Tumgik
#günün hikayesi
Text
" İhtimaller can yakar.. "
24 notes · View notes
sovemedimgitdiye · 2 years
Text
Eskiden sevilmediğim kadar sever,çabalardım şimdiyse büyüdüm sevilmediğim kadar kırıyorum. Her şeyin acısını çıkarmak istercesine kalp kırıyorum oysa ki ben böyle biri değildim.
28 notes · View notes
dijitalyerli · 2 years
Text
Tumblr media
Ona; "Bak senin için ölüyorum" Seni sevdiğim için ölüyorum; fakat madem ki sen bunu biliyorsun, işte artık mutluyum...
Mehmet Rauf - Eylül 🍁
5 notes · View notes
Text
Günün Kitap Önerisi: Sonsuz Evren
Günün Kitap Önerisi: Sonsuz Evren Kozmosun Yeni Hikayesi Yazar: Paul J. Steinhardt, Neil Turok Çevirmen: Murat Metehan Türkoğlu Günün Kitap Önerisi: Sonsuz Evren Kozmosun Yeni Hikayesi Modern evren kuramıyla ilgili en çok sorulan soru şudur: Büyük Patlamadan önce ne vardı? Günümüzde fizikçiler bu soruya cevaplar aramaya başladılar. Evrenin kökeni, evrimi ve geleceğiyle ilgili çalışmalarıyla tüm…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
otadam · 2 months
Text
Gece yarısı saatlerini çoktan devirdim. Göz kapaklarım ağırlaşmıyor, bedenim yorgun ama zihnim çok daha fazla. Uykusuzum. Karanlığın içindeki sessizlik, d��şüncelerimin yankısı oluyor. Yatakta dönüp dururken, zihnimde beliren sorularla boğuşuyorum. Yaşamı, insanları, ilişkileri sorguluyorum. Bir insan neden sevilir, neden terk edilir? Birinin hayatında nasıl bu kadar önemli, başka birinin hayatında ise nasıl bu kadar önemsiz olabilirim? İlişkiler nasıl bu kadar karmaşık olabilir? Sözler, vaatler, umutlar nasıl bu kadar kolay yıkılabilir? Kafamın içinde yankılanan soruların cevapları, uykumu benden çalan birer hırsız gibi. Hayatı sorguluyorum. Anlamını, amacını... Her gün aynı döngüde kaybolup gidiyoruz. Sabahları işe gitmek, akşamları eve dönmek, televizyonun karşısında vakit öldürmek. Bütün bunlar neden? Yaşam bu kadar basit mi olmalı? Yoksa, kendimizi avutmak için mi bu döngünün içinde kayboluyoruz? Gerçekten mutlu muyuz, yoksa sadece mutluymuş gibi mi yapıyoruz? İnsanların yüzlerindeki maskeleri düşünüyorum. Herkesin bir hikayesi var, anlatılmayan, gizlenen. Yüzlerdeki sahte gülümsemelerin ardında yatan acılar, hayal kırıklıkları... Kimse tam olarak kim olduğunu göstermiyor. Neden bu kadar korkuyoruz kendimizi açmaktan, neden bu kadar korkuyoruz reddedilmekten? Uyuyamıyorum. Kafamın içinde dönüp duran bu soruların ağırlığı altında eziliyorum. Gözlerim kapanmıyor, düşüncelerimi susturamıyorum. Belki de hayatın anlamı bu sorularda gizlidir. Belki de bu soruların hiçbiri cevaplanmayacak, belki de her birimizin kendi cevaplarımızı bulmamız gerekiyor. Karanlık odada yalnızım. Ama aslında yalnız değilim; düşüncelerim, sorularım ve sorgularımla birlikteyim. Belki de uykusuzluğumun sebebi budur. Belki de uykusuzluk, bana yaşamı sorgulamam için bir fırsat veriyordur. Ve belki, bu uykusuz gecelerde bulduğum cevaplar, günün ilk ışıklarıyla birlikte anlam kazananır, kimbilir...
11 notes · View notes
gokyuzuveumuut · 3 months
Text
Bizimkisi bir aşk hikayesi…👊🏿
Birazda ustalık yapalım..☕️🤓💪
Günün ilk doz kahvesi alınırken….
Tumblr media
12 notes · View notes
azad30altug · 5 months
Text
CELAL BAŞLANGIÇ'IN KALEMİNDEN: YEŞİLYURT'TAKİ DIŞKI YEDİRME HABERİNİN HİKAYESİ
68 yaşında vefat eden gazeteci Celal Başlangıç, Cizre'nin Yeşilyurt Köyü’nde köylülere dışkı yedirilmesini ortaya çıkardığı haberinin hikayesini şu sözlerle anlatmıştı: "İnanamıyordum. Üstüne basa basa sordum: Size insan pisliği mi yedirildi?'"
Artı Gerçek - Kürtlerin hedef alındığı hak ihlallerini ifşa eden haberleriyle hatırlanan gazeteci Celal Başlangıç, uzun süredir tedavi gördüğü Almanya'da vefat etti. Artı TV ve Artı Gerçek'in kurucu yayın yönetmeni olan Başlangıç, Cizre’nin Yeşilyurt Köyü’nde köylülere dışkı yedirilmesini ortaya çıkaran isimdi. 1989 yılında yaşanan olay bir ilk değildi ama Başlangıç'ın haberiyle, sorumlusunun mahkum edildiği ilk olaydı.
Başlangıç, o gün Yeşilyurt köyünde yaşananları ve haberin Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmasına giden süreci Bianet için kaleme aldığı yazıda şöyle anlatmıştı:
Play Video
"Buluşma saati gelmişti.
Dışarıda yağmur, karanlık, bir de soğuk var.
Elektrikler biraz önce kesildi. Otuz kişilik yer sofrasından geriye tabaklardaki artık kalmıştı. Sıyrılmış kuzu kemikleri ve pirinç tanelerine, solgun mum ışığı vuruyordu.
Günlerdir yaşananlar, derin çizgilere dönüşüp sofranın çevresindeki herkesin yüzüne yapışmıştı gölge gölge. Suskunluğu sesi egemendi; iç çekme, öksürük, tesbih şakırtısı, çakan çakmak, sönen çakmak...
Yeşilyurt köylüleri bekliyordu. Soğuk bir karanlıktaydılar mutlaka.
Kalkmam gerekiyor.
"Ben gidiyorum."
Sanki boşluğa düşmüştü bu ses. Gözler gizliden gizliye birbirine değdi.
Gözlerin birleştiği noktada Cizre'nin Sosyaldemokrat Halkçı Partili (SHP) Belediye Başkanı Tahir Vesek vardı. Belli ki gecenin bu saatinde evinden bir kişinin tek başına çıkması onu tedirgin ediyordu.
Yemek boyunca ayakta dikilip duran ince uzun gence parmağının ucuyla belli belirsiz bir işaret yaptı. Fırlayıp çıktı dışarı, işareti görünce.
Dışarıda yağmur, soğuk, bir de karanlık vardı. Tahir Vesek cama doğru uzattı elini:
"Şimdi gidebilirsin. İşin bitince çocuklar seni geri getirir. Sakın sokaklarda yalnız gezme."
Oda geniş bir avluya açılıyor, avlunun çevresi kale gibi yüksek duvarlarla çevrili. Amansız bir kan davasının ürünü bu duvarlar. Avludan dış kapıya kadar uzun bir koridor var. Her girintide filinta boylu gençler bekliyor.
Dış kapı açıldı. Çevredekiler kartal bakışlı, elleri kabzaya bir solukta uzanacak tetiklikte.
Hala bekliyordur Yeşilyurt köylüleri.
İki koldan iki insan kümesi, elektrik direklerinin diplerinden karanlığa doğru daldı. Bir "U" biçiminde sarmışlardı çevremi. Ceketlerinin yırtmacı, bir kabza kalınlığında açılmıştı. Soğuğa ve yağmura, bir de karanlık eklenince ortalık olduğundan da fazla ürkünçleşiyordu.
Bölgede yaşanan işkence olaylarını incelemek için yola çıkan SHP heyetiyle birlikte Batman üzerinden İdil'e, oradan Cizre'ye gelmiştik. Yol boyunca korkunç işkence öyküleri dinlemiş, büyük bir gözaltı dalgasının yarattığı tedirginliğe tanık olmuştuk.
Her yerde karşımıza işkence yaralarını hala üzerinde taşıyan, gözaltına alınan yakınlarının akıbetini merak eden insanlar çıkıyordu.
İdil'den Cizre'ye geçerken SHP Merkez Disiplin Kurulu Üyesi olan İdilli avukat Hasip Kaplan kalabalıktan sıyrılıp yanımıza gelmişti. İşkence ve gözaltı belgeleri vardı Kaplan'ın elindeki dosyalarda. Bunlardan biri de elle yazılmış iki sayfalık dilekçeydi ve işte bu dilekçe beni Cizre'nin karanlık sokaklarından Yeşilyurt köylülerine doğru götürüyordu.
Günlerdir süren bir kabus yaşanıyordu Cizre'de.
İdil Caddesi'nden gelen polis aracı, yolun soluna yanaşmış. Kapıları açan resmi giysili iki polis tam araçtan inerken çapraz ateşe tutulmuşlar.
Günün tam ortası. Tarih 13 Ocak 1989... Saat 13.25...
İki kişiymiş ateş edenler. Cizre'de bir yıldır süren "kaldırımüstü cinayetleri"nin bir benzeriymiş yaşanan. İki tetikçi 14'lü tabanca, yakın mesafeden çapraz ateş... Ancak bir farkla ki, bu kez öldürülenler ihbarcılar değil, polisti!
İşte bu olay, bir dönüm noktası olmuştu Cizre'de. İki polisin öldürülmesiyle ilçede büyük bir operasyon ve gözaltı dalgası başladı.
Mahalleler tutuldu, girişler çıkışlar yasaklandı. Çarşıya ancak "ekmek alabilecek kadar küçük çocuklar" gidebildi. Büyük bir gerginlik yaşanıyordu Cizre'de. Bir yandan operasyon sürüyor, evlerin kapıları kırılıyor, içerdekiler dövülüyor, kimi gözaltına alınıyor, diğer yandan da halkın tepkisi giderek artıyordu. Geceleri "ilan edilmemiş bir sokağa çıkma yasağı" uygulanıyordu. Anlatılanlara göre, gözaltına alınanların sayısı 300'ü aşmıştı.
celal-baslangic-001.jpgCelal Başlangıç milletvekilleri Cüneyt Canver, Fuat Atalay ve Yeşilyurt Köyü Muhtarı Abdurrahman Müştak ile birlikte Yeşilyurt köyünde. (Fotoğraf: Cengiz Mumay)
İşte böyle bir Cizre'de, gecenin karanlığında, Yeşilyurt köylüleriyle sözleştiğim dükkanı arıyordum. Tahir Vesek'in evinden birlikte çıktığım gençler de bir bir bakıyorlardı kararlığın gölgesindeki tabelalara. Biri, "Tamam, buldum" dedi , "Kent Gıda Pazarı..."
Dükkanın aralık kapısından içeri girdim.
İçerde sekiz kişi oturuyordu. Sekizi de Yeşilyurtlu. Hasip Kaplan'ın bana İdil'de verdiği dilekçenin fotokopisini uzattılar:
"Okun mu bunu?"
Okumuştum ama, inanılır gibi değildi. Dilekçe önümde duruyordu. Mumun titrek ışığında gördükleri daha bir inanılmaz geliyordu insana.
"Cumhuriyet Savcılığı'na,
Sanıklar: 14-15 Ocak 1989 günü Yeşilyurt köyüne gelen güvenlik kuvvetleri.
Suç: Efrada suimuamele, işkence
Olay: 1) 14-15 Ocak 1989 gece saat 02.00'de Cizre'ye bağlı Yeşilyurt köyümüz, jandarma, komando, özel tim ve diğer güvenlik güçlerince sarılmıştır. Sabaha doğru köy yakınında bir eşek ve iki sıpa karaltı olarak görülmüştür, açılan ateş üzerine eşek yaralanmıştır.
2) Köye giren güvenlik görevlileri ise köyden üç kişinin kaçtığını söyleyerek tüm köylüleri kadın erkek bir araya toplamışlardır. Evler aranmış, hiçbir suç unsuru bulunamamıştır. Kadınların tek tek ağızları açılarak bakılmış, üstleri aranmış, tüm erkekler yüzükoyun yere yatırılmıştır. Burada sürekli olarak "Siz PKK besliyorsunuz, düşmansınız, bu köyü yıkacağız" denilerek her türlü küfür edilmiştir. Köy muhtarına 'Sen devletin değil, PKK'nin muhtarısın' denilmiş, yere yatırılan köylülerin sırtında, karda kışta saatlerce güvenlik güçleri gezmiş, kaba dayak atılmıştır.
3) Muhtar Abdurrahman Müştak, amcası Kamil Müştak, Abdullah Gündoğan ve Bahattin Müştak soruşturmaya alınmış, saatlerce dayak atılarak yaralanmışlardır.
4) Çevreden insan pisliği toplatılarak, muhtarın amcası Kamil Müştak'a, zorla, tek tek, yaşlı genç demeden pislik ağızlarına verilmiştir. Daha sonra bu insan pisliği, Kali Müştak'ın oğlu olan Bahattin Müştak'a zorla babasının ağzına verdirilmiştir. Yaşlı olan Kamil Müştak yaralanmıştır. Abdurrahman Müştak yaralanmış, Abdullah Gündoğan yaralanmıştır.
5) 15 Ocak günü köylü bırakılmamış, şikayet etmeleri önlenmiş, Kamil Müştak ve Ahmet Kaya yalınayak karda yedi kilometre ötedeki Cizre ilçesine götürülmüştür.
6) Köyde hiçbir suç unsuru bulunmadığı halde, her türlü aşağılık, yakışıksız ve yaslara aykırı olarak bize suimuamelerde bulunulmuş, işkence yapılmıştır."
Karanlıkta bir daha yüzlerine baktım. Okuduklarıma inanamıyordum. Üstüne basa basa sordum:
"Size insan pisliği mi yedirildi?"
Sekizi birden kafasını salladı:
"Evet, hepimize birden insan pisliği yedirilmiştir."
ARKA BACAĞI YARALI TERÖRİST!
Yeşilyurt köylülerinin başına gelenler pek öyle inanılır cinsten değildi. Aslında 12 Eylül'den bu yana yaşadıkları sözün dar gelmeyeceği bir öyküydü. Ama onlar sadece 14-15 ocak gecesi başlarına gelenleri bir dilekçeye yazıp önce Cizre Cumhuriyet Savcılığı'na, ardından Cumhurbaşkanlığına [Kenan Evren], Anavatan Partisi (ANAP), Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), Doğru Yol Partisi (DYP) genel merkezlerine, İçişleri Bakanlığı'na [Mustafa Kalemli], Genelkurmay Başkanlığı'na [Necip Torumtay], İnsan Hakları Derneği'ne göndermişler, bu baskı belki bir gün biter diye.
12 Eylül'den bu yana hiç boş bırakılmamış Yeşilyurt köylüleri. "Korucu ol" baskısı, "Bize silah teslim etmezseniz..." tehdidi, gece baskınları, gündüz baskınları... 12 Eylül 1980'de 120 ev ve yedi mezrasıyla Cizre'nin en büyük köyü olan Yeşilyurt'ta ev sayısı 80'e inmiş. Onlar yıllardır yaşadıklarını değil, sadece bir gece başlarına gelen utanç verici öykülerini son bir umutla duyurabileceklerine inandıkları her yere dilekçe yazıp göndermişler.
Aslında resmi makamlara verilen bu dilekçede anlatılanların çok daha ötesindedir Yeşilyurtluların yaşadıkları.
13 Ocak'ta iki polisin öldürülmesinden sonra ilçe merkezinde başlatılan operasyonlar, bir gece sonra köylere kaydırılmış. Cizre'ye yedi kilometre uzaklıkta olan Yeşilyurt köyünün çevresi, komando, özel tim, jandarma ve yörede görev yapan "sivil zevat" tarafından sarılmış.
15 Ocak başlayalı daha birkaç saat olmuştur. Saat 02.00'de kuşatma tamamlanmıştır. Köye birkaç yüz metre uzaklıktaki mezrada üç karaltı hareket eder. Askerler yaylım ateşine başlarlar. Karaltılar kaybolur. Köyün dört bir yanından ateş edilmektedir. Sıcak yataklarındaki Yeşilyurtlular neye uğradıklarını anlayamazlar. O anda anons duyarlar:
"Başını çıkartan öldürülür. Herkes evine gitsin. Pencerelerin kepekleri kapatılsın."
Köyü bir sessizlik basar. Köy halkı evlerine çekilmiş, ne olacak diye beklemektedir.
Bir süre sonra görevli binbaşı, herkesin evlerinden çıkmasını ister. Kadın erkek, çoluk çocuk... Hatta çocukların beşikleriyle kapının önüne konulması emredilir. Bütün köy halkı alanda toplanmıştır. Komutan, kadınlarla erkeklerin ayrılmasını ister. Sonra, erkeklere döner, yaşlılara gençlerin iki ayrı grup oluşturmasını söyler. Yörede yaşlılık ölçüsü altmış ve sonrasıdır. Komutan genç gruba döner, "Yere yat" emri verir. Sonra köyden üç teröristin kaçtığını söyleyerek bunların bir an önce bulunmasını ister. Muhtar Abdurrahman Müştak ile amcası Kamil Müştak, köyde terörist olmadığını anlatmaya çalışırlar. Bunun üzerine muhtarla amcası "sorguya" alınır. Yörede "sorgu", aslında kaba dayaktır. Ardından komutan, askerlere emir verir ve onlar da yere yatmış gençlerin üzerinde dolaşırlar bir süre.
Köydeki tüm evler aranır. Hiçbir suç unsuru bulunmaz. Ama jandarma, köylülerin ilçeye inip şikayet etmesini önlemek amacıyla köyden ayrılmaz. Bu arada köyün çevresindeki göçebeler, muhtara bir haber salarlar. İş anlaşılmıştır. Köyden sabaha karşı çıktığı sanılan üç terörist, köyün eşeğiyle onun sıpalarıdır. Muhtar, açılan ateş sonucu arka ayakları parçalanan eşekle başında bekleyen sıpalarını alır, ahıra kapatır.
Ertesi gün binbaşı gelir, "Teröristleri buldun mu?" diye sorar muhtara. "Evet" der muhtar, "Buldum". Komutan duyduklarına inanamaz. Nerede olduklarını merak etmektedir. Muhtar ahırı gösteri; "İşte orada". "Ne işleri var orada?" diye bağırır komutan. Muhtar sakindir, yanıtlar:
"Eşekle sıpalarıdır. Dün terörist diye onları vurmuşsunuz."
Sonu dışkı yedirmeye kadar varacak olan baskı ve işkenceler işte bu olaydan sonra bir dilekçeye dönüşür ve ilgili olduğuna inandıkları her kişiye, kuruma başvururlar. Bir de raporları vardır ellerinde işkence gördüklerine dair.
'GİTMEYİN SİZİ VURACAKLAR'
"Bir kazaya kurban gitmemek" için yazıyı bölgeden ayrıldığım gün yazdım.
Ancak, 1989'un Ocak ayında "Yeşilyurt köylülerine asker dışkı yedirdi" diye bir haber girebilir miydi?
Bu soruya "Evet" demek pek kolay değildi.
Bu yüzden haber olarak değil de izlenim olarak yazdım. Dışkı yedirme olayını yazının sondan bir önceki paragrafına deyim yerindeyse "gizledim". Başlığını da "Münferit bir işkence öyküsü" diye attım.
22 Ocak 1989 tarihli Cumhuriyet'te, birinci sayfadan tek sütuna anonslanarak yayınlandı yazı.
Ancak korktuğum başına gelmişti.
Sondan bir önceki paragrafa gizlediğim "dışkı yedirme" olayı, köylülerin bu konuyla ilgili anlatımları tümüyle çıkartılmıştı yazıdan.
O zamanlar böyle durumlarda akla ilk gelen soru "Bu mesleği bırakmalı mı artık?" oluyordu.
Değişik duyguların git-gelinde yaşarken telefon çaldı. Arayan Genel Yayın Müdürü Hasan Cemal'di.
"Yazın çok güzel olmuş eline sağlık" diyordu.
Durumu anlattım, atılan bölümü aktardım ve artık gazetecilik yapmanın pek anlamlı olmadığını, bu yüzden istifa etmeyi düşündüğümü söyledim.
O da şaşırmıştı.
"Köye bir daha girer misin?" dedi. Hiç tereddüt etmeden "Evet" deyince, "Sen köye git, ben de manşet yapacağım" diye söz verdi.
Cumhuriyet'in Adana'daki bürosunda yeniden Yeşilyurt'a gideceğimi duyan herkes aynı görüşte birleşiyordu:
"Gitme, senin vururlar."
Bu tartışma sırasında, bürodan içeri SHP Adana Milletvekili Cüneyt Canver girdi. "Gitmeli mi, gitmemeli mi" tartışmasına o da karıştı. sonunda Canver kararını açıkladı:
"Gidersen ben de seninle gelirim Yeşilyurt'a."
Bu kimsenin görüşünü değiştirmemişti:
"Gitmeyin, bu sefer ikinizi de vururlar."
'DEMEK Kİ DAHA KALABALIK GİTMEK GEREKİYORDU'
Demek ki, daha da kalabalık gitmek gerekiyordu.
SHP Diyarbakır Milletvekili Fuat Atalay'ı aradım. "Tamam" dedi Atalay, "Ben de gelirim."
Sonunda bir plan yapıldı. Canver'le ben Adana'dan Cizre'ye gidecektik. Atalay da ilk uçakla Ankara'dan Diyarbakır'a gelecek, orada Siirt muhabirimiz Cengiz Mumay'la buluşacaktı. Birlikte Cizre'ye geçeceklerdi. Buluşma yerimiz de Cizre Belediye Başkanı Tahir Vesek'in makamıydı.
Hemen Tahir Vesek'i aradım "Biz geliyoruz" diye.
Daha bu telefonun üzerinden yarım saat geçmemişti ki Vesek, Cizre'den soluk soluğa arıyordu.
"Senin telefonun ardından bana 'faili meçhul' bir telefon geldi. 'Gelmesin, vurulacak' diye."
Belli ki telefonlar çok sıkı dinleniyordu. Hatta dinlemeye kalmayıp tehdit etmeye de sıvanmışlardı.
Tumblr media
8 notes · View notes
ruyalardankorkankiz · 8 months
Text
Orion takım yıldızının bende çok önemi var, en sevdiklerimdendir. Hikayesi hep beni etkilemişti. Sizlede paylaşmak istedim.
Orion takım yıldızı, bir elinde kırılmaz bir sopa diğerinde de aslan derisi taşıyan bir erkek figürü olarak tasvir edilir. Mitolojiye göre ise Orion, deniz tanrısı Poseidon ve Girit Kralı Minos'un kızı Euryale'nin oğludur.
Orion oldukça iri bir cüsseye sahiptir, neredeyse dev gibidir ancak iri yarı fiziği, çok güzel bir yüzle taçlandırılmıştır. Babası Poseidon, Orion'a denizin üzerinde yürüyebilme yeteneği vermiştir. Yakışıklılığı ile nam salan Orion'un sayısız kere başı kadınlarla derde girer.
Kral Oinopion'un kızı Merope'ye kur yapan ancak başarılı olamayan Orion, içkiyi fazla kaçırınca Merope'ye saldırmaya kalkar. Kral Oinopion ise onu cezalandırıp gözlerini kör eder.
Gözleri artık görmeyen Orion, yardım aramaya çıkar. Demir tanrısı Hephaistos'un çekiç seslerini dinleyerek ona ulaşır ve ondan gözlerinin açılması için yardım ister. Hephaistos ona, dünyanın doğusuna gitmesini ve doğan güneşin iyileştirici ışınları yüzüne vurduğunda yeniden görebileceğini söyler. Doğudaki Lemnos Adası'na doğru yola koyulan Orion'un burada gözleri yeniden açılır.
Günün birinde Tanrıça Artemis tarafından avlanırken görülen Orion, yakışıklılığı ve cazibesiyle güzel tanrıçayı kendine hayran bırakır.
İlk görüşte Orion'a aşık olan Artemis, kendi kendine aldığı evlenmeme kararını hiçe sayacak kadar bu adamın büyüsüne kapılır. Ancak Artemis'in kardeşi Apollon, kız kardeşinin bu iri cüsseli mahlukla evlenmesini istemez. Çünkü Apollon'un gözünde bu adam kardeşine layık biri değildir. Lakin Apollon ne yaparsa yapsın Artemis'i ikna edemez ve en sonunda çareyi Orion'u öldürmekte bulur.
Bir gün Orion, denize girmiş yüzüyordur ancak kıyıdan o kadar uzaklaşmıştır ki, uzaktan başı küçük, kara bir nokta gibi görünür.
Eline geçen bu fırsatı değerlendirmeye kararlı olan Apollon, kız kardeşini yanına çağırır ve uzaktan görünen bu kara noktayı işaret ederek, 'Okunu oraya kadar fırlatabilir misin?' diye sorar. Heyecanlanan Artemis, o kara noktanın sevdiği adam olduğundan habersiz yayıyla okunu hazırlamaya koyulur ve oku hedefe doğru gönderir.
Çok iyi bir nişancı olan Artemis'in oku hedefi tam on ikiden vurur. Tanrıça, bilmeden sevdiği erkeğin ölümüne sebep olmuştur.
Bu ölüm, Artemis'i kahreder ve yaşamla olan bağı günden güne kopmaya başlar. Ay tanrıçası Artemis'in içindeki acı bir türlü dinmediği için ayın bu kadar soğuk, kasvetli ve cansız bir yer olduğu söylenir. Artemis, Orion'un cansız bedenini gümüşten yapılmış ay arabasına koyar ve kendi elleriyle gökyüzüne taşır. Sevgilisinin gökyüzündeki en parlak yıldız olabilmesi için en karanlık yeri seçer ve geceler boyu, parıl parıl parlayan Orion'u seyreder.
Bir başka rivayette ise Orion, Artemis'e karşı uygunsuz davranışlarda bulunur. Bu yüzden, akrebin Artemis tarafından Orion'u öldürmek üzere yollandığı söylenir.
10 notes · View notes
gelmemeyegidenlerdnn · 5 months
Text
Yokken bile en çok olan sana.. :)
35 notes · View notes
maria-puder-blog · 1 year
Text
Tumblr media
Günebakan güneşe tapan, “aşkından kavrulup kara dumana kaçan” denmiş. Bunun sebebi ise günebakanın mitolojik hikayesi…
Kare kare fotoğraf çektirdiğimiz günebakan çiçekleri, belki de çaresiz bir aşık olarak köklendiği topraklarda günün ilk ışıklarıyla beraber Apollon’u takip ediyor, yeryüzüne akşam çökünce hüzünle boynunu büküp yaşadığı aşkı düşünüyordur, kim bilir?
22 notes · View notes
censorvitae · 1 day
Text
Vedamı bugüne sakladım sevgili Vareste. Bir yok oluşun hikayesi gibi gelmesin kulağına ama bir yerlerde de devam etmesin. Derdim şu ki, kenarında köşesinde dans ettiğimiz sokaklarımız olsun, boynuma sürdüğüm greyfurt kokusunda büyü, sonra doğ ve doğur kendini. Ellerin titremesin, çakın sende kalsın, sözlerini unut ve gözlerini sil. Ben sırtımdaki bıçakları ağır ağır çıkarıyorum bana bıraktığın son mirastan da kaçmak için. Olan her şeyin anısına ve olmayan binlerin huzurunda diyorum, seslenecek takatim yok, sana eriyen içim yok. Karşımda fazla sevgiden ağlayan sen artık yok. Eski sana olsun vedalarım, eski bana olsun vedalarım. Ben yokum. Seni bekleyen beni öldüreceğim bu gece. Seni beklediğim günleri öldüreceğim. Ninniler ölecek, çiçekler ölecek. Kurmacadan ibaret geçmişimden soyunacağım. Bir yok olacağım. Koca bir gülüşü sildin bende senden doğan, boynuma asılı kokuyu keseceğim. Senin tesirin benim kalemimden yazıldı, sen benim kalemimden yazıldın, bir çırpıda seni ben sileceğim Vareste. Olmamış, olmayacak ve hiçbir zaman olmayana bu sözler. Bir daha kimse için etmem kendimle kavgamı. 6 ağustos, ölüm günün kutlu olsun.
3 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 8 months
Text
Tumblr media
Kıymetli dostlar, torunlarımı ziyaret için Konya'da bulunmaktayım.
《Bu gün 15 Ocak 2024 Mavi Gözlü Dev Nazım Hikmet’in 122.doğum günü; iyiki doğdun Nazım.
Doğum günün kutlu olsun.》
Tahir ile Zühre Türbesi, Konya'nın merkez Meram ilçesi, Meram Lisesi arkasında daracık bir sokakta, apartmanlar arasında kalmış bir yer...
Ve Tahir ile Zühre'nin hikayesi.
TAHİR İLE ZÜHRE MESELESİ
Birbirlerini çok sevmiş ama kavuşamamış olan Tahir ile Zühre türbesini ziyaret ettim.
Tahir ile Zühre'nin hikayesi: 13. yüzyılda yaşanmış.
O dönemde Konyada yaşanmış bir hikayeden ziyade; bir destan.
Arzu ile Kamber, Ferhat ile Şirin, Mecnun ile Leyla, hatta Romeo ile Jüliyet'in hikayesi ne ise bunların ki de aynı.
13. yüzyılda Konya'da yaşanan aşk destanı; o yıllar da bir Sultan ın ve Vezirinin çocukları olmuyor, buna bir çare ararken bir ak sakallı bilge onlara, bir elmayı ikiye böler ve yarısını Sultana diger yarısını da vezire verdikten sanra, derki sizler bu yarım elmaları yiyeceksiniz, yedikten dokuz ay sonra Sultanın kızı, vezirin oğlu olacak, isimlerini de Zühre ve Tahir koyacaksınız der, ak sakallı bilgenin dediği gibi dokuz ay sonra çocukları olur ve onların büyüyüp evlenme çağı geldiğinde evlendireceksiniz der.
Tahir ile Zühre birarada büyürler, birgün Zühre Tahir'i öper, Tahir buna tepki gösterir, Biz kardeşiz beni neden öptün der, Zühre'de kardeş olmadıklarını anlatır, Tahir'i inandırır.
İkisinin arasındaki aşk gün geçtikçe büyür.
Tahir ile Zühre 'nin babaları durumu biliyor ama Zühre'nin annesi durumu bilmiyor.
Zühre'ye gizli gizli aşk besleyen köle kara çalı bunların aşkını kıskanır, aralarını bozmak için Zühre nın annesini ikna eder ve annesi de Sultanı ikna ederek Tahir'i Mardin kalesi zındanına koyarlar 7 sene zındanda kaldıktan sonra Tahir tekrar Konya'ya döner, Zühre'nin dadısının yardımıyla tekrar buluşmaya başlarlar.
Buluşmalarını, köle kara çalı yine görür ve Zühre nın annesine söyler.
Tahir'i sultanın askerleri yakalayıp, ellerini ve ayaklarını bağlayıp Beyşehir gölünde bir kayıga koyarlar.
Ölmek üzere iken göl beyi Tahir kurtarır sarayına götürür.
Ama gölbeyinin de üç kızı vardır.
Orada bir müddet kaldıktan sonra; boylu poslu yakışıklı olan Tahir e göl beyinin kızları aşık olurlar ve aralarında kavgaya başlar, gölbeyi durumu öğrenir ve Tahir'in kellesini ertesi gün vurduracaktır.
Gölbeyinin kızlarından birisi yardım ederek Tahir'i kurtarır.
Tahir tekrar Konya'ya gelerek, Zühre nin dadısının yardımıyla görüşmeye başlarlar.
Zühre yi adım adım takip eden köle kara çalı, durumu tekrar kızın annesine anlatır.
Sultanın askerleri Tahir e saldırırlarken , Zühre vaziyeti görünce Tahiiiir diye bağırmaya başlar, Tahir de Zühre ye bakarken, askerler yere düşen Tahir i lime lime doğrarlar.
Tahir'i o vaziyette gören Zühre, Tahir'in yanıbaşında oracıkta ölür.
Zühre'ye aşık olan kara çalı da kendini hançerliyerek ölür.
Tahir ile Zühre'nin öldükleri yerde iki gül biter, Tahir in mezarında kırmızı gül, Zühre'nin mezarında beyaz gül biter.
Onları mezarlarında bile buluşturmayan köle kara çalı, ikisinin mezarının ortasında biter.
Size şimdi Şair Nazım Hikmet 'in yazdığı bu şiiri sizlerle paylaşıyorum.
Saygı ve selâmlarımla.
TAHİR İLE ZÜHRE MESELESİ
Tahir olmakta ayıp değil Zühre olmakta.
Hatta sevda yüzünden ölmekte ayıp değil
Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte
Yani yürekte.
Mesala bir barikatta dövüşürken.
Mesela kuzey kutbunu keşfe giderken.
Mesela damarlarında denerken bir serumu ölmek ayıp olurmu.
Tahir olmakta ayıp değil Zühre olmakta hatta sevda yüzünden ölmekte ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin o bunun farkında değil.
Ayrılmak istemezsin ondan.
Ama o senden ayrılacak.
Yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şartmı.
Yani Zühre Tahir'i sevmeseydi yahut hiç sevmeseydi artık.
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden.
Tahir olmakta ayıp değil Zühre olmakta hatta sevda yüzünden ölmekte ayıp değil
Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte
Yani yürekte.
NAZIM HİKMET
9 notes · View notes
cilginfizikcilervbi · 2 years
Text
Patent, Bilimin Ruhuna Aykırıdır – Marie Curie
Patent, Bilimin Ruhuna Aykırıdır – Marie Curie Bilim Tarihinde Çığır Açan Bir Bilim İnsanının Hikayesi Yazar: Ömür Uzel Patent, Bilimin Ruhuna Aykırıdır – Marie Curie Bilim Tarihinde Çığır Açan Bir Bilim İnsanının Hikayesi “Hayatımı imkânsızı anlamaya adadım.” – Marie Curie Sizce bilim tarihinde çığır açan dâhi biri nasıl anlatılmalı? Onu, aldığı Nobel ödüllerinin içine mi sıkıştırmalı? Yoksa…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
kurbaga · 1 month
Text
yaşlı komşularımla çaydan dönüyorum günün trajik hikayesi-> sitede yaşlı bir kadın kızıyla oturuyormuş, kızının dört beş yaşında aşırı güzel bir çocuğu varmış sarı saçlı ‘deniz gözlü’, neyse çocuğu denize götürmüşler anne burası cennet demiş denize girmiş sonra boğulup ölmüş. kadın çocuğu ölünce bunalıma girmiş bir tane daha çocuk yapmak istemiş ama doğumda ölmüş şimdi anneanne çocuğa bakıyormuş
5 notes · View notes
kralikincisulugoz · 1 year
Text
HOW DIRTY IS YOUR LOVE?
Yüzüme bakıyorlar, beni anladıklarını söylüyorlar. Hayır beni anlamadın küçük prenses. Ben çukurda, pislikte, bataklıkta dolaşmak istediğimi söylediğimde bir çukur prensesi istemedim. Kirli ve kötü, kirli ve karanlık istedim. Tutup yine kral ve kraliçe, prens ve prenses hikayeleri getirdiniz. Hayır ben tahtını yak, tacını kır istedim, vazgeç istedim. Koynuma gel, sürün yanıma, yok ol, hiç ol. O kimsenin farketmediği çekirdek kabuğu ol yolda. Kuru bir ağızdan tükürülmüş yarısı kopmuş bir çekirdek kabuğu. Gelip bu çöplüğün ödülü ol demedim. Farkedilemez ol, dikkat çekemez. Anlatacak bir hikayen olmasın. Rengini kaybet dediğimde bana kara kalem çalışmaları çiz demedim. Hiçbir sanatsal şey olmanı istemedim. Bütün estetiğini kaybet istedim.
O zaman bulacaktım seni. O zaman açacaktım derdimi. Sana, "Bak şu kurumuş ağacın güzelliğine" diyecektim. Sen anlayacaktın beni. "Bak şu terkedilmiş ahşap eve" diyecektim, sen anlayıp sokulacaktın bana. İsli avuçların, parçalanmış kuru dudaklarımla buluşacaktı. Biz, bir çöp kamyonu şarampole yuvarlanır gibi sevişirken insanlar bizi görüp tiksineceklerdi ahh mest olacaktık... Onları, kırık dişlerimizi gösterip korkutacak sonra da dudaklarımız kırılıp kanayana kadar gülecektik hepsine. Hep kırılacaktık ama birbirimize değil, kalplerimiz değil. Bu, bir aşk hikayesi de değil ayrıca. Bu, bu hatırlanmayacak, üzerine sözler söylenmeyecek bir şey. Hikayemiz bir mahalle dedikodusunu geçmeyecek.
Biz, o duvara asılmayan tozlu portreyiz, kimse bizi o karton kutumuzdan çıkarmayacak... Biz rastgele bir araya gelmiş iki kopuk çekirdek kabuğuyuz, çocuklarımız olmayacak, tarih bizi anmayacak ve günün birinde 'işini iyi yapma' erdemine sahip bir çöpçü tarafından süpürülüp gideceğiz...
22 notes · View notes
korelist · 9 months
Text
Tumblr media
GHOST DOCTOR // KDRAMA DİZİ YORUMU
UYARI : Yazılar genel olarak spoiler içerebilir. İçermeyedebilir.
İmdb : 7,9 Benim puanım: 8
Drama: Ghost Doctor
Hangul: 고스트 닥터
Director: Boo Sung-Chul
Writer: Kim Sun-Soo
Date: 2022
Language: Korean
Country: South Korea
Cast: Rain, Kim Beom, Uee, Son Na-Eun, Sung Dong-Il
Bizim küçük tilkimiz büyümüş başrol olmuş eyy ahali. Bir çıt fantastik, bir tık medikal bir dizi ile karşımızda. Konusu her ne kadar ilgi çekici olsa da Kim Beom için başladığımı inkar edemeyeceğim. Dizi ortalamanın üzerinde beklediğimden daha keyifliydi. Genel oyuncu kadrosu başarılıydı. Hikayesi eğlenceliydi. Özellikle Rain’i ilk kez izledim oldukça başarılı buldum.
Cha Young-Min(Rain) öğrencilik yıllarında nasıl bir insan olduğunu, nasıl bir doktor olmak istediğini unutmuş, empatiden yoksun kibirli, küstah ve bencil ama çok başarılı bir kalp cerrahıdır. Hastanenin yıldızıdır. Eski karısı Jang Se-Jin (Uee) bir gün babasını kurtarması için ondan yardım ister. Bu hanım kızımızı Marriage contract dizisinden tanıyoruz. Bir türlü sevemedik. Young-Min ameliyatta çok başarılı bir iş çıkarmasına rağmen hasta uyanmaz. Aynı günün akşamında da kendisi bir trafik kazası geçirip komaya girer.
Go Seung-Tak (Kim Beom) ise Young-Min ile asla anlaşamayan onun stajyerlerinden biridir. Aynı zamanda hastane sahibinin torunu olduğu için son derece rahat ve şımarık bir tiptir. Aslında Young-Min’in tam zıttı diyebiliriz. Teoride çok başarılıdır. Bütün soruların cevaplarını biliyordur. Ama pratikte eline neşter alamaz. Diğer bir stajer doktor olan Oh Soo-Jung(Son Na-Eun) ile yakın arkadaştırlar. Bu hanım kızımızı da Cinderella and the Four Knights dizisinden tanıyoruz. Bunu da pek sevememiştik. Özünde dizideki dişil enerji çok zayıftı. İki kadın oyuncuda birbirinden vasattı diyebilirim. Donuk, ruhsuz ve dizinin kimyasıyla uyuşmuyorlardı.
Dizinin fantastik kısmı ise Seung-Tak’ın ruhları duyabiliyor, görebiliyor olmasıydı. Komaya giren Young-Min’i görebilen tek kişinin asla anlaşamadığı ve taban tabana zıt karakterdeki stajyeri olması diziyi ilginçleştiren noktalardan biriydi. Dizinin kadınlarının aksine diğer yan roller oldukça başarılıydı. Özellikle komadaki hayalet kadrosu ve o kadronun başındaki Tess’i canlandıran deneyimli oyuncu Sung Dong-Il.
Bütün bu bir araya geliş olduktan sonrasında, hikaye bize şunu soruyor; başarılı doktorumuz neden komada? Ameliyatı başarılı geçen hasta neden uyanmadı? Stajyer doktorumuz başaralı hayalet ile anlaşıp kendini geliştirebilecek mi? Komadan ne zaman çıkacak ya da çıkacak mı? Dizinin genel konusu işte bu soruların etrafında dönüyor.
İzlemesi kolay, insanı yormayan keyifli bir diziydi. Konusu eğlenceliydi, yer yer strese soksa da dozunu güzel ayarladı. Arada derede kalmış bir dizi olduğunu düşünüyorum. Abartılan onca dizi varken, biraz daha öne çıkmayı hakkediyor. Ayrıca başlarken dediğim gibi küçük tilkimiz Kim Beom bence kendini kanıtlamış.
OST:
Shin Woo - Fly Away
Raven Melus
BAŞKA NELER VAR ?
FOTOĞRAFLAR
3 notes · View notes