Tumgik
#fecaat
seslimeram · 8 months
Text
Adaletsiz, Eşitliksiz, Ahparigsiz!
Tumblr media
Doğrunun esamesinin okunmadığı bir zeminde her şey eğri, yanlış ve karanlığın kılınıyor bir kere daha. Bir asrı aşkın demokrasi deneyiminden feyiz alındığı, rehber edildiği ifade olunan bir sahadan mutlak ve kesin bir doğrunun imali söz konusu edilmiyor. Tümden ve doğrudan yıkıma işlevsellik kazandırılıyor. Tek adam rejiminin güncelliği içerisinde tüm o doğru yerle bir edilirken yerine ikame olunan her şeyle bir yalan tiradı güncelleniyor. O yıkım daimi bir biçimde hep sıradana reva görülüyor. Hayatın ehemmiyeti, biricikliği bir biçimde talan edilirken, cerahat ve cürümle el yükseltilen bir iktidar şablonu eliyle açıkta doğrunun yıkımı gerçek kılınır. Bugünün yeni yepyeni ülkesi denilen sahnesinin yönetim katıyla iktidar ve tüm bileşenleriyle birlikte kurumsallaştırdığı yerin yönelimi ve sonuçları böyle bariz bir eksiltme halidir. Biyopolitik bir cerahat sarmalı, bütünüyle yaşamı kuşatan bir denklemler toplamında mutlak, kesintisiz bir cerahat imal olunur. Her yanlış her türlü riya, her güne sığdırılan tahakküm / tehdit ve ötesiyle bu cerahat hali ülke diye sunulur. Gündelik yaşam zora koşulurken cerahat, cürüm, cinnet üçlemesine rehin olagelen bir yer var ediliyor, ne eksik, ne fazla.
Düpedüz yalın bir riya ikliminin aralıksız muktedir eliyle çoğaltıldığı zeminde olmasına devam olunan hamlelerle hayat ehveninden alıkonuluyor. Artık itiraz edebilecek bir cüret, bunu ortaklaştırabilecek bir irade, öteki değil bizatihi bu ülkenin ortak yaşam pratiklerine dair bir şeyler söylemek imkansız kılınıyor. Tahakkümü, denetim ve gözetimi var eden ol siyasi manevra kümesinin, onadığı, izin verdiği kesimlerin patırtısı içerisinde doğruluğun izleri yerle bir olunur. Yoksunlaştırma, eksiltme ve tekdüze ezber olunmuş bir ahkam hali eylem bütünlüğünde demokrasinin izleri de tahrif edilir. Bugünün ülkesinin bunca alenen bir sorunlar toplamından mülhem yere dönüşümü ol izahatı, şu anlama gayretin ve bütün o sorgulayabilme çabasının önünün alınmasıyla birlikte söz konusu edilir. Hakikatimiz en kestirmeden yalın bir buhrandır. Birbiriyle bütünleşik, varsılların iktidar kümesindeki erk ile birlikte yazıp, çizip, oynadıkları bir tahayyüller birlikteliğinde o mutlak yazgıymış gibi var edilen yalanlarla hayat dönüştürülür. Milenyumun bir çeyrek asrı devrilirken olmakta olan bütünüyle devamlılığa kavuşturulan bir kere daha devletlinin izninden azade tek bir günün var edilemeyeceğidir. Bütünüyle dibine kadar bodoslama dibine doğru seyreden bir yerde bundan daha açık bir yıkım istikameti söz konusu edilebilir mi? Bu hallerle yol nereye çıkar ki!
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Maraş merkezli 6 Şubat depremlerinin üzerinden 11 ay geçmesine rağmen depremzedelerin mağduriyetleri sürüyor. Depremlerin vurduğu 11 kentten biri olan Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Birlik Mahallesi ile Şüktmeyik mezrası da yaşanan felaketten etkilendi.
Herhangi bir can kaybı yaşanmayan her iki yerleşim yerinde evler ağır hasar gördü. Birlik Mahallesi’nde bulunan 19 hanenin 15’i, Şüktmeyik mezrasındaki 15 hanenin ise 13’ü hakkında yıkım kararı verildi.
Uzun süre çadırlarda kalan depremzedeler sonrasında konteynerlere yerleştirildi. Ancak konteynerde yaşamanın özellikle çocuklar, yaşlılar ve engelliler için getirdiği zorluklar var.
Depremzedeler konteynerlerin yetersiz olmasından kaynaklı kendi imkânlarıyla barınak, lavabo ve duş yerleri inşa ettiklerini kaydetti. Yaşamlarını koşullarını kolaylaştırmaya çalışsalar da bir an önce kendileri için ev yapılması talebinde bulunan depremzedeler, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) yapılacak evler için kendilerinden 1,5 ile 4 milyon TL arasında ödeme yapılmasını istediğini söyledi. Depremzedeler, bu parayı verecek imkanlarının olmadığını da ekledi.
'Aylar Geçti, Evler Yok'
Birlik Mahallesi’ndeki evi ağır hasar gören depremzede Hayriye Benice, yetkililerin ‘bugün, yarın, bu ay yapacağız’ dedikleri evler için bugüne kadar adım atılmadığını belirtti. Benice, “Küçücük bir konteyner vermişler, o da su kaçırıyor, soğuk alıyor. Konteynerlerin içinde soğuktan ölüyoruz. Hastalığım var, dizimden ve kalbimden ameliyat oldum. Zaten bu hastalıklarımın hepsi bu soğuktan kaynaklı oluştu. Ne tuvaleti ne mutfağı ne de banyosu, hiçbir şeyi yok. İnsan gıdalarıyla beraber orada nasıl yaşasın?” diye sordu.
'Ev İçin 1.6 Milyon TL İstendi'
AFAD’ın ev için kendilerinden 1 milyon 600 bin TL istediğini söyleyen Hayri Benice, tepkisini “O parayı verebiliyor olsaydık, bir senedir kendi evimizi kendimiz yapardık” diyerek gösterdi. Yaşlı ve hasta olduğunu, bu nedenle daha fazla konteynerde idare edemediklerini dile getiren Benice, evlerinin bir an önce yapılarak, kendilerine verilmesini istedi.
9 Kişi Konteynerde Yaşıyor
9 kişi bir konteynerde kaldıklarını belirten Cemile Yakacı da konteyner yaşamının zorluklarını şöyle dile getirdi: “Bebeğim ve yaşlılarım var. Yaşlı teyze yatalak, kalkamıyor. İhtiyaçlarını 2-3 kişi kaldırıp indirerek karşılıyoruz. Banyo yaptırıyoruz, tuvaletini yaptırıyoruz çok zorluk yaşıyoruz. Bu bir senedir perişan olduk. Şimdiye kadar çadırda kalıyorduk. Bayramdan sonra konteyner geldi. Tuvaleti, banyosu yok.”
Yakacı, Mart ayına kadar temelleri atılacağı söylenen evlerinin bir an önce yapılmasını istedi.
‘Biz Evimizi, Hayatımızı İstiyoruz’
Ailesiyle konteynerde kalan depremzede Remziye Yakacı ise, geçen 11 aylık zamanda yaşadıklarını “Deprem sonrası hayatımız rezillik içinde geçti. Her türlü sorunu yaşadık Kimse sorunlarımızı dinlemek için gelmiyor. Biz evimizi, hayatımızı istiyoruz” diyerek söze döktü.
5 Bin TL Elektrik Faturası
Konteyneri ısıtmak için elektrikli ısıtıcı kullanmak zorunda kaldıklarını fakat bu kez de 5 bin TL fatura geldiğini söyleyen Benice, TEDAŞ’a gidip ödeyemeyeceklerini söylediklerinde faturanın 2 bin 300’e düşürüldüğünü, onu da borç yaparak ödeyebildiklerini kaydetti. Ev için kendilerinden 4 milyon TL talep edildiğini paylaşan Behice, “İmkanımız yok, bunları düşünmeleri gerekirken milleti daha çok mağdur ediyorlar” diyerek, yapılacak evler için para alınmaması istedi.
AFAD'a Ulaşılamadı
Depremzedelerin dile getirdiği para talebini sormak için aranan AFAD yetkililerine ise ulaşılamadı.”
Doğrunun esamesinin her nasıl okunmadığına başlı başına bu örnek kafi gelecektir. Bir biçimde on bir aydır kendi hallerine terk edilmiş insanların deprem felaketi sonrasında bir kere daha bu defa da devlet eliyle izole edilmelerinin utancı ne yana düşmektedir. Sorgu, sual edeni kalmadığı için artık bir yıkımdan kurtulan insanlara reva görülenler insanlığa sığıyor mudur, sığar mı? Duraksamadan güncellenen her hamleyle bir kere daha yaşama eyleminin önüne setler çekilmeye devam ederken, onca badireden sonra halen ellerindeki o umudu törpüleyebilmek, yok etmek adına olmadık işlerin altına imza atmak neyin nesi, neresi doğrudur? Bitimsiz bir girdabın ortasına terk edilip, kendileri hayatta kalabildikleri için suçluymuş gibi davranılan, bir temel insanlık hakkı olagelen barınma hakkını parasını verirseniz neden olmasına indirgeyen bir yapının hangi eylemi o müşterekleri sağlayacak, sahiden insanların geleceğini düşünmesine müsaade edecektir.
Doğrunun esamesinin okunmadığı bir zeminde her şey eğri, yanlış ve karanlığın kılınıyor bir kere daha. 2007 yılının 19 Ocak tarihinde bünyemizde açılmış olan koca bir yaranın ta kendisini de bu bağlamda görmek mümkündür. “Agos Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, 19 Ocak 2007'de gazete binası önünde o dönem 17 yaşında olan Ogün Samast tarafından düzenlenen suikast sonucu yaşamını yitirir.” Koca bir boşluk. Bir biçimde hayatlarımızı topyekun etkileyen, bir daha düzeltilemeyecek bir yaranın özneleri arasında yerini alan bir cinayetin ardından çıkagelen her şey bu eğrelti, şu yanlış ve daimi bir biçimde karanlık olageleni de bildirir. Bir düzlemdeki Ermeni kimliğinin hakikatinden bahisler açabilmenin yollarını onca engellemeye rağmen açabilen bir temsilciydi Hrant Dink. 1915’te yaşatılan Medz Yeghern’in hemen ardından sessizliğe gömülmüş, ancak 1965 yılından, birkaç jenerasyonun devinimi sonrasında kendi belleğinde yer edileni arar, sorar, sorgular hale gelmiş bir kimliğin elinde kalanları birleştirerek bir hikayenin tam ve eksiksiz anılmasını / anlaşılmasına çaba sarf eden bir temsildi Hrant Dink. 19 Ocak 2007 günü onu, tüm doğrularından, belleğimizin dibinde kalakalmış olagelen korkuların hiç de uzakta ötede olmadığını bilerek, göstermek isteyen bir çete / yapı / küme bir tetikçi eliyle, onu yönlendirenler sayesinde katletti. 1915 sonrasında var edilmeye çalışılan bir avuçtan az kalan Ermeni’nin meramını bildirebilme çabasının elbet bir karşılığı olacaktı. O melun günün ardından kalakalan yegane şey susun çağrısının artık aleni kılınmasıydı. Eğrelti, yalan, yanlış ve kötücül bir aksin eline rehin kılınmış olagelen yerde, baş efendinin tabiri ile kendisini de aşan bir cinayet sistematiği ile bir can katledilir. O günden bu yana adaletin her nerede olduğu muallaktır.
Hrant Dink’in katledilmesine giden sürecin başlangıcını oluşturan Sabiha Gökçen’in yetim bir Ermeni kızı olmasının hikayesinden sonra devamlılığı sağlama alınan sürek avı o eğrelti yolun nasıl da biçimlendirildiğini örnekler. 2019’dan bir haberi aktaralım: “2002-2008 yılları arasında İstanbul Valiliği’nde azınlıklarla ilgili iş ve işlemlerden sorumlu olan Ergun Güngör, 24 Şubat 2004'te Hrant Dink'le valilikte görüştüklerini, bunu MİT'in istediğini beyan etti.
Güngör, Dink'in Agos Gazetesi'nde Sabiha Gökçen'in Ermeni olduğunu iddia ettiği yazının o dönemde infiale yol açtığını söyledi. İstihbarattan gelen kişilerin Dink'le bir görüşme ayarlanmasını istediklerini aktaran Güngör, "Böyle bir görüşmenin vali izni olmadan yapamayacağımı söyledim. Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler’in olur vermesiyle bu görüşme gerçekleşti. İstihbarat görevlileri yanımdayken Dink’i aradım. Kendisiyle toplumda oluşan bu hassasiyeti konuşmak istediğimizi ve habere konu olan belgeleri görmek istediğimizi söyledim. Kendisi davetimiz üzerine geldi" ifadeleri kullandı.
Güngör, MİT mensuplarına "Sizi Dink'e ne olarak tanıtayım?" diye sorduğu, MİT çalışanlarının "Yakınlarım dersiniz" dediklerini iddia etti. Dink'in verdiği evrakları MİT mensuplarının aldığını söyleyen Güngör, “Bu görüşmenin ardından vatandaşlar tarafından suç duyuruları, protestolar oldu. Emniyet bununla ilgili önlemler aldı. Dink’in hayatının tehdit altında olduğuna dair bize aktarılan herhangi bir bilgi yok. Resmi nezaket kuralları içerisinde yapılmış bir görüşmedir” dedi.
Güngör'e mahkemede MİT mensuplarının konuyla ilgili ifadeleri hatırlatıldı. MİT çalışanları söz konusu görüşmeyle ilgili "Valilik'e gittiğimizde tesadüfen Dink de oradaydı" yanıtını vermişti. Güngör bunu reddederek “Hayır bu mümkün değil. MİT’in talebi üzerine bu görüşme yapıldı” sözlerini kullandı.”
Doğrunun varlığının hiç edildiği bir zeminde sadece Ergun Güngör’ün açık ettikleri dahi her nasıl bir karanlık kozanın imal olunduğunu örnekler. İçine çekilen ötekisi için alenen kurulmuş olagelen yok etme şablonunun istikametini bildirir, zamanında. On yedi koca yıl sonra varılan menzilde, adaletin küflü bir tahayyüle indirgenişi söz konusu olur. Ol samast denen meczubun arkasının toplandığı, çetenin diğer üyelerinin de kahraman edasıyla karşılandığı bir zeminde her yanlış, her kötülük bir kere daha devletli eliyle ya da yönlendirmesiyle taltif olunur. Ki kamu personelinin Cerrah’tan, Güler’e, Öz’den, Uzun, Akyürek, Güngör ve nicesinin davada yargılanmaları bir yana, o cinayetteki payları göz ardı olunur, olundu. Bu kadar zaman sonrasında elde kalakalan sadece bir avuç hayalden ötesi kılınmaz. Düzenin var ettiği öteki nefretinin bugünün çok daha açık bir biçimde hedef kılmaları beraberinde taşıdığı bir zeminde Devletin tüm kliklerinin bir düzlemde pay ve eylemde fail olduğu cinayetlerden birisi olarak kalmaya devam edendir Hrant Dink cinayeti. Onca zaman sonrasında ortaya çıkan garabetlik adalet seremonisinin hiçbir biçimde / anlamda hakikate yer bıraktırmayan bir eğrelti, eksik, gedik haller toplamında o adalet çalınmıştır. Hrant Dink Vakfı’nın sitesinden davanın geniş bir özetine, alınan karar ve ardından çıkagelen karanlığın nasıl biçimlendirilmeye devam olunduğunun yansısına göz atılabilir. Bir memleketin alnına çalınmış koca bir leke haline dönüşen, Ermeni’nin yarasının da ötesini simgeleştiren, onca zaman sonrasında halen yerinde sayan ülkenin korkunç hayal kırıklığından bir kesit yaşamdaki yerini muhafaza etmeye devam ediyor. Öyle ya da böyle doğrunun esamesinin geçmediği / bilinmediği bir zeminde takvimler bir kere daha acıya çıkıyor. Adaletsiz, hürriyetsiz, eşitliksiz, Ahparigsiz... Eksik. Umursuyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Berge ARABIAN – Agos Gazetesi
6 notes · View notes
aykoza · 21 days
Text
geçen gün şu fecaat olayı yaşamama sebep olan beni istemediğim yere gitmeye zorlayan kuzenim aradı şimdi(avukat olan değil) ne oldu üzgünsün falan diyor dedim hâlâ atlatamadım o akşamki olayı üzerime çok gelindi o akşam.. (tabii sen de üstümden geçtin diyemeyince insan kahroluyor) ama bugün çarşamba dedi? ben de evet çarşamba dedim pazar gecesi yaşadığımız için benim atlatmam gerekiyordu tabii 🙏🏿🙏🏿 ama gel gör ki hâlâ üstümden at geçmiş gibi hissediyorum kalbim sıkışıyor düşündükçe yine de anlayıp araması da bir nebze olsun iyiydi amramızın çok fena olduğunun farkında ama hâlâ kendinde suç aramadı :) hassas olduğum için ben suçluyum zayıfım ama sen bana göz dağı verilirken üstüme gelinirken ses etmesen de haklısın :) helal olsun.. onunla bu hale geleceğimizi hiç düşünmezdim.. çok üzgünüm kırgınım yorgunum.. beni esas üzen şey bana hiç demedi ya seni ben de üzdüm mü kırdım mı öyleyse özür dilerim diye ben kırk takla atıyorum yüzü biraz düşse.. hemen kendime bakarım ortada bir kırgınlık varsa ya gerçekten bu kadar zor mu sevdiğin insandan kardeşinden kuzeninden özür dilemek bu kadar da olmamalı ya
22 notes · View notes
beyzben · 5 months
Text
Birinin Ya Da Birilerinin Bizimle Dalga Geçtiğini Ve Çok Eğlendiğini Düşündürten Şeyler
kötü saatlerin geçmek bilmemesi ama iyi olanların göz açıp kapayıncaya kadar bitivermesi
güzel anıların acı verici olanlara nazaran daha kolay unutulması
kalbimizin bizi seven insanlarla değil bizi süründüren insanlarla meşgul olmayı tercih etmesi
deliler gibi uğraşıp didinsen de bir şeylerin ancak sen hevesini ve umudunu kaybettikten sonra sana gelmesi
boş zamanlarında her şeyden sıkılırken ve yapacak bir şey bulamazken yoğun zamanlarında canının aniden bütün hobilerinle uğraşmak istemesi
zararlı yiyeceklerin lezzetli oluşu
hayattaki kolay ve keyifli yolların sonunun fecaat oluşu
Doğada bol bulunan ve toksik olmayan maddelerden verimsiz enerji elde edilirken az ve zehirli olan maddelerden yüksek verimli enerji elde edilebilmesi
ihtiyacın olan insanların her zaman uzakta olması
8 notes · View notes
sade1-adam · 9 months
Text
Bütün fecaat, insanın, insanla karşılaşa karşılaşa, en sonunda kendisini tanımayacak hale gelmesi...
Ahmet Hamdi Tanpınar
13 notes · View notes
benmisim · 1 month
Text
nası toplıcaz bu beslenme işini ya. boku çıktı artık. her gün kızartma her gün cips her gün tatlı abur cubur ooohoooo. her günü midem bulanarak kapatıyorum ertesi gün kaldığı yerden devam. üüüffff. spor falan da yapamıyorum. bi kere zaten çok vaktim yok ikincisi zaten belim sırtım fecaat ağrıyo gün boyu on kilo çocuğu indir kaldır gezdir oynat uyut derken. zor anamm zoorr. otuzdan sonra metabolizma da yavaşlıyomuş acil toparlanmam lazım fkvkf
5 notes · View notes
onderkaracay · 2 months
Text
Tumblr media
🎯 Hukuk Görünümlü Hukuksuzluk 🎯
Mızrak çuvala sığmıyor artık.
Hukuk görünümlü hukuksuzluk ya da zulmün hukuku.
Sömürgeci sermayenin çıkarlarını koruma ve kollama aracı olan siyasi iktidarların her yasası ayak bağı olmaya başladı.
Hukukta keyfilik demek lazım bunun adına.
1950 yılında başladı bu beşer şaşar adaletsizlik ve vicdansızlık.
Bir yasa her okuyanın başka bir anlam çıkardığı bir belirsizlik içeriyorsa hukuk adına yetkili olanların bile farklı yorumlarla bir çatışma ortamı üretiyor ise o yasa birilerine çıkar sağlama yaşasıdır.
Örneğin Anayasa'nın 101. maddesi çok açık ve net bir biçimde bir Cumhurbaşkanı en fazla iki kere seçilir dediği halde yorum farkı adı altında buna hukuka uygun diye kabul gören anlayış kime hizmet amaçlı bu hukuksuzluğu üretti?
Yasa herkesin hakkını eşit ve kimseyi ayırmadan kayırmadan koruyor ve yargılıyor ise yasadır.
Onun dışında bir dayatma aracıdır.
Sömürgeci sermayenin on yıldır belgeli hırsızlık yaptığını kitap yazarak hatta kitapla muhtıra vererek ihbar ettiğim halde ne yasa ne de yasaları uygulaması gerekenler bunun üzerine gitmediler.
Yasama yetkisini tanımsız, sınırsız ve sorumluluk yüklemeden bir kişiye veren bir yasayı yapmanın ne anlamı var.
Burası bir kabile ve bütün yetki kabile reisinde deyin olsun bitsin.
Fiili durum bu derece vahim hal aldı.
Keyfilik bir kere başladı mı onu durdurmak mümkün değildir. Neden çünkü öteki de keyfilik hakkından gücü ölçüsünde fayda sağlamak ister.
Biçimsel yönü fecaat. Eşitlik yönünden bakınca bir başka felaket ile karşı karşıya geliyorsunuz.
Kapital ekonomi politiği üretim ve hizmet araçları ilişkisi üzerinden sermayeyi her koşulda koruma ve kollama altına almak ve emeğin hakkını sermayeye yedirme hukukunun ürettiği adaletsizliği Anayasa mahkemesi ile teminat altına alma rezaleti yaşandı bu ülkede.
Mobbing davam Önder Karaçay'ın şahsi davası değildi.
Türk ulusuna yapılan kötülüğün ve iki yüz bin bankacıya yapılan yasal tefeciliğin işlediği ayrımcılık suçlarının yargılanması ve bu zulmün son bulması adına adalet adına büyük bir fırsattı.
Birilerinin engeline takıldı ve bir adaletsizlik daha ürettiler.
Mobbing Bank Türk Fırtınası kitabı bunların yaşanacağını önceden gördü ve ona uygun tüm alternatif seçenekleri mücadeleden sonuç alma adına bilinçli bir şekilde uyguladı.
Haklı olduğunu biliyordu ve sonuna kadar gidecek ve bu zulmü ibretlik bir şekilde bitirecekti.
Nitekim öyle oldu.
Ne dedi ise hepsi doğru çıktı ve kazandı.
Türk ulusu adına adalet dağıtamayanlar sermaye çıkarını Türk ulusunun çıkarından üstün tutanlar kaybetti.
İşsiz bir Türk genci Türk ulusu ve insanlık adına en acımasız vahşilik sermayeye karşı kazandı.
Kaybettiler ve yıkılıyorlar.
Hakkın karşısında hiçbir maddi güç dayatmacı bir zorbalığa soyunmuş ise kazanma olanağı yoktur.
Davamı bütün insanlığın önünde göreceğim demiştim.
Gördüm ve adalet böyle sağlanır diye tarihe bunu Türk adına yazdım.
Sermaye sömürüsü ve iktidar sopası ise kaybetti ve tarihe bu utanç ile geçtiler.
Türk ulusu keyfilik hukukunu tanımaz.
Bugün ki adalet anlayışı sermaye karşı hak arayamama sistemidir.
Benim davalarımın tümü bir hukuk skandalı ve garabeti olarak tarihe geçti.
Müdahale ettiler ve karşılığını gördüler.
Müdahale edenlerin ve müdahale ettirenlerin yargılanacağı günler gelecek.
Hiçbir banka veya sermaye ve sahibi haktan üstün değildir.
Hele hırsızlığı suç üstü yakalanmış olanların hiç değildir.
Geri adım atmış mücadele etmemiş olsaydım böyle gelmiş böyle gidecekti.
Hırsızlığı gördüm ve şahit oldum bu şekilde yaşamam mümkün değildir.
Bu adaletsiz düzeninde bu şekilde yaşaması mümkün değildi.
Kendi sonlarını kendileri getirdiler.
Kendim için sadece hakkım ne ise onu istedim. Anayasa mahkemesi görüşmeden reddetti.
Türk ulusundan çalınanların geri iade edilmesini ve bu hırsız sermeye sahiplerinin korunmaması gerektiğini bunun adalet olmadığını talep ettim nedense bu karşılık görmedi.
On yılda adalet mücadelesi veriyorum bir hukukçu kadar bilgi birikimi edindim. Şimdi adaleti yerine getirmeyenlere ders veriyorum.
Anayasa mahkemesi ve diğer mahkemeler sermayeye bağlı mı hizmet veriyor?
Bunun yanıtını kim verecek?
Önder Karaçay
2 notes · View notes
baybaykus · 4 months
Text
Hep bu şekilde oldu.
O derin güç öyle olmasını istedi ve öyle oldu.
Herbirinin bir fiyatı vardı. Yahut bir zaafı, bir açığı, bir handikapı.
Çağrıldı saraya.
Cumhurbaşkanlığı forsunun altında bu poz verildi.
Süleyman' da da, Numan'da da, Yıldırım Tuğrul'da da, Devlet' de de ve Sinan'da da hep aynısı oldu.
Dünde aynı fotoğraf karesi.
Diğerlerinde, bu fotoğraf karesi sonrası neler olduğunu, neler yaşandığını biliyoruz.
Bakalım Hanımefendi'ninkinde ne yada neler olacak?
Esasen siyasette diyalog kapılarının açık tutulması, siyaset erbabının birbirleriyle görüşüp fikir alışverişinde bulunması en büyük dileğimizdir. Burada bir sıkıntı yok. Lâkin, Erdoğan gibi pragmatik bir kişinin, vaktiyle kendisi aleyhine söz söyleyen, faaliyet yürüten ve bu yönde siyaset yapan kişilerle dostluğu dereyi geçene kadardır.
Ben Hanımefendi'ye yapılan fiili ve sözlü saldirılar sonrası, şahsın;
" Dur! Bu daha iyi günlerin! " dediği ne çabuk unutuldu.
Namusuna dil uzatıldıĝında, zevkten dört köşe olduklarını, kıllarını kıpırdatmadıklarını dün gibi hatırlıyoruz.
Ve şom ağızlardan çıkan daha nice kem sözleri....
Bir imaj değişikliği var!
Saçlar, Tansu Hanım'ın saçlarına benzetilmiş. Burası da ayrı bir muamma. Burda da bir fecaat durumu söz konusu.
Kendisi dönemi ve sonrası birçok vekil başka partilere kapağı attı.
Yâni, #DÂVÂ 'yı satan satana...
Diyeceksiniz ki; "ülke satılıyor, dâvânın ne önemi var! "
Gerçekten ortada bir "dâvâ" olaydı, itiraz ederdim size.
Lâkin, dava maya olmayınca, neden ve neye itiraz edeyim ki?
Kalın sağlıcakla...
Recep Öztürk
3 notes · View notes
senihh · 4 days
Text
Birkaç Güzel Gün İçin
Birkaç güzel gün için başa gelen keder,
Birkaç güzel gün için boşa süregelen heder,
Dilek olay yani dile kolay halim fakat,
Kalbe değil, kıt kanaat yaşarken fecaat.
Yaşam için gelinen evinden bir tümsek,
Düşsem de gülüp kalkarım bir giz biçerek.
Bugün, kanayan evimden her yanımda yara,
Enterne, eder ne? Sol göğsünde kara.
Kalkıp istençsizce ölünen her yerde bağın,
Sığınan her ecelin elçim elçim kalabalık,
Sür gitsin ardından ehven seçimin ağılı.
Sürgit gitsin ardımdan, hiç sakınmadan,
Birkaç güzel gün için düğüm, aylamda aranan:
Birkaç güzel gün için bir ömür ziyan.
0 notes
hacialikara · 29 days
Text
Fecaat: Sony’nin yeni oyununu 100 kişi bile oynamıyor!
Bir başka canlı servis oyunu daha gözümüzün önünde yerle yeksan oldu: Sony’nin büyük ümitlerle PC oyuncuları için piyasaya sürdüğü yeni yapımı Concord, resmen piyasaya çıktığı hafta yere çakıldı. Oyunun sunucuları, vahşi batıdaki ıssız kasabaları andırıyor. İşte detaylar… Concord, şu an 100 kişi tarafından bile oynanmıyor! Sony’nin uzun yıllardır üzerinde çalıştığı ve büyük bir beklentiyle…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
elihandro · 7 months
Text
Rezalet, felaket, fecaat.
1 note · View note
birseyyahdurur · 9 months
Text
belki de tam ağlayacağım anda annem aradı. yemeğe gel öyle gidersin eve diye. anne, ben biraz ağlayacaktım ama geleyim tabiiki. akademik hayatım fel fecaat gidiyor, ne istediğim gibi verilerimi eğitebildim ne de başladığım makaleyi gönderdim. o kaynakçayı kaybettikten sonra tadım tuzum kaçtı. Danışmanımla olan seviyeli ilişkimi korumak adına görüşmüyorum bu konuları. Ama yarın kapısını çalıp hocam dayanamıyorum anlasana modunda karşısına çıkmayı planlıyorum. Kendi odam da dar geliyor, ya her şeyi bu kadar bilmek zorunda mısınız, yarın toplantı var. toplantı da her şeyi bu kadar bilmek zorunda olduklarını ispat edecekler. Ama rica ediyorum kimseyi b*klamadan yapın bunu. Afedersiniz ama gerçekten özeti bu sanırım. Sürekli birilerini, birilerinin çalışmalarını, birilerinin hareketlerini, tezlerini, cartlarını, curtlarını eleştirmenizden artık ben nefes alamıyorum. gönlüm çok yoruluyor. Bir de bu sıralarda Fuat Sezgin'le yapılan röportajı konu alan bir kitap okuyorum. akademisyen ne demekmiş, nasıl olmalıymış hayranlık uyandırıyor. Ne kadar uzağım. Neyse içim doldu doldu, taşamadı da.
1 note · View note
seslimeram · 1 month
Text
Herkesi Yutacak Olan Karanlık...
Tumblr media
Bir kesit karşımıza çıkartılıyor. Bir menzil bina ediliyor. Bir ülke var edilmiş olagelen her şeyin ötesindeki bir karanlığın esiri kılınıyor. Bir sahnenin dününden beter, yarının belirli bir halde, başı sonu muğlak kılındığı bir yere dönüşümü gerçekleştiriliyor. Gerekçeler ya da belli başlı mazeretlere yer konulmuyor. İnsan nedir ki diye çevrilip dururken evrilen ol şeyin başkalaşmış, teslim olmuş bir akıldan ötesi olmadığına biat isteniyor. Aşağılamaları bini bir paraya tekabül ederken, temcit pilavı gibi sunulan daima güncellenen nefret edimi ile beraber bariz bir karanlık menzil bina olunuyor. Kesin bildikleri, kestirip bildirdikleri o yıkıcılık ekseninin etrafında hayatın anlamı tahrip ediliyor. Varsa nefret, yoksa hiddet ol ikisinin yanında muhakkak bir etiket, yaftalamalar silsilesi ve beraberinde kotarılan bir kesit ki her yana yara, her güne eza veren.
Cürümler ekseninde yolunu zayi etmiş bir ülkenin tiradı karşımıza çıkıyor işte. Birbirileri üstünde hükümranlık kurmaya çabalayan devletli erkanının suna geldiği zehirli cendereler bir kere daha sıradan insanın da sonrası / ötesi olmayan bir karanlıkla bütünleşmesini var eder. Kesintisiz addedilen hamlelerle birlikte ön alma gayretleri yerini zora terk eder. Bir biçimde tehdit, tahakkümü doğurur. Tahakküm yıkıcılık eksenindeki ol ötekisinden aleni bir halde nefreti var eder. Siyasanın pragmatist / ezberci söylemlerinin sokaktaki yansısını en kötüye meyil ederek var ettiği bir karanlık bina olunur. Cürmü içselleştiren, kötülüğün her ne olursa olsun kötülüğün neferi olmayı kendisine inandıran bir taşıyıcılık var edilir. O katran karanlığının, siyaset zemininden, sürekli denetim, gözetim ve tahakküme esir edilmiş, atılan her adımını takip olunduğu sanal dünyadan gerçeğine birbirine paralel eşik ve çukurlar imal ettiği zeminde tuzaklara düşen yepyeni bir ülke gerçekliği var edilir. Tek başına nefretten mülhem, duyduğu ya da gördüğü kadarıyla kinini yücelttiğini ima edip bir yandan da o devletin şiddet seremonilerini yekunda tekrarlayan bir cerahat erkine haiz olunur. Her yandan çıkagelen kan / revan / harap viran memleket halinin tek seferde özeti budur. Bir tek kesit dahi nasıl bir çürümeyle sınandığını memleketin örnekler.
Yaşatılanların, ima edilenlerin karşılıklarından birisi artık yoldan çıkmış olagelen sıradan o insanın neleri var edeceğini de gösterir. Bütünüyle bir kimliğin, tek bir sistematik ile var edilmiş olagelen üst kimliğin etraflıca her şeyi kendisine düşman bildiğine eyleyebildiği bir zeminin imali o korkunç gerçekliği var eder. Geçtiğimiz hafta Salı günü, Eskişehir’de bir parkta meydana gelen, bıçak ve baltalı saldırının akıbeti de bunu bildirecektir. Arasız, fasılasız, eksiksiz bir nefret tahayyülünün var ettiği kırılma sonunda cinayet teşebbüsüne evrilir. Bir oyun bağımlısı diye geçiştirilmek istenen failin suna geldiği şeyler ortaya bile isteye saçılan nefretin aslında insanı nasıl dönüştürdüğünü de göstere gelir. Nazi miğferi, üstünde gamalı haç bulunan hücum yeleği, çoktan çetrefilli hale gelmiş olagelen bir aklın sunduğu, hayattaki varlığını gösterdiğini sanmasına vesile bıçak / balta her yanında, her detayında apayrı bir korkunçluk ile var edilen bir saldırının temsili / baş oyuncusu / kurgu değil hakikaten de ülkedeki cenderenin aldığı boyutu ortaya serer. Ötekisine kim olursa her ne olursa olsun ötekisine duyulan / biriktirilen öfkenin bir yansıması diye geçiştirilir. Ol parkta kendi halinde oturan insanlardan beşinin canının yanmasına / yaralanmasına sebep kılınan şiddet pratiğiyle bir kere daha görevin tamamlandığı zikredilir. Sanal mecra üstünde ortaya serdiği manifestosundaki gibi insanları “böcek gibi ezmekten” özenle / hiç ama hiçbir şerhe ihtiyaç duymadan var edebilen bir temsil, nefreti koca bir hakikate dönüştürür. Kime sahiden bu ülkede yer vardır, kimin / kimlerin hayatı güvende kalabilir sahi ama sahiden?
“Eskişehir Valiliği'nden yapılan basın açıklamasında, A.K.'nin 19 Haziran tarihi itibarıyla 18 yaşını doldurduğu ve adli suç kaydı bulunmadığı belirtildi.
Saldırganın olay öncesinde sosyal medyada canlı yayın açarak ekipmanlarını tanıttığı, ardından saldırını anını canlı yayınladığı belirlendi.
Saldırganın esinlendiği isimler arasında Yeni Zelanda'da Christchurch camii saldırganı Brenton Tarrant ve Norveçli aşırı sağcı Anders Behring Breivik bulunuyor.
A. K.'nin blog yazısında "Planım" diyerek anlattığı bölümde saldırıyı nasıl gerçekleştireceği ile ilgili, "Soğuk bir duş alıp kıyafetlerimi giyiyorum. Ekipmanlarımı alıp saldırı alanına gidiyorum. Müsait bir yerde ekipmanlarımı giyiyorum ve baltamı, bıçağımı yeleğime takıyorum. Ardından önüme gelen herkese saldırıyorum" ifadeleri yer alıyor.
Nazi SS sembolü bulunan "Mass Cleaner El Kitabı" adını verdiği manifestoda göçmenler, Suriyeli çocuklar ve LGBTQ+ üyelerini hedef almak istediğini belirten saldırgan, önceden "TKP binasına saldırmayı amaçladığını" belirtiyor.”
Fikir Turu’nda Hilmi Demir’in makalesinden aktaralım: “Radikalizme Mücadele Nasıl Olmalı?
Terörle mücadele gibi, radikalizmle mücadelede de kolluğa terkedilmiş gibi. Oysa kolluk kriminal bir olay olmadıkça radikalleşmekte olan bir bireye karşı ne yapabilir ki? Burada devreye girmesi gereken önleyici tedbirleri alması gereken sosyal kurumlar. Milli Eğitim, YÖK, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Aile Bakanlığı ve Diyanetin radikalleşme ile mücadelede etkin biçimde sorumluk alması gerekir. Tüm Dünyadaki örnekleri de böyledir. Söz gelimi İngiltere aşırılıkla mücadele için devreye konulan CONTEST programında İç İşleri Bakanlığının, Belediye, Sivil Toplum Kurumları, Dini Cemaatler, Eğitim Bakanlığı gibi birçok paydaşı var.
Radikalizmle mücadele zaten eylem gerçekleştikten, bomba patladıktan sonra devreye giren bir eylem türü değildir. Radikalizmle mücadele bomba patlamadan önce, eylem olmadan önce ne olduğuyla ilgilenir. Amaç, birey şiddet eylemine yönelmeden önce, bireyi radikalleştiren, onu radikalleşmeye doğru iten ve çeken faktörleri öngörebilme ve bunları önleyebilmek için sahada olmaktır.
Maalesef biz tıpkı depremde olduğu gibi deprem olduğunda depremi konuşup sonra bir daha hiç olmayacak gibi tüm önlemleri unuttuğumuz gibi toplumda karşılaştığımız bu tür şiddet olayında da bir süre sonra her şeyi unutuyoruz. Ama yıllardır yaptığım uyarıyı bir kez daha yenileyim: Artık bu tür yalnız aktör radikalleşmesi her zaman her yerde karşımıza çıkacak. Acilen radikalizmle mücadele için yeni bir konsepte geçmemiz gerekiyor. Zira fay hatları harekete geçti…”
Radikalleşmenin, toplumun tam da bu eğrelti / eksik kılınmış olagelen haline yapılan tüm o sert müdahalelerin / yol vermeme hallerinin, sorunları görmek yerine geçiştirmenin bir başka yerde yeniden tekrarına kadar unutulduğu zeminde bir vaka daha meydana gelir. O halin nasıl yaygınlaştığını, bir örnekleştirilip devamlılığa kavuşturulduğu da şu kısacık haber metni dışında hiçbir bilginin yer almadığı metinde görebiliriz. “Yozgat’ın Sorgun ilçesinde bir cinayet işlenir. İddiaya göre, Z.Y. (17), Salih Paşa Camisi önünde sohbet ettiği F.Ü. (14) ve E.G'yi henüz bilinmeyen nedenle bıçakla yaraladı.
Şüpheli, kendisini yakalamak isteyen M.L'yi (61) de yaraladıktan sonra olay yerinden kaçtı. İhbar üzerine bölgeye sağlık ve polis ekipleri sevk edildi. Sağlık ekiplerince Sorgun Devlet Hastanesi'ne kaldırılan yaralılardan F.Ü, buradaki müdahalenin ardından Yozgat Şehir Hastanesi'ne sevk edildi. F.Ü, müdahalelere rağmen kurtarılamadı.”
Bu kısa haberler silsilesi içerisinde, iletişim işler başkanlığının yönlendirmesiyle iktidarın güzellemesi dışında hiçbir meseli kalmamış haber bültenlerinden taşan şiddetin zerresine yer yoktur, ilave olunmamıştır. Tümüyle bir girdap halini alan şiddetin, nefretin bir yaşam sahnesini enikonu nasıl dönüştürdüğünün detayları kazıldıkça ortaya çıkar. Sadece birkaç günde on insanın katledildiği, bir o kadarının yaralandığı, soluk alır gibi nefretin açıkta ve aleni bir biçimde pazarlandığı bir zemin imal edilir. Dur durak nedir bilmeyen iktidarın en dibindeki sağcı / ırkçı / pan-türkist yapıların, iktidar ortağı faşistlerle paralel yürüdükleri o yolda iktidarı / gücü muhafaza etmek adına gün aşırı var ettikleri nefret söylemi birilerinin canının yakılmasına vesile kılınır. Bir biçimde Türkiye Türklerindir ötesinin de bu sahnede kölelikten / itaatten gayri hakkı yoktur şablonuna yeniden zamklanan / tutturulan habis bakışla birlikte bir yurt yeniden cerahatin kılınır. Sokaklarında dökülen kan, birbirine kırdırılan halkların varlığının yanında Anayasa Mahkemesinin hakkının da var ettiği hukuki öznenin / kararların da altının çizildiği, gelenin terörist, geçenin hain ya da mihrak kılındığı bir zeminde hayata hiçbir zaman yer kalır mı? Mecliste Türkiye İşçi Partisinden Ahmet Şık’ı, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi – Dem Parti’den Gülistan Koçyiğit’i, Cumhuriyet Halk Partisinden Okan Konuralp’i yaralayan başta Alpay Özalan nam zatın kendisinde vücut bulan o şiddete tapınma halinin sofrasında çıkan Türkiye imgesi de mi bir şeyleri aksettirmiyor artık.
Bildik olağan akışında bir hayatın, mübalağasız kendiliğinden var edilmiş birbirine teyel edilmiş olan müşterek bir yaşama pratiğinin köküne kibrit suyu dökülmeye devam olunuyor. Irkçılığı ama ve fakat şerhlerine çokça düşerek birbirinden uzak / ırak halkların birbirilerine düşman edilmesi için kullana gelen bir cerahat sarmalı bina ediliyor. Her X mutlaka teröristtir, haindir, en olmadı işbirlikçi diye uzayıp giden bakışın tahayyülleri bir yerlerde bambaşka yıkımları bina ediyor artık. Eskişehir’den Yozgat’a, sokaktan da tüm o meclise varan, yayılan şeyin adının / sanının tastamam bir nefret eylemi olduğu artık giz değildir. Irkçılığı siyasetteki var olma biçimi olarak ele alan, gün aşırı, mültecilerden iş bu ülkenin kuruluşundan da önce yaşamış / halen yaşayan insanları hedef kılmak için kullanan bir zatın / siyasi erkanının sunduğu kindarlık hali de buna ilave edilebilir. Asırdır bir menzildeki yaşam pratiğinin çalınması güncelleniyor. Ermeni, Süryani, Rum, Pontos, Keldani, Kıpti, Arap Hristiyan, Mıhellemi, Ezidi, Alevi, Arap, Kürd, Yahudi, devletin ve o çetelerin bildirdiği Türklük imgesinin dışında kalakalan herkesin nefrete yem edildiği bir zeminde hangi ülkeyi var edilecektir. Sorunlarıyla baş başa, her gün biraz daha dibine ta en dibine yollanan bir katran karanlığının orta yeri sahi ülke olabilir mi, öyle kalır mı? Gerçekliğini çoktandır yitirmiş, herkesi düşman belleyen, toplumsal barışının zayi olunduğu bir zeminde hayata ne haldedir, düşünüyor musunuz? Irkçılık, nefret, şiddet üçlemesi her şeyi, her gün yeniden zehirlerken, sahiden görüyor musunuz, insan eliyle kurulmuş olan o cehennemi. Herkesi yutacak ol karanlığı...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: The Living Room-2010 – Nilbar GÜREŞ – Image via Galerie Martin Janda
Meramda Paylaşılan Haberler
Eskişehir’deki Saldırı Bize Ne Söylüyor? - Hilmi DEMİR - Fikir Turu https://fikirturu.com/toplum/eskisehirdeki-saldiri-bize-ne-soyluyor/
Yozgat'ta Bıçaklı Saldırı: 1 Çocuk Öldü, 2 Kişi Yaralandı - T24 https://t24.com.tr/haber/yozgat-ta-bicakli-saldiri-1-cocuk-oldu-2-kisi-yaralandi,1179670
0 notes
beyzben · 5 months
Text
bu akşam miami gp'nin 1. Antrenman Seansı ve Sprint Sıralama Turları var. neler olacak merak içindeyim. benimkilerin mavi tulumlarını sevsem de araba fecaat. yine max'in kazandığı ve mclaren ile ferrari'nin ikincilik için yarışacağı bi hafta sonu olacak muhtemelen. çok zor ama Lando'nun ilk zaferini kazanmasını çok istiyorum ya. her yarış haftasonu bunu düşünüyorum artık. iki hafta zor geçti zaten. bakalım neler olacak.
2 notes · View notes
turkudostu61 · 2 years
Text
Gültekin Uysal
Bir yanda tarifsiz yürek parçalayan fecaat ötesi bir hal, diğer tarafta her travmatik olay sonrası birkaç göstermelik, herşeyin sorumlusu diye afişe edilmiş ‘müteahhit’ !!! Peki; Depremin ‘siyasi ayağı’ yok mu? İmar Affı çıkaran Akp Hükümeti, izin veren/denetlemeyen belediyeler!
0 notes
ilmiyyat1453 · 4 years
Photo
Tumblr media Tumblr media
Fotoğraflarda görmüş olduğunuz bu 2 İhyâ tercümesinden uzak durun. 
Hikmet Neşriyat'tan neşredilen (kahverengi olan) tercümenin sahibi Abdulhalık Duran adında bir selefîdir ve tercümesinde birçok yerde İmam Gazzâlî'ye yönelttiği tenkidler söz konusu ve bazı yerlerde de İmam Gazzâlî'ye ait olmayan arızalı görüşleri İmama isnad etmekte. Abdulhalık Duran adlı bu selefî şahıs İmam Gazzâlî'nin "el-İktisâd Fi'l-İtikâd" gibi başka eserlerini de tercüme etmiş ve onlar da baştan sona fecaat. Bu mütercimin tüm tercümelerinden uzak durmanızı tavsiye ederim. 
Hisar Yayınevinden neşredilen (mavi renkli olan) versiyonunda ise, (bu baskıyı okuyan birkaç kişinin tesbitlerine göre) orijinal metindeki birçok paragraf atlanarak tercüme edilmiş, yazım hataları ile dolu, bazı yerlerde ayetler hadis olarak, bazı yerlerde hadisler ayet olarak verilmiş, karmakarışık bir çalışma. 
İhyâ tercümeleri arasında tavsiye edilen 2 tercüme var:
Birisi Bedir Yayınevinden neşredilen Ahmed Serdaroğlu Tercümesi. (Serdaroğlu tercümesi başka yayınevlerinden de neşredildi bildiğim kadarıyla.) 
Birisi de Merve Yayınlarından neşredilen Ali Arslan tercümesidir.
Bu ikisi arasında ise, Ali Arslan tercümesi daha çok tavsiye ediliyor ehil hocalar tarafından.
Şükrü Yaşar
39 notes · View notes
serazad · 3 years
Text
Sürekli aynı kanıya vardığım ve başkaları tarafından da defalarca söylenmiş olan bir şey var. Haramdan sakınan kadın ve erkeklerin ilişki biçimlerinin ne kadar hoş olduğu. İçlerinin beklediği o huzur aracından uzun süre uzak kalmanın verdiği hissiyatla karşı tarafa çok büyük ve olması gereken anlamlar yüklüyorlar. Yüklüyoruz. Sonuçta gerçek değerlerini kavramaları son derece kolaylaşmış oluyor. Ve iman ettikleri dinin nikah meselesine koyduğu derin anlam artık onu bizim için ulvi bir mesken haline getiriyor. Cennette de devam edecek iki ibaddetten birisi olarak sayılıyor İslam’da evlilik. Diğeri ise iman. Böylelikle Allah’ın kulları için lütuf olarak verdiği böyle bir ilişki biçimini aşağıların aşağısı pespaye bir hale getiren insanlığın karşısına saffet ve iffet ferahlığıyla dimdik dikiliyorlar ve asıl huzuru yaşıyorlar. Hayadan ve iffetten yoksun insanların, dile getirmekten aciz oldukları fecaat hallerini idrak ettirmek için ne yapılmalı ne yapmalı? Bu iffet kurumunu capcanlı örneğiyle yaşatmalı ve yaymalı.
#*
16 notes · View notes