Tumgik
#kürd101
seslimeram · 10 months
Text
Tepetakla
Tumblr media
Tepetakla her şey. Söz eksik gedik. Hayat yara bere içerisinde artık. Alenen nobran belirli hatlardan güncellenen tahakküm hamleleriyle cürmün esiri kılınıyor o hayat erimi, şu yer, bu ülkedeki hayat imgesi. Ne söze yer var, ne atılan çığlıkları duyan eden. Kral şimdi tüm o varsayımların ötesinde çıplakken, yıkımın, yıldırı ve tahakkümün birlikteliğinde hemen her şekilde örnek kişilik olarak nakşediliyor. Çizginin dışına taşmak normatif kılınıyor. O hırsız, şu yağmacı, bu bezirgan, beriki memleket sevdasından ezip duran, tehditlerini kini birleştirerek var edenler elinde her şey tepetakla ediliyor, her an, her şekilde. Cürmün illa ki beraberinde sunulan, sulandırılmış bir milliyetçi, milli ve yerlilik mefhumunun yanında yamacında o tepetakla etmeler bir güncelliğe kavuşturuluyor. Sıradan insanların haklarını yerle bir etmek, sorgularını imkansız kılmak, cürme rehin bilmek / etmek yolunda yürüne durulan kılınırken bir biçimde akış tersine çeviriliyor. Müştereklerimiz talan ediliyor her anlamda, her yerde, her güne içkin bir halde, belirgin bir istemle.
Ne yol, ne yordam, ne anlam, ne sorgu geriye konuluyor tepetakla edilmiş bu düzlemde. Hayat mefhumu çepeçevre kuşatılırken, sözün kıymeti harbiyesi sıfırlanıyor bir kez daha ama asla son kez değil. Normun yerini eğrelti, düzeltilemeyecek olan bir çürümenin aldığı zeminde var edilen her şey o ters yüz edilmiş olagelen hayat imgesinin / eyleminin her ne hale konulduğunu da örnekler. Bugünün ülkesi bir sulta olarak güncellenirken bütün yeni ülke, yüzyıllık iddialı çıkışları, demokrasi ve medeniyet göndermelerinin altının tastamam boşaltıldığı yer gerçekliği söz konusudur. Tümden bir mahvediş şablonu güncellenirken bir biçimde tahayyül edilen ile hakikatin var ettiği uçurum kesintisiz kılınır. Cerahat her güne içkin, hayatın hedef alınması her yerdedir. Karanlık bir çağın temsili olagelen tüm ol ak parti cenahının var ettiği ülke gailesinin, milli, yerli diye kodladığı tahayyül / kapasite / eşiğin ötesinde sıradan olanın hayat hakkının bir kerede, bir anlığına değil doğrudan daim bir biçimde yutulması kesintisizdir. Tepetakla edilen hayatın ta kendisidir en kestirmeden, belki de yalın, dümdüz.
Bianet’e bağlanalım: “Hatay'ın Antakya ilçesine bağlı olan Dikmece Mahallesi'nde tarım arazileri kamulaştırılan depremzedelerin direnişinin onuncu, nöbet eylemlerinin ise dokuzuncu günü.
Dikmeceliler, seslerini duyurabilmek için bugün (8 Ağustos) Ankara'ya geldi.
Emek-meslek örgütlerinin çağrısıyla TMMOB Makina Mühendisleri Odası Eğitim ve Kültür Merkezi önünde yapılan eyleme katılan Dikmeceli yurttaşlar, ardından Meclis'e giderek temaslarda bulundu.
Dayanışma çağrısı
Dikmeceli yurttaşlar adına eylemde konuşan TÖP Hatay İl Sözcüsü Hasan Özgün, "Asırlık zeytin ağaçlarımızı elimizden almak istiyorlar. Biz buna hayır diyoruz" dedi.
Acele kamulaştırmaların deprem konutu inşası gerekçesiyle yapıldığını ancak Dikmece'ye bir kilometre mesafede hazine arazilerinin olduğunu belirten Özgün, şunları kaydetti:
"Üstelik zemini kaya, sapasağlam. Hazine arazilerinde yapmak yerine gözlerini zeytinliklerimize, köylerimize dikmişler. Biz sonuna kadar direneceğiz. Akbelen'deki kardeşlerimiz, sizin yaşadıklarınızı biz de yaşıyoruz. Bizim de karşımıza TOMA'yla, askerle, gazla, copla çıktılar. Ama hiçbirisi hayatımızdan, toprağımızdan, doğamızdan, zeytinlerimizden daha kıymetli değil."
Kamuoyuna çağrıda bulunan Özgün, "Deprem olduğunda sizin dayanışmanızla ayakta durduk. Sizin gönderdiğiniz suyla susuzluğumuzu giderdik. Sizin gönderdiğiniz battaniyelere sarıldık. Şimdi zeytinliklerimiz için, toprağımız için, doğamız için dayanışmanıza ihtiyacımız var. Dayanışarak, birleşerek, mücadele ederek havamızı, suyumuzu, toprağımızı, ormanımızı, zeytinliklerimizi mutlaka koruyacağız" diye konuştu.
"Bir köyün yüzde 80'inin kamulaştırılması zulümdür"
Eylemin ardından Meclis'e geçen Dikmeceliler, Yeşil Sol Parti ve CHP'nin grup toplantılarına katıldı, ayrıca her iki partinin heyetleriyle toplantılar yaptı.
Yeşil Sol Parti'yle yapılan toplantıda konuşan Dikmeceli Ali Esmer, devletin toplu konut yapmasına karşı olmadıklarını belirtti, "Ancak binlerce dönüm hazine arazileri mevcut, önce buraları değerlendirsinler. Bir köyün yüzde 80'inin kamulaştırılması bir zulümdür, biz bunu böyle görüyoruz" diye konuştu.
Cafer Tümer adlı yurttaş ise Dikmece'de sadeece "Birinci Etap" inşaatı kapsamında acele kamulaştırılan arazilerin yüzde 95'inde asırlık zeytinlikler olduğunu belirterek yaşananlara tepki gösterdi.
"Zeytinlikleri Koruma Yasası Çiğneniyor"
Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, partisinin Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada, Dikmece'ye ilişkin şunları söyledi:
"Dikmece'de Zeytinlikleri Koruma Yasası çiğneniyor. Deprem konutları gerekçe gösterilerek adrese teslim bir kanun çıkarıldı. Tabii ki deprem konutları bir an önce yapılmalı ve ücretsiz bir şekilde depremzedelere verilmelidir. Ancak bu yapılırken halk ile iletişim kurulmak zorundadır. Çünkü yandaş şirketlere zeytinliklerin peşkeş çekildiği bir durumla karşı karşıyayız. Halkın geçim kaynağı olan zeytinliklerin kesilmesine izin vermedik, vermeyeceğiz, vermemeliyiz."
Ne olmuştu?
6 Şubat depremlerinde büyük yıkıma uğrayan Hatay'da, uzmanların tüm uyarılarına rağmen hızlıca başlatılan deprem konutu inşaatları kapsamında çok sayıda arazi kamulaştırıldı.
Antakya merkeze 10 km mesafedeki Gülderen ve Dikmece, arazi yapısı nedeniyle tercih edilse de bölgede zeytinlikler başta olmak üzere tarım arazileri bulunuyor. Depremzede yurttaşlar ise geçim kaynakları olan tarım arazilerinin kamulaştırılmasına karşı çıkıyor.
Gülderen Mahallesi'ndeki 61 parsel 14 Nisan tarihli Cumhurbaşkanı Kararı ile kamulaştırılırken, TOKİ'nin Dikmece ihalesini alan şirket de nisan ayı sonunda bölgedeki çalışmalarına başladı.
Dikmece'de 1415 adet konut inşaatı ile altyapı ve çevre düzenlemesi ihalesini alan Sarıdağlar İnşaat, kamudan aldığı çok sayıda ihaleyle biliniyor.
Topraklarının ellerinden alınmasına tepki gösteren Dikmecililer, 22 Mayıs'ta protesto eylemi düzenledi.
Yeşil Sol Parti Mersin Milletvekili Perihan Koca da Hatay'ın muhtelif yerlerinde deprem konutları için yapılan acele kamulaştırmaları haziran ayında Meclis gündemine taşıdı, "Dikmece'deki Arap Aleviler zorla göç ettirilmek mi isteniyor?" diye sordu.
29 Temmuz'da Dikmece'deki bazı tarım arazilerine iş makinelerinin girmesine tepki gösteren yurttaşlar, jandarma müdahalesine maruz kaldı.
Dikmeceliler, 30 Temmuz'da nöbet eylemine başladıklarını açıkladı.”
Tepetakla ediliyor her şey. Basitmiş gibi, öyle bilindiği için tam olarak yıkımı dahi artık idrak edilemeyen, yüz binlerce insanın canına mal olmuş bir deprem felaketinin üstünden bunca kısa zaman geçtikten sonra, o yok oluşu doğanın değil tam aksine insanın bizatihi o devletlinin var ettiğini gösteren bir yıkım çabası Dikmece’de var edilmek istenir. Hayatın bilabedel kılındığı zeminde cürümler, topyekun ipotek altına alınmak istenen zeytin ağacı ve buğday tarlaları gibi nice sahanın istimlak edilmesiyle o dönüşüm, tepetakla etmenin bir başka yüzeyi var edilmek istenir. Köyün yüzde sekseninin kamulaştırılması gayretinin başkaca bir okuması mümkün müdür? Arap Alevilerin yoğunlukta yaşadığı bir bölgeyi bu defa da deprem gibi bir felaket ardından istila etmenin, dümdüz ettikten sonra da hayatı var eden sahaları betona boğmanın neresinde bir doğruluk söz konusu edilebilir değil mi? Tümüyle nobran, kesintisiz bir biçimde hayata kasteden, onu dönüştürürken kimlikleri ve yaşam biçimlerini de tarumar etmeye devam eden bir devletli aklının karşısında tek bir ama tek bir ak parti temsilinin, vekilinden bakanına hiçbirisinin çıkmadığı, konuşmadığı ve dahi olan biteni sormadığı bir zeminde, bir avuç insanın seslerini duyabildiği bir uzam ve yerde hangi işi doğru olabilir ki bu ülkenin?
BirGün’den aktaralım: “Eski milletvekili Mahmut Alınak’ın 80 yaşındaki ablası Dilber Alınak, yol ortasında öldüresiye dövüldü ve şiddete maruz kaldı. Saldırı sonucu ağır yaralanan Dilber Alınak’ın hastanede yoğun bakıma alındığı öğrenildi.
Olay 9 Ağustos günü Kars’ın Digor ilçesinde meydana geldi. Ekrem Aybi isimli bir kişi sabah saatlerinde rutin yürüyüşe çıkan 80 yaşındaki Dilber Alınak’ın yolunu keserek kendisine şiddet uyguladı. Yaşlı kadını döven Aybi, Alınak’ın üzerindeki paraları, ziynet eşyası ve telefonunu da gasp ederek olay yerinden kaçtı.
Çevredekilerin fark etmesi üzerine Dilber Alınak hastaneye kaldırıldı. Yoğun bakıma alınan kadının hayati tehlikesi devam ediyor. Saldırgan Ekrem Aybi ise çıkarıldığı savcılık tarafından tutuklandı.
Hazine'ye Ait Araziyle Mi İlgili?
Rûdaw’ın haberinde aktardığı iddiaya göre saldırgan Ekrem Aybi, Hazine’ye ait bir araziyi işgal ettikten sonra araziye gelen yolu ulaşıma kapattı. Yolun kapanması üzerine Dilber Alınak’ın da aralarında bulunduğu o bölgede yaşayan kişiler Aybi hakkında belediye şikâyette bulundu. Şikâyet sonrası belediye yolu yeniden ulaşıma açıldı.
“Ablamı Tehdit Etmiş”
Eski milletvekili Mahmut Alınak “Bu kişi kuzenlerimin evine kadar gitmiş. Kuzenimi ve ablamı birkaç gün önce tehdit etmiş. ‘Bana destek olmadınız, belediye bu yolu açtı. Sizi yüzünüzden oldu bütün bunlar’ diyerek tehdit etmiş. Sabah saatinde de ablam yürüyüş yaptığı esnada yolunu kesmiş ve 5 dakika boyunca şiddet ile işkence uygulamış. Üzerindeki tüm değerli eşyaları ve telefonu da gasp ederek kaçmış” dedi.
Alınak, polis olayı açığa çıkarına kadar ablasının trafik kazası geçirdiğini sandıklarını belirterek, “Ablamın şu an bilinci kapalı ve hayati tehlikesi devam ediyor” dedi.
Saldırgan Akp Belediye Meclis Üyeliği Yapmış
Ekrem Aybi’nin geçmiş dönemde AKP Belediye Meclis üyeliği yaptığı ve en son yerel seçimlerde de AK Parti’den belediye başkan aday adayı olduğunu kaydeden Alınak şunları söyledi:
“Bu kişi yakalandığında akıl sağlığı yerinde olmadığı şeklinde hareketlerde bulunmuş. Ortalığı birbirine katmış. Savcılık da akıl sağlığının yerinde olup olmadığının tespit etmek üzere Elazığ Ruh ve Sinir Hastanesi’ne sevk etmiş” dedi.
Öte yandan Dilber Alınak’ın yeğeni Necla Alınak da sosyal medya üzerinden saldırıya tepki gösterdi. Alınak, “Bu kadın beni halam. 80 yaşında! Güpegündüz bir erkek tarafından dakikalarca dövülerek komaya sokuldu. Yoğun bakımda. Hayata tutunmaya çalışıyor. 80 yaşında bir kadın… 80 yaşında… Bir kadın!!!” ifadelerini kullandı.
Saldırganın İfadesi Ortaya Çıktı: Tanımıyorum
Öte yandan Ekrem Aybi’nin savcılıkta verdiği ilk ifadede Dilber Alınak’ı tanımadığını iddia ettiği öğrenildi.
Aybi “Kendisini tanımıyorum, soy ismini bilirim. Yıllardır da görmüyordum, yurt dışındaydı. Alınak ailesi ve Dilber Alınak’la bir husumetim yok. Fakat hatırlamadığım bir tarihte beni tehdit etmişti. Ana yol kenarında taksi ile ilerlerken onu gördüm ve hemen taksiyi durdurdum. Araçtan indim ve kadını dövdüm. Kadına ait gözlük, para ve dişlerini aldım” dediği belirtildi.”
Bir hayatın nasıl da umursanmadan pervasızca derdest edilebildiğini gösterir bir yıkım işte o Dilber Alınak’ın başına getirilen. Çürümüş bir düzenin köşe başlarını tuttuğunu iddia edenlerin, odağını çoktan kaybetmiş sureti temsillerin kör karanlığının güncellendiği bir zeminde yaşamın hiçe sayılması, seksen yaşındaki bir insanı komaya sokmak için ortaya saçılan uydur kaydır iddianın ötesinde kinin her nereye varacağını da gösterir. Bir ülkede un ufak edilmiş kanunların, hep kenarından kıyısından dolaşılan hakların, bariz ve belirgin bir rantiye pazarından pay kapma mücadelesinin ortasında bir insanın kendisine hak olarak görüp bir başkasına zulmedercesine işkenceyi sokağa taşırması, gasp etmesinin hesabı ne olur sahiden?
Yaşam mücadelesi vermek zorunda bırakılan Dilber Alınak’a uygulanan bu zorbalığın hesabını kim nasıl verecektir, verebilecek midir misal? Ekrem Aybi’nin savcılık ifadesi sonrası tutuklanmasıyla sulha varılır mı sahiden? Onca şey, o kadar tehdit, bir linç çabasının arkası da böyle kolayca bırakılıp, tamama erdirilir mi sahiden? Tepetakla edilmiş olan hürriyetin, hakkaniyetin, insana saygının temel ve en gereksinim duyulan şeyin anlayışın yok edildiği bir zeminde her birimizi bekleyen bir başka Ekrem Aybi’nin olabileceği gerçekliği korkunç sahiden de dehşetengiz değil midir? Hala değil midir?
Tepetakla her şey. Söz eksik gedik. Madun siyasetin müesses nizam eliyle kotarılmış olan tüm politizasyonun cenderelere çıkartıldığı bir zemin gerçek kılınıyor. Baş sıkıştığında ileri sürülen ekonomik darboğazı aşmak için olmadık savaş naralarına devam denilirken her yandan acı feryatlar yükselmesi göz ardı ediliyor. Bitti gitti denilenle mücadele etmeyi onu hep kenarda tutup yeniden kurgulamak, bütünleştirmek ve oyuna dahil etmek olarak algılayan bir siyasi yönetim sayesinde duraksamadan konu / mesele her ne olursa olsun hayat tepetakla ediyor.
Tümüyle çürümenin kıyısına taşınmış olagelen hayat idesini bunlar daha iyi günleriniz diye pazarlamayı sürdürüyor. Ne cerahat bitiyor, ne cürmün bu kadar afaki kol gezmesi. Ne yıkımın bir sınırı var, ne hayat ne ara bu kadar ucuza konuldu buna dair tek satır açıklama. Ne bu dünya sadece bizim değildir bahsine bir yanıtları söz konusu, ne bugünden yarına nasıl bir yere ilerliyoruz ona dair doğrudan bir tespit yahut da eylem planı. Her şey şahlanan ülke, yeni yüzyılı arşınlıyoruz, uçuyoruz kaçıyoruz ve daha bir dolu saçmalama ötesi tahayyülün arasında boğuntuya konuluyor.
Kimin nerede, nasıl, ne şekilde hangi yaralara sahip olduğu söz konusu edilmiyor. Bundan ala tepetakla olma söz konusu edilir mi? Burası Dingo’nun ahırı mıdır? Bu kadar afaki bir çözülme, her durumda apayrı bir yıkımın tezgahta işlendiği bir zeminde hayatın yönü her ne olur! Biçimsiz, derinliksiz, nobran ve kesintisiz bir şiddet / nefret sarmalına mahkum edilmiş, her şeyi yerle yeksan, doğası talan, gündelik yaşamı imkansız bir hale konulmuş – terk-i diyar edilmiş olagelen zeminde tepetakla olmaya devam mıdır? İtirazınızı kendinize duyurabiliyor musunuz, duyuyor musunuz, gidişat nereye?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Dikmece Köyünden.. TÖP Hatay/Twitter via Bianet
1 note · View note
seslimeram · 10 months
Text
Karanlığın Sahiciliği...
Tumblr media
Kurgu değil sahici ve sahiden bir dönüşüm ile hayatın zifiri karanlık kılınmasına devam olunuyor. Bedene yönelik doğrudan siyasi pratiklerle, yaşama eylemini daraltan, enikonu kuşatan ve sınırlayan bir tahakküm halinin ortasında ülke günden güne zifiri karanlık açık bir yıkıcılığın esiri kılınıyor her an. Yirmi bir yılı aşkın iktidar pratiğinin kazanılmış tüm o kazanıldığı bildirilen seçimlerin sonrasında o zifiri karanlığın biraz daha derinlerine doğru ilerlendiği meydana çıkar. Her eylem, her hamlede bir kere daha belirginleştirilmiş bir katran karanlığının yolunda yürünür. Gelmiş ve geçmiş ile bugünden yarını bütünleme birleştirme iddiasında olunurken tahakkümden medet uman aklın var ettiği her şey bütün o katran karasının sınırlarını da örnekler. Baş efendi ve beraberindeki zümrenin var ettiği, kurumsallaştırdığı cerahat bütünüyle yaşam eyleminin kökünün kazılması bildirilir. Biat, itaat edenlerden menkul salt soluk alıp verirken bir başına özgür olunan, böyle bir hürriyet bahsinin yanında köleliğin zaruri, mecburi bir istikamet kılındığı yerde karanlık zaten her yerdedir.
Tümden, bütünleşik bir yönelim sağlama alınır. Dediğim dedik çaldığım düdük denilip de bir yandan savuşturulan haklar, eşitlik ve adaleti katlederken öte yandan gündelik yaşamı belirgin bir biçimde sınırlandırmak yolunda yürünür. Bin dokuz yüz seksen dört yazınsal metninde ortaya çıkan imgelemler, bütünüyle yeni diye atfedilmiş olan ülkenin şimdisinin ayrışmaz ögesi kılınır. Orwell’in ileri görüşlülüğü değil aynı zamanda daha sonraları hep bir biçimde sökün eden akımların kökünde yer edinen, tehdit, tahakküm ve yalanlardan bir halde medet umarak yönlendirilen geniş kitlelerin tahayyülü bugünün ülkesinde kesin bir hakikat kılınır. Duraksamak nedir bilinmeden imal edilmiş olagelen tehdit döngüsünü tamamlayan, bütünlüklü bir denetim mekanizmasının insafına terk edilmiş olagelen hayat imgesini bildiren bir yerdir artık yeni nam ülke. Kapkaranlık bir döngünün ortasında tüm o yeniden yapılandırılan devletli mekanizmalarıyla birlikte ucube bir sarmalın imalinde en olmadık eşikler güncellenir. Düşünmenin engellendiği, eyleme geçip itiraz etme hakkı ve hududunun çoktan sınırlandırıldığı bir zeminde mutlak biat, tam teşekküllü itaat etme hali dışındaki seçenekler mahvedilir. Yeni yüzyılın bütün ol şahlanış nam tezahüratlarla bodoslamadan sureti hakikat kıldığı şey cerahatli bir istimlak halidir. Kurgu değil de sahi ama sahici bir dönüşümle katran karanlığında ilerleyen ülkenin binası günceldir, kayda geçsin.
Yeni Yaşam Gazetesine bağlanalım: “HDP, Yeşil Sol Parti ve kentteki sivil toplum örgütleri İzmir’de doğa talanına karşı yaptıkları açıklamada, ‘Önce Lîce’de şimdi de Cudî’de hektarlarca alanın yok olmasına neden olan ateşin günlerdir söndürülmemesinin ardında, bölgeyi insansızlaştırma politikalarının yattığını çok iyi biliyoruz’ dedi.
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) ile Halkların Demokratik Partisi (HDP), Kurdistan ve Türkiye kentlerindeki doğa talanına karşı açıklama yaptı.
İzmir’de Alsancak Gar önünde yapılan açıklamaya Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü İbrahim Akın, Milletvekili Burcugül Çubuk, önceki dönem HDP İstanbul milletvekili Musa Piroğlu’nun yanı sıra çok sayıda sivil toplum örgütü, siyasi parti temsilcisi ve yurttaş katıldı.
Açıklamada konuşan HDP Ekoloji Komisyonu üyesi Mehtap Alişan, 6 gündür Akbelen’de ağaçların kesildiğini ve bu sabaha kolluk ordusunun saldırısının yine başladığını söyledi. Alişan, “Buradan bir kez daha şu anda Akbelen’de direnen ve yalnızca Akbelen için değil, onurlu bir gelecek için mücadele eden kardeşlerimize selamlarımızı gönderiyoruz. Bir selamı da aynı talan zihniyetinin gerçekleştiği Cudî ormanlarında, her türlü yasaklamaya karşı kendi imkânlarıyla ormanlarını koruyan halka gönderiyoruz” dedi.
Önce Lîce şimdi Cudî
Kıyım pratiklerinin bizzat devlet güçlerinin yürütme ve koruması altında gerçekleştiğini vurgulayan Alişan, “Yaz döneminin başlamasıyla birlikte, Kürt coğrafyasında ardı ardına çıkan yangınların son örneği Cudî dağlarında yaşanıyor. Önce Lîce’de ve şimdi de Cudî’de hektarlarca alanın yok olmasına neden olan ateşin günlerdir söndürülmemesinin ardında, bölgeyi insansızlaştırma politikalarının yattığını bizler çok iyi biliyoruz. Keza, yaşam alanlarındaki yangına müdahale etmek için seferber olanların askerler tarafından engellenmesi, bölgenin tıpkı Akbelen’deki gibi yasaklı alan olarak ilan edilmesi, gözümüzün önünde sürmekte olan bu doğa katliamının hangi amaçla gerçekleştiğini açıkça gösterir niteliktedir” diye belirtti.
Cudî’den Akbelen’e kadar canlılığın sigortası olan ormanları korumaktan; rant, talan ve savaş düzenine karşı mücadele etmekten asla vazgeçmeyeceklerini kaydeden Alişan, “Orman varlığını koruyan Cudî ve Lîcê köylüleri ile İkizköy halkının bu haklı mücadelesini sahipleniyor ve her zaman yanlarında olacağımızı buradan bir kez daha bildiriyoruz. Gelin bu katliama sessiz kalmayalım” ifadelerinde bulundu.
Emek ve Demokrasi Güçleri’nden açıklama
İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri de, Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamada konuşan Büro Emekçileri Sendikası (BES) İzmir Şube Başkanı Mustafa Güven, orman katliamlarına karşı direnenlerin engellendiğini ifade ederek, gözaltılara tepki gösterdi. Güven, “Cudî yangınına müdahale edin ve halkın yangına müdahalelerine engel olmayın. Doğa katliamlarına karşı mücadele ederken gözaltına alınanları derhal serbest bırakın. Akbelen’ de asker jop sallıyor, TOMA tazyikli su sıkıyor. Yaşlı köylüler dövülüyor, yerde sürükleniyor. Gözünün içine gaz sıkılıyor, gerçeği görüntüleyen gazeteciler engelleniyor” dedi.
Bir kırılgan iklim döngüsü içinde var edilen fecaatler kesmiyor bir de derin ayrımların var edildiği eşikler, saldırılar ve karşı hamleler çıkageliyor. Kurgu değil sahici ve sahiden bir dönüşüm ile hayatın zifiri karanlık kılınmasına devam olunuyor. Behemehal var edilmiş o Akbelen’in YK Enerji nam sermayenin ta kendisini örnekleyen Limak ve İC holding nam yapılara peşkeş edilmesindeki acelecilik gibi, Cudi ve Lice’de de birbirinden farklıymış gibi görünse de benzeş bir insansızlaştırma gayreti sökün ediyor, ettiriliyor. Birisinde bir hayat membasının kökü makinelerle kurutulup, artık dünyada geçerliliği azaltılmış olan bir fosil yakıt için heder ediliyor. Her şey talana yem kılınıp, sermayenin insafına terk-i diyar ediliyor. Bir diğerinde doğal yaşam alanları, artık T.C. için dert olmaktan çıktığı zikredilen bir örgüt için, türlü bahanelerle yok ediliyor. Yangınlar çıkartılırken, hayatın var olduğu bir sahnenin yıkımı kesintisizleştiriliyor. Dert örgüt mörgüt değil doğrudan bir başka coğrafyada, Kürd halkının var olduğu bir bölgedeki yaşam deneyimini denetim ve gözetim altına almak olarak işlevselleştiriliyor. Her yangın, her kırım, her kesim, talan ve nicesi yüz koca yıldır devam olunan bir kimliksizleştirme deneyiminin de son ekine hali hazırda dönüşüyor.
Bir başka yerde var edilen yıkımı da ilave edeli. Şubat deprem felaketinin ardından bir biçimde istimlak edilmek istenen, Arap Alevilerin yoğunlukta olduğu Antakya’nın Dikmece köyünde geçtiğimiz Haziran ayı içerisinde art arda iki yangın çıkar. Tesadüfi olması bir yana, hesap kitap barındıran bir mutenalaştırma, yerinde dönüşüm adına bu defa zeytin tarlalarına, buğdayın yetiştirildiği bereketli topraklara göz dikilir. O günlerde kısaca haber verilmiş olan yerde geçtiğimiz günlerde topyekun istimlak için köylülere kolluk personeliyle birlikte baskın gerçekleştirilir. Köylülerin direnişi neticesinde yıkım ekiplerinin gerisin geriye yollandığı yerde yaşatılanların devamını T24’ten aktarmaya çalışalım.
Antakya’nın Dikmece köylüleri, TOKİ’nin kalıcı konut yapması için zeytinlik ve tarım arazilerinin kamulaştırılmasına karşı direnişlerine bugün de devam etti. Köylüler, kamulaştırılma kararı verilen tarım arazilerinde toplanarak köy meydanına doğru alkışlarla yürüdü. Çiftçilerden Aysel Sabahat Olgun, “Burada toplanmamızın amacı bütün arazilerimizin alınması. Şu an benim 35 dönümüm gitmiş durumda. Diğer tarım alanlarımız, zeytinliklerimiz ve oturduğumuz yerler hepsi risk altında. Burada toplanmamızın amacı birlik, beraberlik içerisinde bu toprakları vermemek. Bizim gelir kaynaklarımız, tarım alanlarımız" dedi.
Deprem bölgesinde yeni konut yapımı için orman alanları ile zeytinliklerin imara açılmasını öngören düzenlemenin 14 Temmuz’da TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmesinin ardından deprem bölgesi Hatay’da tarım arazilerine konut yapımı için adımlar atılmaya başladı.
TOKİ’nin kalıcı konut yapması için Hatay’ın Antakya ilçesinin Dikmece köyü arazisinin bir bölümü için kamulaştırma kararı alındı. Jandarma eşliğinde iş makinaları ile dün köylülerin tarım arazilerine girildi. Arazilerine iş makinalarını sokmayan köylüler önlerine barikat kuran jandarmayı alkışlarla protesto ederken, köylülerin direnişi üzerine iş makinaları geri çekildi.
Köylüler bugün de aynı iş makinalarının arazilerine girmelerine karşı sabahın erken saatlerinde tarım arazileri ve zeytinliklerinde toplanarak nöbet tutmaya başladı. İmara açılan zeytin bahçelerinde toplanan köylüler, köy meydanına yürüyerek kararı protesto etti. Bazı köylüler de traktörleriyle alana geldi.
Köy meydanına yürüyüş gerçekleştiren vatandaşlar Akbelen’de direnen köylülere de selamlarını yolladı.
Tarım arazisi istimlak edilen köylülerden Aysel Sabahat Olgun ANKA Haber Ajansı’na şunları söyledi: “Burada toplanmamızın amacı bütün arazilerimizin alınması. Şu an benim 35 dönümüm gitmiş durumda. Diğer tarım alanlarımız, zeytinliklerimiz ve oturduğumuz yerler hepsi risk altında. Burada toplanmamızın amacı birlik, beraberlik içerisinde bu toprakları vermemek. Bizim gelir kaynaklarımız, tarım alanlarımız… Atalarımız bu toprakları elbiselerinde 50 yamayla gezerek biriktirip almışlar. Satmaya kıyamamışlar. Çocuklarına miras olsun diye… Sadece tek yaptığımız toprağımızı savunmak ve bunda da kararlıyız. Bizim yetkililerden istediğimiz, bu projelerin tekrar gözden geçirilmesini istiyoruz. Hiçbir zaman devletimizin karşısında olmadık. Askerimizle de devletimizle karşı karşıya gelmek istemiyoruz. Biz sadece huzurlu bir şekilde yaşamak istiyoruz.”
Bir dönüşüm hali ki sürekli etrafını yutmaya ant içiyor. Bir devinim ki öyle böyle değil o doğrudan tahakküm nesnelliğinde yaşam iradının köküne kibrit suyu dökülüyor. Aysel Sabahat Olgun’un bahsettiği gibi atalardan kalanın hiç edilmesinin yolu kamulaştırma, devletin malı kılma, deprem konutu bina etme vesair atfetme halleriyle birlikte bağnazca bir zulmü reva görerek var edilmek isteniyor. Batı Türkiye’deki şirket talanını, Bakur Kürdistan’ında terörü ileri sürüp doğanın bütünlüğüne yangınlarla müdahaleyi, yıkımı bir biçimde depremden kurtulmuş insanları yerlerinden yurtlarından en önemlisi de geçimleri için temel dayanak addettikleri topraktan alıkoyarak onu yok etmeye çabalayarak bir sarmal bina ediliyor. Ülkenin yaşamla olan ilintisinin önüne setler çekilmeye devam ediliyor. Binalar yükseltilecek bahsinin etrafında o bölgenin kimliksizleştirilmesi, denenip de var edilmiş Türkleştirme çabasının bir başka tezahürü, devletin gölgesinin değmesi var edilmek isteniyor. Bütün bu hallerin toplamında o vatan bir ev olma vasfını muhafaza edebilir mi, sahiden var mıdır böyle bir şey, bunca kıyamet koparken.
Akbelen’den, Cudi’ye, Lice’den Dikmece’ye, Datça’dan Beykoz’a pek çok yere, pek çok farklı doğal bitki örtüsü, yabanıl hayata bir biçimde kolluk eliyle, sermaye gayretiyle tüm o devlet denilen cumhurun seçtiklerinin inisiyatifinde yıkımlar bina ediliyor. Sahiden aklı yutan, lal kılan bir cerahatli tahakküm hamlesiyle yaşam zehirlenmeye devam olunuyor iş bu coğrafyada. Yüzüncü yılını arşınladığı söylenen cumhuriyet pratiğinin içinin boşaltılıp aralıksız bir biçimde değneğe dönüştürüldüğü yerde mutlak teslimiyet için zaman mekan hiç fark etmeksizin saldırılar olağan kılınıyor. Normalini çoktan zayi etmiş olagelen bir menzilin gerçeklikten kopuşunda bir eşiğin daha aşılması söz konusu edilir. Bütün bütün tastamam kesintisiz bir cerahat sarmalına dönüştürülen yerdeki hayatın ta kendisi un ufak olunur. Yirmi bir yıllık iktidar deneyiminin suna geldiği yegane şey olan karanlığın her ne şekilde var edildiği de, güncellendiği de, yönlendirilip bizlerin demirbaşı kılındığı da artık açıktır, alenidir. Kurgu değil sahiden, sahici bir katran karanlığına meyleden yerde hayat mefhumunun geleceği ne olacaktır, düşünür müydünüz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Dikmece Köyünden... - İleri Haber
0 notes
seslimeram · 11 months
Text
Tirada Dönüşüyor Güncellik
Tumblr media
Bir tirada dönüşüyor yaşadığımız güncellik. Her şeyin belirsiz bir karanlığın insafına terk edildiği yerde, cürmün, çürümenin, cerahatin ortasında bir başına terk ediliyor insan tüm o sıradan. Kendi kendine yetebilen / gününü eyleyebilen, yönünü kendi inisiyatifi refakati ile bulabilen, sorgulayan, soran, çekip, çeviren ve sual eden / itirazını var eden insanların önünde setler çekiliyor. Yaşama eyleminin nalıncı keseri gibi bir örnek tahakküm halleri, pratiklerine rehin kılınmasının utanç verici suretiyle yaşam tirada dönüştürülüyor. Hiçbir kimse için tek bir çıkışın bırakılmadığı / bunun düşünülmesinin dahi var edilemediği bir zeminin gerçekliğine uyanıyoruz her gün yeniden. Tümden, belirgin bir biçimde yaşama eylemi dönüşüme tabi kılınıyor. Muktedirin doğruları, muktedirin pratikleri, muktedirin olur vermesi ve daha pek çok farklı tezahürle birlikte duraksamadan baskılamanın varlığı kesin / kati bir ülke formunu var etmeyi günceller. Böyle bir toplamda, günbegün hizaları yeniden belirlenen bir yer / yurttaş kavramı oluşturulur. Yalan, riya, hiddet üçlüsü arasız, fasılasız bir biçimde o tirada dönüşen hayat imecesini kuşatmaya devam ederken erkanı muktedir bir referans noktası oluşturur.
Bir asırlık deneyim olarak anılagelen demokrasi pratiğinin hiçleştirilmesi, sözün / anlama gayreti ve sorun çözebilme yetisinin hiçe sayıldığı bir düzlemin binasına devam olunur iş bu sahnede. Gözle görünür bir biçimde yargıların dağıtıldığı, hedefe alınanların canlarının yakılmasının mütemadiyen sağlama alındığı bir düzlemde yol / yordam eksiksiz bir biçim ile birlikte cerahate boğdurulur. Tek bir gün nefes alma hakkı söz konusu edilmeyecektir ki sorgulamalara düşünülmesin. Boyunduruk ve tahakküm yaygınlığa kavuşturulabildikçe cerahate teslim olmak da aralıksız kılınsın istenir. Bütünüyle normatif yerle yeksan edilip, tahakküm bir istikamet belirleyici kılınırken sessizce biat eden kitlelerin varlığı tescillenir artık. Akp muhteviyatını, iktidar şablonunu oluştura gelen hemen her hamlede bu belirsiz değil neredeyse milimi milimine hesaplı kitaplı yol, yön belirleme çabasında -biyopolitik- bir deneyim gerçekten gerçek kılınır. İyi de nereye kadar, daha ne kadar zorbalığın, kötü, kötücül bir tahayyülün esareti dayatılacaktır.
Hemen her durumda, ortaya çıkan esaret pratiğinin, duraksanmadan güncellenen açıktan o yıldırı / tahakküm ve ötesinde tek bir iyi gün kalır mı sahiden? Bir tiradın ta kendisine en kestirmeden ulaştırılıyor ülke. Baş efendinin suna geldiği yenilik / yeni ülke, yeni yüzyıl, diriliş / şahlanış vesair adlandırmaların paralelinde olmakta olan o hayat hakkının her nasıl bile isteye lime lime edildiğinin meselidir, trajik kılınan. Bilcümle iyileşme, geleceği çok daha emin adımlarla yürüme, güven, adalet ve eşitlik kavramlarının, hürriyet nam adı söz konusu kendisinin yerinde yeller esen bir edimler toplamında insani müştereklerin her nasıl yok edilmenin kıyısına taşındığının güncesidir o trajikliği sağlama alan. Sağlamasını var ederken her dönemeçte, her takvim yaprağına kan düşen ülke gerçektir. Nihayetinde o kanın sıçradığı, zorbalık eliyle kotarılan tehdit mekanizmalarının günbegün bambaşka yara ve açmazları beraberinde taşıdığı bir yerin meselesidir trajedi halini var eden. Budur, bu kadar afakidir tümden bariz kılınan yıkımın, cendere ve tahakkümün var ettiği trajik olanı anlaşılır kılacak olan. Soluk alabilecek tek bir sathı bırakmayan zeminde hangi gün iyi kalabilir ki, sahiden?
Gazete Duvar’dan Fatih Saygın’ın haberini aktaralım: “Trabzon'un Maçka ilçesine bağlı Esiroğlu Mahallesi'nde TOKİ inşaatında çalışan Kürt işçilerin, ırkçı saldırıya uğradığı öne sürüldü. Ağrı nüfusuna kayıtlı 6 işçinin uğradığı sopalı ve taşlı saldırıda bir işçinin kafasına 8 dikiş atıldı, bir işçi kolunda bıçaklandı ve burnu kırıldı, bir işçinin kolu çıktı.
'Arabalardan Sopalarla İnerek Saldırdılar'
Darp edilen işçilerden görüştüğümüz U.G, olayı anlatırken şu ifadeleri kullandı: "Mesai bitiminde eve dönmek için yola çıkmıştık. Mahalleden ana yola çıkmak isterken bir araç önümüzü kesti. Yardım isteyeceğini sandık. Aracından inerek yanımıza geldi ve müziğin sesini kısmamızı istedi. Müziğin sesi zaten kısıktı. Biz de kısabileceğimizi fakat neden tepki gösterdiğini sorduk. Çalan müzik de Türkçe bir rap şarkısıydı. Pencereden bize yumruk attı. Biz 6 kişi olduğumuz için karşılık vermedik. Olay yerinden ayrılmaya çalışırken bir sürü araba geldi. İçinden sopalı insanlar indi. Biz ne olduğunu anlamadan saldırıya uğradık. Kardeşim kolundan bıçaklandı. Abimin kafası yarıldı. Bir arkadaşımızın kolu kırıldı. Hepimiz ağır şekilde darp edildik. Araçla geri geri kaçarak şantiye alanına döndük. Bir minibüs geldi, abime çarptı. Abimin göğüs kafesi zedelendi. Daha sonra yine araçlar geldi. Bazılarında silah vardı. Polis ve jandarma da geldi. Araçla bölgedeki bir otele sığındık. Daha sonra jandarma bizi karakola götürdü. Karakolun da etrafına toplandılar. Jandarma havaya ateş ederek kalabalığı dağıttı. 4-5 saat karakolda bekledik. Daha sonra durumu ciddi olanlarımız hastaneye götürüldü. Abim ve kardeşim hastaneden dün çıkabildi. Olayın sorumluları saldırganlar hala tespit edilmedi. Bir an önce yakalanarak cezalandırılmalarını istiyoruz."
'Sorumlular Yargılansın'
Olayın ardından Dev Yapı-İş Sendikası sosyal medya hesaplarından açıklama yaparak saldırıya tepki gösterdi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi: "İnşaat işçilerine yapılan faşist saldırıyı kınıyoruz. Trabzon Maçka ilçesi Esiroğlu beldesinde müzik dinleyen işçilere faşist saldırı gerçekleşti. Bir anda onlarca kişi işçileri darp edip yaraladı. Ağrılı işçilerin hastanede tedavileri tamamlandı. Siyasi iktidarın uyguladığı kutuplaşma politikalarının bir sonucu olarak gerçekleştirilen bu saldırıyı kınıyoruz. İşçilere gerçekleşen bu saldırıların bir daha yaşanmaması adına sorumluların yargılanması için yetkilileri göreve çağırıyoruz."
Tümüyle trajik kılınanı gösterir bir karşılaşmadır şu yukarıda okuduğunuz. Nefret edimi, eylem ve söyleminin her nasıl can yakıcı bir istikameti var ettiği / bütünleştirdiğinin hali tekil gibi gösterilip aslında memleketin dört bir yanında var edilmesine tek bir kıvılcımın sebep olabileceği ayrımcılığın her nasıl örgütlendiği / lince dönüştürüldüğü belirgin olur. Kürd’ü nesnel bir biçimde bu ülkedeki eşit yurttaşlık haresinden saymamak için bir vesile bir tahayyül daha bulunur; Türkçe rap müzik dinlemek! Fenalıklar silsilesine dönüşmüş ol yerin artık akılla izah edilmeyecek olan kör karanlık şablonlarının her ne şekilde var edile geldiğini örnekleyen, kırmızı çizgi icadının her nasıl küçücük bir meselden çıkartılabildiği gerçekliği gerçek bir hazandır. Trajedinin boyutlarında insanların ol yaşamda var olma istemlerinin önüne setler kurulur. Oraya ait görülmemekten, bir hal ve biçimde yaftalamalarla birlikte anılmaya, dur durak bilmeden baskılanmaya her daim hor görülüp itilip kakılmaya, en sonunda linçle ya sınırın ötesine, ya uzaklara yollanmaya ya da bitimsiz bir başka tekrara rehin edilmeye sürekli bir fasit döngü o trajedi meselesini en kestirmeden aksettirir. Durum, hal, yönelim ve istikamet ülke adına içler acısıdır halen, haddizatında. Kim verecektir ki o pogromun, şu dayağın, bir kenarda tertip edilmiş olagelen lincin hesabını sahi kim!
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Diyarbakır'ın Lice ilçesinde 22 Mart akşamı bir arkadaşıyla evine dönerken polis tarafından kaçırılarak işkence edilen 14 yaşındaki Y.D.'nin davasında, 'Kasten Silahla ve Kamu Görevlisinin Sahip Olduğu Nüfus Kötüye Kullanılmak Suretiyle Yaralama' suçundan tutuklanan üç polis tahliye edildi.
Daha önce Lice Asliye Ceza Mahkemesi, 14 yaşındaki çocuğa yönelik fiillerini “ İşkence Suçu” kapsamında olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilen tutuklu polislerin itirazı üzerine, Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi işkence suçunun unsurları oluşmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararını kaldırdığı gibi tutuklu üç polis memurunun oy çokluğuyla tahliyesine karar verdi.
Görevsizlik kararının iptalini ve tahliyeleri Diyarbakır Barosu duyurdu.
"Hukuki süreci takip etmeye devam edeceğiz" mesajı veren Diyarbakır Barosu'nun tahliyeler hakkındaki açıklaması şöyle:
'İşkence Suçunun Bütün Unsurları Dosyada Vardı'
"Lice Asliye Ceza Mahkemesi, polis memurlarının 14 yaşındaki çocuğa yönelik fiillerini “ İşkence Suçu” kapsamında olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermişti.
Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi sanık polislerin itirazı üzerine işkence suçunun unsurları oluşmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararına kaldırdığı gibi tutuklu üç polis memurunun oy çokluğuyla tahliyesine karar verdi.
İşkence suçunun bütün unsurlarının var olduğu dosyada görevsizlik kararının kaldırılması kararı ve tahliyeler kamu görevlilerine yönelik cezasızlık politikasının sonucudur.
Hukuki süreci takip etmeye devam edeceğiz."
Y.D.’nin yaşadıklarına dair kısa bir kesiti de iliştirelim: “Ailenin avukatı Ramazan Karalp, Y.D. isimli çocuğun yaşadıklarını şu şekilde aktardı:
"Çocuk Lice merkezde yaşıyor. Akşam saatlerinde arkadaşlarıyla birlikte evine dönerken polisler tarafından durduruluyor. 10 yaşında olan arkadaşını bırakıyorlar, çocuğu ise tenha bir yere götürüyorlar. Silah dipçikleriyle darp ediyorlar. Çocuğu hem dövüp hem de sürekli bir şekilde ‘ben Türküm, Kürtlere küfret’ diye söylemesini istiyorlar.
Çocuk bunu yapmayınca bu kez yarına kadar İstiklal Marşını ezberlemesini istiyorlar. ‘Ezberlemezsen gelip senin kafana sıkacağız’ diyorlar. Sonra ilçe merkezinden geçen bir derenin yanındaki bataklığa atıyorlar. Ağzı ve elleri bağlı bir şekilde köhne yere bırakıyorlar. Ahırda hayvanlarına bakan bir köylü duyduğu sesler üzerine çocuğu fark ediyor. Hemen hastaneye yetiştiriyor. Lice Devlet Hastanesi’nde darp raporu verilen çocuk daha sonra Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne sevk ediliyor. Çocuk şu an hastanede tedavi görüyor ve sağ gözünü kaybetme riski var. Gözünde sürekli bir kanama var ve açamıyor."”
Bir tirada dönüşüyor yaşadığımız güncellik. Her şeyin belirsiz bir karanlığın insafına terk edildiği yerde, cürmün, çürümenin, cerahatin ortasında bir başına terk ediliyor insan tüm o sıradan. Y.D.’nin başına getirilmiş olan şiddetin afaki bir ayrımcılığın ta kendisinden ileri geldiği bugün artık daha belirgin oluyor. Onca badire, bir dolu can alma, dökülmüş kan karşısında nefretle yeni kurbanlar aranmasının var ettiği her şey bu tirada dönüşmüş olan güncelliği de özetliyor zaten kendi başına, başlı başına. Kolluğun görevleri arasında insan haklarını çiğneyebilmek, bir cana kastetmek, işkenceye olur vermek ve bunu yapma hakkını kendinde görmek, ırkçı / latent bir propagandayı kendi başına yeniden imal etmek gibi hakları var mıdır, sahiden böyle bir mesele söz konusu mudur? Batı Türkiye sathında uygun görülen tehdit / tahakküm hamleleri ve uygulamalarının Bakur Kürdistan’ı söz konusu olduğunda can yakan, canı kuşatan ve yok etmeye ant içen tahayyüllerle birlikteliği de mi sorunu görünür kılmaz misal? Bütünüyle vakalar tahrif edilirken, olaylar içerisindeki failler birer ikişer aklanıp, paklanıp yeniden görevlerine dönebilirken onca hal bu kadar afaki şiddete maruz bırakılanların hayatları ne olacaktır? Y.D.’nin kırılmış onuru, ayaklar altına alınmak istenen hakları, parçalanmaya çabalanan kimliği ne olacak, sahi kim verecektir hesabını, düşünüyor musunuz?
Adaletle bağlarını kopartmış bir yerde hayat mücadelesi sürüyor. Eşitlik nam ülkünün hiç ama hiçbir kalıcı geçerliliğinin konulmadığı / bırakılmadığı bir zeminde hak aramak artık naif bir hamleye dönüştürülüyor. Demokrasi mefhumu ve ediminden söz açılmaya halen bol kepçe devam olunurken, kazanılmış hakların dahi üstünün çizildiği bir güncellik var ediliyor. Tüm, bütünüyle insana dair olanın yerle yeksan edilmesi yeni ülkenin yepyenisi ol yüzyıl hamlesinde tarumar ediliyor birer ikişer. Gücü elinde tuttuğu artık kesin olan ol akımın sunduğu, koalisyonun bugünden çok daha gerici / geriye doğru koşar adım giden / bir sahiplenme olduğu göz ardı edilmek isteniyor. Hizanın her gün yeniden daraltıldığı bir yurttaşlık imgesi var edilir. Tekmil vermeden gün geçiremeyen, diyetini ödemeden tek bir lokmasına sahip çıkamayacak, hakkından bihaber, gözetilen, denetlenen, kuşatılan bir hayat imgesine olur veren bir yurttaşlık sürekli pişirilip sunuluyor. Görünen köy kılavuz hiç istemiyor artık. Seksen altı milyonu aşkın yurttaşın hayat haklarının bir tirada dönüşüp, belirli zümreler için güllük gülistanlık bir cennet tahayyülü var edilirken kalana cehennemin ta kendisi takdim ediliyor. Bir tirada dönüşüyor ülke, baştan sona kokuşmaya rehin, her günü kapkaranlık... içinize siniyor mu?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Yasin AKGÜL – Agence France-Presse
0 notes