Tumgik
#fasit döngü
seslimeram · 1 year
Text
Heyula...
Tumblr media
Doğrudan dolambaçsız bir heyula içinde dört dönüyor ülke. Umudun zerresinin yaşamda var edilemediği, tutunmadığı bir menzil bina ediliyor. Her gün, yeniden. Hiçbir doğrunun yaşatılamadığı bir karabasan sarmalla günler geçiriliyor. Ne öyle, ne böyle tek bir hamle, tek bir çaba, müşterek olanın muhafazası için var edilmediği bir düzlem hakikat kılınıyor. Behemehal muktedirin nobran, kabına sığmayan tahakküm halleriyle daraltılıyor günler. Yaralar ulu orta yaşamda konumlandırılmaya devam olunurken cerahatin tastamam örtbas edilmesinden bulunan güçle yeni yıkımlar tezgahlanıyor peyderpey her yerde. Saati aleni kurulmuş, pimi çekilmiş düzeneklerle yaşamın imha edilmesi mecazen değil hassaten bir güncel eylem kılınıyor. Yirmi bir yıllık iktidar pratiğinin sunduğu yekten bu cerahat sarmalını işaret ediyor. Doğrudan laf çevirmeye gerek kalmadan bir madun siyaset pratiği ekseninde ülke çukur kılınıyor. Çukurlaşan menzilde hayat hiç kılınıyor. Hayatın normu, normativinin yerle yeksan olunduğu düzlemde, eksilten, sınırlandıran, dehşete düşürten bir biçimde rehin alan bir döngü herkesin kılınıyor. Doğrudan, dolambaçsız bir heyula dahilinde yaşamın onarılması imkansız hallere rehineliği süreğen bir mesele evriliyor artık. Dört dönülen kısır döngü içinde cerahat, cürüm, ceberut devlet (h)aklı mütemadiyen zoru / dayatmaları barındırıyor artık.
Bir biçimde yaşama vurulmaya çalışına ketler sürekli güncellenen bir mesele dönüşüyor. Her halükarda muktedirin olur verdiği bahislerin o kısır döngünün devamlılığı haline en kestirmeden bir ek olduğu gözlerden kaçırılmak isteniyor. Oysa bütünüyle, cerahat elli, ceberut aklın suna geldiği birbirinden pespaye hallerle yaşam akdi yerle yeksan edilmeye son sürat devam olunuyor. Birbiri içerisine lehimlenmiş, kördüğüm kılınmış hamlelerle birlikte yaşamın yokuşa sürülmesinin, ederinin, anlamının paramparça olunmasının yolu da yönü de belirgin bir biçimde muğlak kılınıyor. Heyulanın gümbürtüsü ne kadar çoksa nasıl yüksek perdeden var edilebilirse o kadar ötekinin yarasından bihaber bir menzilin var edilmesi hızlandırılıyor. İktidar ve muhalefeti tanımlayan Türk klik / kimlikleri / güç yapılarının birbirilerine karşı kurmaya çalıştıkları üstünlük savaşlarında cerahatle birlikte cürmün de yolunun / yönünün açılması kesintisiz kılınır. Hayat tahayyülünün derdest edilen hallerinin, gündelik yaşam pratiklerinin ezilip, biçilip, sınırlandırılıp, sönümlenmesi için atılan her adım, ümit var olmayı değil, ümidini yitirmiş, nobran, siyah simsiyah bir menzile nasıl varıldığını da örnekler. Bu hallerin yekununda bir yeni ülke olsa ne, olmasa nedir ki yani?
Gazete Karınca’dan aktaralım: “Ankara’da Somalililerin işlettiği ve aylardır polisin baskısı altında olan Saab Cafe kapandı. Restoranın işletmecilerinden Messi Karakaya, “Artık bizden kurtuldunuz ve bütün sorunları çözdünüz” dedi.
Ankara Kızılay’da Somalililer tarafından işletilen ve daha önce polis baskısı nedeniyle tabelasını defalarca değiştiren SAAB Cafe’nin işletmecisi Muhammed İsa Abdullah, restoranın kapandığını duyurdu.
Kafenin üç halinin fotoğrafını paylaşan Abdullah, “Giriş, gelişme, sonuç” yazdı. Abdullah’ın tweetini alıntılayan Messi Karakaya da, “Artık bizden kurtuldunuz ve bütün sorunları çözdünüz. Teşekkürler” ifadelerini kullandı.
Karakaya’nın paylaşımına yanıt veren HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, “Geçmiş olsun” dedi.
‘Sizi burada istemiyoruz’
Restoran mayıs ayından bu yana polisin baskısı altındaydı. Polisin, “Sizi burada istemiyoruz, sınır dışı edeceğiz” diyerek gözaltına aldığı restoran işletmecilerinin bazıları dükkanlarını kapatmıştı. Muhammed İsa Abdullah hakkında da 23 Temmuz’da sınır dışı kararı verilmişti. Abdullah, 20 Eylül’de gözaltına alınmış, 25 Ekim’de serbest bırakılmıştı.”
Heyulanın nasıl var edildiği, bu sınırlarda ötekilere nasıl bir bakışımın var edilegeldiği artık giz sır değil. Bunun can yakıcı örneklerinden birisi olarak Muhammed İsa Abdullah ve Messi Karakaya’nın başına getirilen o tehdit, linç, gözaltı, sınır dışı etme hamlesi ve en sonunda da yaşamak / yaşamda var olmak için mücadele etmeye geldikleri bir ülkedeki en temel haklarından birisi olagelen ekmek teknelerinin ellerinden çalınmasının garabet hali içinde heyula bir yıkımı var eder. Bütünüyle yaşamsal olanın esip, gürlenen birlikte, beraberce yaşama ihtimallerinin toptan bir kere daha sönümlenmesi, kimseleri istemeyen, yaşatmayan bir menzilin her nasıl bina olunduğunu da belgeler. Her şekilde hayat hakkını hiç eden, onu talep edenleri öteki, düşman, mihrak ve benzeri tanımlarla ana duran bir akıl yoksunluğunun, Ankara’nın göbeğinde ettiği fecaat değilse her nedir ki felaket sahi ama sahiden de? Bütünüyle, kesintisiz bir cürüm sahnesinde, olmakta olanın ötesinde her dem daha kötüsünü var eden / ikame eden / buna sebat edenlerin yeni ülke diye bağır çağır var ettikleri şeyin yıkıcılıktan gayrısı olmamasının hesabı ne olacaktır, gerçekten!
Gazete Duvar’dan iliştirelim: “Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Ercüment Akdeniz, 18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü vesilesiyle basın toplantısı düzenledi. Emek Partisinin İstanbul Bahçelievler’de bulunan Genel Başkanlık İrtibat Bürosu’nda göçmenlerle bir araya gelen Akdeniz, 18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü’nde Katar 2022 kupa final maçının yapıldığına dikkat çekerek, “Kupa heyecanı kadar, Katar’da hayatını kaybeden göçmen işçilerin hatırlanması gereken, hesabının sorulması gereken bir Uluslararası Göçmenler Günü olarak kayıtlara geçmelidir” dedi.
Urfa’da göçmen emekçileri taşıyan minibüsün dün kaza yaptığını, 8 insanın can verdiğini hatırlatarak sözlerine başlayan Akdeniz, “Öncelikle onların acısını paylaşıyorum. Bizler de buradan, yerli göçmen demeden tüm emekçilerin ekmek ve adalet mücadelesinde birleşmesi çağrısını yineliyoruz” dedi.
18 Aralık’ın, her yıl Uluslararası Göçmenler Günü olarak kutlandığını vurgulayan Akdeniz, “Bu yıl Katar’da düzenlenen Dünya Futbol Turnuvası’nın final maçı da aynı güne denk geldi. Peki, neden böyle bir tercih yapıldı? Mülteciler için mi, elbette hayır. Katar milli günü olduğu için. Katar halkının ulusal değerlerine elbette saygılıyız. Sorun şudur ki, 10 yıl boyunca yapımı süren stadyum inşaatlarında binlerce göçmen işçi can verdi. Fakat onlar için bırakalım bir anıt açılışını, bir saygı duruşu bile yapılmadı. Dolayısıyla 18 Aralık Pazar günü, kupa heyecanı kadar, Katar’da hayatını kaybeden göçmen işçilerin hatırlanması gereken, hesabının sorulması gereken bir Uluslararası Göçmenler Günü olarak kayıtlara geçmelidir” diye konuştu.
- Akdeniz, hayatını kaybeden göçmen işçilerin resimlerini kaldırarak, yetkililere seslendi:
- Katar 2022 hazırlık ve inşa sürecine, iş kazaları ve iş cinayetlerine ilişkin etkin bir soruşturma başlamalıdır. Tüm bilgiler, ölüm ve yaralanmalar şeffaf biçimde açıklanmalıdır.
- Katar’da ölen göçmen işçiler uluslararası işçi sınıfının bir parçasıdır, sınıf kardeşlerimizdir. Uluslararası sendikalar bu sürecin müdahili olmalı ve toplu işçi kırımına karşı iş bırakma dahil çeşitli eylemleri gündemine almalıdır.
“Pandemi, ekonomik kriz ve emperyalist dalaş/savaşlar yeni göçlere neden oluyor” diyen Akdeniz, “Bu düzen değişmedikçe göçler durmayacaktır. Buna mukabil göçlere neden olan kapitalist egemen devletler “sınır güvenliği” altında uluslararası sığınma ve iltica haklarını rafa kaldırıyor. Açıkça söylüyoruz; dünya, vatanında yaşayabilenler kadar yerinden yurdundan edilen göçmenlerin ve mültecilerindir! Önyargılara, her türden dışsallamaya ve ırkçılığa karşıyız. Yerlisi göçmeniyle emekçi halklar el ele vermeli, sömürü ve savaşa karşı birleşmelidir” dedi.
Önceleri göçmenler için bir transit ülke olan Türkiye, AKP hükümeti ve emperyalistlerin pragmatik göç politikaları nedeniyle adeta “baraj ülke” haline geldiğine dikkat çeken Akdeniz, “Bu politika hem göçmenleri hem de yerli halkı mağdur etti. Suriye savaşı ve göçünün 12’nci yılında sorun daha da ağırlaşıyor. Düzen partileri ise köklü insani çözüm yerine, yabancı düşmanlığına kapı açıyorlar. Bunu asla kabul etmiyoruz” şeklinde konuştu.
İran’da otokratik rejimin baskı ve katliamlara devam ettiğini hatırlatan Akdeniz, “Elbette bu durum yeni göçleri tetikleyecek. Masha Amini ve öldürülen diğer insanlar şahsında halkın özgürlük çığlığını selamlıyoruz. Ve bir insanlık suçu olan idamların derhal durdurulması ve yasaklanması çağrısını yapıyoruz” dedi. Akdeniz sözlerine, “Dünyanın bütün işçileri, ezilen haklar ve göçmenler birleşin” diye son verdi.
Akdeniz acil olarak atılması gereken adımlar şu şekilde sıraladı:
- Suriye’de kalıcı barış ortamı sağlanmalı, demokratik anayasa için koşullar oluşturulmalı, baskı ve despotizm son bulmalı, tüm dış güçler çekilmelidir. Sığınmacılar ve mülteciler için güvenli geri dönüş yolu açılmalıdır. Sosyal, psikolojik ve ekonomik altyapı sağlanmalıdır.
- Türkiye’de doğan mülteci çocuklar başta olmak üzere, kalacaklar için; bir arada yaşam ve karşılıklı entegrasyon ve gelecekte eşit yurttaşlık için alt yapı oluşturulmalıdır. Parayla, mülk edinmeyle zenginlere vatandaşlık satışına son verilmelidir. Savaş ve insanlık suçlarına bulaşmış kişiler sivil masum göçmen nüfustan ayıklanmalıdır.
- Göçmenlerin kayıt dışı çalışması son bulmalı, sigortalı çalışmada işveren rızası şartı kaldırılmalıdır. Yerli ve göçmen emekçiler güvenceli çalışma için ortak sendikalarda örgütlenmelidir.
- AB ile imzalanan Geri Kabul anlaşması derhal iptal edilmelidir. Mülteciler Türkiye dışında üçüncü ülkeye geçebilmelidir.
- Suriyeliler ve mültecilerin yanı sıra çeşitli ülkelerden gelen göçmen işçilerin korsan değil güvenceli işlerde çalışabilmesi sağlanmalıdır. Göçmenlerin kanını emen şebekelere, insan tacirlerine ve onlarla iş birliği yapan sermaye çevrelerine ağır yaptırımlar uygulanmalıdır.”
Heyula içerisinde, gündemi belirleyen muktedir ve bütün o vekil Sera Kadıgil’in tabiriyle kainatın iletişim işleri başkanlığının güdümlü propaganda aracı kılınan medyanın görmek bir yana bahsini dahi açmadığı konulara dair kelamını paylaşır EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz. Bir mülteciler yurdu olmasına rağmen bugün ülkenin nefret ederek, o ötekisine hayatı dar ederek yakaladığı kötülük sarmal��nın, bariz fecaatine dair her anlamda sözü edilmesi gerekenleri sıralar Akdeniz. Türkiye’den İran’a, Yunanistan’dan, Avrupa’ya geçmeye çalışan mültecilere, bir sığınak olmaktan çıkartılan dünyanın vardığı eşiğe dair tespitleri aslolan gündemdir. Dünya yerinden yurdundan edilen mültecilerindir de aynı zamanda ve herkesin payına düşebilecek kadar doğrudan yaşam ihtimallerinin eşit kılınması gereken bir mücadele sahnesidir. Bir partinin suna geldiği tahayyülün değil yanına, kıyısına bile varamayan madun siyaset aktörlerinin görmezden gelmeye devam ettikleri şey bir gün hepimizi bulabilecek olanın ardından ne / nasıl / ne şekilde yaşamda kalınabileceğidir. Bugün ekonomik bir girdap, sosyolojik bir çöküş, dini kullanarak var edilmiş bir ayrımcılık, bitimsiz bir şiddet ve ırkçılık sarmalındaki ülkenin yüz yılında neler geleceğini düşünmek için de yeterince açık bir imdat çığlığıdır, görebilene. Sahiden fark ediyor musunuz?
Doğrudan dolambaçsız bir heyula içinde dört dönüyor ülke. Doğrudan kesintisiz bir halle, kötürüm bir temsil, duraksamak nedir bilmeyen bir girdap silsilesi içerisinde kendi katran karanlığını arşınlıyor bir ülke. Giderek çukurlaşıyor. Düzeni var eden temsilin suna geldiği her şey başka başka açmazları beraberinde getiriyor. Bir heyula içerisinde ne yara, ne bere, ne onca badireye dair çözüm ihtimallerine zemin bırakılıyor. Cümlesi cümlesine o yeni yüzyıl için harcanacak, bir dönem daha bir dönem daha diye iç edilecek, içine tam anlamıyla edilecek ülke için yılmadan dört koldan apayrı tahayyüllerle sopalar gösterilmeye devam ediliyor. Bir heyula içerisine terk edilirken memleket yarınsız olması dert edilmesin buyuruluyor. Bütün paramparça olunurken her şey yolundaymış fablına hala inanılması salık veriliyor. Ne kendi kimliğine, ne kendi olur verdiği kesimlerden olana ne de başkasına, öteki olarak anılana tek bir iyi günü var etmeyen düzlem bugün hakikat eyleniyor. Bir heyula içerisinde hayatın abecesinin tükenişi aralıksız kılınıyor. Bu hallerle, bunca afaki badirelerle, bir tek doğruyu yaşatamayan, hep tüketen, çokça tükeniş sarmalına rehin kılınan bir menzilde hiçbir yarın kalmış mıdır? Bırakılmış mıdır?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Balat – Stenbol – Cemal ERCAN – Le Monde Diplomatique Kurdî
0 notes
teoriler · 2 years
Text
Dönüp dolaşıp hep aynı çıkmaz sokaklarla yolumuz kesişiyor. Tümden bütün bu yıkımlar ve badireler uzamında her bedel, her diyet var edildiğinde yol da yordam da çürümenin ta kendisine çıkartılırken o karanlık dehlizler bir kere daha bina ediliyor. Hayata setler eksik gedik olmadan bina edilirken, aşılamaz ilan olunan kırmızı çizgiler var edildikçe cerahat de güncelleniyor. Cürüm bu bahse ekleniyor. Cühela cüretiyle kamusallaştırılan devletin, denetim, gözetim ve tahakküm biçimleri yolu / yordamı tüketiyor. Demokrasi belirgin bir halde pejmürde bir pratiğe rehin ediliyor. Özgürlük laf addedilirken her gün biraz daha o esaret biçimlendiriliyor. Hürriyet, bir medya karteli olarak, tüpçü nam zatın paçavrasının o adı olmaktan ötesi kılınmıyor. İstibdat ve tahakkümün pratikleri barışın da köküne açık bir biçimde kibrit suyu döküyor. Bütün bu toplam, bütün bu fasit döngü o nihai müsibetin ta kendisini çıkmaz sokakları var ediyor.
1 note · View note
ay-misali · 3 years
Text
Geçmişinin uzağına düşen , " zamane " nin tuzağına düşer . Biz " çağdaşlık " zannettiğimiz " zamane'nin tuzağına düştük . Ne kendimizi ( tabii geçmişimizle birlikte ) keşfedebildik , ne başkalarını ( Avrupa filan ) kavrayabildik . Ne " biz " kalabildik , ne " Avrupalı " olabildik . Hedefsizliğimiz tereddütlerimizi , tereddütlerimiz kuşkularımızı , kuşkularımız korkularımızı , korkularımız güvensizliğimizi besledi . Bir işe yaramayacağımıza inandık . ( şu meşhur , " biz adam olmayız " sendromu ) O gün bugündür bir kısır döngü ( eskilerimiz " fasit daire " derlerdi ) içinde dönüp duruyoruz . 
Kısır döngünün bir yerde kırılmasını ve o yerde yeniden diriliş'in başlamasını istiyorsak , önce geçmişimizi övgü " ve " sövgü " dışında , " olgu " olarak ele alıp irdelememiz lazım. s98
Tumblr media Tumblr media
Fransız Sefirlerinden Marquis Villeneuve'e : 
" Aslına bakarsanız , Osmanlı Devleti , adı henüz konmamış bir cumhuriyettir . " ( Sultan Birinci Mahmud'un Reis - ül - Küttabların dan [ Dışişleri Bakanı diyebiliriz ] Emârzâde Hacı Mustafa Efendi'ye söylemiştir ) .
Yavuz Bahadıroğlu-Tarihin Arka Sokakları,
s.128
74 notes · View notes
yfs-t-t-2623 · 4 years
Link
Dolar kurları nereye gider
Döviz  kurları nereye ?
AKP sonunda doğru adımı attı , inanılmaz bir bedel ödendikten sonra , develüasyon'u halka ve piyasalara bıraktı , merkez başkanının kur hedefimiz yoktur , hedefimiz fiyat istikrarıdır açıklaması Türkiye'nin yeni bir ekonomik politika uygulayacağının göstergesi olabilir .
Döviz kurları neden yükselir ?
Kur yükselmesin diye döviz rezervlerini kullanır , kura müdahale ederseniz , rezervler düşer, Rezervler düşünce riskler artar, Riskler artınca kur yükselir ve tekrar aynı noktaya gelirsiniz. En sonunda kasada döviz kalmayınca , kur hedefimiz yoktur açıklaması yapmak zorunda kalınır ..Buna kısır döngü fasit daire denir .Geçtiğimiz elli yıldır yaşanan aynen budur .
Döviz kurlarına müdahale'den vazgeçilmesi ne sonuç getirir ?
Ucuz iş gücü yaratarak  TL değersizleştirip yabancı yatırımcıyı , üreticiyi ülkeye çeker . Yurt içinde üretilen ürünlerin dünya piyasalarında daha rekabetçi bir ortam yaratması , ihracatı arttırır .İç piyasada ithal ürünler zamlanır .Kısa ve orta  dönemde enflasyon artar ,
Bu kriz iyi kullanılır ve değerlendirilir , üretim seferberliği ilan edilir , ithal ikameden yerli üretime geçiş sağlanabilirse  .İşte o zaman da Türkiye kanatlanır .
Peki ,Ya mevcut iktidarlara güven sorunu ne olacak
2010 Yılında 40 yıllık birikimim ile 100 000 dolara bir gayri menkul aldım , bu gün 60 000 dolar , peki benim 40 000 dolar nereye gitti ?2020 yılında , Kur hedefimiz yoktur diyen bir merkez bankası başkanına nasıl inanayım şimdi
Türk'ün aklı başına  , 50 Yıl sonra'mı gelir ?
Avrupa Merkez Bankası Başkanına dolara karşı avronun değeri hakkında soru sorulduğunda,
‘Bizim tek görevimiz “FİYAT İSTİKRARI”, herhangi bir kur “HEDEF”imiz yok.’
Şeklinde yanıt vermişti.
Bu günde TC Merkez başkanı
Sn Murat Uysal:
Merkez Bankası olarak kur noktasında herhangi bir nominal veya reel kur seviyesi hedeflemiyoruz, ancak finansal istikrar ve fiyat istikrarı açısından konuya yaklaşıyoruz .dedi .
Bir anlamda kurlara artık müdahale edilmeyeceğini beyan etti , Reis daha görüş beyan etmeden MB Başkanına inanalım mı , ne dersiniz ?
Ahmet Atam
0 notes
yasamyolu-blog · 4 years
Text
İnsaniyet ve Nedamet
Tumblr media
Nadim bir sıfat, pişman olan insan için kullanılır. Nedamet de pişmanlık demek.  İnsaniyet ve Nedamet ise; insana has, insanı insan yapan değerlerden, altı çizilmesi gereken önemli bir haslet olduğu için kullanıldı... Haslet mi? Bizlerin yaradılışından gelen özellik veya huy demek... Kelimenin tınısı hoş olduğundan, bugün sadece olumlu anlamda kullanır olduk... Nedamet neden insanidir biliyor musunuz? Çünkü insan eksiktir. Hata yapar, kusur isler, suç bile olasıdır. Dostlar biliniz ki, bunlar insanı, insanlıktan çıkartmaz. Bilakis eksikleri ve yanlışları, insana insan olduğunu hatırlatmalıdır. Ayrıca imtihanın sırrı tövbedir. Konuyu tamamen özetleyen iki Hadis-i Şerif ile başlayayım : Bütün ademoğulları günahkardır, günahkarların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir. (İbn Mace, Zühd, 30 Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı. Müslim, Tevbe, 9, 10, 11 Değerli okuyucum. Pişmanlık içimize  düştüğünde, kendimize ve konunun muhatabına karşı dürüst olup, derhal nedamet hislerimize sığınmalıyız. Telafi, özür,tedavi,gönül alma her ne ise gereğini yapmalıyız. İnanın bana böyle davranmak bize inattan hayırlıdır. İnat hayırlardan alıkoyar... İnsaniyet ve nedamet yakından ilişkilidir. Eğer inat edersek, hatada ısrar etmek; "mekruhun tekrar tekrar işlenmesi haramdır" kaidesinde olduğu gibi, her problemi daha büyük bir hale taşıyacaktır. Bu bedbaht durum, gönlümüzden başlayıp, tüm hayatımızı mahvedecek fasit dairenin ilk halkasına izin vermiş olmaktır... Bu kısır döngü, zamanla büyür, gelişir. İçinden çıkılmaz bir girdaba dönüşür. Ardından bütün ahvalinizi ve psikolojinizi kaplayarak sizi yeni yeni hatalara sevk eder ve dahada büyür.
İnsaniyet ve Nedamet ile Fıtrat
İşte gerçeğimiz budur değerli okuyucum. İnsanoğlu günahtan münezzeh , hatadan vareste değildir. Hepimiz aynıyız bu anlamda, sen de öyle... Yanlış yapmasıyla ünlüdür insanoğlu. Şöyle bir etrafınıza bakın, kendinizle yüzleşin, haberlere göz atın göreceksiniz... Yok şimdi değil. Yazımın sonlarına doğru döneriz  kendimize. Çok çok zor olduğunu biliyorum. İnsanın kendisini bilmesi, ne büyük bir erdemdir. Esas olan hissetmek, fark etmek ve gereğini yapmak için ihlas ile çaba sarf etmektir. Kendini düzgün tutmadan, karşındakinden beklemek en hafif tabirle aymazlıktır. Hele karşıdakinde insaniyet ve nedamet eksik diye, onun gibi olup karşılık vermek, değerleri terk etmek..! Yaptığımız bir iş, söylediğimiz bir söz, yahut davranışımız, tutumumuz, fikrimiz, günahlarımız, tarzımız.... Hayatta ki her şey, pişmanlığa sebebiyet verebilir. Vermelidir de... Sorun hatada ısrar edip pişman olamamaktır. Eğer objektif bir gönül eri isen, kendinde de görürsün bu hali... Göremiyor isen "vay geldi başına" İnsan Beşer, Kuldur Şaşar Ne güzel bir atasözü değil mi? Her yazdığını onaylamam ama, İdris Akmetin buradan hareketle bir farkındalık sağlamış, aktarayım birkaç dizesini: Düşmez kalkmaz bir Allah İnsan dediğin beşer, şaşar Bazen şeytan çalar yüreğimi Unutturur bana beni Şeytanlığına uyarım Nefsime yenilir aklım Bedenim elim yüzüm kire boyanır Aynaya baksam Kendimi bulamam Mosmor olur yüzüm, utanırım Dünyam yıkılır ruhum kararır Kurtar diye yalvarırım İnsanlar fıtratı gereği hata yapabilir, şaşırıp yanılabilir demiştim. Allah insanları kusursuz yaratmamıştır. Muradı böyledir. Bu kutsal tercihin üstüne çıkıp; ben yanlış yapmam, kusursuzum diyerek mükemmellik iddiasında bulunan kişi;  gaflet ve delalete düşmüştür. Bu zihniyet gerçekten acınası bir haldir. Çünkü bu söylem çıkış yollarını tıkamaktadır. Bu gerçek bir inanış ise, kibir ve nefis kazanmış, zat-ı ali kaybetmiştir. Ben merkezci ve kendini beğenmiş insanlar;  esas kendilerine zulüm ettiklerini dahi fark edemezler... Kusursuzluk Allah'a özgü bir sıfattır. Unutmamak gerekir ki; yaratılmış her şey eksikliklere duçardır. İnsaniyet ve nedamet ilişkisi de bu noktadan nüfuz etmektedir. Dünyada hata yapmayan, kusur işlemeyen hiç kimse yoktur. Bundan dolayı, bizim de dahil olduğumuz insanlık için,  hoşgörülü ve hüsn-ü zan içerisinde olmak  gerekir. Yapıcı bir tavır, rıfk ve hilm ile muamele bir çok insanı bu zavallı durumdan kurtarmaya yetecektir. İnanın bana yaratılmış her şey ilgiyi hak eder. Yaratan' dan ötürü! Genelde bu anlayışlı olma, idare etme, terbiye etme durumu aşağıdaki gibi yürür: Bilenden bilmeyene,Alimden cahile, Büyükten küçüğe, Amirden memura, Üstten asta, Ariften avama Kocadan karıya, Abiden kardeşe, Zenginden fakire, Ebeveynden çocuğa, Güçlüden zayıfa Hocadan talebeye Kendini nasıl görüyorsan, gereklerini de yap o  halde... İnsaniyet ve nedamet anlamında zorda kalana yardım et... Kişisel Gelişim ile İnsaniyet ve Nedamet İlişkisi Kişisel gelişim kitaplarının bir çoğu asla pişman olma derler. Bu öyle büyük bir hatadır ki, farkına varsa bu sözün sahibi, Hicran kaplar yüreğini... Biliyorsun bir hata işlemekten nadim olunacağı gibi, bir doğruyu yapmamak da, pişmanlık konusudur. Doğruları yapmaktan çekinmeyeceğiz, yanlışlardan da korkup çok geri duracağız. Bu şekilde nedamet hissi gittikçe azalacak, top yekun varlığımız sükun bulacaktır. Kişisel gelişimin alt yapısı olgunlaşmaktır. Ruhumuzun dingin halde olması, doğruyu yanlıştan ayırmak için bize berrak bir görüş alanı sunacaktır. Yada yaptığımız hataları keşfetmek ve nedamet duymak için ... Hem de hatalarımızı düzeltip, doğru yolda tutunmak için. Veya aynı hataya tekrar tekrar düşmemek için ... "Sakın keşke demeyin." Yok ya! Daha neler.!? Deyin değerli okuyucum. Keşke deyin. Onlar yanılıyorlar. Keşke öyle demeseydim. Keşke o kararı vermeseydim. Keşke öyle davranmasaydım. ...... Deyin, ve durumu düzeltmek için çareler arayın. Nedamet insanı olgunlaştırır ve hataların tekrarından muhafaza eder. İnsaniyet ve nedamet birbirine doğru orantı ile bağlıdır. Pişman olun ve gereğini yapın. Kararlar alın, kurtulursunuz. Özür dileyin, sevilirsiniz. Tövbe edin, affedilirsiniz. Hatasının farkına varıp, bu hatadan nedamet duyarak vazgeçmek ve başkalarına verilen zararın, maddi manevi tazminine çalışmak; sizi inanılmaz mutlu edip, yüceltecek emin olun. Kendinize sevgi ve saygı duyacaksınız. Er Kişi Kendisi ile Yüzleşmeli İsmi lazım değil, yaşça büyük bir beyefendinin, hem de sözüm ona "gönül sohbetleri" adıyla yazdıklarından bir alıntı yapayım, hezeyana şahit olun: Keşke demek, insanda nedamet hissi uyandırıyor ve aşağılık duygusuna sebep oluyor ve bu duygu  bir ömür boyu sürüyor. Yuh! Adam tam tersini öğütlüyor yahu! Değerli okuyucum. Her insanda var olan, fakat herkesçe verimli kullanılamayan vicdan muhasebesi,  bir otokontrol mekanizmasıdır. İç hesaplaşma da diye bileceğimiz vicdan muhasebesi, sözlerimizi, temayüllerimizi, davranışlarımızı denetleyip, doğruya doğru yol gösteren; doğru yoldan saptığımızda da, ceza kesebilen, harika bir sistemdir. Onu etkili kullanmalı ve geliştirmeliyiz. Ne yazık ki, ihmal veya inançsızlık tekrarladıkça vicdanlarımızın duyarlılığı da azalır. Önce insaf ve irfanımızı kullanamaz hale geliriz. Ardından vicdanımızı kaybederiz. Bu durum insanlığımızın kaybı anlamına gelir ki, büyük ve acıklı bir felakettir. Narsisizm ve Egoizm İnsaniyet ve Nedamet İçin Faciadır İnsanoğlu, psikolojisinin derinliklerinde, art niyetler, küçük hesaplar, kompleksler ve kaygılar gizleye bilir. Yapısı kibirli de olabilir. Mesela iyi bir yönetici verdiği yanlış bir karardan döner ve özür dilerse, artık sözünün geçmeyeceği veya kararlarına güvenilmeyeceği hissiyle vicdanını uyutup, nedamet hissinden uzaklaşarak, kötü bir yöneticiye dönüşebilir. Yani tam da korktuğuna uğrayacaktır. İyi bir eş, karısına yada kocasına sarf ettiği kırıcı bir söz yada davranış için; nadim olup özür dilediğinde, alta düşmek kaygısı ile evliliğini rezil edecektir. Bir sosyal grupta var olma çabasında ki insanlar, nedamet duyguları fark edilirse, küçük görüleceği kaygısına kapılabilir. Bu durum zaten kendisini büyük gösterme kompleksinin sonucudur. Ve sonunda olduğundan da küçük düşecektir. İnsani anlamda olgunlaşmamış bireylerin, problemleri anlama kapasiteleri, olayları algılamada ki yeterlilikleri, iyiyi kötüden ayırmada ki verimlilikleri de gelişmemiş olduğundan; vicdani yapıları da güdük kalır. İşte böyle insanların sloganlarıdır "asla pişman olma" Bu ne paradokstur. Nasıl cahilce bir tercihtir. Peki Nasıl Başaracaksın Kendini Saklamayı İnsaniyet ve nedamet senin için anlam ifade etmiyor ise, yaşamını sürdürmek için, bazı faaliyetler içerisinde olman icap eder. Nitekim insanlar seni anladığında kaçıp gidecekler zannedersin. Yanlış yolda olmak, yanlışları katmerler, çoğaltır. Nadim olup, samimiyetle özür dilemek yerine, kibir ve inadınızı öncelemek için neler yapmalısınız bir kaçını sıralayayım : İnkar edersiniz,Yok sayarsınız,Bahaneler bulursunuz,Entrika çevirirsiniz,Yalan söylersiniz,Kin tutarsınız Sebepler uydurursunuz,Hile yaparsınız,Riyakarlık edersiniz,Kaba olursunuz,Kavgacı olursunuz,İntikam ararsınız, Demem o ki değerli okurum, fark etmek de bir basiret gerektirir. Kendisine dürüstçe bakamayan insanlar, inat ve kibir çukurundan kurtulamazlar. Aslında kendilerini hiç öyle sanmazlar ama,  günün sonunda kötü, günahkar ve rezil durumda kalırlar. Aydınlık bir Çıkış kapısı vardır fakat gururlarına yenik düşer, nedameti göremezler... "Artık Çok Geç" DEĞİL! "Son pişmanlık fayda vermez" derler ama buna da inanmayın. Verir, fayda verir. Farkına vardığınız anda nedamete sarılın, vicdanınızı rahatlatın. Bu atasözü ivedilikle pişman ol, erteleme, sona bırakma, inat etme diyor... Mutluluğun ve gerçek kişisel gelişimin kapılarını aralayın... Suç, kusur, günah, hata... Hepsi sizi bir girdabın içerisinde umutsuzca çırpınır hale sokar. Nedamet ise, kurtulmak üzere tutunacağınız köklü bir zeytin ağacının, zarif ve sağlam dallarıdır. Kişi kendisinden de özür dileye bilmeli, kendisiyle de barışıp, yoluna devam edebilmelidir. Bu yüzleşme, kendini gerçekleştirmek isteyen bir insan için vazgeçilmez bir gerekliliktir. Yani net olarak bilelim ki, vicdan azabı bir dünya cehennemidir. Kurtuluş ise hatadan kaçınmak, yinede yapılmışsa bir hata, nedamet hisleriyle, vicdani gerekliliği yerine getirmektir. Zira kötülük insan ruhunun zarif ve nezih yapısına yaraşmaz. Bu sebeple, doğru yolu tutmazsanız, bütün hayatınız acılarla dolacaktır. Dışarıdan nasıl gözükürsünüz bilmem ama içiniz her an, derin hüzünler ve coşkun öfkelerin altında inleyip duracaktır. Aydınlık ve ferahlık için çıkış insaniyet ve nedamet ile mümkündür. Sözleri Mevlana Celaleddin-i Rumi (Hz)' den olup, büyük tasavvuf ehli Kutbü'n nayi Osman Dede' nin bestesi ile hicaz ayinlerine feyz veren bir beyit var. Bakın ne diyor: ......in kâne nedâmetî sudûden ve cefâmevlâye afallâhu afallâhu afâ. Mevlana Celaleddin-i Rumi (Hz) Yani; pişmanlığım dahi bir varlık (kulluk) ifadesi ve eziyet ise de Mevlâm; affet Allah'ım, affet Allah'ım, affet! " Read the full article
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Bir Dehliz Olarak Türkiye!
Tumblr media
“Kavramların herkesçe anlaşılır müşterek anlamlarını yitirdiklerini, yahut da ortak olarak kullanmakta olduğumuz kelimelerin hepimizce malum anlamlar taşıdığı müşterek bir dünyada yaşamaktan çıktığımızı; öyle ki kelimenin tam manasıyla anlamdan yoksun bir dünyada yaşamaya mahkum edilmiş olmak bir yana, birbirimize anlamları kendimizden menkul kelimelerden ibaret dünyalara çekilme hakkını bahşettiğimizi ve birbirimizden sadece kendi özel terminolojilerimizle tutarlı olmanın dışında başkaca bir şey istemediğimizi göstermiyor mu? Eğer bu şartlar altında hala birbirimizi anlamakta olduğumuzu söylüyorsak, kastettiğimiz hepimizin müştereken paylaşmakta olduğu bir dünyayı anladığımız değil, olsa olsa savlamadaki ve akıl yürütmedeki, yalın biçimselliğiyle temellendirme sürecindeki tutarlılığı anlamakta olduğumuzdur.” Geçmişle Gelecek Arasında – Hannah Arendt – İletişim (8. Baskı Mayıs 2022)
Bir dehlizin içinde debelenip duruyor memleket. Bir o yana, bir bu yana bir şu bir bu yön ve tarafa çekilirken cerahatin sahnesine artık resmen dönüşmüş olan menzilde bir dehlizin ta kendisi açığa düşüyor. Yaşamın tüm parametreleri altüst olunuyor artık. Peyderpey, tek tip bir akılla o yaşama istemi kuşatılıyor bu dehliz kılınmış olagelen memleket artık bir giz taşımıyor, kalamıyor. Akparti, mehape ikilisinin var ettiği her dönemeç hemen her bir eylem bu yaşatan yeri çürümeye olan hızlı serüveninde de bir yeni etabı bildiriyor. Bir cerahat kumkuması içinde yaşam altüst ediliyor. Her anlamda, yaşam zora koşuluyor artık bariz, belirgin. Yol ve yordamın yitirildiği uzamda bu kör karanlık dehlizin dipleri sonsuz karanlığı arşın edilmeye devam olunur. Yeni ülke tiradı bu hallerden türetilir. Yenilendiği zikredilen yerin gamı, yükü, hüznü, sınavı hep sıradana düşürülür vesselam. Bugün iş bu raddede, yenilendiği söylenen düzlemin, yönetim mekanizması her türden fecaate çıkan onu var eden bir yapımlar toplamıdır artık, bu kesindir. Döngü, devinim, kalıplaşmış bir halde o yıkımı ihtiva eder. Böyle bir halin, böyle bir toplamın yekununda demokrasinin hiç edildiği sahnenin genel temsilidir, karanlık / zifiri kapkaranlık menzil, şu dehlizleşen ülke.
Arendt’in anlattığı gibi bir girdap halini simgeliyor dehliz kılınmış iş bu yeni ülke. Artık, sözün ederinin anlamının çok da sorulmadığı, sorgulanmadığı yerde, nihayetinde toptancı bir zihniyetin ezberleriyle kuşatılan bir toplamın asıl görüş kılındığı uzamda hayatiyetin o mahvına değinmek gereklidir. Sözcükler var edilmiş karanlığa dair göndermeleri, tümden bütünleşik yıkıcılığı, devlet eliyle kotarılan terörü, sinizmi bildirmek için bir aynalayan unsur iken, müşterek sözün yıkımı artık kapı eşiğinden çoktan içeriye duhul ettirilmiştir. Her şekilde bir ezbercilik odağından çıkagelen, gündemin dolgusu kılına gelmiş sözlerle, eylemlerle o dehliz bugün sorgulanmasın istenir. Baş amir ve baş faşistin klikler arasında kurduğu yenilenmiş ülke söylemi, iletişim işleri başkanlığından bilişim teknolojileri kurumu gibi nicesine sürekli, gözetilen, denetlenen, sınırları her gün azar azar değil aleni bir biçimde daraltılan bir ülkenin hakkaniyetini suna gelir. Dehliz kılınmış olagelen yerin sorgusu hiç edilirken, yaşam artık aleni bir biçimde biyolojik-politik bir eksenin üstünde mahva, olduğu gibi yıkıma çıkartıla gelir.
Memleket iyiye gidiyor, durmak yok yola devam, ilerliyoruz, hedef iki bin yirmi üç, iki bin yetmiş üç gibi duraksamadan var edilen yeni hitabet ve kılavuz çizgileriyle birlikte bir cürüm sarmalı da bina olunur. Bütünüyle o dehlizin yepyeni sahaları güncellenirken içten içe bir çürümenin yolu da tutturulur. Hali hazırdaki yıkıcılık, hali hazırda savunula gelen tüm o ahkamlar arasında insanları bir çizgide tutabilme istem / tahayyül ve talebinin her nasıl bir yönelimi var ettiği muğlak değilken her şey oluruna bırakılmış gibi davranılır. Ol bahis, oysa yıllardır demokrasi konusunda tek bir doğru düzgün adımı muhafaza etmeyi bir türlü başaramayan ülkenin gerçekliğini gösterirken, nedir iyiye giden bu muallak kılınır. Arendt’in değinisinde olduğu gibi, müşterek bir yaradan bahis açılırken, kelimeler ardılı sıra dizilirken aslında çürümenin rotasında olunduğu gizlenir. Oysa gözler önündeki devlet, şiddeti hep bir sığınak olarak görerek, kamusal alanı, düşünsel müşterek bahsi, en nihayetinde de sıradanın hayatını anormalin sınırına demirler. Tümden normalleşmenin her nasıl tersi bir istikamete biçimlendirildiği yerin meselesidir, dehliz, çukur, bu ülke, kesin bilgi.
Gazete Karınca’dan iliştirelim: “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Diyarbakır Çevre Yolu, TOKİ 1525 konut, 17 iş yeri, bir cami ile yapımı tamamlanan diğer projelerin toplu açılış törenine katılmak üzere Diyarbakır’a gitti.
Toplu açılış töreni olarak düzenlenecek miting öncesi polislerin kapattığı caddede başka illerden gelen çok sayıda servis girdi. Çevre illerden gelen partililer minibüslerle miting alanına taşındı.
İstasyon Meydanı’nda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kasım 2016’dan bu yana tutuklu bulunan Demirtaş’tan ‘Edirne Cezaevi’ndeki zat’ diye bahsetti, “Kürtlükle alakası var mı? Yok. Bu adam Kürt değil. Ama Kürt kardeşlerimi sömürüyor. Bunun hesabını benim Kürt kardeşlerim sormayacak mı? Soracak” dedi.
Erdoğan, HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın da adını anmayarak “Yine bir eş başkanları var. Kürt mü? Değil. Ama benim Kürt kardeşlerimi sömürüyor” ifadesini kullandı.
İnsan hakları savunucularını da es geçmedi
Erdoğan, burada insan hakları savunucularını da ‘es geçmedi.’ Bu kişilerin Diyarbakır Anneleri’yle ilgilenmediğini, ziyaret etmediğini savunan Erdoğan, şunları söyledi:
Kardeşlerim Diyarbakır Anneleri’ni Batı’nın şempanzelerine bırakmadık. Nerede bu Batı’nın insan hakları savunucuları? Nerede bunlar? Bir kere gelip de Diyarbakır Anneleri’ni gelip ziyaret ettiler mi? Gördüler mi? Onlar sadece sahne artisti.
Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
Diyarbakır’ın rengi baskı, zulüm, acı değildir. İstihdam eden fabrikalardır. Her bir insanıyla Diyarbakır’ı gönülden seviyoruz. Kardeşlerim, Hz. Ömer’in fethinden beri, 1383 yıldır her şeyiyle bizim olan, bizim medeniyetimizin şehri olan Diyarbakır’a göz dikenin iflah olmayacağı açıktır. Ah, şu Diyarbakır surlarının dili olsa da konuşsa. Şu Dicle Nehri’nin dili olsa da konuşsa, ah şu ecdat yadigarı mezar taşlarının dili olsa da konuşsa… Konuşsa da bir yandan mirasçısı olduğumuz medeniyetin ihtişamını anlatsa, diğer yandan daha düne kadar bu coğrafyanın tarihiyle, kültürüyle, sanayisiyle, ticaretiyle, en önemlisi insanıyla en seçkin şehri olan Diyarbakır’ın kolunu, kanadını kıranların ihanetini anlatsa. Ağızlarından demokratik siyaset lafını eksik etmeyenlerin, emperyalistlerin nasıl kucağından inmediklerini anlatsa. Sürekli Kürt lafı ederek Kürtleri sömürenlerin, sizlerin evlatlarının canı üzerinden kendilerine ultra lüks hayat kuranların riyakarlıklarını anlatsa. Bunların adı Kürt, kendilerinin Kürtlükle alakası yok. Kürt kardeşlerime en büyük zulmü yapanlar bunlar. Kandil’e benim Kürt kardeşlerimi kaçıran, onlara zulmeden, her türlü tacizi yapan bunlar değil mi? Yedi ay sonra yapılacak seçimde bunlara hesap sormaya var mıyız? Yasin Börü evladımızı Diyarbakır caddesinde şehit eden alçaklar bunlar değil mi? Ah ah… İşte bunun hesabını Diyarbakırlı kardeşlerim Allah’ın izniyle soracaklar.
Yine bir eş başkanları var, Kürt mü?
Diyarbakır’ın yaşadığı karanlık günler de geride kalmıştır. Şu anda Edirne Cezaevi’nde olan zatın Kürtlükle alakası var mı? Yok. Bu adam Kürt değil. Ama Kürt kardeşlerimi sömürüyor. Bunun hesabını benim Kürt kardeşlerim sormayacak mı? Soracak. Yine bir eş başkanları var. Kürt mü? Değil. Ama benim Kürt kardeşlerimi sömürüyor. Diyarbakır ekonomisiyle, kültür ve sanatıyla, altyapısıyla yoluna kararlı bir şekilde devam etmektedir. Artık Diyarbakır huzurun şehridir.
‘Diyarbakır’ı kenarda bırakmadık’
Türkiye’yi büyütüyoruz derken; işiyle aşıyla küresel krizler karşısındaki duruşuyla her şeyi ile büyütüyoruz. Kardeşlerim biz bugüne kadar Diyarbakır’ı 57 milyar TL’lik kamu yatırımıyla her alanda geliştirmenin gayreti içinde olduk. Diyarbakır’ı kenarda bırakmadık. Batı’ya neyse Güneydoğu’ya da onu yaptık. Bu şehrin her karış toprağına alın terimizle, bu şehrin insanlarının her birinin hayatına gönül bağı ile dokunduk. Eski stadın yerine millet bahçesi yapıyoruz. Kayapınar Şehir Hastanemizi de hızla yenileyerek sizlerin hizmetine sunacağız.
Diyarbakır Cezaevi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredildi
Son ziyaretimde Diyarbakır Cezaevi’ni boşaltma ve kültür merkezi yapma sözünü vermiştim. Sözümüzü tuttuk. Bugün itibariyle Diyarbakır Cezaevi, Adalet Bakanlığımızdan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilmiştir. Geçmişte nice acılara, zulümlere konu olan Diyarbakır Cezaevi binası artık hem hafıza, hem de farklı alanlarda faaliyet yürütme imkanı sağlayan bir eser olarak hizmet verecektir. Şimdiden Diyarbakırımıza hayırlı olmasını diliyorum. Diyarbakır Cezaevi müze oluyor. Kütüphanesiyle, sanat, gösteri alanlarıyla artık bu cezaevi ortadan kalkıyor. Elbette ki Diyarbakır’ın bu güzel tablosundan rahatsız olanlar da var. Adeta kahroluyorlar. Rahatsızlıklarının bir sebebi de bunların gerçek yüzlerini sizlerle paylaşıyor olmam.
‘İstanbul’da adı sanı duyulmayan bir grup marjinal partiyle güya ittifak kurmuşlar’
İşte şimdi son tartışmaları görüyorsunuz. Kürt kardeşlerimi bir avuç sapkının oyuncağı haline getirmek isteyenlerin, sizin iradenizi nasıl istismar ettiğini görüyorsunuz. HDP denen parti görünümlü emperyalist operasyon aygıtı, sadece 50 bin vatandaşımızın canına mal olan terör örgütünün payandası değildir. Bu fitne yuvası, tüm sapkınların aktörü durumundadır. Biliyorsunuz CHP, kurduğu altılı masaya çantada keklik olarak gördüğü bunları almaya tenezzül dahi etmemiş, masanın altında onları tutma yoluna gitmiştir. Bunlar da masa altında kalmış olmanın mahcubiyetiyle gidip, İstanbul’da adı sanı duyulmayan bir grup marjinal partiyle güya ittifak kurmuşlar. İttifak kurdukları parti tabelalı örgütlerin söylemlerinin ne sizlerle ne de bu ülkenin vatanına, milletine, değerlerine bağlı herhangi bir vatandaşıyla en ufak bir ilgisi yoktur.”
Dönüşümü, var etmiş olduğu kötürüm demokrasi pratiğini artık tanımlanamayacak kadar içten içe yiyip bitirmiş bir “temsilin” var edeceği şeyin çok daha kalıcı bir zayiata meyil vermek olduğu bir kere daha ortaya serilir. Ziyaret laf olsun diye var edilir. Esas mefhum ise göstere göstere 2015 seçimlerinin karanlık ikinci kısmında cereyan eden hakkaniyetsiz doğrudan iradeyi gasp eden temsilini yeniden var edebilmektir. Doğrudan nefreti daha bir iki gün önce öteki kasttan transfer olunan asker eskisine rozet takarken dillendirilen ırkçı, ayrımcı ifade ile betimlerken, ziyaretin zaten boş laf olduğu kesinlik kazanır. PKK’liler, beşer onar doğuruyor lafzını yok yere değil, doğrudan Kürd temsiliyetini bir asır sonra, ol geçmişteki Ermeni, Rum ve Süryani halklarına reva görülmüş cehennem / soykırım, cinai bir ağın insafına terk, kurucu ülke bahsi öne sürülerek var edilen her türden işkencenin ve dahi hayattan men etmenin bir başka tezahürü var edilmek istenir. Siyaseten değil hepten, her dem olduğu üzere Baş amir alışıldık nefret şablonunu yeniden bina ederek, seçmenini, Kürd halkına karşı bileylemeye devam etmektedir. Öte yandan onca lafza, itham ve hemen hiç kesintisiz nefret edimine, kendi kurmayları da dahil var ederken, Amed ziyaretini var etmesi o dehlizlerin nasıl hesaplı kitaplı imal olunduğunu da bildirir. Bu ülke sathında gerçekten kuru laf değil, doğrudan bir adalet, eşitlik ve hürriyet hiçbir ama hiçbir zaman söz konusu edilebilecek midir?
Öte taraftan bunca laf salatası var edilirken, HDP linç ettirilmek istenirken, Kürd’ü temsil edebilecek olanlar, kimliklerini var ederken doğrudan yeni bir çığır açmak isteyenlerin ol karşısında yükseltilen tahakküm etme hali ne yana düşecektir, kim fark edecektir? Amed, Diyarbakır 5 numaralı işkencehane, cezaevi müzeye dönüştürülecek yaygarası var edilip dururken, sınırın öte yanında düşman addedilen PKK’nin silahlı kanadı HPG milislerine karşı kimyasal silah kullanıldığı iddiasının / gerçekliğinin kıyısında hangi söz bütün bu hal, şu dehlizin var ettiği karanlığı aşabilir. Lafın kısası, bir asırdır süregiden bir “öteki” olandan kurtulma, onu Türk kılma, genelin içinde eritme çabasının bir başka tezahürü çat kapı var edilmek istenir. Aralıksız bir asırlık geçmiş, son yirmi iki yıllık iktidar pratiğinin suna geldiği, savunduğu her şey cürme çıkarken, defaatle Bakur Kürdistan’ı ablukasından ve kuşatma halinden, delik deşik olunmuş kentlerde 2015 sonrası var edilmiş yıkıma, daha sonra gerek Rojava gerekse de Başur Kürdistan’ı sathı mahallerinde icra edilen ve her ne hikmetse, terörle mücadeleyi bir başka terörist akım olan İslami Cihadist yapılara, TSK üniforması giydirerek var edenlerin hangi barışı imal edecekleri muamma değil midir, hala mı değildir? Dahası o iktidar pratiğinin can yakıcı bir başka sureti olagelen ol İran’da Mahsa Amini’nin katledilmesi sonrası Kürd’e karşıtlığın bir başka tezahürü bu sınırlar içindeki avukatların İzmir’de Jin, Jiyan, Azadi sloganına doğrudan linç girişimi gibi bir çabayla yanıt bulurken, böylesi bir dehlizde umuda hiç yer var mıdır, kalmış mıdır bir yarın ihtimali sahiden? Soruşturma, kovuşturma, tahakküm etme hallerinin bini bir paraya düşerken, ardılı sıra nefret kusmalar / hedef alma halleri var edilirken hiç umut kalır mı? Bir dehlizin içinde debelenip dururken bu memleket sahiden hayata hiç yer kalır mı, bırakılır mı?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Freedom For All v/ Exchanges: Journal Of Literary Translation
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Hayat Kazaya Kurban Gidiyor
Tumblr media
Kazaya kurban kılınıyor hayat. Behemehal tahayyül olunan, varlığı tescillenmiş doğrudan bir hakikatin ta kendisine dönüştürülmüş olanın yamacında bambaşka veçhe ve açmazlar ile hayat mefhumu kazaya kurban ediliyor aralıksız. Düzen sahiplerinin, madun siyaseti o yirmi bir yıldır yapılandıranların var ettiği her eylem bunun içindir. Bununla bir ve bariz bir biçimde beraberce düzenlemelerle o hayat mefhumu hiç edilir. Bunun varlığı afaki bir biçimde kesinleşsin diyerek atılır adımlar, kanun ve düzenlemeler. Bütünleşik bir halde bir toplumun mahvına yönelik her şeyin adım adım kurumsallaştırıldığı bir zeminde tüm o cerahatle hayat boğulur. Bedene, zihne, eyleme yönelik müdahalelerin toplamında tüm o hayat mefhumu çarçur edilir. Hayat muktedirin elinde oyuncak kılınır. Vahim olan ol icraatların hayata kastın ta kendisiyken müjde addedilmesidir. Kazaya kurban ediliyor iş bu hayat. Tümü birden var edilmiş olagelen her cerahat, her hamlede çıkagelen bütün o cürüm halleriyle bütünleşik yaşam akdi sakatlanıyor. Yaşama ket vuruluyor aralıksız belli bir istikamet dahilinde. Bu sahne simsiyah!
Her günü bir öncesinden ağır kuşatmalarla var eden bir menzilde hayatın ketlere “rehine” bilinmesinin yolu o nihai kazalara çıkageliyor. Yaşam istemi yerle bir edilirken insanlara oyalanması için bağlaç kılınan, enerji mavraları, çakra açmalar, yıldız okumaları, retroya göre hareket planları falan denilirken cürümlerle hayat çoktan kazaya kurban edilir bariz bir biçimde devletlinin oyunu tıkır tıkır işler. Yeni gün yeni umutları falan var edemez iş bu sathı mahalde. Bütünüyle ortaya çıkan simsiyah imgenin her yüzeyinde bambaşka ola gelenin sunduğu bir cerahat vardır. İletişim yolları sınırlandırılırken, sözün kerameti belli bir biçimde hiç edilirken, cerahat günbegün yaraları dönüştürmek adına yinelenirken her şey kaskatı bir gerçeklikle yıkımın kılınır. Baş Amir ve şürekasının suna geldiği ülkeyi ol pencereden kontrol ettiğinizde ne ilerlemesi, teslim alındığı vakitten de geriye çoktan ama çok öncesine düşmüş, dönüşmüş bir katran karası menzil karşımıza çıkartılır. Her günün az biraz değil basbayağı yaralarla donatıldığı bir menzilde, hayat bu bilinçle tasarlanmış ola gelen kazalara kurban edilir. Bunun adı da ilerleme, yenilenme, yeni ülkedir.
Bartın Amasra’da geçtiğimiz 14 Ekim Cuma günü akşam saatlerindeki mesai sırasında bir grizu patlaması meydana gelir. Bütünüyle var edilmiş olagelen cerahatin hayatı her nasıl, her ne şekilde kuşattığının da acı bir sureti var edilir, kırk bir insanın canı çalınır bir kere daha bir madende. Altı yaralı çıkartılan insanın da beşinin durumu hayati tehlike arz eden bir boyutta olduğu bilgisi geçilir. Bir kere daha yara görülmesin diye çabalanırken aslında memlekette hiçbir şeyin ama hiçbir şeyin doğru düzgün var edilmediğinin kanıtı olur bir cinayet temsili olarak Bartın, Amasra’daki grizu patlaması. İnşallah, maşallahlı, bizler tüm o kadere inanıyoruz yollu baş amir açıklamaları sırasında, hamdolsun kırk bir insana hızlıca ulaştık gibi bir garabetlik cümle dağarcığı varken hayatın kuşatılmasının her nasıl ne şekilde sürekli güncellenen bir mesel olduğu daha afaki ortaya çıkandır. Budur işte ülke diye var edilen.
Evrensel Gazetesi’nden sorulması gerekenleri bildiren bir haber metnini iliştirelim şu iki satırlık merama: Ezlem Nazlıer’in haberidir “Bartın’da maden ocağında meydana gelen patlamanın ardından yaralanan 11 kişiden 6'sının Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi’nde tedavileri devam ediyor. Yaralı madencilerin yakınlarının da bekleyişi sürüyor. 14 yıldır madende çalışan ve patlamada yaralanan Ayhan Akgül'ün ağabeyi Kenan Akgül Evrensel’e konuştu. Akgül, “Kader denilemez, mutlaka bir insanın ihmali vardır ve bir tedbirsizlik vardır. Ancak şu anda kimse hiçbir şey bilmiyor, olay araştırılmadan konuşmak doğru olmaz çünkü madencilerin yarası taze, ateş düştüğü yeri yakıyor” dedi.
Madenleri Bir Umut Olarak Görüyorlar
Akgül sözlerine şöyle devam etti: “Bartın Amasra’mızın, Zonguldak'ımızın kaderi çünkü biz ekmeğimizi taştan çıkarıyoruz. Yani orada çalışmak zorundayız, başka çaremiz yok. Ailelerimize ekmek götürmek zorundayız. Kardeşim daha önce özel sektörde çalıştı ama burayı bir umut olarak gördü. Ailelerini daha iyi geçindirmek için insanlar bu kapılara başvuruyor.”
Madencilerin kelle koltukta çalıştıklarını söyleyen Akgül, “Madencilerin bir tabiri vardır ‘kellemizi koltuğumuzun altına alıp aşağıya iniyoruz’ derler. Abdestini alırlar, aileleriyle helalleşip maden ocağına gidip çalışırlar. Madenden geldiklerinde mutlu bir sevinçle karşılanırlar. Yani 5 dakika geç geldiğinde endişe duyar aileleri. Bu endişe her gün olur. Biz de istiyoruz riski fazla olmayan işlerde çalışmasını kardeşimizin ama dediğim gibi ekmeğini taştan çıkarması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Kendisinin Tekirdağ’da yaşadığını, yaşanan olayı haber kanallarında duyduğunu söyleyen Akgül, “Daha sonra olay yerine hareket ettik. Ambulans uçakla 6 tane yaralıyı İstanbul'da bulunan Başakşehir Çam Sakura Şehir Hastanesi’ne getirdiklerini öğrendiğimde İzmit'ten dönüş yaptım. Çam Sakura Şehir Hastanesi’ne geldim. Bekleyişimi burada sürdürüyorum” dedi.
"Yaralıların Durumunda Değişen Bir Şey Yok"
Yaralıların durumuna ilişkin ise Akgül şunları söyledi: Uçaklarla yaralılar indikten sonra ambulanslarla hastanemize getirildi. Hastanemize getirirken bir tanesinin kalbi durmak üzereydi. Kalp masajı yapıp hayata döndürdüm. Daha sonra 5 tane ağır yaralı geldi, tanınmayacak haldelerdi. Çok yüksek derecede yanıkları vardı, hemen acile alındı ve doktorlarımız tarafından müdahale edildi. Şu anda yaralı hastalarımızın dünden bugüne pek değişen bir durumları yok. Biz Başhekimimiz tarafından saat başı bilgilendiriyoruz. Şu anda kendileri yoğun bakımda gözetim altında olduğu için her an değişebilecek sağlık durumu olduğu için kötü bir durum olmadığından dolayı fazla bize bu konularda bilgi vermiyorlar. Kaymakamımız olsun, başhekimimiz olsun herr dakika bizim yanımızda, onuyla alakalı bizlere bilgi veriyorlar. Biz de buradan onların sayesinde takip ediyoruz.”
"Bu Facianın Yaşanmamasını İsterdik"
Kardeşinin 14 yıldır madende çalıştığını, evli ve iki çocuk babası olduğunu söyleyen Akgün, “Biri kız, biri erkek iki çocuğu var. Benim iki kardeşim o madende çalışıyordu. 4-12 vardiyasında iki kardeşim içerideydi. Bir tanesi asansörden aşağı inerken patlama gerçekleşince fazla etkilenmedi. Etkilenmediği için madene yaralı mesai arkadaşlarını kurtarmaya gidiyor. Kardeşimi de çıkartan kendisiydi ve aynı zamanda diğer arkadaşlarını çıkarmış, kardeşim çıktıktan sonra kardeşimin durumuna bakmadan diğer arkadaşlarını kurtarmaya inmiş aşağıya. Aynı şekilde vardiyası olan ya da olmayan bütün madenciler oraya akın ederek arkadaşlarını kurtarmak için aşağı inmiş. Yani büyük bir cesaret çünkü oradan çıkmama gibi durumumuz da var. Yani tekrar patlama da yaşanabilir içeride çünkü büyük bir sıcak hava akımı var. Madenci kardeşlerimi, arkadaşlarımı bu cesaretlerinden dolayı tebrik ediyorum. Allah onlardan razı olsun, hani şu anda burada yatan insanlar gerçekten onların sayesinde hayatta duruyor. Orada 41 tane şehidimiz var. Olayın akıbetini biz tahmin ettiğimiz için yani bildiğimiz için onlara Allah'tan rahmet diliyoruz. Tek temennimiz şu anda onların ailelerinin yaralarının sarılması, destek olunması. Bu facianın yaşanmamasını isterdik. Bizim için çok üzücü bir durum oldu.” ifadelerini kullandı.
"Madencilerden Gelecek İyi Haberleri Bekliyoruz"
“Herkesin gözü kulağı burada” diyen Akgül son olarak şunları söyledi: Madencilerimizden gelecek iyi bir haberi bekliyoruz. Yakınlarımızın buradan yürüyerek, sağlığına kavuşarak ailelerine gitmelerini diliyoruz, tek temennimiz bu. Duygularımızı bastırmaya çalışıyoruz, dik durmaya çalışıyoruz, güçlü olmaya çalışıyoruz ama bir yandan da kelimeler boğazımıza düğümleniyor, çok zor. Bartın büyük bir acı yaşıyor, matem içerisinde. Vefat eden arkadaşlarımıza görevimizi yerine getiremiyoruz, bunun büyük üzüntüsü var. Yani gerçekten anlatılamayacak duygular içerisinde buradaki yaralı 6 tane madencinin ailesi. Dualarınızı eksik etmeyin.”
Kazaya kurban kılınıyor hayat. Bütünüyle yukarıdaki tanıklık ve anlatının kıyısında tüm o yaralarıyla bir başına konulan insanların aksettirmiş oldukları mesel de hayat mefhumunu nasıl alt etmeye düzenin devam ettiğini göstere gelir. BirGün’den aktaralım: “AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bartın'ın Amasra ilçesinde meydana gelen maden faciasında hayatını kaybeden işçilerin yakınlarıyla görüştü.
Faciada hayatını kaybeden bir madencinin yakını, Erdoğan'a "Kardeşim 'bizi patlatacaklar' demiş. Nasıl ihmal oldu?" diye sordu.
Madenci yakını "Kardeşim 'Gaz kaçağı var bizi yakında patlatacaklar' demiş. 10-15 gün önce söylemiş. Kardeşimin içine doğmuş. Nasıl ihmal oldu?" dedi.
Erdoğan bu sözlere, "Cümleten başımız sağ olsun" demekle yetindi.”
Kazaya kurban ediliyor bir memleket. Cürmün, çürümenin dibine kadar katran karasına rehin edilmiş olagelen bir yerin hikayesine eklenen her yeni bambaşka cürümleri var ediyor artık. Laf ola beri gele değil, kömürün karasına kan sıçratılıyor bir kere daha. Ama onlar şu partili, bunlar beriki, daha yeni iktidarı desteklemiş miydi bunlar diye hayıflanan bir zümre neyse, cümleten başımız sağ olsun diye bir isyana meramı duymazdan gelenin o var ettiği şey de aynı zalimaneliği barındırıyor. Bütünüyle hayatlar çalınırken, her şeyin bir normatif, akış, yazgı gibi gösterilmesinin hallerinden çıkageliyor kurban edilmiş hayat imgesi. Böyle bir toplamda, bu kadar afaki bir kötülüğün var edilebildiği, hakkın da hukuk mefhumunun da çöp, gereksiz bir teferruata yönlendirildiği yerde, nedir, nasıldır yaranın farkına varmak? Öylesine değil, laf olsun diye değil, devletli, erkanı en başından en dipteki temsiline devlet yanınızdadır buyururken, o yara sahiplerini, yas evlerine kan parası dışında ne gibi bir yardımı söz konusu olacaktır. Yöneten katının pespayeliği, bir dolu laf salatasının yanında hiçbir biçimde değinilmeyen yaralar, kırk bir eve düşen acıyı kim nasıl fark edecektir, ne zaman?
İki satırlık iki meram zaten var edilmiş olanı özetler, burada boylu boyunca anlatmaya hala çabaladığımız hallerin de özeti o iki isyana meramdadır. Medyascope’dan İbrahim Yayan’ın haberinden aktaralım: “Mehmet Bulut’un eşi Buse Bulut gözyaşları içinde şu konuşmayı yaptı: “Cinayet bu. Keserler sansür yaparlar kesmeyin. 11 aylık çocuğum içeride yatıyor. Her yeri yanmış sarılamadım. Öpemedim, sarılamadım. Gaz var gaz var dediler. Eşimin 3 aydır havalandırmalar yapılacaktı diyordu. Nefessiz kaldı 17 saat. Cesedini bekledim.” Bir diğeri Anka Haber Ajansından aktaralım: “Yaşamını yitiren madenci Soner Ak’ın eşi Özge Ak ise “Eşiniz size çalışma koşullarından bahsediyor muydu” sorusuna şu yanıtı verdi:
“Anlatıyordu, ‘Gaz kokusu çok var’ diyordu, ‘ama yapacak bir şey yok’ diyordu. Şef, ‘Bize kömür lazım, sizin keyfiniz lazım değil’ demiş. Eşim de bunu anlattı, salı günü aynısını anlattı, ben de şimdi size söylüyorum. 3 çocuğum var. Adalet yerini bulsun istiyorum. 41 can gitti, hepsinin de çocuğu var. Herkesin kendine göre hayalleri vardı, şimdi hiçbiri yok. Herkesin hakkını bulmasını istiyorum. Kimsenin hakkı kalmasın. 41 eve ateş düştü. Eşler öyle, çocuklar öyle, babasız kaldılar. Benim şu an küçük kız çocuğum bilmiyor babasının öldüğünü, bilmeyecek de.” Kazaya kurban kılınıyor hayat. Mevzu dönüp dolaşıp bir iş cinayetinde dahi, kadere bağlanıyor, teslimiyet için dini ses / söz aracı kılınıyor. Bartın Amasra’da geçtiğimiz Cuma günü meydana gelen gündelik bir tahakkümün en somut kanıtlarından birisi olarak çoktan yerini alır. Bir biçimde yaşamın, yaşama eyleminin kökünün böyle rahatça kazılmasının akıbeti karşısında, yanmış insanlar için hakkaniyet, sahiden yüzleşme, adalet önünde hesap verebilecek bir ülkeye varamayıp havanda su dövülecek ise nasıl bu menzilde hayat kazalara kurban edilmeyecektir sahi ama sahiden?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Yasin AKGÜL AFP / Getty Images via The Scotsman
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Kaç Yalan Bir Doğru Eder
Tumblr media
Doğruluğun yerle yeksan edildiği pejmürde, eğrelti bir riya ve yalancılığın istikametinde yürümenin matah sayıldığı bir güncellik içerisindeyiz. Hakkaniyetin karşılığı alenen tüm bu sahada tahrif ediliyor. Hurafe olmayacak kadar afaki bir tahayyülle yaşam pratikleri, eğri ve yanlışın yoluna itiliyor duraksamadan. Toz duman içerisinde siyasetin gümbürtüsü ile madun siyaset çürümeyi pazarlıyor. Doğru yalan, yanlışa evrildikçe her atılan yalan bir hakikat imine dönüştürüldükçe cerahat koca ülkeyi yutuyor. Kapsayıcılık, eşitlik, adaletle hürriyet, şeffaflık ile hesap verebilirlik bir kenara terk ediliyor. Yirmi yıllık bir iktidar hal ve pratiğinin nihayetinde ehven ile olan yolu artık enkaz altında kalıyor.
Bir fasit döngü içinde debelenip duruyor memleket. Normalleşme bahsini yitirmiş, gerçek olanla bağlarını kaybetmiş, iktidar mefhumunun korunaklı yollarındaki o makam / mevki için kurulan beka ortaklıklarında hiç edilmeye mahkum kılınmış bir insanlık karşımızda var ediliyor artık. Yanlış ile yalanın birbirine eş kılındığı, doğrudan müdahale aracı haline getirildiği hemen her durumda bir ivme arttırıcı, hizada tutma çabasının çimentosu olarak ele alınan tahayyüllerle birlikte bir fasit döngü imal edilir. Yirmi yıllık iktidar pratiğinin hiç de yabana atılmayacak bir cerahati var ettiği ortadayken sadece üçüncü yılının içinde olduğumuz pandemi sürecinin belirsizliğini bir avantaj kılarak, biyopolitik değnek kılarak her durumda bir giyotin ile memleketin tasarlanması kesintisizleştirilir. Durum hiçbir an, zaman olmadığı kadar ağır bir çürümenin kılınırken, normalleşme yerini anormalliğin ta kendisine terk eder. Siyasetinden, sanatına, gündelik yaşam pratiklerinden, her anın tam anlamıyla kontrol altına alındığı bir denetim, gözetim, tükeniş toplumunun imaline doğru zayi edildikçe başkalaşmış bir katran karanlığı yekten imal edilir. Bariz bir düş kırıklığına rehin ülkenin hazin sureti bu bahisle çıkagelir.
Ruken Tuncel'in Bianet'teki haberidir: “Alevi örgütleri, geçtiğimiz hafta Ankara'da cemevlerine, önceki akşam ise Alevi Vakıfları Federasyonu İkinci Başkanı ve Kartal Cemevi Başkanı Selami Sarıtaş'a yönelik saldırıların ardından ortak açıklama yaptı.
“Alevi kurumlarını sindirmeye, korkutmaya yönelik bu tür saldırıları kınıyoruz” denilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:
"Muharremin ilk günü Ankara’da eş zamanlı olarak Cemevlerine yapılan saldırıdan sonra dün gece muharremin 7.günü Alevi Vakıfları Federasyonu 2. Başkanı ve Kartal Cemevi Başkanı Selami Sarıtaş canımız evinin önünde kimliği belirsiz motorlu, kasklı 2 kişi tarafından saldırıya uğramıştır.
"Karanlık dönemin farkındayız"
"Kurum başkanımıza yapılan bu saldırının faillerinin bir an evvel yakalanıp, yargıya teslim edilmesini bekliyoruz. Ülkemizin son zamanlarda içine çekilmeye çalışıldığı bu bulanık ve karanlık çağrıştırıcı dönemin farkındayız.
"Bu topraklarda tarih boyunca Aleviler hiçbir toplumun hiçbir kesimine karşı ön yargı taşımamış ve zalim olmamış ve dayanışma, birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularıyla eşit yurttaşlık temelinde ortak yaşam kurma için mücadele etmiştir.
"Saldırılar son bulsun"
"Kamuoyuna çağrımızdır; Türkiye’de farklı düşünenlere karşı geliştirilen linç girişimleri ve saldırıların takipçisi olup, bu saldırıların ve nefret suçlarının son bulması için çözüm üretelim! Bundan sonra herhangi bir cemevine veya yöneticilerimize karşı saldırılar son bulsun.
"Muharrem oruçlarının tutulduğu bugünlerde ülkemizin içine çekilmeye çalışıldığı bu kaosa karşı birlik beraberlik içinde her canımızla lokmalarımızı pay etmeye devam edeceğiz."
İmzacı kurumlar: Alevi Vakıfları Federasyonu, Alevi Bektaşi Federasyonu, Alevi Dernekleri Federasyonu, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı, Alevi Kültür Dernekleri, Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri, Karadeniz Platformu.
Ne olmuştu?
Alevi Vakıfları Federasyonu (AVF) İkinci Başkanı ve Kartal Cemevi Başkanı Selami Sarıtaş'a önceki akşam evinin önünde kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından saldırı düzenlendi.
Sarıtaş'ın sağlık durumunun iyi olduğu belirtildi. Geçtiğimiz hafta da Ankara'da Şah-ı Merdan Cemevi, Batıkent Serçeşme Cemevi, Tuzluçayır Ana Fatma Cemevi, Türkmen Alevi Bektaşi Vakfı ve Gökçebel Köy Derneği'ne saldırı düzenlenmişti.”
Aralıksız kılınmış olagelen nefret ediminin, türlü çeşit yalandan çoğaltılmış olagelen öte, ayrı görülen kimliklere karşıtlığın bir kere daha can yakıcı bir sureti tezgahta işlenir. En başta söylenmiş olagelen yalanın çok ötesine geçmiş olan asmalı, kesmeli, yermeli illa ki can yakmalı tahayyüllerin pratiğe dönüşümü bir kere daha kameralar kayıt altındayken ol Ankara Cemevlerine saldırılarda olduğu gibi devletin sakıncalı addettiğine karşıtlık açık şiddet pratiğiyle çıkagelir. Hakkın, hukukun bir normalmiş gibi yerle yeksan olunabildiği bir zeminde, böyle apaçık bir yıldırının o Alevi kimliğini bir kere daha yaralamak adına var edildiğini, tıpkı tüm diğer azınlık / ötekilerin paydaşıdır / bildiğidir. Kurumsallaşmış, toplumsal müşterek zeminde görünürlük bahsini çoktandır aşmış, kendini ispat etmiş ve var olmuş bir inancın peşine takılan kötülüğün öyle ya da böyle Alevi Sorununu daimi bir meseleye evirmesinin önündeki itirazı kim nasıl var edecektir, mesele budur? Maraş’tan, Madımak’a kadar süre gitmiş bir yok etme siyasetinin, Dersim’den Zilan’a uzanan katliamcılık geleneğinin devamlılığında, yersiz yurtsuz kılınmak istenenlerin adalet taleplerine sıra ne zaman gelecektir? Suçu, suçluları ve onları azmettiren tiplemlerin adalet mekanizması ile yüzleşmelerine daha çok var mıdır? Uzun uzadıya bir mesele, ne iki satırla, ne birkaç kelimeyle geçiştirilemeyecek ne de yalanlarla örtbas olunamayacak kadar afaki bir sınanış karşısında kim seslenişi duyacaktır, ne zaman?
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Halkların Demokratik Partisi (HDP), Diyarbakır’ın ardından İstanbul’da "Çözüm Biz’de Savaşlara ve Sömürüye Hayır!" şiarıyla miting düzenliyor. HDP bayraklarıyla süslenen miting alanına, Türkçe ve Kürtçe miting sloganının yazılı olduğu pankart asıldı. Ayrıca üzerinde, "Aysel Tuğluk serbest bırakılsın" yazılı pankart asıldı.
Mitinge katılmak isteyenler, polisler tarafından kurulan 4 noktadan alana giriş yaptı. Polisler her noktada yurttaşları didik didik aramadan geçirdi. Polisler, 10 yaşındaki bir çocuğu, ulusal kıyafet giymesi nedeniyle alana almadı. Engellere rağmen binler Kartal Meydanı'nda aktı. Edirne, Bursa, Kocaeli ve İstanbul’un ilçelerinden binlerce kişi toplu taşıma araçları ve otobüslerle mitinge katıldı. Toplu taşıma araçlarında zılgıtlar ve şarkılar eşliğinde halaya duran yurttaşlar renkli görüntüler oluşturdu. Yine kadınların rengarenk elbiseleri dikkati çekti.
Tuğluk'a Özgürlük Talebi
Özgür Kadın Hareketi (TJA) üyesi yüzlerce kadın, tutuklu Kürt siyasetçi Aysel Tuğluk'un dev posteriyle alana giriş yaptı. Bankalar Caddesi'nden miting alanına kadar yürüyen kadınların zılgıt ve alkışları hiç eksik olmadı. Yürüyüş boyunca hasta tutuklulara özgürlük talep edildi. Kadınların ulusal kıyafetleri dikkat çekerken, yürüyüş sırasında “Bijî berxwedana zindanan”, “Aysel Tuğluk onurumuzdur” ve “Jin, jiyan, azadî” sloganları atıldı.
Adalet Nöbeti Mitingde!
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, HDK Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP), Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP), Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), Devrimci Parti, Halkevleri, Pir Sultan Abdal Derneği, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ilçe örgütleri, Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), KÖZ, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), Demokratik Alevi Dernekleri (DAD), Özgür Lise, Kaldıraç ve çok sayıda kadın ve sivil toplum örgütü temsilcileri de mitinge katıldı. Hasta ve infazı yakılan tutuklular için Adalet Nöbeti tutan aileler de mitingde yerlerini aldı.
Öcalan Sloganları
Miting alanı kısa bir süre doldu. Miting alanının dolmasıyla coşku da doruğa ulaştı. Miting alanını dolduran binlerce kişi sahneden çalınan ezgiler eşliğinde uzun bir süre halaya durdu. Sıcak havaya rağmen coşkularından ödün vermeyen kitle, sık sık "Bê Serok jiyan nabe", “Bijî berxwedana zindanan” ve “HDP halktır halk burada” sloganları attı.
Demokrasi mücadelesinde yaşamını yitirenler için yapılan saygı duruşuyla miting başladı. Miting Tertip Komitesi’nin, “Tabela partisi' diyenler kimin tabela partisi olduğunu görecekler" sözleri kitle tarafından alkışlandı.
Binler Çözümü Gösterdi
Sonrasında HDP İstanbul İl Eşbaşkanı Ferhat Encu konuştu. Yoğun katılımın partilerinin gücünü bir kez daha gösterdiğini vurgulayan Encu, hiçbir gücün HDP'yi kapatamayacağını ifade etti. HDP İstanbul İl Eşbaşkanı İlknur Birol ise, "Bu alandan bir fotoğraf çekelim de görsünler. İşçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, Aleviler, Sünniler, inançlarına özgürlük isteyenler, Kürt halkı, Türkler burada mı?" diye sordu. Binlerce kişi hep bir ağızdan “burada” yanıt verdi. Birol, savaş, sömürü, tecrit ve yalanlara karşı çözümün adresini binlere sordu. Binlerce kişi hep bir ağızdan “HDP” diye cevap verdi.”
Yalanların üstünden yükseltilen cerahatli yeni ülkenin yara vermeye çalıştığı, on milyon civarında insanın desteği, en son seçimde altı milyonun üstünde oyunu almış bulunan bir siyasi partinin var ettiği meseledir, itiraz hakkıdır biraz da görülmesi gereken. Aralıksız bir asrın heder edildiği Kürd Sorununa dair, çözümsüzlük yerine çözümü her nereden ve her ne şekilde var edilebileceğine dair de yetkin bir meram eylenir. Uzun uzadıya tecridin beraberinde çıkagelen Kürd siyasetçileri tutsak etmenin, siyasetçi ya da parti üyelerinin de aralarında bulunduğu kişilere yönelik saldırıların, Aysel Tuğluk gibi demans teşhisi konulmuş olan insanlara verilen ezanın karşısında hayatın neden savunulması gereken bir mesel olduğu ortaya konulur. Deniz Poyraz gibi parti üyelerinin katledildiği, Cizir’den ol Colemerg’e, Amed’den İstanbul’a, abluka günlerinden, şimdilerde uydur kaydır haberler, iddianamelere dahi gerek duyulmadan, muktedirin ve suç işleri bakanının taleplerine göre biçimlendirilen zulüm karşısında barışın ve çözümün elzemliliği bir kere daha kanıtlanır. Onca yalana, yafta ve iftiraya, bir dolu tehdit ve ötekileştirmeye rağmen eş genel başkan Pervin Buldan’ın meramına da bağlantı verelim, okumak isteyenleri olur diyerekten.
Cürüm yepyeni suçlara, yeni suçlar apayrı yaralara dönüştürülürken her yalan / her riya bu enkazı “sabit” kılmaya yetiyor. Yalanlar yepyeni yalanlarla örtbas edilirken, aslın, aslında olanın akıbeti sorun edilmiyor. Var edilmiş düzlemdeki boşluk laf ola beri gele hallerle, ekran şovlarıyla benzeşen şekillerle, algılarla oynanarak meçhul, muhayyile kılınıyor. Doğru ezilirken eski ama hiçbir türlü eskimeyen tahayyüller etrafında biçimlendirilen hallerle yer de yurt da hiç tanınmayacak bir kısır döngünün rehini kılınıyor. Doğrunun eksiltildiği, yerildiği, azaltıldığı yerde cerahatin yalanları, muktedir olanın savunduğu / sunduğu / yönlendirdiği hallerin yekununda bir fasit döngü karşımıza çıkıyor. Bütünüyle, mesele her ne olursa olsun, olacaksa bir yarın bu tahakküm döngüsü haline dönüşmüş fasit döngüyü aşabilme mücadelesi ile söz konusu olacaktır. Yarayı ve acıyı, ezayı ve zulmü, sözün özü yalanların var ettiği her türlü fecaati aşabilmenin belki de yegane koşulu doğruları mümkün olduğu kadar yüksek dillendirmektir.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Fear Of Reason, 2015 – Yaşam ŞAŞMAZER v/ Glasstrees
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Sesli Meram #240 - Karşı Radyo (26.07.2022)
Tumblr media
"Örnekler öylesine pektir ki hangi birisinden bahsetsek bir başkası eksik kalacaktır, tüm bu tarumar edicilik artık bir yerli ve milli olanın var ettiği yeni bir virüs temsilidir. Tümden şu toprak parçasını enfekte eden, zehirlemelerle gününü gün eden bir tahayyül toplamıdır o mesele. Berkay Türkmen isimli bir insanımsı varlık, Ermenistan’ı ziyaret eder. Kendisi, öğretilmiş olanlar doğrultusunda düşmanının / kötünün merkezine bir seyahati var eder! Geçtik, yüz yedi koca yıldır inkar olunan / inkar edilirken helak olmaktan kurtulup da bir yandan içten içe savunulan soykırıma dair yapılan, Tsitsernakaberd (Kırlangıç Yuvası) sahasını / müzeyi de dahil gezer. Nefretle, ırkçılıkla bütünleşik olan bir temsilin en olur, en olmaz anlarda var ettiği gibi, uluma kaydı paylaşır kendileri. Bir yas evinin ortasında uluyunca, sorunları alt ettiğini, Ermeni’nin yarasından bir parça daha koparttığını ve nihai anlamda bir zafer kazandığını zannedecek kadar zavallıdır kendisi. Dönemin devletinden olagelen Talat, Enver, Cemal’lerin, yol verdikleri çetecilerin isimlerinin yer aldığı holü de ziyaret edip, Ermenileri kuyu kokoreç yapan 12 yiğidimiz diye yazar. Birbirini takip eden tiktok videoları boyunca bu nefretten el aldığını / yönlendirildiği güruh eliyle de nasıl da rahatça nasıl olsa kimseler anlamıyor diyerek bir halka hakaretler yağdırmasına tanıklık edilir. Her kayıt bir suçtur oysa. Her kayıtta bir kere daha bir kimlik ötekileştirilendir bir de bir kere daha kendi yurdunda." sesli meram
podcast image credit: armin wegner at tsitsernakaberd:::andranik kochar:::arnold alahverdian
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Daha Nereye Kadar...
Tumblr media
Bir tahlilden çok daha ötede, günlük yaşam edimi ve pratiklerinin zehirlenmesine tanıklık ediyoruz. Bir yeni ülke tahayyülü aralıksız zikredilirken, oluşturulan, ima edilen, imaline girişilen bütün, bu zehirlemeyi var eder. Biyopolitik bir aksam üstünden denetim, gözetim ve tahakkümü artık yedi gün yirmi dört saat kılan yapının var ettiği her şey hayata bir kast ve müdahaleyi bildirir. Zehirlemenin açtığı güzergah, mutlak iktidar tahayyülünün verdiği güven, sınırsız hesapsız bir ülke bahsi, kanunun da nizamın da delik deşik edilmesiyle bu zehir etme hali güncellenir. Baş amir, baş faşist ve şürekaları eliyle kotarılan, bir biçimde denetim ilan edilen oysa daimi kılınan hamleler bütünü o hayatı zehreder. Genel geçer ya da gelip geçici, kısa vadeli, bir kerelik değil ömürlük birer prangaya, projeye dönüşüm ol zehirleme halinin yol haritasını da bildirir. Bir tahlil olmaktan öte cerahat nüvesinin aleni cürüm birlikteliğinin halidir o yol.
Türkiye’nin kuruluşundan bu yana süre giden dönüşümünün, nihai bir kalıba bir türlü tam anlamıyla oturamamasının çıkarttığı yaralar / berelerle birlikte bir menzilin mahva nasıl da alenen taşındığı gözler önündedir. Koca bir asra yaklaşan deneyimin, bir yurt halini bir memleket tahayyülünü hiç etmesinin şeceresi artık teker teker yazılmaya hacet olmadan bu sahnede her güne içkindir. Cerahat öylesine çarçabuk sahiplenip el değiştirir ki, kurucu öznenin taraftarlarından, siyasal islamcı figürlere, milliyetçi / muhafazakar olunduğu açık bir dille ifade edilen toplumun yüzde seksen beşinin, müslüman olduğu zikredilen yüzde doksan dokuzun buluştuğu yegane branş / anlaştığı tek mesele bu cürümler sarmalındaki o katran karanlığının izlerinde yürümektir. Bir memleket geriye kalmamış, bırakılamamış dahi olsa da her şey sanki sütliman, her şey sanki rutininde ilerliyor gibi gündelik yaşamı her anlamda zehirlemek devam olunandır. Bu cürümler silsilesinin ortasında en ufak bir umut kıvılcımı kalmasın diye her şekilde zorbalık / üniformalı / üniformasız, sivil yahut da lacivert / gri takım elbiseli ama hep bir biçimde yeniden güncellenerek bina edilendir. Bu yolların ötesinde, bunca yılın hazin demokrasi tecrübesinin de duvara toslamasına da devam olunduğunu bildirmeye hacet kalmaz, zaten her şey alenidir.
Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “Ankara Kızılay’da 'sizi burada istemiyorlar' denilerek polisler tarafından boşaltılan Afrika Mutfağı konseptli restoran işletmecisi Mohamed I. Abdullahi için sınır dışı kararı verildi.
Geçtiğimiz Mayıs ayında, Kızılay'da Somalili mültecilere ait Afrika Mutfağı konseptli restoran polisler tarafından boşaltılmış, Kızılay’da istenmediklerini söylenerek başka yere gitmelerini istenmişti. İşletmeci Mohamed I. Abdullahi ise Evrensel muhabirine sürekli baskı gördüklerini ifade etmişti.
HDP'nin Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu bugün twitter hesabından yaptığı paylaşım ile işletmeci Mohamed I. Abdullahi hakkında sınır dışı kararı verildiğini duyurdu. Gergerlioğlu paylaşımında şu ifadeleri kullandı:
"Suçu Kızılay'da yasalara uygun 'Saab' lokantasını işletmekti! Polisler 'Kapat burayı' dedi, ırkçı ve ayrımcı her muameleye uğradı. Bugün Somalili Mohamed Abdullahi için sınır dışı kararı çıktı. Ülkesine dönerse ölüm tehlikesi var!"
Yaşam edimi, pratiklerinin zehirlenmesine en yakın tarihli örneklerden birisi Abdullahi’yi hedef kılan ülkeden görebilmek mümkündür. Doğrudan yabancı addedilen, öteki, ister kısa ister uzun vadeli ama hep buralarda yaşamaya çabalayan insanların karşısında dikilen ve diriltilen o istemiyoruz kardeşim bahsinin kaçıncı kurbanı olduğu artık afakidir. Belirli bir yaşam standardını var edebilmek, yaşadığı topraklarda bir biçimde hayatta kalabilmek için mücadele eden bir insana, tanışlarına var edilmiş olan kin / ötekileştirme bu ülkede ol ezel ebet mütemadiyen hassasiyet nam edimin refakatinde bir lince dönüşür. Mohamed Adullahi’nin başına getirilmiş olan da bizatihi bu bahistir. Kısa aralıklarla isimsiz ihbarlar ile komşulardan şikayet var serzenişi, Kızılay’da Afrikalı’nın ne işi var saçmalamalarının ardından çıkagelen kolluk şiddeti ve restorana uygulanan yaptırımlarla on bir yıllık bir çaba, bir ülkede yaşama umudu çöpe basılır. Böyle bir toplamdan mürekkep kılınmış olan bir ötekileştirme, süreğen ayrım, Türkleştirme bahsinin halen en geçerli yol kılındığı yerde hayat ne haldedir, kim farkındadır sahiden? Mohmaed Abdullahi’nin hayatına kastı öyle ama böyle var edenler, Somali’de başına getirilecekler için de sorumluluk alacaklar mıdır? Bunlar değil midir, hayatı zehir zemberek kılan, bu haller, şu itham ve körlemesine nefret!
Sol’dan akaralım: “Kamuran Pınar A. adlı şahısın, Bursa'da kiraladığı evi çöplüğe çevirdiği ve yaklaşık bir yıldır 9 yaşındaki yeğenini bu evde alıkoyduğu ortaya çıkmıştı.
İHA'nın aktardığına göre, Kamuran Pınar A., çocuğa eziyet suçundan gözaltına alındı.
Olay evin mahkeme tarafından tahliye edilmesine ilişkin kararın çıkmasını takip eden süreçle ortaya çıkmıştı.
Bursa'nın Nilüfer ilçesi Görükle Sakarya Mahallesi’nde bir apartmanda dairesi olan Aydın S., evini 1 Temmuz 2020'de Kamuran Pınar A.’ya (44) kiraya verdi. Kamuran Pınar A., ev sahibine oturduğu süre boyunca hiç kira ödemedi. Ev sahibinin kendisine kira ödemeyen Kamuran Pınar A.'yı mahkemeye vermesi üzerine Bursa 4. İcra Hukuk Mahkemesi’nde görülen davalara kiracı Kamuran Pınar A. katılmadı.
Mahkeme, mart ayında kira borcunu ödemesi için Kamuran Pınar A.’ya tebligat gönderdi. Ancak Kamuran Pınar A. kira borçlarını ödemeyince mahkeme evin tahliyesi edilmesini kararlaştırdı. Kararın ardından eve giden icra ekibi, dairenin kapısını çilingir yardımıyla açtırdı.
Kapının açılmasının ardından ekipler içeride çöplerle karşılaştı. Evin giriş kapısının yanındaki dolaba yapıştırılan kağıtta ise ‘Eve girmeye kalkmayın sizi haneye tecavüzden mahkemeye veririm’ yazıldığı görüldü. Evin giriş kapısının kilidi değiştirildikten sonra ekipler evden ayrıldı.
İcra ekibi geldiği sırada evde olmayan Kamuran Pınar A., eve gelince kilidi değiştirilen kapıyı açamadı. Bunun üzerine çilingir çağırıp eve girdi. Durumu gören Aydın S.'nin avukatı, polis ekiplerine ihbarda bulundu.
Eve gelen ekipler, mahkemenin tahliye kararına uymayıp, eve girmeye devam ettiği gerekçesiyle Kamuran Pınar A.’yı gözaltına aldı. Polis merkezine götürülen Kamuran Pınar A., ifadesinin alınmasının ardından serbest bırakıldı.
İfadesi alınmak için emniyete götürülen Kamuran Pınar A.'nın yaşadığı çöp evin temizlenmesi için Nilüfer Belediyesi ekiplerine haber verildi. Eve gelen ekipler, temizlik çalışmasına başladıkları sırada bir odanın kapısının kilitli olduğunu fark etti.
Kapıyı kırarak içeri giren temizlik görevlileri, çöplerle dolu odada baygın halde yatan bir çocukla karşılaştı. Çocuğun odada kilitlendiği ve tuvaletini dahi odaya yaptığının görülmesi üzerine sağlık ve polis ekiplerine haber verildi.
Çöp evde tutulan çocuk, olay yerine gelen sağlık ekibinin ilk müdahalesinin ardından ambulansla Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırılarak tedaviye alındı. Sağlık ekipleri çocuğun tahmini 1 yıldır odada kilitli tutulduğunu, süre zarfında çocuğun saçları ile tırnaklarının uzadığı, çok zayıfladığı ve vücudunda yaralar olduğunu tespit etti.
Olayın ardından polis ekipleri, çocuğun kim olduğunu ve neden çöp evde tutulduğunu belirlemek için araştırma başlattı. Yapılan incelemeler sonucu çöp evde bulunan çocuğun Kamuran Pınar A.’nın kız kardeşi Yasemin A.'nın (38) oğlu olduğu belirlendi.
Cuma günü tekrar eve giden ekiplerin kilitli kapının ardında yarı baygın bulduğu çocuk sonrası serbest bırakılan teyze Kamuran Pınar A., savcılık kararıyla çocuğa eziyet suçundan gözaltına alınırken, şüphelinin kızı Esra Zeynep A.'nın ise görgü şahitliğine başvurulması için emniyete çağırıldığı öğrenildi.
Öte yandan 1 yıldır eziyet gören 9 yaşındaki çocuk hastanedeki tedavisinin ardından Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü ekiplerince koruma altına alındı.”
Gündelik yaşam edimi ve pratiklerinin zehirlenmesine tanıklık ediyoruz. Devletin alenen var ettiği yıkımların / sınamaların / ötekileştirme hallerine yol vermelerin kıyısında artık gündemin satır aralarına sıkışmış olagelen bu örneklerle hayatın her nasıl zıvanadan çıkan bir meseleye dönüştürüldüğüne şahitlik ediyoruz. Yakın akrabaların birbirilerine karşı ol kura geldikleri tahakkümün, ister küslük, ister maddi anlaşmazlık, isterse başka bir şey en başta kadın ve çocuklardan çıkartılan acı tecrübelerin bir devamı, Bursa’da cereyan etmiş olanda karşımıza çıkartılır. Can yakıcı detayların, bütünüyle bambaşka mesellerin ortasında bir çocuğun hayat hakkının böyle alelade ipotek altına alınabildiği bir ülkede ne sağlam kalmıştır ki? Bütünüyle ve doğrudan sosyal devlet olunduğu zikredilirken bir sene civarında kayıp addedilmiş bir çocuğun alıkonulması mesel edilemiyorsa zaten o ülkede ne doğrudur, ne düzgün kalmıştır, bırakılmıştır ki! 9 yaşındaki bir çocuğun canının ne eksik ne fazla böyle rahatça yakıldığı bir zeminde kim her nasıl güvendedir, her nasıl hayat normalindedir, sorguluyor musunuz? Daha önceki pek çok vakada olduğu gibi yine unutturulacak olan bir yıkım / bir işkence / ömürlük travmanın akıbeti ne olacaktır, sahi ama sahiden?
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Hasta tutuklu Makbule ve Hadi Özer’in cezaevinde nefes almakta zorlandığına dikkati çeken insan hakları savunucuları, her ikisinin de serbest bırakmasını istedi.
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu, hasta tutukluların durumuna dikkati çektikleri “F Oturumu” eyleminin 539’uncu oturumunda, Van T Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan 80 yaşındaki Makbule ve Hadi Özer’in durumu aktarıldı. Şube binası önünde yapılan açıklamada, “Tedavi haktır engellenemez” yazılı pankartı açıldı. Oturumda, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek”, “Tecrit işkencesine son” ve “Hasta tutukluları serbest bırakın” sloganları atıldı. Oturumda ayrıca durumu kritik olan birçok hasta tutuklunun fotoğraflarının yer aldığı dövizler de taşındı. Açıklamaya çok sayıda hasta tutuklu yakını, Cumartesi Annesi ve sivil toplum örgütü temsilcisi de destek verdi.
‘Ölümle Burun Buruna’
Oturumda Adalet Bakanlığı’nın cezaevlerinin kapasitesine dair paylaştığı verilere işaret eden İHD İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu üyesi Meral Nergis Şahin, ceza hukukunda yer alan, “tutuklamanın istisnai bir uygulama” kuralının hiçe sayıldığını dile getirdi. Hukuken tutuklama nedenlerinin bulunmadığı durumlarda dahi kişilerin tutuklandığını, bu durum özgürlük ve güvenlik hakkının ihlali yanında, özellikle yaşlı, hasta ve çocuk tutuklular bakımından yaşamı tehdit eden durumların doğmasına zemin yarattığını dile getiren Şahin, “Bugün hapishanelerde; sağlık ve tedavi hakkına erişimde yaşanan ağır sorunlar, kötü muamele ve ayrımcı infaz uygulamaları nedeniyle çok sayıda mahpus ölümle burun buruna bir yaşama mahkum bulunuyor” dedi.
Tutuklandıktan Sonra Durumu Kötüleşti
Son altı ayda en az 35 tutuklunun yaşamını yitirdiğini paylaşan Şahin, bu ölümlerin çoğunun ise şüpheli olduğunu aktardı. Devletin yaşam hakkını korumakla görevli olduğunu ancak buna dair acil önlem alınmadığını dile getiren Şahin, Özer çiftinin durumunu aktardı. Özer çiftinin bulundukları yaş itibariyle çocuklarının yardımıyla yaşamlarını sürdürdüklerini ancak buna rağmen haklarında 2 yıl 1 ay hapis cezası verildiğini ve bu cezanın ise kesinleştiği bilgisini veren Şahin, avukatların ev hapsi taleplerinin de reddedildiğini ve cezaevine konulduklarını kaydetti. Şahin, “80 yaşındaki Makbule Özer; diyabet, nefes darlığı ve tansiyon hastası olup, yürüme engeli ve hastalıkları nedeniyle yüzde 52 engelli raporu bulunmaktadır. Tekerlekli sandalye ile hareket edebilen Özer, kişisel ihtiyaçlarını tek başına karşılayamamaktadır. Tutuklanmasından sonra ciddi uyku sorunu baş göstermiş ve sürekli bacak ağrısı şikayeti yaşamaya başlamıştır” diye konuştu.
Günlük İşleri Dahi Yapamıyor
Hadi Özer’in ise daha önce geçirdiği trafik kazası nedeniyle kalıcı rahatsızlıklarının bulunduğunu bunun yanında sürekli göz ağrısı çektiğini ve tutuklanması ardından ise sağ elinde gelişen uyuşukluk nedeniyle bir şeyleri tutmakta zorluk yaşandığını paylaşan Şahin, “Günlük işlerini dahi yapamamakta, yaşamını sürdürürken başkalarının yardımına ihtiyaç duymaktadır” dedi.
Serbest Bırakın
Makbule Özer’in avukat görüşmesinde artık yürüyemediğini ve perişan halde olduğunu paylaştığını vurgulayan Şahin, Özer’in bir an önce evine gitmek istediğini aktardığını söyledi. Özer’in nefes almakta zorluk çektiğini, şeker ve tansiyon hastası olduğunu dile getiren Şahin, Özer çiftinin serbest bırakılmasını istedi.”
Hayat isteminin dışarıda olduğu gibi içerideki çürümesinin de mihmandarlığını kimselere kaptırmayan bir devletli vardır artık. Gerçekliğini zulmederek var edenin bir istikbal veya gelecek tahayyülünün her nasıl olmayacağı nice örnekle belirgin kılınandır. 80 yaşındaki Makbule ve Hadi Özer’in durumu bu tezahürün, zulmedenin var ettiği hallerin belki de en son halkalarından birisidir. Kürd sorununun çözümünü değil, tastamam çözümsüzlüğünü bu sahnede var etmek isteyen ol muktedir, iki yaşlı insan / onlar gibi nice yorgun / hasta / çaresiz bırakılan insana zulmeder.
Bir tahlilden çok daha ötede, günlük yaşam edimi ve pratiklerinin zehirlenmesine tanıklık ediyoruz. Öteki olarak addedilmiş, bildirilmiş olandan bu toprağın kökünde kendisine bir yer bulana, sıradan insanların hayat haklarının alenen çalındığı bir güncelliğe tanıklığımız sürüyor. Hayat ne evham, ne mübalağa adı sanı belirgin bir yıkım döngüsüne rehin edilip, günbegün hiç edilirken, pratikte de zehirlemek sabit olunuyor. Sekiz yedi, dokuz altı, yedi beş veya daha uzun sürelerde peltesi çıkartılana kadar sömürülen insanların bütün bu hal, şu aşağı yukarı başka bir ülkede olsa hayatı durduracak olan kötülük sarmalı karşısında hiç ama hiçbir şansı yok. Yirmi dört saat sonrasında anılmayan, hatırlanmayan, dahası da unutturulan, sorgulattırmak bir yana kestirmeden silinen bir belleksizlik dahilinde hayatın ehven ile olan bağları yıkılıyor. Ne muğlak, ne mübalağa, ne acayip bir sesleniş, ne de bir evham. Halimiz pür mealimiz giderek yönü kayıp, döngüsü hep karanlıklara çıkagelen bir menzile varıyor. Bunca zehirlenme ile bir ülke imgesi çökertiliyor. Hayat karanlıkların ta kendisine rehin ediliyor. İyi mi böyle... Daha nereye kadar?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Lawlessness - 22 اتت – Ali YAYCIOĞLU
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Hayat Eksiltilirken
Tumblr media
Doymak nedir bilmeyen bir oburlukla memleketin altı üstüne getirilmeye devam ediliyor halihazırda. Tüketilen kaynakların, yok edilmeye çalışılan doğanın, olabildiğince varlığı sıfırlanmaya çalışılan emeğin tümünün, her şeyin ve hepsinin karşılığında zorbalık rejimi mutlak bir iradeyle sıfırlamaya devam ediyor. Hayatın ucuz, bedelsiz addedilmiş olan her detayında tasarruf hakkını kendisinde bulan bir cüretin suna geldiği yegane şey çok daha fazla baskı / daha aleni bir çalma çırpma eylemidir. Yedikleri, götürdükleri, iç ettikleri ol milyar dolarlar gibi, kamusal müştereklerin de talan edilmesinin sonsuzluğu dahilinde bir kere daha sınırsızlığını imler ak parti. Herkes konuşurken onlar çoktan icraatın dibine tam da köküne inerler. Ülkenin yüzde seksen beşi ile doksanının yoksulluk sınırı kılınmış olan asgari ücrete tamah ettirildiği bir yerde, yüzde bir ile ikilik creme de la creme tabaka ile o iktidardan nemalanan yüzden beş ile on arasındaki bir zümrenin hayatı vur patlasın çal oynasın kıldıkları dokuz günlük bayramlık mesaileri ilerleme olarak zikredilir. Dönemin tam da sureti olan, birkaç on liraya su, birkaç yüz liraya lahmacun, birkaç on bin liraya ancak var edilen akşam yemekleri, bilmiyoruz gündelik ücreti kaç yüz dolarlık kiralanan sahalar, localar, zıkkımın kökleri, alt alta üst üste Alaçatılar, Marmarisler, Bodrumlar ve daha nereler nereler / kimler kimler ile peşkeşler, yeni kasetler, anlaşmalarla yapmacık değil doğrudan yağma güncellenir. Doymak nedir bilmeyen oburlukla iç eden piyonların varlığı bir başarı hikayesi gibi sunulur.
Buralardaki var edilmiş olan üç otuz kuruşla on iki aylık takside girişip bir yerlere kaçan, tatil yaptığını zannedenler değildir. Her gün magazin sayfalarının baş köşelerini zapt edip köşe kadılarından daha çok reyting getirdikleri için sunula gelen, alışıla gelmedik ülkenin yenisinin vitrini olarak zikredilen temsillerin suna geldikleri hınca, sömürüye dair meramı bildirmektir. Tüketmeyi bir gündelik vasfa dönüştüren, devletin malı deniz yemeyen veya yiyemeyen keriz yollu göndermelerin bolluğunda bir ülkenin gözlerinin içine bakarak var edilmiş sömürü düzeneği meseledir. Çürümüşlük bir yandan güncellenirken salt ol ekranı kapsayan tiplemelerin suna geldikleri hanedanlık / sultanlık ülkesinin abuk sabuk şatafatı değil aynı zamanda çevreye karşı var edilmiş tahakküm / tehdit ve yok etme hallerinin her birisi de meseledir. En son milletin a. koyacağını deklare etmiş beşli çetenin en haşarıları arasında yer alan meymenetsiz efendinin suna geldiği yok etme bu hale bir örneği teşkil eder.
ABC Gazetesinden aktaralım: Sedat Peker’in iddiaları ile yeniden gündeme gelen iş insanı Mehmet Cengiz, Bodrum Cennet Koyu’ndaki yeni projesi için turizm yatırımları da bulunan dünyaca ünlü mücevher markası Bulgari ile anlaştı.
Sözcü'den İsmail Şahin'in haberine göre, Özelleştirme İdaresi’nden satın aldığı 678 bin metrekarelik arazide inşaata başlayacak olan Cengiz İnşaat, yaklaşık 100 villa ve Bulgari’nin işleteceği bir otel inşa edecek.
Hali hazırda, Londra, Dubai, Bali, Paris gibi dünyaca ünlü kentlerde otelleri faaliyet gösteren Bulgari, Roma, Tokyo, Miami ve Los Angeles’ta da turizm yatırımlarını sürdürüyor. Türkiye’deki ilk oteli için Bodrum’u seçen Bulgari’nin Cengiz İnşaat ile yaptığı anlaşmayı bu ay sonuna kadar duyurması bekleniyor.
Cennet Koyu’nda yer alacak Bulgari Otel’in yükseleceği arazi için geçtiğimiz yıl Cengiz İnşaat, 2 adet plaj ile 4 adet mendirek yapmak için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na başvuruda bulunmuştu.
Kültür varlıkları, tabiat varlıkları, SİT ve koruma alanı içerisinde kalan arazinin yapılaşmaya açılmasına Bodrum sakinleri tepki gösteriyor.
AK Parti iktidarında kamudan aldığı havalimanı, karayolu, metro, demiryolu, tünel, liman, HES, baraj, maden, nükleer santral ve inşaat ihaleleriyle dikkat çeken Mehmet Cengiz’in şirketi Cengiz İnşaat, projenin yükseleceği araziyi Özelleştirme İdaresi’nden 2012 yılında satın almıştı.
Danıştay İki Kez İptal Etti, Ama…
O tarihte 277 milyon liraya el değiştiren arazinin özelleştirme ihalesi Danıştay tarafından iki kez iptal edilmesine rağmen, söz konusu kararlar uygulamadı. Danıştay'ın ilk iptal kararını uygulamayan kamu görevlileri hakkında da suç duyurusunda bulunuldu. Ancak kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmedi.
Fettah Tamince Çekildi
Ziraat Bankası kredisiyle araziyi devir alan Bodrumbir Turizm Yatırım A.Ş'nin o tarihte Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz, Başkanvekili ise Fettah Tamince idi. Haziran 2021’de Tamince, paylarını devredip şirketten ayrıldı. Cengiz ise Eylül 2021’de şirketi Cengiz İnşaat ile birleştirerek kapanışını gerçekleştirdi.”
Doymak nedir bilmeyen bir oburluk ile tüketmenin, dipsizliğine nadide bir örnektir beşli çete müptezeli Mehmet Cengiz efendinin var ettiği. Duraksamak nedir bilmeden var edilen bir kötülük sarmalı, bir an olsun ne yapıldığının, nasıl bir felaketin kollarına koşa koşa gidildiğinin umursanmadan sürdürülen kırım ihtimalinin gerçekliği karşımıza bu kez Bodrum örneğinden çıkagelir. Milletin a. koyacağız diye bildiren bir zatın suna geleceği her türlü hizmetin ırza geçmek olduğu bir kere daha örneklenir. Hem herkesten en çok da bu memlekette hakkı olduğunu düşünen Türk’ten çok daha fazla bu memlekete dair tahlil ve tasarrufa haiz olduğunu imleyen / bilen / düşünen bir acizliğin suna geleceği yegane şey daha kalıcı hasarları var etmektir. Cennet Koyunda yüz binlerce metrekarelik alanın bir anlamda tahrip edilmesi / yok edilmesi, betona boğulup, lüks bir markanın at koşturup duracağı bir insan sirkiyle birlikte var edeceği ucuzluk / kalitesizlik konuşulmasın istenir. O devletin şimdisinin de yargısına dair kararlar söz konusuyken, muktedirin olur verdiği, buna göz yumduğu sahnede hemen işgale, iğfale ve cehennemi bir kere daha yer yüzüne taşıma cüretinin meselidir o doğrudan oburlukla var edilen. Cengiz gibi palyaço temsiller, iplerini ellerinde tutanların direktifleriyle bir kere daha kutsal dedikleri vatanın belki de en son nefes vaat eden yerlerinden birisini bir çırpıda istimlak etmek ister. Yangınlarla bir biçimde sunula gelen dönüşümlerle, daha önce Yassıada’ya yapılmış olanla, Dikran Masis tarafından kiralanan Cunda adasına yakın mesafedeki Tavuk Adası’nın eğlence mabedine dönüştürülmesi gibi garabetlik tahayyüller söz konusuyken yıkıma bir halka daha eklenmek istenir. Modern zamanların oburluğu ile birlikte bir kere daha çiğlik bir kere daha zapturapt ve tüketme / sıfırlama gerçek kılınmak istenir. Detaylarıyla birlikte bir yurdu yaşanmaz kılacak her ne varsa bunun yolunda yürünürken sahiden de bir yarın söz konusu edilebilir mi? Bunca afaki cerahatle hiçbir şey muhafaza edilemezken hayat ne hale konulacaktır? İnsanlar kadar, doğal yaşam sahasındaki hayatların akıbeti bunca afaki göz ardı edilirken, yok edilenin farkına varmak ne zamandır, hangi zaman?
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Ankara’nın sokaklarında 6 yıldır lif, çorap, peçete gibi ürünler satarak geçimini sağlamaya çalışan Zehra Canan, uzun süredir polis ve zabıtaların baskısına maruz kalıyor. Her gün sabahın erken saatlerinde Mamak’tan yola koyularak Kızılay’a gelen Canan, yazın sıcakta kışın da soğukta ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyor. Ekonomideki krize dair verdiği demeçlerle kamuoyunda “Muhalif teyze” ve “Che’nin Halası” olarak da tanınan Canan, ekonomideki krizi, maruz kaldığı polis ve zabıta baskısını Mezopotamya Ajansı’na (MA) anlattı.
‘Soğuk Bir Yandan Polis Bir Yandan’
Kızılay’ın yakınlarından kovulduğu için Çankaya ilçesinde bulunan Kızılırmak Sokağı’na gitmek zorunda kalan Canan, sürekli polislerin baskısına maruz kaldığını anlattı. Ankara ayazında dahi Kızılay’a gelerek, satış yapmaya çalıştığını hatırlatan Canan, “Çok zorluklarla satıyorum. Soğuk bir yandan, polis, bekçi zabıta bir yandan. Geçen gün metrodan çıktım, duvarın üstünde oturuyorum ama çantaları açmadım. 50 tane polis geldi, beni yakalayıp arabaya attılar. Araba da hapishane arabası gibiydi. Kendileri önde ben arkada karanlık, basık, camı kapalı bir yerde oturdum. Ter içinde kaldım. Beni orada bir saat beklettiler. 2 buçuk 3 bin TL’lik eşyamı elimden aldılar. Böyle 50-60 erkek çorabı, örgüler var. Ben bunların ipinin tanesini 15 TL’ye alıyorum. Örmesi de var. Bak kollarım ağrıyor. Ben buna hep para, vergi veriyorum. El koydular vermediler” dedi.
‘Ne Yiyelim?’
Karanfil sokakta daha önce polisler tarafından yerde sürüklendiğini de anlatan Canan, “Cezam neyse vereyim karakola götürmeyin lütfen, diyorum ‘Hayır görevimizi yapacağız’ diyorlar. Görevi benim üzerimde mi buldunuz! Neymiş bunu satması yasakmış, oradaki esnaf şikayetçiymiş. Ben açıkta gıda satmıyorum herhangi bir enfeksiyon yok. Sadece ben değil kağıtçıları, hurdacıları, simitçileri kovalıyorlar. Amacınız nedir? ‘Yasak’ diyorlar. Niye yasak, biz ne yiyeceğiz? ‘Bana ne benim görevim’ diyor. Bende sinirlendim, ‘Sayın emniyet müdürüne git söyle o da maaşını bana versin ben de gelmeyeyim bu işe’ dedim. Meraklı mıyım bu yaşta çıkıp da sabah erkenden polisle karşılaş, her gün zabıta ile karşılaş! Ya kağıtçıları bile topladılar. Ya ne yesin bu adam?” diye sordu.
‘O Kadar Otoriterler Ki’
İktidarı eleştiren Canan, “Ben onlar gibi bedava konutlarda oturmuyorum. Elektriğim bedava değil. Suyum bedava değil. Karanfil’de sinir krizi geçirdim, aldırmıyorlar. Karakolda ‘Fazla konuşma seni nezarete atarım’ diyorlar. Hani cevap veremiyorsun, hakkını arayamıyorsun. O kadar otoriterler ki! Adamların gözü dönmüş benim üzerimde deniyorlar hırslarını. Ben ne yaptım? Bir şey mi çaldım, yolsuzluk, hırsızlık mı yaptım, mafya mıyım? Yaşamak kolay! Çok zor şartlar altında yaşıyorum. Bundan 3 sene evvel böyle bir şey yoktu. Ankara belediyesi değişti, yasaklar başladı” ifadelerini kullandı.
‘Ekonomi Kötü, Devlet Ticaret Yapıyor’
İktidar sözcülerinin “ekonomi iyi” açıklamalarına değinen Canan, “Diyorlar ki ‘Ekonomi iyi, çok güzel, süper’. Yalan söylüyorlar. Ekonomi hiç iyi değil. Niye ‘Ekonomi güzel’ diyor biliyor musun? Devletin içinde her türlü oligarşi var. Yiyenler çok! İş verenler, sermaye, mafya, çete birbirlerine girmişler. Bunlar, ticarete girmiş, ticaret yapıyorlar. Devleti yönetmiyorlar, halkı düşünmüyorlar” diye konuştu.
‘Gezdiniz Mi Mahalleleri?’
Geçen günlerde 100 TL’lik gaz aldığını belirten Canan, şöyle devam etti: “10 metre küp vermedi. Ben eskiden 100 TL’ye gaz alırdım, 3- 4 ay giderdi. Kışın ne yapacağız? ‘Yoksul yok’ diyorlar. Nereden biliyorsun olmadığını. Gezdin mi mahalleleri? Gidin bir bakın evlere. O evlerde neler dönüyor… Şu ekmek 4 TL. 3 kişiyiz günde 6 ekmek alıyoruz, içi boş. Şu peyniri ben alamıyorum ya. Ayıp çok ayıp! Nereden biliyorsun yoksul olmadığını! ‘Herkesin altında araba var’ diyorlar. Arabayı da sen dağıttın. Türkiye’de lüks yoktu, siz getirdiniz. Emperyalizmin, kapitalizmin mallarını satmak için ülkeye soktunuz. Milletin eline kart verdiniz, borçlandırdınız. Ya fakirin bir arabası varmış onu da kredi ile almış zavallı, çok mu? Yazıklar olsun, bir arabayı bile çok görüyorlar!”
‘Srilanka'yı Görsün’
“Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir devlet böyle bir yönetim görmedim” diyen Canan, “Srilanka’ya ne oldu görsün. ‘Asarım, keserim’ deyip birde milleti korkutuyorlar. Binlerce polis, bekçi aldın. Ne işe yarayacak? Anca milleti dövüp kendilerini koruyacak. Üretmedin, istihdam yaratmadın, ha bire hazırdan yedin. Devamlı liberal, kapitalist sistemi ve Amerikan politikalarını kullandın. Bıçak geldi, kemiğe dayandı. Dolar çıktı bilmem kaça. Ne yaptın? Köprü, yol yaptın. Köprü, gelir getirmez. Sen buğdayı Ukrayna’dan Rusya’dan alıyorsun. ‘Ekonomi çok güzel, uçuyoruz’ diyorsun. Gelen bütün iktidarlar onların piyonu. Sadece bu değil diğerleri de aynı. Özal’ıydı, Çiller’iydi, Mesut’uydu hep yolsuzluk yaptılar. 70 seneden beri hiçbir sosyal parti iktidara geldi mi? Aman komünistler, komünizm geldi ülkeye. Ya neden korkuyorsun komünistlikten. Ha komünizm eşitlikten yana ya, zenginler yiyemeyecek, malları servetleri olmayacak. Ondan korkuyorlar. Komünistlik bir yönetim biçimi, ne korkuyorsun! O da Amerika'nın politikaları. Amerika, sosyalizm gelirse sömüremez.”
‘Zenginden Vergi Alın’
“Bir devlet yoksuldan, küçük esnaftan vergi almaz” diyen Canan, sözlerini şöyle noktaladı: “Sen zenginden, iş verenlerden, o büyük sermayeden niye vergi almıyorsun? Soydular yediler. Yine iyi dayandı memleket! Dünyanın dört bucağında bunların paraları, villaları var. Sizin neleriniz var. Tekeli kapattı, Türkiye Elektrik Kurumu ve Telekom’u özelleştirdi. Senin neyin kaldı? Biz bu kadar verginin hangi birine yetişelim. Bir devlet her şeyden vergi almaz. Sağlık, eğitim hep özelleştirildi. Sermayeyi getirmiş devletin içine sokmuş, beraber yiyorlar. Bir iktidar olayım, şu özellerin hepsini kapatacağım.”
Doymak nedir bilmeden süreğen bir biçimde sömüren, memleketin hemen hemen her bir kaynağını, her gün yeniden sömüren / eksilten karşısında Zehra Canan hakikatini paylaşır. Olmakta olanla, aksettirilen arasındaki derin uçurumun yüzeyleri, yoksulluk yok denilip, var edilmiş işkencenin türlü çeşit suretleri ve bütünüyle sıradan insanların hayat haklarını yıkmak / sınırlandırmak arasında kurulan her yeni hamle o oburlukla icra edileni bildiren, gösterendir. Bir biçimde muktedir ve avenesi sömürürken, semirirken, dünyevilik halinin hanedanlık boyutunda bir iç etmeyle beka / geleceğini sağlarken Zehra Canan’la onun gibi milyonlarca insanın meramı da yaşamda tutunabilecek miyiz bahsi görünür kılınandır işte. Tümüyle kesintisiz bir biçimde bir cenderenin ta kendisine dönüştürülmüş gündelik o hayat mefhumunun nasıl bilinçle örselendiği artık giz değildir. Mutlak iktidar, kalıcılık ile birlikte şekillenen despotizm artık ekonomik yoksunluğu da o sevdaya dahil ederek herkesi sadaka ekonomisinin köleleri kılmaya devam eder. Zaten biraz da mesele bu değil midir? Zehra Canan’ın suna geldiği / anlattığı şey bu hazin harekatın detaylarıdır, cidden farkında mıyız?
Doymak nedir bilmeyen iştahla birlikte söğüş ettikleri memleketi bir rant kapısı olmaktan öte olarak görmeyen cenahın suna geldiği her şey daha ağır fecaati bildiriyor bir yandan da. Yurt içine ya da dışına en ufak bir güven vermeyen bir yönetimin aldığı her kırık not, her eksi puan her bir yurttaşa bedele dönüştürülür. Madun siyasetin, sağ pragmatizminin, yiyelim efendiler bakışının ulaştırdığı menzil hep uçurumdur. Uçurumun kıyısında sabit kalmış bir yerin hazin hikayesi yazılmaya devam olunuyor hep birlikte. Düzenin sunduğu, var ettiği, geleceğe dair tahayyül ve eylemlerinin şimdiden başlayarak bir yıkım halini ve hiç bitimsiz bir cerahatli eylemsellik olduğu gözlerden kaçırılıyor. Asgari ücrete enflasyon oranında artış / ilave var edildiği söylenirken, sadece mimli çete üyelerinin var ettikleri iç etmelerle yepyeni delikler açılıyor. Bir yama ile başka bir yerdeki borç kapatılıyor denilirken her defasında mükerrer, yeniden imal edilmiş yaralar var ediliyor. Bitimsiz bir fasit döngüye rehin ülke gerçekliğine kavuşuyor. Kuru ekmek, az biraz katık ve bitimsiz fatura / kira döngüsünde yaşam sanki oymuş gibi bir oyun kuruluyor. Hemen her defasında daha da biçimsiz hallerle o yaşama eylemi eksilmeye, bu hazirun oyunlarının ta kendisiyle biraz daha dipsiz karanlıklara seyir güncelleniyor. Bitimsiz iştah ve kesilmeyen nefisle birlikte toplumun yüzde seksen / seksen beşinin hayat hakkına ipotek konulmaya devam olunuyor. Geleceği parlak ülkeden, geleceği zifiri karanlıklar sahnesine evrim güncelleniyor. Normalleşme halinin var edildiği günden bu yana alınan istikamet, varılan eşik bunun da bildirimidir, sorguluyor musunuz? Çürüme, yağma ve bütün bunların çatısındaki aksiyoner bir iktidar pratiği hayatı zehirliyor, her gün eksiltiyor artık anlıyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Devlet-i Ebed Müddet – İç Mihrak
1 note · View note
seslimeram · 2 years
Text
Yarım Yamalak Hikaye!
Tumblr media
Hikayeler yarım kalıyor artık. Yaşadığımızı var saydığımız zeminde olmakta olanın afaki bir biçimde sürekliliğe kavuşturulmuş bir zehirleme olduğunun ayırtına varılmadan açıkta aleni bir biçimde hikayeler yarım bırakılıyor. Bir acı bahsini iyice, etraflıca düşünmek, bir yaranın ol sınırsız suretinden çıka geleni sorgulamak imkansız kılınıyor mamafih. Bunca umursanmayan tüm yaraların çeperi öylesine genişledi ki artık hepimizi hep birlikte yuttu. Memleketin havası, suyu, aklı zehirlendi. Sabah akşam, akşam sabah, haftanın yedi günü yirmi dört saati, memleket çürüyor. Çürümesi kesmiyor, yıkımı bitmiyor. Memleketin bir buhran havasına rehineliği söz konusuyken söz de tanıklık da anlam da meram da her şey ve hepsi birden hikayeleri yarım kılıyor. Yarıda bırakılanın hakikati ta kendisi olduğunun bahsi edilemesin diye her şey daha da karmaşık kılınıyor. Ne ki hayatın kendiliğinden suna geldiği her şey / her karşılaşma bu tespitin ötesindeki karanlığı da göstere geliyor iş bu sahnede.
Bütünüyle cürüm, cühela cüretiyle savunulan suç, hüküm ve yaftalamalar dizgisinden çıka gelen her yeni eylem / karar / yönelimle birlikte müşterek bir hikayenin yazılmasını da imkansız kılmak istiyor muktedir. Her dönemeç, her yeni gün, bildiğimiz basma kalıp olagelen ezberlerin ötesindeki vurgunu, asıl olmakta olan cerahatin güncellemelerini bir biçimde gerçek kılıyor. Sıradan insanların hayat tecrübelerinin imkansıza yakın kılınarak, her şeyin çok daha zora koşulduğu bir güncellik hasıl oluyor. Ne söze yer bırakılıyor ne tek bir itiraza zemin. Ne tek bir ses duyulsun isteniyor, ne de bütün o kakofoni içindeki yıkıma dair işaretleme / itiraz /işleme konulup kaile alınıyor. Cerahatin yeni ülkesini bariz bir devamlılığa kavuşturmak için anlatılan her masal / fasaryadan icat edilen her terennüm ve daha fazlasıyla mutlak teslimiyet vaaz olunuyor artık. Bir hikayesi geriye kalmasın ol sıradanın diye her şey günbegün var edilen taarruzlarla iç ediliyor. Ne norm bırakılıyor ne izan / intizam. Düzenin suna geldiği, herkes için bir sınava dönüştürdüğü hallerle, imtihan değil olduğumuz yere mıh gibi çakılmak her birimizin payına düşürülüyor. Hikaye mi hiç ama hiçbir bahis açılmayacak diye mühürleniyor. Gidişatın kör karanlığına rehin ediliyor.
Dilan Esen'in BirGün Gazetesindeki haberidir: "Van’ın Saray ilçesine bağlı Karahisar Mahallesi’nde Afgan göçmenleri taşıyan transporter tipi minibüse korucu ve jandarmalar tarafından önceki gün saat 16.00’da ateş açıldı. Açılan ateş sonucu 4 yaşındaki bir çocuk olay yerinde yaşamını yitirdi, 12 göçmen ise yaralandı. Olay yerinde inceleme yapan heyette yer alan İnsan Hakları Derneği (İHD)Van Şubesi Başkanı Mehmet Karataş’ın iddiasına göre çok sayıda göçmen ‘kaçmasınlar’ diye ayaklarından vuruldu.
Her yıl Van sınırından ülkeye ekonomik kriz ve savaştan kaçan çok sayıda göçmen giriyor. Kış aylarında gelen göçmenler, kentin mezralarında soğuktan donarak hayatını kaybederken yaz aylarında ise Van Gölü’nde batan teknelerde can veriyor. Bu ölümlerin bir nedeni önceki gün yaşandığı gibi kolluk.
Van Valiliği tarafından yapılan açıklamaya göre Afgan mültecileri taşıyan bir minibüse, ‘dur’ ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle korucular ve askerler tarafından ateş açıldı. Açıklamada, ateşin aracın tekerleklerine açıldığı iddia edilirken 4 yaşındaki çocuk ‘kurşun sekmesi’ sonucu yaşamını yitirdi, 12 göçmen ise yaralandı. Araçta 40 göçmenin olduğunu öne süren Valilik, kaçan organizatör ve şoförün arandığını, ayrıca olayla ilgili adli soruşturma başlatıldığını da bildirdi.
Yaşanan olayın medyaya yansımasının ardından İHD Van Şubesi, Özgürlükçü Hukukçular Derneği (ÖHD), KESK Çocuk Hakları Komisyonu, HDP Göç Komisyonu ve Serhad Göç Derneği’nden oluşan bir heyet bölgeye gitti. Olay yerini inceleyen ve tanıklarla görüşme yapan heyetin içinde yer alan İHD Van Şubesi Başkanı Mehmet Karataş, gözlemlerini BirGün’e anlattı.
Okulun Önünde
Mahallenin sınıra yakın olduğunu söyleyen Karataş, mahalle karakolunun hemen aşağısında bulunan okul kapısında kontrol noktası kurulduğunu aktardı. Karataş, görgü tanıklarının ifadelerine göre aracın şoförünün jandarma noktasından hızla geçerek köyün içine girdiğini ve jandarma ile kolluğun araca ateş açmaya başladığını ifade etti. Aracın çıkmaz sokağa girdiğini söyleyen Karataş, şunları anlattı: “Aracın sadece şoför koltuğunu bırakarak 52 göçmeni yerleştirmişler. 200 metrelik bir alanda aracın arkasından hem korucu hem de uzman çavuşlar tarafından ateş ediliyor. Araç o sırada çıkmaz sokakta ve köyün içinde. Köylüler ateş edilmeden de aracın durdurulabileceğini söylüyor. Korucular köyü tanıyor, çıkmaz sokak olduğunu bilmelerine rağmen ateş ediliyor. 200’den fazla kez ateş edilmiş.”
Ateşe Devam Etmişler
Görgü tanıklarının aktarımlarından bahseden Karataş, “Göçmenler araçtan inince de ateş edilmeye devam edilmiş. Çoğu ayağından yaralanmış, kaçmaya devam etmesinler diye. 7-8 göçmen yaralı şekilde kaçmış, sonra teslim olmuşlar. Ateş eden koruculardan birinin babası kovanları temizlemiş” dedi.
Valiliğin açıklamasında çocuğun ‘seken kurşun’ nedeniyle öldüğü belirtilirken görgü tanıklarına göre çocuğun bedeninde ‘3 kurşun yarası’ bulunuyor.
Güvenlik Tedbiri Yok
Karataş, şunları ifade etti: “Herhangi bir güvenlik tedbiri yok. Karakol komutanıyla da görüşme talebinde bulunduk heyet olarak ama görüşmek istemedi. Buna bizzat sebep olan devletin personeli ve üzeri örtülmeye çalışılıyor. Yaklaşık 10 gün önce Başkale’nin başka bir mezrasında keyfi bir şekilde jandarmanın havaya ateş etme olayı yaşanmıştı. Bu kadar eğitimsiz ve keyfi şekilde davranan jandarmanın görevlendirilmesi... Eğitimli personel olsaydı köyün içinde okulun hemen önünde bir kontrol mekanizması oluşturulmazdı. Araç köyün içerisine girdiğinde keyfi ateş edilmezdi.”
Hikayeler yarım konuluyor. Mülteci / haymatlos ya da kafa kağıtsızlar için bizatihi saha, yerin tamamına yakını bir göçerler ülkesiyken, yıkım / yok etme bir kere daha sahnelere teşrif ettiriliyor. Can çalınıyor. İzaha muhtaç bir biçimde yüzlerce mermi yakılıyor. Sınır namustur cümleleri, iyi olmuş bahisleri sosyal medyadan yankılanırken, yaygın medyanın tamamı sessiz kalıyor. Bir cinayet kolluk eliyle işleniyor, ötekisinin ötekisi olduğu için bir canın yitimi ancak bir yirmi dört saat sonunda kesinlik kazandırılıyor. Bir biçimde yurdun güvenliğinden sorumlu olduğu zikredilenler, bir misafirliği dahi çok görüyor. O insanların arasından bir bebeğin canını teferruat addediyor. Kimliği bilinmeyen bir bebeğe 3 kurşun reva görülüyor. Onunla can almanın mübalağa edilmeyecek bir vaka sayılmasına ön ayak olunuyor. Olunuyor da olunuyor. Seviyorsanız alın evinizde besleyin bahsi başlıyor bir hayli yaygara ile birlikte. Kesmiyor oh olmuşlar, iyi ki polisimiz / askerimiz varlar teker teker boca olunuyor. Nefreti, tanımadıkları, hiçbir zaman bilmedikleri belki de hiçbir an, yer ve mekanda karşılaşmayacakları bir mültecinin hayatının çalınması normal kılınıyor. Ve makus son, yirmi dört saat içinde de unutturulup gidiyor. Her şey deli saçması bir hız dahilinde tüketilirken, bir canın çalınması, sokaktan geçen bir minibüsün taranmasının ol hazin sureti bir an evvel unutturulmak isteniyor. Bir hikaye yarım konuluyor, bütünüyle herkesin eline kan bulaştırılıyor. Bakur Kürdistan’ının talihi olarak bellenmiş / kodlanmış olagelen keder bir kere daha sabitleniyor. Hakikat hikayenin ta kendisi kılınıyor. Hakikat, hep eksik, hep yarım, hep acı.
Artı Gerçek’ten iki haberi aktaralım: “Konya Şehir Hastanesi'nde görev yapan Dr. Ekrem Karakaya'nın öldürülmesinin ardından sosyal medyaya yansıyan bir camide çekildiği görülen video büyük tepki topladı.
Videoda vaaz veren bir cami imamının, şiddete karşı iş bırakan sağlık çalışanlarını hedef alarak "Sen vardın hastaneden boş döndün. Öldürmez misin, dövmez misin, sövmez misin" sözlerini sarf ettiği duyuluyor.
Tıp Dünyası adlı Twitter hesabı, görüntüleri, "Bir hekim arkadaşımızın mesajı üzerinden bu videoya ulaştık. Şu rezaleti paylaşın ki herkes duysun. Hekimlere karşı bu öfke neden? Camilerde toplumu kışkırtma çabalarınız neden?" notuyla paylaştı.
Görüntülerdeki imam, sesini yükselterek, "Doktor öldürüldü diye bunu devletin aleyhine, milletin aleyhine… Dün hastanelerin hiçbir tanesi görev yapamadı. Günlük tedavi gören adam var. Bu kadar fırsatçılığa da gerek yok. Bu daha fazla doktorların öldürülmesini getirir, tahriktir. Sen vardın hastaneden boş döndün. Doktor da dedi ki bugün grevdeyiz. Öldürmez misin sen, dövmez misin, sövmez misin! Buna fırsat vermeyelim, herkes akıllı olsun" sözlerini sarf ediyor.
Videonun Konya'nın Selçuklu ilçesindeki bir camide cuma vaazı sırasında kaydedildiği öne sürülüyor.
'Suç Duyurusunda Bulunacağız'
İmamın görüntüsünü yayınlayan Tabip-Sen Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Sendikası (Tabip-Sen), suç duyurusunda bulunacağını açıkladı. Tabip-Sen, yaptığı açıklamada, "Tüm acil servisler hizmete açıkken, Cuma namazında devleti temail eden memur olarak doktoru hedef göstermek mi senin işin hadsiz? TABİP-SEN olarak bu kişi hakkında suç duyurusunda bulunacağız. Hekimlere daha fazla öldürüleceksiniz diyen hadsiz derhal görevden alınmalı” ifadelerine yer verdi.
TTB: İmamın Sözleri Katliama Çağrıdır
Türk Tabipler Birliği (TTB) de resmi Twitter hesabından, adli makamları ve Diyanet’i göreve çağırdı. TTB tarafından yapılan açıklama şöyle: “‘Doktorlar dedi ki, bugün grevdeyiz. Öldürmez misin sen? Dövmez misin, sövmez misin?’ Bir din görevlisinin ağzından çıkan bu sözler; şiddete, cinayete, hatta katliama çağrı niteliğindedir! TTB olarak hem Diyanet'i hem de adli makamları DERHAL HAREKETE GEÇMEYE çağırıyoruz.”
Ne Olmuştu?
Konya Şehir Hastanesi'nde görev yapan Dr. Ekrem Karakaya, hastanede bir hasta yakını tarafından katledilmiş, meslektaşları sağlıkta şiddeti protesto etmek için Türk Tabipleri Birliği 7- 8 Temmuz’da iş bırakma kararı almış ve çok sayıda ilde eylemler gerçekleşmişti. İstanbul'daki eylemde sağlık çalışanlarına polis biber gazı ile müdahale etmişti.
xxx
İstanbul Onur Yürüyüşü'nde kadınları ve LGBTİ+'ları taciz ettiği için ifşa edilen İstanbul Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürü Hanifi Zengin, bugün de görevi başında katledilen doktor Ekrem Karakaya için yapılan eylemde sağlık çalışanları ve basın emekçilerine müdahale etti. DİSK Basın İş, gazetecilere yönelik şiddet ve tehditle ilgili suç duyurusunda bulunduğunu açıkladı.
Görev başında katledilen doktor Ekrem Karakaya için sağlıkçılar, birçok hastanede iş bıraktı. İstanbul'da sağlıkçıların eylemine polis, biber gazıyla müdahale etti. Müdahale esnasında, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürü Hanifi Zengin, gazetecilerin görüntü almasına engel olmaya çalıştı. ARTI TV muhabiri Meral Danyıldız ve kameramanı Bilal Meyveci darp edildi.
Artı TV Kameramanını Tehdit Etti
Zengin, Artı TV kameramanı Bilal Meyveci'yi "Ayağına bastığımı çektin mi cekmezsen seninle görüşeceğiz" sözleriyle tehdit etti. Artı TV muhabiri Meral Danyıldız, yaşadıklarına ilişkin sosyal medyadan şu paylaşımları yaptı: "Hanifi Zengin az önce benim üzerime yürüdü. Kameramanım Bilal Meyveci'ye 'ayağına bastığımı çektin mi cekmezsen seninle görüşeceğiz' diye tehdit etti. Kurumumu tüm polislerin ortasında yüksek sesle bağırıp hedef gösterdi. Kadın olarak bir kadına vurmasina yediremedigim için. Bizi korumakla görevli kişiler bize bunları yaşatıyor. Ben bir kadın olarak kendimi yaşamın hiçbir alanında güvende hissetmiyorum. Oradaki tavrım, gazeteci değil, bir kadın olarakti. Kötü bir şey demedim. Bir tavır sergilemedim. Kadına vurmayın dedim. Sonra başıma bunlar geldi. Kameramanımı tehdit ederken. Ben artık hem bir gazeteci, hem kadın olarak kendimi alanda güvende hissetmiyorum. Birçok meslektasim da aynı duyguları paylaşıyor biliyorum."
Basın İş: Suç Duyurusunda Bulunacağız
Polisin alandaki basın mensuplarına yönelik şiddet uygulamasına tepki gösteren DİSK Basın İş, “Sağlık emekçilerinin eyleminde gazeteciler yine polis engeliyle karşı karşıya kaldı. Gazetecilerin tartaklanmasına neden olan İstanbul Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürü Hanifi Zengin hakkında herhangi bir işlem yapacak mısınız? Alenen suç duyurusunda bulunuyoruz. Aynı polis müdürü Hanifi Zengin, yine sağlık emekçilerinin eyleminde Artı TV Muhabiri Meral Danyıldız ve kameraman Bilal Meyveci'yi tehdit ederek üzerine yürüdü, hedef gösterdi. Görüntüleri paylaşıyoruz, suç duyurusu dosyası kabarıyor. Ne diyorsunuz?” paylaşımında bulundu.
Hanifi Zengin hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını açıklayan DİSK Basın-İş, gazetecileri de kendilerine yönelik tehdit ve engelleme görüntülerini paylaşma çağrısı yaptı.
‘Gazeteciye Yönelik Tavırları Ortada’
Polisin gazetecilere yönelik görüntülerini sosyal medyada yayınlamaya devam eden Basın İş, “Bu videoda da Hanifi Zengin'in Artı TV Kameranı Bilal Meyveci'yi "Ayağına bastığımı çektin mi? Çekmediysen seninle görüşeceğiz" diyerek tehdit ettiği anlaşılıyor. Bu şahıs hakkında işlem başlatılması için daha ne gerekiyor? Güvenlik Şube Müdürü Hanifi Zengin'in yeni videoları gelmeye devam ediyor. Videoda çekim yapmaya çalışan bir gazeteciye yönelik tavırları ortada. Siz de görüyor musunuz?” dedi.
Onur Yürüyüşü'nde Tacizle Suçlanmıştı
Zengin, geçtiğimiz hafta İstanbul'da düzenlenen Onur Yürüyüşü'nde de kamuoyunun tepkisini çekmişti.
Sosyal medyada paylaşılan görüntülerde polis göstericilerin üzerine koşarken Zengin “Hoppala” diyerek bir aktiviste gülerek sarılıyordu. Kısa bir arbedenin ardından koşarak uzaklaşan aktiviste çevik kuvvet polisi kalkanıyla vururken, bir diğeri gülüyordu.
Birçok sivil toplum kuruluşu, yaşananların taciz olduğunu belirterek yetkilileri soruşturma başlatmaya çağırmıştı.”
Dr. Ekrem Karakaya katledildikten sonra ortaya çıkan imge bu yukarıdakinin üç aşağı beş yukarı hep aynısı kılındı. Hikaye hep pas geçilirken, sağlıkta şiddeti hemen her durumda bir hiza bildirici olarak gören muktedirin / giderlerse gitsinler çıkışından daha tehlikeli ola gelen tahakküm etme pratiği bir kere daha bir can almaya dönüştürülür. Mesele hayata ait onu muhafaza eden, koruyan, büyük ihtimalle de çoğu zaman ipten geri kalan bir hekimin ve hekimliğin bu topraklarda böyle körlemesine bir karanlıkta var edilmesidir. Suçlunun ol infazı sonrası dosya da bitmiş midir? Var edilmiş olagelen ve ta1915’ten bu yana aleni bir gövde gösterisi sahnesine dönüştürülen cuma hutbelerinin arasına sıkıştırılanlar sanki az can yakmış gibi, hala inatla o yolda ilerlenmesinin müsebbipleri ne zaman hesap verecektir sahiden ne zaman? Kötülüğü göndere çekip, acil durumlar için hastanelerde hekimlerin bulunduğu bilgisi defaatle geçmesine rağmen, asmalı, kesmeli, dövmeli haller, cümlelerle bir ortak yok bulunabilir mi, kaldı ki bir orta yol kalmamışken? İmamı, polisi, sokaktaki partizanı, partizanlaşmış hekim-sen gibi örnekleriyle doğrudan yarayı değil her durumda başka şeyleri var eden / öne çeken bir yapı hangi hikayeyi tamamlayabilir ki? Ol yaralardan hangisine çözümü var edebilir ki sahi ama sahiden?
Bir girdabın içerisinde bir o yana bir bu yana savrulup duruyor memleket-i sukut-u hayal! Her durumda tahakkümün, bedene / akla yönelik kırmızı çizgi icatlarının, çalan alarmları ve başka şeyleri öne sürerek daha büyük kuşatmalar var ediliyor. Bütünüyle söz kesintiye, uğraş didiş var edilen haklar gasp edilmeye devam olunuyor. Ne yol, ne yordam, ne izan, ne izahat bırakılıyor. Tümden tahakkümü ile bir devletin suna geldiği her şey afaki olana o karanlığın ta kendisine rehin ediliyor. Bir bu biliniyor. Ses eden olmasın, sorgulayan hiç kalmasın. Hizada, hep hizada bekleşip, ne gelirse onunla avunan, ne gösterilirse bununla yetinen, hep eksik, hep gedik ama şükür kartıyla oyalanan bir menzil güncelleniyor. Tüm bu yaşatılan katran karanlığının laf değil hakikatin ta kendisine dönüşümü sayesinde iş bu yerin ülke vasfının da köküne kibrit suyu dökülüyor. Hiç birimize ama hiç kimselere sabit, durağan, kendi döngüsü ve rutininde bir hayatı var etmeye ülkenin gerçekliğine hayat eksikli, hikayeler hep yarım konuluyor. Cürmün sofrasında, sesi kısılan insanların, bir biçimde katledilmiş, yok sayılmış, nefretle / hiddete teslim / rehin edilmişlerin yurdu kılındı burası. Bir yurt kaldıysa şayet, o da hikayeler gibi yarım... eksik... çürüdü.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Baron GIMENEZ – Unsplash
1 note · View note
seslimeram · 11 months
Text
Cendere Meseli
Tumblr media
Edilgen, teslimiyetçi, biatten ötesini düşünmeyen, koşul var etmeyen bir cenderenin tam da ortasındayız. Toplumsal dönüşümünü önce asmalı kesmeli sonra canım cicim kapsama ve kucaklama eksenli ele alan farklı kişilikler imal eden ekranı muktedirin var ettiği her şey tastamam bambaşka uçurumları beraberinde getiriyor, ne eksik ne fazla. Tahakkümü, yönetim anlayışının temelinde bir yapıştırıcı / bütünleştirici olarak ele alan, kodlayan işte o muktedir için birleştirmek / bütünleşme, kucaklaşmak tam anlamıyla teslimiyet bahsini ihtiva eder. Bununla bir devinimi var ederek her dem ölümü gösterip sıtmaya razı getirme çabasıyla bir toparlama ülke, toplama kampına benzeş bir yeni sahne var edilir. Hep, daim olduğu üzere muktedirler için sıradan insan teferruattır. Düzeni var eden tüm öteki temsili yönetimler gibi son yirmi bir yılı elinde tutan, dönüştüren mazlumluğu terk edip de erkanı muktedir olan, taşınan / kalıcılaşan akımın baş amirle birlikte yönlendirdiği şey derin bir kırılmayı var etmektedir. Edilgen, teslimiyetçi, çoktan hayatta umudunu zayi etmiş her an ve her dem masallarla avutulan buna bile isteye razı gösteren bir toplumun binası devam olunandır.
Demokrasi, biyopolitik, yeni liberal hükümranlığın tezgahında artık alenen un ufak edilir, ettirilir. Umudun çürütülmesi bu raddede çıkagelen o bahisten türetilen her şeyle birlikte, bir girdabın ta kendisiyle imal edilendir. Bedene yönelik politik tavrın, nesnelliğin afaki bir halde giyotin kılındığı, buna dönüştürüldüğü yerde her ezber / her tekrar / her yönelim bir cehennem tahayyülüdür. Teslim olmayanlara reva görülenlerin seçim gümbürtüsü ve tüm kazandık / bu ülke kazandı şatafatlı uydurmalarının kenarında çürümeye sevk edilen insanın hali / hallerimizdir mesele. Bir cehennem tahayyülünün etraflıca yinelene geldiği her anın daha da kalıcı bir baskılama / tehdit / terörle buluşturulduğu yerde soykırım hali ve pratiklerinden dem vurulabilen bununla bir hizada tutma çabasına düşülen yerin halidir cehennemî olagelen. Dur, duraksız biteviye ezberlerin nakledildiği, iktidarın ve zorbalıkta buluşan bileşenlerin ayrı, onca gayrete rağmen muhalefet nam çatının istisnalar hariç, ol iktidarın en güçsüz zamanında var ettiği dermansızlık halleri ve birbirleriyle didiş didiş hallerini göz önüne getirdiğiniz rıza üretilmeye çalışılan şey fecaatler toparlaması bir yer / bir memlekettir, bu da mı olur, bu da mı sineye çekilir.
Dilan Temiz’in Evrensel Gazetesindeki haberidir: “Kürt illerinde kolluk gücünün kullandığı araçların birçok çocuğun ölümüne sebep olması son yıllarda giderek artıyor. Bu ölümlerin çoğu ise cezasız kalıyor. İHD Diyarbakır Şubesinin “zırhlı araç çarpması sonucu meydana gelen yaşam hakkı ihlalleri araştırma raporu”nda yer alan bilgilere göre, son 15 yılda zırhlı araç ile asker ve polislerin kullandığı araçların çarpması sonucu 21’i çocuk toplam 44 kişi yaşamını yitirdi. Mihraç, Efe, Berfin... ve yaşamını yitirenlerden biri de Erdem Aşkan oldu. 5 yaşındaki Erdem Aşkan Hakkâri’nin Yüksekova ilçesinde 7 Haziran’da Uzman Çavuş A.K.P’nin kullandığı aracın çarpması sonucu yaşamını yitirdi. Onun ölümüne sebep olan Uzman Çavuş ise 8 Haziran günü adli kontrol uygulamasıyla serbest bırakıldı.
Bu cezasızlığı Hakkâri Barosu Başkanı Av. Ergün Canan ve İnsan Hakları Derneği (İHD) Hakkâri Şubesi Başkanı Medya Çallı ile konuştuk.
İçinde kolluk gücünün bulunduğu bu tür kazaların ilk olmadığını belirten Hakkâri Barosu Başkanı Av. Ergün Canan, son yıllarda artan vakalara ve cezasızlığa dikkat çekti. Canan, “Biliyorsunuz ki Bölge’de son yıllarda özellikle yaklaşık 22 çocuk bu şekilde adeta katledilmiştir ve bu kazaların yüzde doksanında da güvenlik kuvvetlerinin kullanmış olduğu araçlardan kaynaklı kazalar ve maalesef yüzde doksan dokuzu ölümle sonuçlanmıştır. Özellikle bu tür olaylarda yargıdaki büyük boşluğun failleri cesaretlendirdiğinin altını çizmek isterim” dedi.
"Kaza Anında Mobese Kameralarının Çalışmadığı İddia Edildi"
Yüksekova’da 5 yaşındaki Erdem Aşkan’ın ölümüne sebep olan Uzman Çavuş A.K.P’nin serbest bırakılmasına dair Canan şunları söyledi : “Olayda şahıs yine güvenlik gücü ve evet zırhlı bir araç değil ama kendisinin kullandığı bir araç. Kaza esnasında MOBESE kameralarının ne yazık ki o an çalışmadığı iddia ediliyor hep öyle oluyor zaten. Böylesi işlek bir caddede İpek yolunda, uluslararası bir yolda MOBESE kamerasının o anda çalışmaması zaten bize olayın hangi noktaya gittiğini göstermektedir. Kazada hız sınırına uyulmadığına dair görgü tanıklarının beyanı var buna rağmen şahıs tutuklanmıyor. Ve maalesef kaybettiğimiz 5 yaşındaki çocuk asli kusurlu sayılıyor, çok ilginçtir.”
"Sivil Yapsa Tutuklanırdı"
Bu kazaların önlem alınmadıkça ve sonucunda cezasızlık pratikleri sergilendikçe önlenemeyeceğine dikkat çeken Canan, yargının kolluğa bir zırh olmaması gerektiğini belirtti. Canan, yargının tarafsız olması gerektiğini vurgulayarak, “Failler yargıdan cesaret alıyor. Ceza alınsa bile erteleme kapsamında alınan cezalar oluyor. Aslında bu bir zırha bürünmedir kolluğu savunma, arka çıkmak gibi görüyorum. Çünkü bunu yapan sivil bir vatandaş olduğunda en azından 5-6 ay tutuklu kalıp yargılanıp cezaya mahkum edilen bir sürü örnek var. Ama işin içinde bu tarz kazalarda güvenlik güçleri olunca maalesef yargıda biraz farklı bir bakış açısı söz konusu bölgede de öyle” diye konuştu.
"Yargı Önünde Herkes Eşit Olmalı"
Canan, yargı sisteminin değişmesi gerektiğini söyleyerek şu çağrıda bulundu: “Olaylarda fail kim olursa olsun ister sivil olsun ister kolluk gücü olsun fark etmeksizin yargı önünde herkesin eşit olması gerekiyor. Aynı şekilde Edirne’de İstanbul’da böylesi bir kazada failin tutuklanması söz konusu iken Hakkâri’de de bu hukukun uygulanması gerekir. Kanun herkes için eşit olmalı, her yerde aynı uygulanmalıdır. Hakkâri Barosu olarak hukuki mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz. Bu yargı sistemi içerisinde nasıl bir sonuç elde edilir bilmiyoruz ama elimizden gelen her şeyi yapacağız.”
"Kesinlikle Bir Koruma Var"
İnsan Hakları Derneği (İHD) Hakkâri Şubesi Başkanı Medya Çallı, ise Hakkâri Yüksekova’daki 5 yaşındaki çocuğun ölümüne sebep olan Uzman Çavuşun bırakılmasına dair failin hız yaptığının kesin olduğunu belirtirken, buna rağmen yanlı bir rapor hazırlandığını söyledi.
Çallı, “Kaza tespit tutanağına itiraz edeceğiz. Yeniden bir delil tespit yapılması ve tespit tutanağının yeniden düzenlenmesi için. Baronun Çocuk Hakları Merkezinden avukat arkadaşımız savcıyla görüşürken neden ısrarla uzman çavuş olduğunu belirtiyorsunuz, neden sürekli uzman çavuş ismini kullanıyorsunuz tepkisiyle karşılaşmış biz bunların hepsini bir araya getirdiğimiz zaman kesinlikle bir koruma var. Birçok suçta hırsızlıktan en basit suça, hakaret suçundan birçok konuda tutuklama çıkan bir bölgede yaşıyoruz. Birçok konuda tutuklama kararına gerek olmadığı halde tutuklama kararı verilirken ama bu dosyada herhangi bir tutuklama yok. 5 yaşındaki çocuğun ölümüne mal olmasına rağmen fail yanlı raporlarla serbest bırakılıyor” şeklinde konuştu.
"Zırhlı Araçları Önlemek Yerine Cezasızlığı Zırh Edinmişler"
Bölgede kolluk gücünün kullandığı araçların, zırhlı araçların güvenliğimizi sağlamaya yönelik olması gerekirken canılara mal olduğunu belirten Çallı, bu araçların sokaklarda olmaması gerektiğini söyledi. Çallı, “Bölgede adım başı zırhlı araçlar, adım başı kolluğun kullandığı araçlar var. Ve bu kolluk kuvvetleri de kesinlikle kullandığı araçlar da trafik kurallarına uymuyorlar geçiş üstünlüğü sağlıyorlar kendilerine herhangi bir hukuki dayanağı olmamasına rağmen. Çocukların can güvenliği yok sayılıyor. Biz bunlarla ilgili başvurular yapıyoruz, raporlar hazırlıyoruz ancak bu raporlar devlet tarafından kesinlikle dikkate alınmıyor. Özellikle Kürt coğrafyasında zırhlı araçları önlemek yerine cezasızlık politikasını bir zırh gibi giyinmişler” dedi.”
Bir cenderenin her nasıl imal edilebildiğinin de kısacık bir örneğidir, Colmerg’te henüz 5 yaşındaki Erdem Aşkan’ın katledilmesi. 5 yaşındaki bir çocuğun dahi, kimliğinden ötürü düşman addedilebilmesinin garabetlik dolu suretidir mesel biraz da. Teslim alınamayan bir türlü de yola getirilip hizaya çekilemeyen Kürd halkının Bakur Kürdistan’ında var ettiği o mücadele, devletin boyunduruk çabalarına karşı hak mücadelesinin varlığı böylesi kırımlarla / cinayetlerle önlenebilir mi, sahiden? Erdem Akşan’ın ölümün ardından ‘taksirle öldürme’ suçundan gözaltına alınan uzman çavuş A.K.P, çıkarıldığı nöbetçi hakimlik tarafından adli kontrol şartı uygulanarak serbest bırakılır. Uzman çavuşun serbest bırakılma gerekçesi ise olay yeri ile ilgili hazırlanan kaza tespit tutanağa dayandırılır. Tutanakta araç çarpması sonucu ölen 5 yaşındaki Erdem Aşkan yaya geçidi kullanmadığı gerekçesi ile “asli kusurlu” sayılır. Gerek ajanslara düşen haberdeki gibi, gerekse de Evrensel Gazetesinden aktardığımız gibi bir canın çalınabilmesinin hemen ardılı çıkagelen devletlinin cerahatli yüzü, katillerin sırtını sıvazlayan suretinin var ettiği ayrım her ne olarak okunabilir? Erdem Aşkan katledildi. Fail, yıkımı var eden temsilin ardında devletin eli belirdi. Bütünüyle kucaklaşma, helalleşme, birbirini sarıp sarmalama ve bu çukuru bir ev olduğuna ısrarda kalakalan devletin şimdisinin, akp ve beraberindeki temsillerin ortaklığını bu cinayet boşa düşürmüyorsa ne düşürebilir ki?
Bütün bu teslimiyetçiliği vazeden, kötürüm ülkenin demokrasi, eşitlik ve adalet kavramlarını nasıl da boşa düşürdüğüne örnekler çoğaltılabilir. Misal, “Şirnex'te gözaltı ve tutuklamalar hız kesmeden devam ediyor. 14 Mayıs ve 28 Mayıs'ta yapılan seçimler sonrası da gözaltı ve tutuklamalar sürdü. Birçoğu Şirnex merkez, Cizîr (Cizre) ve Silopiya'da (Silopiya) olmak üzere seçim sonrası en az 100 kişi gözaltına alındı ve bu kişilerden bazıları tutuklandı. Bunların yanı sıra 14 Mayıs'tan bu yana Cizîr'in Cudi ve Nur mahalleleri abluka altında. Her sokakta bir zırhlı araç bekletilirken, mahalleye sık sık gaz bombaları atılıyor. Yaşananları değerlendiren Halkların Demokratik Partisi (HDP) Cizîr İlçe Eşbaşkanı Mesut Nart, baskıların seçim sonuçlarıyla bağlantılı olduğunu söyledi.
Kenttin "deneme laboratuvarı" olarak görüldüğünü ve 2015-2016 sürecinden bu yana özel savaş politikalarının hiç durmadığını söyleyen Nart, "Cizîr 2023 Newrozunu büyük coşkuyla kutladı ve net bir mesaj verdi. Newroz’dan sonra seçim çalışmalarını başlattık. Bizim kentimiz Kürt hareketi için önemli bir yer. Devlet bunu bildiği için tutuklama, baskı ve gözaltılara başvuruyor. Neredeyse her yıl gençlere, kadınlara, kurumlara ve siyasi partilere operasyon adı altında baskınlar yapılıyor. Ama buna rağmen Kürt halkı, siyasi parti ve kurumlar daha da güçlendi. Kürt halkı hiçbir zaman diz çökmedi. Devlet Newroz’dan bu yana bizi halkımızdan uzaklaştırmak için tüm yollara başvurdu” diye konuştu.
"Cizîr şuan abluka altında" diyen Nart, baskınlarda şiddet ve kötü muamelenin olduğunu söyledi. Nart, "Ev baskınları sırasında hamile bir kadını yüz üstü yere yatırıp sırtına basmışlar. Bazı evlere köpeklerle girmişler. Yaşlı insanları yüz üstü yere yatırmışlar. İnsanlara silah doğrultmuşlar. Bu saldırıların nedeni intikam duygusudur. Cizîr 2015-2016'da diz çökmedi. Cizîr halkı göçle, öldürmeyle geri adım atmadı. Ne zaman bir seçim olsa Cizîr halkı iradesine sahip çıkıyor. Halk kimliğine sahip çıkıyor. Cizîr'e yapılan saldırılar, sadece Cizîr'e yapılmıyor. Hedef sadece Botan bölgesi değil. Cizîr'in zayıflaması tüm demokratik kitleyi ilgilendiriyor" ifadelerini kullandı.” Farqin’de polis şiddetine maruz kalan, M. Kolakan, Kobane’ye doğrudan var edilen Siha saldırısı, Tel Rifat’tan bomba, Kilis’e düştü bahanesi ardından çıkagelen saldırganlık ve nicesi ve nice yeni yara, yeterli kanıtı sunar mı acaba? Kim, kiminle ne halde, nasıl etle tırak gibiyiz bu haller her neyin nesidir allasen?
Bir cendere yeniden ve yeniden imal ediliyor. Ne eksik, ne mübalağa bitimsiz bir biçimde ol sükunet değil topyekun mahva meyil vermek için en olmayacak işler olur addediliyor. Bir siyasi parti / çatı / mevzinin desteklenmesinin sonrasında nice yeni yıkımlar tezgahta işlenir. Herkesi kucaklayacak olduğunu zikreden muktedir baş efendinin yine oyunu tersten kurmaya devam ettiğini göstere gelir. Bir cürüm halinin ortasında yaralar hemen hiç eksiksiz güncelleniyor. Ne yol ne yordam, varsa yoksa yıkım, hep / daimi bir azabın ta kendisini hayat diye yutturma tahayyülü. Duraksamayan, yenildiler, ezdik geçtik bahsileri arasında kan akıtılmaya, cürümler yeniden var edilmeye / güncellenmeye devam olunur. Ne bir yana, ne öteki yana, hayatın kapsamı, güncenin köşe taşları, yaşamı var eden hemen tüm irade beyanları / duruşlar / söz hakları yerle bir ediliyor. Bir yarını bırakılmamış olanın suna geldiği şey bariz bir cürüm eksen bütünüyle zorbalığa rehin bir yerdir. Bunca şeyden sonra halen ne var işte her şey güllük gülistanlık demeye devam etmeyenler için, bir kalk borusudur, sınavın ta kendisidir başlayan. Tahakküm hamlelerine alışmadan, hayatı geri kazanmanın yollarını arayabilecek miyiz, meselemiz o’dur.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Uğur KAYMAZ – Serpil ODABAŞI – Yokluğum Varlığına Sergisinden... - Bianet
1 note · View note
seslimeram · 1 year
Text
Denklemler Tarumar!
Tumblr media
Denklemler tarumar ediliyor. Hayatla yolu kesişen mesellerde, bu fasit döngü içine rehin kılınmış sureti ülkede her türden insani denklem boşa düşürülüyor. Umut, ümit, hayal bir biçimde tahayyül, konu, mesel her ne olursa olsun yerle yeksan ediliyor behemehal. Tüm bu düzen içinden sunulanlarla gelişigüzel var edilenlerle beraber o aksiyon, bu tarumar hal ve istemi sürekli yineleniyor. Baş amir ve şürekasının sunduğu, savuna geldiği her eylem, hemen her dönemeçte var edilmiş her düzenlemeyle yaşamın denklemleri perişan ediliyor. Biyopolitik bir cerahat mefhumu haline dönüşen yeni ülkenin var ettiği yegane dönüşümlerden birisi bu bahistir.
Yeni yüzyıl jargonuna sığınarak var edilen ol yeni ülke pratiğinin de düş görü değil hor görü, hep fecaat için imal olunduğunu giz kılınmak istenir. Oysa iktidar tahayyülünün var ettiği her köşeye taşıdığı bu denklem silsilesi, tüm o müşterek yaşam idesini tarumar etmektir. Varılan yeni o’dur. Müştereklerimiz olagelen demokrasi, eşitlik, adalet, hürriyet, ifade özgürlüğü ve nicesinin dokusunun yıkımı imal edilendir. Denklemler tarumar edilirken, yol, yordam, umut ve daimi bir biçimde demokrasi mefhumu da çöpe basılandır. Yeni ülke bu izlek üstünde her günü dehşetin ta kendisinin esiri kılınmış, denklemini mahvetme şablonundan biçimlendiren bir yer karşı karşıya olduğumuzdur. Bir biçimde yaşam aksiyonunu delik deşik etmek yolunda yürünendir. Atıl duruma düşmüş ol muhalefetin kendi kendini gazlaması sonucunda çıkagelen idraksizlik noktasında hepten ama her dem olduğundan da geriye düşen hallerinin paralelinde, kini ve nefretiyle bir yol, gelecek şekillendirmesine düşen muktedir gerçekliğidir mesele.
Geçtiğimiz İstanbul İstiklal Caddesi saldırısı, Mersin’deki polise yönelik saldırı, öncesi ve sonrasında çıkagelen badireler, türlü çeşit hamasetle birlikte demokrasi olgusunun köküne, ta dibine kibrit suyu dökebilmek için var edilen uydur kaydır masa başı haberleri, iletişim başkanlığı propagandaları, maaşlı trollerin vatan, millet, sakarya bahislerini takip eden her hamleyle, cerahat var edilir. Denklemler alt üst edilirken, yıkım / yıldırı aralıksız bir şekilde Kürd halkının, siyasetinden sokağına her anlamda bulunduğu her yerdeki hal ve duruşuna yönelik saldırganlıkları beraberinde getirir. İstiklal Caddesindeki yakalanan ağ üyelerinin, birer ikişer detaylarından çıkagelen özgür suriye ordusu / heyet ül tahrir ül şam gibi mimli yapıların ifşaatları, halin de hayata dair verilen değerin de esef verici bir halde nasıl da çürütüldüğünü göstere gelir. Akseden yıkımın, var edilmiş cerahatin üstüne bina edilmiş nobran, hep bilindik tahayyüllerle insanların hayat haklarının derdest edilen bir mesele dönüşümü kesintisiz kılınır.
Vaka, yara, yıkım değil tastamam doğrudan iktidar hanesine yazılan oy artışının sorgulandığı bir zeminde kim nasıl güvendedir ki sahiden de? Denklemler alt üst edilirken, cerahatin köküne dair bildirimleri, adalet tecellisi çabasını değil, dahiliye nazırı palyaçonun, meclis komisyonunda insanlıktan çıkıp geleni terörist, gideni hain, berikini iş birlikçi diye azarlamaya çabaladığı şaklaban halleriyle baş başına bırakılır bir memleket. İyi de denklemler tarumar edilirken, hayat bir kere daha ehven olandan ayrıştırılırken, yara güncellenirken, Kürd sorunu ayrı insanlık sorunu apayrı delişmen, gelişigüzel yerle bir edilirken, bir asırlık yaralara yenileri eklenip durulurken kim neyi nasıl düzeltecektir, her ne şekilde?
Gazete Karınca’dan aktaralım: “Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) ait savaş uçakları, 20 Kasım Pazar gününün ilk saatlerinde Kuzey ve Doğu Suriye ile Irak Federe Kürdistan Bölgesi’ne dönük hava saldırıları düzenledi.
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) resmi Twitter hesabından yaptığı ilk paylaşımda, hava saldırılarıyla ilgili olarak Taksim saldırısına gönderme yaparak “Hesap zamanı” yazdı. Paylaşımda, havalanmakta olan bir F-16 savaş uçağının fotoğrafı da paylaşıldı.
MSB ardından söz konusu hava harekatına “Pençe Kılıç” adı verildiğini açıkladı.
İlk gelen bilgilere göre, TSK’ye ait savaş uçakları tarafından Kuzey ve Doğu Suriye’nin Kobani kentinin yanı sıra Til Rıfat, Şehba ve Derik de hedef alındı.
Bölgeden yayın yapan medya kuruluşları, TSK’ye ait savaş uçaklarının Gire Spi ve Zirgan’da Şam rejim güçlerine ait noktaları da hedef aldığını belirtti.
BBC Türkçe’nin haberine göre Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Sözcüsü Ferhad Şami de, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, Kobani’nin bombalandığını, Tel Abyad’ın doğusundaki Kazali, Til Rıfat ve Zirgan’da Şam rejim güçlerinin hedef alındığını söyledi.
Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) ise Türkiye’nin Halep ve Haseke’de düzenlediği hava saldırılarında SDG’nin en az altı üyesinin yanı sıra altı Suriyeli askerin de yaşamını yitirdiğini öne sürdü.
Rudaw’ın aktardığına göre SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi de Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, “Türkiye’nin güvenli noktaları bombalaması tüm bölgeyi tehdit ediyor” ifadelerini kullandı.
Gece boyu süren hava saldırılarının ardından, sabah saatlerinde Kobani’de bulunan Miştenur tepesinin yeniden bombalandığı belirtildi.
TSK’nin hava saldırılarını takip eden gazetecilerden ANHA muhabiri İslam Abdullah’ın hayatını kaybettiği de gelen bilgiler arasında.
Öte yandan NTV’nin haberinde, TSK’nin Suriye hava sahasını da kullandığı belirtildi. Bu bilgi, Rusya’nın kontrolündeki Suriye hava sahasının yıllar sonra ilk kez Türk savaş uçaklarına açılması anlamına geliyor.
Habertürk Televizyonu yayınında konuşan emekli Korgeneral ve Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı İsmail Hakkı Pekin, savaş uçaklarının hava sahasını kullanabilmesi için ABD, Rusya ve İran’a önceden haber verdiğini belirtti. ABD’nin Erbil Başkonsolosluğu’nun açıklamasını hatırlatan Pekin, şunları söyledi:
Hem Suriye hava sahası hem Irak hava sahası hem de bazı yerlerde eğer Süleymaniye’ye gireceklerse İran hava sahasından da geçtikleri olmuştur. Bunu nereden anlıyoruz? Dün Erbil Konsolosluğu’nun yaptığı açıklama var. Açıklamaya baktığımız zaman Türkiye böyle bir harekat yapacağı zaman taraflara, ABD’ye söyler, İran’a da söyler, bu bölgede harekat yapacağım diye hava sahasıyla ilgili gerekli koordinatları sağlar. Bunu büyük ihtimalle Rusya’yla da yapmışlardır. Erbil Konsolosluğu sadece Amerikan vatandaşlarına bu bölgelerde dikkat etmeleri gerektiğini, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hem Irak hem de Suriye’nin kuzeyinde operasyon hazırlığı yaptığına dair bildiri yayınladı. Dolayısıyla tarafların haberi var. Çünkü hava sahasını kullanacaklar.
İstanbul’un Beyoğlu ilçesindeki İstiklal Caddesi’nde 13 Kasım’da gerçekleştirilen bombalı saldırı sonucunda 6 kişi yaşamını yitirmiş, onlarca kişi yaralanmıştı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu başta olmak üzere iktidar yetkilileri, saldırıdan PKK’yi sorumlu tutmuştu. PKK ise saldırıyla ilişkisi olmadığını açıklamıştı.
Diğer yandan ABD’nin Irak Erbil’deki konsolosluğu, Suriye ve Irak’ın kuzeyinde yaşayan vatandaşlarını olası bir askeri operasyona karşı uyarmıştı.”
Denklemler bir kere daha tarumar ediliyor. Daha önce Afrin’de, İdlib kırsalında denene gelmiş olagelen cürüm istemi bir kere daha bu defasında, planlı programlı, ince hesaplı bolca kitaplı İstiklal Caddesi saldırısı sonrasında bir kere daha devreye konulan yıkımla çıkageliyor. Hayatı tarumar etme isteminin, kesintisiz bir cerahat kültünün, aralıksız ol Kürd nefretine oynamanın vardığı eşik, demokrasi, eşitlik, adalet pratiklerine ne kadar da uzak kalındığını bir kez daha kanıtlıyor. PKK ile mücadele kartı ısıtılıp durulurken, hepi topu yüz elli kişi kaldılar diye geçiştirilirken sorun, bugün yeniden kırk senedir var edilmiş olagelen Kürd halkına yönelik sistematik yıldırı / terör / savaşla bir biçimde yeni bir istikametle barışmak lügatten çıkartılıyor. Meçhul, kimliksiz bir saldırı perspektifinin varlığına rağmen, Kobane hattının hedef kılınmasının, Rusya ve Amerika’dan icazet almadan değil bölgede eyleme geçmek, tek bir hamlenin var edilemeyeceği yerde hakkın da hukukun da alenen gasbı var edilir. Kötülük sarmalı, çarkıfelek gibi döndürüp durulan devletli / iktidar pratiği için bir kere daha zulüm yersiz bir biçimde çıkagelir. Hayatın tüm o sıradan insanların müşterek direnişiyle ayakta kalmış olagelen Kobane, Rojava devrimi bir kere daha böyle alt edilmek istenir. İşleri bittiği gün ortadan yok ettirilen ırak şam islam devletinin eksik bıraktığını tamamlama arzusunda yürüyen bir devlettir mesele. Bir biçimde komşusunu hala terörist zannedecek kadar, her ölümü, ama onlar hain diye aklama çabasına düşecek kadar kendisinden vazgeçmiş insan suretleridir mesele. Tümden denklemler tarumar ediliyor bu coğrafyada bir kere daha! İyi de nereye kadar?
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Demokratik Suriye Güçleri (QSD), Türkiye'nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırılarına dair açıklama yaptı. Açıklamada, İstanbul’daki saldırını bahane yapıldığına işaret edilerek, Dêrik, Dirbêsiyê, Ebû Rasên, Kobanî, Til Rifet ve Şehba'nın hedef alındığı aktarıldı. Açıklamada, "Saldırılar sonucunda Dêrik’in Teqil Beqil köyünde büyük bir katliam gerçekleştirildi. Bu köyde ilk olarak elektrik kurumunda çalışan bir memur şehit düştü. İlk saldırının ardından halk yaralılara yardım etmeye gittiği sırada savaş uçakları bir kez daha halkı hedef aldı ve büyük bir katliam gerçekleştirdi. Bombardımanda 11 yurttaş şehit düştü, 6 yurttaş da yaralandı. Elektrik dağıtım yeri de büyük zarar gördü" bilgileri paylaşıldı.
'Tüm Rojava Hedeflendi'
Açıklamada, "Dirbêsiyê bölgesinde buğday deposu görevlisi 2 kişi, Ebû Rasen hattında ise bir savaşçımız şehit düştü. Kobanê’de hava saldırıları sonucu 3 yurttaş yaralandı, çok sayıda evde hasarlar oluştu. Netleştirdiğimiz bilgilere göre saldırılarda Suriye rejimin 15 askeri de yaşamını yitirdi. Halklara düşmanlık eden, Kuzey ve Doğu Suriye ile Rojava halkının ortak yaşamına, bölgenin istikrarına tahammül edemeyen işgalci Türk devleti bu saldırılarla, soykırımcı ve faşist yüzünü bir kez daha gösterdi. Bu saldırlar sadece Kürt halkına karşı yapılmadı, saldırılarda Kuzey ve Doğu Suriye ile Rojava’daki tüm halk hedef alındı" ifadelerine yer verildi.
DAIŞ'e karşı verilen mücadelenin benzer şekilde devam edeceği vurgulanan açıklamada, "Katliamlar cevapsız kalmayacak. Uygun zaman ve yerde gerekli cevaplar verilecek. Halkımızın Türk devletinin saldırılarına karşı birliğini, beraberliğini ve kararlılığını daha da güçlendireceğine inanıyoruz. Halkımız aynı zamanda toprağına her zamankinden daha fazla bağlı kalacak, Türk devleti ve işbirlikçilerine karşı güçlü tutum sergileyecek" diye kaydedildi.”
Bütünüyle mahvetme retoriği üstünden ilerleyen, denklemini buna göre yeniden türeten, biçimlendiren bir aklın, destan yazıldı dediği şeyin sıradan insanların vatanlarını savunma iradesi olduğu gözlerden kaçırılır. Kendi yurtlarını niye savunmuyorlar ki o Suriyeliler diye çıkılan güzergahta, yurtlarını savunanlara da biçtikleri değeri göstermesi açısından o gece yarısı / sabah saatlerinde aralıklarla eylenen saldırılar her şeyi olduğu gibi gösterir. Kim neyin tarafındadır bilinmez de, her şeye oh olsun çekebilecek cürete / tıynete çoktan varmış bir ülke / yurttaş profili söz konusuyken, kurdun dişine kan değdi gibi yazılamaları troll hesaplar kadar, sözüm ona muhalifler sahiplenmeye devam ederken kim hangi yarından bahis açabilir. Dahası her sıkıştığı eşikte, herkesi ama istisnasız herkesi kuşatan, her yıkımdan kendince zaferle çıktığını dile getiren, iktidarını güncelleyen bir yapının var ettiği bu kaçıncı tuzaktır, hileli oyundur hiç düşündünüz mü? Dün Afrin, bugün Kobane, Tel Rifat, Qamişlo yarın neresi, nerelerdir sahiden de sorguluyor musunuz?
Denklemler tarumar ediliyor bir şimdiki zaman güncelliğinde. Her şeyin mot-a-mot bir yıkım haline entegre edildiği zamane güncesinde, iktidar pratiği olarak var edilmiş hemen her kötülüğün bir icraat kabilinden savunulması güncelleniyor. Her icraat bambaşka yıkım ve yaralara dönüşürken, sanki her şey normalmiş yolunda gidiyormuş gibi yapılması var edilenlerin üstüne tuz biber ekiyor. Bir biçimde yaşam erimini alt üst etmek çabasına düşülen kılınıyor. Kötülük göndere çekilirken, yaşam çarçur edilmiş kimin umuru diye geçiştiriliyor. Muktedir tahakkümünü yeniden bel bağladığı, özgür suriye ordusu ve bilumum cihatçı çeteden medet umarak tazelerken, giydirdiği pkk titrini de alacalı bulacalı kılarak bir kere daha bir taşla bir çok kuşu vurmaya çalışıyor. Devamı, devamlılığı sağlama alınmış olagelen ittihatçı tahayyülün yok etme istemi bir kere daha Kürd ve bütün özneleriyle demokrasi / adalet / hukuk arayan insanların kafalarına bombalar yağdırılarak var ediliyor. Bu satırlar not edilirken Karkamış’ta biri 5 yaşında bir çocuk, diğeri 20’lerinin ortasında bir kadın öğretmen can vermişti. Karşı kıyıda Derik’te aralarında çocukların da olduğu on bir can. Barışın esamesinin okutulmadığı bir zeminde bunca afaki cürüm sayesinde, bu kadar normalmiş gibi kan akıtılarak hangi gün yüzü var edilebilir, edilmiştir, edilecektir! Kürd ve Türk toplumları, Kürd ve Arap, Ezidi, Mıhellemi, Nasturi, Kıpti, Süryani, Ermeni, Alevi halklarının arasında açılmaya devam olunan o yıkıcı hattın, komşuluk bağlarını ilelebet kopartma gayretinin ardından her neye varılacaktır, hangi gün var edilecektir sahiden? Denklemler tarumar ediliyor, bütünüyle her yan kana, her yan yasa, her yan ağıda çıka geliyor. İyi mi böyle, layığınız bu mudur!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Emin ÖZMEN – Magnum Photos Creative
8 notes · View notes
seslimeram · 24 days
Text
Ezberler İçinde Yıkımı Var Eden Ülke
Tumblr media
Duraksamayan, bitimsiz, hiç tekinsiz bir ezber şablonunun içerisinde debelenip duruyor iş bu memleket. Zatı alileri, baş efendinin seçim hezimetini, kendi bekası adına yönlendirip, yeniden tanımlayarak oluşturduğu haleti ruhiye sırasında, ezberlerle bir kere daha hayatın akışı tersine işleniyor. Ya tahakküm resmen savunuluyor. Ya bitimsiz bir cerahat. Ya belli başlı bir tahakküm nesnelleştiriliyor. Yahut da inkarın biri bitmeden bir başkası var edilip, yollar çiziliyor. Duraksamadan, bitmeyecek bir kısır döngü içerisinde giderek eleştirdiği o tek adam rejiminin ta kendisine dönüşen bir sureti temsille hayat her anlamda ‘çepeçevre’ kuşatılıyor. Tek adam rejiminin en güncellenebilir sürümü içerisinde mahzun / mağdurun ta kendisi olduğunu bildiren bir temsil bugün en karanlık suretleriyle birlikte bir ülkenin yönelimini belirginleştiriyor. Her şey ezber edilmiş şablonların arasında hem nalına hem de mıhına bir tezahürle birlikte biteviye bir yıkıma çıkartılır. Yeni ülke tiradının ardılı ola gelen her şey bu tahayyülün izleri üstünde bina edilir.
Tekdüze, tekil bir uzamdan biçimlendirilen akla seza her ne varsa bununla yolunu alenen kesiştiren bir aklın tezahürü olarak var ettikleri açmazları, her açmaz dipsiz karanlıktaki bir eşiği göstere gelir. Hayatın ehven olandan men edilmesinin neticesinde çıkagelmiş ol her hamleyle birlikte bu cürüm hemhal ülke de gerçekliğini pekiştirir. Didaktik, kendisini mütemadiyen tekrarlayan bir fasit döngü içerisinde bu hazin sularda yürüyen ülkenin hali, gerçekliği karşımızdadır ne eksik, ne fazla. Yalnız ve doğrudan müdahalelerle birlikte bir istikametteki hayat akışına karşıtlık, olağanı, normali zayi etmek kesintisiz kılınır. Yerel seçimleri mütemadiyen genel seçimlerle karıştıran, bunu da bir savaş sahnesindeki en son hamlenin ta kendisiymiş gibi pazarlayan muktedirin o hezimeti sindirmesinin yolu daimi bir biçimde ezberlerine tutunarak, sürekli nefreti, daimi ayrımcılığı, arasız ve fasılasız bir halde kötülüğü eyleyerek, arka çıkarak, yol vererek mümkün olur. Yenginin arkasından ol çıkagelen ilk meclis grup toplantısında baş efendinin var ettiği sözler zaten belirgin olana dair bir izahattir.
Evrensel Gazetesine bağlanalım: “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yerel seçim yenilgisinden sonraki ilk grup toplantısında, AKP’nin oy kayıplarını katılımın düşmesine bağladı. Parti içindeki itirazları eleştiren ve değişime gideceklerini savunan Erdoğan, geçim derdi ve işsizlik konularına ise değinmeyip sadece “Enflasyonla mücadeleye devam” demekle yetindi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yerel seçimlerin ardından AKP’nin ilk grup toplantısında konuştu. Seçim sonuçlarına ilişkin partisine moral vermeye çalışan Erdoğan, parti genel merkezinden köy temsilcilerine kadar herkese sırayla teşekkür etti. Erdoğan partisinin oy kaybını kabul etse de Cumhur İttifakının yüzde 40.5 oy oranıyla seçimlerde üstünlükle çıktığını savundu. Seçimlere katılımdaki düşüşe dikkat çeken Erdoğan, “Katılım oranının düşüklüğü partimizin oylarını da etkilemiştir” dedi.
"Partiye Ayar Verdirmeyiz"
Seçim sonucunu AKP’den öz eleştiri talebi olarak değerlendiren Erdoğan, “Kendi bünyemizde gerekli değişimi gerçekleştireceğiz” dedi. Öte yandan parti yöneticileri arasında yükselen eleştirilere de seslenen Erdoğan, “AK Parti’yi eleştiri ya da öz eleştiri maskesi altında hırpalamaya kalkışanlara da asla müsaade etmeyiz. AKP’ye ayar vermeye çalışanlara kesinlikle rıza göstermeyiz. Buradan muhalefete de ekmek çıkmaz. AKP üzerinden kendilerine şahsi ikbal devşirmek isteyenlere ekmek çıkmaz” dedi.
"81 İlde Tek İktidar Var"
Bu yerel seçimde de muhalefetin yeni belediyeler kazanmasına ilişkin ise Erdoğan, “Bunun bir yerel seçim olduğunu unutup şımaranlar pervasızlaşanlar hatta farklı heveslere kapılanlar olduğunu görüyoruz. 81 ilimizde tek bir iktidar var o da Cumhurbaşkanı ve kabinesidir. Şunu herkes görsün ve bilsin, biz bitti demeden hiçbir şey bitmez” diye konuştu.
İsrail’le Ticaret Eleştirilerine Savunma
İsrail’le ticarete yönelik eleştirilerin karşılık bulduğunu kabul eden Erdoğan, bu eleştirileri “alçakça iftiralar” diye suçladı. Erdoğan, “Hiç kimse ne şahsımın ne bu kadronun Filistin hassasiyetini sorgulayacak kalibrede, kapasitede değildir” diyerek kendisini savundu. İsrail’i “Bunlar Hitler’i çoktan geçti” diye eleştirdi. Erdoğan devamında "Haftasonu Filistin davasının lideri misafirim olacak. Beraber pek çok şeyleri dertleşeceğiz konuşacağız." dedi.
Şimşek Programına Devam
Erdoğan’ın halkın geçim derdiyle ilgili sorun ve taleplerine konuşmasında değinmemesi dikkat çekti. Ekonomiye ilişkin sadece önümüzde seçimsiz döneme ilişkin çizdiği rotaya kısaca değinen Erdoğan, “Şunu herkes görsün ve bilsin, biz bitti demeden hiçbir şey bitmez. Artık seçimin de olmadığı önümüzdeki dört yıl içinde enflasyonla mücadelemizi inşallah zaferle sonuçlandıracağız. Geçmişte yaptık, yine yapacağız” dedi. Erdoğan seçim sonrası yürütecekleri politikada yine “terörle mücadele” vurgusu yaptı.”
Dön baba dönelim. Birbirini bir türlü tutmayan bir demeçler silsilesi. 1 Nisan sabaha karşı söylenenlerle daha yeni meclis grup toplantısında ortaya çıkan farklılık başlı başına her nasıl bir cendereye tutulduğunu ülkenin bildirir. Duraksamadan mütemadiyen ezberlerle birlikte var edilen nobran / ketum değil çalçene kesintisiz bir itham ve yaftalama sürekliliği ile birlikte bir seçim tahayyülü kenara terk edilir. Yerel seçimin, genel seçimler gibi bir savaşa bizatihi kendi eliyle dönüştürüldüğünü bilmesine rağmen baş efendi hiçbir türlü memleket idaresi için gerekli düzenlemelerden yana bahis açmaz. Bütünüyle sıkıntılar içerisinde hayatta / ayakta kalmaya çalışan asgari ücretliden / emekliye kimseler için bir doğru düzgün iyileştirmeden bahis açmaz. Salt ekonomik parametreleri yandaşlar için kıyak / cukka / indirmeden ibaret olan bir menzildeki yağmacılığa bir dur demez hiç ama hiçbir zaman diyemez. Büyükşehir belediyelerinden belde belediyelerine kadar hemen hepsinde borç hanelerinin en az birkaç yüz milyon liradan, birkaç milyar liraya kadar uzanabildiği bir sarmalın içerisinde ezberlerle maval okuyarak hangi günü kurtulur. Seçim hezimeti bir yana onu dahi sürekli istismar edip, genel seçimlerde kim ne olacak herkes görecek yollu aba altından sopa sallamalara devam olunurken, katılımın düşüklüğü dert bildirilirken yarının ehven değil fenalıklara gebe olduğunu / bırakıldığını kim her nasıl fark edecektir. Şimdi ağzımızın tadını bozmayalım yollu göndermeler var edilirken bizatihi ortamı değiştirmeye yönelik, militarist, faşist, ayrımcı ve nefretten yön bulanlara zemin sağlanırken sahiden yolu nereye çıkar bu ülkenin? Soran edeni olur mu acaba?
Genel geçer değil, insana dair umudun var edilebildiği her eşikte kendini tekrar eden bir soluksuz yok etme isteminin olduğu zeminde hayata tek bir an olsun yeni ufuklar çizilebilir mi? Baş efendi kadar, apaçık bir biçimde memleketin başına gelebilecek en büyük zül temsillerden faşist efendinin ayarları hep bozulan memlekete dair önermeleri, o önermelerdeki saçmalıklar boyutunu ne yapacağız misal? Memleket yönetim katının tüm o curcuna hallerinin kıyısında gündelik yaşama vurulan ketleri nasıl / ne zaman konuşacak bu ülke misal? Gelişigüzel atfedilmiş / serpiştirilmiş olagelen ezberlerden biraz öteye geçildiğinde yansıyan çürümenin, vizörün kıyısında kalakalan insanların ol hayat haklarının akıbeti her nice olacaktır, sahi ama sahiden de?
Şirnex’te seçim günü gasp edilmiş iradeye karşı sesini yükselten ve günlerce konuşulan ol “konuş sen nerelisin” sözünün sahibi Süleyman Salğucak için misal soruşturma açılmasının utancı ne yana düşer? Hakkaniyetsizce bir kentin idaresinde dahi son sözü, en son sözü söylemesi gereken yurttaşların gözlerine baka baka ama hile hurda, ama kolluk kuvvetlerini kullanarak, zoraki belki de oy verdirerek bir seçimi heder etmenin, kenti bir kez daha gasp etmenin hesabı bu ileri demokrasi ülkesinde ne yana düşer sahiden de? Bir biçimde onca hedef almaya, şiddete, ötekileştirmeye rağmen ayaklarının üstünde durmayı başarıp, Wan, Amed, Merdin, Colemerg gibi pek çok yerde seçilmiş Dem Parti (Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi) iradesi ne olacaktır misal? Tümüyle nobran bir pratikle, yine aynı ezberci kin kusan / ayrıştıran / haddizatında Merdin ve Amed / Sur Belediyeleri için soruşturmalara gark olunan bir zeminde, seçmenin mesajı, iradesinin sunduklarına yanıt yine zorbalık mı olacaktır, nedir, nicedir?
Duraksamayan, bitimsiz, hiç tekinsiz bir ezber şablonunun içerisinde debelenip duruyor iş bu memleket. Tüketilenin hayat olduğu akla düşürülmeden bir heyula içerisinde yedi gün, yirmi dört saat duraksamaksızın bir cerahat var ediliyor. Denetim, gözetim ve tahakkümü her yere taşıyan, her günün asal demirbaşı ilan eden bir iktidar pratiğinin aldığı hemen her yengi sonrasında olduğu gibi önce naralar, sonra eylemlerle birlikte bir cerahat ekseni var ediliyor. Modern zamanların yıkıcı iktidar pratiklerine misal Zeybekçi efendi’nin bahsettiği gibi “Yani eyvallah, İsrail'in yaptığı katliamı kınıyoruz ama diğer taraftan da İsrail 6 satıp 1 aldığımız bir ülke. O anlamda, daha hassas olmamız gerektiğine inanıyorum.” Yıkıcı iktidar pratiğinin salt / sırf / sadece emtia üstünden güncellendiği, ol para için ne taklalar atıla geldiği, dahası da kırım / cinayet / terör konusunda sayılı azılı devletlerden birisine özenilip, imrenirken bir yandan ithama devam bir yandan da ticari faaliyetlere olanak için zemin yoklanan bir yerde her türlü ezberle günler geçirilir. Hamaset, ayrımcılık, nefret üçlemesini sınır içinde satmaya devam ederken, sınır dışında var edilen açmazları ticari fırsatlara dönüştürme gailesinden de çekinmeyin, gocunmayın o ayrı bu ayrı diye çıkagelen bir zihni tezahürün kimselere faydası dokunur mu? Doğrudan ve yalın ezber edilmiş replikler, siyasal demagoji / ajitasyonlarla birlikte ucuza kapatılmış bir ülkenin her anında apayrı fecaatler var ediliyor. Bir hikaye ki otuz iki kısım tekmili birden yepyeni yaralara mahal veriyor. Demokrasi, adalet, hürriyet, eşitlik vesair ol müştereklerimizin köküne dökülmek istenen kibrit suyu, 2028’e kadar var edilebilecek bir deneyimi vaaz ediyor. Tümüyle, doğrudan, bariz bir çürümeyi. Dipsiz, eksiksiz bir yok edişi. Süreğen, aralıksız bir muhtaç kılmayı. Bunlarla mı yeni ülke, bu bahisler miydi, onca öykünülen...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Selma GÜRBÜZ – The Night, El Yapımı Kağıt Üzerine Guaj 2005 – ArtDog
1 note · View note
seslimeram · 7 months
Text
İnsani Olan Tarumar Edilirken
Tumblr media
İnsani olanın tarumar edildiği bir eşikten geçiyor bir kere daha işte bu modern zamanlar. Hissiyatın zayi edildiği, empatinin sıfırlandığı, gücü yetenin gücü kalmayana olabildiği kadar açık bir biçimde hayatı dar ettiği bir sahnede insani erdem, akım, söz ve eylem yer ile yeksan ediliyor. Topyekun düzlemin genel geçer değil doğrudan doğruya var ettiği her hamlede belirgin bir biçimde bu tarumar etme sürekliliği var ediliyor. Didaktik, sabık ola gelen aklın tezahürü her durumda kendini tekrar eden pragmatist tavırlarla insani olanın yitimi belirli bir aksiyona kavuşturuluyor. Süreklilik arz eden her eylemde yıkım kalcı bir sonucu simgeliyor. İnsani olanın lügatten çıkartıldığı bir yerde zorbalık / terör ve iltisaklı olagelen hemen her türden devlet mekanizmasının üretimi tahayyüller sahneyi kapsıyor. O eşikten bir kere geçildiğinde bir daha geri dönülmeyecek olduğu unutturulup, yaraların çoğaltılması söz konusu ediliyor. Yeni ülke diye var edilen, yeni liberalizmin sularından ilerleyen, adım adım despotizmi bina eden baş amirin liderliğindeki yönetim anlayışının her fırsatta var ettiği şey bu yıkım hamlelerine haniliktir.
İnsani olanın çürümeye terk edildiği yerde zulmün binbir türlü tezahürü ardıl sıra güncel bir meseleye dönüştürülür. Yeni yüzyılını arşınladığı söylenen bir ülkenin her gününde bu cerahat halidir tek yönelim / tek istikamet olarak güncellenen. Demokrasi idesinin yıkıma rehin edildiği bir yerde hayat ehven olandan zaten ayrıştırılmıştır. Bir fasit döngü içinde, cerahat ve cürmün etrafında sadece tüketen bir yer hakikat kılınır. Tümüyle nobran alenen akla seza hallerin / eyleme dönüştürüldüğü zeminde insani mefhumun yıkımı sınırsız bir halde var edilendir. Tek millet, bayrak, vatan, din, iman, sermaye diye dört dolanıp afaki bir yönlendirmeyi mutlak ve katı bir otokrasinin var edildiği zeminde o insani mefhumun köküne çoktan kibrit suyu dökülmüştür zaten. Biteviye yirmi bir yıllık iktidarın başı her sıkıştığında suna geldiği savaşalım / yıkalım / yok edelim bahsinin Bakur Kürdistan’ından Rojava’ya, Başur Kürdistan’ından daha yepyeni bir yıkımın imal edilip 120 bin insanın bir ihtimal ilelebet sürüldükleri Artsakh / Nagorno Karabağ’a saldırganlık cüretiyle aleni bir insani olanın cürümlerle boğdurulması kesintisiz kılınır. Bırakın yüzyılın yenisini daha halen dününde, dünün kötülüğünde yaşamakta ısrarcı bir ülkenin geleceğinden hemen hiç bahis açılabilir mi, sahiden? İnsani olanın toptan tarumar edildiği / olunduğu bir zeminde bir hayat geriye kalır mı, sahiden?
Gazete Duvar’dan iliştirelim: “Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Ankara'da İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü önünde 1 Ekim Pazar günü düzenlenen bombalı saldırıya ilişkin açıklama yaptı. Fidan, saldırganların 'Suriye'den geldiğini' söyledi, sınır ötesi operasyon mesajı verdi.
KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu ile bir araya gelen Hakan Fidan, görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında konuştu. Fidan, konuşmasında Ankara'daki bombalı saldırıyı gerçekleştirenlerin ikisinin de 'Suriye'den geldiğini ve Suriye'de eğitim gördüklerini' söyledi. Fidan, Irak ve Suriye'ye operasyon mesajı vererek şunları kaydetti:
'Üçüncü Tarafların Uzak Durmasını Tavsiye Ediyorum'
"Silahlı Kuvvetlerimizin bu terör saldırısına cevabı son derece net olacak, böyle bir eylemi gerçekleştirdiklerine pişman olacaklar. Irak ve Suriye'de PKK ve YPG'ye ait olan bütün alt yapı üst yapı tesisleri, enerji tesisleri bundan sonra güvenlik güçlerimizin, silahlı kuvvetlerimizin, istihbarat unsurlarımızın topyekün meşru hedefidir. Üçüncü tarafların PKK/YPG’li tesislerden ve şahıslardan uzak durmasını tavsiye ediyorum."”
Bu açıklamayı müteakiben birbiri ardına bir saldırganlık hamlesi çıkagelir, onu da şuraya iliştirelim: “Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye kentlerine dün başlattığı hava saldırılarında, 29 alan ve köy, 3 elektrik istasyonu, 4 petrol, 2 su ve bir benzin istasyonunu bombaladı. Bu saldırılarda yine 6 yurttaş ve 6 İç Güvenlik Güçleri üyesi hayatını kaybetti.
İçişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Ankara saldırısı sonrası hedef gösterdiği Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik başlatılan hava saldırıları devam ediyor. Dün başlayan saldırılarda özellikle sivil alanlar hedef alınırken, çok sayıda kişi de hayatını kaybetti.
12 kişi hayatını kaybetti
Saldırılarda 6 yurttaş ve 6 İç Güvenlik Güçleri üyesi hayatını kaybetti. 2 İç Güvenlik Güçleri üyesi ise yaralandı. Yine saldırılarda çok sayıda gaz, petrol ve su istasyonları hizmet dışı kaldı.
Türkiye’nin saldırılarında hedef aldığı alanlar ve köyler ise şu şekilde:
Hesekê Kantonu
*Hesekê’nin kuzeybatısındaki Mişêrfê Himê köyünde hedef alınan bir fabrikada çalışan üç yurttaş yaralandı.
*SİHA’nın Mişêrfê-Hesekê arasındaki yol güzergâhında hedef alınan sivil araçta can kaybı meydana geldi.
*Kentteki Himê su istasyonu defalarca hedef alındı.
*Kent kırsalındaki Serêkaniyê mültcilerin kaldığı Waşûkanî kampı çevresine 5 hava saldırısı düzenlendi.
*Hesekê kantonunun Til Temir ilçesinin batısındaki Tewîla köyü bombalandı.
*Til Temir ilçesinin güneyindeki Rikuba köyüne yakın alanda bulunan su istasyonu SİHA ile hedef alındı. Saldırı sonucu su istasyonunda ağır hasarlar meydana geldi.
*Hesekê kenti ile ona bağlı çok sayıda köylere elektrik sağlayan Xerbî barajı elektrik istasyonu hedef alındı.
*Kantonun Til Temir ilçesinin kuzeyindeki Dirdara köyü bombalandı.
*Kantonun Zirgan ilçesine bağlı Dad Ebdal köyündeki bir okulu, Bobî köyündeki Şam hükümeti güçlerine bağlı bir üssü ve Esediye köyünü hedef aldı.
Qamişlo Kantonu
*Qamişlo’nun Çilaxa ilçesindeki baraj çevresi bombalandı ve ağır maddi hasarlar meydana geldi.
*Amûdê ilçesinin 3 km güneyindeki Til Hebeş köyüne düzenlenen hava saldırısında 6 İç Güvenlik Güçleri üyesi hayatını kaybetti, 2’si de yaralandı.
*Kantonun Tirbespiyê ilçesinin güneyindeki Gir Dahol köyüne yakın bir petrol istasyonu hedef alındı.
*Kantonun Çilaxa ilçesinin Al Qews köyündeki bir petrol istasyonu hedef alındı.
*Tirbespiyê’nin kırsalındaki Seîda petrol istasyonu hedef alındı.
*Tirbaspiyê’nin Ziraba petrol istasyonunu hedef alındı.
*Qamişlo’nun anayol yakınındaki Cirnk Mahallesi’ndeki elektrik santrali ile kuzeyindeki elektrik santralleri hedef alındı.
*Kantonun Amûdê ilçesindeki elektrik santrali bombalandı.
*Tirbespiyê ilçesindeki Ewda gaz istasyonu hedef alındı.
*Gece yarısı onlarca stratejik bölge ağır bombardımana tutuldu. Yine Qamişlo kuzeyindeki ana yolunda 2 kez hava saldırısı düzenlendi.
*Tirbespiyê’nin ilçesindeki Ewde gaz istasyonu, Aliyan köyüne yakın petrol istasyonu ve ilçenin doğusunda bulunan bir başka petrol istasyonu ağır bombardımana tutuldu.
*Dêrik’in Teqil Beqil köyündeki elektrik santrali ile Girkê Legê ilçesinin Sê Gira Dero köyündeki elektrik santrali savaş uçakları tarafından bombalandı.
*Qamişlo kantonunun Girbawi beldesindeki fabrika bombalanırken eş zamanlı olarak kantonun Çilaxa ilçesindeki El Qews istasyonu ve Amûdê ilçesinin güneyindeki Xirbê Xoy köyü hedef alındı.
Fırat Bölgesi
*Kobanê kentinin güneyindeki Sirîn ilçesinin güneybatısındaki Qesif köyündeki oto tamirhanesini 3 kez hedef aldı.
*Kobanê kentinin 45 km güneydoğusundaki Xirab Îşkê köyü ve M4 yolu üzerindeki motosikleti bombalaması sonucu 2 sivil hayatını kaybetti.
*Eyn Îsa ilçesinin kuzeyindeki Seyda köyü ağır silahlarla bombaladı.
Efrîb ve Şehba
*Efrin kantonunun Şerawa ilçesine bağlı Meyase köyündeki Şam hükümet güçlerine ait nokta iki kez bombaladı. Saldırıda 2 Şam askeri yaralandı.
*Şehba’nın Zîwanê köyü ağır silahlarla hedef alındı.
*Şehba kantonunun Til Rifetê ilçesi bombalandı.
*Efrîn kantonunun Şerawa ilçesine bağlı Dêr Cemal köyleri ile Ziyaret köyleri arasındaki Meranaz köyleri bombalandı.
*Kantonun Şerawa ilçesinin Meyase, Gundê Mezin, Kilotê, Hişr Soxanekê, Bênê köyleri ile Şera ilçesinin Merenaz, Şewarxe, Keştar köyleri ağır silahlarla bombalandı.
*Gece geç saatlerde Efrin’in Malikiye köyünü hedef aldı.
Minbic
*Minbic kuzeyindeki Hemam, Toxar, Hoşeriye, Ewn Dadat, Dendeniye ve Seyade köyleri gece saatlerinde hedef alındı. Elde edinilen bilgilere göre ölü ve yaralılar var.”
“Demokratik Suriye Güçleri (DSG) Basın İrtibat Merkezi, Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılarının ikinci gününün bilançosunu açıkladı. Hawar Haber Ajansı’nda (ANHA) yer alan açıklamaya göre 7 petrol istasyonu, 2 elektrik santrali, bir su istasyonu ve 2 hastane bombalandı. Açıklamada, Şam hükümeti güçlerinin 4 noktasına da saldırı düzenlendiği belirtildi. Açıklamada, “7 savaş uçağı saldırısı, 14 İnsansız Silahlı Hava Aracı (SİHA), 74 ağır silah saldırıları, 1 doçka silahı saldırısı, 1 suikas” gerçekleştiği bilgisi paylaşıldı. Şam’a ait 4 noktanın da hedef alındığı belirtildi.”
İnsani olanın tarumar edildiği bir eşikten geçiyor modern zamanlar. Modernliğini eskinin var ettiği açmazları / çıkmazları görerek, bilerek ilerlendiği bildirilen bir zaman aralığında yıkıcılıkla yeniden hem hal olunuyor. Tümüyle muğlak / mübalağasız bir biçimde nasıl var edildiği muamma bir saldırının hemen arkasından çıkagelen cüretle / itham ve yaftalar ile Rojava’daki imece hayat tahayyülü hedef kılınır. Terörle mücadele denilirken bir kırk küsur yıldır kendini tekrar eden milliyetçi / aşağılayan cerahatli tavrın bir biçimde bomba ve silahlara tutunarak yönünü geliştiren bir aklın suna geleceği yegane şey olarak yıldırı tam tekmil var edilir. Kentlerin elektriği suyunu var eden tesisler, binalar yerle bir olunur. Dümdüz bir hattın üstünde yaşamsal olan şeylerin hedef kılınmış örgütlere aitmiş olarak duyurulması neticesinde köyler, yaşam sahaları, üretim alanları tastamam yıkılır. Arasız, fasılasız bir cerahat yükseltimi söz konusudur. Kendisinden saymadığı, üstünde hak iddia edemeyeceği bir yerdeki yaşamsal ortaklığı, ışid nam terör çetesinin daha yakın zamanda yaptığı kıyıcılığı sahiplenen bir ülkenin bir hışım saldırısı çözümsüzlüğün nasıl da güncel bir mefhuma dönüştüğünü göstere gelir. Bu satırlar yazılırken Maxmur kampının hedef kılındığı, ateş altında olduğu bilgisi geçmekteydi. İnsani olanın zehirlendiği bir güncellik içinde daha nereye kadar yaşama erdemi hedef kılınacak, buna henüz bir yanıt bulunamıyor.
İnsani olanın tarumar edilmesi meselinin kökeni daim bir biçimde 1915’e çıkıyor. Öncesi ve sonrasıyla bir kırılma halini süreğen kılan, onunla yol / yön açan bir temellendirme hal ve istemiyle zaten var olan açmazlar artık kalıcı bir kördüğüm kılınır. Bilindik şeyleri hep baştan, en baştan, ta ilk cümlesinden anlatmaya gerek kalmıyor. Bunca yaşanmışlık içinde her defasında kendini tekrarlayan bir hayata kasıt sürekliği bilinse yeterlidir. Demokrasiyi hiçbir zaman kendisine uygun görmeyen bırak sorunları konuşabilmeyi, yaralarla yüzleşip onları bir kere daha var etmeme için çabalamayı her şekilde kendini yeniden imal eden bir fasit döngünün esiriyiz. Hissiyatın zayi edildiği, bir video oyunu gibi her şeyin paldır küldür imal edildiği, geçilip gidilecek sanıldığı bir zeminde “game over” hepimizi kuşatmaya devam ediyor. Dipsiz bir karanlığın sularında ilerlerken bu ülkenin yönetim katı, ne sağına, ne soluna, ne içine ne dışına tek bir hayat imgesi bırakmıyor. Umut yerle bir edilmek istenirken bir kere daha, hedefin sadece Rojava olmadığı artık açıktır. Alenen biteviye bir tarumar etme hevesinde yol / yön aranmaktadır. Bunca badire, bu kadar eza hep ama her dem yıkımın kıyısında sahiden bir yaşam ihtimali söz konusu edilebilir mi? İnsani olan zayi edilirken, yerlere çalınıp, ezilip geçilirken dostluk neyi / kimi / ne şekilde kapsar. Herkese hayatı dar ettirirken her anlamda, ana karanın yaşamının iyiye gidebilecek olduğu sanrısından uyanmak ne zamandır, sahiden ne zaman?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: A Man Who Lost His Eye In The Turkish Attack That Killed His Neighbor Yusef Abed – Mauricio CENTURION – The Nation
0 notes