Tumgik
#grup şarkısı
delfin-s · 28 days
Text
youtube
NET DİNLEYİN
6 notes · View notes
efervesan · 3 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Bugün bu fotoğrafı yolladı Arzu. ''Derhal rakı içiyoruz notuyla''.
Sonra bir de bu fotoğrafı yolladı:
Tumblr media
Bu arkadaki kadın ve erkek kim diye? Asla hatırlayamadık, sonra uzun bir eski fotolar arasına daldım, acayip keyfim yerine geldi, biraz da üzüldüm ne güzel günlermiş diye. Neyse sonuç olarak kim olduğunu bulamadık. Kafamız çok güzelken, ümitin evli bir çiftle tanışıp grup yaptığı gece olabilir kanısına vardık en sonunda:) Her şey çok bulanık.
Sonra fotoğrafları karıştırırken, bu arada yıl 2017 ve albümün ismi ''mi5.agu2017''. Şu fotoyu buldum, resmen ''tam yerine denk geldi, manzara koydum!! gibi oldu adeta. Bugün Fransa Turunu izlerken Sarper Bey, Barbera üzümünden bahsetti ve seneler önce içip, sonra bulamadığım o şarap geldi aklıma, tadı hala damağımda.
Tumblr media
İşte bu şarap, çok üzücü.
Sanırım hayatımın en güzel fotoğraf albümü bu, içinde her duygu mevcut. Başlangıçlar, bitişler, ölüm, deniz, güneş, bolca gülücük, hatta biraz konsantre olursan müziğin sesini bile duyabiliyorsun. Acı da var mutluluk da ama her şey çok net, berrak. Şimdi öyle olmadığını hissetmek bir parça üzücü ama bunlar var işte. 'Uçuşu hatırla işte aq' uzatma.
Neyse, son foto da bir kitabın girişine yazdığım bir cümle ve David Bowie. Öpüldünüz.
Tumblr media
Şarkısı bile var. Albümün ismi de ''Diamond Dogs''. Ahhh Laso.
10 notes · View notes
Text
05.04.2024 DARK TRANQUILLITY KONSERİ (BEŞİKTAŞ IF)
Tumblr media
“Dark Tranquillity”, 2024 yılının aylar öncesinden “Sold Out” olan etkinlikler serisi kapsamında önce 4 Nisan Ankara, sonra 5 Nisan günü İstanbul Beşiktaş IF’te konserlerini verdi. İstanbullular olarak konsere bir, bir buçuk saat kala (Aylar öncesinden açıklanan saat 21.00 idi.) IF’in sokağında yerimizi aldık. Garip bir durum vardı, “Sold Out” olan bir konsere göre dışarıda fazla bir yoğunluk yoktu. Bu durumu kapının erken açılmasına bağladık fakat aksine, etkinlik alanını gören camlı bölümün önüne oturduğumuzda alanın içinin de fazla kalabalık olmadığını gördük. Bu insanlar neredeydi? Cevabı; grup sahneye çıktıktan sonra aldık. “DT”nin ilk üç şarkısı boyunca insanlar mekana giriş yapmaya devam etti, içerisi hınca hınç doldu.
Tumblr media
Mekanın nispeten geç dolmasının sebepleri; organizasyonun etkinlik saati, kapı açılış saati gibi bilgileri sosyal medya üzerinden geçmemesi, etkinlik gününün uzun bayram tatili öncesi son mesaiye denk gelmesi, Kadir gecesi günü konserin olması vs. olabilir. Sonuç olarak biz mekana girerken kapıda çok uzun bir kuyruk vardı ve dediğim gibi ilk üç şarkıdan sonra içeride nefes alacak yer kalmamıştı. Halimizden memnunduk, hatta epey memnunduk. Konser tek kelimeyle inanılmazdı. Bu yazıda konserden bahsederken ve “DT”nin inanılmaz performansını överken aynı zamanda muhteşem solistleri Mikael Stanne için ayrı bir parantez açacağım. Mikael; tavırları, güler yüzü, sosyalliği ve sosyal zekası, naifliği ve asla düşmeyen enerjisi ile bu parantezi hatta yazıyı, kocaman sayfaları, belki kitapları hak ediyor!
Tumblr media
Konserin benim nazarımda inişleri ve çıkışları vardı. Hoş bir giriş introsundan sonra (“Iron Man-Black Sabbath”) “Encircled” “Treason Wall” “Hours Passed in Exile” şarkıları başta dediğim gibi ısınma turları olarak geçti. “DT” İstanbul’da verdikleri bir önceki konserlerinden bu yana yeni bir albüm çıkarmadı. (Son olarak “The Last Imagination” isimli güzel bir Single yayınladılar. Önceki ziyaretlerinde 2020 çıkışlı “Moment” albümü ağırlıklı bir “Setlist” izlemişlerdi.
Tumblr media
Benim şahsen çok başarılı bulduğum bu albümden “Phantom Days” şarkısıyla konsere devam ettiler. Seyirci ciddi manada kıpırdanmaya başladı. “Terminus (Where Death Is Most Alive) ve az önce bahsettiğim yeni singleları “The Last Imagination” sonrası çalınan “Atoma” ile seyirci resmen ateşlendi. Artık geriye dönüş yoktu. Nispeten genç Bassçılarının performansı çok iyiydi. Tecrübeli klavyecileri atmosferi canlandırıyordu. (Davul ve klavyenin sesini hafif düşük bulsam da ses genel olarak iyiydi.) Gitaristleri ve Sololarına diyecek hiçbir şeyim yok, kaybolup gittim ama artık İsveçli sevilen dostlarımız “DT”nin enstrüman ekibini çok güzel bir noktaya koyup, Frontman’leri Mikael Stanne’den bahsetme zamanımız geldi çattı!
Biraz alakasız olacak ama sizlere yıllar yıllar önce İş Sanat’ta gittiğim bir “Fado” (Portekiz halk müziği.) konserinden bahsetmek istiyorum. Mariza isimli “Fado” sanatçısı konserin ortasında, uzun enstrümantel bir şarkıda sahneden seyircinin arasına inip herkesin elini tek tek sıkmıştı. (Herkesin!) Oturmalı bir seyirci düzeninde, bütün seyircilerin koltuklarının yanına gidip, gülümseyip onların ellerini sıkmak takdir edersiniz ki epey vakit almıştı. Kimse şikayetçi değildi, inanılmaz duygusal anlardı. Zaten enstrümantel bölüme geçmeden önce bu şarkıyı ve Portekiz ülkesi hakkında ki, Portekizli insanlar, Dünya insanları hakkında ki duygusallığını uzun uzun anlatmıştı. Herkes sakince, tek tek elinin sıkılmasını beklemişti. “Mariza”nın elini sıkarken onun yüzünde gördüğüm duygusallığı, insanlığı, güler yüzü ve naifliği daha önceden birçok defa karşılaştığım ve önceki yazılarımda bahsettiğim “Katatonia” grubundan Jonas Renkse dışında Mikael Stanne’de gördüm. (İsveç alçakgönüllülüğü bu olsa gerek :) Bu adam bir önceki konserleri sonrası “Dorock HMC”ye gidip sabaha kadar bütün insanlarla fotoğraf çektirmiş, muhabbet etmiş, bira içmiş, suratından bir saniye olsun gülümsemesini esirgememişti. Bu konser boyunca ve sonrasında da aynısı oldu. Dünya bir yana Mikael Stanne’in iyi niyet enerjisi bir yana! Sen Çok yaşa!
Tumblr media
“Nothing To One” “The Dark Unbroken” “What Only You Know” ve yine 2020 albümlerinden “Identical To None” ile “DT” ara vermeden tam gaz devam ediyor. Mikael’in bir dakika duracak hali yok, sadece bazen seyircinin aşırı reaksiyonu karşısında nutku tutulup sahneden iniyor, önde ki seyircilerle hoşbeş ediyor, seyirciye inanamaz bakışlar atıp yüzlerine gülümsüyor. Konser boyunca buna benzer birçok görülmeye değer an yaşandı. Bazı şarkılarda arka planda şarkı sözlerinin aşırı iyi görseller eşliğinde verilmesi seyirciyle etkileşimi arttırdı. (Bence daha fazla grubun daha fazla konserde kullanması lazım gerçekten hoş bir detay oluyor.) Başlarda ki görsellerde neredeyse hipnotize oluyordum, zor toparladım.
Tumblr media
“Sold Out” olan bir Metal müzik konserinde bir sürü arkadaşınızı, dostunuzu görüyorsunuz. Bu konserde onlardan biriydi, gerçekten keyifli muhabbetler yapıldı, eskiler yad edildi, abilerimiz, ablalarımız anıldı. (RIP BARON-Çağlan Tekil.) Birçok farklı duygu yaşandı... Konsere dönersek eğer, “Forward Momentum”la birlikte işler artık duygusal bir şekilde sertleşiyor. “Cathode Ray Sunshine” “State Of Trust” “Final Resistance” (Pek severim.) ve “Therein” sonrası grup yoğun alkış kıyamet eşliğinde sahneden kısa süreliğine iniyor. Herkes hep bir ağızdan grubu sahneye geri çağırmak için avazı çıktığı kadar bağırıyor ve nihayet zurnanın ZART! dediği yere geliyoruz…
Tumblr media
Melodiyi duyar duymaz beyninizde atom bombası gibi patlayan, sizi bir anda ayağa kaldıran, “Hassiktir” dedirten şarkılar vardır. Konu “DT” olunca yine birçok şarkı insanın aklına gelir tabi ama bir tanesi vardır ki zannetmiyorum herhangi bir Metal müzik dinleyicisi buna kayıtsız kalabilsin. “Lethe” ile “DT” sahneye dönüyor, ortalık… Pek anlatabileceğim gibi değil... Çakmak çakıp eşlik eden mi dersin? Alkış tutan mı? Kendinden geçen mi? Bağırıp çağıran mı? Bütün bu hezeyanlar geçtikten sonra tabiki yekvücut olup “Lethe” diye hep bir ağızdan grubun efsane şarkısına eşlik ediliyor.
Ne önceki konserde ne de uzun zamandır “DT” bu şarkıyı canlı çalmamıştı ve bu gecenin çalınan tek “Lethe” şarkısı bu olmayacaktı! Kendimizi özel hissediyoruz, “DT” Türkiye’yi, bizde onları gerçekten çok seviyoruz. “Lost To Apathy” tamamda artık “Misery’s Crown”da (Sanırım en sevdiğim “DT” şarkısı olabilir.) iyice dağılıyorum, artık ne olacaksa olsun! İyice kabarmış saçlarım ve koca bedenimle “Headbang” yaparken sanıyorum arkada en az on kişinin manzarasını sahil şeridine dikilen gökdelen gibi kapatmışımdır. Bunun için özür dilerim, yaradılış işte. Mağdur arkadaşlara saygılar, sevgiler.
Tumblr media
Konser bitiyor, bende bitmişim. Saçımı sakalımı toplamam on dakika falan sürmüştür. Dışarıya çıkabildiğimiz zaman biraz daha mekanın restoranında oturuyoruz. Muhabbetler, kritikler, şu konser var, bu albümü dinle vs. Bakıyoruz adamlar içeriden yavaş yavaş çıkıyor. Önceki konserden bol bol fotomuz olsa da fazlası göz çıkarmaz, koştur koştur Mikael’i yakalıyoruz. Tabiki bizi kırmıyor, ayaküstü hoş beş bile ediyoruz. (Arka fonda gülen bir dayı ve Tekel dükkanı manzaralı şahane bir Mikael’li fotoyu koleksiyona ekliyorum.) Ben bu naifliğe tekrardan hayran kaldım. Adam uçakta olsa “abi foto çektireydik” desen, herif uçaktan rahmetli Zeki Müren gibi atlar, seninle fotoyu çekilir sonra uçağa geri biner. O derece… Helal olsun sana Mikael, iyi ki bu Dünya’da senin gibi insanlar var!
Konser bitti, adamlar yorgundur şimdi otele geçerler, haydi bizde dağılalım saçmalığı içerisinde evlere gidiyoruz. Adamlar ne dağılması Dorock HMC’yi dağıtmaya gidiyor! Yetmiyor, Mikael sahnede “Razor INC.” ile birlikte iki tane “DT” şarkısı söylüyor, bunlardan biri “Lethe” oluyor. Ben böyle şey ne duydum, ne gördüm. Sabah olunca evde pişmanlıktan kendimi yedim yedim, duvara attım! Bir önce ki konserleri sonrası da yazının başında dediğim gibi Dorock HMC’de sabaha kadar oturmuşlardı. (Ah benim aptal kafam bok vardı evde.) “Razor INC.” den Başer’in Mikael’le olan sarılma görüntüleri bana teselli oluyor. Bu dostluk, bu anlayış, bu sevgi… Önceki gelişlerinde de şimdi de gözlerimi dolduruyor. Bize harika bir gece yaşatan, emeği geçen herkese çok teşekkürler! Çok yaşa “Dark Tranquillity” çok yaşa “Razor INC.” çok yaşa “Dorock HMC” Nice nice konserlerde Görüşmek üzere!
DOROCK OR DIE!
Tumblr media
3 notes · View notes
veddua · 5 months
Text
Bugünün yol şarkısı da bu olsun 🎶
2 notes · View notes
Text
"Syd ayrıldıktan sonra Pink Floyd absürtlüğünü kaybetti." söylemi
Tumblr media
Grubun tarihçesini araştırırken karşımıza Syd'in ayrılışıyla ilgili pek çok teori ve görüş çıkar. Aralarından en çok sıyrılan ise budur çünkü "Pink Floyd dinleyicilerinin de kabul ettiği üzere" diye belirtilerek altı doldurulmaya çalışılır "grup bozdu" iddiasının. Bu yüzeysel ve basitçe deneme-yanılma yapılabilecek bir iddia. Çünkü Syd'in üretimine dahil olduğu yalnızca 2 albümümüz ve birkaç erken dönem teklimiz var (See Emily Play ve Arnold Layne gibi). Bunlardan ilki bir şarkı hariç tamamı kendisine ait olan "The Piper At The Gates Of Dawn" ve sadece tek bir şarkısı kendisine ait olan (Jugband Blues -ki albüme koymayıp tekli yayımlamak istemiş ancak grup kabul etmemiştir-) "A Saucerful Of Secrets"dır. Dolayısıyla elimizde ilk albüm ve Syd'in grup içindeki genel davranışları kalıyor bu bozma iddiasını deşmek için.
Tumblr media Tumblr media
Kısaca "Piper" olarak kodlayacağım "The Piper At The Gates Of Dawn" albümünden başlayalım. Albüm; Astronomy Domine ile dinleyiciyi hayal alemlerinin ötesinde, kozmik boşluklara çarptıra çarptıra Jüpiter'den Satürn'e sürükleyerek başlıyor ve Bike'ın şizofrenik melodilerinde sayko-çocuksu bir aşkla sona eriyor. Aralarda The Gnome şarkısıyla sevimli cüce Grimble Grumble'un hayatına göz atıyor, Roger'ın savaşta ölen babasıyla adeta dalga geçen tahta bacaklı Corporal Clegg'in her zaman yanımızda duran siam kedisi Lucifer Sam ile tanışıyoruz. Grubun Barrett-Waters-Wright-Mason tandemiyle kaydettiği ve "early years" olarak adlandırılan, Syd'in ayrılışına kadar süren zamanda kaydedilmiş ilk albüm Piper. Ve Syd'in gruptan ayrılışının ardından çıkaracağı 2 solo albümle büyük benzerlikler taşıyor kısım kısım. Malum onun şarkıları, vokalde de ana gitarda da o çıkıyor karşımıza ve kendisinin son derece keskin bir tarzı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu durumu söz yazarlığıyla dengeleyip tüm şarkılarında bizi zihnindeki bambaşka gezegenlere uçurmayı başarıyor. Albüm baştan aşağı karmakarışık bir masal kitabı gibi. Pink Floyd'un ilerleyen yıllarda başlayacak, tekil hikayeleri binbir zenginlikle anlatan konsept albüm çağını öngören bir yapıda aslında. Ama bunu zıtlığıyla, binbir hikayeyi Syd'in bakış açısından anlatarak yapıyor. Şarkılar arasında pürüzsüz geçişler ve anlamsal bağlantılar yok fakat aynısını anlatıcı için söyleyemeyiz. Biz birinin kafasındayız, hikaye anlatmayı çok seven bu birinin zihninde tuhaf bir şeyler döndüğü çok bariz. "Yippiee! You can't see me but I can you!"
Bunlar, sıradan bir insanın sözcükleri değil.
Tumblr media
Elbette Syd, gökten inmiş bir spastik değildi. Onu anlamak için büyüdüğü çağı, bulunduğu evi ve bir de içine düştüğü kültürü anlamak gerekir. II. Dünya Savaşı'nın ve ardından özellikle ABD tarafından yürütülen Vietnam gibi kanlı operasyonların ardından; temel ilkesi özgürlük olan ve bunu kuraldışılık, absürtlük, zıtlık olarak tanımlayan yeni bir nesil ortaya çıkar. Hikayenin en başında, Elvis'in geneleklerin dışındaki müziği (bugünün ihtiyarları onu ne kadar el üstünde tutuyorsa, o zamanın ihtiyarları da o kadar yabancı karşılıyordu) evlerinde siyasetten başka bir şey konuşulmayan çocukları kolaylıkla tesiri altına almıştı. Ardından The Beatles'ın çıkışı ve yükselişiyle (Syd sıkı bir Beatles hayranıydı) bu anti-otoriter, barış yanlısı, hayalperest gençlerin müzikal kisvesi Beatnikler olarak anılmaya başlandı. İlerleyen yıllarda psychedelic rock olarak anılacak ve Pink Floyd tarafından adeta kitabı yazılacak deneysel müzik türünün tohumları da ilk kez bu zamanlarda atıldı.
Tumblr media
Grubun tüm üyeleri lise zamanlarında farklı müzikal denemelerde bulunsalar da zannediyorum en ilginç serüven yine Syd'e ait. Babasının teşviki sayesinde küçük yaşta ilk gitarını alan ve buna yakın zamanda babasını kaybederek içindeki potansiyel paletini ruhunun bölük pörçük tuvaline bulayarak madara etti adeta. Bu onun sanatı, onun imzası ve başka kimsenin tam olarak anlayamadığı diğer her şeyiydi. Derslerde gitarını sıra altına saklayıp çaktırmadan ayakkabılarıyla tıngırdatıp durarak hocalarını uyuz ettiği zamanlardan tanınan bir rock yıldızı olmanın klişeleri arasında yaratıcılığını sıkıştırılmış hissedip boğulduğu zamanlara kadar hep bir tuhaflık vardı bu herifin zihninde dönen melodilerde. Hep çok uzaktaydı. Keşke burada olsaydı ama hiçbir zaman değildi. Bu "keşke ejderhalar gerçek olsaydı" demek gibiydi. Bunun absürtlüğü Wish You Were Here'ın sözlerinde gizliydi.
Yani, yani anlatabileceğini mi düşünüyorsun; cenneti cehennemden? Mavi gökyüzünü acıdan? Yeşil çayırı soğuk demir raylardan? Bir gülüşü maskeden?
Syd'in zaafı Roger gibi kontrol ya da Rick gibi çekingenlik değildi. Onun sorunu aynı zamanda hayatının ona en büyük armağanı olan yaratıcılığıydı. Çünkü içinde, kontrol edemediği bir canavara dönüşmüştü. Tam midesinin ortasında rengarenk parıldayan dişleriyle öğünlerini içine çeken kara delikten ağızlı, acımasız bir canavardı bu. Dönemin gençleri evet ideolojik olarak "doğru" olanın peşindeydi ancak onları bu noktaya getiren şey yalnızlıkları ve sahipsizlik hisleriydi. Bir şeylerden kaçıp birbirlerini buluyorlardı. Kırgın ve sitemkarlardı dünyaya karşı fakat bu onları mantıklı insanlar yapmaya yetemezdi. Önü alınamayan bir uyuşturucu bataklığı içinde yüzüp ziyan oldular, bugün onların fikirlerinden geriye ne kaldı? Birkaç eski slogan, anlamından kopmuş bir el hareketi ya da eskimiş bir sembol mü? Belki de daha azı. Yaşadıkları dönemin şartlarından ilham alsalar da suçları olmayan doğal bir şekilde doğru kullanamadılar. Uçmayı öğrenmeden yuvalarından atılmışlardı. Gökyüzünde birbirlerini kanatlarından tutsalar da biliyorlardı ki yere çakılmaktaydılar. Havada olan her şey uçamaz fakat her şey düşebilir. Tıpkı Syd gibi.
Tumblr media Tumblr media
Syd gruptan atılmadı, Syd gruptan ayrılmadı; Syd hiçbir zaman grupta olmadı. Kimsenin odasında iki boyutlu bir poster olarak gözlerinin içine bakmadı, o sadece hayali kurulmamış ve aslında hiç yaşamamış bir rock yıldızıydı. Ama Syd'in yıldızı ne rock ne resimler ne de şiirlerdi. O tek başına bir sanat akımıydı. Hatta bana bile inanma, o benim senin ve kimsenin zannettiği hiçbir şey değildi. Sahnelerde dakikalarca seyirciye arkasını dönüp aynı akoru tıngırdattığı da olurdu, sonraki yıllarda Comfortably Numb'a ilham olacak kadar ciddi kasılmalar da yaşardı, çıkacakları büyük sahnelerden önce Roger'a "yapmak istediğimiz gerçekten bu mu" diye mızmızlanıp sonraki gösterilere götürülmezdi de. Ama bunların hiçbiri ayrılma sebebi değildi. Çünkü o gruptan kaybolmadı, direkt olarak kayboldu. Yok oldu. Kendisine yazılmış Wish You Were Here'ın vokal kaydı esnasında stüdyoyu basıp herkesi ağlattığında bile oradaki Syd değildi aslında, onun bir yüzünün dışavurumuydu. Ve tıpkı ay gibi onun da birden fazla yüzü vardı, bu ölüp ruhu dolaşanlardan biriydi yalnızca. Ve grup içinde hiçbir zaman istenen bir şey değildi ayrılığı. Sahnelere çıkmasa da, kliplere katılmasa da ya da kayıtlara gitar çalmasa da şarkı sözlerini yazıp yanlarında kalması için çok çabaladı herkes ama o çoktan yolcuydu fikirlerini gösteremeyen hiçbir teleskobun radarına giremeyecek galaksilere. Buraya kadar grubu ondan ayrıştırarak magazin kovalamaya çalışan iddiaları kenara bırakıp Syd'i biraz tanıdıysak konumuz olan albüm incelemesine geçebiliriz.
Tumblr media
Piper, her şeyiyle özgün bir albüm. Onun yaptığını yapan ya da onun kullandığı yöntemleri kullanan başka bir benzeri yok. Eşsiz ve bir tanecik bir şaheser. Okyanusun dibinde binlerce yıldır aranan efsanevi bir canavar gibi. Varlığı öylesine muğlak ancak merak uyandırıcı. Syd'in anlatım tarzı insanların "Pink Floyd'un absürt zamanları" olarak lanse edilir. Eh, Syd olmadan bu grup onu tam olarak nasıl yakalayabilir? Gerçekten, bu müziğin bir tercih olduğunu mu düşünüyorsunuz? Bir kasıtla üretilebileceğini, tekrarlanabileceğini... Bu en ufak tabirle ahmaklık ve doğal eklentisiyle enayilik olur. Örneğin tam olarak kim sevdiği kıza Bike'ı yazabilir? Cidden, "Kolaysa sen yap." değil bu dediğim, inanılmaz zor değil çünkü. "Kolaysa sen düşün." daha ziyade. "Kolaysa sen hisset." Jugband Blues karmaşık bir parola gibi, kolaysa sen çözümle.
Bir bisikletim var, matrak bir şey. Önü açık kırmızı ve siyah. Aylardır bende o. Eğer güzel olduğunu düşünürsen, sanırım bana da öyle gelir. (...) Bir sürü çörek adamım var. Biri şurada, biri burada, bir sürü zencefilli. Birkaç tane al istersen, tabakta duruyorlar. Sen tam bana göre bir kızsın. Sana her şeyi verebilirim, eğer bir şeyler istersen.
Tumblr media
Yahut geçirdiği bir psikoz esnasında halüsinasyon olarak gördüğü hayali kız olmasa nasıl yazacaktınız See Emily Play'i? Emily olmazdı ki ortada. Örnekler elbette çoğaltılabilir. Ancak Syd gibi özgün zihinler çoğaltılamaz. Ve Pink Floyd kadar ucu açık ve sınırsız gruplarda bile tutulamaz, hapsedilemez. Grubun ondan sonraki yıllarda yaptığı müzik onunkilerden farklı ancak bunun sebebi bozması olmadığı gibi, absürtlüğün kaybolması da değil. Zira Syd'in müziği tek bir kelimeyle bu şekilde ifade edilemeyeceği gibi, grubun geri kalanının ilerleyen yıllarda yaptığı sanata da hakarettir bu. Roger, Nick, Rick ve David de bozduklarını düşünüp ayrı gruplara dağılarak unutulsalardı bugün The Dark Side Of The Moon'umuz, The Wall'umuz, Wish You Were Here'ımız, Division Bell'imiz, Meddle'ımız olmazdı. Echoes ile dünyada ilkel yaşamın izlerini keşfe çıkamaz, Time ile zamanın acımasız gerçekliğine uyanamaz, Shine On You Crazy Diamond ile gençliklerimizin ruhuna sarılamazdık. Değişen şey absürtlük değildi, yeri doldurulamayacak birinin gidişiydi. Bir yeri yoktu, bir kabın şeklini almıyordu. Kendi şekli, kendi dünyası, kendi sanatıydı; Syd Barrett efsanesinin.
Tumblr media
Come on you raver, you seer of visions, come on you painter, you piper, you prisoner, and shine!
6 notes · View notes
Text
İşte karşınızda Sabahattin Ali’nin bestelenmiş 12 şiiri:
1-Leylim Ley Şiiri  – Yorumlayan: Zülfü Livaneli
Döndüm daldan düşen kuru yaprağa
Seher yeli dağıt beni kır beni
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yârin çıplak ayağına sür beni
(…)
2-Çocuklar Gibi Şiiri  – Yorumlayan: Sezen Aksu
Bende hiç tükenmez bir hayat vardı,
Kırlara yayılan ilkbahar gibi.
Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı,
Göğsümün içinde ateş var gibi.
(…)
3-Hapishane Şarkısı I Şiiri – Göklerde Kartal Gibiyim Adıyla, Yorumlayan: Volkan Konak
Göklerde kartal gibiydim.
Kanatlarımdan vuruldum
Mor çiçekli dal gibiydim,
Bahar vaktinde kırıldım.
(…)
4-Eskisi Gibi Şiiri – Ben Sana Vurgunum, Yorumlayan: Nükhet Duru
Seneler sürer her günüm,
Yalnız gitmekten yorgunum;                                                                                                                      Zannetme sana dargınım,
Ben gene sana vurgunum.
(…)
5-Dağlar Şiiri  –  Yorumlayan: Sezen Aksu
Başım dağ, saçlarım kardır,
Deli rüzgârlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır, dağlar
6-Hapishane Şarkısı II Şiiri – Bir Yürek Kaldı Avucumda Adıyla, Yorumlayan: Grup Çağrı
(…)
Gözlerin uzağa bakar,
Kimden ne beklediğin var?
Yâr semtinden gelen rüzgâr:
“Seni unuttu!..” der gelir.
7-Hapishane Şarkısı III Şiiri – Geçmiyor Günler Adıyla, Yorumlayan: Ahmet Kaya / Beste: Kerem Güney
Burda çiçekler açmıyor,
Kuşlar süzülüp uçmuyor,
Yıldızlar ışık saçmıyor,
Geçmiyor günler geçmiyor.
(…)
8-Hapishane Şarkısı V Şiiri –  Aldırma Gönül Adıyla, Yorumlayan: Edip Akbayram
Başın öne eğilmesin,
Aldırma gönül aldırma;
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma…
(…)
9-Melankoli Şiiri –  Yorumlayan: Nükhet Duru
Beni en güzel günümde
Sebepsiz bir keder alır.
Bütün ömrümün beynimde
Acı bir tortusu kalır.
(…)
10-Kara Yazı Şiiri – Yorumlayan: Ahmet Kaya
Geçmedi yâre sözümüz,
Yollarda kaldı gözümüz,
Yere sürüldü yüzümüz,
Böyleymiş karayazımız.
(…)
11-Kıyamadığım Şiiri–  Benimsin Diyemediğim Adıyla, Yorumlayan: Ali Kocatepe
Hey bir zaman bakıp bakıp
Seyrine doyamadığım!
Şimdi gurbette bırakıp
Sesini duyamadığım!
(…)
12- Çakır Şiiri – Yorumlayan: Ali Kocatepe
Altın saçlarını sıkıca tarar,
Sonra iki örgü yana bırakır;
Ayağında pembe dallı mor şalvar,
Taze gelin gibi süzülür Çakır…
2 notes · View notes
thesimeranya · 2 years
Text
yılın en çok dinlediğim şarkısı "hayat akıp giderken avuçlarımdan, eğilip yerden toplayamıyorum parçalarımı. ve artık her şey için çok geç demek için, belki de çok geç." diye başlıyor. şu son birkaç aydır kıvranıp dururken bir şeyler için "sadece çok geç demeyi mi bekledim?" diye soruyordum kendime, isabet olmuş.
belinden aşağısı kesilmiş bir insan gördüm geçenlerde. unutamadım,düşünüp duruyorum sürekli. yemeklik soğan doğrarken,çamaşırları katlarken,grup teori çalışırken.. sürekli onu düşünüyorum. sonunda aynada gözlerimin içine bakıp dedim ki:
"insan canı yandığı için ölmez Zeynep"
saklandığı yerde bulunmayı bekleyen ısrarlı bir çocuk gibi hissediyorum kendimi. halbuki "oyun bitti" diye bağırıyorlar aldırmıyorum,inanmıyorum. tamam sessiz ve hareketsizdim ama sobelenmek için saklandım başından beri. bence herkes sobelenmek için saklanır zaten.
bir gün arkadaşımla birbirimize en sevdiğimiz cipsi sorduktan sonra ikimizin de sevdiğini almayıp başka bir cips ile banka oturmuştuk. sonra demiştik ki
"biri seni sevmiyorsa ne yapabilirsin ki? seni sevmeyen birine ne kızabilirsin, ne kırılabilirsin. hele de sevgi dediğimiz şeyin aslında onda da var olduğunu başkalarına verirken görmüşsen. elinden hiçbir şey gelmez. bir insanın sevgisine, başka hiçbir kimsede ve hiçbir yerde bulmanın imkanı olmayan, yiyemeyeceğin,giyemeyeceğin,para etmeyen, bulut gibi, eline bile alamayacağın sadece bir duygudan ibaret sevgisine, muhtaç hissetmek çok acınası ve çok can yakıcı değil mi?"
ne zaman konuştuk acaba bunu hatırlamıyorum. ama o gün namazdayken Fatıma'nın pac-man'li çoraplarını hatırlıyorum. namaz ve pac-man'li çoraplar arasında mükemmel bir ilişki var bence. günaha çağıran şeyleri hayaletler, Fatıma'yı pac-man olarak düşünürsek "bugün de game over olmadım çok şükür!" demiş miydi acaba?
her neyse bugün yılın son günü. başımı yastığa koydum aslında uyumak içindi. ama geldi işte aklıma şimdi nereden geldiyse. keşke o gün o bankta şey de deseydim:
"insan canı yandığı için ölmez Fatıma."
Tumblr media
5 notes · View notes
leylands · 2 years
Text
Göksel'in "rüzgar" diye bi şarkısı var. Eskiden en büyük hayalimdi her şeyin bittiği bi rakı masasında tam bir final sahnesi gibi en sevdiğim insanlarla beraber o şarkıya eşlik etmek. Yanımda sevgilim olacaktı, karşımda canımdan can olmuş arkadaşlarım. Herkes çok mutlu olacak ve dolu dolu kahkahalar atacaktı. Ve gün geldi ben büyüdüm, ben büyüdükçe küçüldü o masa. Ya da masa aynı kaldı da ben kalkıp gittim. Sırtımda görünmez bıçaklarla, kulağımda büyük çınlamalarla. Hayalimde ki kahkahaların bile yalan olduğunu öğrendim. Bi grup insan kalabalığına hayal kuracak kadar değer verdiğimi öğrendim. Zaman geçti, yeri geldi bi masada tek başıma içtim o rakıyı. Yeri geldi bambaşka insanların 'sezon finali' misali rakı masalarına konuk oyuncu oldum. O şarkıyı bile unuttum, arkamda bıraktığım 10 yılı bi çırpıda sildiğim içindi hepsi. Sanki daha dün 13 yaşında bi kız çocuğuyken bugün 22 yaşında bi kadın olarak uyandım. Ve hayallerimi, şarkılarımı dahi unutacak kadar sildim her şeyi. Şimdi oturdum. Ne başka masalara konuk oyuncu oluyorum, ne kendi masama birini oturtacak kadar değer veriyorum. Şarkı da öyle tesadüfen çalınca aklıma geldi zaten. Büyümek böyle bir şey sanırım. Gün gelir bi adam ansızın izin bile almadan oturur belki. Kendiliğinden o kadar değerli olur. Bilemem, bilemezsin. Tek bildiğim bi gün tesadüfen bu şarkı yine çalar ve bu kez hatırladığımda derim ki "işte bu gerçek bi mutlu son"
2 notes · View notes
aykutiltertr · 8 days
Video
youtube
Şeytan - Serdar Ortaç ✩ Ritim Karaoke (Nihavend Minör 2/4 Disko Beste Se...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ⭐ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/j-R4cGCURxY ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Şeytan - Serdar Ortaç ✩ Ritim Karaoke (Nihavend Minör 2/4 Disko Beste Serdar Ortaç) ❤ @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ➤ SANATÇININ DİĞER ŞARKILARI İÇİN OYNATMA LİSTESİNE BAKABİLİRSİNİZ...         ⭐ 🎧 ╰┈➤    https://www.youtube.com/playlist?list=PL9SktAtLVupMpbAHbq_yXaKOR58i8Re7N ➤ ESER ADI                : ŞEYTAN DİYOR Kİ YANAŞ ŞUNA ➤ SÖZ GÜFTE            : SERDAR ORTAÇ ➤ BESTE - MÜZİK      : SERDAR ORTAÇ ➤ USÜL                       : 2/4 DİSKO ➤ MAKAM - DİZİ        : NİHAVEND - MİNÖR ➤ ARANJÖR              : SUAT AYDOĞAN ➤ ENSTRÜMANLAR : YAYLI GRUP KEMAN, ➤ KİMLER OKUDU    :  SERDAR ORTAÇ ➤ FİRMA - ŞİRKETİ   :  EMRE MÜZİK                                                        ŞARKI SÖZÜ ve AKORU Hayat beni neden yoruyorsun? Madem çok günah, oyunu sen bozuyorsun. Bm Nasip olsun en güzel aşktan bize G                                                Em     Bm Adımız birer hastaya çıktımı yüze    bakan yok Bm Sanıyorlar diz çöker aşk önümüze G                                               Em     Bm Bu zamanlar fazla gezenlere vize   veren yok A       F#m7                     G Hayat beni neden yoruyosun,                      A         F#m7                  Bm Madem çok günah, oyunu sen bozuyosun Bm Sebebi çok... Bm                        G Şeytan diyor ki yanaş şuna, A                   F#m Adını anma sataş şuna, Bm                    G Deli kader seni karşıma, A                    Bm Çıkaracak mı bilen yok. Bm                       G Can üzülür buna taş değil, A                     F#m Çekilecek gibi aşk değil, Bm                          G Bu gönül her seye aç değil, A                      Bm Doyuracak mı bilen yok Müzik sektöründe saygın bir kuruluş olan EMRE MÜZİK 1970  yılından bugüne siz müzik severlere hizmet vermeye devam etmektedir. Ülkemizde ilk olarak 45’lik plaklarla başlayıp, 33’luk LP (Long Play) ler,kaset,CD,klip,Digital ortama kadar Her türlü hizmeti sunmuştur. Barış Manço , İbrahim Tatlıses ,Moğollar, Zeki Müren, Cem Karaca, Tanju Okan , Ajda Pekkan , Askın Nur Yengi , Ümit Bensen ,  ,Edip Akbayram Gibi değerli sanatçıları ilk defa müzik dinleyicileri ile tanıştırdı. Hızla Büyümeye Devam eden Emre MÜZİK Sibel Can , Ebru Gündeş, Serdar Ortaç, Rafet El Roman , Funda Arar , Ferhat Göçer , Yusuf Güney gibi sanatçıları da kadrosuna ekleyerek dev bir kuruluş halini almıştır. . Serdar Ortaç 2019 yılında Serdar Ortaç Doğum Serdar Ortaç 16 Şubat 1970 (54 yaşında) İstanbul, Türkiye Meslek Şarkıcı-şarkı yazarı · yapımcı · radyo sunucusu (eski) Evlilik Chloe Loughnan (e. 2014; b. 2019) Resmî site serdarortac.com Müzikal kariyeri Tarzlar Pop Etkin yıllar 1994-günümüz Müzik şirketi Universal · Emre Serdar Ortaç (d. 16 Şubat 1970, İstanbul), Türk şarkıcı ve şarkı sözü yazarı. Bazı müzik eleştirmenleri tarafından kendisinin Türk pop müziğinde bir dönemin standartlarını belirlediği kabul edildi, ancak 2000'li yılların başından sonra ürettiği şarkıların birbirinin tekrarı olması gerekçesi ile olumsuz eleştirildi. Diskografi Ana madde: Serdar Ortaç diskografisi 1994: Aşk İçin 1996: Yaz Yağmuru 1998: Gecelerin Adamı 1999: Bilsem ki 2002: Okyanus 2004: Çakra 2006: Mesafe 2008: Nefes 2010: Kara Kedi 2012: Ray 2014: Bana Göre Aşk 2015: Çek Elini Kalbimden 2015: Serdar Bizi Diskoya Götür 2016: Gıybet 2017: Cımbız Filmografisi 2024: Kolpaçino 4 4'lük [6] Ödülleri Yıl Ödül veren organizasyon Kategori 1995 1. Kral TV Video Müzik Ödülleri En İyi Çıkış Yapan Sanatçı 1997 Milliyet Ödülleri Yılın En Sevilen Şarkısı (Padişah) 1999 27. Altın Kelebek Ödülleri En İyi Pop Müzik Erkek Solist 2000 6. Kral TV Video Müzik Ödülleri En İyi Pop Müzik Erkek Sanatçı 2003 Radyo ve TV Oscarları En İyi Show Programı (Serdar Ortaç'la Hep Beraber) 2005 11. Kral TV Video Müzik Ödülleri En İyi Pop Müzik En İyi Erkek Sanatçı 3. MÜ-YAP Müzik Ödülleri Yılın En Çok Satan Albümü (Beni Unut/Çakra) 2007 34. Altın Kelebek Ödülleri En İyi Pop Müzik En İyi Erkek Solist Dış bağlantılar Resmî site Discogs'ta Serdar Ortaç diskografisi Instagram'da Serdar Ortaç Spotify'da Serdar Ortaç 13 Mayıs 2012 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. X'te Serdar Ortaç
0 notes
timarhanedekipiyano · 25 days
Note
Yani o dur diye düşündüm zaten de sen saçma sapan şeyler çıkıyor diyince emin olamadım sadece, oysa yine bakarım tabii
ha, genelde öyle oluyor çünkü. ben sana önereyim bir grup zaten japon rockçıların çoğunun şarkısı az oluyor, beğenirsen hepsini dinlersin, şimdilik ilgini çeken hangisi olursa onu açıverirsin. vain dogs, grubun adı.
0 notes
Text
16.02.24 SEPTICFLESH KONSERİ (BEŞİKTAŞ IF)
Tumblr media
Merhaba! “Septicflesh” konserini geride bıraktık. Konserden izlenimlerimi, anılarımı ve notlarımı yazmaya çalışacağım. Ön grup olarak sahne alan “On Thorns I Lay”i izleme fırsatı maalesef bulamadım. İçeride konuştuğum arkadaşlarım grubu gayet başarılı bulduklarını, seste herhangi bir sıkıntı olmadığını söylediler. Benimde merak ettiğim bir gruptu, umarım tekrar izleme şansı yakalarız. “Septicflesh” konseri malumunuz yine Beşiktaş If’te idi. Sevdiğim bir yerdir, önceki yazıda bolca bahsetmiştim.
“Septicflesh” senfonik altyapıyla “Death metal” sound’unu sentezleyen bir grup. Konserleri bu sayede genel olarak atmosferik bir havada geçiyor. Mitolojik öğeler, antik Yunan ve Mısır temalarına müziklerinde bolca yaylı enstrüman eşlik ediyor. Bunun yanı sıra grubun biraz bilimkurgu tarafı da var. Dinlerken kendimi şeytani bir mumyanın uyanışını anlatan filmlerde ya da çok eski devirlerde, Dünyaya iniş yapan uzay gemilerinin içinde bulabiliyorum. “Septicflesh”e yer yer bir film Soundtrack’i dinliyormuş hissiyatıyla yaklaşmadım değil. Grubun sahne kostümleri, duruşları ve seyirciye geçirdikleri enerjide bu algıları destekliyor. “Septicflesh” bu sene izlediğim ikinci Yunan asıllı grup oldu. Tarzdan bağımsız olarak “Rotting Christ”a göre biraz daha mistikler diyebilirim. Hemen hemen bütün konserlerinde “Senfonik Sound’ları” altyapıdan veriyorlar. Ciddi bir orkestrasyon eşliğinde verdikleri “Infernus Sinfonica” adlı inanılmaz bir konserleri var. Bu şekilde şarkıların bütün ağırlığı en iyi şekilde hissediliyor, anlam yoğunluğu daha ön plana çıkıyor. Belki bu tarz bir etkinlikle tekrardan ülkemize dönerler, neden olmasın?
Tumblr media
ARE YOU READY MY FRIENDS?
Seneler önce kendimi yine fazla kaptırdığım bir “Katatonia” konseri sonrası internette dolaşırken, o konserde benim hallerimi yazan birini görmüştüm. “Endtime Jonas! Endtime! Bütün gece kulaklarımda bu çınladı yeter be” tadında bir şey yazmıştı benim için. Bende bu konserde vokal için benzer şeyler söyleyebilirim. Seyirciyle iletişim, küçük konuşmalar, şakalar şukalar iyidir tabi ama “Septicflesh” ya da “Seth” için bu konuşma olayı ayrı bir parantezi, paragrafı hak ediyor. Hemen her şarkının başında, sonunda, ortalarında uzun konuşmalar yaptı. Bazı şarkıların girişlerini uzun uzadıya anlattı. Aslında bir sohbetin ortasında olsak gayet hoşuma giden bir şey olur ama konserlerde o kadar işlemiyor sanırım.
Mekana girdik, seyircide bir yorgunluk hali var. Tabii Yaş kitlesi “Slaughter to prevail” konseri aksine ekseriyetle orta yaştan oluşuyor. Cuma günü mesai çıkış yorgunluğu, trafik stresi, haftanın ağırlığı çoğunluğun üzerinde. Ön grupta insanları biraz yormuş olabilir ama benim gözlemim, yılgınlık halinin If’i ele geçirdiğiydi. Bu yılgınlık “Portrait of a headless man” ile canavar gibi çıkış yapan “Septicflesh” in ilk birkaç şarkısında hissedilmeye devam etti. “Neuromancer” sonrası “The vampire from Nazareth” seyircinin uyanış anları oldu. Grubun enerjisi ve sahne performansına diyecek hiçbir şey yok, ellerinden gelenin fazlasını yaptıkları anlar bile oluyor. İyi bir davulcuları var, vokallere diyecek yok, Sotiris’in özel bir sesi var. Gitarlar öttürüyor vs. Başlarda genel olarak seste bir sıkıntı vardı. Sanki telefon hoparlöründen “Septicflesh” şarkısı dinliyor gibiydim. Bu sıkıntımı paylaştığımda çoğu kişiden beni destekleyen yorumlar aldım. Üst katta biraz daha iyi duyulmuş sanırım ama zaten konserin ilerleyen kısımlarında bu sorunda kısmen giderildi.
Tumblr media
“Hierophant” (Sevdiğim bir şarkıdır.) ve “Martyr” çoşkusu sonrası geldik Cihannüma mahallesi muhtar adayının seçim konuşmasına… Gerçekten anlayabiliyorum… Çok yoğun olarak şarkılarını, mitolojilerini, fantastik edebiyatı, Force’u, Yoda’yı hissediyorlar. Zaten başka şekilde bu albümlerin yapılması, bu işlerin çıkması mümkün olmazdı. Helal olsun fakat özellikle dile vurduğu zaman, her şeyin fazlası zarara dönüşüyor, tecrübeyle sabit. “Prometheus” girişinde yapılan uzun, açıklayıcı konuşma hadi neyse ama ilerleyen bölümlerde “A desert throne” “Prototype” şarkı aralarına alınan konuşmalar, “Are you ready my friends’ler” konuyu kesintiye uğratıyor. Efsane bir Riff’te kafa sallamaya son sürat devam ederken boşa çıkan adamlar gördüm. Bu konuya biraz dikkat etmek lazım diye düşünüyorum. Konseri bitirelim, sonra istersen sabaha kadar anlat, canımı ye.
Yukarıda küçük bir sigara molası, biraz kritik, ses kötü ama düzeldi, neyse sen ne yaptın o işi vs. derken yine sevdiğim bir şarkı olan “The collector” ile sahalara döndüm. Çok iyiyim, her şey harika gidiyor fakat “Persepolis” başında İran şahımız yine küçük bir ulusa sesleniş konuşması yapıyor... Tam olarak ne olduğunu anlamadan grup sahneden iniyor ve “Anubis” ile muhteşem şekilde geri dönüyor. Bilinirliği daha fazla olan şarkıların konserlerde çalınması ayrı bir enerji katıyor. Eskiden çok sevdiğim gruplar için tam tersini düşünürdüm ama “Dark art” girişiyle birlikte akılda kalan her şey unutuluyor, ulan şimdi baştan başlasalar hissiyatları geliyor.
“Septicflesh” elemanları uzunca bir süre seyirciyi selamladıktan sonra sahneden indiler. Geriye tadı damakta kalan bir konser hatırası bıraktılar. Eksiden ziyade, fazlası olan bir grup olduklarını düşünüyorum. Ağırlıkları atsalar daha da uçacaklar gibime geliyor ama bu halleri de her zaman görülmeye, dinlenmeye değer. Konser dağılırken bende dağılmakta olduğum için bir süre hiçbir şey yapamadan olduğum yerde kalıyorum. Soluma bakıyorum, çıkılamayacak bir çıkış kuyruğu. Sağıma bakıyorum, merdivenlerden yukarıya çıkış yasaklanmış. Kulise gideyim fotoğraf falan çekiliriz belki, yok yahu şimdi akşam akşam başımıza iş almayalım. Pardon ben bir bira daha alabilir miyim?
GOOD NIGHT MY FRIENDS!
Tumblr media
2 notes · View notes
duyturkiye · 1 month
Text
0 notes
seslimeram · 2 months
Text
Mesel Zor
Tumblr media
Zor koşulların menzili kılınıyor bir ülke. Soluk almanın zor, yaşamda kalmanın zor, aleni bir biçimde her gün yeniden başlamanın zor kılındığı bir menzil hakikat eyleniyor. Tekrar hep tekrara dayalı bir kısır döngü içerisinde gaile sınırlandırmak, gaile yekten çürütmenin ta kendisi olagelen bir iktidar pratiği yaşamı alt üst ediyor her anlamda. Genel geçer, veya kısa süreliğine değil yirmi üçüncü yılına giren bir iktidar deneyiminin her günü açmazları beraberinde getiriyor. Gezi Başkaldırısı güncesinden bu yana toplumsal müşterek bahsini yerle yeksan etmiş olagelen bir makamın / gücün / yönetim anlayışının sunduğu her şeyin ol zoru daha beter kıldığı etaplardan geçiyoruz. Yaşamda kalabilmenin imlasının tahribini sürekli kılan bir akılla her gün kuşatılıyor. Zoru imal eden bir aklın tezgahında biçimlenen her şey / eylem / edim neticesi ağır sınamaları beraberinde getiren bir sarmala dönüşüyor iş bu sahnede.
Bütünüyle kısıtlamak kafi gelmediğinden, kuşatma hep eksik bulunduğundan daha fenası, en beteri için adımlama hallerine devam olunur. Tümüyle nobran bir siyasi aktörün tüm o üyeleriyle birlikte kotardığı dejenere edilmiş menzilde, ajitasyonlar, değme mizansenler bir bitimsiz tahayyül ekseninde yinelenen darp / tehdit / tahakküm üçlüsünde zorun cismi kalıcılığı sağlama alınır. Biteviye bir zor sarmal kılınmış olan menzilde ayrımcılık, ötekisi olarak görülene hayatı dar etme şablonu silsile halinde en tepeden en alttaki halka kadar bir biçimde sabit olunur. Tümden yenilendiği bildirilen bir menzilde müşterek hakların en kestirmeden talanı bu halin bir tezahürüdür. Genel geçer olmayacak kadar afaki bir halde, yeknesak bir teşebbüs / kararlılık vurgusunda hayata vurgun kesintisiz kılınır. Tastamam, aleni bir yerel seçim yengisinin faturasının kimden / hangi kesimlerden nasıl kesileceğine dair çıkılan güzergahta onca zaman sonra varılan eşikte var edilmiş her şey bu tahayyüller eksenindeki istikameti de göstere gelir. Hedef kılınanlar, hedefe konanlar, suçlu ilan edip sonrasına karışılmayan haller ve nicesiyle kanun da nizam da çöpe basılır. Yepyeni zorun, zordan mülhem bir yerin, adıyla sanıyla bir çukurun inşasında artık parametreler binbir adetten çok kılınmıştır. Hakkın eksik kılındığı zeminde hayat neye benzer ki!
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Kürt gençlerinin çektikleri halaylar üzerinden gözaltına alınması ve tutuklanması, Kürt kimliğini ve kültürünü hedefleyen Şark Islahat Planı ve Türkleştirme Genelgesi’ni hatırlattı.
Kürt gençleri, Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çektikleri için gözaltına alınıp, tutuklanıyor. Mersin’de bir grup genç, Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çektikleri anlara dair video üzerinden sanal medyada ırkçı hesapların hedefi oldu. Eski bir görüntü üzerinden hedef alınan 9 genç, 22 Temmuz’da gözaltına alındı. Gençlere, “örgüt propagandası yapmak” suçlaması yöneltildi. Polisler, gözaltında gençlere “Ölürüm Türkiyem” şarkısı dinlettirdi. Gençler, 25 Temmuz’da söz konusu iddia üzerinden tutuklandı.
Agirî
Hemen sonrasında Agirî’nin Bazîd (Doğubayazıt) ilçesinde benzer bir durum yaşandı. Bir düğünde yöresel kıyafet giyip çalınan Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çeken 6 kişi “örgüt propagandası” suçlamasıyla gözaltına alındıktan sonra serbest bırakıldı.
Sêrt
Sêrt’in Misirc (Kurtalan) ilçesinde de bir düğünde çekilen ve sanal medyada paylaşılan görüntüler üzerine dün 6 genç kadın gözaltına alındı. Sanal medyada ırkçı hesaplar üzerinden görüntünün paylaşılması üzerine Êlih ve Sêrt’te ev baskınları yapıldı. Görüntülerde yer alan 6 genç kadın gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar, Siirt İl Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Valilik, gençlerin “örgüt propagandası yaptığını” ileri sürdü.
Şarkı ıslahat planı
Kürt gençlerinin çektikleri halay ve Kürtçe şarkılar üzerinden hedef alınması, 1925’te yürürlüğe konan Şark Islahat Planı ile 1930’da valiliklere gönderilen “Türkleştirme Genelgesi”ni hatırlattı.
Kemalist yönetimin 1925’te hazırlayarak yürürlüğe koyduğu Şark Islahat Planı, “Kürt kimliğini yok etmek ve Kürdistan’ı sömürgeleştirme planı” olarak da biliniyor. Tarihçi Mehmet Bayrak’ın “Kürtlere Vurulan Kelepçe, Şark Islahat Planı” adlı kitabında, söz konusu plandaki 28 madde sıralanıyor. Söz konusu planla hedeflenen bazı hususlar şöyle:
* Kurdistan kentlerinde sıkıyönetim koşulları devam edecek.
* Sıkıyönetim mahkemelerinde Kürt hakim bulunmayacak.
* Bazı Kürt kentlerinde Türk göçmenler yerleştirilecek.
* Bazı aşiret liderleri ve şahıslar sürgün edilecek ve mallarına el konulacak.
* Kurdistan’daki asker sayısı arttırılacak.
* Kürtlerin silah taşıması engellenecek.
* “Aslen Türk olup Kürtlüğe yenilmeye başlayan” kentlerde Türkçe dışında herhangi bir dil kullanılmayacak.
* Kürtlerin ve Arapların ağırlıklı olduğu bölgelerde Türk Ocakları ve okullar açılacak.
* “Mükemmel kız mektepleri” kurulacak.
* Dêrsim’de yatılı ilkokullar açılarak bölge halkı “Kürtlüğe karışmaktan bir an evvel” kurtarılacak.
1925 Şark Islahat Planı uyarınca 1927’de Umumi Müfettişlikler kuruldu. Umumi Müfettişlikler, fiilen 1948 yılında, hukuken 1952 yılında sona erdi. Ancak 1925 Şark Islahat Planı zihniyeti ve uygulamaları günümüze kadar kesintisiz bir şekilde devam etti.
‘Türklük Genelgesi’
1930 yılında ise, İçişleri Bakanlığı tarafından valiliklere “çok gizli ve kişiye özel” bir “Türkleştirme Genelgesi” gönderildi. Bu genelgede ise, doğruda Kürt kültürü hedef alındı. Söz konusu genelgenin bazı maddeleri şöyle:
* Yabancı lehçelerle görüşen köyleri isimleriyle, nüfuslarıyla, görüşülen lehçeleriyle tespit etmek,
* Çevrelerindeki köylerin de lehçeleri bakımından durum ve niteliklerini ve birbirleriyle ilişkilerini belirlemek,
* Bu köylerden küçük dağınık olanları civar Türk köylerine dağıtmak,
* Yeniden yabancı lehçeli hiç bir köyün, mahallenin kurulmasına izin vermemek,
* Şehir ve köylerde dil dernekleri kurarak, yalnız Türkçeyi konuşturmaya çalışmak,
* Türklüğe ve Türkçeye pay ve paye vermek, som Türklüğün ve özellikle Türkçe konuşmanın, yalnız şerefli olduğunu değil, maddeten kârlı olduğunu da kendilerine bilfiil göstermek,
* Özellikle kadınlar arasında Türkçe’nin yaygınlaşmasına çalışmak; bunlardan Türk kızlarının Türkçe konuşmayan köylülerle evlendirilmesini teşvik etmek; Türkçe bilmeyen köylü kadınları şehirlere getirterek Türk evlerine uygun hizmet ve yöntemlerle yerleştirmek,
* Türklük topluluğunun genel özelliklerine aykırı olan herhangi bir yabancı hissin zararını ve fenalığını kendilerine her vesileyle anlatarak eski alışkanlıklarından soğutmak,
* Kıyafetin, şarkıların, oyunların, düğün ve toplum gelenek ve göreneklerinin de milliyet ve ırk hislerini daima uyanık tutan ve toplumları geçmişlerine bağlayan bağlar olduğu unutulmamalı; bundan dolayı lehçeyle birlikte bu gibi aykırı gelenekleri de fena ve zararlı görmek ve bilhassa kötü göstermek ve hiç bir suretle rağbet edilmeyerek ve cesaretlendirilmeyerek adi ve ilkel özellikleri her vesileyle sergilenerek kötülenmeli ve ayıplanmalı, o lehçeyi konuşan zümrelere mensup kişilerin ve ailelerin isim ve lakaplarını Türkçeleştirmek, nüfustaki kayıtlarını ve künyelerini fırsat düştükçe düzeltmek.””
Biteviye kılınmış olagelen nefret tezahürü bir kere daha zorun yepyeni bir dönemecini de beraberinde getirir. Yıllar yılıdır bir istikrarlı hamle olarak filizlendirilen “ırkçılığın” artık sabit kılındığı bir zeminde, sosyal medya linçlerinin de etkisiyle birlikte Kürdistan halkını sınırlandıran, Kürd kimliğini tıpkı halen el sanılan Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi, Alevi, Arap, Afrikalı, Haymatlos herhangi birisinden bir başkasından sayılanlara reva görülenler ile sınamak bir kere daha hasıl olur. Neden o şarkıyı seçtiniz, neden bu yoldan gittiniz, nasıl bu oyunları eylediniz, hangi halay figürüyle ne mesajlar verdiniz gibi nice saçmalık ötesinden o şark ıslahat planının yepyeni bir sürümüne varabilmek için adımlar birbiri sıra yinelenir. Yaşam tarumar edilirken, meramı görmek, anlamak değil, sahiden kime ya da her neye doğrudan sesleniliyor, anlatılıyor buna düşmek yerine terör örgütü sempatizanlığı gibi bir kalıt / yapışkan bir cendereye insanlar dahil edilir. Gözaltı furyalar halinde aralıksız kenar köşeden, Kürdistan’daki şehirlere, en büyük Kürd diasporasına sahip olagelen İstanbul’a kadar uzanır. Hakkaniyet kavramı, kimliğini, yaşamsal idrak ve düşünsel özgürlük kavramlarının hiçe yazıldığı bir menzil bir kere daha gerçek kılınır. Bu bahsin beyaz soykırım tezahürü, kültürel bir saldırganlık olduğu konuşulmasın istenir. Hep varsa yoksa birkaç hesap üstünden algı, sonrasında çıkagelen tepkime diye var edilmiş ister bilinçli, ister kör parmağım gözüne nefret şablonları ve gelsin linçler, ardıl sıra gözaltılar, tutsak etmeler. Kürd sorunu sahiden de neydi ki!
Mezopotamya Ajansından on dört baronun ortak açıklamasını da ilave edelim: “Sanal medya üzerinden trol hesapların hedef göstermesiyle Kürçe şarkılar eşliğinde halay çekenlerin tutuklanmasına tepkiler sürüyor. Ortak yazılı açıklama yapan 14 baro, "Yargı sosyal medya lincine ortak olmamalı" dedi.
Açıklamada şu ifadeler yer aldı: "Mersin'de sahilde halay çeken gençlerin gözaltına alınmasıyla başlayıp sonrasında Siirt, Ağrı ve İstanbul gibi birçok şehirde Kürtçe şarkı eşliğinde halay çeken yurttaşların çalınan müzik parçası ve atıldığı belirtilen slogan içerikleri üzerinden hedef gösterildikleri, gözaltına alındıkları, gözaltında kötü muamele ile karşılaştıkları ve bazı kişilerin tutuklandıkları yazılı ve görsel basına yansımaktadır. Kürtler ve Kürt meselesi mevzubahis olduğunda devletin güvenlikçi politikaları ve yargısal tasarruflarının devreye girmesi kabul edilemez olup bu çerçevede halay videoları üzerinden gerçekleştirilen gözaltı ve tutuklama furyasının demokratik bir hukuk devletinde yeri yoktur. Mevcut kırılgan toplumsal barışı zayıflatmaktan başkaca bir amaca hizmet etmeyen bu tasarruflardan vazgeçilmesi, yargının ise temel hak ve özgürlükleri koruyucu bir tutum alarak sosyal medyanın linç havasına ortak olmaması gerekir.
İfade Özgürlüğü Kapsamında
Düşüncelerin özgürce ifade edilmesi, ulusal mevzuat ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerle hukuki koruma altındadır. Kürtçe müzik eşliğinde halay çekmek, şarkı içeriğinde yer alan ifadeler ile atılan sloganlar ifade özgürlüğü kapsamında korunmaktadır. Zira 6459 Sayılı Kanun'la değiştirilen 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7/2 maddesindeki örgüt propagandası suçunda esaslı değişiklikler yapılarak örgüt propagandasının basit hali suç olmaktan çıkarılmış ve örgütün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapmak suç haline getirilmiştir.
Serbest Bırakılsınlar
Biz barolar olarak; ölçüsüz gözaltı ve tutuklama kararlarıyla hukuki güvencelerin göz ardı edildiği, masumiyet karinesi ile hukuki güvenlik hakkı ihlal edilerek yurttaşların yargı baskısına maruz bırakıldığı uygulamalardan vazgeçilerek gözaltına alınan veya tutuklanan yurttaşların serbest bırakılması gerektiğini kamuoyuna saygı ile bildiririz."
Açıklamada imzası olan barolar: “Semsûr Barosu, Agirî Barosu, Êlih Barosu, Çewlêg Barosu, Bedlîs Barosu, Dêrsim Barosu, Colemêrg Barosu, Qers Barosu, Mêrdîn Barosu, Mûş Barosu, Sêrt Barosu, Riha Barosu, Şirnex Barosu, Wan Barosu”
Memleketin aşamadığı bir zorluk tahayyülü var artık. Düpedüz yalın bir halde güçlenmiş, iktidarın kötücül halini perdeleyebilmek için kullanışlı kılınan bir nefret şablonundan daim fayda sağlama bugün bir hakikat kılınıyor. Halay etmekti, şarkı dinlemekti, bir şey ya da bir yerlerde görünmekti, yahut da Wan’da önce yaya’nın Kürtçe yazılmasını dahi hazmedemeyip yerlere Türklükle ilgili ibarelerin kazınmasından sonrasında çıkagelen her şey aslında bir asırdır yerinde saymaya devam diyen ülkeyi göstere geliyor. Onca sesleniş ve ikrara / kuvvetli itiraza rağmen Türkiye’nin ikinci en büyük nüfusu olagelen bir halkın ne kimliği, ne dili, ne yaşama biçemi, ne de sözü kaile alınıyor. Meclis sıralarında terörist, sokakta terörist, işte ve dahi evde teröristler diye çıkagelen bir önyargı ile hayatın mahvı için hamleler ardıl sıra yineleniyor. Bütün bu badireler, cendereyi, devletli aklının sıkışmış kaldığı ekonomik / sosyal politik / ahlaki ve insani normları tarumar ettiği bir yerde, geleceğin belirsiz karanlığını bir kere daha ifşa ediyor. Hayatın çürütülmesinde bir de insanlık normunun ötesine geçmiş olagelen ezberden “düşman”, “öteki” nefretinden de el bulmaya çalışılıyor. Bunca açık badireler menzilinde hayat her gün zor kılınırken bir de bu üstünkörü değil daimi bir tutarlılıkla savunulan ol cerahat, ırkçılık bir ülkenin kaderini de geleceğini de tarumar ediyor, görene. Kürd halkının, Mezopotamya’dan ülkenin dört bir yanına varlığına, onlardan başlayarak her köşede bir linç tertibatının, pogrom imalinin ve dahi yaşatmama çabasının varacağı eşik cehennemin ta kendisidir. Bunu da mı sineye çekiyorsunuz, bu da mı şimdilik olur yani bahsiyle geçiştirilebilir. Yüzüncü yılında bir ülkenin alnına karalar çalmasından daha büyük utanç ne olabilir ki! Sahiden kimlerin bu sahnede hayat hakkı vardır, olabilir, müsaade olunur. Düşünür müsünüz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Kriz – Hakan GÜRSOYTRAK – Mutual Art
Meramda Paylaşılan Haberler
‘Türkleştirme Genelgesi’ Devrede: Kürt’ün Halayına Da Yasak - Yeni Yaşam Gazetesi
https://yeniyasamgazetesi6.com/turklestirme-genelgesi-devrede-kurtun-halayina-da-yasak/
14 Barodan Açıklama: Yargı Sanal Medya Lincine Ortak Olmamalı - Mezopotamya Ajansı
https://mezopotamyaajansi38.com/tum-haberler/content/view/248868
0 notes
vicseul · 2 months
Text
KURTULUŞ İÇİN SAVAŞLAR/ BXB
"Sana batan çakıl taşları,benim yüreğimi kanatan canının kırıkları"
6. Bölüm
Tumblr media Tumblr media
youtube
{Aramızda dağlar karı var}
Bölüm Şarkısı: Grup Abdal- Şifa İstemem Balından
24 Temmuz 1991
Kurtuluş içeri gireli bir hafta olmuştu. Savaşla ilk selamlaştığının üzerinden bir hafta geçmişti. Savaş Orhan amcanın yatağının üstünde oturup orhan amcayla sohbet ediyordu, üzerinde hissettiği gözler onu arkasına dönmesini sevk etmişti. Kurtuluş bakışlarını Polata çevirirken, Savaştan çoktan kaçmıştı. Savaş hala kurtuluşa baksa da üzerinde hissettiği bakışları geri çekememişti. Oysa Savaş çoktan onu affetmişti, neden Kurtuluş kaçıyordu o zaman? Evet başta soğuk yapan Savaştı, çünkü kurtuluşu beklemiyordu burada. Ondandır bu hırçınlığı ama tekrar onu gördükçe inmişti yelkenleri. Savaş Kurtuluştan da aynı şeyi bekliyordu. Kurtuluş ise hiç tanışmamışlar gibi silip atıyordu şimdi herşeyi, tek muhabbetleri sofrada birbirlerinden tuz-karabiber istemekti. Savaşın istediği bu değildi, hayal ettiği en azından bu değildi. Onunla uğraşsa bile tepkisiz kalan Kurtuluş bütün hevesini söndürüyordu Savaş'ın ama Savaş bu oyundan vazgeçmeyecekti, öğrenecekti Kurtuluşun neden böyle olduğunu. Orhan amcanın yanından kalkarak kendi ranzasına ilerledi, Kurtuluş farketmişti onun geldiğini. Ranzadan çoktan inmişti o yüzden, lavaboya kaçacaktı her zamanki gibi. Savaşın bunu farketmesi onu biraz daha küplere bindirmişti, Kurtuluş onun planlarını hep bozuyordu. Selamlaşmaları bile yeterdi oysa Savaş için, eskisi gibi olmalarını asla beklemiyordu. Kendi ranzasına varsa da hedefi tutturamadığı için geldiği yönden geri döndü, lavaboya doğru adımladı.Savaş ellerini yıkayan kurtuluşu izledi bir süre, aynadan kendisini görebileceği şekilde konumlandırdı kendini. Kurtuluş hala onu farketmemişti, Savaş konuşana kadar tabii.
"Kaçmaya devam mı edeceksin?"
Ellerini yıkayan genç aynadan arkasında dikilen esmer çocuğa baktı, hareketleri sekteye uğrasa da, düzeltti kendini.
"Kaçmıyorum ben senden"
Histerik ve kısık bir gülüş bıraktı savaş, bomboş olan lavabonun içine.
"Atma ziya, atma. Hadi konuş"
Kurtuluş Savaştan hala kaçıyordu, mahkemede de kaçmıştı. Savaş artık sinirinin son demlerindeydi, açıklama yapması gerekiyordu kurtuluşun.
"Sadece konuşacak bir şeyimiz yok Savaş"
Anlamıyordu, kafası kabul etmiyordu olanları. İlk geldiği gün oysa ne kadar iyi davranmıştı, ne geçmişti aklından şu bir haftada? En çok da bunu merak ediyordu.
"Neden o zaman ilk gün iyi davrandın? Böyle buz keseceksen hiç demeseydin onları?!"
Kurtuluş ellerini yasladığı lavabonun aynasından arkasında kalan bedene tekrar baktı, musluğu açıp ellerini yıkamaya devam etti. oysa elleri tertemizdi Kurtuluşun, kaçtığı sebepleri onun kiriydi, çıkmasını istedi. Savaş konuştukça dahada kirleniyor gibiydi. Kurtuluş Savaştan bunları beklemiyordu, onu hırpalasın dövsün istiyordu. Ağzını yüzünü dağıtırsa belki içinde hissettiği o kir geçecekti ama Savaştan kaçan da kendisiydi, Savaşın duvarlarını geçmek için mecali yoktu, Savaşın duvarları da yoktu zaten ama işi yokuşa sürmesi Kurtuluş için en iyisi gibiydi. En azından şimdilik. Savaşa söyleyemezdi, konuşamazdı, bakamazdı. Kardeşiydi.o Kurtuluşun, sadece kardeşi. Fazlası veya azı değil
Ellerini yıkadığı musluğu kapattı ve esmer gence bile bakmadan çıkmıştı. Savaş ise yine tek başınaydı, istediği bu ise eğer Kurtuluşun ona uyacaktı; Zıtlaşacaktı, Kurtuluşun illa bir sabır sınırı olacaktı zaten sadece damarına bassa belki daha hızlı bir şekilde dökülmesini sağlayacaktı.
"Kurtuluş!" Çay koyan kumral genç, çaydanlığı tüpün üstüne koyup arkasını döndü. Gergindi, Savaşın onu pataklamasını istiyordu. Hayır mazoşist değildi elbette ama hakediyordu işte kendince, Savaşı düşünüyor onun başı belaya girmesin diye olduğu yerden kıpırdamıyordu. Onunla samimi bile olmuyordu.
"Yoksa sana faşist mi diyeyim?!" Kurtuluşun kaşları çatılsa da, bu dört duvarda Savaş yüzünden illa bir kargaşa çıkacaktı. Savaş bunu yapardı, tanıyordu onu. Koğuştaki çoğu kişi ikiliye bakarken, Orhan amca savaşın yanına varmıştı.
"Savaş noluyor evladım?" bir elini savaşın omzuna koyarken, kulağına eğilip konuştu.
"Bir faşistle mevzum var onu halletmem gerek Orhan amcam" dedi Savaş, kaşlarıyla Kurtuluşu işaret ederken.
"Ağzını topla esmer!" Kurtuluşun duyduğu laflarla kaşları çatılmıştı. Savaşa yenilmeyecekti ama onunda bir sabrı vardı. Esmer kurtuluşun hitabı ile sırıtmıştı, kavga ettiklerinde de bu şekilde seslenirdi. Savaş bilirdi, Kurtuluşun bu şekilde konuşmasının tek sebebi sabır göstergesiydi. Madem sabırlıydı,Savaşta bunu kullanmayı bilecekti; Kötü niyetle tabii ki.
"Toplamıyorum ne yapacaksın? Uluyacak mısın?!" yanında olan birkaç adamı dürtüp gülerken yakasını tutan ve kendinden uzun olan kumral çocuğu fark etmemişti. Tutulan ve sıkıştırılan yakası onu boğuyordu şimdi. Kurtuluşun kolundan tutan ve ona saldırmaya kalkanlar hiçbir işe yaramıyordu, Kurtuluş gözlerini esmere diktiğinde hala sırıttığını görmüştü, anıları canlandı o an gözünde; Yakayı sıkan elleri gevşeyip yere eğilmişti. Savaşın ayak ucundaydı artık, Savaş ise yakasını düzeltirten aşağıda kalan bedene bakıyordu. Bulunduğu durum onun içini parçalıyordu, Savaşta yanına eğilip onunla acı çekmek istiyordu aslında, tek istediği Kurtuluşun'a ulaşmaktı, tek istediği O idi ama gururu herşeyi yıkıp geçiyordu; Kurtuluşu,kendisini,aşkını ve davasını bile. Ayakkabısına düşen ellere baktı, içi yandı, kavruldu esmer gencin, içinde susuz olan o kül yığını şimdi tekrar harlanıyordu, tekrar alev alev yakıyordu göğüs kafesini. Engel olamadı, yanması şuan daha iyiydi; Belki suyu Kurtuluş olurdu.
Herkesin odağı ikilideydi.Onların odağı ise birbirinden ibaretti şimdi. Savaş ayakkabısına düşen elleri uzaklaştırdı kendinden, yavaşça ayrıldı herkesin yanından. Kapıya ilerledi, birkaç el vurdu döküm demir kapıya, ufak pencerede beliren gardiyan karşıladı savaşı. Bir şey dedi ama kendisi dahil kimse anlamamıştı, gardiyan onu kollarından tutup dışarı çıkarırken, birkaç kişi odağını Kurtuluştan çekip çoktan götürülen savaşa baktı.
Gardiyan olduğundan daha sakindi, Savaşı kapının önüne getirdiğinde,başı önüne eğmiş gence baktı
"Ne konuşacaksan konuş." dedi gardiyan Savaşı dürterken, bakışlarını yerden kaldırıp ilk önce gardiyana sonra önünde durduğu kapıya baktı. Elini kulpa doğru uzattı ve müdürün odasına girdi, arkasından gardiyan da girdi ama müdür kısa süre sonra çıkartmıştı gardiyanı.
"Ne istiyorsun? Seninle uğraşamam" masadaki evrakları derleyip toplarken, bakışlarını Savaştan kaçırıp sanki çok işi varmış gibi çekmeceden 3-5 kağıdı masasına çıkardı.
"Nakil aldırmak istiyorum."
Gözlüklü ve orta yaşlı müdür gözlüklerinin üstünden şaşkınca savaşa baktı. Oturuşunu düzeltirken, ceketini inikledi ve gözlüğünü çıkarıp masasına koydu. Müdür savaştan böyle bir istek beklemiyordu, koğuş değiştirme isteği olduğunu felan sanmıştı ama durum daha farklıydı.
"Neden?"
Savaşın bakışları odada gezinirken, kafasında ne bahane üretebilirim diye düşünüyordu. Alev alev harlanan duyguları için suya medet ummak istemiyordu şimdi. Gitse belki herşey düzelebilirdi, kalsa çünkü içinin ateşi bütün cezaevini sarardı. Lise de bile dayanamamıştı, her an her saat gördüğü kurtuluş ise şuan onu daha da kötüleştirecekti. İkisi içinde iletişim zordu, birisi susarsa belki birisi dinlerdi, birisi giderse birisi kalır. birbirlerini ancak böyle anlayabilirlerdi. Okulda konuşmamaları aralarındaki buzları kırarken burada öyle birşey mümkün değildi.
"Memnun değilim"
Müdür şaşkınlıkta olan ifadesinin yerini sinir alıyordu, kaşlarının çatılmasından da belli oluyordu şimdi.
"Her memnun olmayanın naklini alıp alelade bir yere veremeyiz. Lise değil burası! Başka bir sorun yoksa çıkabilirsin, işim var." Masaya koyduğu gözlüğünü takıp, Savaşın büyük ihtimal gereksiz olduğunu düşündüğü kağıtların karıştırıp, bir şeyler karalamıştı. İşi ile ilgilenen müdürün bakışı kısa süreli Savaş'ı bulsa da Savaş çoktan çıkmıştı. Gardiyan onu kolundan sıkı sıkı tutarken, yapacağı ve elinde olan tek umutlu olduğu şeyi kullandı. Gardiyanı duvara itiklerken, kendini savunmak için eline gardiyana ait olan copu almıştı. Bir ayağıyla gardiyana tekme atarken kendini suçlu hissediyordu, oysa gardiyanın tek suçu yanına başka bir görevliyi almamasıydı. Savaş bunu sırf hücre cezası için yapmıştı, Kurtuluşla karşılaşmamak ve nakil için belki bir umut olur diye yapmıştı. Kalacağı iki günlük hücrede ve o zirifi karanlıkta çok daha iyi olacaktı...
Kurtuluş oturduğu ranzada derin düşüncelere dalmışken, yanına gelen Orhan amcayı birkaç seslenişten sonra farketmişti.
"Orhan Amca, savaştan haber mi aldın?"
"Bunu söylemek için gelmiştim aslında" dedi, Kurtuluş bu sözlerle oturduğu üst kattaki ranzadan bir atlayışta inmişti. Savaşın yatağının üstüne otururken, Orhan amcaya döndü merak içinde.
"Anlatsana Orhan amca" bir elini Orhan amcanın omzuna koyarken, endişesi dahada artıyordu Kurtuluşun. Koridorda koşuşturma duysa da kimse gıkını çıkarmamıştı. Ne kendi koğuşunda ne de karşı koğuştan bir isyan yükselmişti. O da o yüzden diğerleri gibi sukünetini korumuştu. Konuşmaya derin bir nefes alarak başlayan Orhan amcaya çevirdi dalgın bakışlarını
"Hücreye alınmış, gardiyana saldırmaktan."
Nefesi sıklaşırken, kaşları çatılmıştı Kurtuluş'un. Bedeni kendini kasarken elleri ile Savaş'ın batteniyesini sıkmıştı, tek istediği Savaş'ın onu affetmesiydi, kendisi yüzünden hücreye girmesi Kurtuluş için yıkıcı bir darbe olmuştu. Her haline razıydı oysa Kurtuluş Savaş'ın; Haraket etmesine, arkadaş kalmasına, sataşıp dövmesine bile ama gitmesini istemiyordu hele de kendisi yüzünden. Daha yeni Savaş'ın kendisine bakmasına alışmışken şimdi bilmediği kaç gün boyunca onu göremeyecekti. Savaştan tek bir isteği vardı şimdi; Ne affetmesi ne de arkadaş kalması umrundaydı. Sağ salim dönsün istiyordu, ne yaşacağını bilememe durumu Kurtuluş'un içini lime lime ediyordu. Orhan amca Kurtuluş'a seslense de Kurtuluş onu duymamıştı. Savaşın yatağına ne zaman yatırıldığını bile bilmiyordu, Savaşın kokusunu sinüzlerine kadar hissediyordu ama içi rahat değildi işte. Yatırılmadan önce çok ses duymuştu ama hiçbiri kulağından geçmemiş, kaskatı kalan vücudu battaniyenin içini bulduğunda normale dönmüştü. Gözleri kapanmıyor aksine odanın içindeki karanlığa rağmen hala çok keskin bir şekilde çevresini ölçüp tartabiliyordu, elini yastığın altına koyduğunda ise onu rahatsız eden şeyle aklındakileri silip süpürmüştü. Yastığın altından aldığı şeye bakmıştı şimdi; Bir fotoğraf, mezuniyet fotoğraflarıydı ikisininde. Kurtuluşun yüzünde açan tebessümler saniyesinde yerini hüzüne bırakmıştı şimdi, kenarı yanan fotoğraf onu paramparça etmişti. Yine de gülümsedi, bunu yapmasına bile razıydı. Savaş olduğu sürece ilaca da şifaya da gerek yoktu, çok çektirmişti ona şimdi de kendisi çekiyordu işte. Kader yaşattığını yaşatıyor, Savaşı dövdüğü günlerin acısını Kurtuluşun içini yakarak alıyordu şimdi. Dost bellediği insan içinin kuru toprağına umutsuz ve imkansız tohumları acımadan ekerken ondan hiçbir şey beklemiyordu. Hapise geldiğinde de bu gerçekle yüzleşmişti zaten, aylar sonra ilk defa bakıştıklarında da bu gerçek suratına tokat gibi çarpmıştı, değer vermesi bile çok büyük bir nimetti artık Kurtuluş için. Ölse de ilaç istemezdi Savaştan, çünkü biliyordu Savaşın kendisi ilaç kendisi baldı, kendisi herşeydi. Bunu şimdi anlıyordu Kurtuluş ama yedirememesi bu durumu yokuşa sürüyor, dikeni kendine batırıp kendisi Savaşın koynunda ağlıyordu. Herşey Savaş'ın kendisine gelmesi içindi, her yolu çekecekti bu dört duvar içinde.
Zaman Savaş'ı Kurtuluş'a ulaştıracaktı, zaman herşeyin ilacıydı; İkisi de bu umut ipine tutunuyordu şimdilik
Sevgili yazarınız döndü umarım temenni bir dönüşüm olur benim için, saat gece bire de gelse sizi bölümsüz bırakmak istemedim.
Çalıştığım için buraya zaman ayırmam biraz zor oluyor, gecemden ve gündüzlerimden bir yumak kopartarak sizi yb'süz bırakmamak için çabalıyorum.
Kurtuluşumun gelgitlerini anlayanlar benide aydınlatırsa sevinirim ama bir çıkmazda olduğunu anladım.
Savaşım için dualarımızı eksik etmeyelim ki hemen hücreden çıksın :')
Bir dahaki bölümü geç gelmemeye çalışacağım, görüşürüz canlar 🫶🏻
0 notes
pazaryerigundem · 2 months
Text
Festival coşkusu Bursa’yı sardı
https://pazaryerigundem.com/haber/184221/festival-coskusu-bursayi-sardi/
Festival coşkusu Bursa’yı sardı
Tumblr media
Türkiye’nin en uzun soluklu uluslararası festivallerinden olan ve bu yıl 62’ncisi düzenlenen Uluslararası Bursa Festivali, Ahmet Özhan’ın Açıkhava Tiyatrosu’ndaki Türk Sanat Müziği ve Anna Maria Jopek-Feat. Piotr Wojtasik Quintet’in Balat Orman’daki caz konseriyle dinleyenlere müzik ziyafeti yaşattı.
BURSA (İGFA) – Bursa Büyükşehir Belediyesi adına Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı (BKSTV) tarafından Atış Grup sponsorluğunda düzenlenen 62. Uluslararası Bursa Festivali, şehrin iki yakasında da devam ediyor. Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu’nda Ahmet Özhan, Balat Orman’da ise Anna Maria Jopek ve Piotr Wojtasik Quintet sanatseverlere muhteşem bir müzik keyfi yaşattı.
Tumblr media
Açıkhava Tiyatrosu’ndaki konserde Ahmet Özhan’ın muhteşem yorumuyla seslendirdiği ilahilere, semâzenler eşlik etti. 700 yıllık tarihi geçmişi ile izleyicilere derin duygular yaşatan Sema Mukabelesi, Ahmet Özhan’ın seslendirdiği “Dinle Sözümü”, “Derman Aradım Derdime”, “Medet Senden” gibi ilahilerle birlikte Kültüpark Açıkhava Tiyatrosu’nu dolduran sanatseverlere huşu dolu bir gece yaşattı. Konsere katılanlar, semazenlerin hayatı, ölümü, aşkı ve vuslatı kapsayan zengin içeriğiyle sergilediği gösterileri dikkatle izledi. Gece boyunca kendine eşlik eden orkestrasını bir şef gibi yöneten Türk Müziğinin güçlü sesi Ahmet Özhan’ı ise Bursalılar ayakta alkışladı. Konserine eşsiz yorumları ve dillerden düşmeyen eserleriyle devam eden Ahmet Özhan, izleyenlere unutulmaz anlar yaşattı. Zaman zaman seyircilerin de eserlere eşlik ettiği gecede, Özhan’ın seslendirdiği “Şimdi Yeni Şeyler Söylemek Lazım” şarkısı ise büyük alkış aldı. Gecede, etkinlik sponsoru Harput Holding adına Kurumsal İletişim Yöneticisi Gülhan Yiğitkurt, sanatçı Özhan’a konser için teşekkür etti. ŞEHRİN DİĞER YAKASINDA CAZ KEYFİ Festival kapsamında aynı saatlerde ise Balat Orman’da Anna Maria Jopek-Feat. Piotr Wojtasik Quintet sahne aldı. Caz tutkunlarının bir araya geldiği konserde, Varşova doğumlu ünlü sanatçı Jopek, Piotr Wojtasik Quintet’in müzikleriyle eşlik ettiği harika bir konsere imza attı. Sanat dolu Bursa gecesinde, sahne alan sanatçılar, müzikseverlerden tam not aldı.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
darkyayincilik · 5 months
Text
Salman Tin: Para verip, evde köle olmak isteyen mesajlar geliyor
“Bir Tek Ben Anlarım” ve Simge ile birlikte seslendirdikleri “Yakışıklı” şarkısı ile listelerde fırtına gibi esen Köfn grubu, Kral Müzik Youtube kanalında gazeteci Serhat Tekin’in konuğu oldu. Grup, haklarında merak edilenlerden yeni çalışmalarına sorulan sorulara samimi cevaplar verdi. Röportajdan bazı başlıklar; Salman daha çapkın Programda “ Hanginiz daha çapkın ? “ sorusuna Köfn grubunun…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes