUTUB
Seyyid Kutub l903 ‘de Mısır'ın Said bölgesi köyünde doğdu.Ailenin ikinci çocuğu idi. Birincisi Hamide Kutub, ikincisi kendisi, üçüncüsü Emine Kutub ve dürdüncüsü Muhammed Kutub.İlk okuldan sonra orta ve liseyi Kahire’de dayısının yanında okudu. Bu esnada ailesi de Kahire’ye taşındı. Yüksek tahsilini meşhur (!) Ezher’in Edebiyat fakültesinde yapmış olduğundan, her hükmü edebiyatçı yaklaşım ile ele alarak, ehl-i sünnet ve cemaat çizgisini tanımayanları kolay ikna etmiştir. 1941 yılında Sosyoloji doktorası için resmen Amerika’ya gitti. Önce sosyalist fikirleri yaydı..Sonraları Kahire müftüsü ve mason locası başkanı olan Abduh’un dinde reformist yolunu benimsedi.1966′da idam edildi..Görüldüğü gibi, Kutub; İslami ilimler okuyarak bir hak mezhebe göre bilgi sahibi olmak yerine, sosyoloji ve edebiyat alanında ihtisas sahibi birisidir.İslam’a yaklaşımı ve anlatışı, maalesef işte bu temelsizlik yüzünden hep hatalı olmuştur.
Ahmed Davudoğlu merhum, O’nun için :”Seyyid Kutb bir ediptir, biraz dini kültürü vardır.Sözü dinde sened olamaz.Çünkü, (icazetli) din alimi değildir”buyurmuştur.[1] Bir insanın sözünün dinde sened olabilmesi için icazetli ehl-i sünnet ve cemaat alimi olması lazımdır.Hele icazetsiz birinin tefsir yazması cinayettir.Şehid olmuş mudur, olmamış mıdır meselesi için : Üstad Necip Fazıl merhum:”Sahte Kahramanlar konferansımda gerçek kahraman olarak göstermiştim. Fakat sonradan gördüm ki, Seyyid Kutub bir İbni Teymiyye meddahıdır ve kellesini kaptırdığı sosyalizma yularının zoruyla Hazreti Osman (RA)’a adaletsizlik isnad eden ve dil uzatan bir bedbahttır. İdam edilmeden bu sapıklıklarından istiğfar ettiğini söyleyenler oldu. Eğer öyle ise şehid.. Değilse, mücadelesi kafire karşı bir sapığın davranışından ileri geçmeyen bir zavallı.”[2]
Bu son ihtimale göre şehid olsa bile, Seyyid Kutub ile meselemiz bitmiyor ve bitmeyecek. Zira yazmış olduğu sapık kitapları ve bir de ortada tefsir diye gezen, şahsi hezeyanları var..Bu tefsir isimli (Fi’zilail Kur’an) güya Kur’an tefsiri ve sapık kitapları piyasada gırla gidiyor. Mezhepsizler -tıpkı diğerlerine yaptıkları gibi- O’nun da kitaplarını yaymayı cihad biliyorlar. Çok ilginç olan bir şey de, İslam devleti kurma maksadlarını içeren kitaplarından Türkiye’de düzen koruyucuları hiç rahatsız olmuyorlar ! Yıllardır, her dönemde serbestçe satılmaktadır. Bu kişi, Mısır’da Nasır’a ve onun düzenine karşı mücadele vermedi mi ? Öyleyse onun kitaplarının TC için bir tehlike arz etmesi gerekmez mi ?! Tabi birileri onun sapık görüşlerle Ehl-i sünnete darbe vurduğunun farkında..Böyle adamların kitapları okunsun, ümmet bozulsun !
Kendisi tevbe edip, şehid olsa bile, bu temenni gibi bir söylenti, elde belge yok bir, ikincisi; ortalıkta gezen kitapları her gün binlerce insanı zehirliyor..Şimdi onun kitaplarındaki sapıklıkları yazmıyalım da, insanların sapanlarında artış mı olsun ? Şehitse, şehitliği kendine mübarek olsun.Amma tevbe etse bile, bu veballeri “Kim kötü bir çığır açarsa, peşinden gidenlerin günahlarından eksilmeksizin, kendisine yüklenir ” hadis mealinin belirttiği konumda olur..M.Şevgi Eygi’nin dediği gibi, “O bu kitablar yüzünde, mezarında kan terlemektedir.”[3]
İşte S.Kutub’un yanılgılarının ve ehl-i sünnet inancına uymayan görüşlerinden bazılarının vesikaları :
1- Seyyid Kutub, bütün kitaplarını müctehid edası içinde yazar.Yani kendisini müctehid yerine koyar..Bir İmamı Azam (RA) gibi sanır..Tefsirinde geçmiş ehl-i sünnet müfessirinden pek kaynak göstermez..”Kur’anı kendi reyi ile tefsir edenin yeri cehennem ateşi olsun”[4] hadis-i şerifini çok iyi düşünmek durumundayız.
2- Bütün kitapları ayet ve hadisten derlemedir.Ayetler herhangi muteber bir tefsire dayanmaz.Hadislerin yorumu, şahsı tarafından yapılır.Nasih, mensuh, sebeb-i nüzul ilimleri bilinmeden tefsir işine soyunmak büyük bir musibettir.
3- İcma ve Kıyas tanımaz. Sahabe için bile durum böyledir.Mesela, ‘’eğer bugün bazı kimseler zekatı kendi elleriyle verebiliyorlarsa, bu İslamın farz kıldığı bir şekil ve nizam değildir ” deme cür’eti kendisine aittir.[5] Ne var bunda diyenler meseleleri kavramamış insanlardır.Bu sözün ucu Hazreti Osman (RA) efendimize ve O’nun mübarek ictihadına ve bu ictihad sonucu oluşmuş, icma-i ümmet, yani Hazreti Osman radiyallahü anh efendimiz zamanında yaşayan tüm sahabelerin ittifakını reddemeye-Allah bizleri bu sapıklığa düşmekten korusun amin- götürür. Zira Hazreti Osman (RA) efendimiz ictihadıyla altın ve gümüş zekatlarının verilmesini sahiplerine bıraktı. Bu noktada Seyyid Kutub, hiçbir mezhep imamının demediğini demiş oldu..Zaten mezhepsizler, mezhepler üstüdür.
Müslüman ümmet, yüzyıllardır, altın, gümüş, para gibi görünmez değerlerini; Hz.Osman -radiyallahü anh- efendimiz ve sahabe-i kiramın icmaına uyarak zekat olarak veriyorlar. Kutub, yukarıdaki cümlesiyle hem müslümanları ve hem de sahabeyi, Hz.Osman efendimizi, bu İslam’ın farz kıldığı bir şekil ve nizam değildir diyerek farzı yerine getirmemekle; İslam dinini bilmemekle itham etmiş oluyor. Bu ne büyük enaniyet, nefse ve akla güveniştir.. Adam gözümüzün içine baka baka İslam büyüklerine yaldızlı edebiyatı ile hakaret ediyor. Buna rağmen bazı aymazlar da Kutub büyük alimdir diyebiliyorlar.
[1] Ahmed Davudoğlu, Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri
[2] N.Fazıl Kısakürek, Doğru Yolun Sapık Kolları
[3] Ehl-i Sünnet İtikadı, sh: 10 Bedir yayınevi.
[4] Tirmizi
[5] Seyyid Kutub, Cihan Sulhü ve İslam, sh.150-158
....
Sen kimsin ne ilmin varda Seyyid Kutub hakkında konuşuyorsun diyenler kaynak kitaplar, kaynak isimler verilmiş, bir diyeceği olan bu alimlere desin. Buna ilaveten icazetli ehli sünnet bir alim olan Ömer Faruk Korkmaz Hocanında videosunu izleyebilirsin.
youtube
23 notes
·
View notes
Text
Sen benim için çok özelsin. Kelimelerle ifade edilmesi çok zor olan, Türkçe'min yetemediği kadar. Evet daha önce, yüzünü fotoğrafların hariç başka hiçbir yerde görmedim. Seninle görüşen arkadaşlarının şansından çok isterdim. Üstelik Dilan'ın şansından.
o seni zahiri olarak görebilir, ama ben seni maneviyatıma işlettim.
Evet sevgilim, bir kış sabahıydı. Bir gün cesaretimi toplayıp, eninde sonunda ağzımda ekmek varken seni sevdiğimi sana söyledim. Oldukça korkak ve çekingendim. Çünkü tüm umudum şu şekildeydi: "o benden hoşlanmayacak, arkadaşı olarak görüyor". Ama sonradan, "Sonunu düşünen kahraman olamaz Aleyna, en fazla seni reddeder". diye düşündüm ve parmaklarımı, ağzımdaki ekmekle büyük bir heyecanla, titrek ellerimle yazdım. -"Yaman, senden hoşlanıyorum"- diye. Çok geçmedi, hemen yazdın. "En azından deneyelim" dediğinde, bu Dünya'nın en mutlu kızı yapmıştın beni. İlk defa, (-ki diğerleriyle hiç ciddi düşünmüyordum, İstanbul'da olmalarına rağmen-) seninle yapabileceğimi, sanaldan cidden birisini sevebileceğimi düşündüm. Oysa, sanalı aşıp, kilometrelerce öteden kalbimi saracak olan ellerinden habersizdim.
İlk zamanlar oldukça öküz, çekingen ve bir o kadar da tedirgindim. Diğer konuştuğum hiçbi' erkeğe benzemiyordun. Nasıl bir tavır takınacağımı, nasıl bir üslupla konuşacağımı karıştırmış bir vaziyetteydim. Oldukça şımarık davranıyordum, çünkü o zamanlar 14'ünden çıkmış, 15 yaşında bir kızdım. Gerçi hâlâ çok büyük olduğum söylenemez, 16 yaşındayım. Ama tek bir farkı var yaşımın: ben senin Galata'lı kız çocuğunum. Şu 365 günde, seninle büyüdüm, hâlâ da büyümeye devam ediyorum. Her neyse, öyleydi işte sevgilim, oldukça dağınıktım. Seninle düzene girdim. Sonra, günlerden bir gün ayrılmak istediğini söyledin. Haklıydın, çünkü girip sana zaman harcayamıyordum, malûm bir ameliyat geçirmiştim. Sen, her zamanının benimle geçmesini isterken ben elimin uzaklığındaki telefonu alıp sana yazmaktan acizdim bile. İşte o zaman, yıkılmak, yok olmak, bitmek, hüzün, aşk, hâyâl kırıklığı gibi duyguları bir anda hissettim. Ki ben, hiçbir şeyi genelde kafaya takmazdım. İşte o zaman kaybettiğimi, ve hayatından bir hiç olup gittiğimi sandım. Sessiz ve habersiz kız çocuğu ölmüş gibi bir şeydi.
ama sonra nereden bilebilirdim ki bir gün ailenin beni evin kızı olarak görüp seveceğini?
Hayatlarımız ihtimaller ve kararlar üzerine kurulu. Bizim ileride karşılaşmamız kader, fakat yan yana kalmak ise bizim irademizdir.
Neyse, o gün çok durgun hissediyordum, ama unutup geçeceğini sanıyordum. Ama bir insan, unutulmayacağını seninle öğrendim. İlk ayrıldığımızda canım o kadar yanmamıştı, ve bir gün tekrar barıştığımızda seni daha çok sevmeye başlamıştım, yıl 2020. İşte sana deli gibi bağlandığımın yılı. Seninle bir yıl daha atlatıyoruz sevgilim.
Hatırlıyor musun? Sana bir ara sürekli yazıyordum. 'Özledim' diyemememin farklı bir yoluydu bu da. Ama bana 29 Nisan'da, "Sanırım Rüya ile barışmak bana en güzel hediye oldu" dediğinde, yer yarılsa da yerin içine girsem diye düşündüm ve direk ayrıldım sohbetten. İşte o gün çok ağlamıştım. Seni resmi olarak tamamen kaybettiğim gündü. Beni tamamen aklından çıkarmış, o öpülesi kalbine başka bir kadını almıştın. Tüm güzel iltifatlarını artık o alıyordu, sevginden o besleniyordu. Bense aç bir çocuk gibi kalmıştım, yemeği başka bir çocuk tarafından kapılmış bir, kız çocuğu.
Bir ara da, seninle sürekli sesli konuşuyorduk hatırlıyor musun? Sana ex aşklarımı anlatıyordum kfnvşdpfm :) sana hayallerimden bahsediyordum, daha doğrusu seninle olmak istediğim ama sadece hâyâlmiş gibi anlattığım şeyler. Bir akşamda konuşuyorduk öyle, öyle bir gülmüştün ki içim gitmişti. İlk defa bir erkeğin gülüşüne bu kadar içten gülmüştüm, fark etmiş miydin? Sen güldüğünde bende gülüyordum.
ama yine nereden bilebilirdim ki birbirimize küllerimizden yeniden doğacağımızı?
Bir gün yine ayrılmıştık, bana "en büyük hâyâl kırıklığımsın" dediğinde, yerle bir olmuş vaziyetteydim. İşte o zaman çok uzun ayrı kalmıştık birbirimizden. Sana acı çektiğimi asla hissettirmedim, yapım buydu ve hâlâ bir gururum vardı. Sonra bir gün, pişman olduğunu söyledin. Kalbim ne kadar seni istese de mantığım "hayır" dedi. İlk kez mantığımı dinlemek istedim, ve seni geri çevirdim. O gece, sohbetten gözlerim dolu çıktım. Zira: yediremememiştim o sözleri kendime.
Ve bir gün yine ayrılmıştık, bu sefer benden nefret ettiğini düşündüm, ettiğin tüm laflarının kalbinden gelmediğini umud ederek yanında kalmaya çalıştım. Biz çok acı çektik Yaman. Bir şey için ne kadar uğraş verirsen, ne kadar zahmete girersen o kadar kıymetlenir. Ben, bizim ilişkimizi tek bir kalemde silip atamam. Zira: bunun için fazlasıyla emek verdim/verdik. Kendi dünyamızda oldukça acı çektik, mutlu olduk. Sadece, seninle acı bir gerçek olan tek imkanım telefonla görüşmek gerçeği beni yakan tek nokta. İstanbul'daki tüm gereksiz insanları görürken en kıymetlimi sadece fotoğraflarda görmek oldukça sinir bozucu, ve üzücü oluyor. Ama geleceğini biliyorum, göz göze, el ele olacağımız vakitlerinde geleceğini biliyorum. Çünkü sana güveniyorum, yapar beni bırakmaz diyorum.
çünkü beni bırakmak için oldukça sahiplenici ve sevicisin.
Babamdan sonra, sevgisine inandığım tek erkeksin. Babamdan sonra, hayallerime hapsettiğim tek erkeksin. Babamdan sonra, elini tutmak istediğim ilk erkeksin. Babamdan sonra, sarılmak istediğim tek erkeksin. Babamdan sonra, 2. süper kahramanımsın.
Biliyorum sevgilim, önümüzde oldukça şeyler var. Biz birbirimize güvendiğimiz ve birbirimizin arkasında durup sevdiğimiz sürece önümüzde ki bütüüün engeller, küçük bir taş parçasından ibaret bile olmayacak. Biraz sabır ve zaman sevgilim, her şey çok güzel olacak, zira ben seninle her şeye varım.
Yaşım daha 16, ama nice yaşlı yaşlara seninle girmeye nasip olsun. Saçlarım seninle beyazlasın.
Allah bir kuluna her şeyin hayırlısını verir. Öyle bir hayırlım ol ki, ahiretime kadar beraber olalım.
herz schöne liebling.
6 notes
·
View notes
Text
Nasıl komünist oldum?
Toprak sahibi birinin oğluydum; gerici olmama neden olacak nedenlerden biri buydu. Zenginlerin oğullarının gittiği dini okullardan birinde eğitim aldım; gerici olmam için diğer bir neden. Filmlerin, yayınların ve kitlesel medyanın hepsinin “ABD yapımı” olduğu bir Küba’da yaşadım; bu da gerici olmak için üçüncü neden. On beş bin öğrenci içerisinden yalnızca otuzunun antiemperyalist olduğu bir üniversitede okudum ve bitirdiğimde o otuz kişiden biri bendim. Üniversiteye bir toprak sahibinin oğlu olarak girmiştim, daha da kötüsü siyaseten bir cahil olarak!
Ve hatırlatayım, ne bir parti üyesi, ne bir komünist, ne bir sosyalist, ne de radikal biri beni yakalamış, idoeoloji telkin etmiştir. Yoktu. Ekonomi politiği, burjuva bakış açısından anlatmaya çalışan büyük, ağır, berbat, okunmaz, çekilmez bir kitap vermişlerdi elime; buna ekonomi politik diyorlardı!
Ve bu çekilmez kitap, aşırı üretimin krizlerini ve benzer sorunları dünyanın en doğal şeyleriymiş gibi anlatıyordu. İngiltere’de kömür fazlası olduğunda, tarihin, toplumun ve doğanın değişmez ve acımasız kanunlarına göre aşırı üretim krizinin kaçınılmaz olmasından ve krizin işsizlik ve açlık getirmesinden dolayı bazı işçilerin hiç kömürü olmadığını anlatıyordu. Çok fazla kömür olduğundan işçiler donuyor ve de aç kalıyorlardı!
Ve burjuvazi okullarında Yanki propagandası ile eğitilen bu toprak sahibinin oğlu, bu sistemde bir şeylerin yanlış olduğunu, bir şeylerin mantıksız olduğunu düşünmeye başladı.
Daha sonradan büyük bir toprak sahibi olan yoksul bir adamın oğlu olarak, en azından kırsal bölgede köylülerle, yoksullarla arkadaşlık etme fırsatım oldu. Bir toprak sahibinin torunu olmuş olsaydım, babam büyük ihtimalle beni başkentte, aşırı aristokrat bir yerleşim yerinde yaşamaya götürecekti ve üzerimde olumlu etkiler bırakan bu sosyal çevreyi bulamamış olacaktım. Biz insanlarda bulunan egoizm ve diğer olumsuz özellikleri devam ettirecektim.
Şansıma, okuduğum okullar da bazı olumlu etmenlerin gelişmesini sağladı. Belirli bir idealist rasyonalite, iyi ve kötü ya da adil veya adil olmayan kavramları ile dayatmalara ve baskılara karşı belirli bir karşı çıkma ruhu, beni insan toplumlarını analiz etmeye götürdü ve beni daha sonraları anlayacağım gibi bir ütopyacı komüniste dönüştürdü. O zamanlarda halen bir komünistle tanışma veya komünist bir yazı okuma şansını elde edememiştim.
Sonra bir gün Komünist Manifesto’nun, o meşhur Komünist Manifesto’nun bir kopyası elime geçti ve hiç unutmayacağım şeyler okudum. Ne ifadeler, ne gerçekler! Bu gerçekleri her gün görüyorduk!
Anlamadığı bir ormanda doğmuş küçük bir hayvancık gibi hissettim kendimi. Sonra birden bu hayvancık ormanın haritasını buluyor, açıklamasını, ormanın coğrafyasını ve içindeki her şeyi…. İşte o zaman duruşumu belirledim. Şimdi dönün bakın, Marx’ın düşünceleri yalnızca doğru ve ilham verici değildir. Mücadelemizi o düşünceler üzerine kurmasaydık, şimdi burada olmazdık! Burada olmazdık!
O zamanlar bir komünist miydim? Hayır. Tam bir komünist olmadan çok önce siyasi bir kuramı keşfedecek kadar şanslı bir adamdım, Küba’nın siyasi krizinin girdabına kapılmış bir adamdım…
İlerlemeye devam ettim. Daha sonra Lenin’in kitabından öğrendiğimden daha somut bir şekilde emperyalizmi görme fırsatı yakaladım. Emperyalizmle tanıştım, en kötüsü ve en saldırganıyla… Hayat bana gerçekliği daha iyi bir şekilde gösterdi. Ve bu beni daha da devrimci, daha da sosyalist, daha da komünist yaptı.
Fidel Castro
Çeviri: Eren Karaca
12 notes
·
View notes
Text
Merhaba...
Biliyorsunuz ki cuma günü insanların sokaklara dökülmesinin bilançosu 14 gün sonra belli olacak. Bu 2 gün sokağa çıkma yasağı boyunca zaten ekmek satan insanlar dolanıyordu. Boşuna girdiler ekmek kuyruklarına. Süleyman Soylu da sözde istifasını verdi, sanki kararı tek başına vermişçesine... Nitekim kabul edilmedi.
Eczacı bir ablamız video yoluyla isyan etmiş, belki denk gelmişsinizdir. Bir insan anca bu kadar haklı bir konuda haksızca isyan edebilirdi. Saçma sapan argümanlar, tehditler falan savuruyor. Ya zaten yeterince haklısın hanım ablacım, gerek var mıydı sevgiline trip atar gibi cümlelerle isyan etmene? Bazı aptallar da bu kadın üzerinden Eczacılara sövüyor. Diğerlerinin ne suçu günahı var acaba?
Maskelerin fahiş fiyatlarla satılmasından falan bahsediyor. Her meslek grubunda çürük elmalar vardır. Bu çürük elmalar da normal fiyatlarla aldıkları maskeleri fahiş fiyatlarla sattılar. (Sonradan alış fiyatları yükselince satış fiyatlarını yükseltmek zorunda kalanlardan bahsetmiyorum.) Fakat sorun şu ki, bu çürük elmalar yüzünden bir meslek erbabına sövmek ne kadar doğru? Kadın da aslında bunun üzerinden tepkisini göstermeye çalışıyor. Daha doğrusu çalışmaya çalışıyor. O kadar çok saçmalıyor ki, "tüm eczaneleri kapatsak naparsanız?" falana getiriyor olayı. Tamam hukuk da içindeki çürük elmalar yüzünden arada sekteye uğruyor da neticede hukuk var bu ülkede. Sence kapatabilir misiniz Eczaneleri?
Bir meslek grubundaki çürük elmaları, en iyi o mesleğe sahip insanlar bilir. Ben de kalkıp size "Veteriner Hekimler asla şöyle yapmaz, asla böyle yapmaz" diyemem. Yapanları var çünkü. Biliyorum, şahit oldum. Konu meslek değil, konu o mesleğe mensup insanlar. Ankara'da bir profesör, kliniğinde gece nöbetine kalan bir Veteriner Hekimine tecavüz etti. Koskoca profesör!!! Ünvanını duyunca önünde düğmelerini iliklediğin insan! Mesela bazı Veteriner Hekimler de esnaf kafasında klinik açıp, siz kucağınızdaki minik dostunuzla kliniğe girdiğiniz anda ona yürüyen dolar muamelesi yapıyor. Şimdi bu aptallar yüzünden bütün Veteriner Hekimlerine sövmek ne kadar mantıklı?
Babam 2006 yılında çürük elma birinin teşhis koyamaması sonucunda vefat etti. Koyamadığı teşhis "septisemi" Aranızda sağlıkçılar varsa, septisemi teşhisini koymanın değil koyamamanın daha zor olduğunu bileceklerdir. Tek yapmaları geren kan tahlili. Acilde bütün tahlilleri yapılıyor fakat "gaz sıkışması" teşhisiyle evine yollanan babam, ertesi gün "septik şok" teşhisiyle yoğun bakıma kaldırılıyor. O gün o hastanede bir çürük elma, bir babanın ölümüne neden oldu. Bu kişi doktor mu, yoksa laboratuvardaki çalışanlar mı, bilmiyorum. Geçen sene Batu'nun annesi, Batu'nun anneannesinin kan tahlillerini gösterdi. Kadında bariz bir şekilde septisemi var ama doktor inatla eve yollamış. Nermin Teyze'ye "N'olur başka bir doktora götürün, babam da böyle vefat etti." diye diretmem üzerine başka bir doktora götürdüler. O doktor, "Nasıl bu kadının hastaneye yatışı yapılmaz?" diye acilen yatışını yapıp tedavisine başladı. Bütün bunlar benim sağlık çalışanlarına olan saygımı azaltmadı çünkü mesleğini iyi yapan sağlık çalışanlarına da denk geldim. Üç beş çürük elma yüzünden bir meslek erbabını aşağılamak, tek kelimeyle, aptalcadır. Net!
Savcı bir kuzenim var. 1 yaşındaki çocuğunu ön koltuğa oturup polis çevirmesinde sırf mesleği sayesinde ceza almadan geçiyor. Büyük ihtimalle kaza olup, çocuk camdan dışarı fırladığında Azraile de savcı kartını gösterip ölümden yırtacak. Gittiği yerlerde emniyet otoparkı arıyor, ücret ödememek adına. Ararken harcadığı benzinle, otopark ücreti aynı fiyata denk gelir. İşte bunlar; "ben bir 'bok' oldumcular." Demek istediğim mesleği aşağılamak kadar yüceltmek de saçmalık. Kimseye sahip olduğu meslek yüzünden saygı da duyamam. Kusura bakmayın! Benim duyduğum saygı genel insanlık adınadır. Mesleğiniz sizin kim olduğunuz değildir. Sadece üstlendiğiniz bir roldür. Abartmayın her şeyi!
Yani demem o ki; mesele; meslek meselesi değil, mesele; insanlık meselesi, karakter meselesi.
8 notes
·
View notes
Text
Sizin hiç kendinizi yapayalnız hissettiğiniz oldu mu?ya da bu talih neden benim yüzüme hiç gülmez dediğiniz birgün?benim oldu...bugün tam da öyle birgün Şu hayatta ne ailemden yana yüzüm güldü ne de sonradan kendi ailemi kurdugumda.ya sorun benim ya da bu benim imtihanim büyük ihtimalle benim imtihanim şu hayatta sabırli olmaya dair.ama en büyük enayiligimde gereğinden fazla fedakar olmam. Fedakarlik kelimenin kendi bile büyük enayilik içeriyor sen birşeyleri feda ederken karşı taraf kar a geçiyor.demem o ki kimse için sabırlı olmayin kimse için fedakarlık yapmayın(tabi cocugunuz hariç) kendiniz için yaşayın.hayata bir kere geliyoruz dolu dolu mutlu bir ömür suremiceksek ne anlamı varken su 3gunluk dünyada hep sıkıntı dert keder çekmeye geldiysem eğer keske yaratıcı beni yaratmasaydi...keşke şu evrende bir toz zerrecigi olarak yaratsaydi evren uzerinde belki bir değerim olurdu.bir değer görürdüm.artik söyleyemediklerim boğazım kacaman bir yumru halinde yutsam yutamiyorum.soylesem yanımda yoremde hiç kimse kalmiyacak kirmadigim kalp kalmiyacak biliyorum.artik dayanamıyorum balkona çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum yorulana kadar çığlık atmak içip içip sızmak sabaha kadar dans etmek tatil yapmak felekten birgün çalmak sırf heyecan olsun diye adrenalin içeren tehlikeli şeyler yapmak ....bunlar sizin için zor değil benim için imkansız...benim gibi bir gecekondu da oturup kocasının eline bakan evde çocuk bakmaktan başka bir meziyeti olmayan biri için bunlar lüks.kendime acimiyorum çünkü bu hayatı ben seçtim.lanet olası kaderimi ben belirledim.
0 notes
Text
Üçlü yarışın galibi babam oldu. Ekimin son günü çekti gitti buralardan. Benim, onun arkasından biraktiklarindan kaçarken. Zaman zaman düşündüğüm sorunun cevabı da belli oldu bu akşam. Ne hissediyorum? Üzüntü mü? Hayır. Öfke mi? O da değil. Kızgınlık mı? Büyük ihtimalle. Bana, anneme, annesine, kardeşine yaşattiklari için. Yine en olmadık zamanda en olmadık şeyi yaparak herkesin hayatının içine ettiği için. Benim kendi başıma gelmesini istediğim şeyi yaparak üstelik. O çekip gitti ben burada böyle bok gibi kaldım.
Bi de üstüne ailenin tüm geri kalanını üstüme saldı haliyle. Kendimi polis tarafından aranan suçlu gibi hissediyorum. Biliyorum ki yıllardır görüşmediğim herkes onun ölümünün acısını benden çıkaracak. "senin yüzünden oldu herşey" diyerek. Sanki yıllarca bağımlısı olduğu alkol ve en ufak şeyde arızaya bağlayan sinir sistemi değilmiş gibi. Bana onun oğlu olmak ve onunla yıllarca kiyaslanmanın yarattığı travma yetti de artti daha fazla suçlama kabul edemeyeceğim. Hem hayattayken yanında olmadıktan sonra öldükten sonra olsam ne yazar olmasam ne yazar?
Üstteki yazıyı ölüm haberini alıp kendimi dışarı attıktan sonra istem dışı bir şekilde bindigim vapurda otururken yazmıştım. Üstunden tam 2 hafta geçti. Peki hislerimde değişen birşey var mı? Zerre kadar yok. O akşam yaklaşık 3 saat boyunca vapur,tramvay,tabanvay,tren ve otobüs yolculuğundan oluşan zincirleme bir seyahatle şehir turu attım. Özellikle de denizin üstünde olup karşıya geçerek hem rahatlamak hem de sanırım onunla beraber çocukken ilkokul çıkışlarında yaptığımız gezileri hatırlamak için sanırım. Bu 3 saat boyunca milyon tane düşünce, geçmişteki guzel ve boktan günler, anılar geldi geçti beynimin içinden ama bana mısın demedi. Üzülmeyi becerir de rahatlarım belki diye gereksiz kastım kendimi sanırım. Içimde bi yerime böyle öküz de oturmadı çok şükür. Sadece bu durumu açıklayabildiğim 3 4 tanıdığıma içimde onunla ilgili birikmişleri kustuğumu farkettim. Rahatladım mı? Biraz ama haberi olmayan ve sonradan öğrenecek başka tanidiklarıma da aynısını yapmaktan korkuyorum. En azından birilerini arayıp/mesajlayıp darlamak gibi bir salaklık yapmamayı beceriyorum şimdilik. Zaten ortada konuşulup anlatılacak bişey de yok ki. Babam öldü. Yıllardır görüşmüyordum. Onunla görüşmeme kararı aldığım gün bu işin sonunun böyle olabileceğini baştan kabullenip ona göre kendimi hazırlamıştım. Şaşılacak şekilde bu hazırlıkta gayet başarılı olduğumu farkedip zamanında dediğim lafın arkasında durmamı takdir ettim. Annem gibi boşanana kadar ve hatta boşandıktan sonra bile "yüzünü şeytan görsün" halet-i ruhiyesinden arkasından hüngür hüngür ağlayacak hale geçmedim.
Eee nedir şimdi son durum? Giden gitti. Kalan sağlar gidenin arkasından kılımı bile kipirdatmadığım için artık benden komple nefret ediyorlardir. Sanırım. Umarım. Bana durduk yerde masraf çıktı reddi miras işlemi yapabilmem için. O da "ondan gelecek beş kuruşu dahi istemiyorum" gururundan çok "kesin borç kalmıştır arkasından benimkiler yetiyor bana zaten aman kalsın" korkusundan :) 3 ay içerisinde eğer hayatta kalabilir ve de cebimde yeterli para olursa halletmeyi düşünüyorum. Ay sonunda kaldığım aparttan kovulmazsam eğer. Daha öncesinde 2 gündür durduk yerde başlayıp devam eden kuru öksürüğün coronaya yatay geçiş yapması ihtimali var sırada. Hatta bundan da önce elimdeki ıvır zıvırları satacak birileri çıkmazsa parasızlık kaynaklı açlıktan ölme ihtimalim daha olası bana göre. Hoş depodan yakacak fazlasıyla yağ var bünyede o da ayrı :) En temizi ben battaniye altına gömülüp gereksiz hayaller kurmaya devam edeyim. Belli mi olur belki geçenlerde son anda uyanarak kaçırdığım uykuda nefessiz kalıp boğularak geberme ihtimali gerçekleşir bu sefer de ben de çeker giderim buralardan. Yırtarım ben de onun gibi. Zaten onun peşinden dört nala gidiyorum yaptıklarım ve yapmadıklarımla bu hayatta. Görüyorsa eğer kesinlikle gurur duyuyordur benle. Gurur duymuyorsa da yapacak bişey yok. Çok da sikimdeydi ya zaten. Neyse.
0 notes
Text
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Yüce Allah'ın Varlığının ve Birliğinin Delilleri (Aynı zamanda Marifetullah (Allah c.c. ı tanıma) Muhabbetullah Ve Yakiin ile hakikati imana vasıl olma vesilesi Allah c.c. ın Varlığının birliğinin delilleri Allah c.c. ın sıfatlarının, ilminin, hikmetinin, kudretinin, sanatının, rahmetinin ve insana olan hususi iltifatının tecellileri) Nelerdir? Yüce Allah'ın Varlığını Nasıl İspatlarız / Kanıtlarız?Varın ispatı, yokun ispatından her zaman daha kolaydır. Bir elma cinsinin yeryüzünde bulunduğunu, bir tek elmayı göstermekle ispat edebiliriz. Halbuki yokluğunu iddia eden kimse bütün yeryüzünü, hatta kâinatı dolaşıp, ancak ondan sonra onun yokluğunu ispat edebilir. Bu ise, imkansızlık çapında bir zorluk demektir. Öyleyse diyebiliriz ki; yok, hiçbir zaman ispat edilemez...Bir sarayın kapılarından 999'u açık, biri kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez. İşte inkarcı, devamlı surette kapalı olan o bir tek kapıyı nazara verip onu göstermek ister. Aslında o kapı da, o inkarcı ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş perde sebebiyle onların ruh dünyalarına kapalıdır. Mümin için kapalı kapı yoktur. Yeter ki gözlerini yummasın!... Zaten 999'u herkese açıktır. Hem de ardına kadar...
İşte o kapı ve delillerden birkaçı :
İMKÂN DELİLİ: İmkân, bir şeyin olması ile olmamasının eşit ihtimale sahip olması demektir.Günlük konuşmalarımızda da "mümkün" derken olabilir de olmayabilir de manasını kast ederiz. Yaratılmış olan her varlık bize şu gerçeği haykırır: Benim olmamla olmamam eşit idi. Şu an ben varsam, var olmamı yoklukta kalmama tercih eden biri var demektir. O ise ancak Allah'tır.
Hudus Delili : Hudus, sonradan olma demektir. Hudusun en büyük delili değişmedir. Bir varlıkta değişme varsa, bu hareketin bir ilk noktası olacaktır. İşte o noktadan önce o şey varlık sahasına çıkmamıştı. Henüz yoklukta iken var olmayı kendi kendine irade edemeyeceğine ve buna güç yetiremeyeceğine göre, bu var oluş Allah’ın yaratmasıyla gerçekleşmiş demektir. Maddenin termodinamik kanununa göre sürekli yokluğa doğru kayması, kâinatın durmadan genişlemesi, güneşin süratle tükenişe doğru yol alması gibi hadiseler, bu varlık aleminin bir başlangıcı olduğunu gösteriyor.
SANAT DELİLİ: Atomdan insana, hücreden galaksilere kadar bütün kâinatta, ince ve baş döndürücü bir sanat göze çarpmaktadır. Evet, bir baştan bir başa kâinattaki her eser şu özelliklere sahiptir:
• Büyük sanat değeri taşır.
• Çok kıymetlidir.
• Çok kısa zamanda ve çok kolay yapılmaktadır.
• Çok sayıda olmaktadır.
• Karışık ve çeşit çeşittir.
• Devamlıdır.
Halbuki, kısa zamanda, çok sayıda, kolay ve karışık yapılan işlerde san'at ve kıymet olmaması gerekir. Ancak yapan Allah (c.c.) olursa, o zaman her şey değişir ve zıtlar bir araya gelebilir!.. DEVİR VE TESELSÜLÜN MUHAL OLMASI DELİLİ : Devrin muhal olduğu şu misalle açıklanıyor. Bir yumurtayı tavuğun yaptığını iddia eden adama soruyorsunuz. Tavuğu kim yaptı? Buna karşılık onun çıktığı yumurtayı gösteriyor. Buna göre tavuğu aradan çıkardığımızda yumurta yumurtayı yapmış oluyor. Bu ise muhaldir. Teselsül ise, bir şeyin silsile hâlinde ta ilk noktasına kadar gidip o ilk varlığı kimin yaptığını sormak suretiyle Allah’ın varlığını ispat metodudur. Yani bu meyveyi şu ağaç yaptı, o bir önceki meyveden oldu, o da bir önceki ağaçtan. Böylece ilk ağaca yahut ilk meyveye kadar varıyor ve soruyoruz: Bunu kim yarattı?
Kur'an yolu devir ve teselsülden çok farklıdır. "Yumurtayı kim yaptı?" yahut "Meyveyi kim yaptı?"sorusunun cevabı, doğrudan doğruya, “Allah yarattı.” diye cevap verilir.
İlim, irade, şefkat, merhamet kavramlarından bir nasibi olmayan, insanı tanımayan, hikmetten, sanattan anlamayan bu sebeplerin (tavuğun ve ağacın) sonucun yaratılmasında hiçbir tesirleri olmadığı ispat edilir. Böylece devir yahut teselsül deliline gerek duyulmaz. HİKMET VE GAYE DELİLİ: Her varlıkta kendisine mahsus bir gaye, bir maksat, bir fayda takip edildiği göze çarpmakta ve hiçbir şeyde gayesizlik, manasızlık ve israf sayılacak herhangi bir durum müşahede edilmemektedir. Hâlbuki, ne madde aleminde ne bitki ve hayvanat dünyasında ne de eşya ve hadiselerde şuur ve idrak mevcut değildir ki, bu gayeler silsilesi takip edilebilsin. Öyle ise, kâinattaki bu şuurlu işleyişi ve bu hikmet ve gayeleri ancak Allah'a isnat etmekle makul bir yol tutmuş olabiliriz. YARDIMLAŞMA DELİLİ: Yağmurun toprağın imdadına, güneşin gözlerin yardımına koşmalarından, ta havanın kanı temizlemesine kadar, bu alem bir yardımlaşma hareketiyle âdeta dolup taşmaktadır. Bu yardımlaşmayı yapan taraflar birbirlerini tanımamakta, bilmemektedirler. Öyle ise bu merhametli icraatı sebeplere vermek mümkün değildir. TEMİZLİK DELİLİ: Kâinattaki nezafet ve temizlik, başlı başına bir delil olarak, bize Kuddüs ismiyle müsemma bir Zat'ı (c.c.) anlatmaktadır. Toprağı temizleyen bakteriler, böcekler, karıncalar ve nice yırtıcı kuşlar; rüzgâr, yağmur ve kar; denizlerde buzullar ve balıklar; gezegenimizde atmosfer, uzayda kara delikler; bünyemizde kanımızı temizleyen oksijen ve ruhumuzu sıkıntılardan kurtaran manevi esintiler, hep Kuddüsisminden haber vermekte ve o ismin verasındaki Zat-ı Mukaddes'i göstermektedir. SİMALAR DELİLİ: Herhangi bir insanın siması, en ince teferruatına kadar kendisinden evvel geçmiş milyarlarca insandan hiçbirisine birebir benzememektedir. Bu kaide, kendisinden sonra gelecekler için de aynen geçerlidir. Bir cihette birbirinin aynı, diğer cihette birbirinden ayrı milyarlarca resmi küçücük bir alanda çizip, sonra da kendileri gibi olması mümkün, milyarlarca resimden ayırmak ve her şeyi sonsuz ihtimal yolları içinde bir yola ve bir şekle sokmak, elbette ve elbette yarattığı her varlığı, hem de hiç kapalı bir yanı kalmamak üzere bilen ve o varlığa istediği şekli vermeye gücü ve ilmi yeten Cenab-ı Hakk'ı en sağır kulaklara dahi duyuracak kuvvette bir ilandır.
FITRAT VE VİCDAN DELİLİ: Allah'ı tanımanın sayılamayacak kadar çok delil ve işaretleri insanın yaratılışında, fıtratında mevcuttur. Bunlardan birkaç örnek: İnsan fıtratı ve vicdanı her nimetin mutlaka şükür istediğini bilir. Bir peygambere kavuşmuş ve hidayete ermişse şükrünü Allah'a yapar. Aksi hâlde batıl mâbutlara tapar. Bu tapma insan vicdanın insanı zorlamasıyla gerçekleşir.
Güzelliği takdir hissi de insan fıtratında mevcuttur. Sergiler, fuarlar bu his ile gerçekleşir. İnsan bu yaratılışının gereği olarak, şu sema yüzünde sergilenen yıldızları, zemin yüzünde boy gösteren çiçekleri, ağaçları, ormanları dolduran ceylanları, aslanları, denizlerde kaynaşan balıkları seyretmek ve onlardaki İlâhî sanatın mükemmelliğini takdir etmek durumundadır.
TARİH DELİLİ: Dinler tarihi şahittir ki, insanlık hiçbir devrini dinsiz geçirmemiştir. Batıl, hatta gülünç dahi olsa, hemen her devirde bir dine inanmış ve bir manevi sistemi takip etmiştir. İnsan fıtratına inanma duygusunu Allah koymuştur ve insan O’na (Allah’a) inanmakla mükelleftir.
KURANI KERİM DELİLİ: Kur'an-ı Kerim'in Kelamullah olduğunu ispat eden bütün deliller, aynı zamanda Cenab-ı Hakk'ın varlığını da ispat eder durumdadır. Kur'an'ın Allah kelamı olduğuna dair yüzlerce delil vardır. Bunlar, Kur’an ile alakalı İslam kaynaklarında en ince teferruatına kadar mevcuttur. Bütün bu deliller, kendilerine mahsus dilleriyle "Allah vardır." derler.
Peygamberler Delili : Peygamberlerin ve bilhassa Peygamberler Efendisi İki Cihan Serveri'nin (a.s.m) peygamberliğini ispat eden bütün deliller de yine Cenab-ı Hakk'ı anlatan delillere dahil edilmelidir. Zira peygamberlerin varlıklarının gayesi, tevhid; yani Allah'ın varlık ve birliğini ilan etmektir. Öyleyse, her peygamberin kendi peygamberliğini ispat eden bütün delilleri, aynı zamanda, Cenab-ı Hakk'ın varlığına da delil olmaktadır. Bir peygamberin hak nebi olduğunu ifade eden bütün deliller, aynı kuvvetle, hatta daha da öte bir kuvvetle "Allah vardır ve birdir." demektedir...
HAYAT DELİLİ: Hayat şeffaf bir muammâ!..Evet o, zâhirî sebeplerle izah edilemeyecek kadar düşündürücü ve yaratıcı güce delalet etmesi bakımından da şeffaftır. Evet o, doğrudan doğruya Yaratıcısını gösterir ve ilân eder. O, muammâ oluşuyla ilim adamlarını, şeffafiyetiyle de avamdan insanları büyüleyen sihirli bir vakadır. Ve hayat âdeta hâl diliyle: “Beni var edip yaratan ancak Allah (c.c.) dır” der..
İNTİZAM DELİLİ: Her varlık kendi parçalarıyla bir âhenk ve bütünlük içinde olduğu gibi, bütün kâinat da kendisini meydana getiren varlık parçalarıyla bir âhenk ve bütünlük içindedir. Bu ise bir nizam ve intizamın varlığını haber veren yanıltmaz bir delildir ve bir Nâzım'a delalet eder ki, O da ancak Allah (c.c.) dır. ŞEFKAT-MERHAMET VE RIZIK DELİLİ: Bütün yaratıkların ve bilhassa insanın ihtiyacı sonsuz, ihtiyarı ise bir hiç hükmündedir. Öyleyken, bütün ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçları hiç ümit edilmeyen yerden ve hiç ümit edilmeyen bir tarzda, kimin neye ne kadar ihtiyacı varsa, o keyfiyet ve miktarda karşılanmaktadır. Yardım gönderilmesi, gönderilen bu yardımın ihtiyaca tam cevap vermesi açıkca isbât ediyor ki, bütün bu ihtiyaçlara, her şeye kendisinden daha yakın bir şefkat eli cevap vermektedir. Kâinat çapında işleyen ve sonsuza kadar da işleyecek olan bu sistemli şefkat, merhamet ve rızıklandırma, bütün bu işleri yapabilme sıfatlarıyla muttasıf ve noksan sıfatlardan da münezzeh bir Zât-ı Akdesi anlatmakta ve isbât etmektedir. SEVKİ ��LAHİ DELİLİ: Yavru ördek, yumurtadan çıktığı anda yüzmesini becerebiliyor. Kozadan çıkan karıncalar, hemen dehliz kazmaya başlıyorlar. Arı, çok kısa zamanda sanat hârikası olan peteği; örümcek ise, gergef inceliğindeki ağını örebiliyor. Bütün bunlardan anlıyoruz ki, bunlar ve bunlar gibi olanlar, başka bir âlemde kendilerine öğretilen mâlumatla ve yaratılıştan gelen bir kâbiliyetle iş görüyorlar. Halbuki insan, her şeyi bu dünyada öğrenmek mecburiyetindedir; hem de varlıklar arasında istidatça en mükemmel yaratık olduğu halde. Demek oluyor ki, diğerlerine bu husûsiyetleri veren bizzat kendileri değil, her yaptığını hikmetle yapan bir Zâttır ki, onlara böyle ihsanda bulunmuş...Kilometrelerce ötede yumurtalarını bırakıp dönen yılan balıklarının yavruları, yumurtadan çıkar çıkmaz yola koyulur ve annelerini sanki elleriyle koymuş gibi bulurlar. Bunu İlâhî bir sevkten başka ne ile izah edebiliriz? Hayvanlarda gördüğümüz bu hârikulâdelik, ancak ve ancak Allah (c.c.)ın bir vergisi olarak açıklanırsa, işte o zaman buna aklî ve mantikî bir açıklama nazarıyla bakılabilir. Yoksa, başka her yorum, sadece bir safsatadan ibaret kalır..
RUH VE VİCDAN DELİLİ: Mahiyetini bilmemekle beraber, varlığından kimsenin şüphe etmediği rûhumuzun ve ona ait fonksiyonların cesedimize hükmediş keyfiyeti de, yine Cenâb-ı Hakk'ı bildiren delîllerdendir. Dünyada Emir Âlemini temsil eden cevher rûhtur ve rûh, bu âleme ancak terakkî ve tekâmül için gelmiştir. Hikmetin neticeye tesiri mevzûmuzun haricinde olduğu için, biz burada yalnızca onun delâlet ettiği noktaya temasla iktifa ediyoruz. Evet, madde âlemiyle mâhiyeti noktasında hiçbir münâsebeti olmayan rûhun kendine mahsûs bir âlemden buraya gönderilişi, olgunlaştırılmaya tâbi tutuluşu ve bunun da belli bir programla yürütülüşü, şüphesiz Cenâb-ı Hakk'ı ilân eden en mühim delillerden biridir. Diğer taraftan, insandaki iç sezişler ve zâhirî hiçbir sebep yokken Rabbe dönüşler ve O'na yönelişler ve bu hâdiselerin milyonlara ulaşan adette tekrar edilişi açık bir delildir ki, insanda yaratılıştan var olan ve Hakkı bulmanın en mühim vesilelerinden biri durumunda bulunan vicdân, kendi Yaratıcısına, O'na perestiş etme derecesinde meftundur ve bütün varlığıyla O'nunla irtibat halindedir. Zaten “Elest Bezmi” nin yanıltmaz şahitlerinden biri de, vicdân değil midir? İşte vicdân, bu şahitliğin hakkına riâyet zarûret ve mecbûriyetinin sevkiyle “Allah”demektedir.. DUYGULAR DELİLİ: İnsan, binlerce duyguyla techiz edilip donatılmıştır. Her duygu, madde dışı bir âlemden mesaj mahiyeti taşır. Ancak insanda bir duygu daha vardır ki o, doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk'ı tanıtır. Bu duygu, insanda varolan ebed ve sonsuzluk duygusudur. Bu duygu sebebiyle insan, dâima ebed için didinir ve ebed için çırpınır. Sonlu olan hiçbir şey, onu hakiki manâda tatmin edemez. Ve bu duygu, insana başka bir sonlunun tesiriyle tevdî edilmiş olamaz. Sonlu olan sebeplerin hiç biri, bu sonsuzluk bâdesini sunamaz. Hâlbuki, bunun varlığı bir vâkıadır, inkârı da kâbil değildir. Öyleyse bu duygu bize, bizi bu duygu ile yaratan Zât tarafından verilmiştir...Ve, ebedî hayatı da yine O verecektir.
İTTİFAK DELİLİ: On tane yalancı, arka arkaya gelip bize evimizin yandığını söylese, bu adamların hayatta bir defa dahi doğru söylediklerini duymamış olmamıza rağmen, “ihtimal” der onlara inanırız. Zirâ ortada bir ittifak hâdisesi var. Halbuki, bahsini ettiğimiz ittifak, binlerce Peygamber, yüzbinlerce evliya ve milyonlarca da inanan insan arasında meydana gelmiş bir ittifaktır. Muhtelif zamanlarda ve ayrı ayrı mekânlarda yaşamış bu insanların ittifak ettiği en birinci nokta, “Allah vardır” hakikatıdır. On yalancının bir yalan üzerindeki ittifakına ehemmiyet verildiği halde, milyonlarca, hem de hayatlarında bir kere dahi yalan söyledikleri duyulmamış Nebîler ve velilerin bu çaptaki ittifakına inanmayan insan nasıl insan olabilir? Ve ona nasıl akıllı denebilir..?
Yüce Allah'ın varlığını nasıl ispat ederiz? Yüce Allah'ın varlığının delilleri nelerdir?
Yaratılışı bozulmamış, aklı karışmamış her insan Allah'ın var ve bir olduğunu bulur ve anlar. Peki Allah'ın varlığını nasıl ispat ederiz? Allah'ın varlığının delilleri nelerdir? Yüce Allah'ın varlığının delilleri hakkında merak edilenleri ile bilinmeyenleri sizler için derledik.
YÜCE ALLAH'IN VARLIĞINI NASIL İSPAT EDERİZ?
Bir kısım İslâm bilginine göre insandaki Allah (c.c.) inancı, zorunlu ve yaratılıştan olduğu için Yüce Allah'ın varlığına dair dışarıdan deliller aramaya, mantıkî ve aklî deliller sunmaya ihtiyaç yoktur. Yaratılışı bozulmamış, aklı karışmamış her insan Allah'ın c.c. var ve bir olduğunu bulur ve anlar. Bu yoldaki deliller sadece insanı uyarmak, içindeki zorunlu bilgiyi ve şuuru geliştirmek içindir. Mıknatıs ile demir birbirine yaklaşınca mıknatıs demiri çeker. Çünkü bu onun tabiatında gizlenmiştir. Bu özelliği bozulmadıkça da yaratılışının gereği gerçekleşecektir. İşte insan da böyledir. O, sadece iç ve dış dünyada Allah'ın varlığını ispat eden şeylere bakarak Allah'ın varlığını bunlardan anlayabilecek özellikte yaratılmıştır. Ayrıca insanın kendi yaratılışı da bizzat Allah'ın varlığının açık bir delilidir.
ALLAH'A İMAN NASIL OLMALIDIR? KİMLER ALLAH'A İMAN EDER?
ALLAH'IN VARLIĞININ DELİLLERİ NELERDİR?
İslâm bilginlerinin çoğuna göre insan, öz benliğinde ve dış dünyada Yüce Allah'ın varlığını gösteren birtakım deliller üzerinde durup düşünerek Allah'ın varlığına ulaşmak durumundadır.
"O'nu gözler idrak edemez. Fakat O, gözleri idrak eder" (En'âm Sûresi/103) meâlindeki âyet, Allah'ın duyularla doğrudan doğruya idrak edilemeyeceğini bildirir. Fakat duyular, Allah'ı (c.c.) tanıyacak olan akla, gönüle ve kalbe malzeme temin ederler. Bu malzeme de yaratılmış olan her şeydir, evrenin âhenk ve düzenidir. Bunlar Allah'ın varlığını gösteren belirtiler, izler ve delillerdir. İnsan, aklı ile bu belirti, iz ve delillerden hareketle yaratıcıyı bulmaya çalışır. Bu bir âyette şöyle dile getirilir:
"İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki, onun gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun..." (Fussılet 41/53; ayrıca bk. elMü'minûn 23/12-14; el-Furkan 25/47; er-Rûm 30/20-22; Yâsîn 36/37-40; Kaf 50/6-10).
Yüce Allah'ın varlığına delâlet eden ve insanı bu konuda düşünmeye ve iman etmeye çağıran Kur'an âyetlerini ve hadisleri dikkatlice inceleyip hem de dış dünyayı ve insanın yaratılışını gözlemleyen âlimler, Allah'ın varlığını ispatlamak için insanın fıtraten Allah inancına sahip oluşu (fıtrat delili), âlemin ve âlemdeki varlıkların sonradan yaratılmış olup bir yaratıcıya muhtaç olduğu (hudûs delili), mümkin bir varlık olan âlemin var olması için bir sebebe ihtiyaç olduğu (imkân delili), tabiatın büyük bir âhenge ve şaşmaz bir düzene sahip olup bunun bir yaratıcının eseri olmasının gerektiği (nizam delili) gibi bazı deliller ortaya koymuşlardır.
AKIL DELİLİ:
Yüce Allah’ın varlığına en güçlü delalet eden delillerden biri akli delillerdir. Bu delilleri yalnız görmek istemeyenler inkâr eder. Örnek olarak:
1 - Her mahlûkun bir yaratıcısı vardır, çünkü bunlar –geçmişte de şimdi de- kendileri yaratan bir yaratıcıya muhtaçtırlar, ne kendi kendilerini yaratabilirler, ne de tesadüf olarak meydana gelebilmişlerdir. O zaman kendi kendilerini yaratma ihtimali yoktur, çünkü hiçbir şey kendi kendini yaratamaz. Bir şey meydana gelmeden önce, aslı ve vücudu yokken, nasıl bir yaratıcı olabilir ki? Her bir hâdis olanın (sonradan var olan) mutlaka bir muhdis’i (yaratıcısı) vardır. Kâinat, bu benzersiz sistemin ve bu mükemmel düzenin üzerinde kurulduğu, sebep müsebbip kuralıyla güçlü bağı olduğundan dolayı, tesadüf olarak meydana gelmesi hiç mümkün değildir. Böylece her mahlûkun mutlaka bir yaratıcısı vardır. Bu mahlûklar kendi kendilerini yaratamadığına göre ve tesadüfen meydana gelmediğine göre bir yaratıcısı olması lazım, o da Âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Allah, bu akli delilden yüce kitabında şöyle bahsetti: {Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?} [Tur Sûresi/35]
Yani onlar, bir yaratıcısı olmadan yaratılmadığı kendi kendilerini de yaratmadığına göre onların yaratıcısı Allah’tır. Bu yüzden Hz. Cübeyr İbn Mutim, Hz. Peygamber (s.a.v)’ın Tur suresini okumasını işittiğinde, bu ayetleri tebliğ etti : {Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? (35) Yoksa, gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar kesin olarak inanmıyorlar. (36) Yoksa, Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Ya da her şeye hakim olan kendileri midir?} [Tur Sûresi / 35- 37]
Hz. Cübeyr o zaman bir müşrikti ve şöyle diyordu : " Kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu " (Buhari)
2 - Kâinatta ve mahlûkatta Allah’ın görünen ayetleri. Allah (c.c.) şöyle buyurdu : {De ki : "Göklerde ve yerde neler var, bir baksanıza."} [Yunus Sûresi/101]
Çünkü göklere ve yeryüzüne nazar edilince, Allah’ın bir yaratıcı olduğunu ve onun Rububiyetini ispat ediyor. Çölde yaşayan bir bedeviye : " Rabbini neyle tanıdın? " diye sorulunca : Ayak izleri yolculuğa, deve tezeği deveye delalet eder. O halde yıldızlarla dolu olan gök, delillerle dolu olan yer ve dalgalarla dolu olan denizler, hakkıyla işiten ve hakkıyla gören Allah’a delalet etmez mi? Diye cevap verdi.
İnsanların dünyevi bilgisi her ne kadar olursa olsun, gayp perdesinin karşısında aciz kalır. Bir tek Yüce Allah’a iman etmek o acziyyeti giderir.
3 - Bu dünyanın sağlam düzeni ve yapısı, yaratıcısının tek İlah, tek Malik, tek Rab olduğuna, O’ndan başka İlah ve Rab olmadığına delalet eder. Bu âlemin iki tane yaratıcısı ve düzenleyeni mümkün olmadığı gibi onun iki tane mabut İlahı da mümkün olamaz. Bu dünyanın iki yaratıcı tarafından yaratılma ihtimali olmadığı ilmen ve fıtraten sabittir. Böyle bir durumun batıl olduğu aklen açıkça anlaşılır. İşte böylece iki Rabbin ulûhiyeti batıl olur.
ŞER'İ DELİL:
Bütün şeriatlar, Allah’ın varlığına, onun mükemmel ilmine, hikmetine ve rahmetine işaret ediyor. Çünkü bu şeriatların bir Şâri’si (Şeriat koyan) olması lazım. İşte Şâri yüce Allah azze ve celle’dir. Allah şöyle buyurdu : {Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah"a karşı gelmekten sakınasınız. (21) O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah"a ortaklar koşmayın} [Bakara/21-22]
Ve bütün semavi kitaplar bunları ifade ediyor. HİS DELİLİ:
Allah’ın varlığını en bariz bir şekilde ispat eden delillerden biri de his delilidir. Bunlar :
1 - Yüce Allah’ın duaları kabul etmesi : İnsan, Allah’a dua edince " Ey Rabbim " deyip Allah’tan istediği şeyi için dua eder, Allah da bu kulun duasını kabul eder. İşte bu, Rabb’ın varlığını gösteren büyük bir delildir. Kul yalnız Allah’a dua eder ve Allah’ın duasını kabul ettiğini apaçık bir şekilde görür. Biz de geçmişte ve bugün, kabul olunan duaların örneklerini çokça duyduk. Bu durum, Allah’ın varlığına delalet eder. Bu örneklerin çoğu Kur’anı Kerimde bahsedilmektedir. Örneğin : {Eyyûb"u da hatırla. Hani o Rabbine : " Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin " diye niyaz etmişti. (83) Biz de onun duasını kabul edip} [Enbiya Sûresi/83-84]
Ve buna benzer birçok ayet daha var.
Ateizm (inançsızlık) ise akılda bir hastalık ve düşüncede bir bozukluktur
2 - Allah’ın, mahlûkatın hayat sırlarına yol göstermesi. İnsan doğduğu andan itibaren, annesini emmesinin yolunu gösteren kimdir? Hiç kimsenin göremediği halde; bir çavuş kuşunun, toprak altındaki suyun yerlerini görebilmesini sağlayan yeteneği kim verdi? Şüphesiz bunları yapan aşağıdaki ayeti buyuran Allah’tır : Mûsâ, "Rabbimiz her şeye hilkatini (yaratılış özelliklerini) veren, sonra onlara yol gösterendir " dedi.) [Ta Ha/50]
Ateizm, akılda bir hastalık, düşünmede bir bozukluk, kalpte bir karanlık ve hayatta bir kayıptır.
3 - Peygamberlerin ve elçilerin gönderilmesiyle beraber gelen ayetler : Bu ayetler, Allah’ın Peygamberlerine verdiği mucizelerdir. Bunlarla Allah, Peygamberleri diğer insanlardan üstün kılar. Allah (c.c.), kavimlere gönderdiği Peygamberlerle, tebliğ ettikleri mesajın kendisinden başka yaratıcı ve ilah olmayan Allah’tan olduğuna delalet eden mucizeler de gönderdi.
0 notes
Note
Selamun aleyküm. Seyyit Kutup kitapları okuyabilir miyiz?
Ve Aleykümselam. Okumayın, biz okumuyoruz, tavsiyede etmiyoruz.
Seyyid Kutub kimdir, bazı eserlerlerde sapık fikirleri ve hatta mezhepsiz olduğu ve idam edilmeden önce bu fikirlerinden tevbe ettiği, fakat kitaplarının sakıncalı olduğu soruları hakkında malumat …..
” Yararlanılan bazı kaynaklar: Tenkit yazılarını hazırlarken faydalandığım kaynaklardan bazıları şunlardır : Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Doğru Yolun Sapık Kolları, Hac, Raporlar ve Sahte Kahramanlar adlı eserleri. Ahmed Davudoğlu merhumun Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri adlı eseri, Mehmed Ali Demirbaş’ın Başlangıcından Bugüne Mezhepsizler adlı eserleri, Yusuf Nebhani hazretlerinin Şevahidü’l Hakk’dan Vehhabilere Cevaplar adlı eseri, Mezhepsizlik İslam Şeriatini Tehdit eden en tehlikeli Bid’attir adlı eserin sahibi Said Ramazan el-Buti, Ömer Nasuhi Bilmen’in Hukukı İslamiyye ve İstilahatı Fıkhiyye Kamusu, Ehl-i Sünnet İtikadı Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi hazretlerinin Bedir yayınları tarafından hazırlanan eserinin önsöz, tenbih ve ihtar bölümleri, Allame Muhammed Abdurrahman Silheti hz.lerinin Seyf’ül Ebrar Mezhebsizlik ve Vehhabilik adlı eseri, Furkan dergisinin çeşitli sayıları, M.Şevki Eygi’nin Milli Gazetedeki makaleleri, Elbette son olarak muhterem Dr.Ebuberkir Sifil hocanın değerli makale ve kendisiyle yapılan sohbetler yaşayan bir alimin tesbit ve tarzının ayrı bir yeri var.
Bir şeyi daha açıklamakta fayda Görüyorum: İsimlerini ele aldığım şahısların pek azı hariç yüzlerini bile görsem tanımam. Onlarla şahsi ve garazi bir davamın olmadığını; yalnızca fikir, düşünce ve itikadi zararları itibariyle, tenkit ettiğimin bilinmesini isterim. Bu aşırı görüşlü dinde reformcu insanlara inanmış olanların temel açmazlarından birisi de: Kendilerine yapılan, reformcuların batıl fikirlerinden örneklemeleri bir tarafa bırakıp; onların İslam’a saldıran yönlerini teşhir eden, zararlı yönleri konusunda insanları uyaran ulemayı, kişileri, ele alıyor olmalarıdır! Yani bir alim, Seyyid Kutub’un Sünnet Yolu’na uymayan vahim hatalı bir fikrini gösterse, gösterileni bırakıp, göstereni ele alıp, yıpratma garabetine düşüyor olmalarıdır, bu açmaz gibi gözüken hile..
Oysa Hz.Ali –-radiyallahü anh- efendimiz :”Doğru, kafirin dilinden de çıksa dahi, makbuldür” buyurmaktadır.Oysa burada söz konusu olan doğru tenkitler İslam alimlerinden gelmektedir. Meselenin püf noktası, tenkit eden ve edilen şahıs olmamalı, tenkidi yapılan düşünce (yazı, söz, cümle) olmalıdır. ”
_______________________ SEYYİD KUTUB
Seyyid Kutub l903 ‘de Mısır'ın Said bölgesi köyünde doğdu.Ailenin ikinci çocuğu idi. Birincisi Hamide Kutub, ikincisi kendisi, üçüncüsü Emine Kutub ve dürdüncüsü Muhammed Kutub.İlk okuldan sonra orta ve liseyi Kahire’de dayısının yanında okudu. Bu esnada ailesi de Kahire’ye taşındı. Yüksek tahsilini meşhur (!) Ezher’in Edebiyat fakültesinde yapmış olduğundan, her hükmü edebiyatçı yaklaşım ile ele alarak, ehl-i sünnet ve cemaat çizgisini tanımayanları kolay ikna etmiştir. 1941 yılında Sosyoloji doktorası için resmen Amerika’ya gitti. Önce sosyalist fikirleri yaydı..Sonraları Kahire müftüsü ve mason locası başkanı olan Abduh’un dinde reformist yolunu benimsedi.1966′da idam edildi..Görüldüğü gibi, Kutub; İslami ilimler okuyarak bir hak mezhebe göre bilgi sahibi olmak yerine, sosyoloji ve edebiyat alanında ihtisas sahibi birisidir.İslam’a yaklaşımı ve anlatışı, maalesef işte bu temelsizlik yüzünden hep hatalı olmuştur.
Ahmed Davudoğlu merhum, O’nun için :”Seyyid Kutb bir ediptir, biraz dini kültürü vardır.Sözü dinde sened olamaz.Çünkü, (icazetli) din alimi değildir”buyurmuştur.[1] Bir insanın sözünün dinde sened olabilmesi için icazetli ehl-i sünnet ve cemaat alimi olması lazımdır.Hele icazetsiz birinin tefsir yazması cinayettir.Şehid olmuş mudur, olmamış mıdır meselesi için : Üstad Necip Fazıl merhum:”Sahte Kahramanlar konferansımda gerçek kahraman olarak göstermiştim. Fakat sonradan gördüm ki, Seyyid Kutub bir İbni Teymiyye meddahıdır ve kellesini kaptırdığı sosyalizma yularının zoruyla Hazreti Osman (RA)’a adaletsizlik isnad eden ve dil uzatan bir bedbahttır. İdam edilmeden bu sapıklıklarından istiğfar ettiğini söyleyenler oldu. Eğer öyle ise şehid.. Değilse, mücadelesi kafire karşı bir sapığın davranışından ileri geçmeyen bir zavallı.”[2]
Bu son ihtimale göre şehid olsa bile, Seyyid Kutub ile meselemiz bitmiyor ve bitmeyecek. Zira yazmış olduğu sapık kitapları ve bir de ortada tefsir diye gezen, şahsi hezeyanları var..Bu tefsir isimli (Fi’zilail Kur’an) güya Kur’an tefsiri ve sapık kitapları piyasada gırla gidiyor. Mezhepsizler -tıpkı diğerlerine yaptıkları gibi- O’nun da kitaplarını yaymayı cihad biliyorlar. Çok ilginç olan bir şey de, İslam devleti kurma maksadlarını içeren kitaplarından Türkiye’de düzen koruyucuları hiç rahatsız olmuyorlar ! Yıllardır, her dönemde serbestçe satılmaktadır. Bu kişi, Mısır’da Nasır’a ve onun düzenine karşı mücadele vermedi mi ? Öyleyse onun kitaplarının TC için bir tehlike arz etmesi gerekmez mi ?! Tabi birileri onun sapık görüşlerle Ehl-i sünnete darbe vurduğunun farkında..Böyle adamların kitapları okunsun, ümmet bozulsun !
Kendisi tevbe edip, şehid olsa bile, bu temenni gibi bir söylenti, elde belge yok bir, ikincisi; ortalıkta gezen kitapları her gün binlerce insanı zehirliyor..Şimdi onun kitaplarındaki sapıklıkları yazmıyalım da, insanların sapanlarında artış mı olsun ? Şehitse, şehitliği kendine mübarek olsun.Amma tevbe etse bile, bu veballeri “Kim kötü bir çığır açarsa, peşinden gidenlerin günahlarından eksilmeksizin, kendisine yüklenir ” hadis mealinin belirttiği konumda olur..M.Şevgi Eygi’nin dediği gibi, “O bu kitablar yüzünde, mezarında kan terlemektedir.”[3]
İşte S.Kutub’un yanılgılarının ve ehl-i sünnet inancına uymayan görüşlerinden bazılarının vesikaları :
1- Seyyid Kutub, bütün kitaplarını müctehid edası içinde yazar.Yani kendisini müctehid yerine koyar..Bir İmamı Azam (RA) gibi sanır..Tefsirinde geçmiş ehl-i sünnet müfessirinden pek kaynak göstermez..”Kur’anı kendi reyi ile tefsir edenin yeri cehennem ateşi olsun”[4] hadis-i şerifini çok iyi düşünmek durumundayız.
2- Bütün kitapları ayet ve hadisten derlemedir.Ayetler herhangi muteber bir tefsire dayanmaz.Hadislerin yorumu, şahsı tarafından yapılır.Nasih, mensuh, sebeb-i nüzul ilimleri bilinmeden tefsir işine soyunmak büyük bir musibettir.
3- İcma ve Kıyas tanımaz. Sahabe için bile durum böyledir.Mesela, ‘’eğer bugün bazı kimseler zekatı kendi elleriyle verebiliyorlarsa, bu İslamın farz kıldığı bir şekil ve nizam değildir ” deme cür’eti kendisine aittir.[5] Ne var bunda diyenler meseleleri kavramamış insanlardır.Bu sözün ucu Hazreti Osman (RA) efendimize ve O’nun mübarek ictihadına ve bu ictihad sonucu oluşmuş, icma-i ümmet, yani Hazreti Osman radiyallahü anh efendimiz zamanında yaşayan tüm sahabelerin ittifakını reddemeye-Allah bizleri bu sapıklığa düşmekten korusun amin- götürür. Zira Hazreti Osman (RA) efendimiz ictihadıyla altın ve gümüş zekatlarının verilmesini sahiplerine bıraktı. Bu noktada Seyyid Kutub, hiçbir mezhep imamının demediğini demiş oldu..Zaten mezhepsizler, mezhepler üstüdür.
Müslüman ümmet, yüzyıllardır, altın, gümüş, para gibi görünmez değerlerini; Hz.Osman -radiyallahü anh- efendimiz ve sahabe-i kiramın icmaına uyarak zekat olarak veriyorlar. Kutub, yukarıdaki cümlesiyle hem müslümanları ve hem de sahabeyi, Hz.Osman efendimizi, bu İslam’ın farz kıldığı bir şekil ve nizam değildir diyerek farzı yerine getirmemekle; İslam dinini bilmemekle itham etmiş oluyor. Bu ne büyük enaniyet, nefse ve akla güveniştir.. Adam gözümüzün içine baka baka İslam büyüklerine yaldızlı edebiyatı ile hakaret ediyor. Buna rağmen bazı aymazlar da Kutub büyük alimdir diyebiliyorlar.
[1] Ahmed Davudoğlu, Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri
[2] N.Fazıl Kısakürek, Doğru Yolun Sapık Kolları
[3] Ehl-i Sünnet İtikadı, sh: 10 Bedir yayınevi.
[4] Tirmizi
[5] Seyyid Kutub, Cihan Sulhü ve İslam, sh.150-158
6 notes
·
View notes
Text
Karşılıksız iyilik var mıdır?
bir gece yine yalnızım ve başlıyorum yazmaya, bu sefer ne hakkında yazacağımı genel olarak belirledim fakat sonunda ne karara varacağımı bende henüz bilmiyorum. yazarken düşüneceğim. uzun zamandır bunu planlıyordum fakat çok zor geliyor. bu yazıyı yazmaya başlayalı aylar oldu ama ben kendimden kaçıyordum, yüzleşmekten korkuyordum. aslında hala korkuyorum. gerçekte cesur olmak, korkusuz olmak değildir. korktuğun halde kaçmamaktır. bu yüzden bu yazıyı yazıyorum.
bir kaç gün önce kendime yaptığım itirafla başlıyım;
“nasıl yaşamam gerektiği hakkında uzun uzun düşünmeliyim. bütün insanların bencil olmadığına, iyiliğin gerçekten var olduğuna inanmak istiyorum. bir şeyleri gerçekten karşılıksız yapabilecek olduğumuza inanmak istiyorum. çok denedim, gerçekten. bu şekilde devam edemiyorum, olmuyor. uyum sağlayamıyorum. değişmem gerekli. benim de kötü olmam gerekiyor fakat kötü olduktan sonra devam etmeminde bir manası kalmayacakmış gibi hissediyorum. allah’ım yardım et.”
hayatımı bundan sonra nasıl sürdüreceğime karar vermem gerekiyor. pek çok insan beni saf olmakla, çocuk gibi olmak ile suçlar. haklılar da, öyleyim çünkü. (nereden çıktı bu şimdi?)
iyilik; “karşılık beklenilmeden yapılan yardım.” tdk tanımı böyle.
peki var mı gerçekten de iyilik? birisine hiç bir çıkarın olmadığı halde yardım edebilir misin? bencil olmayı bırakabilir misin? o kadar kolay değil.
birisine yardım edersin, çünkü yeri geldiğinde onunda sana yardım edeceğini beklersin. kendine karşı dürüst ol. içten içe de olsa bunu bekliyorsun işte. bu yaptığın iyilik değil, ticaret bu dostum. içten pazarlıklısın.
ne kadar kolay geliyor değil mi, karşındakinin yüzüne gülmek. başkalarını kullanarak bir yerlere gelmek. daha akıllı olan, daha sinsi olan, karşısındakini daha çok kullanan karlı çıkar, kazanır. öyle değil mi? bu kadar acımasız olmak zorunda mı hayat? iyilik kılığına bürünmüş kötülükleriniz sizde kalsın.
başkalarını kullanmak iyilik değildir. peki iyilik diye bir şey yok mu?
mesela; birisiyle sohbet ederken. karşılıklı olarak, hoşlandığınız şeylerden bahsedersiniz. birbirinize vaktinizi verirsiniz ve karşılığında ikinizde bu sohbetten zevk alırsınız. ya da yere düşen birisini, elinden tutup kaldırırsın. bunun karşılığı ne olur? o kişi ile büyük ihtimalle hayatın boyunca bir daha karşılaşmayacaksın bu yüzden ondan bir karşılık beklemezsin gibi geliyor ama aslında yine bir karşılık alıyorsun. birisine yardım ettiğin için kendini iyi hissettin. vicdanın birazda olsa, ufacıkta olsa rahatladı. daha önceden yaptığın hatalarının minicikte olsa yükü silindi üzerinden. yine bir karşılık aldın yani. ya da inançlı birisiysen yaptığın iyi şeylerin sonradan karşılığının verileceğine inanıyorsun.
bir karşılık beklemediğimiz halde iyi şeyler yapabiliyorsak, bu bir mucize olurdu. ve ben bu mucizeye inanmak istiyorum, tüm kalbimle.
kimseyi kullanmadığım için, kimsenin yüzüne gülüp arkasından iş çevirmediğim için, hayallerimi hakkımda ne düşüneceklerini umursamadan söyleyebildiğim için, samimi olduğum ve gerçekten içimden geçenleri söylediğim için bana çocuk gibisin, biraz safsın diyorlar. evet, öyleydim çünkü ben sadece bir mucizeye inanmak istiyordum. iyiliğin var olduğuna inanmak istiyorum.
daha iyi olabiliriz, bir şeyler almadan da bir şeyler verebiliriz, bu mucizeyi gerçekleştirebiliriz. iyiliğin varlığına kanıt olabilecek bir şey söyliyim. arkadaşlık.
hala anlamıyor musun? bazılarımız gerçekten dibe batmış olabilir. sadece çıkarları ve zevkleri için yaşıyor olabilir. bazılarımızın hayatı yalanlarla çevrilmiş olabilir. insanlara değer vermek, güvenmek çok yorucu ve acı verici geliyor olabilir. fakat değmez mi buna? bir mucize yaratmak senin elinde. işte bu yüzden bu kadar önemsiyorum sizi. bu yüzden bu kadar değer veriyorum. çünkü arkadaşlık, gerçek arkadaşlık feda edilemeyecek kadar değerlidir. iyiliğin gerçekten var olduğunun büyük bir kanıtı!
sanırım kararımı verdim. her şeyin farkında olduğum halde, eğer onlar gibi olursam yaşamam çok daha kolay olacağı halde karanlık tarafa geçmeyeceğim. değişmeyeceğim! ben her zaman çocuk gibisin, biraz safsın dediğiniz kişi olarak kalacağım. yine size değer vereceğim, yine güveneceğim. devam edebilmem için uyum sağlamam gerekmiyor mu? hayır kalsın. böyle de devam edebilirim.
sizden istediğim şey sadece samimiyet. tek istediğim bu. gerçekte cesur olmak, korkusuz olmak değildir. korktuğun halde kaçmayıp, devam etmektir. bu yazıyı yazıyorum çünkü ben bir mucizeye inanıyorum. iyiliğe inanıyorum.
4 notes
·
View notes
Text
NAZLI ABLA İNGİLİZCEMİ NASIL GELİŞTİREBİLİRİM/NASIL İYİ ÇEVİRİ YAPABİLİRİM?
Bu konuda aşırı soru geldiğinden ve açıkçası herkese ayrı ayrı cevap yazmaktan bana da epey bir illallah geldiğinden soranlara direkt bu linki yapıştırmak için genel bir açıklama yapacağım.
Arkadaşlar, öncelikle ben bunun için merci değilim, yanlış insana soruyorsunuz ama ben size sadece ve sadece kendi izlediğim yolu anlatacağım. Benim dediklerim en doğru yoldur gibi bir iddiam yok, dediğim gibi sizlere kendi sürecimi anlatacağım sadece.
İlk sorumuz: İngilizce altyapınız var mı? Hiçbir altyapınız yoksa öncelikle altyapı oluşturmak için mutlaka bir kursa gidin. Bana "hangi kursu tavsiye edersin?" demeyin çünkü ben de bilmiyorum. Açıkçası yurt dışında uzun süre kalmak ya da oradaki bir kursa gidip aynı zamanda sadece yabancılarla haşır neşir olmak dışında Türkiye'deki hiçbir kursun da insanı ana dili gibi İngilizce konuşturabileceğine inanmıyorum. İnansam kendim giderdim.
Benim altyapım nasıl oldu? İlkokul üçten lise sona kadar İngilizce dersi gördüm ben. "Mezun olduğunda çok bir şey biliyor muydun" derseniz elbette bilmiyordum ama dediğim gibi üstüne bir şeyler inşa edebileceğim bir temelim oluşmuştu.
Sinemaya ve dizilere küçüklüğümden beri aşırı ilgim vardır. Babam bizi küçüklüğümüzden beri sürekli sinemaya götürürdü. O zamanlar büyük ihtimalle izlediğimiz tüm filmler Türkçe dublajdı belki ama sinemaya aşkım ta o zamanlardan başladı. Böylece yabancı dizilere de bir düşkünlüğüm oldu ve ben 17 yaşında liseden mezun olduğumda CNBC-e yeni açılmıştı. Önümüze hangi dizi çıkarsa izlerdik, böylece dile karşı bir kulak aşinalığım başlamış oldu. Ayrıca altyazıyla takip ettiğim için de bazı kalıpların ve kelimelerin de anlamını öğrenmiş oluyordum.
Sonradan beni tanımanıza vesile olan çevirmenliğe geçiş yaptım. İlk çevirilerim elbette ki rezalet ötesiydi, şu an açıp bakmaya bile utanırım. Ama insan böyle böyle kendini geliştirir, hiç oralara takılmayın. Benim İngilizcem tamamen ve tamamen çeviri yaparak gelişti, gerçekten bunun uzun uzadıya başka bir açıklaması yok. Bugüne kadar binlerce çeviri yaptım, bu işe 10 küsür senemi verdim. Yani öyle her şey ha deyince olmuyor, kısa sürede İngilizce öğrenmek istiyorsanız zaten gidin yurt dışında yaşayın bir süre. Çeviri yaparken siz de yüzlerce kalıp, binlerce kelime öğreniyorsunuz. Cümle yapılarının farklılıklarına aşina oluyorsunuz. Başlangıçta çözmekte zorlandığınız her şey sonradan size çocuk oyuncağı geliyor. Ama dediğim gibi emek olmadan yemek olmasını beklemeyin.
Ha iyi çeviri yapabilmek İngilizce bilmekle olacak iş mi? KESİNLİKLE HAYIR. İyi çeviri yapmak istiyorsanız mutlaka ama mutlaka iyi Türkçe bilmeniz gerek önce. Kelime dağarcığınız ne kadar genişse cümleleri bir o kadar güzel çevirirsiniz. Önemli olan robot gibi cümlenin direkt anlamını vermek değil, akıcı, anlaşılır ve seyirciyi rahatsız etmeyecek şekilde samimi bir anlam verebilmektir. Bunun için de zaman harcamak ve emek dökmek lazım, aceleci olmayın.
Ben akıcı İngilizce konuşabiliyor muyum? Hayır. Türkçe bir metni İngilizceye iyi çevirebiliyor muyum? Hayır. Yurt dışına çıksam karşıdakinin dediklerini anlayıp kendi derdimi ifade edebilir miyim? Evet. Fakat şöyle de bir durum var ki, abim 4 sene Amerika'da kaldı, çok çok iyi İngilizce konuşuyor ve anlıyor ama gel gelelim bugüne kadar bir kere bile bana çevirilerimde yardım edemedi çünkü çok kötü/makine ağzıyla çeviri yapıyor. Hani bir metne bakıp "yazılanı anlıyorum ama Türkçeye güzel aktaramıyorum" diyorsunuz ya, bu sizin iyi Türkçe bilmemenizden kaynaklanıyor.
Kelime dağarcığınızı nasıl geliştirirsiniz? KİTAP OKUYUN. Bol bol kitap okuyun, kitap okumaktan hiçbir zarar görmezsiniz. Aksine hem diliniz gelişir hem beyniniz.
Belki çeviri yapmak değil de sadece İngilizcenizi geliştirmek istiyorsunuz ama ben size kendi izlediğim yoldan başka bir tavsiye veremiyorum ne yazık ki. Meslek olarak çevirmenliği seçmeyecek olsanız bile çeviri yaparsanız İngilizcenizin gelişeceğine garanti veriyorum ama. Türkçe çevirisine güvendiğiniz bir kitap alın mesela, bir de onun İngilizcesini alın. Bir yandan İngilizcesini okuyup bir yandan kendiniz çevirin ve kendi çevirinizi diğer Türkçe çeviriyle karşılaştırın. Aynı taktiği dizi veya film çevirilerinde de kullanabilirsiniz. Böylece hatalarınızı daha net görürsünüz.
Başka türlü yardımcı olamadığım için üzgünüm. Hepinize sevgiler.
14 notes
·
View notes
Text
sınavlar-son sınıf üzerine(ve biraz motivasyon)
selamunaleykum ulan... iki kişiyiz gelin lan.... iki mi? tek kişiyiz abi. tek kişiyiz mi? tek kişiyim. delilik edebiyatı üzerine oynayan ilk insanlar parayı yaptı ünü kaptı kitap yazdı. eee aşktan hala para kazanan var? bu millet iflah olmaz bu millet eğitilmez kanka ya. iki kişi olsam şarkı dinlerken rahat rahat yazı yazabilirdim ama böyle olmuyo. o sen olsan bari.. karışıyo hep her şey birbirine. bi şey okurken de böyledir. yapmayın etmeyin. fokusunuzu yaptığınız işe verin tamamen.
bi de bi şey üstünde düşünmeden yazıya girmek gerçekten çok güzel ya. her şey hakkında konuşabilirsin ama sonra başlığa bakıp yazıya dönme ihtiyacı hissediyosundskljds. ders çalışırken falan da böyle. matematik çalışırken insan bahar candan düşünür mü amınakoyim ya. az kendimize gelelim bu nedir... bi de ders hakkında konuşmayı tamamen unuttum çünkü yaklaşık 13 14 aydır hiçbir şey düşünmedim bu konu hakkında. evet hazırlık okudum ingilizce. bu pazartesi okulum açılıyor ve memnun değilim diyemem. çünkü sıkıldım amınakoyim okulsuzluktan. ilk 10 ay iyiydi ama son 3 ay baya sıktı yani. neyse. filmi biraz geri saralım ve en baştan başlayalım.
sene 1998, küçük bikanakadar istanbulun kenar semtlerine kurulmuş bir özel hastanenin kadın doğum bölümünde dünyay.. LAN O KADAR DA DEĞİL YA. okuma yazmayı falan atlayalım biraz. insanın karakterinin oturduğu, ilkokul çağlarına gelelim. ve biraz küçük bik.. küçük değil de ergen bikanakadarı tanıyalım. ya da ergenliğe yeni giren, pipisini yeni keşfeden diyelim.
sene 2009. senelere tam hakim değilim. ama hesaplarıma göre 2009 olmalı. ergenliğe yeni yeni girmenin ne olduğunu herkes bilir. bunu okuyanlar çok yüksek ihtimalle yaşı 16-17 bandında gençler olacağından belki tam algılayamamış olabilirler ama büyük sakarlık durumu(vücudun büyümesi) çeşitli kafa karışıklıkları ve amiyane tabiriyle amcık amcık hareketler sergiler insan bu dönemde. amcık amcık hareketleri biraz açmak isterdim ama eğer 2 sene evvelini düşünürseniz, biraz hatırlarsınız. şahsen ben hatırlıyorum. bunun sebebi de karakterin sürekli gelişmesi ve oturmaya çalışması. bunun için üzülmeyin, kaç yaşına gelmiş hala amcık amcık hareketler yapan insanlar var. bunun sebebi yeterince okumamaları, kendilerine fazla güvenmeleri. siz siz olun kendinize ederinizden fazla değer biçmeyin de değerinizin farkında olun. bokunu çıkarmayın yani. kendinizi arada bi hafif gömün, fazla alçakgönüllü de olmayın. insan ilişkilerinizi düzgün çekin yani. mesela sorumluluk bilincinin oturması bi insanda çok fazla değişkene bağlı. aile, arkadaş, çevre, görülen şeyler vs vs. şans da baya önemli bi faktör çünkü hayatın karşınıza ne çıkaracağı, ne gibi insanları koyacağı gerçekten tam bir muamma. o yüzden arada bi ananızın yanına gidip hayır duası alın. kim bilir belki karma gerçektir. bu kadar insan inanıyosa bi numarası vardır aq.
neyse. ergenlik dedik. işte bu sorumluluk bilinci de o yaşlarda oluştu bikanakadarda. yaşı küçüktü, kavga etmeyi sevmiyordu, varoş bir mahallede büyüdüğünden fazla şey görmüştü ve parasızdı. bu çok önemli bir faktör. parasız insanlar genelde üç yola savrulur: 1-amcık amcık hareketler yapmaya devam edip ölür 2-aklı başına sonradan gelir keşke okusaydım diye dövünürken kasiyer olur 3- derslerine beş kolla sarılıp kasiyer olur.
yolun sonu hep bim amınakoyim. birleşik islam marketleri rulezzz..
neyse. yani bikanakadar derslerine sarıldı. sorumluluk bilinciniz gelişmemişse ve son sınıfa geldiyseniz bunu son sene yapmak çok ama çok zor. dinleyeceksiniz ve o karakteri anında boostlamanız gerekecek. çok fazla fedakarlıklar yapmanız lazım o halde. eğer aileniz arkanızda duran, eğitimli bir aileyse işiniz her zaman kolay olacak.
yine olay aileye geliyo. ailenizi de siz seçmediniz. bu dünyaya ne kadar sövsek az yemin ediyorum ya. neden online oyun gibi değil her şeyimizi biz ayarlayalım level 0dan başlasın herkes. valla vurdukça vuruyor kahpe dünya.. SEN MİYDİN SEVGİLİMİ ÇALANNNNN...
evet. sorumluluk bilinci. ve insanları dinlemek. bakın çok önemli iki faktör. kendinize fazla güvenmeyeceksiniz ve herkesten öğrenilecek bir şeyler var. şimdi siz götveren hocanızı sevmiyorsunuz ve siklemiyorsunuz, ama bilmiyorsunuz ki 2 sene sonra fikirleriniz değişince o hocaya bayılacak ve hak vereceksiniz. hiçbir şey belli değil, o yüzden amcık gibi tabularınız olmasın. gevşek olun demiyorum, gelişmeye açık olun diyorum.
neyse. çok uzattık. ADMİN HADİ SADEDE GEL SON SINIFI ANLAT dediğinizi duyar gibiyim. filmi biraz ileri sarıp 12.sınıfımın nasıl geçtiğini eylül ayından(kursun başlaması) ağustos ayına(tercihlerin açıklanması) kadar anlatacağım
2015 EYLÜL: kronolojik gitmek her zaman bir şeyin okunmasını kolaylaştırır ve zevkli hale getirir. genelde insanın kafası sayı doğrusu şeklinde işlediği için sıraya dizmek kolay hale gelir. karışık işlemleri algılamak için deneyebilirsiniz mesela. neyse. başlayalım. taaaaaa iki yıl önce. muhtemelen anlattıklarım tam olarak doğru ve birebir aylara düşmüş olmayacak ama ben yine de hatırladığım kadarıyla anlatmaya çalışacağım.
evet, eylül. yazın güzel üni falan kazanırız diye biraz gaza gelip kitap almıştım. arkadaşlarla falan. yazın azar azar çalışıyordum, ağustosta tatile gittiğim için anca ağustosun sonlarında biraz çalışma şansım olmuştu. ancak olayın ciddiyetini çok sonra kavrayacaktım. siz siz olun olayın ciddiyetini erken kavrayın. bakın 1 gün bile size çok şey katacak. günün ne kadar uzun olduğunu bu sene öğreneceksiniz. o yüzden oturun, adam akıllı olayın ciddiyetini kavrayın. ne yapmak istiyorsunuz? hedefiniz ne? bakın bunu birçok kişi bilmiyor ve ÇOK BÜYÜK bi problem. çünkü o yaşta kimse ne istediğini bilmiyo da konumuz o değil aq. neyse.
kursa gidiyordum sabahları çıkıp, lisede beleş kurs vardı. hayatımda hiçbir zaman dershaneye gitmedim, özel ders almadım. bakın bu salaklıkta ben, hiç dershanesiz falan itü işletme müh kazandıysam SİZ ANASINI SİKERSİNİZ YAW. ama bu biraz benim sorumluluk temelime bağlı. o da fakirliğe dolayısıyla. çünkü lise 1-2-3 okul birincisi olarak geldiğim için biraz rahattım aslında. ne de olsa yaparız diyodum. YAPILMIYOMUŞ. anahtar: it gibi çalışmak
ben eylülde naptım: hiçbi şey. tumblrda takıldım, kız düşürdüm, nude düşürdüm, inşaatta top oynadım ayağıma çivi girdi. evet. eylülün özeti bu. allahtan tetenos olmadık aq
2015 EKİM: okul açıldı, bakın hem okulu hem ygs lysi bir arada geçirmek çok zor bir eylem. bunu kaliteli yapan baya öne geçecek. kilit anahtarımız şu: okuldaki zamanı iyi değerlendirmek. bomboş derslerde geçip arkaya soru çözeceksiniz, benim gibi arkadaşlarınız çağırdığında bahçeye çıkıp soda içip sonra 2 saat top oynamayacaksınız. kaç ay top oynadık amınakoyayım ya. valla aklım başımda değilmiş. kimseye uymayacaksınız. üniversiteyi kazanınca yine oynaşırsınız arkadaşlarınızla. sevgiliniz de varsa(bu konuya çok uzağım ama aralık gibi bişi oldu onu anlatırımskldjsdkls) ya tamam ya hep devam. arada kalırsanız yarra yersiniz. birbirinize destek olur ve birlikte daha güzel ilerleyeceğinizi düşünüyorsanız devam edin.
anahtarı söyledik. benim ne yaptığımı da söyledik. kasıma geçelim
2015 KASIM: yavaştan deneme sınavları, deneme sınavlarında alınan (temele bağlı olarak) iyi puanlar. ve gevşemeler. valla gevşektim ben. siz gevşemeyin. denemenin sonucu değil önemli olan. önemli olan denemeden ne aldığınız. oturup bütün yanlışlarınızı düşüneceksiniz. çözeceksiniz. eve gelince mesela yorgunluktan ölmüşseniz benim gibi yığılıp telefonla oynamayacaksınız. gidip yarım deneme daha çözeceksiniz. ya da hangi dersiniz kötüyse onları. çözümlü deneme almanız çok önemli. iki sene geçtiğinden pek kaynak hatırlamıyorum ama çözümlü deneme alın. mesela ben 110-120 net yapıyordum. kafam rahattı yeter diyordum. sınav kolay geldi. ben yine 110 net yaptım ama yetmedi aq şakljsd o yüzden vitesi boşa almayın. ayağınız debriyaja yakın olsun, arada bi gazdan çekip vitesi arttırın ve hızlanın. çünkü yeter dediğiniz zaman dengeniz şaşıyor
anahtar kelime: denemelere abanmak, eksik konuları düşünmemek.
ben ne yaptım: saldım. top oynamaya devam. bi kız da vardı da neyse konumuz aşk değil ve ben depresif bir blog değilim. o yüzden zaman harcamayın boş boş işlerle. sizi üniversite kurtaracak.
2015 ARALIK: bak ne çabuk geçiyor. hemen geldi geçti. bu süre zarfında ders çalışmayı falan bırakan herkes toparlanır. çünkü üç ay kalmıştır. son üç ay önemli bir faktördür ve buraya nasıl girerseniz öyle çıkmazsınız. herkes güzel ve gazlı girer çünkü. önemli olan dizginleri elde tutup her zaman yükselen bir performansla, tabiri caizse perişan ola ola çıkmaktır.
anahtar çok basit. deneme çözeceksin, eksik konunu bulacaksın, konuyu çözeceksin dinleyeceksin. bi daha deneme çözeceksin. sonra lys çalışacaksın arada bir. çünkü lys matematik temeliniz kötüyse yarrağı yersiniz. bak ciddi diyorum. ne dedik en başta? kendinizi tanıyın ve günlerinizi iyi bölün. lys temeli çok önemli onu kurmalısınız eğer yoksa.
yutubdan ders izlemek falan çok önemli mesela. bu verdiğim öğütleri tek bi aya indirmeyin. tamamında yapın. çözümlü kaynaklar, arkaadaşa soru sormak. bi de yanlış yapmaktan utanmayın.
MESELA SORUYU YANLIŞ YAPIP SONRA CEVAP ANAHTARINDAN BAKIP HEE BEN BUNU DOĞRU YAPARDIM ZATEN DİYİP TİK ATMAYIN. AQ.. YANLIŞINIZI GÖRÜN. YÜZÜNÜZE VURUN. kitapta yanlış yapmak hiçtir, sınırsızdır. önemli olan bir mart sabahı esas sınava girdiğinizde yanlış yapmamaktır....
neyse.. biraz atlayacağım. genelde hep aynı geçer ama bi önemli faktör daha var
SOMESTIR TATİLİ: genelde insanlar kursa gitmeye falan devam eder. eğer çok soru soran bir tipseniz ve evde çalışamıyorsanız kesinlikle kursa falan devam edin. gidin soru sorun öğrenin not alın. bak not çok önemli. yapışkanlı renkli kağıtlarla doldurun odanın her tarafnı aq. okuyun, okudukça aklınıza girer. mesela formüller ve önemli ipuçları çok mühim. gördükçe aklınıza girecek. ama eğer evde daha iyi çalışıyorsanız dışarı çıkmakla uğraşmayın. hele hele istanbul gibi büyük bi şehirdeyseniz yolda 2 saat geçiyo aq. oturun evde çat pat bam bam çalışın
bunu demek çok kolay. ben ygs den çıkana kadar aklım başımda değildi. ondan söylüyorum. lysde nasıl çalıştığımı birazdan anlatıcam. şimdi yaptığım yanlışları anlatıyorum. lysdekileri görüp bütün yıla uyarlayacaksınız. ve işi şansa bırakmayacaksınız. bu da mühim.
neyse. gün geldi sınav çattı. HE UNUTMADAN, HOCALAR FALAN SINAVA SON GÜN ÇALIŞMAYIN DER. EN BÜYÜK PALAVRA. SON GÜN HATTA SINAVA GİTMEDEN NOTLARA FALAN BAKIN. AQ SANKİ NORMAL SINAVDAN FARKI VAR. SABAH BAKTIĞINIZ Bİ ŞEY ÇIKAR PAT DİYE YAPARSINIZ.
HEYECAN FAKTÖRÜ DE ÇOK ÖNEMLİ. BUNU KAFANIZDA BİTİRMELİSİNİZ YAVAŞ YAVAŞ. STRES KANSER YAPAR AQ. MEZUNA KALIRSINIZ ÜNİ ELBET KAZANILIR DA KALICI HASAR OLURSA MAHVOLURSUNUZ... O YÜZDEN SAKİN OLMAYI ÖĞRENİN. MEDİTASYON FALAN YAPIN. MY. HEADSPACE BAYA GÜZEL İNGİLİZCE BİLENLER İÇİN.
ayrıca okulu pek siklemeyin. zaten hocalar yüksek verecek, dersinize çalıştığınız için yapacaksınız. son seneyi de çalışacaksınız. ygs çalışmıyorum diye paniklemeyin zaten ygs hiç bitmeyecek. o yüzden adam akıllı PLAN ŞART. mesela size plan verenler olacaktır. bunları kendinize uyarlamadan almayın. çünkü her birey kendi içinde farklı bir algoritmadır. başkasının kilidini açan anahtar size girince kilidinizi bozabilir. o yüzden mantıklı düşünmek en önemlisi.
ygs geldi gitti diyelim. aklıma geldikçe devam edeceğim ama kronolojiyi bozdum siktiret. şimdi size üç beş önemli faktörden bahsedeceğim
1- YGS SONRASI
2- OKULA GİTMEYİ BIRAKMA DÖNEMİ
3- RAMAZAN.
1: ygs sonrası baya önemli mesela ben kendime onca güvenmeme, 120-130 net yapmama rağmen(-ki yarrak gibi çalışıyodum temelim iyiydi yetiyo diye düşünüyodum) sınavdan önce bir düzine hata yaptım, bahane sunmayı sevmiyorum ama 1-2 hafta ciddi ağır hastalık geçirdim. son 1 hafta neredeyse elime kalem almadım(en büyük hatam bu. siz siz olun son haftalar çok çok sıkı çalışın en önemlisi) ve sınavdan yine de 110 net yaptım. yetmedi 50 bin geldi. çünkü sınav baya kolaydı. ve bütün arkilerim (denemelerde aynı, hatta daha iyi yaptığım insanlar) benden iyi yaptılar. bu bende bi şok dallgası oluşturdu.
sinirlendim, hırslandım amınakoyim. abime mesaj attım, gayet destek çıktı. onlar düşer sen çıkarsın dedi. koy göte sıkı çalışacaksın dedi. oturdum herkes sınav sonucunu konuşurken sınıfta polinomları bitirdim, türev çözmeye başladım. integral çözdüm. 150 soru çözmüşümdür en az o gün. eve geldim, program çıkarttım. şöyle şöyle şu konuyu bitiricem(sorularını bitiricem yani) sonra deneme çözücem. oturdum video izledim internetten bir sürü. fizik, organik kimya notları aldım. bu sırada 1 ay daha okula gittim nisana kadar ve sürekli ders çalıştım kimseyle konuşmadan aq. çıldırdım resmen sklşdjslk sizin de çıldırmanız gerekiyo. çünkü başarı anca öyle geliyo.
2: okula gitmeyi bırakmak. bu bence çok önemli çünkü okul sınava çalışmayı baya siken bi şey. ben haftada 2 gün falan gidip soru soruyodum arada. mayıs gibi gitmeyi komple bıraktım. lys temelim fena olmadığı için sürekli deneme > soru > pekiştirme yolunu izliyodum. dediğim gibi pek hatırlayamıyorum ama temel hatlarını söylüyorum hep. çünkü en önemli olanlar en akılda kalanlar.
3: ramazan. oruç tutmayın. ölmezsiniz. oruç tutarak ders çalışılmıyo. ananız babanız dindar dogmatik biriyse oturun anlatın. tutarım sonra diyin tutmayın sonra. allahla sizin aranızda amqqq. ramazanda sıkı çalışmanız lazım. çünkü [iş bu yazı yazılırken ramazan mayıs-haziran arasına gelmektedir. o yüzden yazılmıştır. yıllar sonra okunulursa şaşkınlık oluşmasını istemeyiz] çünkü ramazanda millet oruç tutar, havaya girer. siz oturup ders çalışırsanız koyarsınız çocuğu. ve 30 gün boru değil kardeşim sınava güzel bi streak yaparak girmek kadar güzel bir şey yok.
sabah 8de kalkacaksınız, planınızı belirleyeceksiniz gününüzü. kahvaltı edip derse. günde 9-10 saat kalkmayacaksınız masadan ki kazanasınız. kimse yatarak kazanmıyo aq. yatarak kazanan ya özel üni kazanır ya da böyle amcık bi bölüm kazanır. ya da süperzekadır ki buna hiç ihtimal vermiyorum. yatarak kazanan kimseyi tanımadım. öyle diyorsa yalan söylüyodur.
ve gün geldi çattı. sınava girdik sınav bitti. o an var ya. bütün kitapları çöpe dolduruyorsunuz. içiniz rahat. açıklanmasını bekliyorsunuz. kuş gibisiniz amınakoyim. uzanıyorsunuz. değdi amk diyosunuz. sonra bekliyosunuz sonuç açıklanıyo.
mesela ben 50binden 15bine çektim, okul birincisi olduğum için de 12-11binlik yere girebildim.
sınıfta ygs de 8bin yapan arkadaşım vardı, 12bine düştü.
ygsde 10-15bin yapanlar 20bine düştü. ygsde 3bin yapıp 30bine düşen arkadaşım var. tabi 3bin yapıp 2bine çeken de vardır. siz siz olun sıkı tutun ipi, ve kazanmaya bakın. kimseyle değil kendinizle yarışın. kendinizi eğitin ve hedefinizi bilin.
o kadar mutlu oluyorsunuz ki. ben gördüm sıralamayı, insanların habeirni aldım. taktım kulaklığı bime gittim yoğurt aldım. size yemin ediyorum o yürüyüş hayatımdaki en güzel yürüyüştü. sonunda bim olsa da baya mutluydum o an aq. siz de olacaksınız. sonunda mutlu olmak istiyorsanız biraz acı çekeceksiniz. çünkü dinlenmek bi işe yaramıyor.
neyse. itü işletme mühendisliğini seçtim. anadoluda tıp okuyabilirdim, istanbul üniversitesinde diş okuyabilirdim. istediğim herhangi bir mühendisliği okuyabilirdim, ist üni hukuk okuyabilirdim. fazlasıyla araştırıp bu bölümü seçtim.
çünk bölüm baya güzel. az takipçili güzel kız gibi bi bölüm amınakoyim.
işletmelerin sahip olduğu sistemlere ilişkin problemlerin çözümü, yeni işletme sistemlerinin tasarımı üzerine kurulu bi bölüm. yani, işletme mühendisi işte.
hem işletme hem mühendis ne alaka diye bi soru duydum.
şimdi işletmeci geliyor... moruk diyor bu termodinamik ne amınakoyim.. ama bizim bölümde işte adam termodinamiktir falan görüp iletişimi iyi oluyo diğer departmanlarla.. diyebiliris..
http://www.islmuh.itu.edu.tr/?page_id=2031
ya da yukardaki linkten bölümle ilgili uzunca detay alabilirsiniz.
son olarak diyecek bir şeyim yok. kapatın tumblrı, telefonu. oturun ders çalışın. programınızı bilin hedefinizi koyun. size sizden başka kimsenin faydası yok. kendinizi siz kurtaracaksınız.
yazı biraz uzun oldu ve konular karışık diye hissediyorum. ama anlayacağınızı ve birleştireceğinizi sanıyorum. yaklaşık 2250 vuruşluk bi yazı oldu 5 sayfa falan. tekrar bi taktik verip kapatayım:
saçma span işlerle değil, dersinizle uğraşın.. şu kadar net yapsam ne olurla zaman kaybetmeyip sürekli gelişin. deneme çözün. nete takılmayın yanlışlarınızı geliştirin. sürekli bi şeyler öğrenin. ve bu iş taktik işi. çıkmış sorulara bakın. her sınavın bir sistemi var. bunu öğrenin. ÇIKMIŞ SORULARI İLK DEFA SÖYLÜYORUM SONDA SÖYLÜYORUM. ÇÜNKÜ EN ÖNEMLİSİ.
görüşmek üzere.
2 notes
·
View notes