İyi Midir Böyle, Rahat Mısınız!
Hayatın pejmürdeliklere rehin kılınmış bir tahayyül olarak, sürekli yıkıma yollanan bir edim kılınması güncellenendir. Biteviye bir yaşama gayretinin karşısında süreğen olanın her dem linç olduğu, kazananın salt nefret olacağının bildirildiğini yaşadığımız günlerden görebilmek mümkündür. Hayat bütün bütün paramparça edilmektedir. Ne yana dönersek dönelim, hangi konuyu açarsak açalım, sözü edersek edelim var edilen yeri gösteren iş bu tahayyül bugün ülke denilenin de gerçekliğini muştulamaktadır. Müştereklerimizin hali iş bu yıldırı iklimindeki durumu o hayatın neden pejmürdeliğe rehin edildiğini ifşa edendir.
Sahiden de bir hayattan bahis geriye hiç kalmasın, gerçekten bir biçimde sıradanın sözü duyulmasın diye her gayret / edim / eylem ile bu “fasit döngü” güncellenir. Yaşadığımız coğrafya bu habis karabasanların sahnesi kılınmaktadır. Yaşatılan gün, her gün daha fazla karanlığın kılınmaktadır. Siyasetin hayatı “terörize” etmesi kesintisizdir. Hayat terörize edildiğinde düşmanlaştırma, nefret söylemi ve linç pratikleri var edilmektedir. Bir ülkenin demokrasi istenciyle yollarının lime lime olunması kesintisizleştirilir. Çürütülen ve bağ kopartılan hayat akdidir. Hayatın pejmürdeliklere rehin kılınmasının yol haritası bu istikamette iş bu tahayyüllerle birlikte güncellenir.
Cerahat, psikolojik baskı, süreğen yıldırı hayat hakkını yerle yeksan etmektedir. Mamafih yön nereyedir? İsterik bir biçimde muhafaza edilmek istenen müesses nizamın vahşeti iş bu sahada bunca güncellenen yol, yön hep insanlığın aleyhinedir, teyitli ve kesin bilgidir. Anayasal hakların dahi iğdiş edildiği yerde soluk alabilmek dahi rastlantısaldır. Bariz bir devamlılık halinde hak, hukuk ve adalet yeniden düzenlenirken eskisinden de geriye gidiş bir icraat gibi duyurulur. Tüm kapılar yüzümüze kapatılırken ol devlet cüreti bu yıkımları olumlu karşılanması elzem diye beklentilemektedir. Halse daima hep tersidir. Türkiye’nin kutuplaşmış kümelere ayrılıp, cühela cüretinin iktidarına, vahşetin bir normatif kılındığı düzleme rehineliği bu halleri açıklamaktadır. Hayat böylesi bir pejmürdeliğin sarmalına rehin olunup, sıradan olandan çalınandır.
Birkaç haber, ortaya atılan birkaç irin dolu mesaj bu bahsi güncellemenin her nasıl varlığı tesis ediliyor bunu anlamak isterseniz karşılaştırmanız için takdimimizdir. 25 – 26 Şubat 1992 tarihlerinde Xocalı kentinde yaşatılmış olan zalimanelik, Ermeni halkının tastamam hepsine birden mal edilerek, şiddet pornografisi bir yandan o kırım kadar ağır bir ötekinin kırımı Sumgayit 1988 öte yanda var edilirken, TBB Başkanı Metin Feyzioğlu katılmış olduğu bir sempozyumda şu aşağıda okuyacağınız lafazanlıkları icra eder. Mesel Xocalı kırımını yad etmek, insanların acılarına dikkat çekmek değil, tam da bugünün ülkesinin nasıl faşizan bir kıvama dönüştüğünün nişanesi, o müesses nizama selam duruşlarla yara unutturulur.
Birgün’den alıntılayalım: “Sempozyum açılışında konuşan Feyzioğlu, Hocalı’da meydana gelen katliamı soykırım olarak tanımlayarak, “Hocalı’da Taşnak çeteleri tarafından gerçekleştirilen kıyım, belli bir ulusal etnik, ırksal ya da dinsel bir grubun kısmen ya da tamamen ortadan kaldırılması amacıyla işlenen suçlar içinde değerlendirilecek özellikler taşıyor. Özetle bu bir soykırımdır” dedi.
Soykırımın münferit değil Ermenistan devlet politikası olduğunu ileri süren Feyzioğlu, “Hukuk ve insanlık dışı bu kıyımla birlikte mağdurların taşınır taşınmaz mal varlıklarına el konulmuş, bölgede etnik arındırma uygulaması, kendine ‘uygar’ diyen dünyanın gözleri önünde gerçekleşmiştir. Soykırımın sevk ve idaresinde doğrudan ya da dolaylı bir şekilde sorumluluk sahibi olan kişilerin bazıları, sonra ki dönemlerde Ermenistan devletinin en üst mevkilerine kadar gelmiştir. Bu, işgal ve kıyımın münferit bir eylem değil Ermenistan’ın benimsediği bir devlet politikası olduğunu da göstermektedir” diye konuştu.
24 Nisan’da Ermeni olanlara inat kendilerinin Türk olduğunu vurgulayan Feyzioğlu, “Her 24 Nisan’da göstermelik çağdaşlık ve modernlik uğruna ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diyerek, kendini Batı dünyasına kabul ettirmeye çalışan, aslında işgal altındaki İstanbul’un aydınımsı bir devamı olan malumlara inat bugün diyoruz ki ‘Hepimiz Türküz'” dedi.
İki ülkenin arasında cereyan etmiş olan yıkımı bu topraklarda bir siyaset malzemesi kılma hali, olanca namertliği sanki bir şey söylüyormuş gibi paylaşarak oluşturulan güncellikten tam da o anlattığımız ülke görünür kılınır. Soykırım bir bahis değildir ki Ermenice Büyük Felaket olarak bildirilen şu sığ akılla bir şeyler söyleyeyim de yükseleyim anlayışındaki bir avukat tarafından zikredilmesi düşündürücüdür. Ağızda çiğnenen bir buçuk milyon insan mevzu bile edilmeyendir. Cerahatle kin güderek, yıllar sonra yüzlerce Azeri ve Ermeni’nin canına mal olan kırımları o karanlıkla eşitlemek acıları anlamamaktır. Yara nedir bilmemektir!
Feyzioğlu bir şablon haline dönüştürülmüş, klişe kabilinden varlığı tescillenen ırkçılığı yeniden nefret söyleminden el bularak var eder. Hayatın biricikliğini bir yerde var edilmiş olan kötülüğün hesabını bir başka kimliğe nefret duyarak bu tahayyülü hicap edip, ar dahi etmeden cümleler kurarak var eder. Kötülük iş bu sahada her günü bir başka yönden devletli eliyle, cürmü yeniden inşa ederek yineler. Hayatların çalınması ve yıldırı mevzu edilmeyendir. Acıları birbirine kırdırarak o bundan, şu berikinden ağır diye atfederek, bu menzilin yaşatmazlığı güncellene gelendir. Feyzioğlu müesses nizamın dünü ve şimdisini birleştiren her hamlede bunu belirgin kılmaya çalışan bir taşerondur, figürandır. Beyaz beresi aklında, nefreti dilinde, kötücül tahayyülleri dilinin ucunda bir türlü tükenmek nedir bilmeyen kalıpların peşinde hak, hukuk, adalet bahsini açabilen soytarıdır.
SBF Anayasa Kürsüsü öğretim üyesiyken 2017 Şubatı’nda Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi’yle görevine son verilmiş Siyaset Bilimci, Doç Dr. Murat Sevinç Diken’de “Ermeni yurttaşların yerinde olsam, mutluluk duyardım!” başlıklı meramından alıntılayalım: “Her 24 Nisan’da kim nerede böyle slogan atıyor, bilemiyorum hakikaten. Ancak ‘bir malum’ olarak, Hrant Dink’in katledildiği yerde, o kaldırımın önünde 19 Ocak’larda bu slogana tanık oldum. Çok duygulandım. Bulan, söyleyen sağ olsun.
Tabii Feyzioğlu gibi bir figüre, ‘Hepimiz Ermeniyiz’ ifadesinin bir acıyı paylaşma amacını taşıdığını; bunun bir gün ‘Hepimiz Türk’üz’, bir gün ‘Hepimiz Kürt’üz’, bir gün ‘Hepimiz Aleviyiz’, bir gün ‘Hepimiz eşcinseliz’ bir gün ‘Hepimiz Müslümanız’, bir gün ‘Hepimiz ateistiz’ olabileceğini; önemli olanın ezilenin, adaletsizliğe uğrayanın ve gözümüzün önünde ‘katledilen’in yanında durmak olduğunu anlatmak pek mümkün değil. Anlayacak olsa bu yaşa kadar anlardı.
Bir büyük acıya merhem olsun diye düşünülmüş anlamlı sözleri, bir başka acının konuşulduğu gün istismar eden insana söyleyecek fazla bir şey yok hakikaten. Kendisine, ‘bir şey’ olma, belli ki mutlaka ‘bir şey’ olma çabasında kolaylıklar dilemekten başka.
Yazının son sözü Ermeni okura, eşe dosta olsun: Ermeni de olabilirdi. Ne şanslısınız!”
Çürümenin güncellendiği sahnede var edilen pejmürdeliklere dikkat çeker Sevinç. Kendi ekseni etrafında bir yıkıcılığı, bariz bir yok ediciliği üstlenen, bununla övünen bir sahanın var edilmesidir sorun. Görünür, anlaşılır bir dille Türkçe yazılmış olan meramın satırları hepimizin de bahsidir. Konuşmaktan, anlatmaktan yorulmadığımız soykırım meselindeki o yüzleşme ihtimallerini daraltıp, biz buyuz kardeşim bahisleriyle geçiştirilen hemen her gün yeniden ve yeniden o katran karanlığının çıkageleceğini bildirir. Sorguluyor musunuz sahiden soruyor musunuz?
Metin Feyzioğlu’nun asıl, her neyden destek aldığını gösteren bir utanç vesikası paylaşılır cumhurbaşkanlığı resmi hesabından. Cumhur ittifakının kapsadığı kitlenin dışında kalan her kim varsa onları terörist ilan eden bir bildirim paylaşılır. Bir tek karede, birkaç satırlık meramla memleketin ayrımcılığına yeni hamleler eklenir. Kendisine benzeş kılamadığı her ötekisini linç eden, onların hayatını bozguna uğratmaya bunca teşne olanların sahnesinde eksik varmış gibi yeni yaralar için yönler belirlenir.
Ermeni, Rum, Süryani ezel ebed düşmanlaştırılandır. Alevi ve Kürd süreğen düşmanlık testlerinde her dem sınanadır. Şimdi de seçimler öne sürülerek millet ittifakı nam çatıya vurgu yapılarak insanlar hedefe koyulur. HDP için terörün başı gibi yakıştırmaların ardı sıra güncellendiği yerde, onunla yan yana görünmekten imtina eden muhalefet partilerini de birörnek çatıya dahil olunması düşündürücüdür. HDP’ye sırtını çeviren tüm partilerin de o yola baş koyup, yaftalardan nasibini alması, düz ovada siyasetin de, pragmatizmden kurtulmuş sıradanın meramına dikkat çekmenin bile imkansız koyulmasını göstere gelir. İleri demokrasi buralara kadardır!
Bugün yaşadığımız bu ileri demokrasi coğrafyasında bu kesintisiz tahakküm hamleleriyle bariz bir karanlık var edilmektedir. Feyzioğlu gibi nicesinin düşüncesi olan yıkıcılık, tek tipçilik, bir kez daha memleketin ayarlarıyla oynamaktan bir beis görülmemektedir. Ülke sathı mahalinin yüzde ellisine terörist diyebilen cüret açıktır ki seçimi de demokrasi meseli gibi nicesini de çoktan zayi etmiştir. Memleketi kötülük ile kuşatmak güncellenen bir meseldir. Düşmanlaştırma o iktidar için elzem bilinendir.
Memleketin yaşatmazlığa rehin bir sahne kılınması halinin her nasıl var edildiği sadece ve sadece o cumhurbaşkanlığı açıklamasından bile belirginleştirilir. Üstümüze göçertilmiş ol hayatın enkazı arasında bir de müşterek olanın adının anılmaması hali güncellenir. Var edilen nefret bu bahsin görünür bir sonucudur. Cürümler coğrafyasına yeni ekler artık bu sahnede açıktan var edilendir.
Artı Gerçek’te Derya Okatan’ın haberidir: “HDP eski Eş Genel Başkanı Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesine yönelik saldırının faillerinden olan ve gözaltında tutulduğu karakolda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile fotoğraf çektirdiği ortaya çıkan Murat Alp, saldırının yaşandığı İncek Mahallesi’nden muhtar adayı oldu.
Anne Hatun Tuğluk'un cenazesi Ankara’nın Gölbaşı ilçesi İncek Mahalle Mezarlığı’na defnedilmek istenmiş, ancak ırkçı saldırı sonucu cenaze mezardan çıkarılarak Dersim’e götürülmüştü.
Kamuoyunda büyük tepki yaratan olay gecesi bazı saldırganlar gözaltına alınırken, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun gözaltındaki şüphelilerden Murat Alp ile karakolda çektirdiği fotoğraf basına yansımıştı.
"Buraya Ermeni gömdürtmeyiz" diyerek cenazeye saldıran 19 kişi hakkında dava açılırken, Murat Alp’in de içinde olduğu 3 tutuklu sanık ilk duruşma tahliye edilmişti.
Alp, duruşmada kendisini "Cenazeyi terörist cenazesi diye biliyordum. Her gün şehit cenazelerinden sıkıldığımız için bunu yaptık" diye savunmuş, cenaze sahiplerine küfür ettiğini kabul etmişti. Alp, Bakan Soylu ile fotoğrafına dair sorularına ise yanıt vermemiş ve cenaze sahiplerinden özür dilemişti.”
Çürümenin neresini, pejmürdeliğin nasılını her hangi bir menzildeki şu yukarıdaki gibi bir tahayyülün var ettiği yıkımı her neyle izah edebilirsiniz. Kötülüğün yüceltildiği bir yerde, o sahanın yaşatan değil giderek yaşamı sıfırlayan bir uzam haline dönüşmesinin acısını her ne yana koyabilirsiniz. Xatun Tuğluk’un naaşına zarar verme raddesine ramak kalmış bir lincin ard��ndaki insanlardan birisi nefretine karşılık mükafatlandırılır. Bunca bariz olan sırt sıvazlamanın, makamla taltif etmelerin beyaz bereli samast efendideki halini de bu topraklarda yaşamaya çalışan bir avuç Ermenistan’lıyı tıpkı burada kelaynak sürüsü kadar olan Ermeni nüfusu gibi def etmeye / sınır dışı yapmaya kafaya takanların varlığı gibi, Affedersiniz Ermeni sözü gibi cerahatin temsilini bildirmektedir. Memleket o’dur!
Diyarbakır Barosu'ndan paylaşalım: Bugün (01 Mart) saat 13:30'da her hafta yaptığımız Tahir Elçi İnsan Hakları Kürsüsü Etkinliği Tahir Elçi anması sonrası Baro Başkanımız, Yönetim Kurulu Üyemiz, Meslektaşımız ve Baro Çalışanlarımız bazı kişilerin fiziksel saldırısına uğramıştır. Baromuza yönelik yapılan bu saldırıya ilişkin Adliye önünde yapılan basın açıklamasında konuşan Baro Başkanımız Cihan Aydın şunları söyledi;
Diyarbakır Barosu, açlık grevlerine ilişkin olarak bu işin dostane ve barışçıl bir şekilde sonuçlanması için, kimsenin kalıcı bir sakatlık yaşamadan, can kaybı yaşamadan sonuçlanması için başladığı günden bu güne kadar defalarca kamuoyuna açıklamalar yaptık. Henüz bir saat önce açlık grevi nedeniyle Bayburt Cezaevinde üç arkadaşımızın tartaklandığını size anlattım. Dolayısıyla bu eleştiri bizim açımızdan kabul edilemez. Ailenin acısını ve endişesini anlıyoruz, çocukları ve yakınları açlık grevinde olan insanların acılarını anlıyoruz. Biz de bir hukuk örgütü olarak endişeliyiz. Bu endişelerimizi biz de defalarca yazılı, sözlü, yetkililerle yaptığımız görüşmelerde dile getirdik ancak maalesef bu işin dostane bir şekilde çözülmesini isteyen Diyarbakır Barosu hedef alındı bu saldırıyla. Bu bireysel bir saldırı değil. Bu işin örgütlü bir iş olduğunu düşünüyoruz. Daha Tahir Elçi'nin failleri ortaya çıkarılmadan yeniden Diyarbakır Barosu'na böyle bir saldırı örgütlenmesini kınıyoruz. Tahir Elçi'yi öldürmekle bu baroyu susturamadınız. Bizi öldürmekle de susturamazsınız. Bunu bu işin arkasındaki kişiye açıkça söyleyeyim. Biz buradayız, gidecek bir yerimiz yok. Alnımız açık, insan haklarına yönelik faaliyetlerimizi sürdüreceğiz. Soruşturma, kovuşturma, saldırı tehdidi altında olacağımızı biliyoruz. Avukatlara saldırmak maalesef Türkiye toplumunun neredeyse geleneksel bir tercihi haline geldi. Kınıyoruz. Buradaki arkadaşlarımız bunun göstergesi. Biz gideriz başkası gelir. Tahir Elçi gider Cihan Aydın gelir. Cihan Aydın gider başkası gelir. Bu bayrak asla ve asla yere düşmeyecek. Ben bir kez daha bu konuda mesleki dayanışmamızı kamuoyuna duyuruyorum. Buradayız, Tahir Elçi’nin bıraktığı yerdeyiz. Şimdi Sayın Başsavcı'yla görüşeceğiz bu konuyu. Bu saldırının arkasındaki kişilerin ortaya çıkarılması için destek talep edeceğiz. Umarım verirler.
Gündemin satır aralarında bırakılanları hatırlatmaya devam edelim: Amed Newrozu sırasında katledilen Kemal Kurkut’un ardından açılan davanın yedinci duruşması gerçekleştirilir. Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Mahkeme başkanı, bir önceki celsede talep edilen Ulusal Kriminal Büro raporunun mahkemeye ulaştığını belirtti. Ancak avukatlar, gelen raporun kendilerine verilmediğini ifade ederek, mahkemenin raporun sonuç kısmının okunmasını ve söz konusu raporun bir kopyasının kendilerine verilmesini talep etti. Sanık polis Y.Ş. ise raporun kendisine ulaştırıldığını söyledi.”
“Mahkeme başkanı raporun sonuç kısmında, Kemal Kurkut'un polis memuru Y.Ş.'nin doğrudan ateş açmasıyla vurulduğuna ilişkin bilgileri paylaştı. Raporda şunlar belirtildi: “Bu sırada olay faili düşünülen polisin Kemal’e tabanca doğrulttuğu, Kemal’in seken bir mermiyle değil, olayda şüpheli polisin tabancayı Kemal’i hedef alarak ateşlediği, bu ateşlemeyle tabancanın yukarı kalkma / mermi atma hareketinin görüldüğü, bu hareketin iş bu deşifre klibinde de tekrarlı olarak birçok kez gösterildiği, olay faili olduğu değerlendirilen polisin ateş etmesinden sonra Kemal’in sol yanını tutarak koşmaya başladığı görülmüştür. UKB’nin iş bu çalışmasında olay faili olduğu düşünülen bu kişinin adı şayet tutuklu bulunan polis memuru Y.Ş. (Raporda isim açık yazılmış) ise Ulusal Kriminal Büro’nun deşifresine göre Kemal Kurkut’u vuran kişinin Y.Ş. olduğu, otopsi raporunda da öldürücü nitelik bilgisi alınan sol pektoral yan bölge aksiler hat ile 11-12. kostanın kesişim hizasında 0,5 çaplı ASMÇ giriş deliği görülen notanın bu esnadaki ateşlemede vuku bulduğu değerlendirilmekle takdir Türk yargısınındır."
Raporun sonuç kısmının okunmasının ardından savunma yapan sanık polis Y.Ş., Ulusal Krimanal Büronun raporda kendisinin Kemal Kurkut'u doğrudan hedef alarak ateş açtığının belirtildiğini; ancak otopsi, polis ve Adli Tıp Kurumu raporlarında Kurkut'un vücudundan mermi nüvesinin bulunduğunun tespit edildiğini, başka yerden seken mermi parçası nedeniyle Kurkut'un öldüğünün anlatıldığına işaret ederek, raporun maddi delillerden uzak olduğunu savundu. Y.Ş., yeniden bir rapor düzenlenmesini talep etti.
Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünün gönderdiği söz konusu delillerin kendilerini şaşırttığını kaydeden Diyarbakır Baro Başkanı Cihan Aydın, "Bu, sanığın hala görevinin başında olması delilleri karartma riskinin bulunduğunu gösteriyor" dedi.
Ulusal Kriminal raporda Kurkut'un sanık polis Y. Ş. tarafından vurulduğunu anımsatan Aydın, bu rapor üzerine sanık polisin tutuklanmamasının kamu vicdanını yaralayacağını kaydetti. Aydın, mahkemeye talep olmaksızın Emniyet tarafından gönderilen delillerin Emniyet mensuplarının kendi meslektaşlarını koruma girişimi olduğunun altını çizdi. Aydın, sanık polisin tutuklanmasını talep etti.
Taleplere ilişkin ara kararını kuran mahkeme, tutuklama talebinin ve adli kontrol tedbirlerinin yeniden uygulanmasının reddine, olay yerindeki emniyet mensuplarının belirlenerek tanık olarak dinlenmesine resen değerlendirilmesine, Ulusal Kriminal Bürodan gelen raporda, mahkemece talep edilen konular yönünden noksan görüş beyan edildiği, bu yönde ek rapor düzenlenmesi için müzekkere yazılmasına karar vererek duruşmayı erteledi.”
Pejmürdelik bir baştan başlayıp ta dibine kadar süreğen kılınan bir mesel olmayı halen sürdürüyor. Bir menzilde hayat emaresinin kökü kazılıyor. Düşmanlaştırma, nefret etme, hiddete yol verme, türlü çeşit şark kurnazlığı ardından çıkagelen yıldırı ve bir dolu yara ile Türkiye’nin yenisi de o eskinin birörnek kopyası kılınıyor. Cerahat karşısında sözünü hayattan yana kuran değil zulümden ve kötülükten yana kuranların iktidarı güncelleniyor.
Bir ihtimal değil sıradanın hayatının yerle bir edilmesi güncelleniyor. Sahiden zorunuza gitmiyor mu? Bunca ağır yıldırı ve çürümenin ortasında, tüm o pejmürdelik halihazırda bir sabit kılınırken, gelecek çalınırken hiç mi yıkım sizi endişelendirmiyor! Ziller zangır zangır öterken, müşterek olanın üstüne mecazi değil kalıcı bombalar bırakılırken, yaşatan vatan imi yıkılırken, hiç mi bir şey sizi endişe ettirmiyor, iyi midir böyle, rahat mısınız!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller: Too Loud A Solitude & Miss Butterfly By Shadi GHADIRIAN
1 note
·
View note