Tumgik
#devletin
korkutkalkan · 2 years
Text
Rektör, devletin aracını okula gitmesi için kızına tahsis etti
Rektör, devletin aracını okula gitmesi için kızına tahsis etti
Vatandaş artan maliyetler yüzünden fahiş şekilde zamlanan okul servis ücretleri nedeniyle çocuğunu okula göndermenin yollarını ararken Nevşehir Hacıbektaş Veli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Semih Aktekin, devletin resmi plakalı aracını 12 yaşındaki kızına okula gitmesi için tahsis ettiği ortaya çıktı. Nevşehir Hacıbektaş Veli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Semih Aktekin “EVLE OKULUN ARASI 200…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
judasizm1 · 2 years
Text
Tumblr media
Anayasa!
Bizim için mili mutabakat. Ve Bu mutabaktı koruyan Anayasa Mahkemesi var.
Sen kimsin ki kapatılsın diyebiyorsun? Atatürk'ün kurduğu ülkenin ortak mutabaktını korumakla görevli bir kuruma "KAPATILSIN" diyebiliyorsun? Sen kimsin hadsiz?
Senin sesin neden devlet, cumhuriyet, Atatürk ve laiklik düşmanı hatta kadın düşmanı hizbullahçı hüda-par denilen terörist severlere sesin çıkmıyor?
Neyi bekliyorsun? İlla kaçak saraydan eline bir kağıt tutuşturulup "bunu okuyacaksın" demelerini mi bekliyorsun?
Ülkücülerin yüz karası olarak tarihe geçtin bile, gerçi sen Alparslan Türkeş'e göre ülkücü değil, ajanmışsın..
Sen MEB'de "Türkçe öldü.." diyen arap kıçı yalayan bakan yardımcısına sessiz kalıyorsun yıllardır?
Sen gerçekten kimsin? diye sormuyorum, sen zaten rengini belli ettin..
"Bağımsız" Yüce divanda el-pençe ifade verirken görmek istiyorum seni.. Af mafda olmasın. Hukuk devletinde af olmaz.. Bu yaşında o koltukta oturuyorsan yaş haddi de olmamalı.. Sana hesap soracak çok insan var; milliyetçiler ilk sıradalar..
Unutmayacağız, Unutturmayacağız..
Sinan Ateş önce insandı.. Ülkesini seviyordu.. Konuşursan ortak noklarının çok olduğunu görebileceğin vatanseverdi. .. Birileri konuşmak yerine silaha sarıldı. Çakma mafyaların arkasına kim saklanıyorsa hesap verecek.. Özellikle özel af çıkartıp mafyaya biat edenler hesap verecekler..
Devlet unutmaz.. Çünkü devlet biziz; 84 milyon yurtdaş... (Suriyeliler başta olmak üzere, ıraklılar, afganlar, afrikalılar, pakistanlılar vs vs hariç. Parayla insanlık alamayacağınıza göre Türk Vatandaşlığını asla alamazsınız. Size vatandaşlık verenleri yargılayıp sizin vatandaşlığınızı da iptal edeceğiz. Kimin ülkesinde yaşıyorsunuz lan siz? Bu ülkenin vatandaşından önce muayene olanları önce göndereceğiz; hiçbiriniz bu ülke vatandaşından daha öncelikli değilsiniz ve değerli değilsiniz..)
.. ..
Evet #başladık
15 notes · View notes
yorgunherakles · 2 years
Text
dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını belirler.
wittgenstein - tractatüs
23 notes · View notes
ardor-mohr · 11 months
Text
Gazze’de Filistinlilere soykırım uygulayan asıl devlet ABD’dir, İsrail onun Orta Doğu’daki bir ileri karakoludur sadece, soykırımda kullandığı silahları, teknolojiyi ve parayı esas olarak ABD’den alıyor ve onun tarafından korunuyor. Karşı durulması ve boykot edilmesi gereken asıl devlet ABD’dir.
4 notes · View notes
blks-erz-1025 · 1 year
Text
Tumblr media
3 notes · View notes
dipnotski · 4 months
Text
Murray N. Rothbard – Devletin Anatomisi (2024)
Devlet yağmacı bir varlıktır; hiçbir şey üretmiyor, aksine üretim yapanların kaynaklarını çalıyor. Murray N. Rothbard, bu görüşü Amerikan tarihine uyguluyor. Peki bu tür bir organizasyon kendini nasıl sürdürebilir? Politikalarına halk desteğini sağlamak için propagandaya girişmelidir. Saray aydınları burada kilit bir rol oynuyor ve Rothbard, ideolojik yanıltıcılığın bir örneği olarak, nüfuzlu…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
pateralba · 10 months
Text
Tumblr media
KOMÜNİTE
Kapitalizm marksizmi çarpıtmaya ve onu “devletçiliğe” indirgemeye çalışıyor. Oysa marksizm devleti sınıfların zor aygıtı olarak tanımlar. Devlet bir sınıfın diğeri üzerindeki egemenliğini sürdürme aracıdır. Kapitalizmde devletleştirme burjuvaziye kaynak ayırma yöntemidir ve dolayısıyla batmakta olan ya da zarar eden işletmelerin bedeli burjuvaziye ödenir. Bu sayede yükten kurtulan burjuvazi daha kârlı olan alanlara yatırım yapar. Proletarya diktatörlüğünde (işçi demokrasisinde) ise devletleştirme sömürücü sınıfları ortadan kaldırmak amacıyla yapılır. İşçi demokrasisinde mülkiyet işçi sınıfının ortak mülkiyetidir. Proletarya diktatörlüğünde el konulanlar için burjuvaziye bedel ödenmez. Marksizmde siyasal mücadelenin hedefi burjuva devleti parçalamak ve yerine sovyetler, şuralar, konseyler vb. koymaktır. Marksist çözümlemelerin burjuvazinin devletçi ekonomiye meşruluk kazandırma gibi bir niteliği yoktur. Üretimin gelişiminde belirli bir aşamada sınıflar ortaya çıkar ve sınıf savaşı da zorunlu olarak işçi sınıfı iktidarına yol açar. Yani feodal ortaçağın bağrında ulusal nitelikte kapitalist devletler ve dolayısıyla burjuvazi gelişti. İşte işçi sınıfı kendisiyle birlikte burjuvaziyi de ortadan kaldırır ve sınıfların ortadan kalkmasıyla devlet de sönümlenir. İşçi devleti emekçi çoğunluğun baskı aygıtı olmasının yanında karşı-devrime de engeldir. Bir işçi devleti her şeyden önce düzenli ordusuz, bürokrasisiz, sönmeye yüz tutmuş bir yarı devlettir ama aynı zamanda işçi devleti işçi sınıfının sovyetler biçiminde örgütlendiği bir komündür, yani bürokratik olamaz. Buna göre proletarya diktatörlüğünden sosyalizm dediğimiz komüniteye geçiş dönemi “devletli” bir dönemdir. Geçiş dönemi sona erip sınıfsız topluma, komüniteye geçildiğinde demokrasinin sona erip özgürlüğün başladığı bir çağ başlayacaktır. Komüniteye varmak için işçi iktidarı ekonomiyi kontrol edecektir. Sadece bir ülke ya da bölgede sınırlı kalan komünite devrimi getirse bile sürekliliği getirmeyeceğinden dolayı işçi iktidarı dünya planında yaygınlaştığı ölçüde üretim anarşisi, işsizlik, rekabet, krizler ve savaşlar son bulacaktır. Herkes yeteneğine göre çalışacak, çalıştığı ölçüde üretimden pay alacaktır. Dahası toplumsal üretkenlik ile zenginlik arttıkça çalışmak bir zevk durumuna gelecektir. İşte o zaman sınıfsız toplumun komüniteden, yani sosyalizmden sonraki üst aşamasına, komünizme doğru yol alınacaktır.
Marksizmde diktatörlük kavramı bir siyasal yönetim biçimini değil, sınıf egemenliğini anlatır. Yani proletarya diktatörlüğünde, ezici çoğunluğun bir grup aylak-asalağa karşı baskı kurduğu diktatörlükte emekçi sınıfa yönelik bir baskı ya da zorbalık söz konusu olamaz. Proletarya diktatörlüğü sınıfsal özü farklı bir devlet biçimidir. Sınıfları kaldırmanın aracı olarak proletarya diktatörlüğü sınıfları oluşturan koşulları da ortadan kaldırır, yani basit meta üretimini de ortadan kaldırır. Proletarya diktatörlüğünde demokratik merkeziyetçiliği sağlamlaştıran parti sınıfsız yoldaki öncülükten asla vazgeçemez. Demokratik haklar ise kapitalizme göre daha fazla olduğundan dolayı sosyalizm-komünizm bir alternatif olarak daha da belirginleşir ama burjuvazi devlettten dışlanır ve kapitalizm yasadışı ilan edilir. Yasama ve yürütme arasındaki ayrım burjuvazinin sınıf diktatörlüğünü gizleyen ve koruyan bir rejimin özelliği olduğu için ortadan kaldırılır. İşverenler ve işletmeler var olmayı sürdürdükçe sendikalarda varlıklarını işçi sınıfının yaşam standartlarını korumak için devam ettirir ve işçi sınıfından olmayan sendikalar yasaklanır. Proletarya diktatörlüğü ancak halk proletaryadır şiarıyla örgütlenen tek bir parti aracılığıyla yürütülür. Kamu hizmeti bir kariyer ve meslek olmaktan çıkar. Belli bir toplumsal çağa özgü üretim ilişkilerinin bozulması ve burjuvazinin sınıf egemenliğinin devrilmesi sadece uzun süreli bir siyasi mücadele sayesinde gerçekleşir. Proletarya diktatörlüğünde hukuk sönümlenmez. Hukuk hiçbir zaman toplumun ekonomik yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha ileride değildir. Proletarya diktatörlüğünün, işçi demokrasisinin özü izlenecek yolun yasallığı ya da yasadışılığı, barışçıl mı yoksa şiddet içerikli mi olacağı konusu değil, üretim araçlarını kimin kontrol edeceği ve iş bölümü tahribatına karşı toplumun zihinsel ile fiziksel becerilerinin senkronizasyonunun sağlanması konusudur.
Marksizm, kapitalizm koşullarında gündemde olanın, devletin ortadan kaldırılması değil, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi olduğunu saptar. Devlete sınıfsal özünden bağımsız bir karşıtlık yoktur ve sorun devlet değil, toplumun sınıflı olmasıdır. Sınıfsal özünden bağımsız devlet karşıtlığının olmaması kapitalist devletle barışık olma anlamına gelmez. Kapitalist devletin sönümlenerek ortadan kaldırılması beklenemez. Sönümlenme proletarya diktatörlüğünden sonraki çağın konusudur. Kapitalizmde devletin sönümlenmesini beklemek sınıf işbirlikçiliğine götürmekle birlikte devrimin de inkarıdır. Proletarya iktidarı aldıktan sonra sorun iktidarın ve devletin nasıl tasfiye edileceği değil, nasıl üretken ve etkili kılınacağı, sömürücü sınıf ve ideolojilerin varlık sebeplerinin nasıl ortadan kaldırılacağıdır. Bu süreci komünist manifestoda aşağıdaki gibi özetler.
- Proletarya, komünizmin gerçekleşmesi sonucunda (diğer tüm sosyal sınıflarla birlikte) artık var olmayı bırakacaktır. O zamana kadar, kapitalizmden sonraki ilk dönemde proletarya kendini egemen sınıfa çevirecektir. Eski devletin yok edilmesinden sonra artık kendini yeni proleter devlet ya da "Proletarya Diktatörlüğü" olarak teşkil edecektir.
1 note · View note
turkudostu61 · 1 year
Text
0 notes
halfetinak · 1 year
Link
#SECIMLE #GELEN #SECIMLE #GIDER DIYENLER #VATAN #HAINIDIRLER #TC #DEVLETİNİ #PARCALAYAN #BOLENLERDIR #DEVLETIN #KANUNLARINI TANIMIYORUZ VE ETKISIZ HALE GETIRMENIN ADIDIR#CALAN CALDIGIYLA #YARGILANMADAN GITSIN DEMEKTIR BU SOZU SOYLEYENLERE OY VERMEYIN HAINDIR BILGINIZE HA IN DIR
0 notes
Text
Haluk Levent’i suçlayan insanlar, gerçek misiniz ya siz
0 notes
danimarka-manset · 2 years
Text
İngiltere de polis devletine dönüştü
İngiltere de polis devletine dönüştü
Polisin yetkilerinin genişletilmesi, ceza ve yaptırımların artırılması gösteriyor ki İngiltere’de demokratik eylem yapma hakkı tehlike altında. Geçtiğimiz hafta fosil yakıt karşıtı çevrecilerin tutuklanması bu duruma işaret ediyor. İngiliz siyasetçiler dünyanın başka köşelerinde yaşanan insan hakkı ihlallerini kınamada genellikle gecikmezler. Son dönemde Katar, İran ve Mısır’da hapse atılan insan…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
blogwan · 1 year
Text
Ozelguvenlik - Gold
Özel güvenlik görevlileri, can ve mal güvenliğinin korunmasında çok önemli bir rol oynamaktadır. İster bireysel ister kuruluş olsun, müşterilerinin emniyetini ve güvenliğini sağlamaktan sorumludurlar. Özel güvenlik görevlileri, korunma ve güvenlik ihtiyacı göz önünde bulundurularak, ihtiyaç duyanlara güvenlik hizmeti vermek üzere istihdam edilmektedir. Koruma işlemleri sırasında kanun ve yönetmeliklerde yazılı emredici hükümlere uymakla yükümlüdürler. Özel güvenlik görevlilerinin birincil sorumluluğu, hırsızlık, vandalizm ve şiddet içeren suçları içerebilecek güvenlik tehditlerini ve acil durumları önlemek ve bunlara müdahale etmektir. Özel güvenlik görevlilerinin bir diğer önemli sorumluluğu da güvenlik değerlendirmeleri ve risk analizleri yapmaktır. Beklenen riskleri ele alan ve değerlendiren güvenlik sistemleri tasarlamaları gerekmektedir. Özel güvenlik şirketleri, müşterilerinin güvenlik ihtiyaçlarına cevap veren kapsamlı, gerçekçi ve ekonomik risk analizi ve güvenlik projeleri hazırlar. Müşterinin mülkünün potansiyel risklerini ve güvenlik açıklarını değerlendirirler ve bunları hafifletmek için stratejiler geliştirirler. Bu, güvenlik ihlallerini önlemeye ve insanların ve mülklerin güvenliğini sağlamaya yardımcı olur. Özel güvenlik görevlileri ayrıca kolluk kuvvetleri ve acil servislerle de işbirliği yapmaktadır. Devletin çizdiği çerçevede kolluk kuvvetlerine destek vererek kamu güvenliğini tamamlayıcı olarak çalışırlar. Özel güvenlik görevlisi, müvekkillerinin güvenliğini, kamu düzenini ve kamu güvenliğini korumakla yükümlüdürler. Ayrıca genel kolluk kuvvetleri ve kanunla kurulan özel kolluk kuvvetleriyle de işbirliği yaparlar. Acil durumlarda, özel güvenlik personeli resmi kolluk kuvvetlerine veya acil servislere destek olur. Bu nedenle özel güvenlik görevlileri, kamu güvenliğinin ve güvenliğinin sağlanmasında çok önemli bir rol oynamaktadır.
553 notes · View notes
selcandy · 2 months
Text
Merhaba, merhaba, merhaba Tumblr’cım =D
Blogumu geri alabildim öncelikle, bu sırada soran eden ilgilenen herkese teşekkürlerim.
Hemen size olanı biteni anlatmam lazım, şiştim zaten anlatamamaktan.
Taa şurasından başlayayım; bizim üst komşudan aşağıda bahsettiğim, veterinere bıraktığım ve parmağı kırık olan kedinin üstüne bir de hamile olduğunu öğrenince Bodrum yolunda hemen post attım sizden yardım istemek için; kediye geçici olarak rahat doğum yapabileceği bir balkon / teras / ev bulabilir miyiz diye. Böyle durumlara hemmen el atan sizden hiç reaksiyon alamadım. Allah allah diyorum, imkansız bu, nasıl olur falan - sonra bir baktım ki kendi gönderimi kendi Dashboard’umda göremiyorum. Epey bir uğraştıktan, anlamaya çalıştıktan sonra aklıma Tumblr’a kaydolduğum mail adresime bakmak geldi, ana, ülkemin savcılarından biriyle onun avukatı, savcının nasıl görevden alındığından bahsettiğim bir yazı için bana erişime kısıtlama kararı aldırmış???
Başta ilgili gönderiye kısıtlama gelmiş ta 2023’te ama ben onu hiç görmemişim. Sonra muhtemelen yazı komple kaldırılmadığı müddetçe okunmaya devam ediyor diye bloga yasak gelmiş. Malumunuz babam avukat, adamcağız “BTK’ya başvurman gerekiyor” diyor ama içerik BTK, yani devletin kendisi tarafından kısıtlanmadığı, şahıs tarafından özel olarak çıkartılan bir kararla kısıtlandığı için o aşamada takılıyoruz direkt. Anne tarafından bir akrabamız savcı, onunla konuşuyorum, bana diyor ki “Selcan bu arada o kişi benim yakın arkadaşım, direkt konuşmamı ister misin” falan. Eziliyorum büzülüyorum çünkü neden arkadaşıyla benim için konuşsun yani, araları bozulacak bilmem ne olacak, iyice kafama takacağım.
En nihayetinde hem babam hem de tanıdık savcı, tatil dönüşünde kararın çıktığı mahkemeye hitaben itiraz dilekçesi vermemi söyledi ama o da ne, kısıtlama kararına itiraz süresi 14 günle sınırlı! Az önce de demiştim ya, karar çıkalı zaten 1 sene olmuş. Aynı şeyi bana Tumblr da söyledi, itiraz süresini kaçırmış olabilirsin falan dedi, epeyce onlarla konuştuk ne yapılabilir falan diye.
En sonunda Tumblr bana “sansürü asla desteklemiyoruz, seni buna sürüklemek istemiyoruz ama gönderiyi silersen blogu açabiliriz” falan dedi. Açıkçası ben ne yapacağımı bilemedim, mantıklı düşünmem gerekiyordu ve bunu başaramadığım için biraz da çevreye, konudan bahsettiğim insanlara danıştım ve en garantisinin ilgili gönderiyi silmek olduğuna kanaat getirdim. Hala bilmiyorum doğru bir şey mi yaptım ama aksi takdirde bu sorun çözülmeyecek gibi görünüyordu.
Neyse, hani Tumblr’ın sloganı “kültür, sanat, kaos” ya - bu sloganın hakkını dibine kadar veren bir kullanıcı olduğumu düşünüyorum. Kendimi bir şey sanmadım da değil çünkü yine Tumblr yetkililerinden öğrendiğim kadarıyla adını vermeyeceğim bir yazar da blogumdan bir gönderiye erişim yasağı aldırmış. Tasarımcı bir arkadaşım “sen blogun için SEO falan mı yaptırdın, niye arama motorlarında üstlerde çıkıp göze batıyorsun” diye sordu, öyle bir şey yaptırmadım, yapmamış olmama rağmen iyi ilerliyoruz demek ki. Ben sanıyorum ki siz ve ben biz bizeyiz, ben yazıyorum siz okuyorsunuz geçiyoruz. Öyle değilmiş özetle, zannediyorum ki 14 yıllık emek bana hatırı sayılır oranda uygulama-dışı organik trafik olarak geri dönmüş. : )
Tabii ki olay kendini bir şey sanmaya meyletmekten ibaret değil, ders çıkarmam ve daha temkinli takılmam lazım. Birisinin aldırdığı bir karar hem koskoca Cumhuriyet Gazetesi’ne hem Ekşi Sözlük’e hem de benim bloga erişim yasağı getirebiliyorsa, benim de kendime “sen kimsin olm bi dur” demem gerekiyordur bence. Ben yine müzikten, etimolojiden, kedilerimden dewamke. Üçüncü kez söylediğimi biliyorum ama sizi çok seviyorum <3
78 notes · View notes
sezginer35 · 4 months
Text
YAŞI 50/75 ARASI OLANLARA GELSIN ..
Hepsi şahsına münhasır özel üretilmiş, yokluklar içinde yetişmiş yaralı bir nesil…
PEKİ KİM BUNLAR
1945 ile 1970 yılları arasında bu dünyaya merhaba demiş en genci 50, en delikanlısı 70 yaşında HALA 18’LİK DELİ TAYLAR GİBİ İDEALLERİNİN PEŞİNDEN KOŞAN HESAPSIZ BİR NESİL..
Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış…
Şeker çuvalından pantolon, canik lastikten ayakkabı giymiş…
Okulda ABD süt tozu içirilerek beslenmiş, bir garip nesil…
Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış…
Hatta hiç bebeklik çocukluk resmi olmamış…
Hiç biri kreş, dershane, özel okul görmemiş…
Ama hepsi profesörlere ders verecek kadar bilgi sahibi olan bir tuhaf nesil…
Harp görmüş, darp görmüş…
Baskı, çatışma, sorguda işkence görmüş…
Karakolda sorgu da Filistin askısını, ceza evinde isyanla tanışmış.
En azı 5 ihtilal, 6 muhtıra, 7 post-modern darbeden sağ salim paçayı yırtmış…
En azı 10 ekonomik krizden nasibini almış…
Tecrübe abidesi yoklukla terbiye edilmiş, direnç abidesi bir nesil...
Ne yaptıysa yoluyla yordamıyla kendi meşrebine uygun ahlakına yakışanı yapmış.
68’liler de 78’liler de bu neslin deli tayları, ipe sapa gelmeyen savaşçıları da bu neslin temsilcileri tarihe adlarını kanları ile yazmıştır…
Bunlar bu neslin üretim harikası mı yoksa üretim hatası mı tartışılır ama bu neslin istisnasız tamamı karşılıksız hesapsız bu vatanı sevmiş…
1950 ve 1970 yılları arasında doğanlar gerçekten özel üretim, çoğu yatılı okumuş, kardeşlik ve paylaşma duygusu zirve yapmış…
Çok kitap okumuş, en azı liseyi bitirmiş, hayatı yaşayarak öğrenmiş…
Çoğu simitçilik, olmadı ayakkabı boyacısı, tamirci çırağı, inşatta amelelik, pazarcılık hamallık yaparak okul harçlığını çıkarmıştır…
Ne ailesine ne devletine ekonomik yük olmamış, geneli bir baltaya sap olmuştur…
Muhanete muhtaç da olmamış, ezilmiş ama ezik kalmamış.
Dik durmuş dikleşmemiş kendi şahsına münhasır özel bir nesildir…
Görevini, sorumluluğunu bilen… Onuru için bir pireye bir yorgan yakan, öfkeli hırçın bir acayip nesil bu 1950 ile 1970 yılları arasında doğan dinazorlar…
İyi bakın, bunlar bu son kalan kadife ye sarılmış çelik yumruk misali yumuşak gözüküp indiği yeri dağıtan bu özel neslin öfkesinden sakının.…
Bunlara iyi bakın,Çünkü bunların nesilleri tükenmek üzere…
Bunların üretimi sonlandı…
Kullanım sureleri doldu, tedavülden kalkıyor…
Neden bu nesil özel biliyor musunuz..?
Bu neslin üzerinden silindir gibi devlet geçti…
Dozer gibi dünya milletleri geçti…
Hayat bu nesli sınadı, ama tüketemedi…
Bu nesil, ihanetin acısını, dost hançerinin sancısını, ölümüne yoldaşlığı, mezara kadar arkadaşlığı bildi…
Dostu için can vermeyi de, elindeki son lokmayı paylaşmayı da, sadakati de vefayı da bildi…
Bu nesil, katı, aksi, deli, serttir…
Bir o kadarda merttir, hoş görülü ve merhametlidir…
Bu neslin yaşarken öğrendikleri bilgi ve kaybederken edindikleri tecrübe en büyük servetidir…
Yani bu 1950 ve 1970 yılları arasında doğan dinazorlar tam bir müzelik antika nesildir…
Onun için 1950 ile 1970 yılları arasında doğmuş, hala inadına yaşayan, ana baba, amca, dayı, teyze, hala, yenge dede anneanne babaanne her neyiniz varsa değerini bilin..!
Çünkü bunlar elinizdeki son değerli hazinelerinizdir…
Oturun onlarla konuşun, dinleyin onlardan geçmişi öğrenin…
Sonra arar da bulamazsınız…
Çünkü onlar yakın tarihin son canlı kaynak kişileri, her biri iki ayaklı sözlü yakın tarih kitabıdır...
Onlara iyi bakın..
Anonim
Tumblr media
youtube
Güzel Akşamlar olsun.. ☕☕
73 notes · View notes
paradoksadam · 5 months
Text
çocukların parçalanmış bedenleri enkazların altından toplanıyor, yüzlerce devletin idarecisi hiçbir şey yapmıyor. Allah üzerimize taş yağdırsa yağdırmasın diye dua etmeye yüzümüz yok
90 notes · View notes
Text
Karımla Karavan Anılarımız! (1) (Gökhan 48 Y., İzmir)
Merhabalar. Adım Gökhan. Bundan 4 sene önce başlayan ve evliliğimi fırtınalı bir şekilde alevlendiren olaylar silsilesini anlatmak istiyordum. O dönemler devletin yurt dışında çalışarak önemli bir mevkiinden müdür olarak 48 yaşında erkenden emekli olmaya hak kazanmış birisiydim. Karım Handan ise 32 yaşında, bembeyaz tenli, sarı saçları olan, düzgün ve şişmana kaçmadan hafif balık etli, dolgun vücutlu, göğüsleri 90C, kalçaları ise yuvarlak, hatlı ve kendini belli edecek şekilde olan bir kadındı.
Takdir edersiniz ki eşimle aramda 16 yaş gibi ciddi bir yaş farkı vardı ve bu yaş farkını her ne kadar kendime kompleks yapmasam da, bazı anlarda ciddi bir rakip gibi görebiliyordum. Bu sebepten ötürü yatakta olsun, aşk hayatında ol sun, romantizmde olsun ve maceraperest şeylerde olsun (Benden daha geçmedi!) havası verebilmek için sürekli kendimi kanıtlama gayreti içerisindeydim. Karım da bazen kavga ettiğimizde, bazen de takılmak ve beni sinir etmek için, "İstesem senden daha gencini bulurdum, ayağını denk al!"� derdi ve beni kızdırırdı.
Her ne kadar bunu sorun etmiyormuş gibi gözüksem de, içten içe bu ihtimalin doğruluğunu bilerek sinir olurdum. Neticede ben artık 50'li yaşlarına yaklaşmış, saçlarında ufak tefek beyazlar çıkan, sırf karısının yanında daha da yaşlı durmamak için düzenli olarak diyet yapan, cilt bakımı yaptıran, spora giden bir erkektim; karım Handan ise 30'lu yaşlarının başında, gayet alımlı, kendini her türlü erkeğe beğendirebilecek bir kadındı. Hatta son birkaç yıldır eşim ile aramızdaki yaş farkının iyice belirginleşmesiyle birlikte dışarıdan gelen delici bakışların bile farkına varmaya başlamıştım.
Bu ufak girizgahtan sonra, seks hayatımızı ve belki de evliliğimizi canlandıran, beni de ilişkimiz hakkındaki tüm endişe ve kaygıdan kurtaran o malum güne geçmek istiyorum. Lakin daha öncesine yine ufak birkaç şey anlatmak isterim. Ben emekli olduktan sonra, karımla birlikte en büyük hayalimiz olan karavan alma işine iyiden iyiye tutulmuştuk. Söylediğim gibi hem yurt dışı görevi, hem de iyi bir makamdan emekli olduğum için güzel de bir tazminat almıştım ve elimize geçen tazminat ile birlikte, yaptığımız birkaç aylık araştırmanın sonucunda Mayıs ayında güzel bir karavan almıştık.
Karım özel okulda bir öğretmenlik yaptığı için yaz aylarına kadar beklememiz gerekiyordu gezi yapabilmek için, ancak bu benim açımdan bir problem değildi. Ben de o sırada bu yeni karavana alışmaya çalışıyor ve onun ufak tefek eksiklerini gideriyordum. Zaten para konusunda da pek sıkıntımız olmadığı için karımın esasında çalışmasına bile gerek yoktu; ancak o prensipler gereği çalışmak istiyordu.
Haziran ayının ilk haftasından sonra okullar da kapanınca önümüzde 3 aylık muazzam bir boşluk oluştu. Ben zaten emekliydim ve beni eve bağlayan bir şey yoktu; karımın da 3 ay boyunca tatilde olması sebebiyle kendimize bir rota çizdik. İlk rotamız (daha önce hiç karavanla seyahat etmediğimiz için) daha bildiğimiz yerler olacaktı. O yüzden de İzmir'den başlayarak Akdeniz'e inecek ve Mersin'e kadar gidecektik. Sonraki seyahat durağımıza (eğer vakit kalırsa) oradan sonra karar verecektik. Biraz da yol bizi nereye götürürse mantığındaydık.
Haziran ayının 16'sında, sabahın ilk saatlerinde yola koyulduk. Gayet güzel geçiyordu ve istediğimiz yerde durup, istediğimiz yerde devam ederek birkaç gün boyunca seyahat etmiştik. Her gittiğimiz yerde denize girmeye ve bol bol gezmeye de çalışıyorduk. Eşim vücudunu sergilemeyi seven ve bundan çekinmeyen bir kadındı. Ben de asla baskıcı bir erkek olmadım. O zamanlar gerçekten böyle bir hissim yoktu ve karıma bakılması veya bakılmaması pek dikkatimi çekmiyordu. Bundan hoşnut durumda olup olmama gibi bir hissiyatım yoktu. Karım ne isterse giyebilir diye düşünen bir erkektim sadece.
Ancak her şeyi değiştiren şey, yolculuğa çıkışımızın 3. günü olan 19 Haziran'da meydana geldi. Karımla o gün bir şey yüzünden tartışmış ve sinirlerimizin de gergin olmasından dolayı daha önce etmediğimiz şekilde ciddi ve ağır bir kavga etmiştik. İkimiz de birbirimizle konuşmuyor, sadece yola bakıyorduk. Tam hatırlamasam da Muğla civarlarında bir yerde devam ederken bir otostopçu genç gördük. En fazla 19-20 yaşlarında olan bu genç muhtemelen üniversite öğrencisiydi ve yaz tatilini değerlendirmek için otostop çekerek geziyordu. İkimiz de otostop konusunda pek bilgili insanlar değildik, çünkü geldiğimiz ailelerin maddi durumları, yaşadığımız yerler gereğince bugüne kadar otostop çekmemiş veya otostopçu almamıştık.
O an o çocuğu almamı sağlayan etken neydi bilmiyorum, ama bir anda arabayı yavaşlatmaya başladım. Karım, uzun süren sessizliği bozarak, "Alma o çocuğu!" dedi; lakin onun dediğinin tersini yapacağım ya, "Alacağım!" diyerek arabayı durdurdum. Tabii daha o bir şey söyleyemeden çocuk hemen karavanın kapısını açarak içeriye geçti. Karım bana öyle ters ve hırçınca baktı ki (Demek sen benim dediğimi yapmazsın, görürsün o zaman!) der gibi bir ifade vardı yüzünde. Çocuk teşekkür ederek karavanın içindeki koltuğa oturdu.
Ben de ortamdaki gergin havayı ve sessizliği dağıtmak amacıyla çocuğa birkaç soru yönelttim. Adı Akın'mış, tahmin ettiğim gibi 19 yaşında ve üniversite öğrencisiymiş. Tüm sene boyunca biriktirdiği parayla birlikte o da bizim gibi gezgin olarak tatil yapmak istiyormuş. Ben o çocukla sohbet ederken, eşimin sinsi planlar yaparak beni yenmeye çalışacağını tahmin edemiyordum tabii. Aşağı yukarı çocuğu 40 kilometre kadar götürecek, sonra onu ayrılması için bir anayolun ayrımında bırakacaktım.
Birkaç kilometre gittikten sonra karım ayağa kalktı ve yanımdaki koltuktan, arkaya geçti. Üstünde, kalçalarının altına kadar gelen bir mini kot şort ile hafif dekolteli bir askılı bluz vardı. Göremiyordum ama karım ayağa kalkıp tüm endamını sergilediğinde, eminim bu 19 yaşındaki genç, karımı baştan aşağı süzmüştü. Karım, işveli bir sesle, "Bir şey içer misin Akıncığım?" dedi. Akın biraz tutukça bekledikten sonra, "Zahmet olmazsa soğuk bir şeyler alırım." dedi. Karım ona bir şeyler ikram ettikten sonra yanımdaki koltuğa oturmak yerine arkada, çocuğun oturduğu koltuğa oturdu. Ben de dikiz aynasından yola bakıyormuş gibi yaparak onları seyrediyordum.
Sohbet bir yerden sonra ben odaklı olmaktan çıktı ve karım ile Akın arasındaki bir diyaloğa döndü. Ben de bir şey demeden yolu takip ediyor ve ara ara da onları izliyordum. Karım bacak bacak üstüne atmış, saçıyla oynayıp ara ara da şuh gülüşler atıyordu. Amacını anlamıştım; beni kıskandırmak ve biraz da kızdırmak istiyordu. Onun oyununa gelmeyeceğim diye hiç sallamıyormuş gibi yapıyordum. Hatta güneşi bahane ederek güneş gözlüğümü takmıştım ki, onları izliyor olduğum belli olmasın diye; ama maalesef hayatımın hatalarından (veya önemli davranışların dan) birisini yapıyordum.
Ona müdahale etmeyip, tepkisiz kaldığımı gören karım biraz daha işi abartarak, konuşurken çocuğa dokunmaya başladı. Davranışları beni bile dimdik eden karım, bu 19 yaşındaki gencecik çocuğun eminim aklını almıştı. Zaten çocuk da oturuş pozisyonunu sürekli değiştirerek, erekte olmuş sikini saklamaya çalışıyordu. Ben ise halen olanları önemsemiyormuş gibi yaparak güneş gözlüğümün altından karımı ve çocuğu izliyordum. Karım o kadar şuh hareketler yapıyor, o kadar tutkulu ve istekli davranıyordu ki, beni bile dimdik etmişti. Karımın en iyi becerdiği şeylerden birisi de, istediği an istediği yerde bir hareketiyle erkeği tahrik edecek kadar becerikli olmasıydı. En yorgun olduğum ve seks istemediğim anlarda bile defalarca kez beni azdırıp benimle sevişmişliği vardı. Tabii benim yaşlarımda bir adam bile dayanamıyorken, 19 yaşında bir çocuğun buna dayanmasını beklemek mümkün değildi.
Bir ara artık ses gelmemeye ve konuşmalar kesilmeye başladı. Dikiz aynasından bir kere daha baktığımda ise karım ile Akın'ın öpüşmeye başladığını gördüm. Akın tamamen gözlerini kapatmış ve olan bitenden habersiz bir şekilde (belki de, Adam arabayı sürüyor, ben arkada karısını götürüyorum!) diye düşünerek öpüşüyordu; ancak karımın gözleri açıktı ve çocuğu öperken bir yandan da beni kesiyordu. O da aptal birisi değildi, elbette onları izlediğimi biliyordu, ama ses çıkartmadığım için onları görmediğimi (!) düşünerek elini çocuğun sikine attı pantolon üzerinden. Karmaşık duygular içerisindeydim; bir yanım çocuğu hemen arabadan atmak istiyordu, ama bir yanım da bu anın keyfi içinde olanların seyrinin doğal bir biçimde sonlanana kadar ne olacağını görmek istiyordu. Müdahale etmedim ve ben müdahale etmedikçe de karım biraz daha işi uçlara sürüklemeye başladı.
Yaklaşık 5 dakika sonra bir fermuar sesi duydum. Karım oturduğu yerden kalkmadan çocuğun önüne doğru eğilerek sakso çekmeye başlamıştı. Akın ise kasıntı ve tedirgin bir şekilde (Acaba fark eder mi?) endişesiyle birlikte mükemmel bir zevk alarak koltukta oturuyordu. Karım, dudaklarını iyice aralamış ve Akın'ın sikini yavaş yavaş, tadını çıkartırcasına emiyordu. Akın'ın dimdik, taze ve kalın siki, karımın dudaklarının arasında iyice ıslanmıştı. Karımın o güzel saksosundan sonra artık geriye kalan tek şey seks olmuştu.
Benden herhangi bir tepki gelmeyince karım yavaşça ayağa kalktı. Hemen üstünkörü, sanki bir bar tuvaletinde yaparmış gibi çabucak bitirmek istercesine şortunu ve külotunu aynı anda indirip, Akın'ın kucağına oturdu. Sırtı Akın'a dönük bir şekilde, Akın'ın sikini yavaşça am dudaklarına dayadı ve bir anda içine aldı. Karım zevkle zıplıyor ve sözde sesini duyurmamak ister gibi de dudaklarını sıkarak inlemesini azaltmaya (!) çalışıyordu. O an aniden direksiyonu sağ ve sola çevirerek şeritlerde zigzag çizmeye başladım ve karımın dengesini bozarak tamamen o çocuğun kucağında oturmasını sağladım. O da anlamış olacak ki, "Hayatım bir sorun mu var?" diye seslendi. Onları sözde göremeyeceğim bir yerde oldukları için bir yandan benimle konuşuyor, bir yandan da Akın'ın kucağında zıplamaya devam ediyordu. "Hayır canım, misafirimizle ilgileniyor musun? Çok trafik var ilgilenemiyorum pek!" dedim.
Karım gülerek, "İlgileniyorum canım, merak etme!" dedi. Birkaç dakika kadar sonra Akın ile eşimin fısıldaşarak konuştuklarını duydum. Fısıltıları duyuyordum, ama ne konuştuklarını anlayamıyordum; fakat karımın hareketlerinden, Akın'ın boşalmaya yakın olduğunu anladım. Herhalde üstünden kalkar ve başka bir yere boşaltır diye düşünmeme rağmen, karım yine aynı hızla hoplamaya başladı ve en sonunda Akın'ın, ne kadar zorlasa da tutamadığı, ufak bir iniltisini duydum. Karımın amına boşalmıştı. Çocuk ne kadar panik olduysa, karım üstünden kalkar kalkmaz hemen toparlandı ve ineceği yere daha 24 kilometre varken, "İzninizle ben burada ineyim." diyerek karavandan indi. Karım ve ben baş başa kalmıştık...
[Gökhan]
145 notes · View notes