Düğün günü geldiğinde gelin ve damattan daha heyecanlıydım belki. Aileye yakın masalarda oturduğumuzdan iki üç masa karşımdaydı. Yanına gitmedim, o da gelmedi. Yanında oturan sevimsiz suratlı kocası ile karşılaştığım an ağzına bir tane çakacak kadar doluydum. Üzerine giydiğim uzun kollu siyah dar gömleği ve yine siyah yere kadar dar eteği ile sülün gibiydi karşımda. Düğünde alkol servisi olmadığından Erhan ile birlikte arada kaçıp otelin mutfağında bir iki kadeh viskimizi çakmıştık. Nikah kıyılıp klasik düğün ortamı başladığında masasında sıkkın sıkkın oturuyordu. Kocası kendine benzeyen bir adam ile derin muhabbette. Telefonuna mesaj attım.
- İçinde ne var, tahmin edeyim, siyah iç çamaşırı ve siyah çorap
- Birini bildin :))
- Sana bakarken sikim kalktı yine. Ne güzel olurdu bugün sevişsek. Çok özledim
- Ben de aşkım.
- Dışarı çıksana biraz, dudaklarını istiyorum
- Saçmalama bir gören olur, herkes tanıdık.
- Görmeyecekleri bir yere gitsek 15 dakika yeter bana.
- Delisin
Erhan ile sigara içerken meslek alışkanlığı otelin girişini inceledim. Klasik 5 yıldızlı otel lobisi. Resepsiyon karşısı asansörler. Böyle lüks otellerde bir tane restoran tarafından asansör de olmalı veya dükkanlar tarafından katlara çıkan. İki tur atıp buldum. Çok içtim senin yüzünden araba kullanamam diye Erhan'ı suçladım ve bana bir oda ayarlamasını sağladım iki dakikada. Masama döndüğümde erkekler yoktu masasında. İki üç kadın oturmuş göbek atanları seyrediyorlardı.
- Oda numaram 2826. Lavaboya diye çık. Koridorun sonundaki asansörleri kullan kimse fark etmez.
- Ciddisin sen. Nasıl geleyim olur mu öyle şey?
- Hadi en fazla 15 dakika yeter bize, çok özledin seni aşkım. Şerefsizin yanında oturmanı istemiyorum.
Cevap vermedi. Alkolden fazla mı coşmuştum.
- Sen çık şimdi. Beş dakikaya kalkarım bir şey bulur.
- Unutma 2826. Kapıyı aralık tutarım.
Koşar gibi çıktım salondan. Oynayalım abi diyen bir iki eski personeli savuşturdum. Erhan babasının hiç sevmediği fotomodel kız arkadaşı ile oynaşıyordu lobide. İçeri geç it işareti yaptım, gülerek. Odaya girdim. Işıkları ayarladım. Mesajı geldi.
- Kaçıncı kat, lavaboların neresinde asansör?
- 8, kadınlar tuvaletinden devam et, soldaki kısa koridor
Zaman kaybedecek halimiz yoktu. Kemerimi çözüp takım elbisenin pantolonunu çıkardım. Kapıyı aralık bırakıp koridora kulak verdim. İki üç dakika sonra asansörün kısık zili ve sonrasında aşkımın koridoru adımlayan sesi duyuldu. Yaklaştığında kapıyı araladım ve kolundan içeri çektim.
- Off heyecandan bayılacaktım aptal.
- Çok özledim seni kolay buldun mu?
- Evet bomboştu orası
Sadece don ile duran bacaklarıma baktı, güldü yüksek sesle. Cevabım dudaklarına yapışmak oldu. Açık tenine uygun uçuk pembe bir ruj vardı dudaklarında. Dillerimiz kısa sürede birbirini bulunca rujun tadı ağzımda yayıldı.
- Yavaş makyajım dağılmasın sakin ol.
- Burada kalabilsek keşke
- Evet aşkım seninle uyumak çok güzel
Kıçına yapışarak eteğini yukarı çekmeye çalıştım.
- Dur deli kırışırsa belli olur. Beni zorla itekleyerek geri çekildi. Eteğini çıkararak yandaki sandalyenin üzerine koydu. Pembe tangaya yakın iç çamaşırı ve siyah ipekli çorapları ile yine tam bir afetti. Ben de sikimi ortaya çıkarıp kravatımı çözdüm. Önünde diz çöküp çamaşırını aralayıp amına dilimi değdirdim. Nemlenmeye başlamıştı bile.
- Oh, aşkım vaktimiz yok o kadar.
Gel böyle diye geniş bir koltuğun kenarına doğru başını eğdim. Çamaşırını sıyırınca geçen hafta siktiğim iki küçük delik de karşıma çıktı. Dizlerimin üstüne çöküp dilimi aşağıdan yukarı ikisinin de üzerinde gezdirdim. Amının içine giren dilimle inlemesi başladı.
- Kaan aşkım hadi merak ederler beni.
Doğrulup sikimi önce arka deliğine sürdüm.
- Şimdi olmaz oradan.
Islanan amcığında sikimin başını ıslatıp güzelce kaydım içine. Dar sıcak amı yine sarılarak karşıladı sikimi. Doğru düzgün ön sevişme yapmadığımız bir girişten rahatsız oldu ki elini geri atıp kalçalarını biraz araladı. Alışması için bekledikten sonra güzel sert götünü avuçlaya avuçlaya hızlandım. İniltisi kesintisiz sürerken bekaretini geçen hafta aldığım göt deliğine bir parmağım ile baskı yapıyordum. Parmağımı tükürükleyip bir santim gibi batırdığımda sikimle amının derinliklerini dövmeye başlamıştım.
- Ohh dizim ağrıdı böyle deyince içinden çıktım. Kucaklayıp içerdeki yatağın üstüne attım. Bacaklarını kendi ayırarak beni davet etti. Amına hızla yerleşince dudaklarını kapmak istedim yine.
- Dur makyajım akacak, aşkım dur
Kalın gömleğin üstünden memelerini okşayarak hızlandım. Yüzünü öpücüğe boğamıyorsam boynuna yapışırım. Boynunu emerek ve ince bedenini iyice yatağa yapıştırarak sikmeyi sürdürdüm. Hayatımı bu kadın ile bu yatakta geçirebilirim. Sikim amının diplerinde beklerken boynuna dişlerim geçiyordu. İnlemesi yükselip nefesi kesilme anı geldiğinde dar amcığı da sikimi sağmaya çalışır gibi kasılıyordu.
- Seni seviyorum diye boynunu emmeyi sürdürdüm.
- Hadi aşkım, içimi ısıt yine, gel, ohh gel hadi.
Küçük ellerini sırtıma bastırdı. Uzun ince tırnakları tenime battı. Az evvel makyajımı bozma diyen kadının dili şimdi dilime karışmıştı. Alkole rağmen gelişim hızlandı ve amcığına bıraktım döllerimi.
- Ah içimi yakıyorlar.
Yapışmış halde nefes nefese bekledik. Çalan telefon benimkiydi. Cevap vermeden dudaklarını emerek amındaki orgazm titremeleri arasında bekledim. İçinden çıkıp ayağa kalktığımda pembe donu ve pembe amcığından akan döllerim, az evvel boşalmama rağmen sikimi hala dikleştiren azdırıcı bir manzaraydı, fırsat olsa aşkımı yataktan çıkarmazdım bu gece. Mesut Bey'in asistanı arayan, beni bir bürokrat ile tanıştıracaklarmış. Söylenerek ve birbirimizle cilveleşerek giyindik. O rujunu tazeler masa üzerindeki peçete ile amından akanları silmeye çalışırken göğüslerini sıkmayı sürdürdüm, boynunu öptüm, gülüşmeye devam ettik. Koridoru kontrol edip onu saldım önce, ben de genel asansörlerle lobiye indim. Yarım saat sonra Mesut Bey'den kurtulup misafirlerin dağılmaya başladığı salona girdim. Göz göze geldik. Telini eline aldı. Mesaj atmış
- İki peçete koydum, hala akıyor.
Bunları yazarken kocası ile yan yana oturması, hıyar kocasının karısına arkasını dönüp başkaları ile muhabbet ediyor oluşu karmaşık bir ortamdı. Azmıştım, aşıktım ve aşkım yanındaki adam ile kalkıp evine gidecekti. Gelin ile damadı tebrik edip bardan bir şişe viski aldım ve sızana kadar içtim.
Sabah cevapsız çağrı ve mesajlar dolu telefonumu uyandıktan yarım saat elime aldım. Zeynep'ti arayan. Mesajların sonuncusu bir saat önce idi. Ara hadi diyen kısa bir mesaj. Aradım. Dün gece düğünden sonra Bursa'ya dönmüşler, kocası da hemen deplasman maçı için toparlanıp çıkmış. Bir buçuk saat sonra hız sınırlarının hepsini ihlal edip Yalova'daki otelimizdeydim. Yine balıkçıya mı gitsek dedi. Bu sefer ben sadece bir kadeh o ise iki kadeh şarabı götürdü.
- Alıştın şaraba
- Şaraptan sonra daha farklıydı sanki sevişmemiz dedi.
Daha farklıydı sevişmesi. Aramızdaki tüm sınırlar çoktan yıkılmıştı zaten, ama o gün yatakta tüm sevişmeyi yöneten oydu. Yatağın üstünde kedi gibi dört ayak üstünde gezmesi. Sikimi kökünden kavrayıp başına kadar yalaması, başının dudaklarının arasında sıkıp
- Çok yaramaz bu, canımı çok yakıyor, koca yaramaz diye cilvelenmesi. Bunları yaparken o güzel büyük gözleri ile bana bakması. Öyle azdırdı ki, beni sikimi kendi ayarlayıp kucağıma oturduğunda kollarını omuz altından sıkarak sabitledim, hızla bağırtarak sikmeye başladım. Normalde yavaş canım yanıyor diye itiraz ederdi. Bu sefer sadece ohh sik beni diye yüksek sesle inledi ben sertleştikçe bağırması arttı. Bağırdıkça altın sarısı saçları daha da dağıldı. Alttan amının dibine vurup aynı anda kolları ile ince bedenini iyice aşağıya çekiyordum. Amının köküne vurdukça çığlık atıyor sanki daha sert vurmamı ister gibi gözlerimin içine bakıp zıplıyordu. İnlemeleri aynı kesintisizlikte idi. Alkolün etkisi ile farklı olan arada attığı zevk çığlıkları ve pek yapmadığı sik beni sesleri. Amının kasılmaları sürerken boynu öne doğru düşmüştü. Ter akıyordu göğsümden.
- Aşkım hadi cam önünde sik beni diyerek kurtulmaya çalıştı. Normalde odanın tüm perdeleri çekili alacakaranlıkta sevişirken bugün perdeleri çekmemişti. Odanın renkli otel camlarından içerisinin gözükmeyeceğini bin kere söylemiştim aşkıma. İsteğini kırmadım. Cama tutunarak domaldı ben de sikimi yeni boşalmış amına soktum.
- Aşkım herkes görsün aşkımızı
- Görsün Kaan daha hızlı hadi, amımı doldu gönder yine Kaan. Yol boyu döllerin aktı içimden ohhh.
Uzun uzun sertçe domalmış küçük götünü avuçlayarak siktim. Tükenmişti bedenim ama sadece onu daha çok mutlu etmek ve ne derse yapmak istiyordum. Kalçalarımı da tokatla demesi ile hafifçe sert poposuna vurdum. Küçük şaplaklar yetmedi o fazlasını istedikçe daha hızlı tokatladım. Amının diplerine akan döllerimin bitmesini beklerken ileri gidip amından çıkmamı sağladı. Küçük götü tokattan kızarmış haldeydi. Sonra diz çöküp am sularına karışmış döllerim ile kaplı sikimi ağzına soktu. Kalbim sıkıştı resmen. Sikimin başı bu kadar hassas iken değen diline bedenimde kalan son enerji de aktı içimden. Banyo sonrası perdeleri çekti ve yatakta nefeslenmeye çalışan benim göğsümü okşayarak ve öperek üzerime uzandı. Hayatımın en huzurlu uykusuna yattım.
Sonraki hafta sonu da aynı geçti. Bu sefer Mudanya tarafında bir pansiyondaydık. İçmedik, odamıza sevişmeye giderken ise daha önce yapmadığı bir şey yapıp yol ortasında uzun uzun öptü beni. Sarmaş dolaş çarşıyı gezdik. Odamıza döndüğümüzde ise bu sefer çok sakin uzun bir sevişme yaşadık. Arkasından sarılmış amına girerken sadece kalçalarımız yavaşça oynuyordu. Yüzünü döndürüp o doyamadığım alt dudağını emmek istedim. Böyle devam etti diye fısıldadı. Bir rüyada gibi kaşık pozisyonunda ikimiz de terden birbirimize yapışacak hala gelene kadar devam ettik sevişmeye. Dakikalarca o pozisyonu bozmadan ikimiz de tükenene kadar sürdü bu rüya hali. İçinde küçülen sikim amından çıkana kadar da arkasındaki sarılmam bitmedi.
- Aşkım diyerek döndü dudaklarını emerken yaşlı gözlerine baktığımı görerek, çok şiddetliydi aşkım sözleri ile öpüşmeyi sürdürdü.
Takip eden cuma gecesi, grip oldum galiba evden çıkamıyorum mesajı ile hafta sonu planlarını iptal ettik. Pazartesi ve Salı da pek tadı yoktu. Telefonda bile sesi tatsız geliyordu. Perşembe ise mesajlarıma aramalarıma dönmedi bile. Cuma sabahı ise gelen uzun bir mesajdı. Yıllar boyu aklıma kazınan, değişen telefonlardan birinde silinip gitse bile unutamadığım. "Kocam ile sorunlu bir dönemimdi, ama sorunlarımızı hallettik. Seni sevdim Kaan ama evliliğimi sürdürmek ve kocam ile mutlu olmak istiyorum. Sana da mutluluklar" Önce inanamadım, sonra telefonu fırlattım. O zaman ki telefonlar fırlatılınca kırılmayan demir külçelerdi. Sonraki günlerde inkarın tüm aşamalarını yaşadım. Defalarca aradım, aradığınız numara kullanılmamaktadır mesajını alana kadar. Otel kayıtlarından adresini bulabilirdim ama kapısına gidip ağlayacak mıydım evli bir kadının. Sevgili kankam sen engellemesen ve bir delilik yapmayım diye günlerce bende kalıp beraber içmesek, o kapıya dayanırdım da. Biteceğini içten içe biliyordum ama böyle aniden bıçak gibi kesilmesi acıyı artırmıştı. Bir ayın sonunda yol planını beraber yapmıştık. Şirketin New York ofisine geçtim ve beş yıl sürecek Amerika maceram başlamış oldu. İçtiğim gecelerde artık kullanılmayan numarayı aramaya aylarca devam ettim. Numara bir başkasına verilip o kişi de bana ana avrat küfür edince numarayı da sildim.
Amerikalıların bir alışkanlığına uyup başladığım bir psikolog çok yardımcı oldu acılarımı atlatmama. Bir yıl içinde kadınlar ile ilişki kurabilen ve başarılı yönetici karakterime geri dönmüştüm. New York'un fırsatlarını da düşünürseniz hızlı bir dönüştü. Her milletten kadını tattım neredeyse ve sadece kadınlar ile sınırlı kalmadı tattıklarım:) Annemin tek evladım eve dönsün baskısı ve babamın da gel lan hayvan talimatı ile 5 yıl sonra İstanbul'a dönüş uçağındaydım.
Değişen iktidar Mesut Bey'e yaramış otel ve inşaat devi olmuştu. Geldiğimi duyar duymaz da ilk söylediği evlenmedin mi haylaz oldu, Serhan'ın iki çocuğu olmuş bile beş yılda. Diğer söylediği yurtdışına da açılıyorum bizimkiler yapamaz o işleri, haftaya gel başla oldu. Gönderdiği sözleşme dudak uçuklatıcıydı, istifa edip iki gün dinlenmeden başladım yeni işime. Serhan'ın eşinin de olduğu, bana hoş geldin yemeğinde içimde beş yıldır duymadığım o sızı bir kez daha hafifçe alevlendi. Geceyi hala bekar olan Erhan'ın bulduğu yirmisinde bir karıyı sikerek geçirmenin olumlu etkisi, sızının kaybolması oldu.
Sızıyı daha hızlı geçiren ise Burcu oldu. İşe başladığımın ilk ayıydı. Şirkete hizmet sunan reklam ajansının sunumuna on dakika girip kaçacaktım. Sekretere de beni kurtar on dakikada notu göndermiştim. Sunum başladığında ise on dakikanın nasıl geçtiğini anlamadım, kapıya önemli bir toplantı için beni çağırmak yalanı ile gelen sekreterimi başımdan gönderdim. Sunumu yapan Mesut Beyin de ortaklığı olan şirketin pazarlama uzmanı, 72 milletten kadın görmüş benim tüm dikkatimi çekmişti. Kahverengiye çalan saçları, tane tane anlaşılır ses tonu, bazen mavi bazen lacivert olan gözleri, beyaz teni, dar pantolonundan belli yuvarlak kalçaları ve iri birer çıkıntı halinde göğüsleri ile tam bir afetti. Sunumdaki ekibi tanıtan bilgilere baktım. Üniversite mezuniyet yılına göre benden dört beş yaş küçük olmalı, parmağında yüzük yok burada da medeni durum yazmıyor. Sunum ile ilgiliymiş gibi bir iki saçma soru sordum. Pek zamanım yok ofisiniz nerede diye sormama nazikçe gülümsendi. Şirkette Mesut Bey'in ortaklığı olunca dört kat alttalarmış. Ofislerine yapılan ek sunum ziyareti sırasında onun da olduğu ufak ekip ile bir kaynaşma kahvesi içtim. İki gün öğle arasında çevredeki lokantaları gezdim. Sonunda Burcu'ya tesadüf gibi denk gelerek masalarına oturdum. Bir hafta sonra benim ofisimde kahve içiyorduk. Bir ay sonra da baş başa ilk akşam yemeğimizi yedik. O gece evine bırakıp dönerken kızı bir an önce yatağa atmaya çalışmadığımı fark ettim. Evlenecek kız moduna mı girmiştim diye güldüm. İki hafta sonraki bir akşam yemeğinden sonra arabamda başlayan öpüşmemiz ise onun evinde biten bir sevişmeye dönmüştü.
Sevdiği erkek ile beraber olan ama niye bakire olmadığını açıklamak zorunda hisseden kadın gibi anlatmaya başlamıştı. Bunun sizin için ne kadar önemsiz olduğunu söyleseniz bile o hikayeyi dinlemek zorundasınız. Babasının zoruyla üniversite biter bitmez nişanlandığını, evlenmemek için bir yıl direndiğini, babasının ona, annesine ve iki kardeşine uyguladığı baskılara dayanamayarak evlenmeyi kabul ettiğini bir çırpıda anlattı. Babası daha ana okul çağındaki küçük kardeşine bile bağırıp çağıran tam bir despotmuş. Dört ay dayandım ve kapıyı çarpıp çıktım dedi. Babası iş ortaklığı da yaptığı adamdan boşanırsan baba deme bana demiş. Boşandım, sen benim evladım değilsin diye bana bağırdığı bir gece annesi de kocasına bu evlilik bitti demiş ve aynı evin içinde iki yabancı gibi yaşamaya başlamış anne babası. O günden sonra hayatı iş ve hafta sonlarında ziyaret ettiği annesi ile geçip gitmiş, babası o gelince evden çıkıyormuş hala. Erkek kardeşim iş bulamadı babamın yanında çalışıyor hala, küçük kardeşimi çok özlediğimden bazen hafta içi bile gidiyorum dedi. Babasına nefreti o kadar büyükmüş ki mahkemeye gidip annesinin soyadını almış. Ağlayacak gibiydi yüzü. Seni seviyorum dedim oldukça içten ve gerçek olarak. Kollarımdaki kadın bembeyaz teni, mavi olduğuna emin olduğum gözleri, bebek gibi tatlı yüzü ve tabii ki irice memeleri ile güzellik yarışmalarına katılacak bir fizikteydi. Buna bir de benzer kariyer yollarında ve ortak zevklerde olmamız eklenince bir erkek daha ne ister. İki hafta sonra annem ile tanıştırdım, beraberliğimizin dördüncü ayı biterken de elimde yüzük önünde diz çökmüştüm.
Evet dediği o akşamın sabahında hala yataktaydık ve ben gün ışığında aydınlanan göğüslerine hayranlıkla bakmaya devam ediyordum. Bana bakarak uyandı.
- Ailemden istenmeyecek miyim?
- İstemezsek gelmeyecek misin?
Şakadan yumruklar atarak üstüme atladı. Vücudumuzda kalan son sıvıları da tüketmek için bir kere daha seviştik.
Annem ağlayarak, babam gülerek evliliğimizi kutladı. Burcu gerekli telefon görüşmelerini yaptı ve bir hafta sonra annem, Burcu ve ben şoförümün kullandığı araba ile İzmit'e doğru yola çıkmıştık. Babası tabii ki davetli değildi bu buluşmaya. Erkek kardeşi, yıllar sonra doğan en küçük kardeş ve anne ile tanışacaktık. Arabanın içi annemin aldığı hediyelerden nefes alacak halde değildi. Babasının bu buluşmada olmamasını annemlere sağlık sebebi diye uydurmuştuk. Şehrin lüks lokantalarından birine arabamızı park ettik. Önce koşarak dört beş yaşlarında bir kız çocuğu Burcu'nun dizlerine sarıldı. Sarı kıvırcık saçları ile reklamlardaki çocuk yıldızlar gibi sevimliydi. Sonra yanımıza kadar inen erkek kardeşi ile tanıştım. Annem de yukarda terasta diyen erkek kardeşinin işareti ile ben de yukarı bakıp nazik bir el sallama işareti yaptım. Tesettürlü, ince uzun kadının, uzaktan bile olsa ince fidan gibi gövdesini, yeşil gözlerini, küçük burnunu ve parlayan cildini gören beynim tüm işlemcilerini kapadı. Kadın da havadaki eli donmuş olarak bize baktı ve hayatımda ilk defa dizlerimin bağı çözülür gibi oldu, arabanın kenarından güç aldığımı belli etmemeye çalışarak ayakta kalmayı başardım. Kadın ise terasın kenarına tutunarak dizlerinin üstüne kayarak bayıldı. Ertesi akşam, anasına bak kızını al esprisini yaptığında kafana bardak atmıştım ya kanka o bardağın kafanı tutmamasına hala üzülüyorum
Bu yazıyı kırık bir kol, kırık ayak parmağı, sayısız morluk ve yüzleşme korkusuyla yazıyorum. Geçen perşembe tiyatroya gitmek üzere evden çıkmıştım, çok ilerleyemeden araba çarptı. Sol kolumun parmaklarını yeni yeni kullanabiliyorum, belki de kullanmamam gerek çünkü acıyor. Tek elle yaşamaya çalışmak çok zor. Kitap bile okuyamıyorum. Bu yüzden beş gündür sadece dizi izliyorum. Bu vesileyle birçok şeye ilgimi kaybettiğimi fark ettim. Konusu ilgi çekici geldiği için açıyorum, sonra bakıyorum aslında izlemek istemiyorum. Böyle böyle bir sürü dizi eledim listemden. Halbuki aylardır gördükçe "boş kalınca izlerim" dediğim diziler vardı. Eski ben olsa büyük bir zevkle izlerdi, yeni benin tahammülü yok. Tabii bazı şeylere hala ilgim var, yemek filmleri/dizileri mesela. Julia da uzun süredir yeni sekmede açık duranlardan biri. Birkaç gündür sekmeyi açıyor, sonra "belki mutfağa döndüğüm biraz daha iyi olduğum zaman izlerim" deyip es geçiyordum. Az önce birinci bölüme tıkladıktan sonra fark ettim ki o günlerin gelmeme ihtimalinden ölümüne korkuyorum.
İşler inanılmaz yığılmış durumda ve aylardır yığılmış durumdaydılar zaten. ama hiçbirini yapamıyorum. Ya da yapmıyorum. İki öğrencim tezini savundu, biri bitirmek üzere. Benim tezim tozlanıyor. Hesapta haziran sonuna bitmiş olacaktı. Az evvel bir dizinin finalini izledim. Bir anne çocuklarının eski eşinin sevgilisiyle daha mutlu olduğunu fark ediyor son sahnede. Tersini düşünüyorum sık sık kendi üzerimden. Ben olmasam ailem daha mı mutlu olurdu. Ablam bunu sık sık yüzüme söylüyor zaten. Alıştım mı? Hayır. Bu alışılacak bir şey değil.
Dün yeni telefon aldım. Bir indirim denk geldi. Babamla uzun süre tartıştık apple olmasına karşı çıktığı için. Benim için tartışmaya kapalı bir durumdu oysa. Sonunda orta noktada buluştuk ben de istediğimi aldım ama kendi kazandığımın yetmiyor oluşu yeniden gündeme geldi haliyle. Annem ablamın yeni telefon almasına karışmadığını çünkü onun kendi parası olduğunu söyledi. Ablamın telefonu çalışıyor bu arada ve benimkinden yüksek bir model. Zamanında benimkinden daha yüksek olmasını istediği için fazla para ödemek pahasına öyle almıştı babamlar. Her yeni telefonda biz aynı muhabbeti yaşarız. İlk kameralı telefonum olacağında babama istediğim telefon için "ne gerek var son modeline sahip olmasına" demişti. Sonra benim istediğim telefondan daha iyisi ona alındı, ben ses çıkarmadım. En son telefon aldığımızda da benimki iPhone iken onunki değildi. Sırf bunu değiştirmek için telefonu çalışır durumdayken iphone aldırdı. Şimdi yine aynı şeyi yaşayacağız kesin. Ben telefon aldım bu da demek ki yakında o da alacak ve daha üst modelini alacak. Sadece tıpkı bilgisayarda olduğu gibi bunda da daha yüksek bir modele sahip olursa mutlu olacağını sanıyor. Sorarsanız hayatından memnun ve benim sahip olduklarımla bir derdi yok. Neyse.
Sorunluluklarımın farkındayım, her gün yeni bir gün olması umuduyla uyanıyor ve dünün aynısını bitirmiş olarak uyuyorum. Rutinlerimin tamamı sekteye uğradı kaza geçirince. Seansa da gidemedim topalladığım için. Her şey harika gidiyor. Bayram için Kepsut'a gideceğiz, normalde bu benim için güzel bir şey ama kaza yüzünden fiziksel şartlar zorlayacak. Bu da bir başka challenge olarak önümde duruyor.
Bir an önce bayramdan sonraya ışınlanmak istiyorum. Bayram geçsin, eve döneyim, alçım çıksın ve rutinlere döneyim. Çok yoruldum kendimden.
Dayımın biri çok lüks otomobile binmiş makam şoförlüğü de yapmıştır. Altında da eski model bir araba var yıllardan beri herkes paran var degistirsene derler. Dayım "hepsi aynı işi görüyor yeğenim" der. Bu kafa ve memnuniyet oldukça insan mutlu olur. Alma gücü olup da almayın değil bu şey istersen 100. bin liralık tabakta yemek ye. Sadece kendi hayatında memnun ve mutlu olmanin, başkasına gıpta ile bakmamanın en büyük şeyi sahip olduğunu kucumsememek.
iyi insan olmak gibi bir iddiam yok. olmak da zor bu vasfı taşımak da. ama vicdanım çok güçlü. yani diğer hasletlerimin eksikliğini tek başına kapatarak beni iyi insan yapma çabasından vazgeçmiyor
bazen anında devreye giriyor, bazen başımı yastığa koyduğumda, bazen günler aylar sonra
eski oturduğum ev cadde üzerindeydi. pek park sorunu olmadığı için genelde evin önüne park ederdim. sonra yan binanın altına bir sucu dükkan açtı. kamyon geleceği zaman arabayı başka yere almamı istiyorlardı. ben de alıyordum sorun etmiyordum ama surat ediyordum tabi. esnaf oldukları için rahat adamlardı kızsam bile ufak ufak atışıp anlaşıyorduk
birgün öğlene doğru evden çıkıp arabaya bindim. park ettiğim yerden çıkacakken sucuda çalışan abiyi damacana taşırken gördüm. bu abi diğerlerine göre daha sessiz/sakin bir abiydi, araba için arayan da diğerleriydi zaten. bu abiyle göz göze gelecekken yüzünü çevirdi ben de zaten arabayı çıkarıp devam ettim
birkaç ay sonra sucular taşındı gitti. bir yerde iyi oldu sevindim derken bir yandan da sıkıntı hissettim. bir süre sonra vicdan efendi beni huzuruna çağırdı. o abinin damacana taşıdığı sahne gözümde canlandı. o an dikkatimi çekmeyen yüz ifadesine odaklandım. sanki bana "bak işte sen arabayı çekmediğin için 100 metre ilerden damacanaları taşıyorum" diyen ama bunu diyememenin ızdırabının yüzüne yansıdığı bir ifade
"tamam" dedim vicdanıma "hatamı anladım çok üzgünüm" dedim. "bana değil git o adama söyle" dedi. "iyi de adamlar gitti" dedim ama dinlemiyor
adamı bulup gönlünü almadıkça da içimde kalacak, olmadık yerde beni bulmaya devam edecek maalesef
böyle işte... keşke o adam denk gelse, gönlünü alsam, yemek ısmarlasam. o da bana gülse "ne alakası var" dese. o görüntüsü aklımda kalsa
Yaşamdan haz aldığın anlar vardır. Güzel bir yaz akşamı sesiyle büyüleyen sevdiğin şarkıcının konseri veya kalabalık bir mekanda sahne performansına en önde tanık olduktan sonra duyduğun heyecan.
Soğuk ve yağmurlu kış geceleri battaniyeye sarılıp loş ışıkta sevdiğin yazarın kitabını okuyorken ah işte tam da beni anlatmış dediğin o an satırları çizmek için duyduğun telaş.
Serin sonbahar vakitlerinde beklediğin diziyi izlemek için akşamı zor ettiğin o sıkıcı mesai gününün gecesinde uykun gelse de merakından bir bölüm daha izlemeye kendini ikna etmen.
Uzun yolculuklara çıktığın o ılık yaz geceleri zifiri karanlıkta saatlerce araba sürsen de, gitgide şehir ışıkları küçük noktalara dönüşse de ve sık sık kahve molaları vererek yolu uzatsan da sonunda kavuşacağın o nefis deniz manzaralı yere kavuşma ümidi. Tüm bu heyecanların hepsi sigara içerken, balkondan bakarken, benim sana ulaşmam için yaşamam gereken dünya sancılarıymış meğer.
Seni her düşündüğümde aklına gelen ilk kelime sevdiğim oluyorsa, diğerlerinin pek ehemmiyeti yoktu. Dişime takılmış ve anlamını kaybetmiş bir kelime gibi hafızam durmadan seni yoklayıp duruyordu çoğu zaman. Yaşça büyük biri demişti, zamanın birinde; "Unutma evlat, doğru trene binersen bir gün o çok istediğin denize kenarı olan uzaklara gideceksin."
Uzun zaman, doğru trenin hangisi olduğunu bilmediğim peronlarda kayboldum. Ah be beybaba, doğru tren nerede?
Şehrin sıkıştırılmış insanlar yığını hayatlarında, otobüslerden, vapurlara, metrolardan, dur kalk yapan otomobillerine her çözümü denedim. "Beni istediğim yere ulaştırın."
Haykırmakla susmak arasında bir yerdeydim çoğu zaman. Zihnimin puslu belirsizliklerine berrak bir gelecek hayali gerekirken, ben hep geçmişe takılı kalıp duruyordum. Ben sanırım hep düne ait bir yerde kaldım. Hikayenin bütününü yaşama ihtimalini merak ediyordum; mutlu bir yaz akşamında karşılaşacağımıza, sarılacağımıza fonda denizin dalga sesleri kıyıya vuruyordu, yakında bir meyhaneden eski bir plaktan cızırtılı bir şarkı çalıyordu. Çokça kafamda kurdum bu sahneyi. Hep güzel kafamdan...
Bir yerlerde sen vardın. Olmadığın her yere dayanabilmemin tek mümkünü buydu. Çocukluğumda üstümü şefkatle örten annem artık çok uzakta bir düştü. Benim için dünyanın en iyi adamı olan babam hiç gidilemeyecek olan ülkemdi.
Bir tek kedim var benim gözlerimin içine bakan...
Sana gelmenin cesaretini şarkılarda buluyor, filmlerde inanıyor, kitapların sayfalarında rastlıyor gibiydim. Eski bir hatırayı canlandırmanın yollarını arıyordum ama sen, gözlerimi kapattığım an yanımda olmamayı başarıyordun, bir hayalden ötesi misali.
Sokaklarında kaybolabildiğin bir şehir, güvenle bakabildiğin insan, uzaklardan gelen eski bir dost, uzun ve sakin bir tren yolculuğu. Tek istek!
Ne kurduğum kelimelerin içine ne de anılara sığabiliyordum. Edip Cansever'in "ben her şeyin bir bir yok olmasına o kadar çok alıştım ki." dizeleri aklımdaydı. Oysa sana uzunca çocukluğumdan bahsetmek istiyordum. Aklımda uzun uzun canlanan bir anıdan. Korktuğumda masa altına saklanan o çocuğun büyülü dünyasından, kulağına hiç fısıldanmayan masallardan.
Ben seninle denize bakıp bu gece yarasında uzun uzun sessiz kalmak istiyordum çünkü. Sonra yine bir kitabın satır aralarında rastladım sana: "Sadece seni görmek istiyordum güneş batarken, bu kadar basit. güneş batarken seni görmek istiyorum, başkaca bir şey yok."
eski arabamla yeni arabamın yanyana duruşlarına bakın bu fotoğraf bir araba değiştirmekten daha fazlası bu fotoğraf benim bir sene boyunca akıttığım gözyaşları alın terleri emeklerim manyak gibi çalışmalarım sabahlara kadar yaptığım mesailer kaçırdığım partiler doğum günleri özel günler başlangıcım ve şu an geldiğim nokta devamlı gelişiyor çabalıyor uğraşıyorum kendimle gurur duyuyorum