Tumgik
#hikayeokuma
ycenkaltun · 7 years
Video
Cansın kendi yazdığı hikayeyi okuyor. Videonun devamı için youtube kanalımiz olan -biricik cansın-ı ziyaret edip abone olabilirsiniz #hikaye#cansın#biricik#biricikcansın#hikayeokuma#hikayeyazma#yazar#daktilo#kitap#kalem#istanbul
0 notes
gajder · 4 years
Text
Dehşet Hikayeleri; "Bir Düş Müydü?"
Tumblr media
Dehşet Hikayeleri; "Bir Düş Müydü?" Onu delice sevmiştim! İnsan neden sever? İnsan neden sever? Ne tuhaf insanın dünyada sadece tek varlığı görmesi, zihninde sadece tek bir düşünce, kalbinde tek bir tutku ve dudaklarında tek bir isim olması... sürekli olarak üste çıkan, bir pınardaki su gibi ruhun derinliklerinden dudaklara yükselen bir isim, insanın durmadan tekrarladığı, aralıksız, her yerde, bir dua gibi fısıldadığı bir isim. Size hikayemizi anlatacağım, çünkü sevdanın her zaman aynı olan bir hikayesi vardır. Onunla karşılaştım ve onun yumuşaklığıyla, okşamalarıyla, kollarının arasında, onun sözleriyle yaşamaya başladım, ondan gelen her şeyle öylesine sarılıp sarmalanmış, bağlanmış ve soğnulmuştum ki artık bu bizim yaşlı dünyamızda gece mi gündüz mü olduğuna, ya da canlı veya ölü olup olmadığıma aldırmıyordum. Sonra öldü. Nasıl mı? Bilmiyorum, artık hiçbir şey bilmiyorum. Ama bir akşam eve sırılsıklam geldi, çünkü şiddetli bir yağmur yağıyordu ve ertesi gün öksürmeye başladı, bir hafta kadar öksürdü ve yatağa düştü. Ne olduğunu şimdi hatırlamıyorum, ama doktorlar geldi,- yazdılar ve gittiler. İlaçlar alındı ve birtakım kadınlar bunları ona içirdi. Elleri ateşliydi, alnı yanıyordu, gözleri parlak ve üzgündü. Onunla konuştuğumda bana yanıt verdi, ama ne dediğimizi hatırlamıyorum. Her şeyi unuttum, her şeyi, her şeyi! Öldü o öldü ve ben onun ince, zayıf iç çekişini çok iyi hatırlıyorum. Hemşire: "Ah!" dedi ve anladım, anladım! Artık hiçbir şey bilmiyordum, hiçbir şey. Read the full article
0 notes
gajder · 4 years
Text
Genesis'ten Yeni Bir Hikaye; Elmas Avcı (Birinci Bölüm: Portal)
Tumblr media
Genesis'ten Yeni Bir Hikaye Elmas Avcı (Birinci Bölüm: Portal) Bizi ranzalarımızdan apar topar kaldırıp güvertede toplayan acil durum sirenlerinin kulaklarımızda yol açtığı geçici duyu kaybını neye borçlu olduğumuzu, ancak bölüğümüz lazer toplarının başına sevk edilmeden saniyeler önce öğrenebildik. Savaş gemimiz Tulpar, Neptün yörüngesindeki devriye görevinin kırk sekizinci dünya gününde bir Rikan keşif gemisiyle karşı karşıya gelmişti. Yirmi beş bin ışık yılı ötemizdeki Büyük Köpek Cüce Galaksisi’ne ait olan bu yok edici uzaylı teknolojisi, uzay zaman dokusunda bir yırtık oluşturarak ansızın portal açmıştı ve böylelikle bu tuhaf metal yığınıyla burun buruna gelmiştik. Karşımızdaki şeyin daha önce defalarca karşılaştığımız ve amansız mücadeleler verdiğimiz sıradan Rikan gemilerinden biri olmadığını, başında bulunduğum üç yüz elli beş milimetrelik lazer topunun teleskobundan ona daha ilk bakışımda anlamıştım. Lifli, yarı saydam, yassı bir bulutu andıran görüntüsüyle ve ardında parlak bir tilki kuyruğu gibi kilometrelerce uzanan iyon kasırgasıyla sıradan Rikan gemilerine benzemesine karşın bu gemi onlardan çok daha büyüktü; öyle ki Tulpar onun yanında, futbol topunun yanında duran bir toplu iğne başı kadar küçük kalıyordu. Bizim gemimiz Rikanlarınki gibi uzayda portal açabilecek bir teknolojiye sahip değildi, fakat lazer toplarımız onların zırhlarını delebilecek kadar kuvvetliydi. Read the full article
0 notes
gajder · 5 years
Text
Hikaye Oku: Perili Ev
Tumblr media
Hikaye Oku: Perili Ev Ne zaman uyanırsan uyan, bir kapı çarpardı. Odadan odaya geçerlerdi, el ele, orayı burayı kaldırıp açarak, emin olmaya çalışarak – bir hayalet çift. “Buraya bırakmıştık,” dedi kadın. Adam da ekledi, “Ah, ama buraya da!” Kadın, “Üst kata,” diye mırıldandı. “Ve bahçeye de,” diye fısıldadı adam. “Sessiz olalım,” dediler, “uyandıracağız onları.” Oysa bizi uyandırdığınız yoktu. Yok, hayır. İnsan, “Onu arıyorlar; perdeyi açıyorlar,” diyebilir, sonra da birkaç sayfa daha okuyabilir. Emin olarak, “Buldular işte,” deyip kalemi sayfanın kenar boşluğunda durdurabilir. Sonra da, okumaktan yorulunca, kalkıp kendi gözüyle görebilir evde kimselerin olmadığını, kapıların açık durduğunu, yalnızca tahtalı güvercinlerin neşeyle gurladığını ve harman makinesinin çiftlikten gelen homurtusunu. “Niçin geldim buraya? Bulmak istediğim neydi?” Ellerim boştu. “Belki de üst kattadır öyleyse?” Tavanarasında elmalar vardı. O zaman yeniden aşağıya, bahçe hâlâ eskisi gibi, bir tek kitap kayıp çimenlerin arasına düşmüş. Ama onu oturma odasında bulmuşlardı. Yok asla görünmüyorlardı. Elmaların yansıları, güllerin yansıları pencerelerin camlarındaydı; camlardaki tüm yapraklar yeşildi. Oturma odasına geçecek olsalar, elmanın yalnızca sarı yanı görünüyordu. Ama, az sonra, kapı açılacak olsa, yere yayılacak, duvarlara asılacak, tavandan sarkacak – ne? Ellerim boştu. Halının üstünden bir ardıçkuşunun gölgesi geçti; suskunluğun en kuytu kuyusundan dem çekti tahtalı güvercin. “Güvende, güvende, güvende,” diye attı evin nabzı usulca. “Hazine gömülü, oda…” nabız birden durdu. Ah, gömülü hazine miydi? Az sonra ışık dolgunlaşmıştı. Dışarıda bahçede öyleyse? Ama ağaçlar aylak bir güneş ışınının önüne karanlık ördü. Hep camın ardında yalımlanan o aradığım gün ışını, öyle ince, öyle az rastlanır, yüzeyin altında yitti serinkanlılıkla. Ölümdü cam; ölüm aramızdaydı; önce kadına gelmişti, yüzlerce yıl önce, evi terk etmişti, bütün pencereleri sımsıkı kapatarak; odalar kararmıştı. Adam evden ayrıldı, kadını bıraktı, kuzeye gitti, doğuya gitti, güney göğüne çevrilen yıldızları gördü; evi aradı, Downs’ın1 aşağılarında buldu. “Güvende, güvende, güvende,” diye atıyordu evin nabzı sevinçle. “Hazine sizin.” Rüzgâr ağaçlı yol boyunca esiyor. Ağaçlar bir o yana bir bu yana eğilip boyun büküyor. Ayın ışıkları yağmurda çılgınca sıçrayıp saçılıyor. Ama lambanın ışığı pencereden dosdoğru vuruyor. Mum dimdik ve dingin yanıyor. Evin içinde dolanıyor, pencereleri açıyor, bizi uyandırmamak için fısıldaşarak konuşuyor, köşe bucak mutluluğunu arıyor hayalet çift. “Burada yatardık,” diyor kadın. Ve adam ekliyor, “Binlerce öpücük.” “Sabah gözlerini açmak—” “Ağaçların arası gümüş rengi—” “Üst katta —” “Bahçede—” “Yaz geldiğinde—” “Kışın kar zamanı—” Uzaklarda kapılar kapanıyor, kalp atışları gibi usulca çarparak. Biraz daha yaklaşıyorlar; kapının ağzında duralıyorlar. Rüzgâr diniyor, yağmur camdan aşağıya gümüşsü kayıyor. Gözlerimiz kararıyor; ardımızda hiçbir ayak sesi duymuyoruz; hayalet pelerinini açmış bir kadın görmüyoruz. Adamın elleri feneri perdeliyor. “Bak,” diyor fısıltıyla. “Mışıl mışıl uyuyorlar. Dudaklarında aşk.” Üstümüze eğilip, gümüş lambalarını bize tutarak, uzun uzun bakıyorlar ve derin derin. Öyle duruyorlar uzun uzun. Rüzgâr dümdüz üfürüyor, alev usulca eğiliyor. Ayın yabanıl ışınları yerde ve duvarda kesişiyor ve buluşarak eğik yüzlere vuruyor; derinlere dalmış yüzlere; uykudakileri araştıran ve gizli mutluluklarını arayan yüzlere. “Güvende, güvende, güvende,” diye çarpıyor evin kalbi övünçle. “Onca yıl—” diye ah ediyor adam. “Yeniden buldun beni.” “Burada,” diye mırıldanıyor kadın, “uyurduk; kitap okurduk bahçede; gülerdik, elmaları yuvarlardık tavanarasında. Buraya bırakmıştık hazinemizi —” Eğiliyorlar, gözlerimin üstündeki örtüleri kaldırıyor ışıkları. “Güvende! güvende! güvende!” diye atıyor evin nabzı deli gibi. Uyanıp, haykırıyorum, “Ah, bu sizin gömülü hazineniz mi? Yürekteki ışık.” Virginia Woolf   Read the full article
0 notes
gajder · 5 years
Text
Başarı Hikayesi:"Rekabetin Başarıdaki Önemi"
Tumblr media
Başarı Hikayesi:"Rekabetin Başarıdaki Önemi" Tanınmış bir işadamı, çelik üretimi yaptığı fabrikasından yeterince verim alamadığından yakınıyordu. Bir gün ustabaşı ile birlikte fabrikayı geziyorlar bir yandan da durumu değerlendiriyorlardı. İşadamı, ustabaşına sordu: “Senin gibi işini bilen, becerikli bir usta nasıl olur da fabrikadan istediği kadar verim alamaz?” Ustabaşı: “Size karşı çok mahcubum, ancak verimi artırmak için ne çok çaba harcadığımı en iyi siz biliyorsunuz. Bütün işçileri çok çalıştırdım. Birçoğunu işten atmakla tehdit ettim; ama maalesef yeterince başarılı olamadım.” İşadamı o sırada yanlarından geçmekte olan bir işçiyi durdurup sordu: “Bugün kaç kazan çelik ürettiniz?” “Yedi kazan, efendim.” İş adamı kendisine bir tebeşir getirmelerini istedi. Tebeşir geldiğinde de onunla yere büyük bir “7” yazdı. Sonra da çıkıp gitti. Gece vardiyasında çalışan işçiler geldikleri zaman, bu yedi sayısının ne olduğunu sordular. Gündüz işçileri: “Patron bugün buradaydı; bize kaç kazan çelik erittiğimizi sordu, biz de ‘yedi’ cevabını verdik. Sonra da buraya yedi yazdı ve gitti.” dediler. İşadamı ertesi gün fabrikayı yine dolaştı. Dün yazdığı “7” sayısı silinmiş yerine “8” yazılmıştı. Gündüz vardiyasında çalışan işçiler gelince sekizi gördüler. Demek gece çalışanlar, kendilerinden daha iyi iş yaptıklarını zannediyorlardı. Kendilerini gece işçilerinden üstün göstermek için büyük bir gayretle çalıştılar ve yere “9” yazdılar. Birkaç ay sonunda fabrikanın verimi o civardaki bütün fabrikaları geçti. Ünlü işadamı, bunun nasıl mümkün olduğunu soran dostlarına şu cevabı verdi: “İş yaptırmak için rekabet hissini uyandırmak gerekir. İşçi gruplarını birbirine üstün gelmeye teşvik ettim, biliyordum ki üstün gelme hissi onların ruhunu coştu​rur.”   Read the full article
0 notes
gajder · 5 years
Text
Başarı Hikayesi:"Rekabetin Başarıdaki Önemi"
Tumblr media
Başarı Hikayesi:"Rekabetin Başarıdaki Önemi" Tanınmış bir işadamı, çelik üretimi yaptığı fabrikasından yeterince verim alamadığından yakınıyordu. Bir gün ustabaşı ile birlikte fabrikayı geziyorlar bir yandan da durumu değerlendiriyorlardı. İşadamı, ustabaşına sordu: “Senin gibi işini bilen, becerikli bir usta nasıl olur da fabrikadan istediği kadar verim alamaz?” Ustabaşı: “Size karşı çok mahcubum, ancak verimi artırmak için ne çok çaba harcadığımı en iyi siz biliyorsunuz. Bütün işçileri çok çalıştırdım. Birçoğunu işten atmakla tehdit ettim; ama maalesef yeterince başarılı olamadım.” İşadamı o sırada yanlarından geçmekte olan bir işçiyi durdurup sordu: “Bugün kaç kazan çelik ürettiniz?” “Yedi kazan, efendim.” İş adamı kendisine bir tebeşir getirmelerini istedi. Tebeşir geldiğinde de onunla yere büyük bir “7” yazdı. Sonra da çıkıp gitti. Gece vardiyasında çalışan işçiler geldikleri zaman, bu yedi sayısının ne olduğunu sordular. Gündüz işçileri: “Patron bugün buradaydı; bize kaç kazan çelik erittiğimizi sordu, biz de ‘yedi’ cevabını verdik. Sonra da buraya yedi yazdı ve gitti.” dediler. İşadamı ertesi gün fabrikayı yine dolaştı. Dün yazdığı “7” sayısı silinmiş yerine “8” yazılmıştı. Gündüz vardiyasında çalışan işçiler gelince sekizi gördüler. Demek gece çalışanlar, kendilerinden daha iyi iş yaptıklarını zannediyorlardı. Kendilerini gece işçilerinden üstün göstermek için büyük bir gayretle çalıştılar ve yere “9” yazdılar. Birkaç ay sonunda fabrikanın verimi o civardaki bütün fabrikaları geçti. Ünlü işadamı, bunun nasıl mümkün olduğunu soran dostlarına şu cevabı verdi: “İş yaptırmak için rekabet hissini uyandırmak gerekir. İşçi gruplarını birbirine üstün gelmeye teşvik ettim, biliyordum ki üstün gelme hissi onların ruhunu coştu​rur.”   Read the full article
0 notes
gajder · 4 years
Text
Bir Hikaye "50 Yaş Üzeri Herkesi Öldürün”
Read the full article
0 notes