Tumgik
#akp102
seslimeram · 1 year
Text
Hep Eksik Kılınıyor Hayat!
Tumblr media
Didaktik, belirgin bir biçimde saplantılarla donatılmış, duraksamadan yok etmenin yolunu arşınlayan bir biçimde hayata kastın devam olunduğu bir zemindeyiz. İnsanlık mefhumu, insana ait olan hakkaniyet / hak ve hürriyet tanımlamalarının topyekun zehirlendiği, afaki bir biçimde görmezden gelindiği bir zeminin ortasındayız. Her yanımız simsiyah. Hemen her günümüz kapkaranlık. Dünden ağır bir şimdi, şimdiden teyakkuz halinde yıkımlar bir biçimde sınırlandırmalar üstünden ilerleyen, yok etmenin eşiklerini araya duran bir yerin hazin öyküsüdür mesele. Her şekilde hemen her anlamda, sıradanın hakkının, hukukunun alelade değil doğrudan milimetrik yıkıma terk edildiği zeminde mübalağa değil doğrudan yaşadığımız yerin halidir mesele, meselemiz.
Madun siyaset aktörlerinin hepsinin, hep birlikte ama en çok da baş efendi ve şürekasının suna geldiği yenilenmiş ülke şablonunda bu mesel olunan yıkımın / yok etme / çürütmeye dair pek çok örnek birlikte var edilir. Gündelik yaşam tahayyülünün açmazlara rehineliği bir yanda, toptancı bir zihniyetin artık vahamet sınırlarını da aşan sınırlama çabaları diğer yanda, her durumda o yok etme istemi sürekli güncel bir mesele kılınır. Belirsiz değil her anlamda doğrudan yinelenen haller / tahayyül ve pratiklerle birlikte o cürüm sahasına bir adım daha yaklaşılır. Yazılı, verili hakların ters yüz edildiği, ya hiç, ya yok sayıldığı kala kala bir avuç insani mefhumun savunusunun avuntu kabilinden bildirildiği yerde yıkımın her nereyi, her neyi kapsadığı zaten afakidir. Cürümlere tutunarak ilerleyen bir menzilde, salt rakamlardan ibaret görülen asgari ücretin güncellenmesi, memur, emekli maaşlarına doğrudan yapılmış müdahaleler bir iyileştirmeyi değil tam aksine, güncellendikçe daha da dipsiz bir karanlığı arşınlamayı mümkün kılar. Cerahat elinin, eline kan bulaşıp oturmuş o sermaye ile kotardığı vizyonsuz ülke pratikte zorun / ceberut olagelen bir sarmalın kendisi olarak güncellenendir. Budur artık yeni ülke, her dem daha ağır yıkımların sahnelendiği bir cerahat sarmalı.
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “ENAG'ın yüzde 108,58 olarak açıkladığı yıllık enflasyonu TÜİK'in yüzde 38,21 olarak açıklaması üzerine KESK İstanbul Şubeler Platformu Cevahir AVM önünde "İnsanca yaşanacak ücret istiyoruz" şiarıyla basın açıklaması gerçekleştirdi. Tüm illerde ortak gerçekleştirilen basın açıklamasını İstanbul'da KESK İstanbul Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Ayfer Koçak okudu.
"İyileştirme Gerçek Enflasyon Üzerinden Yapılsın"
Basın açıklamasında esnasında "TÜİK şaşırma, maaşımı aşırma", "Rakamlar sahte, yoksulluk gerçek", "Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz" sloganları atıldı. Basın açıklaması öncesinde konuşan Eğitim Sen İstanbul 1 Nolu Şube Başkanı Mesut Mike, "Maaşlarımızın yoksulluk sınırı üzerinde olmasını istiyoruz, bugün yoksulluk sınırı yapılan pek çok araştırmaya göre 34 bin ile 35 bin civarında. TÜİK'in açıkladığı enflasyon rakamlarının doğru olmadığını, bugün bize yansıyan yakıcı enflasyonun ise kesinlikle 100'ün üzerinde olduğunu görüyoruz, biliyoruz ve yaşıyoruz. O nedenle yapılan iyileştirmeler enflasyona ezdirilmeyecek deniyorsa zamların gerçek rakamlar üzerinden yapılması gerektiğini bir kez daha kamuoyuyla paylaşıyoruz" dedi.
"Büyümeyle Övünenler Refah Payını Emekçilerle Paylaşmıyor"
Koçak basın açıklamasına “Alanlardayız. Çünkü güvenli bir gelecek, güvenceli bir iş istiyoruz. Alanlardayız çünkü büyükşehirlerde 12 bin TL’yi aşan ev kiralarını karşılayacak gücümüz kalmadı” diye başladı. TÜİK’in hayat pahalılığını en az yarı yarıya düşük göstererek maaş artışlarımızı bir kara delik gibi yutmaya devam ettiğini ifade eden Koçak, “Yaşadığımız gerçek hayat pahalılığı ile ilgisi olmayan bu sanal rakamlar özellikle maaş zammı alacağımız dönemlerde daha da aşağı çekiliyor. Seyyanen yapılması zorunlu hale gelen artışlar bunun en büyük itirafıdır” dedi.
"22 Bin TL 55 Günde Bile Eridi"
Ülkeyi yönetenler tarafından yıllardır “işçiyi, memuru, emekliyi, asgari ücrete ezdirmedik” nutukları atıldığını vurgulayan Koçak, “Yandaş Memur-Sen yöneticilerinin her toplu sözleşmede iktidarın belirlediği hedef enflasyon rakamlarına imza atmasından bıktık. Türkiye tüm çalışanlar için bir asgari ücretliler ülkesine çevrilmiş bulunuyor. En yüksek ücreti alan kamu emekçisi maaşı dahi yoksulluk sınırı altında kalıyor” ifadelerini kullandı.
Koçak iktidarın seçimlerden önce verdiği “en düşük memur maaşı 22 bin TL olacak” sözünü hatırlatarak Türk lirasının sadece son 55 günde dolar karşısında %25 değer kaybettiğini ifade etti. AKP’nin her fırsatta büyüme rakamları ile övündüğünü vurgulayan Koçak, o büyüme rakamlarını emeği, alın teri ile yaratanlara, bizlere refah payı vermeye yanaşmadığını söyledi.
"Ağustos Ayında Ankara’da Olacağız"
Kamu emekçilerine seslenen Koçak, “Gelin yıllardır tekrarlanan bizi her geçen gün daha sefalete iten bu oyuna artık dur diyelim. Ne TÜİK’in sahte enflasyon rakamlarına ne iktidarın refah payı aldatmacasına kanmayalım. Yandaş basının müjde haberlerine itibar etmeyelim. Bugün sunulan 17.55 + 8077 seyyanen zam ile kamu emekçilerinin eline geçek olan gelir bugünkü yoksulluk sınırının dahil çok altında kalmaktadır” dedi. Toplu iş sözleşmesi süreci için bilerek kamu emekçilerinin tatilde olduğu ağustos ayının tercih edildiğinin altını çizen Koçak, tüm kamu emekçilerini Ankara’ya davet etti.
"İnsanca Yaşanacak Ücret İçin Mücadele Etmek Zorundayız"
Kamu emekçilerini, emeklileri yıllardır kaybettiren bu yoksulluk ve sefalet düzenine karşı insanca yaşayacak ücret, güvenceli iş, güvenli gelecek mücadelesinde omuz omuza vermeye çağıran Koçak, KESK adına talepleri yineledi:
* Bunun için en düşük kamu emekçisi maaşı temmuz ayı itibari ile eş ve çocuk yardımı, yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmalıdır.
* Her üç ayda bir yoksulluk sınırında yaşanan artışa göre güncellenmeli, üzerine her çeyrekte yaşanan büyüme rakamları refah payı olarak eklenmelidir.
* Gelir vergisi birinci dilim oranı %15 ten %10’a düşürülmeli, yoksulluk sınırına kadar olan maaşlar-ücretler birinci vergi diliminde sabitlenmelidir.
* Seçim öncesi verilen kira yardımı, mülakatın kaldırılması sözlerinin gereği zamana yayılmadan hemen yerine getirilmelidir.”
Daimi bir biçimde kendi kötülük eşiğini durmadan güncelleyen bir zemindeyiz vesselam. Hiç kimseyi ezdirmedik lafzı döndürülüp, ısıtılıp aralıksız servis edilirken oluşturulan tüm o cerahatin her neye tekabül ettiği zaten başlı başına dile getirilenler ile anlatılmıştır. Bugünün ülkesinin dününden de ağır bir sınamayı, iyileştirme diyerek kaktırma çabasının vardığı düzlemin ne kadar hazin bir sonucu beraberinde getirdiği o eylemlerle çıka geleni, itirazı dikkatle baktığımızda gözler önüne serer. İktidarın yalan / riyayla birlikte kurduğu ve var ettiği ülke tiradının nasıl da boşa düştüğü gözler önündedir. Büyüme rakamları, bir biçimde var edilen muktedir ülke olma halleri, hiçbir surette yaşamda imkanları, olasılık, ihtimalleri bırakılmamış bir kesimi / büyük çoğunluğu sessizlikle kuşatır. Geçinmenin bir biçimde tamama erdirilip, lütfen var edilen iyileştirmeler karşısında anında gerisin geriye iptal olunmasının / heder edilmesinin mesel edilmediği bir yerde emekçilerin sesini kim, nasıl, nerede duyacaktır? Sahiden bunca bodoslamadan ilerlenen bir yok etme kültürünün, ekonomik çökertme halinin ortasında, bütünüyle var edilen imdat çığlıklarını kim nerede, ne zaman duyacaktır?
Düzenleme diye düzensizliğin, iyileştirme diye yoksunlaştırma hallerinin, gelir artırımı ve refah derken yerinde sayan bir eksiltmeyi reva gören, bunu sadece asgari ücretliye değil aynı zamanda kendisinin de oy deposu kıldığı / bildiği emeklilere de var eden bir düzlemde kim neyin hakkını, nerede ne zaman duyacaktır? “Önergelere göre yüzde 25'lik zam, daha önce 5 bin 500 liradan 7 bin 500 liraya yükseltilen en düşük emekli aylığına uygulanmayacak. Emekli zamları sadece kök aylıklara yapılacak. Buna göre örneğin kök aylığı 6 bin lira olup Hazine desteğiyle 7.500 lira aylık alan emeklinin 6 bin liralık kök aylığına yüzde 25 zam yapılacak.” Sonucunda dönüp dolaşıp, batmaya son sürat devam denilen bir menzilde iki gıdım hayat hakkını da çok görmeye devam diyenlerin elinde kalakalır ülke? Misal, hiçbir biçimde görünür kılınmayan, artık mevzu dahi edilemeyen o asgari ücretle / devlet memurunun asgarisi arasındaki uçurum bahsi ne açılır / ne söz hakkı ne de tek bir itiraza yer bıraktırılır. Ülke nüfusunun ekseriyetle ezici çoğunluğuna takdim edilen / eline kan oturmuş sermayenin vermemek için kırk takla atıp, vergisinden düşmeye gayret ettiği asgari ücretin kuş kadar kılınması mesel olunmaz, bu açık imdatları kim ne zaman duyacaktır ki sahiden?
BirGün Gazetesinden iliştirelim: “Temmuz ayı memur maaş katsayısındaki yeni düzenleme kapsamında artırılan sosyal yardım ödemeleri artırıldı.
Düzenlemeye göre, yaşlı aylığı 2 bin 348, yüzde 40-69 engelli aylığı 1874, yüzde 70 ve üzeri engelli aylığı ise 2 bin 811 liraya yükseltildi.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, artışa ilişkin yazılı bir açıklama yaptı.
Göktaş, açıklamasında, "Yapılan yeni düzenleme sonrasında sosyal yardım programlarımızın aylık ödemelerini artışlı bir şekilde hak sahiplerimizin hesaplarına yatıracağız" dedi.
Dezavantajlı durumdaki bireylerin çeşitli hizmet ve sosyal yardım modelleriyle desteklendiğini ifade eden Göktaş, memur maaş katsayısında yapılan düzenleme sonrası sosyal yardım programlarının aylık ödemelerini artırdıklarını belirtti.
Bakan Göktaş, şunları kaydetti:
"Temmuz ayı memur maaş katsayısında yapılan yeni düzenleme sonrasında sosyal hizmet modelleri kapsamındaki yaşlı aylığı 1997 liradan 2 bin 348 liraya, yüzde 40-69 arası engelli oranına sahip vatandaşların aylığı 1594 liradan 1874 liraya, yüzde 70 ve üzeri engelli raporu bulunan vatanda��ların aylığı da 2 bin 392 liradan 2 bin 811 liraya yükseldi. Diğer yandan 18 yaş altı engelli yakını olan vatandaşlara ödenen engelli yakını aylığı 1594 liradan 1874 liraya, hafif silikozis aylığı 3 bin 445 liradan 4 bin 50 liraya, orta silikozis aylığı 3 bin 938 liradan 4 bin 629 liraya, ağır silikozis aylığı ise 4 bin 388 liradan 5 bin 158 liraya çıktı."
Her şey ortadayken hangisini neresinden yazarsınız sahiden? Bütünüyle kafasını kuma gömülü tutmaya devam diyen hazirunun varlığı söz konusuyken şu yukarıdaki haberlerin hiçbir anlamı yok mudur? Sokağa çıktığınızda düşünmekten heder olup, dalgın dalgın bir yerlere yetişme telaşında olan insanlara bir tek olumlanabilir bahis açılabilir mi? Yok o iş sandığınız gibi değil denilebilir mi? Marketlerde, öyle on yıldız, beş yıldız, kocaman mega bilmem ne marketlerde değil, un ufak edilmiş hayatlarında hayatta kalmak için bir mücadeleye tutunanların ucuz ürünlerden hangisi daha ucuz bunu alabilmek için bile kırk kez düşünmesinin hesabını mesela kim fark edecektir? Bıraktık, içkiyi, sigarayı, bıraktık o dışarıda yemeği içmeyi, bir yerlerde bir konsere / tiyatroya / sinemaya gidebilmeyi bir tek kitap alabilmenin bile imkansız kılındığı yerde cehaletin yükseltilen duvarlarını bütün bu yoksunluğa dair kime neyi anlatabiliriz sahiden? Bir biçimde sınırlanan, daha da eksik kılınan, her defasında hizaya geçip emir erliğine devam etmesi beklenen, duraksamadan da oyuna talip olunup, yaşam sürmesi beklenen insanların hayatına tek bir iyileştirme sahi ama sahiden de söz konusu edilebilir mi? Markette parası kalmadığı için ketçap çalmaya çalışanı, bir biçimde ekmeğe katık edip onunla yaşayabilmeyi aklında gerekçelendirebilir mi yaygın medya soytarıları, sarayın palyaçoları, üç kuruşa onurlarını satanlar, şunlar ve dahi bunlar! Sahiden!
Didaktik, saplantılarla donatılmış, duraksamadan yok etmenin yolunu arşınlayan bir biçimde hayata kastın devam olunduğu bir zemindeyiz. Ezdirmedik halkımızı derken baş efendi bizatihi nereye yollandığımızı da göstere gelen günlerden geçmekteyiz. Kemerdeki sıkılacak deliğin kalmadığı, katığın ekmekten mülhem ağırlıkta olduğu bir ülkede fikriyat hep geri plana aksettirilirken çığ gibi yükselen faturalar mesela ezdirilmeyen yurttaşları hiç bildirmemektedir. Bütünüyle vergilendirme dilimlerinin tarumar edildiği bir yerde her harcamasını mahsup ettirip, vergi kaçıran mümtaz, müesses nizam asalaklarını mesela kim ne zaman görecektir? Beşli çete nam bir kolektifin memleketin her gününde ol yerli ve milliyi sömüre geldiği bir düzlemde, milletin a. koyacağız buyuranların var ettiği tüm o çürümenin hesabını kim verecektir mesela, sahiden? Devlete ödenen harçların en asgari yüzde elli küsur arttırıldığı, artık bir hayal kılınmış ülke içindeki takoz hiçbir işlemi tek bir kerede var edemeyen dandik telefonların yanında sahiden bir şeye benzeyen, hayır illa ayfon değil, x, y, z marka bir telefonun kayıt ücreti yüzde üç yüz otuz neye dayanarak arttılılır, kaçak şebekesinin başı zaten ak partili bir temsil iken misal! Sahiden yol nereyedir, her neresidir gidilen! Kesintisiz bir girdap halini alıyor koca memleket. Düşman addettiği kesimlerin var edemeyeceği bir ekonomik buhranı memleketin sahici, öz, yerli ve milli denilen evlatları var ediyor. Kış çok daha ağır şartlara gebe kılınırken bir mübalağaya gerek kalmazdan yaşam yağmalanırken, şimşek efendi, hafize hanım, bilmiyoruz kimler kimler için devletin kasası sonuna kadar açılırken, onca yağma var edilip durulurken yıkıma karşı el aman feryadını ne zaman ortaklaştırabileceğiz mesele budur. Tümüyle gemi su aldı, batmaya devam ediyor. Sahiden bunca badirenin ortasında bir imdat çığlığını ortaklaştırmak ne zamandır, iş işten geçmeden...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Nicole TUNG – Bloomberg
2 notes · View notes
seslimeram · 1 year
Text
Tirada Dönüşüyor Güncellik
Tumblr media
Bir tirada dönüşüyor yaşadığımız güncellik. Her şeyin belirsiz bir karanlığın insafına terk edildiği yerde, cürmün, çürümenin, cerahatin ortasında bir başına terk ediliyor insan tüm o sıradan. Kendi kendine yetebilen / gününü eyleyebilen, yönünü kendi inisiyatifi refakati ile bulabilen, sorgulayan, soran, çekip, çeviren ve sual eden / itirazını var eden insanların önünde setler çekiliyor. Yaşama eyleminin nalıncı keseri gibi bir örnek tahakküm halleri, pratiklerine rehin kılınmasının utanç verici suretiyle yaşam tirada dönüştürülüyor. Hiçbir kimse için tek bir çıkışın bırakılmadığı / bunun düşünülmesinin dahi var edilemediği bir zeminin gerçekliğine uyanıyoruz her gün yeniden. Tümden, belirgin bir biçimde yaşama eylemi dönüşüme tabi kılınıyor. Muktedirin doğruları, muktedirin pratikleri, muktedirin olur vermesi ve daha pek çok farklı tezahürle birlikte duraksamadan baskılamanın varlığı kesin / kati bir ülke formunu var etmeyi günceller. Böyle bir toplamda, günbegün hizaları yeniden belirlenen bir yer / yurttaş kavramı oluşturulur. Yalan, riya, hiddet üçlüsü arasız, fasılasız bir biçimde o tirada dönüşen hayat imecesini kuşatmaya devam ederken erkanı muktedir bir referans noktası oluşturur.
Bir asırlık deneyim olarak anılagelen demokrasi pratiğinin hiçleştirilmesi, sözün / anlama gayreti ve sorun çözebilme yetisinin hiçe sayıldığı bir düzlemin binasına devam olunur iş bu sahnede. Gözle görünür bir biçimde yargıların dağıtıldığı, hedefe alınanların canlarının yakılmasının mütemadiyen sağlama alındığı bir düzlemde yol / yordam eksiksiz bir biçim ile birlikte cerahate boğdurulur. Tek bir gün nefes alma hakkı söz konusu edilmeyecektir ki sorgulamalara düşünülmesin. Boyunduruk ve tahakküm yaygınlığa kavuşturulabildikçe cerahate teslim olmak da aralıksız kılınsın istenir. Bütünüyle normatif yerle yeksan edilip, tahakküm bir istikamet belirleyici kılınırken sessizce biat eden kitlelerin varlığı tescillenir artık. Akp muhteviyatını, iktidar şablonunu oluştura gelen hemen her hamlede bu belirsiz değil neredeyse milimi milimine hesaplı kitaplı yol, yön belirleme çabasında -biyopolitik- bir deneyim gerçekten gerçek kılınır. İyi de nereye kadar, daha ne kadar zorbalığın, kötü, kötücül bir tahayyülün esareti dayatılacaktır.
Hemen her durumda, ortaya çıkan esaret pratiğinin, duraksanmadan güncellenen açıktan o yıldırı / tahakküm ve ötesinde tek bir iyi gün kalır mı sahiden? Bir tiradın ta kendisine en kestirmeden ulaştırılıyor ülke. Baş efendinin suna geldiği yenilik / yeni ülke, yeni yüzyıl, diriliş / şahlanış vesair adlandırmaların paralelinde olmakta olan o hayat hakkının her nasıl bile isteye lime lime edildiğinin meselidir, trajik kılınan. Bilcümle iyileşme, geleceği çok daha emin adımlarla yürüme, güven, adalet ve eşitlik kavramlarının, hürriyet nam adı söz konusu kendisinin yerinde yeller esen bir edimler toplamında insani müştereklerin her nasıl yok edilmenin kıyısına taşındığının güncesidir o trajikliği sağlama alan. Sağlamasını var ederken her dönemeçte, her takvim yaprağına kan düşen ülke gerçektir. Nihayetinde o kanın sıçradığı, zorbalık eliyle kotarılan tehdit mekanizmalarının günbegün bambaşka yara ve açmazları beraberinde taşıdığı bir yerin meselesidir trajedi halini var eden. Budur, bu kadar afakidir tümden bariz kılınan yıkımın, cendere ve tahakkümün var ettiği trajik olanı anlaşılır kılacak olan. Soluk alabilecek tek bir sathı bırakmayan zeminde hangi gün iyi kalabilir ki, sahiden?
Gazete Duvar’dan Fatih Saygın’ın haberini aktaralım: “Trabzon'un Maçka ilçesine bağlı Esiroğlu Mahallesi'nde TOKİ inşaatında çalışan Kürt işçilerin, ırkçı saldırıya uğradığı öne sürüldü. Ağrı nüfusuna kayıtlı 6 işçinin uğradığı sopalı ve taşlı saldırıda bir işçinin kafasına 8 dikiş atıldı, bir işçi kolunda bıçaklandı ve burnu kırıldı, bir işçinin kolu çıktı.
'Arabalardan Sopalarla İnerek Saldırdılar'
Darp edilen işçilerden görüştüğümüz U.G, olayı anlatırken şu ifadeleri kullandı: "Mesai bitiminde eve dönmek için yola çıkmıştık. Mahalleden ana yola çıkmak isterken bir araç önümüzü kesti. Yardım isteyeceğini sandık. Aracından inerek yanımıza geldi ve müziğin sesini kısmamızı istedi. Müziğin sesi zaten kısıktı. Biz de kısabileceğimizi fakat neden tepki gösterdiğini sorduk. Çalan müzik de Türkçe bir rap şarkısıydı. Pencereden bize yumruk attı. Biz 6 kişi olduğumuz için karşılık vermedik. Olay yerinden ayrılmaya çalışırken bir sürü araba geldi. İçinden sopalı insanlar indi. Biz ne olduğunu anlamadan saldırıya uğradık. Kardeşim kolundan bıçaklandı. Abimin kafası yarıldı. Bir arkadaşımızın kolu kırıldı. Hepimiz ağır şekilde darp edildik. Araçla geri geri kaçarak şantiye alanına döndük. Bir minibüs geldi, abime çarptı. Abimin göğüs kafesi zedelendi. Daha sonra yine araçlar geldi. Bazılarında silah vardı. Polis ve jandarma da geldi. Araçla bölgedeki bir otele sığındık. Daha sonra jandarma bizi karakola götürdü. Karakolun da etrafına toplandılar. Jandarma havaya ateş ederek kalabalığı dağıttı. 4-5 saat karakolda bekledik. Daha sonra durumu ciddi olanlar��mız hastaneye götürüldü. Abim ve kardeşim hastaneden dün çıkabildi. Olayın sorumluları saldırganlar hala tespit edilmedi. Bir an önce yakalanarak cezalandırılmalarını istiyoruz."
'Sorumlular Yargılansın'
Olayın ardından Dev Yapı-İş Sendikası sosyal medya hesaplarından açıklama yaparak saldırıya tepki gösterdi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi: "İnşaat işçilerine yapılan faşist saldırıyı kınıyoruz. Trabzon Maçka ilçesi Esiroğlu beldesinde müzik dinleyen işçilere faşist saldırı gerçekleşti. Bir anda onlarca kişi işçileri darp edip yaraladı. Ağrılı işçilerin hastanede tedavileri tamamlandı. Siyasi iktidarın uyguladığı kutuplaşma politikalarının bir sonucu olarak gerçekleştirilen bu saldırıyı kınıyoruz. İşçilere gerçekleşen bu saldırıların bir daha yaşanmaması adına sorumluların yargılanması için yetkilileri göreve çağırıyoruz."
Tümüyle trajik kılınanı gösterir bir karşılaşmadır şu yukarıda okuduğunuz. Nefret edimi, eylem ve söyleminin her nasıl can yakıcı bir istikameti var ettiği / bütünleştirdiğinin hali tekil gibi gösterilip aslında memleketin dört bir yanında var edilmesine tek bir kıvılcımın sebep olabileceği ayrımcılığın her nasıl örgütlendiği / lince dönüştürüldüğü belirgin olur. Kürd’ü nesnel bir biçimde bu ülkedeki eşit yurttaşlık haresinden saymamak için bir vesile bir tahayyül daha bulunur; Türkçe rap müzik dinlemek! Fenalıklar silsilesine dönüşmüş ol yerin artık akılla izah edilmeyecek olan kör karanlık şablonlarının her ne şekilde var edile geldiğini örnekleyen, kırmızı çizgi icadının her nasıl küçücük bir meselden çıkartılabildiği gerçekliği gerçek bir hazandır. Trajedinin boyutlarında insanların ol yaşamda var olma istemlerinin önüne setler kurulur. Oraya ait görülmemekten, bir hal ve biçimde yaftalamalarla birlikte anılmaya, dur durak bilmeden baskılanmaya her daim hor görülüp itilip kakılmaya, en sonunda linçle ya sınırın ötesine, ya uzaklara yollanmaya ya da bitimsiz bir başka tekrara rehin edilmeye sürekli bir fasit döngü o trajedi meselesini en kestirmeden aksettirir. Durum, hal, yönelim ve istikamet ülke adına içler acısıdır halen, haddizatında. Kim verecektir ki o pogromun, şu dayağın, bir kenarda tertip edilmiş olagelen lincin hesabını sahi kim!
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Diyarbakır'ın Lice ilçesinde 22 Mart akşamı bir arkadaşıyla evine dönerken polis tarafından kaçırılarak işkence edilen 14 yaşındaki Y.D.'nin davasında, 'Kasten Silahla ve Kamu Görevlisinin Sahip Olduğu Nüfus Kötüye Kullanılmak Suretiyle Yaralama' suçundan tutuklanan üç polis tahliye edildi.
Daha önce Lice Asliye Ceza Mahkemesi, 14 yaşındaki çocuğa yönelik fiillerini “ İşkence Suçu” kapsamında olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilen tutuklu polislerin itirazı üzerine, Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi işkence suçunun unsurları oluşmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararını kaldırdığı gibi tutuklu üç polis memurunun oy çokluğuyla tahliyesine karar verdi.
Görevsizlik kararının iptalini ve tahliyeleri Diyarbakır Barosu duyurdu.
"Hukuki süreci takip etmeye devam edeceğiz" mesajı veren Diyarbakır Barosu'nun tahliyeler hakkındaki açıklaması şöyle:
'İşkence Suçunun Bütün Unsurları Dosyada Vardı'
"Lice Asliye Ceza Mahkemesi, polis memurlarının 14 yaşındaki çocuğa yönelik fiillerini “ İşkence Suçu” kapsamında olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermişti.
Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi sanık polislerin itirazı üzerine işkence suçunun unsurları oluşmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararına kaldırdığı gibi tutuklu üç polis memurunun oy çokluğuyla tahliyesine karar verdi.
İşkence suçunun bütün unsurlarının var olduğu dosyada görevsizlik kararının kaldırılması kararı ve tahliyeler kamu görevlilerine yönelik cezasızlık politikasının sonucudur.
Hukuki süreci takip etmeye devam edeceğiz."
Y.D.’nin yaşadıklarına dair kısa bir kesiti de iliştirelim: “Ailenin avukatı Ramazan Karalp, Y.D. isimli çocuğun yaşadıklarını şu şekilde aktardı:
"Çocuk Lice merkezde yaşıyor. Akşam saatlerinde arkadaşlarıyla birlikte evine dönerken polisler tarafından durduruluyor. 10 yaşında olan arkadaşını bırakıyorlar, çocuğu ise tenha bir yere götürüyorlar. Silah dipçikleriyle darp ediyorlar. Çocuğu hem dövüp hem de sürekli bir şekilde ‘ben Türküm, Kürtlere küfret’ diye söylemesini istiyorlar.
Çocuk bunu yapmayınca bu kez yarına kadar İstiklal Marşını ezberlemesini istiyorlar. ‘Ezberlemezsen gelip senin kafana sıkacağız’ diyorlar. Sonra ilçe merkezinden geçen bir derenin yanındaki bataklığa atıyorlar. Ağzı ve elleri bağlı bir şekilde köhne yere bırakıyorlar. Ahırda hayvanlarına bakan bir köylü duyduğu sesler üzerine çocuğu fark ediyor. Hemen hastaneye yetiştiriyor. Lice Devlet Hastanesi’nde darp raporu verilen çocuk daha sonra Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne sevk ediliyor. Çocuk şu an hastanede tedavi görüyor ve sağ gözünü kaybetme riski var. Gözünde sürekli bir kanama var ve açamıyor."”
Bir tirada dönüşüyor yaşadığımız güncellik. Her şeyin belirsiz bir karanlığın insafına terk edildiği yerde, cürmün, çürümenin, cerahatin ortasında bir başına terk ediliyor insan tüm o sıradan. Y.D.’nin başına getirilmiş olan şiddetin afaki bir ayrımcılığın ta kendisinden ileri geldiği bugün artık daha belirgin oluyor. Onca badire, bir dolu can alma, dökülmüş kan karşısında nefretle yeni kurbanlar aranmasının var ettiği her şey bu tirada dönüşmüş olan güncelliği de özetliyor zaten kendi başına, başlı başına. Kolluğun görevleri arasında insan haklarını çiğneyebilmek, bir cana kastetmek, işkenceye olur vermek ve bunu yapma hakkını kendinde görmek, ırkçı / latent bir propagandayı kendi başına yeniden imal etmek gibi hakları var mıdır, sahiden böyle bir mesele söz konusu mudur? Batı Türkiye sathında uygun görülen tehdit / tahakküm hamleleri ve uygulamalarının Bakur Kürdistan’ı söz konusu olduğunda can yakan, canı kuşatan ve yok etmeye ant içen tahayyüllerle birlikteliği de mi sorunu görünür kılmaz misal? Bütünüyle vakalar tahrif edilirken, olaylar içerisindeki failler birer ikişer aklanıp, paklanıp yeniden görevlerine dönebilirken onca hal bu kadar afaki şiddete maruz bırakılanların hayatları ne olacaktır? Y.D.’nin kırılmış onuru, ayaklar altına alınmak istenen hakları, parçalanmaya çabalanan kimliği ne olacak, sahi kim verecektir hesabını, düşünüyor musunuz?
Adaletle bağlarını kopartmış bir yerde hayat mücadelesi sürüyor. Eşitlik nam ülkünün hiç ama hiçbir kalıcı geçerliliğinin konulmadığı / bırakılmadığı bir zeminde hak aramak artık naif bir hamleye dönüştürülüyor. Demokrasi mefhumu ve ediminden söz açılmaya halen bol kepçe devam olunurken, kazanılmış hakların dahi üstünün çizildiği bir güncellik var ediliyor. Tüm, bütünüyle insana dair olanın yerle yeksan edilmesi yeni ülkenin yepyenisi ol yüzyıl hamlesinde tarumar ediliyor birer ikişer. Gücü elinde tuttuğu artık kesin olan ol akımın sunduğu, koalisyonun bugünden çok daha gerici / geriye doğru koşar adım giden / bir sahiplenme olduğu göz ardı edilmek isteniyor. Hizanın her gün yeniden daraltıldığı bir yurttaşlık imgesi var edilir. Tekmil vermeden gün geçiremeyen, diyetini ödemeden tek bir lokmasına sahip çıkamayacak, hakkından bihaber, gözetilen, denetlenen, kuşatılan bir hayat imgesine olur veren bir yurttaşlık sürekli pişirilip sunuluyor. Görünen köy kılavuz hiç istemiyor artık. Seksen altı milyonu aşkın yurttaşın hayat haklarının bir tirada dönüşüp, belirli zümreler için güllük gülistanlık bir cennet tahayyülü var edilirken kalana cehennemin ta kendisi takdim ediliyor. Bir tirada dönüşüyor ülke, baştan sona kokuşmaya rehin, her günü kapkaranlık... içinize siniyor mu?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Yasin AKGÜL – Agence France-Presse
0 notes