Müslümanlar olarak bugünkü katil, hain, kalleş, terrorist yahudilerin/israilin hakkında çok düşünmeye, ateşkes için uğraşmaya beklemeye gerek yok. Hüküm Efendimiz'in (sallallahu aleyhi vesellem) nezaretinde Sad bin Muaz (radıyallahu anh) bundan 1.400 sene önceki Beni Kurayza Yahudileri için verdiği hükümdür:
"Benim hükmüm odur ki, akil ve baliğ olan bütün erkeklerin boynu vurulsun! Kadınları, çocukları esir alınsın, malları da Müslümanlar arasında taksim edilsin!"
Onlar 1.400 sene geçmiş olsa da yine aynılar o zamanda katil, hain, kalleş, teröristlerdi şimdide aynılar ama Müslümanlar 1.400 sene önceki Müslümanlar değiliz ne yazık ki...
-Beni Kurayza Yahudileri-
Beni Kurayza kabilesi ise, Uhud Savaşı sonrasına kadar Medine'de kaldı. Fakat bu kabile de Hendek Savaşı sırasında vatandaşlık anlaşmasına uymadı. Savaşın en şiddetli anında on bin kişilik bir Kureyş ordusunun yürüdüğünü gören bu kabile de Müslümanları arkadan vurmak üzere, harekete geçti.
İslam ordusu iki ateş arasında kalmıştı. Kuzey ve batıda müşrik Kureyş orduları, güneydoğuda ise Yahudiler bulunuyordu. Müslümanlar, on bin kişilik müşrik ordusu ve Yahudilerle, bir aya yakın geceli gündüzlü durup dinlenmeden çarpıştılar. Açlık, susuzluk, uykusuzluk ve şiddetli soğuklara aldırış etmeden canla başla mücadeleye devam ettiler. Sonunda müşrikler mağlub bir şekilde, fırtınalı bir gecede, geldikleri gibi perişan bir halde Medine'yi terk ettiler.
İslam ordusu, Hendek Savaşı'ndan Medine'ye döner dönmez ihanet eden Beni Kureyza Yahudilerinin üzerine yürüdü. Peygamber Efendimiz (asm)'in emriyle derhal harekete geçip Beni Kureyza kabilesinin bulunduğu kale kuşatma altına alındı.
Peygamber Efendimiz (asm) onları önce İslama davet etti. Yahudiler, bu güzel teklifi kabul etmediler, Sevgili Peygamberimiz (asm)'in; "Öyle ise, Allah Teala ve Resulünün emrine boyun eğerek kaleden inip teslim olunuz." emr-i şerifini de reddettiler...
Bir ay kuşatmadan sonra Beni Kureyza kabilesi Peygamber Efendimiz (asm)'den, haklarında hüküm vermek üzere bir kimseyi hakem tayin etmesini istediler. Resulullah Efendimiz (asm) de "Ashabımdan istediğiniz kimseyi hakem seçiniz." buyurdu. Onlar da daha önceden Medine'de meşhur kabile reislerinden olan Sad bin Muazı istediler ve "Biz Sad bin Muazın vereceği hükme razı oluruz." dediler. Peygamber Efendimiz (asm), Sad bin Muaz Hazretlerinin getirilmesini emrettiler. Sad bin Muaz, Hendek Savaşında ağır yara almıştı, sedye üzerinde getirildi.
Peygamber Efendimiz (asm);
"Ey Sad! Şunlar, senin hükmüne göre teslim olmayı kabul ettiler. Haydi, onlar hakkındaki hükmünü bana bildir."
buyurdu. Hazret-i Sad, Yahudilerden, vereceği hükme razı olacaklarına dair kesin söz aldı. Her iki taraf da verilecek hükmü merakla beklemeye başladılar.
Hazret-i Sad, hükmü açıkladı:
"Benim hükmüm odur ki, akil ve baliğ olan bütün erkeklerin boynu vurulsun! Kadınları, çocukları esir alınsın, malları da Müslümanlar arasında taksim edilsin!"
Bu kesin hüküm karşısında, Yahudiler donup kaldılar. Çünkü kendi kitaplarında (Tevrat'ta), azgınlık yapanlara verilecek ceza aynen böyleydi:
"Şehrin birine harb etmek için vardığında, onları sulha davet et. Bunu kabul edip, kapılarını açarlarsa, içindekilerin hepsi, sana haraç versinler ve hizmet etsinler. Şayet, harb etmeye karar verirlerse, onları muhasara et. Allah Tealanın ihsanı ile onlara galip geldiğin zaman, erkeklerinin hepsini kılıçtan geçir. Kadınlarını, çocuklarını ve mallarını ganimet olarak al!.." (Tesniye/Yasanın tekrarı, 10-14)
Sad bin Muaz Hazretlerinin verdiği hükmün ilahi hükme uygun gelmesinden dolayı, Âlemlerin Efendisi Sevgili Peygamberimiz (asm), onu tebrik edip; "Sen, onlar hakkında Allah Teala'nın yedi kat gökler üstünde, Levh-i Mahfuzdaki hükmüne uygun hüküm verdin!" buyurarak takdirlerini bildirdiler.
Yahudiler, kendi kitaplarında belirtilen bu hükme itiraz edemediler. Verilen hüküm yerine getirildi.
Böylece, Müslümanların en sıkışık zamanlarında arkadan vuran, yapılan bütün antlaşmaları bozan, Peygamber Efendimiz (asm)'e, çocukluğundan beri düşmanlık yapan, öldürmeye uğraşan, sihirler yapan bu kavim de Medine'den temizlenmiş oldu.
27 notes
·
View notes
Mazlum Filistine yardim etmek ve 🇦🇪🤗
katil israile karşi savaşmak istiyormusun...?
O zaman bu yazıyı sonuna kadar okuyalim ve dağitalim!
❗Hayber kalelerine sığınan yahudiler yiyecek ve içecek stokları ile peygamber efendimizin gitmesini bekliyordu.
Hayber kaleleri sağlam, yüksek bir yerdeydi.
Ok atsan sana geri dönüyordu.
Taş atsan yetişmiyordu.
Bağırsan sesin yetişmezdi.
Hayber yıkılmıyordu.
Hayber fethedilmiyordu.
Günlerce bekledi islam ordusu.
Ama yahudiler kalelerden çıkmıyordu.
Müslümanların stoğu tükenmek üzere, moralleri bitmek üzereydi.
Günlerce beklediler. Ama nafile!
Bu uzun bekleyişten sonra peygamber efendimiz bir strateji geliştirdi.
Hurma ağaçları kesilecekti.
Hayber Yahudilerinin ekonomisi birer birer kesilecekti.
Servetleri devrilecekti.
Gelecekleri köklerinden kazınacaktı.
Zira yahudi için para, servet, zenginlik herşeydi.
Ağaçlar kesildikçe yahudiler kahroluyordu.
Ağaçlar kesildikten sonra burada kalmanın da bir anlamı kalmayacaktı.
Anlaşma yoluna gittiler ve taşıyabilecekleri kadar yükle Yahudilerin başkenti Hayberi terk edeceklerdi.
Sen de Hayber savaşına katılmak istiyorsan bir ağaç da sen kes!
Sen de bugün sövsen sesin yahudiye ulaşmaz!
Taş atsan İsraile ulaşmaz!
Ok atsan telavive yetişmez.
Ama sen de peygamber efendimizin stratejisini yapabilirsin!
Al eline baltayı kes Yahudilerin ağaçlarını!
Nasıl mı?
Evine giren her yahudi malı bir ağaçtır.
Kullandığın her yahudi malı deterjan bir ağaçtır.
İçtiğin her kola bir ağaçtır.
İçtiğin her yahudi malı sular bir ağaçtır.
Kolalar, pepsiler, fantalar, damlalar, hacı şakirler, ariel matikler, Algidalar, Max, Danoneler birer ağaçtır.
Hayber savaşına katılmak istiyor musun?
Öyleyse al eline boykot baltasını kes Yahudilerin ağaçlarını!
Kim zerre kadar bir iyilik yaparsa mutlak
a karşılığını bulur, diyor Rabbimiz!!!! #Aminnn
11 notes
·
View notes
KAVGAM - MEİN KAMPH BÖLÜM 1
Yirminci yüzyıl siyasal tarihi açısından önemli bir yere sahip Adolf Hitler'in "nasyonal sosyalizm" adını verdiği dünya görüşünün açıklamasını yaptığı ve amaçlarını bildirdiği bir kitap... Hitler'in siyasal ve ekonomik tezlerinin yer aldığı, kapitalizmin ve Marksizmin eleştirildiği bu kitap, aynı zamanda bir otobiyografi olması nedeniyle de çok önemlidir. Kapitalizme ve Marksizme karşı yeni bir politik sistemin önerisi sunulmaktadır; bu bakımdan Kavgam'da Hitler'in kendi politik kuramları yazılı haldedir. Hitler parlamenter demokrasinin eleştirisini yapmış, milliyetçiliğin karşıtı olan enternasyonalizmi dönemin sosyopolitik koşulları altında kötülemiş, İdealleri üzerine kurulu "Büyük Almanya" hedefini açıkça dile getirmiştir. "Ben dünyaya insanları güçlü yapmak için gelmedim, onların güçsüzlüklerini kullanmak için geldim.'' siz de bu incelemeyi okuduktan sonra yorumlarınızda "Senin gibi bir çocuk katili olmayı reddediyorum Hitler!" cümlesini söylemek isteyeceksiniz. Çünkü gerek bu sitede gerekse de aramızda elini kolunu sallayarak dolaşıp da ırkçılığın tanımını hala bilmeyenler olduğunu fark ettim. Ben size ırkçılığın sözlükteki tanımını söyleyeyim:
"1. tanım: kendi ırkını öteki ırklardan üstün sayma ve siyasal tutumunu buna dayandırma eğilimi."
2. tanım: insanların toplumsal özelliklerini ırksal özelliklerine indirgeyen ve bir ırkın öteki ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti."
Für Das Deutsche ReichHEIL HİTLER
Nasıl başlanır bilmiyorum; ama bir yerden başlamak lazım anlatmaya . İnceleme yazısı mı olacak emin değilim; fakat belli bir kitlenin hoşuna gitmeyeceği kesin. Günümüzde 10 insandan 9' u Hitler'i sevmiyor. Sebebi ise yahudilere (insanlara değil) yaptığı zulm. Sanki bir tek yahudiler öldürüldü. Ya da yakılan kitaplar. Belki saldırganlık politikası hatta dünyayı süreklediği kaos(!) gibi sebepler. Neyseki Hitler bu kitabında kimseye bir gül bahçesi vaadetmiyor. O zamanın Alman halkı da bir gül bahçesi istemiyor olacak ki milyonlar, tereddütsüz bir şekilde Hitlerin izinden gidiyor ve zamanında Alman halkı Hitler'i, kendi duygularının tercümanı olarak gördüğüde aşikardır. Söylenilecek en güzel şeyde aslında Hitler'i yaratan yine bu milyonlar oldu.
Bir alıntı-> "Ben bugün yalnız şu anlayışa göre hareket ediyorum: Kaybedilen topraklar yaygaracı parlamenterlerin keskin dilleri ile geri alınmaz, bu topraklar ancak keskin kılıçlarla, kanlı kavgalarla geri alınabilir."
İnsanların yaptığı duygu politikası, büyük bir hızla kitleleri ele geçirmiş bulunmakta. Günümüzde Hitler hakkında hiçbir bilgisi olmayan bir insan bile, bugün Schindler'in Listesi filmini izlediğinde "Katil Hitler", diye bağırabilir. Hepimiz biliriz o vurucu sahneyi. "Bu saat iki yahudi eder. Bununla iki yahudi daha kurtarabilirdim." ya da Hayat Güzeldir filminde Roberto Benigni'nin canlandırdığı Yahudi baba rolü ve çocuğuna gösterdiği ilgi, hepimizin ciğeri parçalanmıştır eminim; ama mesele bu mu değil!
2 notes
·
View notes
Katil İsrail'in Filistin'de yaptığı soykırıma sessiz kalmayan liderlerden olan Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, yaptığı konuşma ile tüm dünyada yankı uyandırdı.
İşte Maduro'nun sözleri: “Benim masum, acısı dinmeyen Filistin halkıma yapılan, bir katliam. Saygıdeğer yurttaşlarım; Bu katliam artık bir soykırıma gidiyor. Çok acı.Buradan öncelikle Yahudilere çağrım var. Misket bombalarıyla devletiniz Filistini şimdiye kadar bombaladı ve katliama devam ediyor.
Gazze'de öldürülen çocukların katili İsrail devletine önce dünyanın dört bir yanındaki Yahudiler ‘dur’ demelidir! Katil devletlerini önce Yahudiler kınamalı!
Filistin'de Müslüman, Hristiyan, farklı dinden ve kültürden birçok insan yaşıyor.
İkinci çağrım, Arap halklarına ve liderlerine. Ne zamana kadar bu katliama sessiz kalacaksınız? Filistinli kardeşlerinizin katledilmesini izlemeye devam mı edeceksiniz! Arap halkları ne zaman uyanacak? Araplar ne zaman uyanıp Filistin halkının sesine ses vereceksiniz?
Yerin dibine batsın resmi açıklamalarınız! Artık harekete geçmelisiniz. Filistin halkının katillerine cevap vermelisiniz, onları durdurmalısınız!
Venezuela Devlet Başkanı olarak size sesleniyorum: Yeter artık!
Resmi açıklamalardan öteye gidemiyorsunuz. Ses tonumdan dolayı kusura bakmayın çünkü çok derinden konuşuyorum.
İçimde olan acı ve öfke beni bu şekilde konuşturuyor! Filistin halkına yapılan katliama seyirci kalmak bana acı veriyor.
Artık ölümlere alışmışlar, Dünya katliamlara kör ve sağır olmuş.
Çoğu korkak liderler de resmi bir yazı geçip, olaylardan üzüntülerini belirtip kınıyorlar. Yeter artık yeter!"
https://youtu.be/aq51wLK_0rs
0 notes
Tam ortadoğu erkeği çok çirkin diyorum ki evet (yahudiler araplar dahil) öyle sonra katil ve psikopat filmlerinin çoğunun batıdan çıktığı aklıma geliyor
Ki genel olarak avrupa ırkçılığını haklı buluyorum ama olduramamışlar olmamışlar (yayıldıkları için, kendi içinde kapalı olmadıklarından bu da ikiyüzlülük yaratır hem türünü koruma çabası hem de her yeri sahiplenip ele geçirme çabası hem roma hem ulusal olunamaması)
belki iskandinavlar biraz haklıdır onun dışında maalesef barbarlık var
Erkekler genel olarak barbar zaten (kadınlarda az şeytan değil genel olarak insan manyak bir şey olduğu için)
0 notes
Garip Ki Oğlu
Bugün yine gördüğüm bir konu,
Cem Garipoğlu. Azılı bir katil. Canavar. Ayinci.
Cinayetin olduğu dönemde aklımız bu tarz işlere basmıyordu. Çünkü bizim kültürümüzde böyle bir cinayetti, böyle canavarlıktı bilmem neydi anlamazdık. Ne ahlakımız ne de kültürümüz bunu kaldırırdı. Hatırlayın lütfen ümraniye sapığını milyonlarca kişi aramıştık. Şimdi her sokak arasında var bu haysiyetsizler.
Gelelim şu katil herife. Adam Türkiye'nin en zengin ailelerinden birinin oğlu. Ömrü boyunca paranın tuvalet kağıdı olduğunu bilenlerden. Garip bir ailenin oğlu. Bu cinayet sembolik güdüler içeren, sembolik şekiller içeren bir cinayet. Ters V kesişleri, belirli yerlere bıçak izleri, kafa kesmeler bilmem neler. Resmen belirli metotlar içeren bir cinayet. Bu kişi bunları 17 yaşında gelişi güzel yapamaz. Bir şeyden görecek, duyacak, okuyacak veya işitecek ki bunlar olsun. Ya bir de bazı şeyleri illa resmi şekilde belgeleme vb. olmaz. O adalet kurumunun işidir. Halkın böyle bir yükümlülüğü olmaz. Ama okuruz ve okuduğumuzla aynı noktada bir şey çıktığı zaman daha resmi belgeye veya doneye ihtiyaç duymayız. Hukukçu değiliz. "Aaa bu denk gelmiştir ya!" şeklinde yorum yapmak o kadar saçma ki. Sanki her gün bu kadar benzer katliam oluyor da bu konuda bu ayine benziyor olacak. Geçin onları. Ben düşüncelerimi aktarıyorum.
Konu Mayasız Ayini
Yahudilerin dini bütünlüklerini tarihten biliyoruz. İnanılmaz bir din hayatları var. Din ile törenin tamamen karışımı. Yahudilerin töreyle gelen de din diye tanımladıkları inançları vardır. Bu inançların bir çoğu "kurban" mantalitesiyle gelir. Kanlı ayinlerde tarih kitaplarına konu olmuştur. "Sahife 73" bu kısmı destekler. Bu söylediklerim tüm Yahudiler için geçerli değildir bu arada. Sapkın yahudiler için geçerlidir. Sahife 81 de çok keskin ifade bulunur. "Talmud der ki Allahımız Yahovayı memnun edecek iki tane kanlı ayinimiz vardır, biri Hamursuz Bayramı diğeri de çocuklarımızın sünnet merasimi" Bu alıntılarda Sir Burton'un yazdıklarından alınır. Yani uzatmadan bunlarda var abi böyle gelenekler. Şimdi bu müptezel herifin hangi Yahudiliğe inandığını hangi atıflara inandığını hangi töreye inandığını bilemeyiz. Ama yazılanların olduğu bir şeyi okudu ki böyle bir cinayet ortaya çıktı. Sonuçta bunlar radikal bir dine mensuplar ki karı koca yatağa yatmayı bile dine töreye aykırı olduğuna inanan grupları var.
Şimdi gelelim işin akışına. Ailesi böyle bir adamı 197 gün kaçırdı. Anası babası cinayeti kapatmak için evi mevi temizler hale geldi. Yani ailede bir garipseme olmayıp, "ya biz bunu teslim edelim" demediler. "Bizim aileden böyle bir adam nasıl çıkar?" moduna hiç girmedi. Saklamak istediler. Hem de organize şekilde. Anası babası amcası osu busu. Cinayet sonrası aile üyelerinin "ters v" şeklinde sosyal medya paylaşımları. Cinayetin olduğu divanın bu zamanı kadar saklanıp pozlar verilmesi. Bunlar bilinçsiz yapılamaz. Sembolik yani her şey. Zaten mahkeme hep bu süreçlerin üstüne gitti. Ama diyorum ya resmi belge bilmem ne bulamadılar konu oraya evrilemedi. Ya cesedi bile babannesinin evinin önündeki çöp konteynerına götürmüş bir adam. Tam 40 km uzağa Yani ailenin en üstüne bir şey ispatlamak amacıyla. Komplo teorisi gibi geliyor değil mi? Ama adalet sonuçta tecelli etti. Bu adam yakalandı.
Özetle şu gerçek var. Bir can gitti. Genç bir kız katledildi. Konusu ne olursa olsun gerçek apaçık ortada. Mezarını açma konusu var. Kardeşim kamuoyuna mal olmuş bir konu. Yazıyor çiziyoruz. Açın kardeşim mezarını. Alın testleri. Basını da alın. Eğer varsa bir sorun görelim. He yoksa tutanaklarınızda olduğu gibi mezardaysa konuyu bir daha açmamak üzere kapatalım. Neden hamle yapmıyorsunuz? bu soru akla geliyor. Gereğini yapın bitirin şu işi.
0 notes
Âl-i İmran sr. : Medine de nazil olmuştur. 200 Âyeti kerimedir.
13 - Bedir'de Müslümanlar 313 kişiydiler ve onlarla beraber 2 at 6 zırh 8 kılıç vardı.
21-Allah´ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adaleti emreden insanları öldürenler (yok mu), onlara acı bir azabı müjdele!
21 - o katiller yahudilerdir. Rivayet olundu ki 43 nebiyi 170 abidi öldürdüler.
31 - Bu ayeti kerime müşriklerin biz putlara Allahın Muhabbeti için tapıyoruz demeleri üzerine nazil oldu.
40-Zekeriyya: Rabbim! dedi, bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir; Allah dilediğini yapar.
40 - 120 yaşında idi. Zevcesi 89 yaşında idi.
52 - Havâriler İsa aleyhisselamın dostu olup ona ilk iman edenler idi. 12 kişiydiler. Havari lafzı ; hâlis beyaz demek olan 'haver' den alınmıştır.
96-Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbet), Mekke´deki (Kâbe)dir.
96 - yahudilerin "kıblemiz sizin kıblenizden evveldir. Demeleri üzerine inmiştir.
121-Hani sen, sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın...-Allah, hakkıyle işiten ve bilendir.-
121 - o gün uhud günüdür.
137 - Uhud'daki hezimet hakkında nazil oldu.
144 - Rasûlullah'ın öldüğü haberinin ortalığa yayılması sonucu münafıkların 'eğer öldüyse dininize dönün demesi üzerine inmiştir.
181 - onlar yahudiler olup 'Allaha kim ödün verir' Ayeti inince bunu söylediler.
2 notes
·
View notes
İniyorum kulelerinden katil
iniyorum maktul minarelerden
taraçadan, bahçeden
ilk tanıyı bulanların indikleri her yerden
ilk tanıyı bulandıran bir vaşakla birlikte
değdikçe ayaklarım merdiven alçalıyor
açılıyor leşlerin, atmıkların cesurane
canlıların korka korka uzandıkları zemin
ağzımda kef
iki gözIerimde mil
iniyorum kulelerinden
katil.
Körüm, o halde karanlık niye benden kaçıyor?
Sağırım, nasıl oluyor da uğultum uzaktan
beni çağırmaktadır?
Göklerin çökeltisinden başkaca soy
toprağın tortusundan gayrı hısım bilmeksizin
iniyorum kirli eteklerine
beni emziren kaltak şehrin
iniyorum ama indirilmedim
iniyorum çalıntı tahtımı terk ederek
arada bir çehremi dalgalandıran karaltı
vurulmuş arkadaşlarımdan yansıyor olsa gerek
iniyorum onlardan artakalan yükü indirmek için
indiğim yerde beni bir bekleyen yok
indiğim yerde biçilmiş ot gibiyim
puslu, çapraşık, koklanmamış
ihmalkâr gözle okunmuş bir kitap
bîtab bir gözle okunmayı tercih ederdim
yoğrulmuş olan benle bir daha yoğrulsaydı
benimle açsaydı ağırdan
tükeniş faslını mızrap.
Yağmurun yoldaşı denebilir mi bana?
Ne dökülüş inişimde, ne çakış…
Yalnızca o çetrefil
aralama zahmetine katlanarak
iniyorum kızları utandıran iç çekişle
erkekleri boğan kasvetle iniyorum.
Öfkemdi başlattı yolu
ısrara gerek var deyip durdu şehvetim
istemedi doğurmak böyle bir uğraşı tabiat
tarih onu tanımazlıktan geldi
bir dövüş olsaydı sonunda belki gevşerdi hırsım
belki saçlar taranırdı bir sevişmeden sonra
ama ben hınca hınç bekçisi kalacağım burçlarımın
sonunda yükü bıraktığıma yanacağım.
İniyor ve inliyorum
nereye bir kucak dolusu
sonluluk sorgusu getiriyorsam
oraya bir kucak da getiriyorum
bir kucak sadece genç ve diri değil
bir kucak sadece yaşlı ve yorgun değil
bir kucak sadece erkek ve vakur değil
bir kucak sadece kıvrak ve dişi değil
bir kucak sadece kavruk ve intikamcı değil
bir kucak sadece gürbüz ve atak değil
bir kucak sadece üzgün ve dindar değil
bir kucak sadece temiz ve sevecen değil
bir kucak sadece pis ve sırnaşık değil
bir kucak sadece cömert ve sıcak değil
bir kucak sadece sancılı ve keskin değil
bir kucak sadece umursamaz ve bezgin değil
bir kucak sadece öksüz ve çolak değil
bir kucak
sadece bir kucak
açılınca açıkları kapatan
acıkınca doyuran
ve doyurunca
nasıl da perişan, ne kadar da ölçülü
darası alınmaz yüküm bu benim
kayda geçirilemez, narhı konulmaz
resmen ve alenen ifade usulü yok
gözümün feri saydım onu, gücüm bundadır
dizimin dermanıdır o
buradan gelir cesaretim
bende bu kucak olduktan sonra
iyi veya kötü ne yapılabilir
kendi hayatı aleyhine
binlerce defa dolap
çevirmiş olan bana?
Bakın, bulduğum her gerçeği delik deşik ediyor
kayboluş kapımı sürgüleyen bir vaşak
her sevincimi viran eden bu hayvan
yalanlar içinde boğulmamı önlüyor
ondan kurtulacak olursam biliyorum
beni yaşamakla coşturan
bir kaynak keşfederim
ondan kurtulduğum an
bütün boyutlarımı
kaybederim.
Önceleri, acemiyken
bu vaşak yokken daha yanıbaşımda
okul müdürü
veresiye satan bakkal
kapıcı ve akrabaları
dört ayrı ölümle ölmeyi öğren
demişlerdi bana
dört bucakmış
anlattıklarına bakılırsa dünya
omzun güneş kokuyor demişti
kısa eteklikli kız
o da omzuma bir şey konduracak mutlaka.
İşte o zaman bildimdi
anladımdı o sıra
ne bir atlas kalır bende, ne ibrişim
bu çuha, bu sicim elden çıkarsa
acemiydim gitmem dedim sizin provalarınıza
bön ve berbat buluyorum yaldızlı yaz gecelerinizi
berbattır balkonda o güneşli sabahlar
biraz açılmak için açıldığınız kırların
aniden karşılaştığınız ırmakların
ürpertisi ahmakça
böndür beni belimden bölmeye kalkan enlem
benden iki bakışık parça
çıkarmaya çabalayan boylam da berbat
ipekli libas giymem, altın takınmam
atımın eğerinde kaplan derisi yoktur
çehreme iyi baksalardı yırtılırdı
uykularının zarı
uykuluydular sinerken bedenime kıraç dağlar
bitek vadilerle beraber ben tenimi yumarken
uykularına tutundular…
Çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek
acılardır paylaşan çocukları
gün geldi paylaşıldı acılar
çocuklar paylaşıldı
bana bırakılan neyse ona burun kıvırdım
gittim bir kuyudan su çektim
halka boynumdan geçti
geçti boynuma kemend
d harfine bak dedim
nasıl da soylu duruyor sonunda kelimenin
harfe bak, harfe dokun, harfin içinde eri
harf ol harfle birlikte kıyam et
harf of harfler ummanına bat
çünkü gördüm ne varsa sonunda kelimenin
çünkü böndür altında kaldığım töhmet
uğradığım kinayeler bön ve berbat.
Evet, ilmektir boynumdaki ama ben
kimsenin kölesi değilim
tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya
tarantulaymış benim adım diyecek değilim
tam düşecekken tutunduğum tuğlayı
kendime rabb bellemiyeceğim
razı değilim beni tanımayan tarihe
beni sinesine sarmayan
tabiattan rıza dilenmeyeceğim.
Gittim su çektim en derin kuyudan
en hileli desteden
kendi kartımı çektim
yaktım belgeleri
bütün tanıkları yok etmek için
ricacıları öldürdüm
onlar bu dumanlı dünyanın
beni nasıl özlediğini görmüş olabilirdi
gerçekten özlemişti beni dünya öze çekmişti
özüm gelinceye kadar bana temas etmişti
bu dokunuş parlatınca beni
benden biraz dünya
isteyen ricacıları
öldürdüm ve
kıtal bitti.
Yazık.
Yazık ki yazgımın boyası koyu.
İnilecek kadar indim. Hayfa.
Yine bir geçitteyim, yeniden bir liman şehri bura
eskilerin tayfası yine hep buradalar
hep bilinen tecimenler, tanıdık yosmalar
havada hayza benzeyen aynı koku
binalara yaklaşırken eskisi gibi
sıklet artıyor
hâlâ ayırt edilemiyor dişli gıcırtıları
çocuk çığlıklarından
tanıyorum bunlar
bulutlara bakmak için penceresi evlerin
bu da deniz
hırs püsküren, toynak durduran deniz
rezeleri yerlerinden oynatan
vâdeden, vâdeden, vâdeden tesellicimiz.
Bir yanımda kıyısı kışkırtıcı
ufku muallâk deniz, bir yanımda
kamu açıklamaları, genelgeler, tahvilât
kimin yüzünü çevirdiysem
hüznü de sevinci kadar ıskarta…
Niye indim buraya ben?
Boşuna mıydı yol boyunca benliğime
musallat olan belâ?
Bir çevrim tamamlandı mı şimdi?
Yine mi döndüm başa?
Olmaz diyor yanımdan ayrılmayan vaşak
kimse başa dönmemiştir, dönemez
hele sen geçtiğin o ormanlar
rüyalarındaki canavarlardan sonra
çok uzaksın o ilk
fırlatıldığın zamana.
Aldanma bunlar tayfa değil
burada doğdu hepsi
denize hiç açılmadılar
denizi sen kadar bile
tanıyan yoktur aralarında
her biri uzak bir beldeden geldi
sanılsın istiyor yosmalar
böylece saygın fahişeler
arasına katışacaklar
müptezel birer facire ofsalar da.
Tecimenler, onlar da sahi değil
onlar da olmayan tayfaların
gemilerinden çıkan malları
sattıklarına inandırmak istiyor
şehrin acemi insanlarını.
Sen ve yağmur.
Başa dönemezsiniz.
Öyle bir yol yürüdünüz ki ancak
dönüş yolunu yok ederek gelebilirdiniz
inişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine.
Yağmur yalnız yağarken yağmurdur
sen yalnız senken sensin
burada kalamazsın ve başa dönemezsin
gitmek zorundasın
kovalanan bir Yahudi gibi
ama Yahudiler gibi kendinle kalamıyorsun
her şey çok yetersiz senin için
her şey sana çok fazla
ayıklarsan ayık durabiliyorsun
aranı açıyorsun kendinle
eşyayı araladıkça
uyanmanın bedeli serapları fedadır
uykuyu tadayım dersen
kâbusa dalmak pahasına.
Tarihe dersini vermen gerek
yoldan ayrılamazsın
yediremezsin sokulmayı kendine
tabiatın apışaralarına
ne yıkılmış bir tapınağın suskunluğu
durdurabiliyor seni
ne gürültülü bir havra.
Yükün ağır.
He’s so heavy
just because he’s your brother.
Kardeşlerin pogrom sana.
Dostlarının eşiğine varınca başlıyor
senin diasporan.
Herkesin bahanesi var, senin yok
günahlı bir gölgenin serinliğinde
biraz bekleyebilirsin, daha sonra
burada kalamazsın, başa dönemezsin
ama dön
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!
Eve dönmek
kendime sarkıntılık etmekten başka nedir?
orada, arada bir beni yoklar
intihara ayırdığım zamanlar
bunlar temiz, kül bırakan zamanlardır
düzgün sabuklamalardan bana kalan..
Evde
anlaşılmaz bir tını
bilmem nereden gelir
uykumdan? kanımdaki çakıldan? unutkanlığımdan?
bilemem Yahudi değilim
gizli bir yerde genizam yok
bilemem insan nerenin yerlisidir
ömrüm burada
bütün Yahudiler gibi
raflara doğru, çekmecelere
sahanlıklara doğru geçti
yabancı ellerde çitilenmekten korunmak için
bir sıvaydım kendime kendi ellerimde
tıpkı Yahudiler gibi
buraların yerlisi ben değilim.
Şarkıya dönersem ense köküm seyrelecek
ağdası çözülecek bana aşktan bulaşan kozlarımın
şehrin insanları yumruklarımda beyaz bulut
yolun çamurunda revnâk-ı bahar bulacaklar
ben şarkıya dönünce
boğazlarındaki boğum insanların epriyecek
ve onun yerine her günkü işleri yaparken
kepenkleri kaldırırken, silerken tezgahı
kalbe gizlice batan kıymık geçecek
şarkıya dönersem, yanık bir şarkıya
holokost neymiş meğer
herkes bilecek.
Kalbime döneceğim, ama hangi yolla?
Yedeğimdeki okunaksız
şarapla lekelenmiş, solgun harita
uyduruk bir şey mi bilmiyorum
yoksa sahiden definenin yeri
gösteriliyor mu orada?
Ama boşver... Nasıl bir ilgi olabilir
kalbe dönmekle define bulmak arasında?
Lâkin ben inerken her dönemeçte
bir parçasını ele geçirdiğim
her molada, her zorlanışında nefesimin
her ayak sürçmesinde çiziktirdiğim haritamın
bütün paftalarında sabit mürekkeple işaretlenmiştir
nerelerde kıraçlaşır
rahminde levendane öcün tohumları yatan gece
güneşin şifa diye bilinen ışıkları
nerelerde kıyıcı bir zehre çevrilir…
Haritamda caddeyi ürpertiye açacak
bir kaç kaçıktan başka nirengi noktası yok.
Açıkça gösteriyor haritam farkı nedir
bir cenaze kalkarken yağan yağmurun
bir hükümet darbesinden sonra yağan yağmurdan.
Yağmalar belli ki kim bulsa defineyi, umurumda mı
ben kalbime döneceğim fokurdayıp pörtlemek için
hep fokurdak ve pörtlek kalacağım kalp içinde
canı sıkkın kızların yüzlerinden
döşünden ahı kalmış delikanlıların
dünyaya habire pörtleyeceğim
evlerin olanca tınısı dindiği zaman
kısıldığı zaman bütün şarkıların kanatları
fokurtum dokunacak herkese yedi ırkın kavşağından.
Yahudi değilsem bile
bende Yahudalık da mı yok-
Kimi öptüm de kurtuldu çarmıha çakılmaktan?
0 notes
Benim için önemli ölçüde geç kalmış bir seyir oldu. Holokost’la ilgili kulaktan dolma bir çok şey biliyordum elbette, o dehşet ve vahşetin anlatıldığı bir çok şeye denk gelmiştim. Ama bu film çok ayrı bir etki yarattı. Birazcık spoiler var gibi ama yok gibi de, okuyup okumamak konusunda siz karar verin.
Hikayenin gerçekliğine dair bi çok tartışma var ama ne önemi var ki? Hayatta, olaylar her zaman anlatmaya değer bir kurgu örgüsüyle yaşanmayabilir. Yaşayanların hissettiklerini anlamak için ise, özellikle böyle vahşetleri yaşayanların duygusunu anlamak için empati çok yetersiz kalır. O duyguyu hissettirebilmek için böyle kurgular yapılması gerekiyorsa, bazı isimlerin kahraman yapılması gerekiyorsa, gerçekte öyle olmasalar bile, varsın yapılsın ben hiç bir sakınca görmüyorum. Aksine destekliyorum. Gerçekte 3. karedeki küçük çocuk o kuyuya düşmemiş olabilir saklanmak için, ama yüzündeki ifadeden ben o çaresizliği hissedebiliyorsam, o anın gerçekten yaşanıp yaşanmamasının çok da bir önemi kalmıyor bence.
Filmle ilgili okuduğum yorumlardan dikkatimi çeken ikinci konu ise yahudi propagandası yapıyor olduğu iddiası. Ama bizim izlediğimiz o dönemin yalnızca belli insanlarını içeren bir kısmı. Yani Hitler’in adı bile geçmiyor, kendisinin sebep olduğu vahşeti anlatan filmde, ama biz biliyoruz ki bunu o yaptı. Burada da kurtulan yahudilerin anlatılıyor olması, ister yahudi, ister slav, ister macar içlerinde sakat almanların bile olduğu 6 milyon insanın öldürülmüş olması gerçeğini yalanlamıyor ki film yahudi propagandası yapıyor olsun. Evet ortadoğuda kan kusturuyorlar şu dönemde o ayrı mevzu ama tüm insanlara maledebilir miyiz bu yaşananları orada bir durup düşünüyorum. Yani filmde anlatılan grup farklı milletlerden, ırklardan oluşuyor olsaydı, o zaman insanlık propagandası yapmakla suçlayacaktık senaristi, yönetmeni ve abesle iştigal etmiş olacaktık.
Demem o ki, bütün Almanları suçlayamacağımız ya da Schindler gibilerden yola çıkarak onları melek ilan edemeyeceğimiz gibi, dönemsel olarak tüm yahudiler masum ve mağdur ya da hepsi katil diyemeyiz. Zaten filmde Schindler’in bile hangi amaca hizmet ettiği belli değil. Dolayısıyla bazı şeyleri çok da şaapmamak lazım yani bence.
Eşim Aushcwitz’e de gideriz, orada bu filmde geçen bir çok şey var, trene bindirilen insanların trene binmeden önce kaybolmasın diye üzerlerine isim yazdıkları bavulları, ayakkabıları, takma dişleri vb. Hepsini saklıyorlar, dedi. Filmi izlemeden önce sıcak baktığım bu fikir, 3 saat sonra tamamen tersine döndü. Bu insanlık ayıbını görmeye dayanabileceğimi hiç sanmıyorum, filme çok zor dayanabildim, insanların kendi türdeşlerine hatta başka canlılara nasıl böyle davranabildiğini aklım almadı. Oraya gidersem de kalbimin böyle bir şeyi görmeyi kaldırabileceğini sanmıyorum. İzleyiniz efendim…
Tabii müziğinden bahsetmedim. O bir sonraki postun konusu olsun. Çıkış noktam orası çünkü..
2 notes
·
View notes
Yedi yıl önce Mısır’da dünyanın en aşağılık mahlûklarından biri olan, islam düşmanı, katil, darbeci Abdulfettah el-sisi’yi Mısırlı fahişeler darbe yaptığında böyle karşılamışlardı.! Bu yahudiler Türkiye’de de hep böyle öne güzel fahişeleri sürdüler sürüyorlar...
0 notes
DELİ SAÇMASI DEĞİL, İŞİN ASLI BU...
** Bugün Ortadoğuda;
Ne yaşanırsa yaşansın, hangi katliam olursa olsun, yaşanan her olay VAAD EDİLMİŞ TOPRAKLAR içindir!
** Büyük İsraili kurmak, bir siyonist'e Tanrının verdiği bir görevdir(!) ve bu görev mutlaka yerine getirilmelidir!
Çünkü bu, Siyonist Yahudiler için dini bir vecibedir!
** Kaç çocuk ölmüş, kaç kol bacak parçalanmış, bunun hiç bir önemi yok!
Çünkü aslında kendi dinine göre göre İBADET EDİYOR!
O vicdansızlar, işte bunun için dünyayı yakıyor!
** Peki nasıl olur da İLAHİ,SEMAVİ bir din bu kadar katliama izin verir?
Kim bunların Tanrısı?
İslam İnancındaki Allah mı?
HAYIR!
ELBETTE Kİ HAYIR!..
** Siyonist Yahudileri, dünyayı kana bulamaya yönlendiren Tanrı, sadece İsrael'e ait olan ve önceki adı Elohim iken sonra Yahve'ye dönüşen, insana benzer, ağlak, kıskanç, cahil bir Tanrıdır!
** Yahve, öyle cahil bir Tanrıdır ki, kendisinin nasıl bir Tanrı olması gerektiğini bile, kullarının yazdığı kitabı okuyarak öğrenmektedir!
** Muharref Tevrat'ın 1. bölümü Elohimistler, yani tek tanrıya bağlı olanlar, diğer bölümler ise Yahveistler tarafından yazılmıştır.
** İşte İsrail bugün, o katil, cahil, kıskanç ve ağlak Tanrı Yahve'ye inananların elindedir!
Vaadedilmiş Topraklara ulaşmak için kan dökmek, katil ve zırcahil Tanrının isteğidir!
** İslam Alimi görüntüsü verip, İsrail'e çalışan FETO, İsrail ile Savaşmak caiz değil diyen Suudİ müftü ve de İsrail'in emellerine hizmet eden evangelist Hristiyan dünyası, bu katil ve cahil ve korkak Tanrının kullarıdır!
** Her Yahudi siyonist değildir!
Lakin Büyük İsrail Projesine hizmet eden, serveti, tek başına ABD nin tüm varlığının 2 katı olan, ibadet ettiğini zanneden 4-5 Yahudi ailedir dünyayı böyle kana bulayan!
** Türkiye, Recep Tayyip Erdoğan'a kadar, Filistin için ayağa kalkan bir lider ya da devlet adamı neden görmedi?
Çünkü çoğu Laik liderin kursağı, mazlumların organlarını
yedek parça niyetine kullanan Yahudi İş adamlarının burslarıyla doluydu da ondan!
..................................................
@7good_men
8 notes
·
View notes
Dikkatli Okuyun. Almanya'da CHP, HDP, PKK, İYİ Parti, SP ve FETÖ'nün katılımı ile büyük bir kongre ve toplantı düzenlediler. "Demokratik Türkiye Konferansı" koymuşlar adını. Bu bana neyi hatırlattı bakın. Dikkatli okuyun. Abdülhamit'i tek başlarına indiremeyeceğini anlayan tüm "muhalif gruplar" 1907'de Fransa'da İttihatçıların öncülüğünde bir kongre düzenlerler. Kimler yok ki kongrede: İttihatçılar Ermeni örgüt üyeleri Yunan ve Bulgar örgüt üyeleri Masonlar Sabataistler Siyonist Yahudiler Türk aydınları Diktatör algısına kanmış dindarlar Türkçüler. Yani birleşmez denen grupların hepsi birleşmişti. Kongreye Avrupa devletlerinin adamları ve ajanları da katıldı. Kongre sonucu yayınlanan deklarasyonda şunlar yazılıydı: Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesi, Meşruti bir hükümet kurulması, Bu hedefe varmak için de şiddet dahil her yola başvurulacağı belirtiliyordu. Kongrede Abdülhamit'i indirme kararı alıp katılanlara görevleri dağıtılır. Katılan tüm grupların tabanı bu ortak hedef için birleşti. İngiliz ve Fransız devleti bunun için seferber oldu. Yaptıkları büyük bir çalışma sonucunda Abdülhamit Han'ı kıskaca alıp indirmeyi başarırlar. Sonunda hepsi birbirine girer ülke bölünür parçalanır. Daha sonra Türkiye'de de yönetimi ele geçirecek olan ittihatçı kadronun yazdırdığı kitaplarda Abdülahamit'in diktatör, katil, hırsız olduğu da yazılır. Aradan 100 yıl geçince aslında Abdülahamit'in kötü biri olmadığını ne yaptıysa devletin ve ümmetin çıkarı için yaptığını öğrenecektik. Fakat aradan 100 yıl geçtikten sonra işte... Almanya'da bugün yapılan toplantı aynı amaca yönelik. NOT: Almanya'daki toplantı ve kongre AB yetkilileri, Alman istihbaratı BND ve CIA kontrolünde yapıldı. Avrupa'daki ekonomik kuruluşlardan tam destek geldi. Şuan AB yönetimi Türkiye'ye rayından çıkmış gözüyle bakıyorlar. Önümuzdeki süreç hareketli olacak. -- Mustafa Güldağı -- https://www.instagram.com/p/B3H3G0an4el/?igshid=g9u8dwdvh3mm
0 notes
KAVGAM - MEİN KAMPH BÖLÜM 2
Bugün Hitlerin katil(!) olması ya da Yahudilerin sabun yapılması değil mesele. Yerlerini, bulundukları mevki ve topraklarda ki kendi konumlarını ebedi kılmak. Sadece yahudiler mi öldürüldü? ELBETTE HAYIR...İnsanlardan bahsetmemin sebebi bu işte. Önemli olan İNSAN diyebilmemiz. Kimse Hitlerin katlettiği koyu renkli insanlardan bahsetmiyor ya da sakatlardan ya da çingenelerden Sizin yalan duygularınız sahte yaşlarınız bomboş ve değersiz emin olun. Hitlerin katlettiği 17 milyon insanın 6 milyonu yahudi. BİR İDEOLOJİNİN DÜNYAYI YIKMASININ BİR TEK HOLOKOSTA bağlanmasına kızıyorum. TEK BİR KAFADAN ÇIKAN VE YARDAKÇILARININ İZNİYLE MİLYONLARCA İNSANIN ÇOCUĞUN ÖLÜMÜNE SEBEP OLAN BİR İDEOLOJİNİN İKTİDARA GELİŞ SÜRECİ VE İKTİDARDAKİ DAVRANIŞLARININ SAĞLIKLI BİR ELEŞTİRSİNİN YAPILMAMASINA KIZIYORUM... Dünyanın politikası büyük bir başarıyla işlendi. Stalin, Mao Zedong da çok insanı katletti; İspanyollar-Portekizliler'in Güney Amerikada yaptığı katliamlar, ABD nin Irakta, Libya da vb yaptıkları yada Fransızların, İtalyanların, İngilizlerin, Belçikalıların sömürgeleşme sürecinde yaptığı soykırımlar da İNSANLIK SUÇU DEĞİLMİDİR... SOSYALİST İDEOLOJİYE YAKIN OLMAMA RAĞMEN DİKATATÖR UYGULAMALARINI ELEŞTİREBİLECEK AKLA SAHİBİM-canım kendim, ama katledilenlerin filmi yapılmadı, kimse duymadı, ağlamadı da. Lanet olası asyalılar, Afrkalılar, İnkalar vb canları cehenneme olmadı mı?. Yahudiler kadar değerli değil miydi canları? Değildi. Çünkü yahudilerin FELSEFESİ ANLATICILARI VARDI, geleceğin topraklarında büyük bir Lobiye sahip ve finansal başarıları var. Şimdi kimse kalkıpta bir Yahudinin ticari zekasını yadsıyamaz... FİLİSTİN KONUSUNDA BAYRAKLARI ALIP SALLAMAKTAN BAŞKA ARAP ÜLKELERİNİN BİR BAŞARISI VAR MI? 6 gün savaşlarını hatırlayın... her neyse konumuz bu değil.. doğrusunu söylemek gerekirse Hitler büyük bir politika adamı. Hem de çok zeki. Bunun farkındaydı halkını da iyi tanıyordu o yüzden kaybetti; çünkü bunu dinginliyecek yüce bir ruha sahip değildi. Zeka da ruh olmadıktan sonra bir işe yaramıyor Irkçı Devlet üzerine:
''Irkçı devlet ırkı toplum hayatının merkezi haline getirecektir, onun saf kalması için çalışacak, çocuğun bir millet için en kıymetli varlık olduğunu ilan edecektir.''
Bugün her Hitler karşıtı 5 filmin 3 ünde yakılan kitapları görüyoruz. Bu neden yanlış olsun? Adam insanlardan sabun yapıyor, kitapların yakılması mı sorun? diyor ki: "Alman olmayan her şeyi ateşe veriyorum." Yahudi yazarların kitaplarını ateşe attı; ama Schopenhauer ya da Schiller'in kitaplarını ve bu yazarları yüceltti. Schiller'den bahsederken "Milletimizin En Büyük Hürriyet Kahraman" ı olarak anlatıyor. Hitler kitap düşmanı değildi. Hitler Alman olmayan ve Almanlar için yazmayan yahudi filozofların kitaplarına düşmandı.
1 note
·
View note
Of Not Being A Jew
İniyorum kulelerinden katil
iniyorum maktul minarelerden
taraçadan, bahçeden
ilk tanıyı bulanların indikleri her yerden
ilk tanıyı bulandıran bir vaşakla birlikte
değdikçe ayaklarım merdiven alçalıyor
açılıyor leşlerin, atmıkların cesurane
canlıların korka korka uzandıkları zemin
ağzımda kef
iki gözIerimde mil
iniyorum kulelerinden
katil.
Körüm, o halde karanlık niye benden kaçıyor?
Sağırım, nasıl oluyor da uğultum uzaktan
beni çağırmaktadır?
Göklerin çökeltisinden başkaca soy
toprağın tortusundan gayrı hısım bilmeksizin
iniyorum kirli eteklerine
beni emziren kaltak şehrin
iniyorum ama indirilmedim
iniyorum çalıntı tahtımı terk ederek
arada bir çehremi dalgalandıran karaltı
vurulmuş arkadaşlarımdan yansıyor olsa gerek
iniyorum onlardan artakalan yükü indirmek için
indiğim yerde beni bir bekleyen yok
indiğim yerde biçilmiş ot gibiyim
puslu, çapraşık, koklanmamış
ihmalkâr gözle okunmuş bir kitap
bîtab bir gözle okunmayı tercih ederdim
yoğrulmuş olan benle bir daha yoğrulsaydı
benimle açsaydı ağırdan
tükeniş faslını mızrap.
Yağmurun yoldaşı denebilir mi bana?
Ne dökülüş inişimde, ne çakış…
Yalnızca o çetrefil
aralama zahmetine katlanarak
iniyorum kızları utandıran iç çekişle
erkekleri boğan kasvetle iniyorum.
Öfkemdi başlattı yolu
ısrara gerek var deyip durdu şehvetim
istemedi doğurmak böyle bir uğraşı tabiat
tarih onu tanımazlıktan geldi
bir dövüş olsaydı sonunda belki gevşerdi hırsım
belki saçlar taranırdı bir sevişmeden sonra
ama ben hınca hınç bekçisi kalacağım burçlarımın
sonunda yükü bıraktığıma yanacağım.
İniyor ve inliyorum
nereye bir kucak dolusu
sonluluk sorgusu getiriyorsam
oraya bir kucak da getiriyorum
bir kucak sadece genç ve diri değil
bir kucak sadece yaşlı ve yorgun değil
bir kucak sadece erkek ve vakur değil
bir kucak sadece kıvrak ve dişi değil
bir kucak sadece kavruk ve intikamcı değil
bir kucak sadece gürbüz ve atak değil
bir kucak sadece üzgün ve dindar değil
bir kucak sadece temiz ve sevecen değil
bir kucak sadece pis ve sırnaşık değil
bir kucak sadece cömert ve sıcak değil
bir kucak sadece sancılı ve keskin değil
bir kucak sadece umursamaz ve bezgin değil
bir kucak sadece öksüz ve çolak değil
bir kucak
sadece bir kucak
açılınca açıkları kapatan
acıkınca doyuran
ve doyurunca
nasıl da perişan, ne kadar da ölçülü
darası alınmaz yüküm bu benim
kayda geçirilemez, narhı konulmaz
resmen ve alenen ifade usulü yok
gözümün feri saydım onu, gücüm bundadır
dizimin dermanıdır o
buradan gelir cesaretim
bende bu kucak olduktan sonra
iyi veya kötü ne yapılabilir
kendi hayatı aleyhine
binlerce defa dolap
çevirmiş olan bana?
Bakın, bulduğum her gerçeği delik deşik ediyor
kayboluş kapımı sürgüleyen bir vaşak
her sevincimi viran eden bu hayvan
yalanlar içinde boğulmamı önlüyor
ondan kurtulacak olursam biliyorum
beni yaşamakla coşturan
bir kaynak keşfederim
ondan kurtulduğum an
bütün boyutlarımı
kaybederim.
Önceleri, acemiyken
bu vaşak yokken daha yanıbaşımda
okul müdürü
veresiye satan bakkal
kapıcı ve akrabaları
dört ayrı ölümle ölmeyi öğren
demişlerdi bana
dört bucakmış
anlattıklarına bakılırsa dünya
omzun güneş kokuyor demişti
kısa eteklikli kız
o da omzuma bir şey konduracak mutlaka.
İşte o zaman bildimdi
anladımdı o sıra
ne bir atlas kalır bende, ne ibrişim
bu çuha, bu sicim elden çıkarsa
acemiydim gitmem dedim sizin provalarınıza
bön ve berbat buluyorum yaldızlı yaz gecelerinizi
berbattır balkonda o güneşli sabahlar
biraz açılmak için açıldığınız kırların
aniden karşılaştığınız ırmakların
ürpertisi ahmakça
böndür beni belimden bölmeye kalkan enlem
benden iki bakışık parça
çıkarmaya çabalayan boylam da berbat
ipekli libas giymem, altın takınmam
atımın eğerinde kaplan derisi yoktur
çehreme iyi baksalardı yırtılırdı
uykularının zarı
uykuluydular sinerken bedenime kıraç dağlar
bitek vadilerle beraber ben tenimi yumarken
uykularına tutundular…
Çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek
acılardır paylaşan çocukları
gün geldi paylaşıldı acılar
çocuklar paylaşıldı
bana bırakılan neyse ona burun kıvırdım
gittim bir kuyudan su çektim
halka boynumdan geçti
geçti boynuma kemend
d harfine bak dedim
nasıl da soylu duruyor sonunda kelimenin
harfe bak, harfe dokun, harfin içinde eri
harf ol harfle birlikte kıyam et
harf of harfler ummanına bat
çünkü gördüm ne varsa sonunda kelimenin
çünkü böndür altında kaldığım töhmet
uğradığım kinayeler bön ve berbat.
Evet, ilmektir boynumdaki ama ben
kimsenin kölesi değilim
tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya
tarantulaymış benim adım diyecek değilim
tam düşecekken tutunduğum tuğlayı
kendime rabb bellemiyeceğim
razı değilim beni tanımayan tarihe
beni sinesine sarmayan
tabiattan rıza dilenmeyeceğim.
Gittim su çektim en derin kuyudan
en hileli desteden
kendi kartımı çektim
yaktım belgeleri
bütün tanıkları yok etmek için
ricacıları öldürdüm
onlar bu dumanlı dünyanın
beni nasıl özlediğini görmüş olabilirdi
gerçekten özlemişti beni dünya öze çekmişti
özüm gelinceye kadar bana temas etmişti
bu dokunuş parlatınca beni
benden biraz dünya
isteyen ricacıları
öldürdüm ve
kıtal bitti.
Yazık.
Yazık ki yazgımın boyası koyu.
İnilecek kadar indim. Hayfa.
Yine bir geçitteyim, yeniden bir liman şehri bura
eskilerin tayfası yine hep buradalar
hep bilinen tecimenler, tanıdık yosmalar
havada hayza benzeyen aynı koku
binalara yaklaşırken eskisi gibi
sıklet artıyor
hâlâ ayırt edilemiyor dişli gıcırtıları
çocuk çığlıklarından
tanıyorum bunlar
bulutlara bakmak için penceresi evlerin
bu da deniz
hırs püsküren, toynak durduran deniz
rezeleri yerlerinden oynatan
vâdeden, vâdeden, vâdeden tesellicimiz.
Bir yanımda kıyısı kışkırtıcı
ufku muallâk deniz, bir yanımda
kamu açıklamaları, genelgeler, tahvilât
kimin yüzünü çevirdiysem
hüznü de sevinci kadar ıskarta…
Niye indim buraya ben?
Boşuna mıydı yol boyunca benliğime
musallat olan belâ?
Bir çevrim tamamlandı mı şimdi?
Yine mi döndüm başa?
Olmaz diyor yanımdan ayrılmayan vaşak
kimse başa dönmemiştir, dönemez
hele sen geçtiğin o ormanlar
rüyalarındaki canavarlardan sonra
çok uzaksın o ilk
fırlatıldığın zamana.
Aldanma bunlar tayfa değil
burada doğdu hepsi
denize hiç açılmadılar
denizi sen kadar bile
tanıyan yoktur aralarında
her biri uzak bir beldeden geldi
sanılsın istiyor yosmalar
böylece saygın fahişeler
arasına katışacaklar
müptezel birer facire ofsalar da.
Tecimenler, onlar da sahi değil
onlar da olmayan tayfaların
gemilerinden çıkan malları
sattıklarına inandırmak istiyor
şehrin acemi insanlarını.
Sen ve yağmur.
Başa dönemezsiniz.
Öyle bir yol yürüdünüz ki ancak
dönüş yolunu yok ederek gelebilirdiniz
inişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine.
Yağmur yalnız yağarken yağmurdur
sen yalnız senken sensin
burada kalamazsın ve başa dönemezsin
gitmek zorundasın
kovalanan bir Yahudi gibi
ama Yahudiler gibi kendinle kalamıyorsun
her şey çok yetersiz senin için
her şey sana çok fazla
ayıklarsan ayık durabiliyorsun
aranı açıyorsun kendinle
eşyayı araladıkça
uyanmanın bedeli serapları fedadır
uykuyu tadayım dersen
kâbusa dalmak pahasına.
Tarihe dersini vermen gerek
yoldan ayrılamazsın
yediremezsin sokulmayı kendine
tabiatın apışaralarına
ne yıkılmış bir tapınağın suskunluğu
durdurabiliyor seni
ne gürültülü bir havra.
Yükün ağır.
He’s so heavy
just because he’s your brother.
Kardeşlerin pogrom sana.
Dostlarının eşiğine varınca başlıyor
senin diasporan.
Herkesin bahanesi var, senin yok
günahlı bir gölgenin serinliğinde
biraz bekleyebilirsin, daha sonra
burada kalamazsın, başa dönemezsin
ama dön
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!
Eve dönmek
kendime sarkıntılık etmekten başka nedir?
orada, arada bir beni yoklar
intihara ayırdığım zamanlar
bunlar temiz, kül bırakan zamanlardır
düzgün sabuklamalardan bana kalan..
Evde
anlaşılmaz bir tını
bilmem nereden gelir
uykumdan? kanımdaki çakıldan? unutkanlığımdan?
bilemem Yahudi değilim
gizli bir yerde genizam yok
bilemem insan nerenin yerlisidir
ömrüm burada
bütün Yahudiler gibi
raflara doğru, çekmecelere
sahanlıklara doğru geçti
yabancı ellerde çitilenmekten korunmak için
bir sıvaydım kendime kendi ellerimde
tıpkı Yahudiler gibi
buraların yerlisi ben değilim.
Şarkıya dönersem ense köküm seyrelecek
ağdası çözülecek bana aşktan bulaşan kozlarımın
şehrin insanları yumruklarımda beyaz bulut
yolun çamurunda revnâk-ı bahar bulacaklar
ben şarkıya dönünce
boğazlarındaki boğum insanların epriyecek
ve onun yerine her günkü işleri yaparken
kepenkleri kaldırırken, silerken tezgahı
kalbe gizlice batan kıymık geçecek
şarkıya dönersem, yanık bir şarkıya
holokost neymiş meğer
herkes bilecek.
Kalbime döneceğim, ama hangi yolla?
Yedeğimdeki okunaksız
şarapla lekelenmiş, solgun harita
uyduruk bir şey mi bilmiyorum
yoksa sahiden definenin yeri
gösteriliyor mu orada?
Ama boşver... Nasıl bir ilgi olabilir
kalbe dönmekle define bulmak arasında?
Lâkin ben inerken her dönemeçte
bir parçasını ele geçirdiğim
her molada, her zorlanışında nefesimin
her ayak sürçmesinde çiziktirdiğim haritamın
bütün paftalarında sabit mürekkeple işaretlenmiştir
nerelerde kıraçlaşır
rahminde levendane öcün tohumları yatan gece
güneşin şifa diye bilinen ışıkları
nerelerde kıyıcı bir zehre çevrilir…
Haritamda caddeyi ürpertiye açacak
bir kaç kaçıktan başka nirengi noktası yok.
Açıkça gösteriyor haritam farkı nedir
bir cenaze kalkarken yağan yağmurun
bir hükümet darbesinden sonra yağan yağmurdan.
Yağmalar belli ki kim bulsa defineyi, umurumda mı
ben kalbime döneceğim fokurdayıp pörtlemek için
hep fokurdak ve pörtlek kalacağım kalp içinde
canı sıkkın kızların yüzlerinden
döşünden ahı kalmış delikanlıların
dünyaya habire pörtleyeceğim
evlerin olanca tınısı dindiği zaman
kısıldığı zaman bütün şarkıların kanatları
fokurtum dokunacak herkese yedi ırkın kavşağından.
Yahudi değilsem bile
bende Yahudalık da mı yok-
Kimi öptüm de kurtuldu çarmıha çakılmaktan?
İsmet Özel
2 notes
·
View notes
Soraya'yı Taşlamak "İlk Taşı Günahsız Olanınız Atsın" Arat Barış Altan Film eleştirisi üzerine yazı yazarken, insanın kendisini ölümün kıyısında ölesiye bir arayış ve çırpınışın içinde bulması ölümden beter bir trajediye işaret eder. Böyle bir durumda yazılanlar film eleştirisinin ötesinde bir anlam taşır. Çünkü dile gelmez olaylar, travmaya dönüşen acılar ve bu acıları besleyen acımasızlıklarla iç içe geçmiş hayatlara dokunur kimi hikayeler. İranlı yazar Freidoune Sahebjam'ın 1994 yılında yazdığı, İran asıllı yönetmen Cyrus Nowrasteh'in senaryosunu yazıp yönettiği, kocasının attığı iftira nedeniyle 1986 yılında taşlanarak öldürülen İranlı Soraya'nın öyküsünü konu alan "Soraya'yı Taşlamak", filminden bahsediyorum. Filme konu olan hikaye, her ne kadar kusursuz bir iyilik ve mutlak kötülük sarmalında ilerlese de "olumsuz" manada eleştiri yöneltmek çok güç. Öyle ki hikayeyi okurken küçülüyor insan, un ufak oluyor. Bu bakımdan Soraya'yı Taşlamak filminden bir biçimde kendimize de sorumluluk atfederek ders çıkarmak acı çekenlerin anısına hürmetin gereğidir diye düşünüyorum. 13 yaşındaki Soraya, küçük suçlardan sabıkalı 20 yaşındaki Ghorban Ali ile evlendirilir. 23 yıl süren evliliğinde yedi çocuğu olur. Kocasının dayaklarından dolayı iki bebeği de ölü doğar. Komşu kasabada gardiyan olarak çalışan Ghorban Ali, orada 14 yaşındaki bir kıza göz koyar. Soraya'yı boşamak ister ve nafaka vermemek için onu sadakatsizlikle suçlar. Bu sadakatsizliği kanıtlamak için Ghorban Ali'nin uğraşları tüyler ürpertici. Bu noktada ünlü Rus yazar Fyodor Dostoyevski'ye sözü devredeceğim: "Erkek için kötü davranışlarda bulunmak namus ve şerefe zarar getirmez. Tam aksine erkeklere bir çeşit üstünlük verir." Bu sözü inanç gibi benimseyen toplumlar var. Özellikle Müslüman doğu toplumları inanç tahkimli bu suç örgütü mantığına sıkı sıkıya bağlılar. Tabi bu inancın gücünden değil, menfaatin büyüklüğünden dolayıdır. Hergün onlarca insanın acımasızca öldürüldüğü coğrafyalarda bir insanın hayatı üzerinden yaşamın anlamını dile getirmek, koca evrende bir noktanın izini sürmek gibi gelebilir çoğu kimseye ancak, bireysel trajedileri anlamadan, yaşayanlar için toplumsal faydalar sağlamamız çok daha zordur. Acı hikayelerin içi içe geçtiği toplumların derin travmalarını gözler önüne sermek için bu hikayeyi filmden alıntılarla aktaracağım. Okuyucunun hikayeyi anlaması bakımından faydalı ve bir o kadar sarsıcı olacaktır. Kemikleri su yüzüne vurmuş Soraya'nın. Berrak suyun yıkadığı kumun üzerinde dağılmış kemik parçalarını köpekler kemiriyor. Kadın sesinin anlamını yitirdiği, kıymet görmediği toplumlarda "dünya erkeklerindir", bunu asla unutmamak gerekir. Filmde bunu en sahici ve yalın haliyle girebiliyor insan. "Toplum, birbirini kollayan erkekler yumağıdır." - Soraya, akıl baliğ iki erkek tarafından suçlanıyorsun; anneliğe ve karılığa yakışmayan ameller işlemekle suçlanıyorsun. Masum olduğunu kanıtlayabilir misin? - Masum olduğumu nasıl kanıtlayabilirim ki? Beni suçlayan onlar, suçumu onlar kanıtlasın. - Bir koca karısını itham ederse... Suçsuzluğunu kanıtlamak vazifesi kadına düşer. Şayet kadın, kocasını itham ediyorsa... O durumda da kadın, kocasının suçunu ispat etmelidir. - Ortada ciddi bir suç var. Bir kocaya karşı, bir babaya karşı, iki oğluna karşı, tüm köye karşı işlenmiş bir suç var. Ve İslâm'a karşı işlenmiş bir suç! Birbirini kollayan erkekler yumağına karşı bir başınadır Soraya. Yatağın kenarına ilişir. Kendisini öldürmek için çırpınan kocasıyla çektirdikleri çerçevelenmiş düğün fotoğrafına bakar. İçinden bir parçanın koptuğunu ve olanca şiddetiyle acıdığını hisseder. Baştan ayağa bütün vücudunu sarsan bir acı. Aynada kırık bir görüntü belirir, yüzünün bir tarafı karanlıktır. Çok daha karanlık bir yer var oysa! Recm kararı almak için toplanmış erkeklerin karanlığı... Soraya, kendisini bekleyen sonsuz karanlığa hazırlanırken, dışarıda avını parçalamak için çırpınan yırtıcı hayvanları aratmayan kalabalığın sevinç çığlıklarını duymaktadır. Kaçıp kurtulmak da mümkün değil. Ölüm dışında yol yok. Olanı da erkekler kuşatmış. Kız çocukları, annelerinin şefkatine sığınıp usulca ağlarken, erkek çocukları, annelerini öldürmek için taş biriktirmekte... Bağışlanamaz en büyük vebal bir çocuktan katil yaratan bu bitimsiz karanlıktır. Taşı taşa vurarak hayatına son verecekleri "avı" bekliyorlar. Müslüman doğu toplumları taşı taşa vurmayı iyi bilirler. O taşlar kimi zaman bilenmiş bir kılıç, kimi zaman boyuna geçirilen bir ip oluyor. İmam, kararı açıklamak için sahneye çıkıyor. Son söz ona düşüyor. Son riyakârlığı o yapacak, son günahı o işleyecek. - Bu kadın, köyümüzün haysiyetini kirletmiştir. İşlediği günahların cezasını çekmelidir. Kendisine atacağınız her taşla, haysiyetinizi tekrar kazanmış olacaksınız. Bütün bu yol ve yöntemler, kendi kötülüklerini gizlemek için. Yüzyıllardır süregelen bir vahşet halidir bu. İlk ayeti "oku" olan İslâm dininin "okumayan", sorgulamayan, temizlikten, sanattan ve ahlâktan yoksun olan kimi mensupları, yüzyıllardır kadınların canını alarak kendi iktidarlarını tahkim ediyorlar. İnsanları insanlıktan çıkararak vahşi birer yırtıcı hayvana dönüştüren şey nedir? Günahın ve kanın cazibesi mi? Kötülüğün tutkusu mu? Din mi? Dini kendi menfaatleri için kullanan, sorgulayanı olmadığı için de bu kepazeliği kolayca pazarlayan bir avuç din taciri mi? Yoksa "dinimiz var, vicdanımız ve ahlâkımız olmasa da olur" diyen sevgisiz kalabalıklar mı? İslâm öncesinde Yahudilik'te de var olan bir ceza olan recm, İslâm hukukunda en tartışmalı konulardan birisidir. Çünkü Kuran'da zina suçunun karşılığı olarak geçmeyen bu ceza hadislere dayandırılmaktadır. Zaman içinde birçok toplum evlilik dışı cinsel ilişkiyi cezalandırarak caydırma yoluna gitmişleridir. Antik Yunan yasalarına göre zina edenler ölüm cezasına çarptırılırken, Hammurabi Yasaları'nda bu kişiler suda boğarak öldürülürlerdi. Zina suçuna verilen recm cezası ise tarihin belli bir döneminde özellikle Ortadoğu'da uygulanmıştır. Bu bağlamda recm dini bir ceza olarak ilk olarak Tevrat'ta geçmektedir. İncil'de açık olarak geçmeyen bu ceza, Kur'an'da geçmemesine rağmen İslam Hukukuna girmiş ve uygulanagelmiştir. Yahudi şeriat kitabı olan Talmutta konuyla ilgili hüküm şöyledir; Eğer bir adam başka birinin karısıyla yatarken yakalanırsa, hem kadınla yatan adam, hem kadın, ikisi de öldürülecek. Yahudiler, İsa Peygambere zina ederken yakalanmış bir kadın getirmişler ve Musa peygamberin bu gibilere recm cezası verdiğini ileri sürerek buna ne diyeceğini sormuşlardır. İsa Peygamber onlara, "İlk taşı günahsız olanınız atsın" deyince başta yaşlılar olmak üzere, birer birer dışarı çıkarlar. İsa Peygamber doğrulup ona, kadın, nerede onlar, hiçbiri seni yargılamadı mı diye sorar. Kadın, hiçbiri, efendim... İsa Peygamber, ben de seni yargılamıyorum der. Git, artık bundan sonra günah işleme! Kur'an'da zina suçunun cezasını belirten ayetler şunlardır: Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini hususunda sizi sakın acıma duygusu kaplamasın! Müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun. Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar tamamen günahkardırlar. Görüldüğü üzere İncil'de ve Kuran'da zina suçunun cezası olarak "recm" geçmemektedir. Bir tek Yahudi şeriat kitabında geçmektedir. Günümüzde ise bir tek İslâm ülkelerinde uygulanmaktadır. Sorulması gereken can alıcı soru şu; bu kan donduran ağır cezalandırma yöntemini huşuyla uygulayan Müslümanlar, Kuran'da geçen kesin buyrukları neden görmezden gelmektedir? "Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olmaksızın kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir canı kurtarırsa bütün insanların hayatım kurtarmış gibi olur." Kuran'nın bu ayeti neden Müslümanların ilgisini çekmez? Bir insanı taşlarla parçalayıp öldürmek, Tanrı katında, okumaktan, ilim öğrenmekten, insanlara yardım etmekten, ahlâklı yaşamaktan daha mı muteber sayılıyor? Canını almadan evvel konuşması için Soraya'ya söz verirler. Gözleri ağlamaklı, yüzü solgundur Soraya'nın. Yorgun bedeni ayakta olsa da ruhu çoktan ölmüş. İçindeki ölü ruhun ağırlığıyla kalabalığa doğru bir iki çelimsiz adım atıp konuşmaya başlıyor. - Nasıl yaparsınız bunu? Evlerinize girip çıktım. Rızıklarımızı paylaştık, bizler dostuz. - Bana bunu nasıl razı görürsünüz? Komşunuzum, annenizim, kızınızım, senin karınım... - Bunu bir insana nasıl yaparsınız? Bu yakarış, İran'da tecavüzcüsünü öldürdüğü gerekçesiyle idam edilen Reyhaneh Jabbari'nin annesine gönderdiği mektubu hatırlattı bana. Mektup şöyle başlıyor: Sevgili Sholeh, Öğrendim ki bugün kısasla tanışma sırası benimmiş. Yaşam kitabımın son sayfasına geldiğimi senden öğrenemediğim için kırgınım. Bilmem gerektiğini düşünmüyor muydun? Üzgün olduğun için ne kadar mahcup olduğumu biliyorsun. Neden senin ve babamın elini öpme şansını bana vermedin? Dünya bana yaşamak için 19 yıl verdi. O uğursuz gecede ölmeliydim. Bedenim şehrin bir köşesine atılmalı ve birkaç gün sonra polis beni teşhis etmen için seni tecavüze uğradığımı da orada öğreneceğin adli tıp doktorunun ofisine götürmeliydi. Biz onların gücü ve servetine sahip olmadığımız için, katilim asla bulunamayacaktı. Hayatına utanç ve ızdırapla devam edecek, birkaç yıl sonra da bu ızdırap seni öldürecekti. Her nasılsa bu lanetlenmiş hikaye değişti. Bedenim bir köşeye atılmadı, ama Evin Hapishanesi ve onun tek kişilik hücresine gömüldü, şimdi de mezarlığa benzeyen Şehr-e Ray hapishanesine. Ama kaderim buymuş, şikayet etme. Sen benden iyi bilirsin ki ölüm yaşamın sonu değildir. Sen bizlere okula giderken bir kavga ya da şikayet karşısında bir hanımefendi gibi olmamızı öğretmiştin. Nasıl davranmamız gerektiğinin altını ne kadar çok çizdiğini hatırlıyor musun? Senin deneyimlerin yanlıştı. O kaza başıma geldiğinde, öğrendiklerimin bana yardımı olmadı. Mahkemede beni soğukkanlı ve zalim bir suçlu gibi anlattılar. Hiç gözyaşı dökmedim. Hiç yalvarmadım. Kanunlara güvendiğim için ağlamadım. Ama kayıtsız olmakla suçlandım. İşte, sivrisinek bile öldüremez, hamam böceklerini antenlerinden yakalayıp dışarı atardım. Taammüden cinayetle suçlanıyorum. Hayvanlara yaptığım muamele bir erkeğe eğilim olarak yorumlandı ve hakim kazanın yaşandığı sırada tırnaklarımın uzun ve ojeli olduğu gerçeğine bile bakma zahmetine katlanmadı. Kendisinden adalet beklenen bir hakim için ne kadar da iyimser! Ellerimin sporcu kadınlar gibi, özellikle de boksörler gibi, iri olmadığını sorgulamadı. Ve içime sevgisini ektiğin bu ülke beni hiçbir zaman istemedi, beni sorgulayanların hakaretleri yüzünden ağlarken, en adi sözlerini dinlerken hiç kimse bana destek olmadı. Güzelliğimin son işareti saçlarımı kazıdığımda 11 gün hücre cezasıyla ödüllendirildim. Duydukların yüzünden ağlama. Karakoldaki ilk günümde, yaşlı bekar bir görevli canımı yakmak için tırnaklarımı kullandığında, güzelliğin burada aranan bir şey olmadığını anlamıştım. Güzel görünmek, güzel düşünce ve dilekler, güzel el yazısı, güzel gözler ve görüş, hatta hoş bir sesin güzelliği… Anneciğim, düşüncelerim değişti ve bunun sorumlusu sen değilsin. Sözlerimin sonu gelmeyecek; onları, senin yokluğunda ve senden habersiz beni infaz ederken sana ulaştırması için birine veriyorum. Sana miras olarak pek çok el yazımı bırakıyorum. Şunu çok içten söylüyorum, gelip yas tutarak acı çekeceğin bir mezar istemiyorum. Benim için siyahlar giymeni istemiyorum. Zor günlerimi unutmak için elinden geleni yap. Rüzgar beni alıp götürsün. Dünya bizi sevmedi. Kaderimi istemiyorum. Ve şimdi ölümü kucaklayarak buna bir son veriyorum. Çünkü Allah'ın mahkemesinden, beni sorgulayanlardan ben davacı olacağım. Hakimden; beni taciz etmekten geri durmayan Yüksek Mahkeme'nin hakimlerinden davacı olacağım. Yaratıcının mahkemesinde Dr. Farvandi ve Kasım Şabani'den davacı olacağım; tüm o bilgisizlerden, yalanlarıyla bana haksızlık eden, benim haklarımı çiğneyen ve gerçeğin bazen görünenden farklı olduğuna dikkat etmeyenlerden davacı olacağım. Sevgili iyi kalpli Sholeh, diğer bir değişle sen ve ben suçlayanlar, diğerleri ise sanık. Bekleyip Allah'ın ne istediğini görelim. Ölene dek seni kucaklamak isterdim. Seni seviyorum. Bir kadının annesinden öğrendiği deneyimlerin yanlış olduğunu ölümden önceki durakta serzenişle dile getirmesi ne hazin! Tecavüz eden erkek, suçlayan erkek, yargılayan erkek, hüküm veren erkek... Dünyada cehennemi yaşasınlar diye mi kadınları yarattın Tanrım? Soraya'nın masumiyetini kana bulayıp toprağa gömmenin vakti gelmiştir. Kalabalıktan bir ses; "Allah'ın emri bu" diye haykırmakta. - Soraya, ölümden korkuyor musun? Ölümden değil... Taşlanarak ölmek, acı verici olsa gerek! Taşlanarak ölmenin acısını duyumsamaya başlayan o solgun yüz, o mecalsiz beden, hafiften ürperiyor. Babası, kızını öldürmek için Allah'ın yardımını istiyor. Attığı taş düştüğü yerde küçük bir toz bulutu kaldırıyor ancak. Masum bir kadını duymayan Allah, öz evladının canını almak isteyen bir katili neden duysun ki! Kocası görevi devralıyor bu sefer. Taşı kavrıyor ve küstah bir sırıtışla fırlatıyor. Taş Soraya'nın alınının ortasına gömülüyor. Bir kan pınarı, bereketli topraklara dökülen çağlayan misali yüzünden süzülüp toprağa akıyor. Taşların ve tekbirlerin ardı arkası kesilmiyor artık. Güvercinler havalanıyor. Ölümün sükûneti, gözyaşlarına ve çığlıklara dönüşüyor. Bütün bu tartışmaları gündeme getirdiği için, masum bir insanı öldürmek niyetiyle atılan taşların acısını bize hissettirdiği için, yalanın gücüyle bir araya gelmiş kalabalıkların kirli ruhlarına ışık tuttuğu için bu eşsiz filmi defalarca izlemeli insanlar. Bir Soraya daha ölmesin diye...
12 notes
·
View notes
KİŞİSEL ANAYASA DENEMELERİ PERSONAL CONSTUTIONAL TRIALS . . ARTICLE 48. YILAN ZEHİRİNE KARŞI PANZEHİR OLUŞTURMAK. . . HaNAR DEVELOPMENT . Bilinç konusundaki fikirlerimizin çoğu onun bir geçiş noktası, bir arayüz olduğu yönünde şekillendiği için, zihnimizin kontrolünü devralırken bazı durumları göz önünde bulundurmamız gerektiğini savunuyoruz. Bilinç tarlamıza birşeyler ekerken veya ekili tohumları temizlerken bazı kurallar doğrultusunda hareket ederiz. Ama zihinsel faaliyetleri sadece bir toprak parçasına benzeten metaforları kullanmak organik bir organizma için yetersiz. Akıl işlevsel bakımdan canlıdır ve onun kirlenmesi yanında birde onun zehirlenmesinden söz etmek mümkündür. Zehir genel olarak birbiri ile uyuşmayan iki organik parçanın birbirini yok etmesi olarak tanımlanabilir. Bu tanım organik tanıma uyumludur. Bunun bilinç düzeyine uyarlanması, bilinç uykusundan, uyuşma durumundan, yabancılaşmadan, önyargıdan, iftiranın sorgusuz kabulünden ve fanatik taraftarlık ile kör bağlılık ve körü körüne inançtan bahsederek zehirlenmenin ne olduğu kısmen, küçücük bir parçacık hâlinde kendini gösterir. . Sanırım bu Dünya'nın en zor işi devlet sahibi ırkları bir konuda tatmin etmektir. Hemen kendilerini aşağılanmış hissediyorlar. Bu sözüm özellikle Türk ve Rus ırkına yöneliktir. . Hz. İsa'yı Yahudiler öldürmedi. Onun kutsallığını ispatlayan ve takip eden Roma devleti öldürttü. Yani Yahudiler değil katil olan Roma devletidir. Zamanımıza uyarlarsak, bir çok maktulün gerçek katili ortaya çıkar. Katil iki ırk TÜRK IRKI İLE RUS IRKIDIR. . . . HaNAR DEVELOPMENT . . #thehanardevelopnent #personalconstutionaltrials #hanargelisim #HaNARgelisim #hanargelisimtakvimi #physcology #религия #final #future #theroad #architecture #birey #kişiselanayasadenemeleri #kişiselanayasa #hukuk #humanbeings #final #future #philosophy #science #God #now #newworld #naturel #bakışaçısı #10000questions #dive #time #tasarım #religionofnewworldpeace #религиюмира (Kyrenia, Kyrenia, Cyprus) https://www.instagram.com/p/Bu6omcJAtXR/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=cpizspm9s07b
0 notes