Tumgik
#Zafer Murat
muratmesutfan · 1 year
Text
Tumblr media
doğru düşünme mekanizmamı, geçmişe ve kutsalıma ait değerlerimi, geleceğimi, ortak sevinç ve kaygılarımı, kısacası, duygularımı/ duyularımı benden aldığın zaman, ben; ameliyat masasında kalmışım demektir! canımı kurtarmış olmadın! boş yere zafer narası atıp, hem kendini, hem insanları kandırma..!
Murat Mesut
14 notes · View notes
aynodndr · 2 years
Text
Tumblr media
Henüz 65 değilim ama, beğendiğim bir yazıyı sizlerle de paylaşmak istedim.
+65'den MASALLAR...
Develer tellal, pireler berber iken, Samsun cigarasının içinden odun çıktığı günlerde… İstanbul ile Ankara arasında alo diyebilmek için santrala adını yazdırıp altı saat beklediğimiz, cep telefonunun sadece Kaptan Kirk tarafından kullanıldığı, sokaklarda ayı oynatıldığı, kalantorların Murat 124’e bindiği, Anadol’un inekler tarafından yenildiğine inanılan, salça sürülmüş ekmek dilimi yenilen dönemlerinde…
Mutfak zeminlerinin muşamba kaplandığı, tencere kalaylattığımız, arap sabunu kokulu zamanlarda…
Avaremu’yu ezberleyen kızlarımız Raj Kapoor’a hastayken, Ömer henüz turist bile değilken, Vahi Öz’e güldüğümüz, zavallı Ayşecik’in zengin babasından habersiz, kötü kalpli üvey anne yanında çileler çektiği, n’ayır n’olamazlı yıllarda…
Mesut Bahtiyar’dan şarkılar dinlediğimiz, Cem Karaca’nın İzmir fuarını zangır zangır salladığı, Özay Gönlüm’ün yaren’ini tıngırdattığı, yerli Elvis Erol Büyükburç’la kalipso kralı Metin Ersoy’un gazinoları inim inim inlettiği, Cemal Kamacı’nın kroşe patlattığı, Metin Oktay’ın ağları deldiği, Neil Armstrong ay’a falan ayak basmadı, hepsi Hollywood tezgâhı diye iddiaya girilen, kasetleri acayip kapışılan Arif Susam’ın oo-ooo Recep bey de burdaymış diyerek sintizayzır çaldığı günlerde, Ümit Besen’in masasının ayağı kırıkken, pantolonların paçası bolken, Kastelli banker iken…
Muavinli dolmuşçuların Orhancı-Ferdici diye birbirini solladığı arabeskli sabahların, Barış Manço’nun lambaya püf dediği elektrik kesintili akşamlarında, mum ışığının gölgesinde parmaklarımızı eğip bükerek duvarda tavşan yaptığımız, yün fanilaları soba askısında kuruttuğumuz, Killing okuduğumuz, başka eğlencemiz olmadığı için radyoda arkası yarın’lara kulak kesildiğimiz, ki, uyarlayan Çetin Köroğlu, efekt Ertuğrul İmer’dir, ayıptır söylemesi Arzu Okay’ın rüyalarımıza girdiği, Martin Luther King yaşarken, Sadun Boro’nun kısmet’iyle dünya turuna çıkmasına heyecanlanıp, Avanak Avni’yle tanıştığımız, Zübük’ün kaleme alındığı, sütyen’in bile nerdeyse porno kabul edildiği, Halikarnas Balıkçısı’nın Bodrumlu süngerci zannedildiği, otomobillerin arkasına bugün bile hâlâ ne manaya geldiğini bilmediğim STP’lerin yapıştırıldığı, şehirlerarası otobüslerde sigara içildiği, damalı taksiler çağında…
Keban bile yokken, İbrahim Tatlıses demirciyken, nüfus 40 milyon, Hababam öğrencileri ilkokuldayken, tırışkadan tayyare MTA Sismik-1 Hora’nın uzay mekiği muamelesi gördüğü teknoloji fukaralığında…
Turnike atmayı Beyaz Gölge’den öğrendiğimiz, Doktor Richard Kimble babamızın oğluymuş gibi, şerefsiz Falconetti’ye küfürler ettiğimiz, polisimizi Komiser Colombo, hukukumuzu Avukat Petroçelli’den ibaret sandığımız, kapı gibi adam McMillan’ın aids’ten ölene kadar eşcinsel olduğunu bilmediğimiz hayal kırıklıklarında…
Kunta Kinte gibi zenci olmadığı halde, Isaura’nın neden köle olduğunu anlayamadığımız, yamuğunu gördüğümüz arkadaşlarımıza "n’aber lan Ceyar" diye seslendiğimiz, saat kurup, sabahın kör karanlığında kalkarak, uykulu gözlerle Muhammed Ali’nin maçını seyrettiğimiz, onunla birlikte kelebek gibi uçup arı gibi soktuğumuz masum tiryakiliklerde…
İstanbul’da basılan gazetelerin ülkeye ertesi gün ulaşabildiği, sadece TRT’nin var olduğu, haberleri Jülide Gülizar’ın, Zafer Cilasun’un okuduğu, bizim ahali akıl edemez diye düşündüklerinden olsa gerek, 'televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız' diye uyarı yazısı koydukları, necefli maşrapa zavallılığında…
Çamaşır makineleri merdaneli, Haile Selasiye Habeşistan imparatoruyken…
Ve, dönüp bakıyoruz geriye…
Wi-fi’larımız, iPad’lerimiz, akıllı telefonlarımız, çanak antenlerimiz yoktu ama, daha mutluyduk galiba..
(Teşekkürler Hayriye.)
12 notes · View notes
yalnzardc · 1 year
Text
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِكُمْۚ فَاِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۚ اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا
Nisa sr. 103
Safvetüt Tefasir: Namazı bitirdiginizde ayakta oturarak Allah'ı çokça zikredin. Bütün hallerinizde Allah'ı zikrediniz ki düşmana karşı size yardım etsin. Korku gidip de düşmandan emin olduğunuz zaman namazı tam kılın. Size emredildiği gibi rükû ile, secdeleri ile ve süphesiz  bütün şartlarıyle huşa içinde kılınız şüphesiz namaz mü'minler üzerine belli vakitlerle sınırlanmış bir farzdır. Onu vaktinden sonraya bırakmak caiz değildir.
Celaleyn T : İmdi namazı kılıp bitirdiğiniz, ondan boş kaldığınız zaman ayakta iken ve otururken ve yanlarınız üzere iken, yatar şekilde iken, bütün hallerde tehlille ve tesbihle Allahü teâlâ'yı zikrediniz. Ne zamanki mutmain olursanız, emniyette olursanız, artık namazı tamamiyle ikâme ediniz, onu bütün haklarıyla eda ediniz. Şüphe yok ki, namaz mü'minlerin üzerine vakitlenmiş olan, vakti takdir edilmiş olan bir kitap, yazılmış farz kılınmış oldu. Artık namaz o vakitten tehir edilemez.
Taberi T : Namazı kıldıktan başka, Allah'ı ayakta iken, otururken, yan üstü yatarken de anın: Namazınızı kıldıktan sonra da her halinizde; ayaktayken, otururken, yan gelip yatarken de duâ ve tâzim ile Allah'ı anın ki, düşmanlarınıza karşı size yardım etsin ve size zafer nasip etsin." Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın: Korkunuz gidip de kendinizi güvende hissederseniz, namazı Rabbinizin size emrettiği şekilde, ölçülerine riâyet ederek kılın. Şüphesiz namaz inananlara belirli vakitlerde farzdır: Müminlere belirli vakitlerde kesin bir farz olarak emredilmiştir.
Beydavi T : "Namazı bitirdiğiniz zaman” eda edip sona erdirdiğiniz zaman "Allah'ı ayakta, oturarak ve yanlarınız üstü yatarak zikredin” bütün hâllerde zikre devam edin yahut namaz kılmak istediğiniz ve korku şiddetlendiği zaman onu nasıl mümkün olursa öyle küm; ayakta, kılıç çalarken, dövüşürken, otururken, ok atarken ve yaralanıp bitkin düşmüş iken.
"Güvende olduğunuz zaman” kalplerinizden korku gittiği zaman "namazı kılın” ta'dil-i erkân ile, rükün ve şartlarını yerine getirerek ve tam olarak eda edin.
"Şüphesiz namaz mü'minlerin üzerine belli vakitlerde yazılmış bir farzdır". Vakitleri tayin edilmiş bir farzdır, hiçbir şekilde vakitlerinden çıkarılması câiz değildir. Bu da zikirden namazın murat edildiğini ve onun kılıç çalarken de savaş meydanında koştururken de vâcip olduğunu göstermektedir ve emrin mümkün olduğu kadar yerine getirilmesinin illetidir. Ebû Hanîfe ise: Savaşçı rahatlamadıkça namaz kılmaz, buyurmuştur
Ömer Nasuhi Bilmen T : Bu ayeti kerime, korku namazını müteakip yapılacak zikir ve fikrin vaziyetini ve korkunun gitmesini müteakip namazların bütün erkan ve şartları dairesinde eda edilmesini bildirmektedir. Şöyle ki: (imdi) Ey İslâm mücahitleri!. (namazı) korku namazını anlatıldığı şekil üzere (kılıp bitirdiğiniz) o namazdan ayrıldığınız (zaman) vaziyetinize göre (ayakta iken ve otururken ve yanlarımız üze rinde iken) böyle herhangi bir halde bulunurken (Allah Teâlâ'yı zikrediniz) onun zikrine, ona duaya, zafer ve yardımını temenniye devam eyleyiniz. Bununla be raber sağlık durumu iyi olanlar ayakta, hasta olanlar oturarak, kötürür olanlar da yan üzerine yatarak namazlarını kılsınlar. (vaktaki, emniyet haline gelirsiniz) savaş son bulur da kalpleriniz korkudan kurtulur, (artık) vakti girmiş olan (namazı tamamiyle) tadil erkânına ve şartlarına riayet ederek (edâ ediniz) bu mühim dini vazifenizi hakkiyle yerine getiriniz. (şüphe yok ki, namaz) bu mübarek ibadet (mü'minlerin üzerine) tarafı ilâhîden (belirli) öne geçmeyecek ve sonraya kalmayacak (vakitlerde) Allah'ın kitabı ile sabit (bir farize olmuştur) Namaz vakitleri: Fikih kitabımızda bildirildiği üzere şöyleyecedir:
1- Sabah namazının vakti, gecri sadıkın doğmasından güneşin doğmasına kadar olan müddettir. Fecri sadık ise sabaha karşı ufuktan yayılmaya başlayan bir nurdan, bir aydınlıktan ibarettir. Buna ikinci bir fecir de denilir. Bu ikinci fecrin karşıtı birinci fecirdir ki bu da gökte iki tarafı karanlık, uzunca bir çizgi şeklinde görülen bir beyazlıktır. Az sonra kaybolur, kendisini bir karanlık takip eder. Bu fecr gece hükmün dedir. Bununla yatsı vakti çıkmış olmaz. Bu fecre sabahın gerçekten girmesini gös termediği ve yalancı, geçici bir aydınlık olduğu için "fecri kazip = yalancı fecir" denilir. Bu fecri kazip kaybolduktan sonra ikinci fecr meydana gelir.
2- Öğle namazının vakti, İmamı Azam'a göre zeval gölgesinden itibaren her şeyin gölgesi kendisinin iki misline ulaşağı zamana kadardır. Buna "asri sani" denir. Zeval gölgesi ki güneşin görünüşe karşı semada yarı yolu katetmekle her şeyin batıdan doğuya doğru ilk düşmeye başlayan gölgesidir. Imamiyne ve üç büyük imama göre ise öğle vaktinin sonu, zeval gölgesinden başka her şeyin gölgesi kendisinin bir misline ulaştığı andır. Buna "asri evvel" denir. Cuma namazının vakti tam öğle namazının vaktidir.
3- İkindi namazının vakti, İmamı Azam'a göre her şeyin gölgesi kendisinin iki misline ulaştığından itibaren ve diğer imamlara göre de bir misline ulaştığından itibaren güneşin batacağı zamana kadardır.
4- Akşam namazının vakti de güneşin batmasından itibaren şafağın kaybolacağı zamana kadardır. Şafak ise İmamı Azam'a göre akşamleyin ufukta kızardıktan sonra meydana gelen beyazlıktır. İmameyn ile üç büyük imama göre ise ufukta meydana gelen kızartıdan ibarettir.
5- Yatsı namazının vakti de şafağın kaybolmasından başlar, ikinci fecrin doğmasına kadar devam eder. Vitir namazınnı vakti de yatsı namazının vaktidir.
Teravih namazının vakti de tercih edilen görüşe göre yatsı namazından sonra sabah namazınnı vaktine kadar devam eder.
Bayram namazlarının vakti de sabahleyin güneş yükselip kerahat vakti çıktığı zamandan itibaren istiva zamanına kadar devam eder.
İstiva zamanı; tam zeval vakti demektir ki, güneş, gündüzün ortası dairesi üze rinde bulunur. Herkesin tam başı üstüne veya o sıraya gelmiş gibi görünür. İşte kerahat zamanı bundan ibarettir.
§ Namazları böyle vakit vakit kılınmasındaki hikmet ise pek büyüktür. Bu yüce ibadet, kulların zamanlarını tanzim eder, ruhlarını gafletten kurtarır, Yaratıcımızın hikmet ve kudretine dalâlet eden muhtelif zamanların her birinde o Yüce Yaratıcıya saygı sunmakla onun şanının yüceliğini tazime vesil olur, daha nice maddi, manevi menfaatleri temin buyurur.
İbn Kesîr T : Allah (Celle Celalühü) korku namazının akâbinde çokça zikir yapmayı emretmektedir. Her ne kadar korku namazı haricinde de zikir çekmek meşru ve talep edilen bir fiil olsa da korku namazından sonra çok daha kuvvetli bir şekilde bu talep edilmektedir. Çünkü bu namazın rukunlerinde bir hafifletme söz konusudur. Aynı şekilde namazda iken gelip gitmeye ruhsat taninmiştir. Diğer namazlarda olmayan daha birçok şeye korku namazında müsaade edilmiştir. Nitekim Allah (Celle Celaluho) haram aylar hakkında şöyle buyur muştur: "O aylar içinde (Allah'ın koyduğu yasağı çiğneyerek) kendi nize zulmetmeyin." Her ne kadar bu diğer aylarda da yasaklanmış bir şey olsa da hürmetinden ve yüceliğinden dolayı haram aylarda bu daha şiddetli bir şekilde yasaklanmıştır.
Bundan dolayı Allah (Celle Celalühü) şöyle buyurmaktadır: "Namazı bi tirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah'ı zikredin." Yani diğer bütün hallerinizde de Allah's zikredin. Daha sonra şöyle buyurmuştur: "Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın " yani emniyete kavuşup korkunuz gittiğinde ve huzura kavuştuğunuzda "Namazı dosdoğru kılın" yani onu tamamlayın ve bütün muhteviyatıyla, huşusu, rukusu, secdesi ve bütün erkânı ile onu kılın.
"Çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır." İbn Abbas "keteben" kelimesini "farzdır" şeklinde tefsir etmiştir. İbn Mes'ud şöyle demiştir: Tıpkı haccı belli bir vakti olduğu gibi namazın da bir vakti vardır. Zeyd b. Eslem şöyle demiştir: Yani taksit taksit olarak. Her bir taksit geçtikten sonra diğer taksit gelir. Yani her bir vakit geçince diğer vakit gelir.
Ruhul Beyan T : Namazı bitirdiğiniz zaman... Korku namazım, açıklandığı şekilde eda edip bitirdiğinizde, ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzerinde yatarken Allah'ı anın. Allah'ı zikretmeye devanı edin. Her durumda, O'na yalvarmaya, O'na dua etmeye ve O'nun kontrolünde olduğunuzu unutmamaya devanı edin. Hatta, savaş anında bile. Çünkü Allah: ”Bir toplulukla karşılaştığınız zaman, sebat edin ve Allah 'ı çok anın ki, kurtuluşa eresiniz" (Enfal: 45) buyurmaktadır.
Emniyete kavuştuğunuzda ise, namazı gereği gibi kılın. Kalbleriniz korkudan kurtulup huzura kavuştuğunuz zaman ve savaş bittikten sonra güvene kavuştuğunuz zaman, namazı dosdoğru, bütün şartlarını yerine getirmek suretiyle, tâdil-i erkânına riayet ederek kılın.
Buradaki ”anma" kelimesini genel anlamda düşünerek, bu zikrin dille yapılan zikir ve namaz olduğu görüşünü savunanlar, âyeti şu şekilde tefsir ederler: Her durumda, Allah'ı zikretmeye devam edin. Namaz kılmak istediğiniz zaman, sağlık durumunuz yerindeyse ve gücünüz varsa, ayakta kılın.' Hastalık sebebiyle ayakta durmaya gücü yetmeyenler oturarak kılsın. Oturarak kılmaya gücü yetmiyenler ise, yanları üzerine yatarak kılsınlar.
Çünkü namaz, müminlere vakitli olarak farz kılınmıştır. Allahü teâlâ namazı, vakitlerini belirtmek suretiyle müminlere emretmiştir. Denilmiştir ki: Namaz, yolculuk durumunda iki rekât, normal durumlarda ise dört rekât olarak takdir edilerek müminlere farz kılınmıştır. Her vakitte, takdir edilmiş olduğu gibi kılmak gerekir. Çünkü Allahü teâlâ, kullarını kendilerinden çok daha iyi bildiği için, ibadetleri de ona göre belli zamanlarda takdir etmiştir.
Allahü teâlâ  kullara bıkkınlık ve usanç geleceğini bildiği için, güniin beş vaktinde namazı, senenin bir ayında da orucu farz kılınmıştır. Zekâtı kırkta bir ve haccı da kullarına rahmet olmak üzere, ömürde bir defaya mahsus olmak üzere farz kılmıştır. Bütün bunlar, kulluğun kolay olması için Allahü teâlâ'nın kullarına ikram ettiği kolaylıklardır. Eğer ibadetler, belirli zamanlarla sınırlanmamış olsaydı, kullar, her fırsatta ibadetleri erteleme yoluna gideceklerdi. İbadetlerin vakitlerle sınırlandırılmış olmasının sırrı da buradadır. Namaz, Miraç gecesinde elli vakit olarak farz kılınmıştı. Daha sonra Allahü teâlâ, kullara rahmet olsun diye bunu hafifletti ve her vakit için on sevap verdi. Beş vakit kılınan namazın sevabını, elli vakit sevabı olarak verdi. Denir ki: Kıyamet günü, kâfir için elli bin sene olmasının sebebi, kâfirin elli vakti kaybetmesinden dolayıdır. Kaybettiği her namaz için, bin yıl ceza çekecektir. Bunu, kendilerinin hak ettiklerini, yine kendi ifadelerinin şu ifadelerinden anlamaktayız: ”Biz namazı kılmıyorduk." (Müddesir: 43)
4 notes · View notes
pazaryerigundem · 25 days
Text
Marmaris'te Arya ile 'Zafer' coşkusu
https://pazaryerigundem.com/haber/187082/marmariste-arya-ile-zafer-coskusu/
Marmaris'te Arya ile 'Zafer' coşkusu
Tumblr media
Muğla’nın Marmarisilçesinde,30 Ağustos Zafer Bayramının 102. yıl dönümünde; Marmaris Belediyesi’nin ev sahipliğinde düzenlenen fener alayı ve “Murat Karahan, Efe Kışlalı, Levent Gündüz solistliğinden oluşan “3 Tenor” konseri, ilginç bir kutlamaya sahne oldu.
AjansCANKA / MUĞLA (İGFA) –  Muğla’nın Marmaris ilçesinde 30 Ağustos dolayısıyla düzenlenen resmi törenlerin akşamında fener alayı öncesinde yüzlerce vatandaş, ellerinde Türk bayrakları ve meşalelerle Ketenci Otel önünde buluştu.
Marmaris Belediye Başkanı Acar Ünlü, Muğla Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Daire Başkanı Süleyman Özdemir, CHP İlçe Başkanı Ömer Bozdemir ve meclis üyelerinde eşlik ettiği yürüyüş, Atatürk Meydanında son buldu.
Fener alayı Atatürk Meydanı’nda son bulurken kalabalığı sahnede solistler Murat Karahan, Efe Kışlalı, Levent Gündüz’den oluşan ‘3 Tenor’ karşıladı. Aryaların yanı sıra sevilen Türkçe şarkıları büyük bir coşkuyla söyleyen 3 Tenor’e, vatandaşlar da hep bir ağızdan eşlik etti. Yaklaşık 2 saat süren konser ‘Memleketim’ ve ‘İzmir Marşı’ ile sona erdi.
Tumblr media
Konser öncesi sahneden vatandaşların bayramını kutlayan Marmaris Belediye Başkanı Acar Ünlü, Türk ulusunun son büyük zaferini bir kez daha coşkuyla kutladı. Başkan Ünlü, Türkiye’nin adını dünya çapında duyuran değerli sanatçılara Büyük Atatürk’ün kültür zaferine sundukları katkı için teşekkür ettti.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
aykutiltertr · 1 month
Video
youtube
Dönmem - Caroline Yılmaz ✩ Ritim Karaoke (Kürdi Minör Slow Oryantal Best...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ⭐ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤https://youtu.be/DYvWE0a3fbU ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Dönmem - Caroline Yılmaz ✩ Ritim Karaoke (Kürdi Minör Slow Oryantal Beste Caroline Yılmaz) ❤ @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ESER ADI           : DÖNMEM SÖZ GÜFTE       : CAROLİNE YILMAZ BESTE - MÜZİK : CAROLİNE YILMAZ USÜL                  : 8/8 SLOW ORYANTAL MAKAM - DİZİ   : KÜRDİ - MİNÖR ARANJÖR          : ? Provided to YouTube by Virgin Music Group Dönmem · Caroline Söz Müzik Caroline Yılmaz ℗ 2022 Grande Medya Released on: 2022-06-24 Composer, Writer: Caroline Yılmaz                             ŞARKI SÖZÜ Benden bu kadar İnancım yok Çok doğru karar Beni bu duruma sen koydun Çok zor gelecek Sensiz geceler Yalnız geçecek Ne yazık aşka kolay doyduk Yazıklar olsun Bana ders olsun Seni unutması Başıma farz olsun Dönmem bir daha geriye dönmem Severek her gece ölmem Akıllandı yürek Bilmem ben bu oyunları bilmem Kahrolacağımı bilsem Bir daha geri dönmem Dönmem bir daha geriye dönmem Severek her gece ölmem Akıllandı yürek Bilmem ben bu oyunları bilmem Kahrolacağımı bilsem Bir daha geri dönmem Caroline Yılmaz'ın GMG etiketiyle yayınlanan "Söz Müzik Caroline Yılmaz" albümünde yer alan "Dönmem" isimli şarkısının klibi yayında Söz Müzik: Caroline Yılmaz Aranje: Suat Aydoğan Mix: Serdar Ağırlı Yönetmen: Ecem Gündoğdu Görüntü Yönetmeni: Veli Kuzlu Vokaller: Bade Derinöz, Suat Aydoğan, Mutlu Genç, Senem Aydoğan Klip Yapım: Sun Film Basın PR: Suat Yanç Radyo PR: Mine Ayman Caroline Yılmaz Asistan: Sezen Yanç Production: Fırat Dağar Produksiyon: Serkan Türkoğlu Kurgu/Edit: Başak Yangır Renk: The Post Brothers Saç Makyaj: Mutlu Genç Styling: Seyit Ares Koreograf: Zafer Tunç Cast: Gökhan Fikret Ökten Dans Ekibi: Katia Ingrid Ornella, Monalisa Oygut, Lucille Aires, Afroraichou Kamera Ekibi: Çağatay Göktepe, Deniz Küçükler Kamera: 116 Service Işık Şefi: Altan Balta Işık Ekibi: Şafak Kibar, Oğuzhan Işık Set Ekibi: Alternatif Set, Suat Ustabaş, İhsan Köksa Digital PR: Odia Effect Caroline Yılmaz hakkında merak edilenler. Kariyeri, eğitimi, çalışmaları, kısaca hayatı ve biyografi bilgileri. Son dönemde Murat Boz ile yaptığı açıklamalar ile sık sık gündeme gelen güzel isim Caroline Yılmaz, Grande Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı’dır. Her cuma saat 23:30 da TV8,5 ekralarında Caroline Show isimli programı hazırlayıp sunmaktadır. Maalesef henüz tüm araştırmalarımıza rağmen aslen nereli olduğu, doğum yeri, doğum tarihi, boyu, kilosu ve yaşı gibi bilgilerine henüz ulaşılamamış, araştırılmaktadır. Politikacı bir ailenin kızı olduğu belirtilen Caroline Yılmaz özel eğitim almıştır. Yapılmış olan testlerin ardından üstün zekalı olarak tanımlanan güzel isim dile’de çok yatkın olduğu için ilk olarak Koç Koleji’nin yabancı dil bölümünü tamamlamıştır. Ardından İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden başarı ile mezun olmuştur. Ardından üniversite bitiminde profesyonel olarak iş hayatına atılmış, 7 sene kadar Almanya’nın en büyük medya holdinglerinden birisinin Türkiye İş Geliştirme Bölümü’nü yönetmiştir. Caroline Yılmaz iş hayatı; İlerleyen süreçte Holding’in Türkiye yatırımlarının rotasını, kurulum hedeflerini gerçekleştirmiştir. Günümüzde Grande Media Group Yönetim Kurulu Başkanı olarak ta iş hayatını sürdürdüğü belirtilmektedir. Kurmuş olduğu şirketler grubunda turizm alanında hizmet verirken, sağlık alanında da yatırımlarını sürdürmektedir. GMG- Grande Media Group ismi ile faaliyet göstermeye başlayan şirketler grubu, sanat camiasında yer almak isteyen yeni sesleri ve oyuncuları desteklemektedir. Ülkemizin tek kadın müzik yapımcısı olan ünlü isim her kadın kendi şarkısını söylemelidir açıklamasında bulunmuştur. Müzik dünyasına Ozan Doğulu ve Sezen Aksu’nun müzikal desteği ile adım atmıştır. Özellikle son dönemlerde Youtube video kanalı ve televizyon ekranlarında yayınlanmakta olan Yeşilçam Şarkıları albümü ciddi bir ilgi ile karşılanmıştır. Son olarak taraflı tarafsız herkes tarafından Türkan Şoray‘a benzetilmektedir. Sevemedim Kara Gözlüm Belkıs Özener 04:06 Fikrimin İnce Gülü Sema 03:08 Elveda Behiye Aksoy 04:10 Ağlama Değmez Hayat Güzide Kasacı 03:08 Ah Nerede Füsun Önal 02:45 Gençlik Başımda Duman Guzin Ile Baha 02:46 Senden Başka Füsun Önal 02:43 Senden Vazgeçemem Semiramis Pekkan 02:37 Rüyalar Gerçek Olsa
0 notes
gundemsivas · 2 months
Text
0 notes
hasanakbal19 · 4 months
Text
NADİDE SULTAN - Yüreğimde Yara Var
Yapım: Musicaan   Yapımcı: Hakan Yonat- Nadide Sultan Yonat Klip: Filminn  Yönetmen: Hakan Yonat  Digital PR ve DGT Yapım Danışmanı: Murat Alkan Söz – Müzik: Ferdi Tayfur  Düzenleme: Ozan Gülek Gitarlar: İlter Kurcala Yaylılar: Modern Yaylı Grubu Trompet: Atakan Gözetlik Vokaller: Modern Yaylı Grubu, Funda Gürses,  Ozan Gülek,Uskan Uludoğan,Zafer Sürücü Kayıt: Majör Stüdyo ve Can Stüdyoları  Mix…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
kunyekultursanat · 4 months
Text
NADİDE SULTAN - Yüreğimde Yara Var
Yapım: Musicaan   Yapımcı: Hakan Yonat- Nadide Sultan Yonat Klip: Filminn  Yönetmen: Hakan Yonat  Digital PR ve DGT Yapım Danışmanı: Murat Alkan Söz – Müzik: Ferdi Tayfur  Düzenleme: Ozan Gülek Gitarlar: İlter Kurcala Yaylılar: Modern Yaylı Grubu Trompet: Atakan Gözetlik Vokaller: Modern Yaylı Grubu, Funda Gürses,  Ozan Gülek,Uskan Uludoğan,Zafer Sürücü Kayıt: Majör Stüdyo ve Can Stüdyoları  Mix…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
dakikamagazin · 6 months
Link
İmamoğlu'ndan seçim zaferi sonrası Süleyman Çakır'lı İstanbul paylaşımı
0 notes
azizhayri · 8 months
Text
KÜPE BAĞLARI
Yokluk ve yoksulluk hala devam ediyordu. Bu koyu gri bulutlar uzun yıllar üzerlerinde bulunacak gibiydi. Zafer kazanılmış düşman yurttan kovulmuştu. Ama yenilmesi gereken açlık, yoksulluk, hastalık, cehalet gibi düşmanlar önlerindeydi. Üstelik yıllardır semirdikleri için onların alt edilmesi çok daha zor olacaktı. Mavi gökyüzünün kendilerine güldüğünü görebilmeleri için yıllar geçmesi gerekecekti.
Ev kocaman ama yıkık bir bağın ortasındaydı. Belki önceden verimli ve bakımlı bir bağ olabilirdi içinde bulundukları yer. Şimdi yıllarca süren savaşların ardından sararmış yaprakları, kurumuş dallarıyla gecenin karanlığında bile belli olan bir bakımsızlık vardı. Metrelerce ilerideki konağında öyle ahım şahım bir görüntüsü yoktu.  Önünde sahiplerine güzel günler geçirttiği hala belli olan teras yıkıntı halindeyken bile ihtişamlı duruyordu. Beş mermer basamakla çıkılıyordu binaya. Yer yer çatlasa hatta kırılsa da sağını solunu otlar bürüse de basamaklar geçmişin görkemini yaşatıyordu sanki. Ama içeri girdiklerinde durumun sandıkları kadar vahim olmadığını göreceklerdi. Üç adam hava karadıktan sonra arazinin köşesinde bir araya gelmişlerdi.
“Ağabey” dedi insanlarımız yatacak yer bulamıyor sağlam ev yok. Olanlarda da kaç hane iç içe kalıyor” diğeri lafın nereye geleceğini biliyordu ama ses çıkarmadan dinledi
“Eeee” dedi cesaret vermek için. Üstelik her yer yangın yeri, namussuzlar kaçarken ne var ne yoksa yakmışlardı. Ne hayvan ne insan ne bina bırakmamışlardı geriye. Özellikle İzmir’de.
“Eee si bu bina bizlerin işine yarar. Baksana burada bir bölük barınır”
“Kimler oturuyordu burada” dedi grubun elebaşısı sayılabilecek adam. Üzerlerinde günlerdir çıkarmadıkları askeri kıyafetler vardı. “Bilmiyorum onbaşım” dedi diğeri. “Bir söylentiye göre cinler periler doluşmuş bu binaya.” Onbaşının yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi.
“Neden gündüz gelmedik” dedi gölgeler içerisinde bekleyen gençlerden biri. “Eğer söyledikleri gibi buralarda cinler periler varsa gündüz gözüyle kendilerini bize gösterirler mi sanıyorsun” dedi öndeki adam. “Hem böylece kimsenin gözüne de batmayız” dedi sözlerine devamla. Haklı olduğu yönler vardı ama ya söylentiler gerçekse ve sabah burada bu koca evde cesetlerini bulurlarsa. “Ne kadar karamsarsın” dedi gurubun lideri konumundaki Aziz.
“Ama haklı olduğumu da söyle onbaşım” dedi. Selim, onbaşının hemşerisi sayılırdı. Biri Erzincan’lı diğeri Kelkitliydi. Uzun yıllar süren savaşlardan sonra buraya kurtuluşun sembolü olan kente girmişlerdi. Hem Aziz hem de Selim İzmir’e ilk giren birlikler arasındaydı. Tamam en önde değillerdi ama gün bitmeden İzmir’in sahiline kordonuna inmişlerdi. Ve bu yaklaşık bir hafta önceydi.
            Aziz, kısa boylu ama sağlam yapılı bir Anadolu genciydi. Girginliğiyle ve işleri halletmesi sorunları çözmesiyle kendini sevdiren bir gençti. Daha büyük taarruz başlamadan önce memleketinden çıkıp gelmişti. Yaşı genç olmasına rağmen yaşadıkları, gördükleri kendilerini olgunlaştırmıştı. Aziz, köyünden bu yana uzun bir yol katetmiş ve o yol boyunda galiba Alaca yakınlarında akranı Selimi görmüş tanımıştı. Önce Ankara’ya gelmişler oradan kendilerine gösterilen birliğe teslim olmuşlardı. Yüzbaşı Murat benzerleri yani aynı yaş gurubunda çok asker olmasına rağmen Aziz’i sevmiş yanına almıştı. İşte o Yüzbaşı Murat şimdi kendisini buraya bu köşke göndermişti.
            Kentten kaçan Rumlar giderayak verebilecekleri zararı vermişler geri çekildikleri her yeri yakıp yıkmışlardı. Buna Koca İzmir kenti de dahildi. Sonra yerli halka ve tabii askerlere kalabilecekleri yerler aranmaya başlanmıştı. O aramalar sırasında kentin dışında bağların arasında kalan bu evi bulmuşlardı. Ama evden önce evin uğursuz söylentileri kulaklarına gelmişti. İşte o yüzden Onbaşı Aziz durumdan vazife çıkarmış ve adına Perili bağ denilen bu yere gece yarısından sonra girmeye karar vermişlerdi.
            Gece yarısı geniş ama bakımsız bağa girmek üzerelerken arkalarında bir ses duymuşlardı. Bu sadece göz aşinası oldukları biriydi. Kimine göre deliydi kimine göre saf. “Yunus sen ne arıyorsun burada” Aziz fısıltıyla konuşmuştu ama sesi gecenin karanlığında çoğalmıştı. Bir bağ kütüğünün arkasında olan gölge sürünerek yanlarına yaklaştı. “Balığın karnından çıkmaya çalışıyorum” dedi. İki arkadaş bir şey anlamamışlardı birbirilerine bakmakla yetindiler. “Burada büyük bir kötülüğüm olduğunu hissediyorum. Bu yüzden sizinle içeriye girmek istiyorum” dedi. Bu saatte yapabilecekleri bir şey yoktu. Kabul ettiler.
            Bağ kütükleri arasında ilerlediler bir süre. Bazen emekliyor bezen de sürünüyorlardı. Önce Aziz Onbaşı hemen arkasında Selim ve en sonda da Yunus ardı. İki katlı binanın yanına vardıklarında Selim ön kapıya doğru yürümek istedi ama Aziz, bileğinden yakaladı arkadaşını. “Şuradan açık bir pencere bulup gireceğiz dedi. Yerin bir metre kadar üzerinde sıralanan pencereleri kontrol ettiler birer birer. Sol yandaki bütün pencereler sımsıkı kapalıydı ve her birinde usta işi parmaklıklar vardı. Parmaklıkların arasından değil kendileri kafalarının bile girmesi mümkün değildi. Evin arkasına ulaştıklarında bir küçük kapı gördüler ama o da sımsıkı kapalıydı ve parmaklıklarla kaplanmıştı. Evi çepeçevre dolanmalarına rağmen girişe uygun zayıf bir yer bulamamışlardı. Umutları tükenmek üzereyken Yunus bir adım geri çekildi ve ikinci katta hafifçe aralanmış bir pencere gösterdi.
            Önce Yunus evin duvarına dayandı ve dengesini sağlamak için bacaklarını açtı. Selim’e üzerine çıkmasını işaret etti. Selim arkadaşına baktı “Ya bir tuzaksa diye fısıldadı” ama Aziz “Başka çare yok” deyince üzerine çıktı ve dengesini sağladı. Birkaç saniye sonrasında Aziz pencerede kayboldu. Geçen saniyeler içince Selim eylül gecesinin tatlı serinliğine rağmen terlemeye başlamıştı. Geçen her saniye ve uluyan köpeklerin sesleri tedirginliğini arttırıyordu. Birden omuzuna bir el dokunda ve neredeyse çığlık atacaktı. Aziz’i görünce üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi derin bir oh çekti. Arka kapıyı içeriden açmıştı.
            İnce bıyıklı adam, bir salon dolusu kitabın arasında kendini unutmuş gibiydi. Seçkin kültürü olan birinin kütüphanesi olduğu aşikardı. Osmanlıca, yunanca, Fransızca, Latince sayısız kitap raflara dizilmişti. Büyüklü küçüklü ve çoğunlukla ciltli olan kitapların birini alıyor inceledikten ve ne olduğu hakkında bir karar vardıktan sonra geri yerine bırakıyordu. Yukarı katta gezen birinin ayak seslerini duyunca adam durdu. Yarım saat kadar önce buraya arka kapıdan girmişti ve hafif bir zorlamayla açtığı kapıyı sıkıca kapadığına emindi. “Hırsızlar olmalı” diye aklından geçirdi. İşgalci kuvvetler denize döküldüğünden beridir hırsızlıklar bir hayli artmıştı ve alınan sert tedbirlere rağmen vakalar azalsa da hala devam ediyordu. Adamın hayret ettiği hakkında korkunç dedikoduların olduğu bu eve girme cesareti göstermeleriydi. İlla ki gidip bakması gerekiyordu. Kapıyı sessizce araladı ve dışarı sofaya çıktı. O an hafice kapanan bir kapı sesi duyduğuna yemin edebilirdi. Geniş sofaya açılan kapıları seçmeye çalıştı ama hiçbirinde ses seda yoktu. Sessizce merdivende inmeye başladı. O an bir kapı sesi daha duydu. Daha da önemlisi bir ağlama sesi duymuştu nereden geldiği belli olmayan. Binada başka birinin daha olduğuna emindi artık.
            Aralık kapıdan yılan gibi içeri kaydılar. Mutfakta olduklarını anlamaları çok sürmedi. Burası hizmet kapısı olmalıydı. Sessizce ortalığı dinlediler bir süre. Gözleri karanlığa alışasıya kadar beklediler ve ardından mutfağın diğer kapısına yöneldiler. Üç kişinin bilmediği bir yerde yürüyüşü ister istemez ses yapıyordu. Ama üç arkadaşın bu duruma aldırdığı yoktu. Önce bir kapı kapının arkasında yukarı çıkan iki basamak karşıladı üç arkadaşı. Basamaklardan sonra değişik kapıların olduğu geniş bir boşluk vardı önlerinde. Tam karşılarında da yukarı çıkan ve az önce Aziz’in indiği merdiven vardı. Aziz, Selim’e soldaki, Yunus’a sağdaki kapıyı gösterdi. Kendisi az önce indiği merdivenlere yönelmişti ki bileğinden yakalandı.
“Birbirimizden ayrılmayalım. Burada büyük korkular ve acılar yaşanmış birbirimizden ayrılmayalım” dedi. Sesinden konuşanın Yunus olduğunu anlamıştı.
            Sırayla her kapıyı açtılar. Gayet düzenli ve temiz odalardı hepsi. Yemek odası vardı ve yatak odaları oturma odaları vardı. Eşyalar düzenliydi temizdi. Ev sahipleri az önce çıkmış gibi duruyorlardı. Alt kattaki tüm odaları kontrol etmişlerdi ama canlı bir insana hatta hayvana bile rastlamamışlardı. Aziz, merdivenleri işaret etti.
Merdivenlerin üst başında bekleyen adam neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Buraya bu evle ilgili söylentileri araştırmak için gelmişti. Ama küçük bir gurup hırsıza yakalanmak da istemiyordu. Bu kargaşa içindeki günlerde derdini anlatasıya kadar asılırdı. Birkaç adım geri çekildi ve arkasına saklanabileceği bir yer aradı. O ara hırsızlar merdiven basamaklarını çıkmaya başlamışlardı.
            En yakın kapıdan içeri girdi ve kapı sessizce kapandı. Bu kapı ne zaman açılmıştı anlamasına fırsat kalmadan anlamadan adam bacağında bir acı hissetti. Derin bir ısırık bacağından parça koparmıştı sanki. Bağırmamak için gayret sarfetse de dayanamamış küçük bir çığlık atmıştı. Kafasını çevirip baktığında kimseyi göremedi ve akşamdan hatta bu söylentileri duyduğundan beri ilk defa korktu.
            Üç arkadaş merdivenleri hızla çıktılar ve sahanlıkta yerde yüzükoyun yatan adamı gördüklerinde şaşırmışlardı. Adam kendilerini görünce birkaç adım daha geri çekildi. “Geri durun hırsızlar” dedi. Önde duran Aziz Onbaşı adama baktı. “Sen yavuz hırsız mısın” dedi. “Bak bakalım hırsıza benziyor muyuz” dedi Selim’de. Üzerlerinde resmi asker elbiseleri vardı. “Sizleri hırsız zannettim dediğinde hala hırsız olabileceklerine dair kuşku vardı kafasında. Yunus koştu kan akan yaraya baktı.
“Diş izleri karanlıkta bile belli oluyor” dedi. Sağa sola bakındılar görünürde işlerine yarayacak bir bez veya çaput falan yoktu. Aşağıdan gelen tok ayak seslerini duydular. Ayak seslerini hafif bir aydınlık takip etti. Ayak sesleri yaklaştıkça aydınlık çoğaldı ve birkaç saniye süren meraklı bekleyişten sonra merdivenin alt başında elinde gaz lambasıyla orta yaşlı bir adam belirdi. Gelenin bir uşak olduğunu giyiminden anlamışlardı. Koltuğunun altında da küçük bir çanta vardı. Birkaç saniye sonrasında çantanın ilk yardım malzemeleriyle dolu olduğunu anlayacaklardı.
“Beyler, sizden bir an önce efendim Herr Küppers’in konağını ve tabii konağın bulunduğu bağlarını bir an önce terk etmenizi isteyeceğim” dedi. Sözlerini bitirince eğildi ve elindeki makasla yerde yatan adamın pantolonunun paçasını kesti. Her hareketi bu tür işlere alışkın olduğunu belli ediyordu. Yerde yatan adam bir yandan canı yanıyor olsa da diğer yandan uzun zamandır varlığını bildiği bu Küpe bağının adının nereden geldiğini öğrenmiş oldu. Meles çayının biraz ilerisinde geniş bir arazide kurulmuştu bağ. Sahibi geniş bağa da bağın içerisindeki güzel eve de kendi adını vermişti. Küppers adı halk arasında Küpe” ye dönüşmüştü. Birkaç aydır da Perili Bağ olarak anılıyordu.
“Benim adım Reşat” dedi yerde yatan ve acıyla yüzünü buruşturan adam. “Bana bay meraklı da diyebilirsiniz” dedi ek olarak. Ardından fısıldar gibi. “Kendine konu arayan bir yazar gibi görebilirsiniz” dedi. “Şu Novella’lar yazan mı?” dedi adam bozuk Türkçesiyle. Reşat Bey kuru bir gülümsemeyle yetindi cevap olarak. Bu sohbet derinlerden gelen bir bağırış sesiyle bölündü.
Selim, sıranın kendilerine geldiğini düşünmüş olmalıydı ki “Bizlerde askeriz, kıyafetlerimizden belli yatacak bir yer arıyoruz kendimize” dedi. Söylediklerinde büyük bir haklılık payı vardı tabii. Uşağın hareketleri telaşlandı ve hızlandı. Çantasını toparlarken, “Burada kalamazsınız, buyurun sizleri yolcu edeyim” dedi.
“Küpe Beyle bir görüşseydik” dedi Aziz. “Kendisinin ne kadar cömert olduğunu biliyoruz. Belki bize bir gece yatma ve yemek yeme imkanı verir” Adam olumsuzca başını salladı. “Mümkün değil” dedi ve ekledi.
“Her Küppers Germanya’ya gitti yakında gelir. Ama bana tembihi bu tür taşkınlıklara izin vermemem yönünde” dedi. Sözlerini bitirince yerinden doğruldu. Önde orta yaşlı iyi giyimli adam, arkada dört arkadaş merdivenleri indiler ve büyük kapıya yöneldiler. İşte o zaman daha yakından ve daha güçlü bir bağırış geldi. Dört yabancı oldukları yerde durdular ve çevrelerine bakındılar bir an. “Ses şu odadan geldi” dedi Aziz ve hızla işaret ettiği odaya yöneldi. Selim ve Yunus kendisini takip etti.
İçeri girdiklerinde odada hiçbir fevkaladelik görmediler. İki yanda iki kocaman yatak vardı. Üzerinde tertemiz çarşaflar serilmişti. Kapının karşısında kibar bir komedin bulunuyordu. Komedinin üzerinde duvarda kocaman bir resim asılıydı yarı çıplak güzelce bir kadının resmiydi bu. Ama canlı hiç kimse yoktu.
“Rica ederim böyle taşkınlıklar yapmayın” dedi Uşak. “Görüyorsunuz ev bomboş. Benden başka kimsecikler yok.” Bir an sustu ve kapıyı ardına kadar açarak “Beni izleyin” dedi. Ama derinden gelen ses kendisini yalanlıyordu bu defa daha yüksek bir sesti ve az önce duyduklarından farklıydı. Reşat bey ileri çıktı
“İşitmiyor musun acı çekiyorlar. Nerede bu seslerin sahibi” Elleriyle kendisinden bir hayli yaşlı adamın omuzlarını sarstı. Kendini tutamasa belki tokat bile atacaktı.
“Ne yapıyorsunuz beyefendi. Bırakın Tanrı aşkına” dedi yaşlı adam. “Bunlar sadece dedikodu. Böyle bir evde canavarların olabileceğine inanıyor musunuz”. Sözlerine cevap Yunus’tan geldi.
“Buradalar ve yardıma ihtiyaçları var” dedi Yunus. Şaşkınlıkla sağa sola baktı. “Bu binada ölüm var acı var hissediyorum” Odadan çıktı diğer odaların kapılarını açmaya başladı. Diğer üç odada hemen hemen aynıydı. O ara adını Reşat olduğunu öğrendikleri adam ileri fırladı ve kapının yanında rafta duran mumlardan aldı. Yine aynı rafta bulunan kibritle yaktı ve askerlerin ellerine tutuşturdu.  
“Sizi fazla yormayalım. Siz istirahat buyurun” dedi adamı Sofadaki koltuklardan birine oturttu. “Burada otur ve sakın kıpırdama” Ardından askerlere döndü, “Bütün odaları arayalım” dedi. Diğer ikisi onbaşılarının yüzüne baktı onay beklediler. Aziz onbaşı gözleriyle olur verince araştırmalar başladı. Kocaman evin içerisinde ışıklar bir o yana bir bu yana hareket etmeye başlamıştı. Bütün odalara girildi, dolap içlerine yatak altlarına, kıyılara köşelere bakıldı ama bulamadılar. Yukarıya çıktılar gene olmadı. Derinden gelen ağlamalar ve inlemeler devam ediyordu ama çok uzaktan geliyormuş gibiydi.
Birkaç dakika sonra dört adam aşağıda salonda toplanmışlardı. Derin derin soluk alıyorlardı ama ellerinde somut bir cevap yoktu. Yunus o hüzünlü havasını çevresine yaymaktan çekinmeyen delikanlı birden koltuğunda oturan adamın üzerine yürüdü. Kollarından tuttu ve sarsmaya başladı.
“Gavurun dölü söyle neredeler” dedi. Elini kaldırdı ve “Konuşmazsan şamar beynine inecek” dedi. Yaşlı uşağın yüzünde ne bir korku ne bir öfke vardı. Bu Yunus’u daha da öfkelendirdi. Kalkan eli inmek üzereydi ki acı içerisinde bağırdı. Nereden geldiği belli olmayan bir el bileğine yapıştı. Küçük bir gölge sırtına atlamış iri elleriyle ve uzun tırnaklarıyla her yanını pençeliyor, derin izler bırakıyordu. “Yusuf” dedi genç adam. Gölge bir an belki bir göz açıp kapama zamanı durdu. Ama hemen ardından dişlerini adamın omuzuna sapladı. İşte o zaman uşağın yüzünde olanlardan memnun bir gülümseme belirdi.
Olanları ilk fark eden Selim olmuştu. Yunus’un sırtındaki küçük gölgeyi yakaladı ve duvara doğru savurdu. Yunus inleyerek dizlerinin üzerine çöktü. Aziz, delikanlıya yaklaşınca boynunda yanaklarında oluşan derin izleri gördü. Adamın göz yaşları akan kanlara karışmıştı. Sırtında derin izler vardı. “İşte bende size bunu söylemeye çalışıyordum gidin derken” Uşak utanmasa keyfinden kahkahalar atacaktı. “Burada olanların sizler için çok tehlikeli olduğunu hala anlamadınız mı?”  Bakışlarını bir Aziz’e bir Yunus’a çeviriyordu. “Canınızı seviyorsanız buradan gidin” dedi bir kere daha.
“Neler olduğunu anlatmadan olmaz” Uşak hemen arkasında dinelen Reşat’a baktı. “Haklısın Yazar Efendi bu Konak’ta yaşananlardan sana iyi malzeme çıkar ama önce sağ kalman gerekir” dedi.  Sözlerinin etkili olmadığını düşünüyordu ve bir kere sözlerini tekrarladı ama bu defa bağırıyordu.
“GİDİNNNN!!!” Geriye dönüp baktıklarında az önce kendilerine saldıran varlık ortadan kaybolmuştu.
“Cinler” dedi Selim.
“Değil” dedi Reşat.
“O zaman Konağa adını veren periler” dedi Aziz.
“Değil” dedi bir kere daha Reşat. Nereden biliyorsun be adam” dedi Aziz onbaşı. “Sen hiç ısıran Peri duydun mu?” Bir başka cevapda yerde yatan Yunus’tan geldi.
“Değiller” dedi mırıldanır gibi. Kendi kendine konuşur gibi devam etti. “Onlar çocuklar” dedi. Şaşkın bakışlar üzerine gelince de yavaşça yerinden doğrulmaya başladı. Akan kanlar yüzünden korkunç görünüyordu. “Biliyorum çünkü bana saldıran benim kardeşimdi” dedi. Ağlamaya devam ediyordu.
Onlar konuşurken dışarıdan bir motor sesi gelmeye başladı. Uzaktan gelen Yunus kapıya yürümeye başladığında kapı hızla açıldı. İçeriye başında alafranga şapkası olan bir adam girdi. İri yarıydı üzerindeki siyah takım elbise kendisini daha etkili gösteriyordu. Uşak hemen yerinden doğruldu ve efendisinin yanına koştu.
“Hoş geldiniz Herr Küppers” dedi.
“Marcus, burada neler oluyor” dedi. Sesi etkileyici ve gürdü. “İstenmeyen konuklarımız var” dedi uşak suçlu edasıyla.
“Araç kapıda, yolcular hazırlar mı?” dediğinde
“Ja Herr Küppers” cevabını vermişti.
“Getir o zaman eğitimleri ne durumda bir görelim” dedi. Uşak mutfağa yöneldi sessizce. İçeri giren kişi de kendinden emin ağır hareketlerle kapıya yöneldi ve içeriden kilitledi. Aziz ve selim birbirine baktılar.
“Burası özel bir mülktür ve suç işliyorsunuz” dedi. Reşat Bey soruya soruyla cevap verdi.
“Ben sizi nereden tanıyorum.” Adam kapıyı bir kere daha kontrol ettikten sonra anahtarı yeleğinin cebine koydu. Geri döndü kendisine soru soran adamın yüzüne baktı.
 “Kabalığıma verin önce kendimi tanıtmalıydım” dedi Yüzünde çarpık bir gülümseme vardı. “Ben Tobias Küppers, Münih üniversitesinde Profesörüm” dedi. Sözlerini Reşat Bey tamamladı.
“Sıhhiye nezaretinde Danışmanlık Küppers” dedi. Profesör tanınmaya alışkın olmalıydı ki şaşırmamıştı. “Kiminle müşerref oluyorum” dediğinde
“Muallim ve Edip Reşat.” dedi. O ara mutfaktan gelen sesler tüm dikkatleri o yöne verdi. Kısa bir süre sonra da içeriye iri yarı üç gençle birlikte uşak girdi. Gençler pek rastlanılmayacak kadar iri yarıydılar. Gözleri kan çanağı gibi kıpkırmızıydı. Belden yukarıları çıplaktı ve saçları asker tıraşı şeklindeydi. Ayaklarında bol pantolonlar vardı. Arkalarında da hipnotize olmuş gibi duran küçük çocuklar vardı. Marcus eliyle geriden gelen çocukları durdurdu. Üç gence kendilerine şaşkınlıkla bakan adamları işaret edince üç azman ileri atıldı.
Önce Aziz onbaşı birkaç adım geri çekildi. Üzerine gelen gence sağlam bir yumruk attı ama rakibi etkilenmedi bile. Gençten yediği yumruk savrulup yere düşmesine neden oldu. Diğerleri de farklı durumlarda değillerdi. Üç asker iyi beslenmiş gençlerden eni konu dayak yiyordu. Muallim, “odalara grin ve duvarlarda asılı kılıçları alın” dedi. Kendisi de aynını yaptı. Böylece mücadele daha kanlı bir hal almış oldu.
“Marcus, çocukları arabaya bindir” dedi. İçerideki beş altı çocuk sarhoş veya uyur gezer gibi kendilerine verilen komutlara itaat ediyorlardı. Dışarı çıktılar. Yunus konaktan çıkanların arasında kardeşini görünce adını haykırdı; “Yusuf gitme” dedi. Sonda kapının eşiğinde duran çocuk geri döndü kısa bir bakış attı ve yürümeye devam etti. Dört kişi de kan revan içinde kalmışlardı. Gençler insan üstü bir güçle saldırıyorlar en vahşi hayvandan daha vahşi davranıyorlardı. Kahramanlarımızın elindeki kılıçlar bir yerlerini kesiyor biçiyordu ama bu yaralar onları durdurmuyordu. Nefes nefese kalmışlardı kollarında derman yoktu. İşte o anda Edip Reşat, dışarıdan gelen sesleri duydu ve umutlandı. Ve atılan ilk silah içlerindeki coşkuyu arttırdı. Birkaç saniye sonrasında da içeriye askerler doldu. Patlayan silahlar vahşileri yere serdi. Birkaç dakika sonrasında da asayiş tamamen sağlanmıştı.
“İyi ki sizleri merak etmişiz de aramaya çıkmışız” dedi gelenlerin içerisindeki en rütbeli kişi olan Yüzbaşı.
“İyi ki geldiniz Murat Yüzbaşım” dedi Onbaşı Aziz.
“Hayatımızı size borçluyuz” dedi Aziz’in arkadaşı Selim. Yunus, biraz ötede kardeşi ile sarmaş dolaştı. Yüzbaşının gözleri o yana kaydı. “İyileşmeleri zaman alacak” dedi askerlerini rahatlatmak için. “Ya her Küper’e ne oldu” deyince
“Yakalanacağını anlayınca silahıyla beynini uçurdu” dedi. “Uşak” deyince de “O sapasağlam elimizde, neler olduğunu ondan öğreniriz artık” dedi. Yüzbaşı atının üzerine bindi. Yanındaki askerlerden birine “İçeride kimse kaldı mı?” diye sordu. Gelen cevap “hiç kimse kalmadı kumandanım” olmuştu. “İyice kontrol ettiniz mi?” sorusunun cevabı başka birinden, Muallim Reşat’tan geldi. Kucağında koca bir yığın kitap vardı. “Herkes dışarıda” dedi. “Yakın o zaman” emri geldi peşinden.
“Keşke yakmasaydınız” dedi Muallim Reşat. “Asker biraz olsun rahat ederdi?”
“Böyle bir melanet yuvasını ancak ateş paklar” dedi. “O zaman bir kere daha kitaplığa gitmeme izin verin” dedi ve cevabı beklemeden içeri daldı. “Aziz ve Selim arkasından koştular “Bizde size yardım edelim Muallim Bey…”
Kente doğru yola çıktıklarında binanın her yanından alevler yükseliyordu.  Küppers Konağı yansa, yıkılsa da Küpe bağları ya da diğer adıyla Perili Bağ yıllarca adını korudu. Şimdi ise kentin içinde kalan bu yerde kocaman kocaman bloklar var. Üstelik oturanların pek azı burasının geçmişini biliyor…
0 notes
morkedisblog · 8 months
Text
T24✔Herkesin sinir ayarlarıyla oynamaya geldim ama yazacaklarım gerçektir:Maraş depreminin üzerinden bir yıl geçti 53 bin denen can kaybının 130 bin olduğunu dönemin bakanı şimdinin belediye şalamaya adayı Murat Kurum ağzından kaçırdı ama ben çok kırgınım herkese seçim günü ve gecesi yapılanlar tam anlamıyla rezillikti tabiki de her vatandaş oyunu istediği kişi ve partiye verir en insani ve demokratik haktır bu öfkem ona değil muhalefet milletvekillerinin dövülmesi/ sandık görevlilerinin köylerden kovulmaları/arap aşiretlerle çekilen halaylar söylenen arapça zafer şarkıları ve sanki savaştaymışız da zafer kazanılmış edasıyla tur atıp dombra çalan araba konvoyları henüz ölenlerin çoğu göçük altındayken topraklar kurumamışken bölge cenaze eviyken bu konvoylara yapılan alkış zafer işareti 10 bin tl'ye satılan(o dönem küçük boy buzdolabı fiyatıydı şimdi bir halı alınabilir)oylarını satanlar biz onlar için üzülürken 2 akşam önce tv kameralarına duygu sömürüsü yapanların seçim kazandık göbeği atmalarını asla unutmayacağım YAZIKLAR OLSUN!eee ne değişti? hiç birşey gine tvde duygu sömürüsü yapıyorlar hiç biri o zafer konvoylarının önünü kesip" ben kayıplarıma ulaşamadım tüm sevdiğim tanıdığım insanları gömdüm evsiz kimsesiz işsiz kaldım size bu cenaze evinde kutlama yapma hakkını kim verdi"deme cesaret ve onurunu gösteremedi aksine halaya katıldılar valla gardaşım sen kendini savunmuyorsan 10 bin tl değer kendine biçiyorsan beni bağlamaz öküz de deli de değilim "TAK SEPETİ KOLUNA HERKES KENDİ YOLUNA"hıhıhı doğru okudunuz vicdanım yok siz vicdanlı olun ister polis ister turist gönderin kapıma😴
instagram
1 note · View note
haber71net · 9 months
Link
MHP Kırıkkale İl Başkanı Murat Abalı “31 Mart Mahalli İdareler Seçimlerinde Kırıkkale Belediyesi'nin burçlarına şanlı Üç Hilal’i dikmek için var gücümüzle çalışacağız. Sefer Bizden, Zafer Allah’tandır... ---------------------------- Haberin devamı haber71.net'te.
0 notes
aynodndr · 2 months
Text
Tumblr media
O ZAMANLAR.....
Develer tellal, pireler berber iken, Samsun cigarasının içinden odun çıktığı günlerde… İstanbul’la Ankara arasında alo diyebilmek için santrala yazdırıp altı saat beklediğimiz, cep telefonunun sadece Kaptan Kirk tarafından kullanıldığı, sokaklarda ayı oynatıldığı, kalantorların Murat 124’e bindiği, Anadol’un inekler tarafından yenildiğine inanılan, salça sürülmüş ekmek dilimi dönemlerinde…
Mutfak zeminlerinin muşamba kaplandığı, tencere kalaylattığımız, arap sabunu kokulu zamanlarda…
Avaramu’yu ezberleyen kızlar Raj Kapoor’a hastayken, Ömer henüz turist bile değilken, Vahi Öz’e güldüğümüz, zavallı Ayşecik’in zengin babasından habersiz, kötü kalpli üvey anne yanında çileler çektiği, n’ayır n’olamazlı yıllarda…
Mesut Bahtiyar’dan şarkılar dinlediğimiz, Cem Karaca’nın İzmir fuarını zangır zangır salladığı, Özay Gönlüm’ün yaren’ini tıngırdattığı, yerli Elvis Erol Büyükburç’la kalipso kralı Metin Ersoy’un gazinoları inim inim inlettiği, Cemal Kamacı’nın kroşe patlattığı, Metin Oktay’ın ağları deldiği, Neil Armstrong ay’a falan ayak basmadı, hepsi Hollywood tezgâhı diye iddiaya girilen, kasetleri acayip kapışılan Arif Susam’ın oo-ooo Recep bey de burdaymış diyerek sintizayzır çaldığı günlerde, Ümit Besen’in masasının ayağı kırık, pantolonların paçası bol, Kastelli bankerken…
Muavinli dolmuşçuların Orhancı-Ferdici diye birbirini solladığı arabeskli sabahların, Barış Manço’nun lambaya püf dediği elektrik kesintili akşamlarında, mum ışığının gölgesinde parmaklarımızı eğip bükerek duvarda tavşan yaptığımız, yün fanilaları soba askısında kuruttuğumuz, Killing okuduğumuz, başka eğlencemiz olmadığı için radyoda arkası yarın’lara kulak kesildiğimiz, ki, uyarlayan Çetin Köroğlu, efekt Ertuğrul İmer’dir, ayıptır söylemesi Arzu Okay’ın rüyalarımıza girdiği, Martin Luther King yaşarken, Sadun Boro’nun kısmet’iyle dünya turuna çıkmasına heyecanlanıp, Avanak Avni’yle tanıştığımız, Zübük’ün kaleme alındığı, sutyen’in bile nerdeyse porno kabul edildiği, Halikarnas Balıkçısı’nın Bodrumlu süngerci zannedildiği, otomobillerin arkasına bugün bile hâlâ ne manaya geldiğini bilmediğim STP’lerin yapıştırıldığı, şehirlerarası otobüslerde sigara içildiği, damalı taksiler çağında…
Keban bile yokken, İbrahim Tatlıses demirciyken, nüfus 40 milyon, Hababam öğrencileri ilkokuldayken, trışkadan tayyare MTA Sismik-1 Hora’nın uzay mekiği muamelesi gördüğü teknoloji fukaralığında…
Turnike atmayı Beyaz Gölge’den öğrendiğimiz, Doktor Richard Kimble babamızın oğluymuş gibi, şerefsiz Falconetti’ye küfürler ettiğimiz, polisimizi Komiser Colombo, hukukumuzu Avukat Petroçelli’den ibaret sandığımız, kapı gibi adam McMillan’ın aids’ten ölene kadar eşcinsel olduğunu bilmediğimiz hayal kırıklıklarında… Kunta Kinte gibi zenci olmadığı halde, Isaura’nın neden köle olduğunu anlayamadığımız, yamuğunu gördüğümüz arkadaşlarımıza 'n’aber lan Ceyar' diye seslendiğimiz, saat kurup, sabahın kör karanlığında kalkarak, uykulu gözlerle Muhammed Ali’nin maçını seyrettiğimiz, onunla birlikte kelebek gibi uçup arı gibi soktuğumuz masum tiryakiliklerde…
İstanbul’da basılan gazetelerin ülkeye ertesi gün ulaşabildiği, sadece TRT’nin var olduğu, haberleri Jülide Gülizar’ın Zafer Cilasun’un okuduğu, bizim ahali akıl edemez diye düşündüklerinden olsa gerek, 'televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız' diye uyarı yazısı koydukları, necefli maşrapa zavallılığında…
Çamaşır makineleri merdaneli, Haile Selasiye Habeşistan imparatoruyken…
Ve, dönüp bakıyoruz geriye…
Wi-fi’larımız, iPad’lerimiz, akıllı telefonlarımız, çanak antenlerimiz yoktu ama, daha mutluyduk galiba...
ALINTI
1 note · View note
habernet · 9 months
Text
Olası İstanbul depreminde ortalık mahşer yerine döner!
Tumblr media
Tüm Türkiye'yi yasa boğan asrın felaketi 6 Şubat 2023 depreminin üzerinden daha bir yıl dahi geçmeden İstanbul'da havadan çekilen görüntüler bilim insanlarını şaşkına çevirdi. Güngören, Bahçelievler ve Bağcılar'ın havadan çekilen görüntülerini yorumlayan İstanbul Çevre Konseyi Genel Sekreteri Zafer Murat Çetintaş, "İstanbul üstü açık mezarlık haline gelmiş" dedi.
0 notes
pazaryerigundem · 25 days
Text
Melis Fis sevenleriyle Beylikdüzü'nde buluştu
https://pazaryerigundem.com/haber/187080/melis-fis-sevenleriyle-beylikduzunde-bulustu/
Melis Fis sevenleriyle Beylikdüzü'nde buluştu
Tumblr media
Beylikdüzü Belediyesi tarafından düzenlenen 11. Barış ve Sevgi Buluşmaları, tüm hızıyla devam ediyor.
İSTANBUL (İGFA) – Beylikdüzü 11. Barış ve Sevgi Buluşmaları tüm hızıyla devam ederken, 30 Ağustos Zafer Bayramı nedeniyle verilen bir günlük aranın ardından Çardak Altı Sohbetleri, “Yarının Öncüsü Kadınlar” başlıklı söyleşiyle yeniden başladı.
Pelin Batu’nun moderatörlüğünde gerçekleşen söyleşide, yazar Ayşe Övür ve Yanındayız Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Selen Okay Akçalı, kadın hakları ve kadınların geçmişten günümüze yaşadığı sorunları ele aldı. Barış ve Sevgi Buluşmaları çerçevesinde düzenlenen etkinlikte, kadınların toplumsal hayatta ve iş dünyasında karşılaştıkları zorluklar ve bu zorlukların üstesinden gelme yolları konuşuldu. Selen Okay Akçalı, kadınların geleceğin öncüsü olma yolunda attıkları adımları vurgularken, Ayşe Övür de kadın haklarının tarihsel gelişimini anlattı. Söyleşinin ardından festival, DJ performansıyla devam etti. Daha sonra sahneye çıkan genç yıldız Melis Fis, performansıyla izleyicileri büyüledi. Fis’in enerjik sahne performansı, festivalin coşkusunu artırdı.
Tumblr media
“ÇOCUKLARA VE SANATA YATIRIM YAPMAK ZORUNDAYIZ”
Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık, konserde sahneye çıkarak genç sanatçı Melis Fis’e övgü dolu sözler söyledi. Başkan Çalık, yaptığı konuşmada günün enerjisinden ve Melis Fis’in performansından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Çalık, Melis Fis’in çocuklarla olan etkileyici ilişkisine dikkat çekerek, “Melis o kadar güzel şarkılar söyledi ki bugün. Bu ülkenin geleceğini kurtarmak istiyorsak çocuklara ve sanata yatırım yapmak zorundayız. Melis’e bu güzel enerjisi için çok teşekkür ediyoruz ve onu Beylikdüzü’nde ağırlamaktan dolayı çok mutlu olduk” ifadelerini kullandı.
Bu arada nadide eserlerin yer aldığı mezatta, Cumhuriyet’in kuruluşunu ve Atatürk’ün yaşamını anlatan birçok kitap açık artırma usulü ile satışa sunuldu.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
aykutiltertr · 2 months
Video
youtube
Yüreğimde Yara Var - Nadide Sultan ✩ Ritim Karaoke (Kürdi Minör 8/8 Orya...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ✩ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤  https://youtu.be/DlBiHLfRl4U ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Yüreğimde Yara Var - Nadide Sultan ✩ Ritim Karaoke (Kürdi Minör 8/8 Oryantal Beste Ferdi Tayfur) @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ESER ADI           :   YÜREĞİMDE YARA VAR SÖZ GÜFTE       :   FERDİ TAYFUR BESTE - MÜZİK:    FERDİ TAYFUR USÜL                 :    8/8 DÜYEK ORYANTAL MAKAM - DİZİ :    KÜRDİ - MİNÖR Yapım: Musicaan Yapımcı: Hakan Yonat - Nadide Sultan Yonat Dijital Yapım danışmanı: Murat Alkan Menajer: Haluk Şentürk Video Klip: F!lm!nn Yönetmen: Hakan Yonat Görüntü Yönetmeni: Doğukan İnce Kurgu: Doğan Taşar Post Prodüksiyon: Mattepost Kamera & Ekipman: Mtn Film Klip Mekan: Kemer Studios Makyör: Tahsin Eryılmaz Kuaför: Salim Koçyiğit Şarkı Künye : Söz - Müzik Ferdi Tayfur Düzenleme: Ozan Gülek Gitarlar: İlter Kurcala Yaylılar: Modern Yaylı Grubu Trompet: Atakan Gözetlik Vokaller: Modern Yaylı Grubu, Funda Gürses, Ozan Gülek, Uskan Uludoğan, Zafer Sürücü Kayıt: Majör Stüdyo Ve Can Stüdyoları Mix&Master : Tarık Ceran / Digilog by TC Dolby Atmos Mix : Tarık Ceran Radyo pr: Meltem Sezenler Şu genç ömrümün taze çağında Seni nerden gördüm görmez olsaydım Dikenle örülü gönül bağımdan Sana güller derdim dermez olsaydım Dün neler söylerdin bak bugün caydın Böyle mi yapardın sevmiş olsaydın Sana ben tapardım benim olsaydın Seni nerden gördüm görmez olsaydım Yüreğimde yara var durmadan kanar İnsan olan insana böyle mi yapar Yüreğimde yara var durmadan kanar İnsan olan sevdiğine böyle mi yapar Dünyaya geleli bir gün gülmedim Senden bıkıp başkasına gönül vermedim Şimdi ben aşkınla bir serseriyim Seni nerden gördüm görmez olsaydım Yüreğimde yara var durmadan kanar İnsan olan insana böyle mi yapar Yüreğimde yara var durmadan kanar İnsan olan sevdiğine böyle mi yapar Böyle mi yapar, böyle mi yapar Böyle mi yapar "Yüreğimde Yara Var/Bana Gerçekleri Söyle" Yüreğimde Yara Var/Bana Gerçekleri Söyle albümünden Ferdi Tayfur (müzisyen) Arabesk Yayımlanma 1974 Tarz Arabesk Dil Türkçe Yazar Ferdi Tayfur Besteci Ferdi Tayfur Yapımcı Görsev Plak Yüreğimde Yara Var/Bana Gerçekleri Söyle şarkı listesi Dur Dinle Sevgilim / Kır Çiçekleri "Yüreğimde Yara Var/Bana Gerçekleri Söyle" (49) Ne Bilirdim Ki / Sakın Düşme Şarkı listesi Sıralama Kısım A Yüreğimde Yara Var Kısım B Bana Gerçekleri Söyle Söz Ve Müzikler Ferdi Tayfur'a aittir. Nadide Sultan Doğum Nadide Sultan Türkoğlu 15 Kasım 1976 (47 yaşında) İstanbul[2] Başladığı yer Türk Tarzlar Pop Arabesk müzik Fantezi müzik Türk sanat müziği Meslekler Oyuncu, şarkıcı, sunucu Etkin yıllar 1997-günümüz Müzik şirketi Musicaan (2023-) Avrupa Müzik (2016-2020) Sipan Babur Production (2014-2016) TMC (2011-2013) Seyhan (2007- 2010) Universal, Neşe Eş Hakan Yonat (e. 2014) Önemli çalgılar Kanun Nadide Sultan Yonat (d. 15 Kasım 1976, İstanbul), Türk şarkıcı, oyuncu ve sunucu. Nadide Sultan 15 Kasım 1976 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Aslen Konyalıdır. İlk, orta ve lise eğitimini sırasıyla İdealtepe İlkokulu, Fenerbahçe Ortaokulu ve Lisesi'nde tamamlamıştır. Okul yıllarında sürekli müzikle iç içe olmuş ve Üsküdar Musiki Cemiyetine devam etmiştir. Liseden sonra arkadaşlarıyla kurdukları müzik grubu ile değişik barlarda şarkı söylemiş, vokal ve solistlik yapmıştır. Bu arada bazı ses sanatçılarının dikkatini çekmiş, Aydın, Emel Sayın, Altay, Coşkun Sabah ve Fatih Ürek'e de vokal yapmıştır. Bugüne kadar yedi albümü bulunan sanatçı ayrıca Çifte Bela ve Yapma Diyorum adlı televizyon dizilerinde oynamış, Ispanaktan Nağmeler adlı sinema filminde ve Bodrum Hakimi TV filminde rol almıştır. TGRT'de yayınlanan Anadolu Magazin ve Kanal 1'de yayınlanan Renkli Bir Gece programlarında sunuculuk yapmıştır. Ayrıca 2007'den 2009'a kadar Radyo Mega'da Nadidece adlı bir radyo programı yapmıştır. 2010 yılında yepyeni bir maxi single ile müzik dünyasına tekrar merhaba diyen Nadide Sultan, yeni imajı ve şarkıları ile o dönem çok konuşulmuştu. 2009 yılından itibaren, yarım bırakmış olduğu üniversite eğitimine geri dönen sanatçı, 2011 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Ses Eğitimi bölümünden mezun olmuştur. Şarkıcı 2012 yılında TMC etiketiyle Hayat Aşktan Yana albümünü yayınladı.  Eğitimine de devam eden Nadide Sultan son olarak masterını Haliç Üniversitesi Türk Musikisi bölümünden 2014 yılında tamamlamış ve şu anda Haliç Üniversitesinde Türk Müziği bölümünde doktora yapmaktadır.
0 notes