Tumgik
#ahparig
seslimeram · 8 months
Text
Adaletsiz, Eşitliksiz, Ahparigsiz!
Tumblr media
Doğrunun esamesinin okunmadığı bir zeminde her şey eğri, yanlış ve karanlığın kılınıyor bir kere daha. Bir asrı aşkın demokrasi deneyiminden feyiz alındığı, rehber edildiği ifade olunan bir sahadan mutlak ve kesin bir doğrunun imali söz konusu edilmiyor. Tümden ve doğrudan yıkıma işlevsellik kazandırılıyor. Tek adam rejiminin güncelliği içerisinde tüm o doğru yerle bir edilirken yerine ikame olunan her şeyle bir yalan tiradı güncelleniyor. O yıkım daimi bir biçimde hep sıradana reva görülüyor. Hayatın ehemmiyeti, biricikliği bir biçimde talan edilirken, cerahat ve cürümle el yükseltilen bir iktidar şablonu eliyle açıkta doğrunun yıkımı gerçek kılınır. Bugünün yeni yepyeni ülkesi denilen sahnesinin yönetim katıyla iktidar ve tüm bileşenleriyle birlikte kurumsallaştırdığı yerin yönelimi ve sonuçları böyle bariz bir eksiltme halidir. Biyopolitik bir cerahat sarmalı, bütünüyle yaşamı kuşatan bir denklemler toplamında mutlak, kesintisiz bir cerahat imal olunur. Her yanlış her türlü riya, her güne sığdırılan tahakküm / tehdit ve ötesiyle bu cerahat hali ülke diye sunulur. Gündelik yaşam zora koşulurken cerahat, cürüm, cinnet üçlemesine rehin olagelen bir yer var ediliyor, ne eksik, ne fazla.
Düpedüz yalın bir riya ikliminin aralıksız muktedir eliyle çoğaltıldığı zeminde olmasına devam olunan hamlelerle hayat ehveninden alıkonuluyor. Artık itiraz edebilecek bir cüret, bunu ortaklaştırabilecek bir irade, öteki değil bizatihi bu ülkenin ortak yaşam pratiklerine dair bir şeyler söylemek imkansız kılınıyor. Tahakkümü, denetim ve gözetimi var eden ol siyasi manevra kümesinin, onadığı, izin verdiği kesimlerin patırtısı içerisinde doğruluğun izleri yerle bir olunur. Yoksunlaştırma, eksiltme ve tekdüze ezber olunmuş bir ahkam hali eylem bütünlüğünde demokrasinin izleri de tahrif edilir. Bugünün ülkesinin bunca alenen bir sorunlar toplamından mülhem yere dönüşümü ol izahatı, şu anlama gayretin ve bütün o sorgulayabilme çabasının önünün alınmasıyla birlikte söz konusu edilir. Hakikatimiz en kestirmeden yalın bir buhrandır. Birbiriyle bütünleşik, varsılların iktidar kümesindeki erk ile birlikte yazıp, çizip, oynadıkları bir tahayyüller birlikteliğinde o mutlak yazgıymış gibi var edilen yalanlarla hayat dönüştürülür. Milenyumun bir çeyrek asrı devrilirken olmakta olan bütünüyle devamlılığa kavuşturulan bir kere daha devletlinin izninden azade tek bir günün var edilemeyeceğidir. Bütünüyle dibine kadar bodoslama dibine doğru seyreden bir yerde bundan daha açık bir yıkım istikameti söz konusu edilebilir mi? Bu hallerle yol nereye çıkar ki!
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Maraş merkezli 6 Şubat depremlerinin üzerinden 11 ay geçmesine rağmen depremzedelerin mağduriyetleri sürüyor. Depremlerin vurduğu 11 kentten biri olan Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Birlik Mahallesi ile Şüktmeyik mezrası da yaşanan felaketten etkilendi.
Herhangi bir can kaybı yaşanmayan her iki yerleşim yerinde evler ağır hasar gördü. Birlik Mahallesi’nde bulunan 19 hanenin 15’i, Şüktmeyik mezrasındaki 15 hanenin ise 13’ü hakkında yıkım kararı verildi.
Uzun süre çadırlarda kalan depremzedeler sonrasında konteynerlere yerleştirildi. Ancak konteynerde yaşamanın özellikle çocuklar, yaşlılar ve engelliler için getirdiği zorluklar var.
Depremzedeler konteynerlerin yetersiz olmasından kaynaklı kendi imkânlarıyla barınak, lavabo ve duş yerleri inşa ettiklerini kaydetti. Yaşamlarını koşullarını kolaylaştırmaya çalışsalar da bir an önce kendileri için ev yapılması talebinde bulunan depremzedeler, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) yapılacak evler için kendilerinden 1,5 ile 4 milyon TL arasında ödeme yapılmasını istediğini söyledi. Depremzedeler, bu parayı verecek imkanlarının olmadığını da ekledi.
'Aylar Geçti, Evler Yok'
Birlik Mahallesi’ndeki evi ağır hasar gören depremzede Hayriye Benice, yetkililerin ‘bugün, yarın, bu ay yapacağız’ dedikleri evler için bugüne kadar adım atılmadığını belirtti. Benice, “Küçücük bir konteyner vermişler, o da su kaçırıyor, soğuk alıyor. Konteynerlerin içinde soğuktan ölüyoruz. Hastalığım var, dizimden ve kalbimden ameliyat oldum. Zaten bu hastalıklarımın hepsi bu soğuktan kaynaklı oluştu. Ne tuvaleti ne mutfağı ne de banyosu, hiçbir şeyi yok. İnsan gıdalarıyla beraber orada nasıl yaşasın?” diye sordu.
'Ev İçin 1.6 Milyon TL İstendi'
AFAD’ın ev için kendilerinden 1 milyon 600 bin TL istediğini söyleyen Hayri Benice, tepkisini “O parayı verebiliyor olsaydık, bir senedir kendi evimizi kendimiz yapardık” diyerek gösterdi. Yaşlı ve hasta olduğunu, bu nedenle daha fazla konteynerde idare edemediklerini dile getiren Benice, evlerinin bir an önce yapılarak, kendilerine verilmesini istedi.
9 Kişi Konteynerde Yaşıyor
9 kişi bir konteynerde kaldıklarını belirten Cemile Yakacı da konteyner yaşamının zorluklarını şöyle dile getirdi: “Bebeğim ve yaşlılarım var. Yaşlı teyze yatalak, kalkamıyor. İhtiyaçlarını 2-3 kişi kaldırıp indirerek karşılıyoruz. Banyo yaptırıyoruz, tuvaletini yaptırıyoruz çok zorluk yaşıyoruz. Bu bir senedir perişan olduk. Şimdiye kadar çadırda kalıyorduk. Bayramdan sonra konteyner geldi. Tuvaleti, banyosu yok.”
Yakacı, Mart ayına kadar temelleri atılacağı söylenen evlerinin bir an önce yapılmasını istedi.
‘Biz Evimizi, Hayatımızı İstiyoruz’
Ailesiyle konteynerde kalan depremzede Remziye Yakacı ise, geçen 11 aylık zamanda yaşadıklarını “Deprem sonrası hayatımız rezillik içinde geçti. Her türlü sorunu yaşadık Kimse sorunlarımızı dinlemek için gelmiyor. Biz evimizi, hayatımızı istiyoruz” diyerek söze döktü.
5 Bin TL Elektrik Faturası
Konteyneri ısıtmak için elektrikli ısıtıcı kullanmak zorunda kaldıklarını fakat bu kez de 5 bin TL fatura geldiğini söyleyen Benice, TEDAŞ’a gidip ödeyemeyeceklerini söylediklerinde faturanın 2 bin 300’e düşürüldüğünü, onu da borç yaparak ödeyebildiklerini kaydetti. Ev için kendilerinden 4 milyon TL talep edildiğini paylaşan Behice, “İmkanımız yok, bunları düşünmeleri gerekirken milleti daha çok mağdur ediyorlar” diyerek, yapılacak evler için para alınmaması istedi.
AFAD'a Ulaşılamadı
Depremzedelerin dile getirdiği para talebini sormak için aranan AFAD yetkililerine ise ulaşılamadı.”
Doğrunun esamesinin her nasıl okunmadığına başlı başına bu örnek kafi gelecektir. Bir biçimde on bir aydır kendi hallerine terk edilmiş insanların deprem felaketi sonrasında bir kere daha bu defa da devlet eliyle izole edilmelerinin utancı ne yana düşmektedir. Sorgu, sual edeni kalmadığı için artık bir yıkımdan kurtulan insanlara reva görülenler insanlığa sığıyor mudur, sığar mı? Duraksamadan güncellenen her hamleyle bir kere daha yaşama eyleminin önüne setler çekilmeye devam ederken, onca badireden sonra halen ellerindeki o umudu törpüleyebilmek, yok etmek adına olmadık işlerin altına imza atmak neyin nesi, neresi doğrudur? Bitimsiz bir girdabın ortasına terk edilip, kendileri hayatta kalabildikleri için suçluymuş gibi davranılan, bir temel insanlık hakkı olagelen barınma hakkını parasını verirseniz neden olmasına indirgeyen bir yapının hangi eylemi o müşterekleri sağlayacak, sahiden insanların geleceğini düşünmesine müsaade edecektir.
Doğrunun esamesinin okunmadığı bir zeminde her şey eğri, yanlış ve karanlığın kılınıyor bir kere daha. 2007 yılının 19 Ocak tarihinde bünyemizde açılmış olan koca bir yaranın ta kendisini de bu bağlamda görmek mümkündür. “Agos Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, 19 Ocak 2007'de gazete binası önünde o dönem 17 yaşında olan Ogün Samast tarafından düzenlenen suikast sonucu yaşamını yitirir.” Koca bir boşluk. Bir biçimde hayatlarımızı topyekun etkileyen, bir daha düzeltilemeyecek bir yaranın özneleri arasında yerini alan bir cinayetin ardından çıkagelen her şey bu eğrelti, şu yanlış ve daimi bir biçimde karanlık olageleni de bildirir. Bir düzlemdeki Ermeni kimliğinin hakikatinden bahisler açabilmenin yollarını onca engellemeye rağmen açabilen bir temsilciydi Hrant Dink. 1915’te yaşatılan Medz Yeghern’in hemen ardından sessizliğe gömülmüş, ancak 1965 yılından, birkaç jenerasyonun devinimi sonrasında kendi belleğinde yer edileni arar, sorar, sorgular hale gelmiş bir kimliğin elinde kalanları birleştirerek bir hikayenin tam ve eksiksiz anılmasını / anlaşılmasına çaba sarf eden bir temsildi Hrant Dink. 19 Ocak 2007 günü onu, tüm doğrularından, belleğimizin dibinde kalakalmış olagelen korkuların hiç de uzakta ötede olmadığını bilerek, göstermek isteyen bir çete / yapı / küme bir tetikçi eliyle, onu yönlendirenler sayesinde katletti. 1915 sonrasında var edilmeye çalışılan bir avuçtan az kalan Ermeni’nin meramını bildirebilme çabasının elbet bir karşılığı olacaktı. O melun günün ardından kalakalan yegane şey susun çağrısının artık aleni kılınmasıydı. Eğrelti, yalan, yanlış ve kötücül bir aksin eline rehin kılınmış olagelen yerde, baş efendinin tabiri ile kendisini de aşan bir cinayet sistematiği ile bir can katledilir. O günden bu yana adaletin her nerede olduğu muallaktır.
Hrant Dink’in katledilmesine giden sürecin başlangıcını oluşturan Sabiha Gökçen’in yetim bir Ermeni kızı olmasının hikayesinden sonra devamlılığı sağlama alınan sürek avı o eğrelti yolun nasıl da biçimlendirildiğini örnekler. 2019’dan bir haberi aktaralım: “2002-2008 yılları arasında İstanbul Valiliği’nde azınlıklarla ilgili iş ve işlemlerden sorumlu olan Ergun Güngör, 24 Şubat 2004'te Hrant Dink'le valilikte görüştüklerini, bunu MİT'in istediğini beyan etti.
Güngör, Dink'in Agos Gazetesi'nde Sabiha Gökçen'in Ermeni olduğunu iddia ettiği yazının o dönemde infiale yol açtığını söyledi. İstihbarattan gelen kişilerin Dink'le bir görüşme ayarlanmasını istediklerini aktaran Güngör, "Böyle bir görüşmenin vali izni olmadan yapamayacağımı söyledim. Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler’in olur vermesiyle bu görüşme gerçekleşti. İstihbarat görevlileri yanımdayken Dink’i aradım. Kendisiyle toplumda oluşan bu hassasiyeti konuşmak istediğimizi ve habere konu olan belgeleri görmek istediğimizi söyledim. Kendisi davetimiz üzerine geldi" ifadeleri kullandı.
Güngör, MİT mensuplarına "Sizi Dink'e ne olarak tanıtayım?" diye sorduğu, MİT çalışanlarının "Yakınlarım dersiniz" dediklerini iddia etti. Dink'in verdiği evrakları MİT mensuplarının aldığını söyleyen Güngör, “Bu görüşmenin ardından vatandaşlar tarafından suç duyuruları, protestolar oldu. Emniyet bununla ilgili önlemler aldı. Dink’in hayatının tehdit altında olduğuna dair bize aktarılan herhangi bir bilgi yok. Resmi nezaket kuralları içerisinde yapılmış bir görüşmedir” dedi.
Güngör'e mahkemede MİT mensuplarının konuyla ilgili ifadeleri hatırlatıldı. MİT çalışanları söz konusu görüşmeyle ilgili "Valilik'e gittiğimizde tesadüfen Dink de oradaydı" yanıtını vermişti. Güngör bunu reddederek “Hayır bu mümkün değil. MİT’in talebi üzerine bu görüşme yapıldı” sözlerini kullandı.”
Doğrunun varlığının hiç edildiği bir zeminde sadece Ergun Güngör’ün açık ettikleri dahi her nasıl bir karanlık kozanın imal olunduğunu örnekler. İçine çekilen ötekisi için alenen kurulmuş olagelen yok etme şablonunun istikametini bildirir, zamanında. On yedi koca yıl sonra varılan menzilde, adaletin küflü bir tahayyüle indirgenişi söz konusu olur. Ol samast denen meczubun arkasının toplandığı, çetenin diğer üyelerinin de kahraman edasıyla karşılandığı bir zeminde her yanlış, her kötülük bir kere daha devletli eliyle ya da yönlendirmesiyle taltif olunur. Ki kamu personelinin Cerrah’tan, Güler’e, Öz’den, Uzun, Akyürek, Güngör ve nicesinin davada yargılanmaları bir yana, o cinayetteki payları göz ardı olunur, olundu. Bu kadar zaman sonrasında elde kalakalan sadece bir avuç hayalden ötesi kılınmaz. Düzenin var ettiği öteki nefretinin bugünün çok daha açık bir biçimde hedef kılmaları beraberinde taşıdığı bir zeminde Devletin tüm kliklerinin bir düzlemde pay ve eylemde fail olduğu cinayetlerden birisi olarak kalmaya devam edendir Hrant Dink cinayeti. Onca zaman sonrasında ortaya çıkan garabetlik adalet seremonisinin hiçbir biçimde / anlamda hakikate yer bıraktırmayan bir eğrelti, eksik, gedik haller toplamında o adalet çalınmıştır. Hrant Dink Vakfı’nın sitesinden davanın geniş bir özetine, alınan karar ve ardından çıkagelen karanlığın nasıl biçimlendirilmeye devam olunduğunun yansısına göz atılabilir. Bir memleketin alnına çalınmış koca bir leke haline dönüşen, Ermeni’nin yarasının da ötesini simgeleştiren, onca zaman sonrasında halen yerinde sayan ülkenin korkunç hayal kırıklığından bir kesit yaşamdaki yerini muhafaza etmeye devam ediyor. Öyle ya da böyle doğrunun esamesinin geçmediği / bilinmediği bir zeminde takvimler bir kere daha acıya çıkıyor. Adaletsiz, hürriyetsiz, eşitliksiz, Ahparigsiz... Eksik. Umursuyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Berge ARABIAN – Agos Gazetesi
6 notes · View notes
barankaracan · 2 years
Text
Telgrafın Tellerine Duygular mı Konar? -4 4-)Senin Ben Olma Zamanın, Benim Sana Karışmam Lazım! Ahparig Mavi! Hayır hayır ağlamıyorum. Gözlerime çocukluğum kaçtı sanırım... Çoçukluk arkadaşımız Beratpitt’le denkleştik geçenlerde. Hani sapsarı saçlarına bakıp, yeşil gözlerine düşerdik. Sonra bir insanın nasıl kaşı olmaz diye sorardık kendimize. Hatırlıyor olmanı şuan çok istiyorum, bir seferinde babası kaşlarını aldırtmıştı berbere, sırf kaş oluşsun diye. Espiriler yapar eğlenirdik çocukla, çocukça. Birinde sormuştum ona; sende olmayıpta Antalya’da olan şey nedir? Afallayıp, suratlarımızda gezinmişti. Antalya’da Kaş diye bir ilçe var, ama sende kaş yok dediğimde attığın kahkahaların da etkisiyle nasıl da kovalamıştı bizi, senin şimdi huzuru kovaladığın gibi... Beratpitt ile epey muhabbetleştik, seni sorduktan sonra, konu hiç sapmadan tamamen sen oluverdin. Bütün detaylarıyla fizibiliteler yaptık. Sorduk durduk kendimize Mavi’nin borcu ne diye? Anlattığı bir hikaye çok hoşuma gitti. Anlattıklarını olduğu gibi aktarıyorum sana “Gül öğretmen bana bir hikaye anlatmıştı. Esaslı hikayelerden ama, öğretmenimin kendisi gibi. Ormanın birinde yaşlanan aslan oğluna tahtı devretmiş. Genç aslan bir takım reformlardan sonra ormanda daha çok sevilmek adına herkese bir dileğini yerine getireceğini söylemiş. Ve böylece akınlar gerçekleşmiş kraliyet gölgeliğine. Genç aslan istenen dilekleri yerine getirip popülerliğini epey ilerilere taşımış. Günün birinde küçük bir kuş çıkagelmiş. Kendisinden büyük kanatlar istemiş. Genç aslan dileğini yerine getirmiş. Epey zaman sonra küçük kuş geri gelmiş genç aslana. Kendisine verilen kanatların büyük geldiğini, onları hareket ettirebilmek için çok fazla efor sarfettiğini, bu yüzden çabuk yorulup düştüğünü,istediği, hayal ettiği konforu bir türlü yakalayamadığını anlatmış. Genç aslandan eski küçük kanatlarını istemiş. Eski kanatlarını alınca, kanatlarının gövdesiyle beraber büyümediği için küçük geldiğini farketmiş. Kanadının ve gövdesinin beraber büyüyüp gelişmesine engel olduğu için sabırsızlığına epey çemkirmiş. Gerçi günümüzde psikologlar bu koca hikayeyi ‘her şey anını bekler’ şeklinde özetliyor.” Beratpittle oturup sana borç defteri hazırladık. Senin borcun ne bilioyor musun Mavi Mantık? Senin borcun ben olman. Benim borcum ise sana karışmam. Mavi Mantık, Yeşil Duygu ile ortak hareket etmek zorundasın, küçük kuşun kanadı ve gövdesi gibi birlik olmak, zamanla büyüyüp serpilmek zorundasın! Aramıza genç aslan rolünde giren Beko sadece ve sadece istenmeyen kahramandır, ormanda olduğu gibi. Ne doğa ana ister düzeni bozan genç aslanı, nede huzuru kovalayan mantığın Beko’yu! Sana bir şarkı ısmarlayayım da, dostluğumuz pekişsin; “Seni anan benim için doğurmuş canım Hamurunu benim için yoğurmuş canım”. Sevgili Mavi, biz bambaşka iki insan mıyız, bir insanda mantık ve duyguyu mu temsil ediyoruz bilmiyorum, aslında çok önemi de yok. Önemli olan ne? Dücane Cündioğlu “kendisini meşgül edemeyeni, başkaları işgal eder” der. Beko’nun işgal kuvvetlerini geri itip, karşılıklı meşgul eden perilerimizi salmalıyız. Henüz son şeklimizi almamışken, (ki bilirsin son şekil mezara en çok yakışır), son şeklimize birlikte katkı sağlayalım. Yeşil
0 notes
Photo
Tumblr media
21 notes · View notes
merveliseda · 4 years
Photo
Tumblr media
2019’un 19 Ocak günü bi gece diye gidip de dönemediğim Atina’daydım. Haritasız, plansız sokaklarda dolanırken içimde bir ah vardı; ah be ahparig. •• Öldürüldüğü gün Konya’da akrabalarımdaydım. Televizyonda haberleri izlerken “vurulduğu yer senin bildiğin bi yer mi?” diye sormuşlardı. Taşkışla’da öğrenciydim. Evet dedim, neredeyse her gün gelip geçtiğimiz yerler. “Allah esirgemiş” demişlerdi. Ben şaşkınlığımı nereye saklarım bilememiştim. Elimde bi kırmızı örgü çiçek motifi ördüm ha ördüm. •• Öldürüldüğünde ne Hrant’ı, ne Dink ailesini, ne Agos gazetesini tanır ne de “ahparig” kelimesini bilirdim. Cenaze töreninden bir cümle yankılandı; “Bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiç bir şey yapılamaz kardeşlerim.” Öyle bir yankılandı ki bugünün değil tarihin duvarlarına kadar işledi. •• Karanlığı yaratanlar, büyütmeye de devam etti. Suikast sonrası dava süreci karanlığa karanlık katarken birbirini hiç tanımayan binlerce insan da “buradayız ahparig” demeye devam etti. •• Ben ve yakın çevremde çok farklı, hepsinin acısı, hüznü, kederi başka başka 19 Ocak’lar yaşandı. Eğitimler, cenazeler, düğünler, doğumlar oldu 19 Ocak’larda. Unutamadığım bi 19 Ocak da Atina’da avare dolandığım o gündü. Her gördüğüm kiliseye girip bir mum yaktım. Evet Ortodoks kiliseleriydi ama ne farkederdi; bir bebekten katil yaratan karanlığı aydınlatmaya bir faydası olacaksa tüm din ve mezheplerden tüm mabetlere sonsuz mum yakılmalıydı. •• Buradayız Ahparig! Bir bebekten katil yaratan karanlığa inat, buradayız. •• #hrantdink #buradayızahparig #ahparig (Athens, Greece) https://www.instagram.com/p/CKN0PMCgp4SNa-rLWSRqzdiOBWNbjtO5_Mhwuc0/?igshid=gdehrzshfyg3
0 notes
okuryazarlar · 8 years
Photo
Tumblr media
Hrant Dink’i katledilişinin 10. yılında saygıyla anıyoruz.
65 notes · View notes
anlattimbozuklugu · 8 years
Photo
Tumblr media
#ahparig
11 notes · View notes
denizonal · 8 years
Photo
Tumblr media
🕯️ "Yaşça küçükleri ona " #Ahparig " (Ağabey) diye hitap ederken, Ümit Kıvanç bu pervasızlığından ötürü "Şapparig" der kendisine. İşte bu adam bundan böyle yine bildiğince, yine hesapsızca, sevdiklerini şap şap öpecek, dövüşeceklerine de şap şap sövecektir köşesinde... Şapparigce..." 🖋️ #HrantDink
2 notes · View notes
Text
Güvercinka
Dün sabah otururken yılgın, bir başıma Ve her sabah otururkenden zerre farksız, kasvetli. Cama vuran her ne ise korkuttu beni. Ve bu garip gri karaltı, Kelimesinden daha az fiyakalı Olsa olsa güvercindi, eşkali aşikar. Uçmadı, konmadı, geçmedi Çarptı. Hayvanın da müptezeli olur iyi bildimdi. Bir ilişkiye başlamanın da bir yazıya başlamanın da en trajik yolu nâzımdır. Düz yazıya; adı gibi dümdüz yazıya henüz evrilememiş duygular, biraz akışkan, romantik ve kaybetmeye hazır başlatır her ikisini de. Şiir okuyan, şiir yazan ya da şiir kopyalayıp yapıştıran taraf, genelde kaybeder. Yazıya gelince, onun zaten kaybedişten doğan bir yevmiyesi olduğu için aldırmaz ve o gri, mel’un güvercini anlatmaya devam eder. Güvercin Ankara havalarında uçuverir, havalı. Cami avlularından havalanır da, bilmem kaç bin insanı kendine hayran bırakan fotoğraflarda kalır kanadının hatırası. Yani, güvercin bu coğrafyanın en has ‘bizim çocuğu’dur, mahallelidir, kentlidir, balkonlarda üremesi ve kışt denildiğinde, uçarak değil de yürüyerek ortamı terk etmesiyle, sonuna kadar bizimdir. Yakamıza sıçsa talih saymamız bile, her şeyi özetler aslında. Velhasılı, güvercin hayvanının müptezeline denk gelince, camı aralayıp içeri buyur etmek, fakir soframa çağırıp dertleşmek istedim o gün. Çünkü ben de cama çarpmıştım yine. Çünkü benim de kanadım acımıştı aynı yerden. Çünkü ben de camın öte tarafından bakıldığında salak gibi görünmüştüm. Çünkü soframdaki kuru sele zeytin kadardı hayattan aldığım tat, ve bunu değiştirmeye ne gücüm ne isteğim vardı. Olmamıştı. Olduramamıştım. Güvercinden bahsetmek istiyordum tutkuyla. Yalnızdım ve yalnızlığımın adını Serhat koymuştum. Adnan Aybaba ve Serhat Ulueren arasında geçen o meşhur ‘’vay anam vay neler dönmüş serhat ya?’ cümlesinden Serhat’ı alıp, on senedir her yalnız kaldığımda ve aklıma korkunç güzel şakalar, komiklikler, kederler ve anlatmaya değer birşeyler geldiğinde, o'na anlattım. Serhat artık benim yalnızlığımdı. Beynimin iç işleyişi mi engeldi şizofren olmama bilmiyorum ama keşke ben de John Nash gibi olaydım demedim değil. Hayır üç kişi çok masraflı, yetemem hepsine. Ben Serhat’ı görsem, o bana yeterdi. Misal, derdim ki ona, ‘’Serhat oğlum, bak, hayvanın da müptezeli olur mu deme, olur. Aha bak bu gerizekalıya, çotant diye cama girdi. Belli ki kendi ortamında da dışlanmış, ötekileştirilmiş bir tip. Kafası dalgın, kendinde değil, iç dünyasında yaşıyor. Öyle ya, bunun akrabaları ters takla atıyor, bu, camın önündeki yayla gibi pervaza konamadı.’’ Serhat her şeyi bilirdi ama, her şeyi benden önce, benden iyi bilirdi. Onun anlattığı şakalarla kız tavlar, onun askerlik hikayeleriyle ortamlarda herkesi susturup dikkatleri üzerime çekerdim. Tam bir piçti, benim olamadığım her şeydi o. Ve bu konuda da hakkını verir ve bana derdi ki, ‘’ Oğlum o taklacı güvercinler senin sandığın gibi üstün yetenekle takla atmıyor lan, onların türü o bi’ çeşit. Yani balıkların yüzmesi gibi takla atıyor o hayvanlar. Takla atmak istediğinden değil. Hatta bence bu anam babam güvercinler gibi uçmayı tercih ederlerdi onlar da. Kendini düşün, takla atarak para kazandığını. Üstelik hünerin yüzünden hep birilerine aitsin. Kaçamazsın, göçemezsin, kafana göre manitacılık yapamazsın, düşün. ‘’ Serhat yine bir muhabbeti metafora dönüştürmüş, beni de içine çekmişti. Çıkamıyordum artık içinden. Kafkaesk tabirler kullanıyor, kafamın içinde döndürüp duruyor ve her seferinde cama çarpışımı, benden de çıkması muhtemel çotank sesini, niye benden taklacı güvercin ya da aklıselim güvercin olamayacağını anlatıp duruyordu. Bir ara nasıl olduysa konuyu yakın türk siyasi tarihine kadar taşıdı ve insanların neden ‘gözün aydın Türkiye ak güvercin geliyor’ şarkısını bir dönem zirveye taşıdıklarını anlattı. Anlattığı her şey çok mantıklıydı. Umut ve barışın simgesi ak güvercinlerdi, sihirbazın şapkasından çıkanlar da öyle. Gri güvercinler bizdik, hepimiz. Kimimiz avlularda, bardakta satılan yem kolaycılığında, kimimiz kuralına göre uçmayı bilmeyen müptezel, kimimiz mahalleler, balkonlarda bireysel, kimimiz bir sapanın taşına kurban, kimimiz talih belasına, umut taciri.. Ve barışı simgeleyen beyazların çoğu, Gandhi gibi indirildi(*) ansızın. Barıştan konu açan ve üstüne yürüyen her beyaz güvercinin sonu gibi. Hayır Hrant da bilememişti Serhat. Kendini, bir güvercinin ruh tedirginliğinde hissediyordu ve kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdüren güvercinlere, bu ülkede dokunmazlar sanıyordu. Biraz daha tarih okusa görürdü, mesele memleket meselesi de değildi. Dünyayı yönetenler beyaz güvercinleri sevmezdi, gri güvercinleri ise adamdan bile saymazdı. Konu buraya gelmezdi Serhat. Bak, o da olmazdı. Bu hayvan, bu sabah, bizim cama çarpmasaydı. İçime ata ata içim kopkoyu kalmaya devam ederdi bu müphem meseleyi. Neyse, Sigaran var mı? (*) Gandhi gibi indirilmek: Bir deyiş. Barış ve özgürlüklere inananların imha biçimi için kullanılagelmiştir. Görkem/Ocak 17
1 note · View note
lezginakan · 8 years
Photo
Tumblr media
Orada değildik ahparig. #hrantdink #agos #ahparig
1 note · View note
seslimeram · 2 years
Text
Ahparig'e Meram...
Tumblr media
Hakikati bildirmek, bundan yana bahis açabilmek bir cürettir. Konuşulmayan hiçbir halde konuşturulmayan, düşünülmeyen, var edilmeyen her durumda ön alınıp yok sayılanın var ettiği duruş, yaşanılanlara dair bahisleri bildirmek bir mücadeledir. Onlarca müdahale ve bir dolu manipülasyonla birlikte hakikatin eğilip büküldüğü bir zeminde doğrudan tüm o yaşatılanlara dair bahis açmak bir teşebbüstür. Bütün zorluklara karşı mücadele edebilme cüreti, o yaratılan bunca kedere ve yıkımların ardından çıkagelen hezimetlerin hesaplarını sorabilme için de bir yolun tesisidir. Aktivizm, hareket ve eylem bütün bu tahayyülleri ol içeriğinde barındırır. Sözün savunulması, belgelenmesi, sorgunun güncellenmesi için var edilen çabalarla hakikat arşınlanır. Hakikate dair bahis ancak o yüzleşme hallerini anbean, günbegün zikrederek, yarayı ve tüm kenarda işlene gelmiş önyargı hallerine karşı birlikte mücadeleyi arşınlayarak söz konusu olur. Yolun, izan, izahatın mesel olunanla güncellik içinde var edilenin arasındaki uçurumun her nereye yollanıyor olduğumuzun idraki için her gün bir biçimde hakikat mesaisi söz konusudur. Tümüyle bu kader coğrafyasının tüm o insan eliyle var edilmiş suçun, yıkım, kıyım, kırım hamlelerine karşı sürekli olarak var edilen yegane istençtir hakikati arama çabası.
Hakikat aranılır mı, pekiyi? Düpedüz yalın bir biçimde yalanlarla, türlü çeşit zırvalamalar ile birlikte, yeniden ve yeniden imal edilenlerle birlikte kullanışlı aparatların da bu sistem yapısına dahil olunmasıyla oluşturulan o sarmalda bir hakikate yer var mıdır, hala ihtimal midir? Bütünüyle kırmızı çizgilerle, sürekli kılınmış bir düşmanlaştırma mitinin etrafında şekillendirilmiş olagelen Ermeni meselinin aslında her neye tekabül ettiğini sorgulayabilir miyiz mesela? Hakikatin, hakkaniyet mesaisinin sadece bir yüzeyde, sadece bir tezahürle, salt ve sadece bir anlamda bilinen / görülen ve örselenmekten gayrısına mahal verilmeyen bir tahayyülle sıkıştırılmasının hesabı ne olur misal? 1894-1896 yılları arasında var edilen büyük anadolu kırımlarından birisi olagelen Adana / Kilikya yıkımlarının hemen ardından çıkagelen ve sistematik olagelen aklın her nasıl bir fecaatin ta kendisine mahal verdiğinin de sunumu olagelen 1915 büyük felaketinin ardından hangi söz hakikati bildirecektir iş bu sahadaki Ermeni için! Onca ağır olanın, onca yerle bir etmenin, iz silmenin, bir dolu tehdit ve yıldırının, hakikatin önünde yükseltilen cerahatli bakışımın karşısında vardır ve yoktur ile geçiştirilebilecek bir mesel midir, Ermeni, Sorunu, Sorusu? Hakikat her nerede, her ne haldedir, her ne şekildedir, bugün idrakine varabiliyor muyuz?
Bu toprakların yaşadığı acıların farkında olma halini, onları birbirleriyle kıyaslamadan bir biçimde yargılama vesilesi eylemeden suna gelen, bu uğurda çaba sarf eden bir temsil için bu iki, üç, beş satır. 1954 yılında Meleti, bugünkü Malatya’da başlayan, 19 Ocak 2007’de İstanbul’un ortasında arkadan vurulan üç kuruşluk, üç kurşunla katledilen Hrant Dink’in ardından söylenebilecek her şeyin söylenip, bir türlü hakikate sıranın getirilmediğine dair bir meramdır buradaki bir iki üç satır. Olabildiğince yalın bir biçimde, eksik gedik hallere düşmeden sadece ve sadece buralılık haline inandığı, Anadolu’nun elinden çalınmaya bir hal ve istikamet dahilinde devam olunan o çok kimlikliliği, çok sesliliği, sevincindeki hal ve tahayyüllerdeki birlikteliği neden acının ortasında da var edemediğini sorgulayan bir kalem erbabının ardından elimizde bir tek hakikatine dair sözcükler kaldı. Hrant Dink’in tüm o düşünsel mirasının ortasından çıkagelen şey, buralı olmanın getirdiği, var edilmiş o ön yargı kliklerine karşı insani olanın erdemini sorabilme istemiydi. Onca zaman sonrası, o kadar zaman öncesinden edilmiş olagelen çağrılarının, yazılarındaki bildirdiği meramın neden / ne için önemli olduğu gözler önündedir. Hiçbir yere gitmeyecek olanın, bu sahne iş bu toprakta gözü olanın, dibine düşebilmek dışında hiçbir şeye erinmeyen, özlemeyen, hiç sorgulamayan bir halkın haklılığına dair sözleri yeterince sorgulanabilmiş midir hiç ama hiçbir zaman?
19 Ocak 2007’de sahiden ne olmuştur! Neden bunca bağır çıkagelen bir Ermeni’nin yok edilmesi hadisesi böylesine rahatça geçiştirilmiştir. Onca zaman, o kadar dava süreçleri ve bir dolu ifşaya rağmen, haklıların, haklılıklarına kulak vermek bir yana, Agos Gazetesi’nin eski yönetim binası olan Sebat Apartmanına çıkan yolları kapatmak, bir hal bir biçimde minik! ogünsamast meczubu kopyasındaki beyaz berelerle gösterilere dahil edilen kolluk dışında kim neye yol vermiştir. Bugün bu raddede, yüzlerce makale, toplamı birkaç yüz saate yakın olagelen Türkiye’li Ermeni’nin meseline dair sözünü hiç sakınmadan var edebilen bir insanın canının çalınmasında tespit olunan ağ / yapının ardı neden bunca rahatça bırakılabilmiştir. Ol meşum eski ocak başkanı zatın, haydi o Ermeni idi, vurdular lafzındaki gibi gizli / örtük olmayan değiniler, ikrarlar söz konusuyken tam bir mutabakat cinayetinin karanlıkta kalmadığına kimi ikna edebiliriz bugün, şu raddede?
Dahası 19 Ocak 2007’de bir kaldırımın ortasına üç kurşunla serilmiş olan “soykırımın” ol kaçıncı halkası olduğuna “Ben kendi halkımın yaşadığı acının farkında olan ve bu yükü taşıyan biriyim” diye hitap eden, meram eyleyen birisine sözü var mıdır bu ülkenin. Hiç mi gönül borcu yoktur mesela. On altı koca yıldır, ortada olanın, gözle görülenin hiçbir biçimde ötelenmeyecek olanın sunduğu bildirdiği bir yıkım sahiciyken, yüzleşme yerine, Artsakh / Dağlık Karabağ’da cereyan eden ikinci savaş sırasında, binlerce insanın canı çalınırken (sekiz bin kadar Ermeni, resmi rakamla beş yüze yakın Azeri) oh olsun çekilen bir menzilde kim ne zaman fark edecektir hakikati! Hakikatin yıkımla, zorla, güç kullanıp son teknolojik ölüm makinelerine yatırım yapıp, hamasetle süsleyerek kan akıtarak hiçbir biçimde gerisin geriye kurtarılamayacak kılınmasının hezimeti kime yazılmıştır misal.
Bir kaldırımın ortasına serilmiş olagelen hakkaniyetin, yıllar yılıdır sürdürüle durulan o nefret tahayyülünün bir biçimde Halkların Demokratik Partisi Amed vekili Garo Paylan’a yönlendirilmesinin, yinelenmesinin esef verici hali mesela necidir, hakikat meselindeki ol yüzsüzlükle, yok sayarak var edilmiş tehdit ile bir düzlem gün yüzü görür mü? Tarihi Ani kentini / harabelerini illa ki “ANI” diye düzeltme ihtiyacından, her zaman olduğu gibi köklerinden olanın, yaşanmışlıkların üstüne beton döküp, uydur kaydır hitabet halleri, gerçekliğine dair tek bir kanıtın dahi bulunmadığı mübalağalı düşmanlaştırma edimleriyle Ermeni’nin yarasının nasıl farkına varılabilir ki sahi ama sahiden? Tümüyle bu topraklara ait olan bir kimliğin, bu topraklarda var edilmiş en büyük suçlardan birisine rehin / hedef / asırlardır yasına mahkum kılınmış olanın derdine dair bir kelam erbabının ardından varlığı kesin kılınmış olan o mutlak sessizlik necidir, her neyin nesidir misal, endirekt!
Hakikat anılan değil, bildirilen bir meseldir, doğrunun ta kendisidir. Bütünüyle onca yılın ardından bugünkü simsiyah ülkesinde Hrant Dink hepimizin hakikatinden bir kesit ile var olmaya devam ediyor. Nice üstü kalabalık, sırtı sıvazlanmış, benim devletimin işini bilen memurunun, şusunun ve busunun aklanıp, paklanıp temize çıktığı bir yerde, ucuz mavralar ile adaletin var edilemeyecek olduğuna bir kere daha kanıtı oluşturuyor Hrant Dink ve hakikati. Üçüncü tarafları katma7dan, Ermeni ile Türk arasındaki bir iletişimin her ne kadar elzem / ivedi / öncelikli bir mesel olduğunun altını çizmesinden bu yana kaç yıl geçtiyse, ona dair ettiği kelamdaki akan zehirli kanla yüzleşmek, sorgulamak, düşünmek ile eyleme geçmek arasındaki uçurum da bir o kadar açıldı. Gelinen noktada şu sahada bir kesim için “cesur”, “gözü kara” olarak anılan kırk beş, elli bin arasındaki bir nüfustan gayri, susmaya mahkum, devletin var ettiği kadarıyla yasını tutmaya devam eden bir öteki halk kaldı geriye. Bir halkın meramını sırtlananların katledildiği, bir kere daha hesabının bir biçimde eksik gedik konulduğu ülke gerçek kılındı.
Bir ezgide, düzene karşı muhalefetin vurup kırıp değil, doğrudan onların bildiği sözü tam olarak yeniden bildirerek, kelamı sahiplenerek mümkün olduğu bildirilmişti asırlar evvel. Bir memleketin hazin hikayesinin, arkalarda saklanmak istenen, karanlıkça tutsak edilip de yok sayılan yaralarından birisinin sesini duymak için hakikat arayıcılarına ihtiyacımız vardır. Hrant Dink tam da bu hakikatin savunucusu bir insandı, kaybının onca yıl sonraki yaranın neden hala can yakıcı olduğunu görmek için sadece yaşatılanların, Ermeni’nin her neye tekabül ettirildiğini görmek bile can yakıcıdır. Upuzun cümlelere gerek yok artık iş bu sathı mahalde. Bir can katledildi. 2007’den bu yana adaletin paramparça olunduğu bir garip girdap için sözüm ona hak yerini buldu. Ne emri var edenler, ne yol açanlar, ne tüm o devletli kademesi, ne Ankara’nın dehlizlerinde bu dava kaybolmayacak diyenler. Birkaç numunelik, gözden çıkartılan kukla, maşa, beslenip büyütülen tetikçi gibi temsil dışında bir cinayetin hesabı daha verilmedi. Tıpkı, Krikor Zohrab, Taniel Varujan, Siamanto, Melkon Gürciyan (Hrant), Yervant Sırmakeşhanlıyan, Paramaz ve yoldaşları gibi, Levon Ekmekçiyan gibi, Sevag Şahin Balıkçı gibi, muammalara kurban edilmiş Maritsa Küçük ve daha nicesi gibi. Tıpkı, geçmişten bugüne var edilmiş tüm devletin gölgesinin değdiği kırımlar gibi. Tıpkı...
Son sözü yok bu yazının, bir gün adalet tecelli ettiği vakit, sahiden hakikatin yankısı nihai olan hukuku var edebildiği vakit, insanı konuşmaya başlayacağız. Sahiden bir gün insanın o kaybın yasını tutmaya ancak böyle başlayabileceğiz. O güne kadar sadece şu geçmişten çıkagelen bir söz erimi kalsın geriye, hala Hrant Dink kimdir diye sual edenlere belki merak edip birkaç satır da olsa okurdunuz. “Ayrıştırmaların her türlüsüne karşı olabildiğince anlaşılır bir dille yazmaya, anlatmaya ve öteki dediklerimizi tanıtmaya çabalamış bir insan. Evet çok düz gelebilecek bir tespit ama her şeyden önce insan. karşılıklı olarak konuşulabileceğine, dış mihrak denilegelen (diasporaları vd.) başkalarını ortak etmeden dertlerimizi kendi aramızda paylaşıp çözümleyebileceğimize inanmış bir "insan". Ellerin bangın bangır bağırmasına, iletilerin (anladınız siz onu - tehditlerin - ) sağlı sollu gelmesine inat durup dinlenmeden olayların üzerine, çözüme gitmeye çalışmış bir "insan". Anadolu'nun yurttaşları ile kucaklaşacağı günlerin özlemini betimlemiş bir "insan". Çözümsüzlük üretmenin yol almak olarak algılandığı bir coğrafya içerisinde konuşmayı ön planda tutmaya çalışmış bir "insan". Yazdıklarından cımbızla seçilmiş bir kaç cümle ile hedef haline dönüştürülmesi bile onu bildiklerini sayıp dökmekten alı koyamamış bir "insan"dı. Neticesinde katil zanlılarını savunanların hala kindarlıkları ile beraber ekranlarda yeni cürümleri işletmek için adına yüklemler taktıkları, meşreplerince kullandıkları "insan". Ve neredeyse pek çok önemli makamdan "insan"ın bilgisi olmasına karşın yitirilen bir "insan". Dip not almanın ötesinde "emir demiri keser" diyenlerin göz göre göre yitirttiği "insan". Söyleyin hala mı "Yabancı" bu "İNSAN"?” 19 Ocak 2023, Hala Buradayız Ahparig!, Hepimiz Ermeni’nin de “insan” olduğu kısmını hala anlatmakla meşgulüz. Hala Buradayız Ahparig, tutulamayan tüm yasların bir başka zaman yeniden yaraya dönüşmesine mani olmak için isyanındayız. Özlemle...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Burak ORTAHAMAMCILAR – Euronews Türkçe
1 note · View note
barankaracan · 2 years
Text
Civardan İnsan Manzaraları 1 Selamlar, Jack Ahparig ben. Bu yayınlanacak ilk yazım. İlk yazımda beşerden insan olmaya doğru sağlam adımlar atan İran’lı Jamal’i anlatacağım. İranlı çünkü Ali Şeriati de İran’lıydı. Ali Şeriati, beşeri iki ayaklı diğer canlılardan farklı bi canlı olarak tanımlar. İnsanı ise öğrenen, ilerleyen, zındanlarından, prangalarından kurtulan, kısaca güzelliğe ilerleyen(tavsiyedir Ali Şeriati-İnsanın Dört Zindanı) olarak tanımlar. İşte Jamal bu kitap filmleştirilseydi beşerden insana geçen karakter olurdu. Baharda yağmur yağıyordur, bulutlar çıldırmıştır, inanılmaz öfke kusuyorlardır yeryüzüne. Şemsiyeniz yoktur. Yürünülmesi gereken yarım saatlik yolunuz vardır, yağmur dinsin öle çıkayım hiç ıslanmayayım hesabınız vardır. Var da var, ve tabiki Jamal’in arayacağı bir telefon var. Çalmıştır ve nerdesin gelip seni alayım der Jamal. Yapmıştır yine kendine yakışanı. Jamal; 1990nın mayısında annesini bahtiyar kılmıştır. Jamal; büyüdükçe bu çocukta ağa mayası var denmiştir. Jamal; ergenlik dönemlerinde kız arkadaş edinmektense aile kenseylerine katılmıştır, hani böyle büyük olayların çözüldüğü. Zamanla konseylerde yönlendirici olmuştur, akranlarını dövmekten geri kalmadan. Jamal; yetişkinliğe geçişinde diş tabipliğine geçmiştir. Kendisine çok daha iyi imkanlar sunulmasına rağmen kamuda kalıp çok daha küçük rakamlarla devam etmiştir. Jamal; bir baltaya sap olamamışların terapisti olmuştur. Öğrenmenin yaşı yoktur deyip otuzunda içindeki öğretmeni keşfedip bir hukuk bir de tıp fakültesi öğrencisi kazandırmıştır. Zorla yaptı bunu evet. Jamal; kediden köpekten huylanmasına rağmen sokak hayvanları için sokaklarda mama dağıtmıştır. Jamal; araba yolculukarında şarkı türkü yerine Dücane Cündioğlu dinllemiştir. (İçindeki haylaz çocuğa zorla felsefe öğretti) Jamal; bu hayattan ne istediğini bilmiştir, ona iyi geleni yudumlayıp kötüyü ise tükürüp atmıştır. Jamal; özsaygının ne denli mühim olduğunu çevresine çok iyi işlemiştir. Rol modelim ben demiştir yaşamı, kavrayışı. Jamal; insan darlandığında ilk akla gelendi. Jamal; noldu demeyen nerdesin diyendi. Jamal; aynı yaşta olunmasına rağmen ulan nasıl bu kadar benden daha iyi görebiliyor dedirtendi. Jamal’in kalitesi Selamunaleykum derdi. Bazılarımız şanslı Jamal ile arkadaş. Bazılarımızın yolu meşakkatli. Jamal’in benimsediği beşerden insanlığa devam yolu, vesveselerle önyargılarla dolu. Unutulmuş bir doğum gününün kefaletidir. İyi ki varsın Jamal.
0 notes
gazetelinkmedya · 4 years
Text
Fahrettin Altun: FETÖ Hrant'ı bizden koparalı 14 yıl oldu
Fahrettin Altun: FETÖ Hrant’ı bizden koparalı 14 yıl oldu
Fahrettin Altun’un “FETÖ Hrant’ı bizden koparalı 14 yıl oldu” sözlerine Rakel Dink’ten yanıt: “Basitçe söyleyelim; ‘Hrant’ı FETÖ öldürdü’ demek, ‘ben yapmadım elim yaptı’ demektir”…➡️Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in katledilişinin 14’üncü yıl dönümünde paylaştığı mesajda “Hain terör örgütü FETÖ Hrant’ı bizden koparalı 14 yıl…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
metsov · 4 years
Video
vimeo
Buradayız Ahparig - We Are Here Ahparig 
A short video of a commemorative march in honor of Hrant Dink, an Armenian-Turkish journalist who has murdered by an ultranationalist Turk. Hrant devoted his life to working toward justice and reconciliation. 
Slogans in Turkish are seen, such as “Katilleri koruyan cinayete ortaktır” meaning “Those who protect murderers are partners (to the crime)” and “Adalet halkların elleriyle gelecek” meaning “Justice will come by the hands of the people”. Others hold up slogans in Armenian and Kurdish: “Բոլորս Հրանդ ենք, Բոլորս Հայ ենք” and “Em hemû Hrant in, em hemû Ermeni ne” a message of solidarity meaning “We are all Hrant, we are all Armenian”.
4 notes · View notes
frtgms93 · 4 years
Text
Tumblr media
Evet, kendimi bir güvercinin
ruh tedirginliği içinde görebilirim
ama biliyorum ki bu ülkede
insanlar güvercinlere dokunmaz.
Böyle yazmıştı , bembeyaz kanatlarıyla uçup gitmeden veya yırtık ayakkabısını giymeden önce.
19 Ocak 2007
“Mama”lardayız anneannemlerde yani..
Babanın işten çıkmasını , gelip bizi almasını beklerken ;
önünden geçtiğimizde ,üstündeki anten oynadığında ve hatta kendinden 3-4 metre uzaktaki priz teprendiğinde bile karıncaların filmini oynatmaya hazır arçelik televizyona bakarken birden son dakika haberleriyle öğrenmiştim.
Hrant dink diye birinin 5 dakika önce yaşadığını ve öldürüldüğünü.
Kimdi bu Hrant neden güzel abiler güzel ablalar ağlıyordu televizyonda.Neden hepimiz ermeniydik neden kardeşimsin Hrant.
Zaman geçince beyin vücudu yönetmeye başlayınca anlıyordun bazı şeyleri.
Yaşarken bile buğulu bakan adamların ,öldükten sonra gözlerinden okunan kelimelerin anlamı neden bu kadar basit ama imkaansız.
Benden bilmem kaç yaş büyük bir adama neden #kardeşimsinhrant diyorum
Nazım ‘ın dediği gibi
“Dostlar ki bir kerre bile selamlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz.
Ve düşmanlar ki kanıma susamışlar....”
Bir insanın yırtık ayakkabısında filizlenen şeyin adının anlaşılmak olacağını düşünmek ne kadar tuhaf .
Anlaşılmanın en büyük nimet olduğunu fark etmektenmidir bilmem.
Ama her 19 ocak ta her Ermeni lafında aklıma gelen buğulu gözlerin sahibini kardeşimmmmm diyerek sahiplenmek ona borç ödemek gibi.
Elinden çalınan hayatın borcu
Kökeni yüzünden başkalaştırılmasının borcu
Ben bu ülkede ölmek, bu ülkede yaşamak istiyorum demenin borcu.
Sebat apartmanın önünde yatan sadece senmiydin ?
Gelin önce birbirimizi anlayalım demiştin ?
Sen gittin bizse kendimizi güvercin tedirginliğinde bile bulamıyoruz, artık güvercinleride vuruyorlar ahparig.....
5 notes · View notes
sybllll · 4 years
Photo
Tumblr media
#Repost @sunay.akin with @make_repost ・・・ Doğum günün kutlu olsun ahparig, sevdiğin bir şiirimi armağan ediyorum sana, hasretle: Kardeşiyle sokaklarda hep bir örnek giydirilen sen nasıl sevmezsin eşitliği yürürken düşen çoraplarını aynı hizaya getirmek için annen değil miydi önünde diz çöken? https://www.instagram.com/p/CFKWFS1jlnk/?igshid=1tq1zursddnyc
4 notes · View notes
chriak · 7 years
Photo
Tumblr media
#ahparig (at Istanbul Province)
0 notes