Deniz Gezmiş,Yusuf Aslan, Hüseyin İnan'ın idamlarını engellemek için çıktıkları yolda katledildiler....51 yıl önce Tokat Niksar da katliam yaşandı Kızıldere de katliamı....Devrimci gençlerin çoğu öldürüldü veya katledildi.... Mahir Çayan başta olmak üzere bütün katledilen devrimcileri 51.yıl dönümlerinde sevgi ve saygıyla anıyorum..🌹
1970’lerin başında Gevaş’ta öğretmenlik yapan şair Gülten Akın’ın mısralarında geçer Sebahattin Kurt sadece: "Van denizinde, Gevaş’ta / Adı Sebo, biraz dalgın / Halkını sevmekten önyazgılı / Alıp başını gittiğini duyuyorum Tokad’a"
1970’lerin başı… 12 Mart muhtırası olmuş Türkiye Cumhuriyeti Devleti her yerde devrimci avına çıkmıştı. Deniz Gezmişler’i idam etmeye hazırlanan devlet, dağ-taş demeden Mahir Çayan’ları arıyordu.
Türkiye böyle bir siyasal ve toplumsal krizden geçerken Gevaşlı Sebahattin Kurt ise Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde okumaya gider ve devrimci mücadelenin geldiği aşama onu da etkiler. Ama Sebahattin Kurt’u asıl etkileyen dönüm noktası Lise öğretmeni Gülten Akın’dır. O esnada Van Gevaş’ta öğretmenlik yapan şair Gülten Akın Sebahattin Kurt’u çok sever. Van Gölü’nü izlerken uzun uzun sohbet ederler.
Ancak daha ikinci sınıfta ailesi Sebahattin’den uzun süre haber alamaz. Telaşa kapılan Salih ve Saim Kurt çifti ulaşabildikleri her yere ulaşırlar ama sonuç hep olumsuzdur.
Sonra bir gün, TRT radyosundan şöyle bir haber geçer: “Tokat’ın Niksar ilçesinin Kızıldere köyünde bir evde saklandıkları tespit edilen şakiler; Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Hüdai Arıkan, Ömer Ayna, Nihat Yılmaz, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy, Sinan Kazım Özüdoğru, Saffet Alp ve Sebahattin Kurt ölü olarak ele geçirilmiştir.”
Haberde ismi son olarak okunan öğrenci Gevaşlı Sebahattin Kurt’tur.
Aile inanmak istemez önce, “Bu Sebahattin olamaz. Sebahattin’in ne işi olur orada” diye düşünür. Ya da bu acı gerçekle yüzleşmek istemezler ama birkaç gün sonra aileye haber verilip, ‘gelip çocuklarını morgdan almaları, aksi halde gömüleceği’ söylenir. Ailesi imkânsızlıklardan dolayı hemen gidemez tabi, ikinci bir telgraf gelir: ‘Sebahattin Kurt Tokat Niksar Şavşat Mezarlığı’nda 52 No’lu mezara gömüldü.’
Ama aile kandırılmıştır, söz konusu mezarlığa gittiklerinde öyle bir mezarın olmadığını görürler. Muhatap bile bulamazlar. Aile, tüm aramalarına rağmen Sebahattin’in nereye gömüldüğünü öğrenemez. Annesi Saime önce kör olur, Sebahattin’in acısına daha fazla dayanamaz ve kısa sürede ölür; çok geçmez baba da hayata veda eder.
Sebahattin’in ölümü resmi kayıtlara şöyle geçer: “Yapılan teşhiste alnından ve göğüs hizasından ateşli silahla vurularak öldürüldüğü tespit edilen şahsın Van-Gevaş doğumlu 20 yaşındaki Sebahattin Kurt olduğu anlaşılmıştır.”
Adı, 1970’lerin başında Gevaş’ta öğretmenlik yapan şair Gülten Akın’ın mısralarında geçer sadece: Van denizinde, Gevaş’ta/ Adı Sebo, biraz dalgın/Halkını sevmekten önyazgılı/ Alıp başını gittiğini duyuyorum Tokad’a/
DİRENGEN BİR KİŞİLİKTİ
O dönemleri hatırlayan Gevaşlı Cevdet Altındağ, Sebahattin Kurt’u şu sözlerle anlattı: “Ona sıhhiyeci Salih’in oğlu derlerdi. Nesil olarak bizden büyüktür. Ailesini yakından tanırım. Bütün Gevaş Sebahattin’i direngen bir kişilik olarak tanırdı, asla boyun eğmezdi. Çocukluğundan itibaren böyleydi. Van Gölüne girmesini engelleyenlerle kavga eder, dayak yer ama yine de Van Gölüne girmeyi başarırdı. Dayak yese dahi, kavgaya girecek kadar cesurdu. Katliamdan sonra ailesi Gevaş’tan ayrıldı. Cenazesinin getirilmediğini biliyorum. Gevaş’a getirilmedi.”
‘TÜM MAHALLENİN YARDIMINA KOŞARDI’
Yine Gevaş’ta yaşayan ve Kurt’un gençliğinde Hişet mahallesinde ona komşuluk eden Necmiye Deniz ise Kurt ile ilgili şunları söyledi: Sürekli kitap okurken görürdüm, hatırladığım kadarıyla kısa boyluydu. Cesaretliydi, mahallede ne sorun olursa duyarlı yaklaşır ve insanlara yardım etmeye çalışırdı. Herkes onu çok seviyordu, sonra Ankara’ya okumaya gitti ve bir daha göremedik.”
Bugün Sinanların ölüm yıldönümü. Sinanları düşünürken doğal olarak 68 kuşağının tüm isimleri tek tek gözlerimin önünden geçti. Sinan eğitimli bir ailede doğup büyümüştü. O zamanlar ülkenin en seçkin üniversitesi olan ODTÜ’de okuyordu. Mükemmel İngilizcesi vardı.
Mahir Çayan Tıp ve Hukuk Fakültelerini kazandıktan sonra bir süre bu fakültelere devam edip ayrılmıştı. Yeniden sınava girerek Ankara Siyasal’ı kazandı. Herkesi hayran birakan bir hitabet gücü vardı. Gençlik örgütleri kongrelerinde hiç duraksamadan sekiz saat konuştuğu ve salonu dolduran devrimcilerin hiç sıkılmadan onu dinlediği söylenir.
Hüseyin Cevahir de tıpkı Mahir gibi önce Tıp’ı kazanmış, beğenmemiş, yeniden sınava girerek Ankara Siyasal’ı kazanmıştır.
Ulaş Bardakçı ODTÜ’nün en parlak öğrencilerindendi. Esprili, zeki, şen şakrak, kahkahalarla gülen bir insandı.
Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan da tıpkı Sinan gibi ODTÜ’nün en parlak ve en zeki öğrencilerindendi.
Deniz’e gelince... Hukuk okuyordu. Anayasa profesörüne, “siz bize burjuva hukuku öğretiyorsunuz hocam, izin verirseniz ben size Proleterya hukukunu anlatayım” diyerek dersi kaynatırdı. Bir sözüyle binlerce öğrenciyi peşine takabilen renkli bir kişilikti. “Güneşi İçenlerin Türküsü”nü okuyarak, ardında binlerce öğrenciyle Taksim-Beyoğlu sokaklarından gürleye gürleye inmiş, “ya istiklal ya ölüm” sloganlarıyla Amerikan askerlerini denize atmış bir devrimciydi. Uzun-servi boylu, yiğit, gözü pek, yakışıklı bir delikanlıydı. Sözünü sakınmaz, verdiği sözden caymazdı. Sallana sallana yürür, arkadaşlarını ti’ye almaya bayılırdı. En çok Yusuf’un kısa boyuna ve Cihan’ın Laz şivesine takılırdı.
Bugün Sinanların ölüm yıldönümü diye bunları düşündüm ve bir hayal kurdum. Bu gençler ülkenin en parlak, en seçkin üniversitelerinde okuyorlardı. Ülke sorunlarına çok duyarlıydılar. Kafamda bir senaryo yazdım. Eğer bunlar katledilmesiydi, bugün nasıl bir Türkiye’de yaşardık?
Bunu düşünmemin nedeni, bugün ülkeyi bu gençlerin karşıtları olan ve “Kanlı Pazar” olaylarını tezgâhlayan güruhun yönetiyor olmasıdır. Mesela Abdullah Gül o dönem bu gençlerin karşısındaydı, Amerikan emperyalizmini protesto eden bu gençlere palalarla ve zincirlerle saldırıyorlardı. Ama cumhurbaşkanı oldu.
Bu gençler katledilmeseydi mesela... Bugün nasıl bir Türkiye’de yaşıyor olurduk? Düşündüm, akıl ve mantık süzgecinden geçirerek hayaller kurdum.
Birinci olarak, PKK diye bir şey olmazdı. Çünkü bu gençlerin içinde Kürt ve Türk devrimciler vardı. Birlikte hareket ediyorlardı. Amerikan askerlerini birlikte denize döküyorlardı. “Ya istiklal ya ölüm!” diye birlikte slogan atıyorlar ve “Güneşi İçenlerin Türküsü”nü birlikte okuyorlardı. “Akın var güneşe akın, güneşi zapt edeceğiz, güneşin zaptı yakın...”
Onlar yaşasaydı, Türkiye’de bugün Kürt-Türk kardeşiliği olurdu. Bu kanlı kavgalar, bu terör, bu PKK belası olmazdı. Yurtta barış cihanda barış olurdu.
Onlar yaşasaydı, mutlaka sosyalist ekonomiyi uygularlardı. Mustafa Kemal’in “Cumhuriyet” ile taçlandırdığı laik Türkiye’yi onlar da adil bir paylaşımla taçlandırırlardı. Cumhuriyet o zaman gerçek kimliğine kavuşurdu. Kurucu lider olarak Mustafa Kemal’i baş tacı ederlerdi. Ve Türkiye mutlaka tam bağımsız bir ülke olurdu. Amerika burnunun dibindeki Küba’ya nasıl karışamıyorsa, Türkiye’ye de karışamazdı.
Sovyetler dağıldıktan sonra belki biraz bocalarlardı, ama onlar zaten Sovyetler’i eleştiriyorlardı. Mutlaka Türkiye’nin sosyal ve kültürel yapısına uygun özgün bir model yaratırlardı. Çünkü hepsi de süper zeki gençlerdi.
Mahir Çayan cumhurbaşkanı olurdu. Hüseyin İnan başbakan olurdu. Yusuf Aslan ulaştırma bakanı olurdu. Sinan Cemgil mutlaka milli eğitim bakanı olurdu. Ulaş Bardakçı meclis başkanı olurdu. Hüseyin Cevahir köy işleri bakanı olurdu. Köylerdeki yoksul çocuklara TIR’larla ayakkabı, elbise, kitap, kırtasiye taşırdı. Nerden mi biliyorum? Biliyorum, çünkü Hüseyin Cevahir okulda biriktirdiği parlarla defter kalem alır, yaz tatillerinde köyüne gittiğinde yoksul çocuklara dağıtırdı.
Gençleri bilime ve sanata motive etsin diye Deniz Gezmiş’i gençlik bakanı yapmak isterlerdi, fakat “onun liderlik karizmasına yazık olur” diyen itirazlar yükselirdi. Hüseyin İnan başbakan koltuğunu gönüllü olarak ona bırakırdı. Çünkü Hüseyin İnan çok mütevazı bir insandı. Öyle mevkide makamda filan gözü olmazdı. Hatta gider bir köyde öğretmenlik bile yapardı. O sadece Türkiye’nin bağımsızlığına ve halkın refahına önem verirdi. Az konuşur, çok çalışırdı.
Üniversiteler şakır şakır bilim isanı çıkarır, konservatuvarlarda birbirinden yetenekli sanatçılar yetişirdi. Hastanelerde bedava sağlık hizmetleri verilir, eğitim devlet parasıyla yapılır, tarım desteklenir, işçi sınıfı adam gibi bir hayat yaşardı. Biz de böyle bir ülkede keyiflenir, ülkemizle gurur duyardık. Keyfimize hiç diyecek olmazdı.
Ben o zaman yine yazar olurdum. Ama tabii üç romandan oluşan “Adanmış Hayatlar” serisini bu şekilde yazmazdım. Mahir ve arkadaşlarını Kızıldere’de bırakmazdım. Deniz ve arkadaşlarını darağacıyla değil, nar ağacıyla anardım. Kısacası, üç romandan oluşan “Adanmış Hayatlar” serisi mutlu sonla biterdi. Bana ödül verirlerdi. Öyle altın plaket filan istemezdim. Para da istemezdim. Yakama bir kır çiçeği takarlardı. Beni onure ederlerdi. Alkışlarlardı. Mutluluktan ağlardım. “Erkek adam ağlar mı be!” diye Deniz benimle dalga geçerdi.
SİYASET
Lenin Sol komünizm
Lenin Nisan tezleri
Lenin Proleter devrim dönek kuattscki
Lenin devlet ve devrim
Lenin Emperyalizm
Lenin Burjuva demokrasisi ve proleterya diktatörlüğü
Lenin Ne yapmalı
Lenin Materyalizm ve Ampiryokritisizm
Lenin Bir Adim Ileri Iki Adim Geri
Lenin Din Üzerine
Lenin Ssosyalizm ve Savaş
Marx Engels
Komünist manifesto
Yahudi Sorunu
Alman İdeolojisi
Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı
Ücretli Emek ve Sermaye
Ailenin ve özel mülkiyetin kökeni
Konut Sorunu
Mao Zedong
Çelişki Üzerine
Uzatmalı Savaş Üzerine
Seçme Eserler -ı-ıı-ııı
Kızıl Kitap
Josef Stalin
Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel Materyalizm
Marksizm, Ulusal Sorun
Leninizmin İlkeleri
Anarşizmi mi Sosyalizm mi
Bolşevik parti Tarihi
Muhalefet Üzerine
Georgi Dimitrov Faşizme Karşı Birleşik Cephe
Leo huberman Sosyalizmin alfabesi
Politzer Felsefenin başlangıç ilkeleri
Politzer Felsefenin Temel İlkeleri
Nikitin Ekonomi politik
Maksim Gorki Küçük burjuva ideolojisinin eleştirisi
Kalinin Devrimci Eğitim Devrimci Ahlak
Che Guevara Ekonomi ce sosyalist ahlak
Paul lafargue Tembellik hakkı
A.Şnurov Türkiye proleteryası
John Reed Dünyayı Sarsan On Gün
Ellen Meiksins Wood Sınıftan Kaçış
İbrahim kaypakkaya Seçme eserler
Mahir çayan Bütün Yazıları
Hikmet kıvılcımlı Türkiyede kapitalizmin gelişimi
Emrah cilasun - Mustafa suphi ve yoldaşlarını kim öldürdü
Kapitalizm, Arzu ve Kölelik, Frederic Lordon
Yeryüzünün Lanetlileri - Frantz Fanon
Terry Eagleton Marx Neden Haklıydı
Jhon Zerzan Gelecekteki ilkel
Paulo Freire Ezilenlerin Pedagojisi
Kropotkin- Ekmeğin Fethi
Ivan Illich'in Okulsuz Toplum
Hüseyin Can Sosvyetler ve Kürtler
A.Kollontai Komünizm ve Aile
N. kruspkaya Halk eğitimi
Platon Socratesin Savunması
Arthur Schopenhauer- Eristik Diyalektik
TOPLUMSAL CİNSİYET
Friedrich EngelsAilenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni
Clara Zetkin Kadın Sorunun Üzerine –
Clara Zetkin Lenin'in Bütün Dünya Kadınlarına Vasiyetleri
Auguste Bebel Kadın ve Sosyalizm
Alexandra Kollontai Marksizm ve Cinsel Devrim
Alexandra Kollontai Komünizm ve Aile
Alexandra Kollontai Bir çok hayat yaşadım
Sibel Özbudun Marksizm ve Kadın Emek, Aşk, Aile
Sibel Özbudun Küreselleşme , Kadın ve Yeni - Ataerki
Ricardo Coler Kadın Krallığı
Elisabeth Badinter Biri Ötekidir
Shulamith Firestone Cinselliğin Diyalektiği
Diana Gittins Aile Sorgulanıyor
Simon de beauvoir ikinci cins
Valeri solanes -Erkek doğrama cemiyeti
Judith Butler- Cinsiyet Belası
PSİKOLOJİ
Sigmund Freud Totem ve tabu
Sigmund Freud uygarlığın huzursuzluğu
Sigmund Freud Düşlerin Yorumu
Joel Kovel Tarih ve Tin
Michel Foucault Deliliğin Tarihi
Jean Twenge Ben nesli
Rollo May Kendini Arayan İnsan
Pascale Chapaux-Morelli İkili İlişkilerde Duygusal Manipülasyon
Erich Fromm Sevme Sanatı
Eric Fromm- Özgürlükten Kaçış
Caren Horney Çağın Nevrotik kişiliği
POSTMODERN FELSEFE
john zerzan- Gelecekteki ilkel
Terry Eagleton Postmodernizmin Yanılsamaları
Fredric Jameson, Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı
Jean Baudrillard Simülakrlar ve Simülasyon
Jean Baudrillard Tüketim Toplumu
Jean Baudrillard Kötülüğün Şeffaflığı
Jean Baudrillard baştan çıkarma üzerine
Jean Baudrillard Neden herşey hala yok olup gitmedi
Rainer Funk Ben ve Biz Postmodern İnsanın Psikanalizi -
Zygmunt Bauman Akışkan Aşk / İnsan İlişkilerinin Kırılganlığına Dair
Zygmunt Bauman Akışkan Modernite
Jean François Lyotard Postmodern Durum
Michel Foucault Özne ve İktidar / Seçme Yazılar
Michel Foucault Cinselliğin Tarihi
Karakter Aşınması - Richard Sennett
Kamusal insanın Çöküşü Richart Sennet
Guy Debort- Gösteri toplumu
VAROLUŞÇU FELSEFE
Arthur Schopenhauer Cinsel Aşkın Metafiziği
Arthur Schopenhauer ,Hayatın Anlamı
Arthur Schopenhauer İsteme ve Tasarım Olarak Dünya
Emil Michel Cioran Çürümenin Kitabı
Terry Eagleton Hayatın anlamı
Fernando Pessoa Huzursuzluğun Kitabı
Ferdinand celine gecenin sonuna yolculuk
Jean Paul Sartre Bunaltı
Cesare Pavese Yaşama Uğraşı
Franz Kafka Dönüşüm
Samuel Beckett Godot'yu Beklerken
Hermann Hesse Siddhartha
Dostoyevski Yeraltından Notlar
Dostoyevski Suç Ve ceza
Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt
Nietzsche Ecce homo
Nietzsche Decal
Candide - Voltaire
Albert CamusYabancı
Jhon fante toza zor
Terry Eagleton Kötülük Üzerine Bir Deneme
ROMAN VE KLASİKLER
Maksim Gorki Ana
Maksim Gorki Benim üniversitelerim
Dimitır Dimov Tütün
Kropotkin Ekmeğin Fethi
Jack London’ Demir ökçe
John Steinbeck Fareler ve İnsanlar
Harper Lee Bülbülü Öldürmek
Victor Hugo Sefiller
Goethe Genç Werther'in Acıları
Balzac vadideki zambak
Dostoyevski Suç ve Ceza
Dostoyevski Kumarbaz
Dostoyevski Budala
Dostoyevski Ev sahibem
Dostoyevski Yeraltından notlar
Stefan Zweig Satranç
Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Irvin D. Yalom Nietzsche Ağladığında
Lev Tolstoy Anna Karenina
Vladimir Bartol Fedailerin Kalesi Alamut
Amin Maalouf Doğunun Limanları
Harper Lee Bülbülü Öldürmek
George Orwel Hayvan Çiftliği
Jhon Steinbeck Fareler ve İnsanlar
Türk Edebiyatı
Sabahattin Ali Kürk Mantolu Madonna
Sabahattin Ali Kuyucaklı yusuf
Sabahattin Ali İçimizdeki Şeytan
Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur
Ahmet Hamdi Tanpınar Saatleri ayarlama enstitüsü
Yaşar kemal İnce memed
Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevdası
Mehmet Rauf Eylül
Peyami Safa Yanlızız
Peyami Safa Fatih-Harbiye
Peyami Safa Dokuzuncu Hariciye koğuşu
Peyami Safa Bir teredüdün Romanı
Namık Kemal İntibah
Orhan Pamuk Orhan pamuk kırmızı saçlı kadın
Yusuf atılgan Aylak adam
Ahmet Ümit İstanbul Hatırası
Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kiralık Konak
Yakup Kadri Karaosmanoğlu Yaban
Distopya-Ütopya
Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya
1984 - George Orwell
Ursula K. Le Guin Mülksüzler
Damızlık Kızın Öyküsü
Din Tarih ve Antropoloji
Tanrı'nın Tarihi - Karen Armstrong
Ludwig Feuerbach-Hristiyanlığın Özü
Marx Engels- Ailenin ve özel mülkiyetin kökeni
Lewis Henry Morgan-Eski toplum
Wilhelm Reich- Cinsel ahlakın boy göstermesi
Freud totem ve tabu
Claude Levi – Strauss Yapısal Antropoloji
Samuel NoahbKramer Tarih Sümerlerle Başlar
Samuel noah Kramer Sümer mitolojisi
M. İlin-İnsan Nasıl İnsan Oldu
Darwin Türlerin kökeni
Turan Dursun Din bu
Dine Karşı Din - Ali Şerati
Ataların Hikayesi Richard Dawkins
Sibel özbudun -Antropoloji: Kuramlar, Kuramcilar
Lenin Din Üzerine
Karl -Marx Yahudilik Üzerine
Hayvanlardan Tanrılara - Sapiens , Yuval Noah Harari
Deccal - Friedrich Nietzsche
Ahlakın Soykütüğü- Friedrich Nietzsche
Peter Hopkirk İstanbulun Doğusunda Bitmeyen oyun
Hans Lukaks kieser- Iskalanmış Barış
Bu yazının niyeti bir TKP analizi yapmak değil, ama Atılım Kongresi ve 12. Kongre’nin birbirine karşıt konumlarda hissettikleri aynı ihtiyaca, işçi sınıfı dışındaki halk kesimlerini partiyle organik biçimde örgütleme ihtiyacına yönelik Çayanist kuramsal anıtın çerçevesini çizmek. Tayyip Erdoğan dinlemeyip Mahir Çayan okumak her zamankinden daha elzem.
Continue reading TKP Kongrelerine hariçten…
Bir filozof fikirler, bir şair dizeler, bir rahip vaazlar, bir profesör ders kitapları, vs. üretir. Bir suçlu suç üretir. Fakat bu son üretim dalı ile toplumun bütün üretici faaliyeti biraz daha yakından incelenirse,insan bir çok önyargısını terketmek zorunda kalır. Suçlu yalnızca suç değil, aynı zamanda ceza hukukunu da üretir, ceza hukuku dersleri veren profesörü, hatta ve hatta profesörün içinde derslerini piyasaya bir meta olarak çıkardığı kaçınılmaz ders kitabını da üretir. Ayrıca, suçlu bütün polis ve ceza mahkemesi aygıtını, dedektifleri, yargıçları, cellatları, mahkeme kurullarını (=jüri ), vs.yi üretir ve toplumsal işbölümünün bunca kategorisini oluşturan bütün bu farklı meslekler, insan ruhunun farklı farklı yeteneklerini geliştirirler; yeni ihtiyaçlar ve onları giderecek yeni yollar yaratırlar. Bizzat işkence, işkence aletlerinin üretiminin çok sayıda dürüst işçi çalıştırarak en zekice mekanik icatların yapılmasına imkan vermiştir. Suçlu, bazen ahlaki, bazen acıklı bir izlenim yaratarak halkın ahlaki ve estetik duygularını harekete geçirmekle bir " hizmet " görmektedir. O, ceza hukuku üzerine ders kitapları ve bizzat ceza hukukunun kendisini ve böylece kanunkoyucuları üretmekle kalmaz,aynı zamanda sanat, edebiyat, roman ve (sofokles'in) oedipus ve (shakespeare'nin) richard III ' ünün, doğruladığı üzere trajik oyunları da üretir. Suçlu, burjuva yaşamının tekdüzeliğini ve güvensizliğini bozar. Böylece onu durgunluktan korur ve yokluğunda bizzat rekabet uyarısının körleneceği o dur durak bilmez gerilimi, ruh hareketliliğini yaratır. Bundan dolayı üretici güçlere yeni bir itilim verir. Suça karşı açılan savaş fazla nüfusun bir parçasını emerken, suç , emek pazarından aynı nüfusun bir başka parçasını çekip alır, işçiler arasında rekabeti azaltır ve bir dereceye kadar da ücretlerinin asgarinin altına düşmesini önler. Bundan dolayı suçlu, tam bir denge sağlayan ve bütün bir " yararlı " meslekler perspektifi açan doğal " dengeleyici güçler " den biri olarak görünür.
Dikmen-Ankara Atatürk Lisesi-AAL Gazetesi-Tiyatro Kolu-Şiir ve Sosyal Hizmetler Akademisinde kesişti yollarımız, hep bir adım öndeydin, buluşamadık. Yıllar sonra böyle buluştuk, unutmayacağız-UNUTTURMAYACAĞIZ…
Onların bugün büyük görünen güçleri ve imkanları bizlere vız gelir. Onlar bir avuç, biz ise milyonlarız. Kaybedeceğimiz hiçbir şey yoktur ama kazanacağımız koca bir dünya vardır.
30 Mart 1972… Kızıldere’de silah elde ölümsüzleşen; Mahir Çayan, Ertan Saruhan, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Ahmet Atasoy, Hüdai Arıkan, Cihan Alptekin, Nihat Yılmaz, Ömer Ayna, Saffet Alp bilincimiz ve yüreğimizsiniz!
SYKP İsviçre 6. Olağan Kongresi: Demokratik ve sosyal bir Cumhuriyet için birleşelim!
🇨🇭SESİ- SYKP İsviçre Koordinasyonu, “Türkiye’den faşizmi defedelim, demokratik ve sosyal cumhuriyeti inşaa edelim” şiarıyla 6. Olağan Kongresi’ni gerçekleştirdi.
Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) İsviçre Koordinasyonu 6. Olağan Kongresi’ni Bern’de gerçekleştirdi. “Türkiye’den faşizmi defedelim, demokratik ve sosyal cumhuriyeti inşa edelim” şiarıyla gerçekleşen kongrede yeni koordinasyon seçilirken, Yeşil ve Sol Parti’yi büyütelim çağrısı yapıldı. SYKP Eş Genel Başkanları Canan Yüce ve Cavit Uğur kongreye selamlama videosu gönderdi.
İsviçre Demokratik Kürt Toplumu (CDK), İsviçre Demokratik Haklar Federasyonu (İDHF), İsviçre İnsan Hakları Dayanışma Derneği (İHDD), Bern Alevi Dergahı, MAR-DEF, İHD İsviçre Temsilciliği, Pangea Kültür temsilcileri kongreye katılırken, DİDF İsviçre, FEDA İsviçre ve Yeşiller / BastA! Miletvekili Sibel Arslan da mesaj göndererek kongreyi selamladlar.
Kongrede iki yıl boyunca görev yapmak üzere Eşsözcüler, koordinasyon kurulu ve etik kurul seçildi. SYKP İsviçre’nin yeni dönem Eşsözcüleri olarak Berfin Göçer ve Memduh Özdemir belirlenirken, Koordinasyon kuruluna Ezgi Solmaz, Hüseyin Bektaş, Nehir Karataş Tandoğan, Toros Korkmaz, Berfin Köse, Tuncay Yılmaz seçildi. Koordinasyon kurulu yedek üyeleri olarak ise Demet Dursun, Gülüm Erinmez, Selim Ünay ve Adem Arslan belirlendi. SYKP İsviçre Etik kuruluna Hürü Tat, Nergiz Özdemir, Hüseyin Kürekçi seçilirken yedek olarak da Muazzez Yücel ve Ali Akkurt görev aldı.
SYKP İsviçre adına önceki dönem Eş Sözcüler Çiğdem Gönel ve Memduh Özdemir’in gerçekleştirdiği açılış konuşmasının tam metni şöyle:
“ÇUBUĞU TÜRKİYE’DE FAŞİZMİN KURUMSALLAŞMASININ ÖNÜNÜ KESME MÜCADELESİNE BÜKÜYORUZ”
Kongrede konuşan SYKP İsviçre Eş Sözcüsü Çiğdem Gönel, “Mart ayı, devrim ve mücadele tarihinde iz bırakanları, buzu kırıp yolu açanları öfke ve hüzünle andığımız aydır. Devrimci dayanışmanın en güzel örneklerinden olan Kızıldere direnişinde Mahir Çayan ve 9 arkadaşının katledilmesi, TARİŞ direnişçileri Seyit Konuk, İbrahim Ethem Coşkun ve Necati Vardar’ın idam edilmeleri, 12 Mart darbesi sonrası hızla yükselen devrimci dalgayı kırmak için yapılan Beyazıt katliamı, Kürt halkının özgürlük mücadelesini boğmak için girişilen Halepçe katliamı, bu toprakların uslanmaz halklarından Alevilerin uğradıkları katliamlardan birisi olan Gazi katliamı ve devrimci direniş önderlerinden Mehmet Latifeci’nin katledilişi Mart ayına rastlar. Mart ayında kaybettiklerimizin şahsında, devrim ve sosyalizm mücadelesinde yitirdiğimiz tüm canları anıyorum. Ülkemizin zor ve kritik bir dar boğazdan geçtiği bu olağanüstü günlerde topladığımız kongremizin eksenini, Türkiye’de faşizmin kurumsallaşmasına karşı verilen emek, demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesini güçlendirmek olarak belirledik. SYKP İsviçre olarak yaşadığımız ülkenin, Avrupa’nın ve dünyanın mücadeleleriyle ülkedeki mücadeleyi birbirine bağlayan bir siyaset hattı kurmaya özen gösterdik her zaman. İçerisinden geçmekte olduğumuz olağan sürecin olağanüstülüğünü dikkate alarak deyim yerindeyse çubuğu Türkiye’de faşizmin kurumsallaşmasının önünü kesme mücadelesine büküyoruz. Biliyoruz ki Türkiye’de faşizmin galip gelmesi sadece Türkiye’yi değil, bütün Ortadoğu ve Avrupa coğrafyasını da etkileyecek, dünya genelinde yükselişe geçen sağcı, faşist siyasetin değirmenine su taşıyacaktır. Ayrıca, uğruna mücadele ettiğimiz ‘emek, demokrasi, barış ve özgürlük’ parolaları, Dünyanın dört bir yanında savaşlar, ırkçılık, cinsiyetçilik, ekonomik kriz, ekolojik yıkım, yeni sağ dalga ve faşizm yükselirken evrensel nitelikte parolalardır” dedi.
SÖMÜRÜ DÜZENİNİZİ MUTLAKA DEVİRECEĞİZ!
Sermayenin ekonomik krizi, Covid salgınını ve savaşları bahane ederek işçi sınıfının kazanılmış haklarına ve alın terine göz dikmiş olduğunu vurgulayan Gönel, “Dünyanın yüzde 1’ini oluşturan zenginlerin serveti, geri kalan yüzde 99’un servetinin iki katına ulaşmışken, hala kapitalist sistemin yapısal faturası işçilere, emekçilere çıkartılmak isteniyor. Sadece Türkiye’de değil, İsviçre’de ve Avrupa’da da enflasyon yükselir, hayat pahalanırken, tekeller karlarına kar, servetlerine servet katıyorlar, sıra işçiye geldiğinde ise fedakarlık istiyorlar. Pandemiden sonra şimdi de Ukrayna-Rusya savaşı bahane edilerek enerji faturaları, market fiyatları, okul, yol, hayat masrafları artarken emeğimiz daha da değersiz hale getirilmek isteniyor. Yok öyle yağma! Emeğimizin hakkını size yedirmeyeceğiz, sömürü düzeninizi mutlaka devireceğiz! Kapitalist – emperyalist sistem çoktan dünya halkları için bir umut kaynağı olmaktan çıktı. İnsanlar bu sistemde sadece savaş, yoksulluk, ekolojik yıkım ve patriyarkayla işbirliği içerisinde cinsiyetçilik görüyorlar. Ve durumun bu sistem içerisinde düzelebileceğine zerrece inanmıyorlar artık. Sosyal Forumlar, Türkiye’de Gezi ayaklanmasıyla yaşadığımız işgal hareketleri, işçi sınıfı ve ezilenlerin yeni enternasyonal mücadele arayışları henüz yeterince güçlenmiş olmasa da sermayeye korku salıyor. Bu arayışın büyük bir öfke seli olup üzerlerine geleceğini bildiklerinden dünyanın her köşesinde aşırı sağcı, dinci, faşist örgütlenmeleri güçlendiriyorlar” ifadelerini kullandı.
SERMAYENİN ANTİ DEMOKRATİK YÖNELİMİNE BİZ İŞÇİLER VE EZİLENLER SOSYALİST DEMOKRASİ PERSPEKTİFİYLE YANIT VERMEK ZORUNDAYIZ
Baskıcı ve faşist yönetimlerin normalleştirilmek istendiğine vurgu yapan Gönel, “Fransa’da neoliberal Macron’la faşist Le Pen yarışırken, İtalya’da faşist koalisyona, İsveç’te aşırı sağcı Jimmie Akesson’a, Macaristan’da faşist Orban’a, Polonya’da Duda’ya iktidar teslim edilmiş durumda. Almanya’da ise bu sağcılaşma bizzat Sosyal Demokratlar ve Yeşiller eliyle yapılmakta. Adeta Avrupa’da ve tüm dünyada işçi sınıfının ve ezilenlerin demokratik kazanımları rafa kaldırılmak, baskıcı, faşist yönetimler normalleştirilmek isteniyor. İşte demokrasi talebi tam da bu yüzden bütün dünyada önem kazanıyor. Sermayenin anti demokratik yönelimine biz işçiler ve ezilenler sosyalist demokrasi perspektifiyle yanıt vermek zorundayız. Nitekim bu sağcılaşmaya karşı bütün dünyada işçiler, kadınlar, gençler, yoksul köylüler, ekoloji hareketleri seslerini yükseltiyor, hatta yarattıkları alternatifleri iktidara taşıyorlar. İşte son olarak Brezilya’da yaşadık bunu. ABD’nin desteklediği faşist Bolsonaro’ya karşı Brezilya işçi sınıfının, topraksız köylülerinin, yerli halklarının, kadınların desteklediği Lula da Silva başkanlık seçimin kazandı ve demokratik değişimi başlattı. Kolombiya, Peru, Honduras, Şili demokrasi mücadelesinin Latin Amerika’da kazandığı mevziler olurken, Fransa’da Sarı Yelekliler, İngiltere’yi her gün sarsan grevler, Almanya’da hayat pahalılığına karşı yayılan eylemler, gençlerin gelecekleri için verdikleri iklim mücadelesi, kadınların İrlanda’da, Polonya’da, İspanya’da, Türkiye’de, Rojava’da, İran’da emekleri, bedenleri ve yaşamları için yükselttikleri jin, jiyan, azadi sloganı alanı zorbalara bırakmayacağımızın en açık göstergesidir. Şimdi hep birlikte kadınca ses verelim dünyanın dört bir yanında direnenlere, jin, jiyan, azadi” diyerek sözlerini tamamladı.
“BU SEÇİMLERDE KARANLIK GİDİŞATI DURDURACAĞIZ!”
Burada doğan ve yaşayan insanlar olarak tek düşüncelerinin Türkiye olduğunu belirten SYKP İsviçre Koordiasyonu Eş Sözcüsü Memduh Özdemir, “Tek adam diktatörlüğüne, dinci ve ırkçı bir faşizme teslim edilmek istenen Türkiye. Savaş uçaklarının, Obüs toplarının, bombaların, silahların kuşatması altında direnen Kürdistan. Hangimiz kafamız rahat ve gönlümüz ferah bir şekilde bu yaz için ülkeye gidiş planı yapabiliyoruz? Hiçbirimiz! Henüz depremin yaralarını saramamış, yitirdiğimiz binlerce canımızın hesabını soramamışken, Türkiye tarihinin en kritik seçim sürecinin içerisine girdik. 14 Mayıs 2023 tarihinde gerçekleşecek seçimler, gelecek on yıllarda devlet ve toplum arasındaki ilişkilerin seyri üzerinde belirleyici izler bırakacak. Bu seçimlerle ya şimdiki karanlık gidişatı durdurarak, tek adam yönetimine son verecek ya da faşizmi kurumsallaştırma doğrultusunda iktidar blokunun önünü daha da çok açacak, ırkçılık, mezhepçilik, erkek egemenliği ve ekolojik yıkımın önüne geçilmesi daha zor bir hal alacak. Bu kaygı sadece ülkede yaşayanlar için değil, bizler için de geçerli. Kim adı sürekli kadın cinayetleriyle, çocuk istismarıyla, doğa ve tarih talanıyla, dizginsiz emek sömürüsüyle, işçi katliamlarıyla, LGBTİ+ cinayetleriyle, göçmen düşmanlığıyla, ırkçılıkla, savaşla, çatışmayla, ayrımcılıkla, cezaevleri ve tutuklamalarla anılan bir ülkenin vatandaşı olmaktan mutluluk duyar. Ülkedeki ekonomik ve siyasal kriz derinleştikçe yurtdışında yaşayan bizlere daha da çok döviz ve oy deposu gözüyle bakılıyor. Sorunlarımıza ve taleplerimize kulak veren yok! Çifte vatandaşlık, gasp edilmiş haklarımızın geri kazanılması, zorunlu askerlik, çifte vergiler, anayasal-yasal haklar, siyasal sürgünlüğün sona erdirilmesi, pasaporta el koyma, geri gönderilme, gözaltı ve tutuklanma risklerimiz ülkeyi yönetenlerin umurlarında bile değil” dedi.
YAŞASIN DEVRİM, YAŞASIN SOSYALİZM
Emeği ve doğanın sömürülmediği bir yaşam istediklerini vurgulayan Özdemir, “SYKP olarak, eşit, özgür, barış içerisinde, demokratik ve sosyal bir Türkiye için Halkların Demokratik Partisi’ni ve şimdi HDP’nin AKP hileleriyle baş etmek için işaret ettiği Yeşil Sol Parti’deki buluşmamızın tarihi bir şans olduğuna inanıyoruz. Aklımızı, fikrimizi, deneyimlerimizi, emeğimizi, enerjimizi, yaşamdan biriktirdiklerimizi, umutlarımızı ve gülüşlerimizi yanyana getirirsek diktatör Erdoğan’dan ve faşizm tehdidinden kurtulabilir, İkinci yüzyılında cumhuriyeti demokratikleştirme yürüyüşümüzü hızlandırabiliriz. Biz ne Türkiye’de ne İsviçre’de ne de dünyanın hiçbir coğrafyasında bu düzene mahkum değiliz. Kimsenin kimliğinden, cinsiyetinden dolayı üstün olmadığı, emeğin ve doğanın sömürülmediği bir ülke, bir dünya, bir yaşam istiyoruz. Biliyoruz, onlar da bunu bize vermek istemiyorlar. Ama bugün Salvador Allande’nin izinde faşizmi dize getiren Şili halkının söylediği gibi ‘El pueblo unido jamás será vencido’ yani “örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez!” Öyleyse haydi ellerimizi birleştirmeye, haydi saflarımızı sıklaştırmaya, haydi SYKP’de örgütlü mücadeleye, haydi HDP’de ve Yeşil Sol Parti’de birleşmeye, haydi Emek ve Özgürlük İttifakını büyütmeye diyoruz! Kahrolsun, kapitalizm, patriarka ve doğa düşmanlığı! Yaşasın devrim, yaşasın sosyalizm, yaşasın feminizm” dedi
Read the full article
Sömürgeleşme, ilhaklaşma sürecinde demokrasi oyunu - Özkan Yıkıcı
Sömürgeleşme, ilhaklaşma sürecinde demokrasi oyunu – Özkan Yıkıcı
Siyasal taraf olmamda özellikle de sosyalist eksene yöneldikten sonraki süreçteki dalgalanmamdan belirli yere gelmemi sağlayan, önemli siyasal deyerlendirmeler, Kıbrıs alakalı da olma sonucu sömürgeleşme düşünceleriydi. Mahir Çayan eksenine yönhelmemdeki önemli iki kuram “sömürge tipi iile yeni sömürgecilik” kavramları oldu. Beraberindeki Kıbrıs katgımızla da ilhaklaşma ile klasik sömürge…