Tumgik
#paris köylüsü
doriangray1789 · 2 years
Text
SESLİ DÜŞÜNCE.. 
 MÜSLÜM GÜRSES: BU ŞEHİRDE YAŞANMAZ.. 
Konuya Müslüm Gürses ile başlayıp,Louis Aragon ile bitirecek olduğumu bildiğim için şu satırları biraz da bitirim gülüşü ile yazıyorum.Ama ne yapayım? Beynimin böyle çalışıyor oluşu suç mu? Siz vurdunuz da biz ölmedik mi?
Dün arkadaşlarımla buluşacaktım birden içim almadı eve dönmeye karar verdim ancak yolu uzatıp biraz kaprisli Ankara sokaklarında tur atmaya başladım bir yandan amaçsızca gezerken bir yandan da radyoda dinleyebileceğim şarkı arıyordum ( rock müzik yayını yapan kanal sayısıs neredeyse kalmamış o ayrı bir konu) derken bir şarkıya rastladım. Müslüm baba şöyle sesleniyordu;
 ''Aşkın var oldukça ümit kayboldu Her gün biraz daha dertleniyorum'' 
 Bu sözleri dinlerken, aklıma Louis Aragon'un Paris Köylüsü romanı geldi. Ne alaka diyeceksiniz. Şöyle;  Paris Köylüsü romanı, önemli bir ambivalans örneğidir. Ambivalans, bir nesne veya kişiye karşı aynı anda zıt duyguları duyumsamak demektir. Birini çok severken, bazen nefret etmek gibi.. Trafikte sıkışmışım, korna sesi, bağırtı, çağırtı, 5 dakikalık mesafe 40 dk olmuş... Maşallah İstanbul trafiğine yaklaşmış  İngilizceden çevirisinde ''lanet olsun'' olarak çevrilen ama aslında delikli boncuğu yerde bırakmayan küfürler ediyorum. Fakat bir yandan da hala seviyorum bu şehri (ne de olsa doğup büyüdüğüm şehir içinde bir çok anım ve sevdiklerimi saklayan şehir)  Sevilecek yanları da var. Nefret edilecek yanları daha çok da (neyse) .. hala eve dönüş yolundayım bir minibüs ve arka camında şu yazıyor...
''Ne yokluğuna dayanılır. Ne varlığın çekilir.''  
 Arabesk, ambivalans'a yakışıyor 
Paris Köylüsü romanı, Opera Pasajı ve Buttes Chaumont Parkı gibi iki mekan üzerinden bir anlatım yürütür. Yan yana dizilmiş parklar, heykeller, kafeler, genelevler, vitrinler üzerinden izlenimlerini, çelişkilerini, düşündüklerini anlatır. Metropolü bir gizem olarak ele alır.  Aslında bu şehrin de köklü gizemleri vardır. Fakat ben konuyu kalınlaştırmak istemiyorum. O yüzden kişisel bir gizemi de şehre dahil etmek isterim. Önümde kilometrelerce araç kuyruğu varken, arkamdaki aracın korna çalması, ciddi bir gizemdir..ya da yüzünüze anlamsız bir yüz ifadesiyle bakan amcalar çoktur bu şehirde bunun da gizemi yadsınamaz... NEDEN BAKAR ACABA? HADİ BAKTIN NEDEN UZUZN UZUZN BAKIYORSUN Kİ... neyse konuya dönecek olursam:  Kitaptan önemsediğim bir alıntı yaparak yazının dümenini kıralım. Louis Aragon diyor ki; ''Mantıkla zehirlenmiş bir insan evladıydım, tanrılaştırılmış sanrılara güvenmiyordum...Çok geçmeden fark ettim ki, düşüncemin özü, düşüncemin evriminin özü, hemen her bakımdan mitsel yaratılışla benzerlik gösteren bir düzenekti ve buna istinaden, zihnimin, fani olsa da, bilinçten yana fakir olsa da nihayetinde bir tanrı kisvesine bürünmesine şaşırmam yersiz olurdu.  İnsan evladının, engin göklere daldırılmış süngerler misali tanrılarla dolu olduğunun farkına vardım.'' Ürpertici bir anlam.. Soğuk bir formasyon.. 
 Sağlıcakla dostlar..
4 notes · View notes
zeusun-oglu · 6 months
Text
PARİS KÖYLÜSÜ Bir çaresizlik acıyı dile getiren şarkı Geceyarısı daha da hüzünlü
0 notes
masumcetin · 8 years
Photo
Tumblr media
Aragon’un Paris Köylüsü’nü okuyordu genç kadın. Fotoğraf makinesini okşayıp duruyordu bir eliyle de. Beyoğlu’nun sokaklarını gezinip gelmiş hali vardı.
Merak etmiştin, daha raflarda yerini yeni almış bir kitaba onu götüren duyguyu. Kaldı ki, Fransız gerçeküstücülerinin öncü metnini şunca yıl sonra Türkçede görmek yeterince sevindiriciydi.
Gene de gezgin bir fotoğrafçının okuma odağına girmesi dikkate değerdi.
Tam da masanızı terk edeceğiniz ânda sormuştun:
“Okumaya yeni mi başladınız?”
“Şimdi aldım kitapçıdan…”
Bu yetmişti sana.
Edebiyat tutkunu birisiyle karşılaşmaya göreyim, akan sular durur. Kırk yıllık dostmuşçasına bakarım, gözlerim, böyle de ansızın konuşurum işte!
Yanımdaki dostum biraz sakınımlıydı. Aldığım sevecen yanıtla kısaca sözün ucunu açmamız ise onu biraz duraklatsa da; beni anlayan haliyle çıkıp yolumuza devam etmiştik Aragon’dan söz ederek.
Paris’ten, birçok kitapla birlikte, kalınca bir Aragon albümüyle dönüşümü hatırlamıştım.
Elsa ile yaşadığı evi gezdiğinde karşına çıkan her nesne/obje, yazı/fotoğraf/kitap Aragon ile Elsa aşkının aşkınlık hallerinden izler taşıyordu sanki!
Hatırlamıştım şu dizeleri daha kapısının eşiğinde:
“Ne derinmiş içmeye eğildiğim gözlerin  Gördüm ki güneşlerin yansır oraya tümü  Her umutsuz onlara dalıp bulur ölümü  Ben kendimi yitirdim de dibinde o yerin” (Çev.: Sait Maden)
Tumblr media
Şimdi o yerin uzağında, hatırlanan bir zamandan geçerken, “yeni insan”ın içteki yolculuğunu, mekânsal duruşunu değiştirebileceğinin izlerini buluyorum Aragon’un bu kitabında.
Anlatıcının “yeni” karşısındaki aşkınlık hali ister istemez ona zaman/mekân konusunda da yeni bir bakış kazandırır. Bir yerde duramaz, gitmeyi seçer sürekli. Bir yerlere, içte ve dışta yaşayacağı zamanların aynası olabilecek mekânlara döner yüzünü. Çünkü, yeni bir bakış gerekir aşkı anlama/kavramak için. Tutku yetmez, hele hele kör tutku yönsüzleştirir insanı.
Aragon’un elinden tutan, duygu tınısını yücelten Elsa, bir yurttur aslında ona.
Zaman zaman hatırlayan bellek, ışıyan bakış, tutunulan dil; bazen de “ikimiz kolumuzun sonsuzunda yaşardık” denilen duygululuk halidir.
Bilir ki Aragon, aşk devrim yapmaktır; deri değiştirmektir. İnsan, değişime/değiştirmeye önce kendinden başlamalıdır.
Bir kent gezgini olan gerçeküstücüler kendilerine yeni bir zihinsel mekân yaratma yolunu da seçerler böylece.
Okuyunca Aragon’u, zamansız olduğumuz kadar mekânsız sevmelerin de kör tutkularında yaşadığımızı hatırlarız ister istemez.
Oysa, duyguda süreklilik için bunlar koşulsuzca var olmalıdır iki insan arasında. İğretiliklerimiz, bırakmalarımız, umursamazlıklarımız biraz da bundan. Kopup gitmelerimiz… İçkörlüklerimiz…
Aşk kesinliktir, bir nedendir. Eğer bir yere, zamana bağlanarak varlığının farkına varırsanız bunu hayatınızda kör bir tutku olmaktan çıkarırsınız.
Aragon, şunu hatırlatır hep: Aşk bir zamanla birlikte bir mekân ister sizden. Eğer kendi zamanını yaratamıyorsa bu duygululuk haline “aşk” demek zordur. Hele hele mekân duygusunda kendi varlığını bir yere taşıyamıyor, oraya duyguda/düşünce de bezeyemiyorsa aşk değildir bu.
Hercailik biraz da budur. Geçici gönül oyunları…
Oysa, aşkın semti vardır; yeri yurdu, zamanı vardır. Buralardan geçmeden bir başkent de kuramazsınız ona.
Tumblr media
Öyleyse, derim ki; ilkten Aragon’un Elsa’ya Şiirler’ini okumaya verin kendinizi. Sonra da Paris Köylüsü’ne geçin. Önce kendiniz için okuyun. Sonra aşkınız. Eğer aşksızsanız, yavanlığınıza küsmek yerine Aragon’la yol almaya devam edin derim sevgili okurum.
Aşksız insan sessiz soluksuzdur, renksiz kokusuz. Ve o ıssızlıkta çeker gider yaşanan zamandan yaşamayan biri olarak.
Aragon’u yaşamda tutan, ona  o iki akkor gözle hayata ve sanata bakmasını öğreten Elsa değil miydi? Şu dizelerin boşuna yazılmadığı bilinir elbette:
“Sana büyük bir sır söyleyeceğim Zaman sensin”
Ve alıp gider kendini o söz ırmağında. Der ki:
“Sana büyük bir sır söyleyeceğim Bilmem ben  Sana benzeyen zamandan söz açmayı  Bilmem senden söz açmayı bilir görünürüm  Tıpkı uzun bir süre garda  El sallayanlar gibi gittikten  sonra trenler  Bilekleri sönerken yeni ağırlığından gözyaşlarının  Sana büyük bir sır söyleyeceğim Korkuyorum senden  Korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşamüzeri  El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden  Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden  Sana büyük bir sır söyleyeceğim Kapat kapıları  Ölmek daha kolaydır sevmekten  Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam  Sevgilim” (Çev.: Sait Maden)
Tumblr media
Ve kapanırken  o “aşk zamanı”na, bütün benliğiyle çıkar karşısına Elsa’nın gözleri:
“Bu radyumu uranyum taşından elde ettim
Yaktım elimi onun yasak alevinde ben
Sen ey cennetim benim yüz kez bulunup yiten
Gözlerin Peru’m benim Hint’teki altın kentim” (Çev.: Hüseyin Demirhan)
Aragon, işte o kapalı zamanlardan geçip kentin açık mekânlarına çıkar aşk için. Paris Köylüsü’nde bir aşk magmasını yakalar. Zamanın kırılgan yanlarıyla yürür buna doğru. “Açıklanamaz olan”ı açıklar, yaşanmayan zamanın dilini kurar orada. Sizi kendi zamanınıza döndürür üstelik.
1928’de Elsa ile tanıştığında, bu kitabını yazmıştır. Elsa’nın mecnunu olan Aragon, Elsa’nın Gözleri’ni (“Les Yeux d’Elsa”) bir aşk bakışı olarak kurar. Zamanın ruhu, insanın insana olan umudu vardır orada. Bağlanmanın ve adanışın şiiri olarak da adlandırabiliriz bunu.
Paris Köylüsü’nü yazan şairin kurulmuş düştense yaşanan düşün ardına düştüğünü de görmek mümkün burada.
Düzendeki düzensizliğe bakarken saflığın ve masumiyetin giderek yitimindeki mutlaklığı sorgular. Anlatısını bir kült kitap yapan da hem düşüncenin akkorlaşması hem de duygunun saflaştırılarak anlatılmasıdır diyebiliriz.
Aşk bir vazgeçmeme, yürüme, yeniden doğuş halidir. Buna birçok yanıyla da bakar. Şunun da altını çizer üstelik:
“Aşkın idealizmin başarısızlığını ortaya koymuş olsam da, zihnin işleyişinin zorunlu bir evresi olarak, insanoğlunun düşlediği bu en yüce girişimi selamlarım. Somut olana doğru ilerleyişinde, bir sistemi geçici olarak onaylamış olmasını dert edinmesin kendine. Sisifos için durup dinlenmek yoktur fakat onun taşı tekrar aşağı yuvarlanmayacak, tırmanacaktır, tırmanmaktan da asla vazgeçmemelidir.”
Geçip gittiğimiz zamanla, içinde yaşadığımız bunu bize daha iyi anlatmaktadır.
Paris Köylüsü, biraz da, bu iç-dış ve sürüklenen zamanın bilgece kurulmuş öyküsüdür.
İşte “aşk düşüncesi” de kitabın tam orta yerinde durmaktadır. Siz de onun ne olduğunu hem okuyup hem de yaşayıp bulacaksınız eminim!
Feridun Andaç, Geçip gidiyoruz bu zamandan [edebiyathaber, 7.3.2017] Fotoğraflar: Elsa Triolet & Louis Aragon. 
23 notes · View notes
eserozetlerim · 3 years
Text
Sürrealizm Konu Anlatımı
New Post has been published on https://eserozetleri.com/surrealizm-konu-anlatimi/
Sürrealizm Konu Anlatımı
Tumblr media
Sürrealizm Konu Anlatımı
Sürrealizm, pek çok alanda kullanılan bir sanat akımı olarak ön plana çıkmakta ve genel olarak Freud’un psikanaliz yöntemi üzerine şekillenmektedir. Fransa’da 1924 yılında ortaya çıkan bu sanat akımı kapsamında sanatçılar, bilinç altında yer alan kavramları kullanarak eserlerini meydana getirmektedir. Resim, edebiyat, müzik vb. alanlarda kullanılan sürrealizmin, gerçeklerin üstünde bir gerçek yaratmaya çalıştığı bilinmektedir.
Freud’un psikanalizinden etkilenen sanat akımı akıl ve mantığı değersiz görmekte ve asıl olanın içgüdüler olduğunu belirtmektedir. Edebiyatta sürrealizm, pek çok sanatçının bu akım üzerinden sanatlarını oluşturmalarını olanaklı kılmıştır.
Edebiyatta Sürrealizm Nedir?
Edebiyatta sürrealizm bakımından pek çok sanatçının gerçeküstücü bu akımdan etkilenerek eserlerini oldukça farklı tarzlarda oluşturduğunu ifade etmek mümkündür. Akımın temsilcilerinin birçoğu, ilk başta Dadaizm akımında etkilenmiş, ardından sürrealizme geçiş yapmışlardır. Bu akım ile oluşturulan eserlerde aklın, mantığın, geleneklerin boyunduruğundan uzak bir yaşantının ortaya çıktığı görülmektedir. Akıl, duygu ve mantığın yerini içgüdüler almış ve insanlar, içgüdüleri ile hareket etmeye başlamıştır.
Sanat akımı, edebiyatta pek çok temsilciye sahiptir, bu bağlamda sürrealizm temsilcileri kapsamında bazı isimler şu şekilde sıralanabilir:
Paul Eluard
Andre Breton
Louis Aragon
Yukarıdaki isimler, eserlerini sürrealizme bağlı olarak oluşturmuş ve bu bağlamda hem yapısal hem de içeriksel anlamda farklı eserler ortaya çıkmıştır. Akımı temsil eden yazarların birçoğu, bilinçaltını yüceltmiş ve rüya kavramına önem vermiştir. Akım kapsamında çocukluğa dönüş oldukça önemlidir ve sürrealist eserlerde bu tema sıklıkla kullanılmaktadır.
Türk Edebiyatında Sürrealizm ise ikinci yeni şairlerinin çoğunda yansımalarını gösterir. Özellikle Orhan Veli Kanık’ın bazı şiirlerinde Sürrealizm akımının izleri görülmektedir. 1919’dan itibaren edebiyatta ve özellikle de şiirde etkili olan bu akım en parlak dönemini ise 1924 ve 1928 yılları arasında yaşamıştır. Sürrealizmin kurucusu Breton da diğer sürrealistlerin bir kısmı gibi öncesinde Dadaist akımını benimsemiştir.
Sürrealizmde sanatçılar bilinçaltını esas olarak kabul ederler. Akla karşı olma hakimdir. Gerçek, yaratılışın kaynağı olarak bilinçaltı kabul edilir. Her türlü ahlaki değer ve töre, sanat kuralı karşı çıkılması gereken olgudur. Aklın ürünü olan tüm bu değerlere karşı çıkar ve bilinçaltının su yüzeyine çıkmasına engel teşkil ettiğini düşünürler.
Sürrealizm Temsilcileri
Andre Breton (1896-1966): Sürrealizmin kurucusu Fransız şairi.
Eserleri: Dindarlık Tepesi, Manyetik Alanlar, Kaybolan İzler, Eriyen Balık, Serbest Bağlar, Ak Saçlı Tabanca, Yıldızlı Şato.
 Paul Eluard (1895-1952)
Eserleri: Ölmeden Ölmek, Cours Naturel, Açık Kitap, İstenen Şiir ve İstenmeyen Şiir, Şiir ve Gerçek, Yaşamağa Değer, Çifte Karanlık, Görmek, Politik Şiirler, Mediuses, Donner a Voir.
Louis Aragon (1897-1982)
Eserleri: Sevinç Ateşi, Anicet veya Panaroma, Telemakın Maceraları, Çalgınlık, Rüyalardan Bir Dalga, Paris Köylüsü, Üslûp Kitabı, Büyük Sevinç, Mazlum Zalim, Güzel Parçalar, Şahane Yolcular, Tasa, E İsa’n in Gözleri.
Philippe Soupault (1897-1990)
Eserleri: Manyetik Alanlar, Rüzgâr Gülü, Zenci, Büyük Adam, Şarkılar, Westwego, Georgia, Poesies Completes, Şans Phrases.
0 notes
sizekitap · 6 years
Text
Sahte Kupon
Sahte Kupon Lev Tolstoy Paris Yayınları
Tolstoy bu uzun öyküsüyle bizleri yine şaşırtıyor. Rus köylüsü, esnafı ve memurların hayatları onun tanıklığında gözler önüne seriliyor.
Mitya, dürüstlüğü ile tanınan memur babasından biraz fazla harçlık ister. Babası bu duruma kızar ve onu azarlar. Bunu kaldıramayan Mitya borçlarını kapatmak için başka bir yol dener. Arkadaşı Mahin’e gider. Sahtekarlık yapmaktan çekinmeyen Mahin, Mitya’nın kanına girer ve işler kimsenin tahmin edemeyeceği noktalara gider.
“Kupon meselesi çıkmadan önce Vasiliy şehirlilerin yaşam hakkında hiçbir kuralları olmamasına bir türlü inanamıyordu. Ama bu son kupon meselesi, en önemli korkusuna rağmen yaptığı sahte tanıklıktan kötü bir şey çıkmaması, üstüne on ruble alması onu hiçbir kuralın olmadığına ve sadece kendi keyfine göre yaşaması gerektiğine inandırdı.”
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://is.gd/ViufOx
0 notes
kusurat · 8 years
Quote
İnsan, güvenir. Ekseriyetle de yanlış kişiye… Bu falanca bir kanun mudur, herkes biraz saf mıdır bilinmez. Öyledir işte! Aragon, “Sakın görünüşe aldanma, görünüşte herkes insandır.” der. Başka söze gerek var mıdır sevgili okur? Var olun.   XV     Gül geç dediler aşka. Dediler ki kolaydır o iş, oturtup anlattılar yüreğimin nasıl çalıştığını. Öyle bir şeyler. İnanma dediler mucizelere, masa oynuyorsa, biri alttan itiyordur ayağıyla. Sonunda bir adam gösterdiler bana, adam ısmarlama âşık oluyormuş, hem de sırılsıklam, kandırıyormuş kendini, beri gelsin bundan âlâsına şahit olan, âşık olmak malum hikâye dünya dönmeye başladığından beri.     Halbuki hesaba katmıyorsunuz benim saflığımı. Öyle bir noktaya vardım ki hazırım her şeye inanmaya, çiçekler açar onun bastığı yerde, geceyi gündüz kılar, sarhoşluğun, hayal gücünün oyunları, bana hangi biri inanılmaz gelir bu vakitten sonra? Sevmiyorlarsa bilmediklerinden. Büyük beyaz hayaletin kırık zinciriyle mezarından çıktığını gördüm ben gözlerimle. Fakat onlar farkına dahi varmadı bu kadındaki tanrısallığın. Onun orada olması, gidip gelmesi doğal geliyor onlara, ne varsa hakkında bildikleri, soyut bilgiler, rastgele bilgiler. Açıklanamaz olan görünmüyor onların gözlerine malum.     Hangi yarıktan çıktı ortaya, reçineli ağaçların ayağındaki hangi patikadan, hangi ışıltılı hendekten, hangi naneli, mika yolu izledi de buldu beni. Her yol kavşağında, ne vakit bulsa karşısında defalarca yinelenen tuğlalı, kırma taşlı manzarayı, fırtına renkli dar yola girmeyi yeğledi, sırf nihayetinde, sülfürden sülfüre, mineral yapraklarını, kalker çağlayanları altında taş kesilmiş kayısıları, hareket eden gölgelerin ona seslendiği uğultulu ırmakları ardında bırakarak, kızıl kemerin altında, yumuşak çelik yongalarının arasında vücut bulan bu manyetik defilede yerini alabilmek için. Cesaret edemedim onun gelişini seyretmeye. Mıhlanmış, zincirlenmiştim soyut pırlantamsı yaşama. Kar yağmıştı o gün.     Büyülü uçurumların ortasında gözleri kapalı yaşar insanlar. Kara sembollerden medet umarlar masumane, cahil dudakları bilmeden tekrarlar korkunç efsunları, tabancadan farksız formülleri. Sofra örtüsünün kırmızı beyaz karelerinin arasında beliren meçhul şeyi fark etmeksizin sabah kahvaltısında sütlü kahvelerini yudumlayan bir burjuva ailesini görmek insanın tüylerini ürpertmeye yeterde artar. Etrafa pervasızca saçılmış aynalardan, duvarlara çizilmiş müstehcen işaretlerden, bugünlerde önüne gelenin aklına estiğince kullandığı W harfinden, sözleri bilinmeden akılda tutulan kabare şarkılarından, şeytaniliklerine dair en ufak bir araştırma yapılmadan gündelik yaşama sokulan yabancı dillerden, telefon araması sanılan anlamı bilinmeyen büyülü sözcüklerden ve sırf adı bile insanı endişeye sevk eden Mors alfabesinden söz etmeye lüzum var mı? Bütün bunlar sarmışken etrafını, insanoğlu nasıl farkına varabilirdi kara büyülerin? Kalabalığın itip kaktığı şu yoldan geçene bakın, fark edemediniz mi? Yürüyen bir taş heykel o, öbürü de ganyancı kılığında dolaşan bir zürafa, şuradaki de, ah durun, hişş: O âşık bir adam. Bakın nasıl da yürüyor, alnından sekiyor sapanlarla atılan taşlar, şapkasında kırlangıç tüyleri, boynunun etrafında vadilerin mutlu meltemi, ağzında ısırığın karanfili, çekmiş üzerine ak kadifeleri, benim kadar sahici, eğilmeyegörsün süs havuzlarına, dönüşüveriyor balıklar kılıçlara. Sokaklarda âşıklar var, hakiki âşıklar, hallerine kâh gülüp geçtiğiniz, kâh ağladığınız, kapıdan kovduklarınız, şarkılarla kutladıklarınız, günün birinde kopacak esaslı bir yaygaranın özneleri, dönün bakın: İşte geçiyor âşıklar. Ey sizler, peşine şakşakçı veletleri takmış bir tabur sokaktan geçecek olsa pencereye üşüşen sizler, iki cafcaflı çul çaputa tav olan siz zavallı kurbağalar, umurumda olmayan üç renkli bayrağa, küçük bir çanın peşinden ölüm döşeğindekilere taşınan İsa’ya, ölülere, evlenenlere, akim inzibatlarına selam duranlar, adları aynı cümlede telaffuz edildi mi karşısındakine tüm sırlarını döküverenler, vazgeçin artık aşktan ibaret olmayanlardan. Aşkın dinini kurmanın vakti geldi. Şehirlerin keşmekeşinde yüreğinizin bağlarını gevşemiş, düşüncenizi, rastlantıların gelgitlerine terk edilmiş, hükmeden bir güçten azade, özünü doldurabilecek yegâne güç olan tanrısallığa onu kavuşturabilecek herhangi bir vasıtadan mahrum halde bulduğunuz vakit, aklınızdan geçenler suların hercai yüzeyindeki kıpırtılı ışıklara dönmüş, biçimsizin ve dumanın hudutlarından savrulup gelen bin türlü kopuk unsurun debelendiği bir hengâme içinde, adımlarınız tarafından zorla sokulduğunuz bir alışkanlıklar ve kaldırımlar labirentini, etrafınıza boş gözlerle bakarak geri bıraktığınızda ve nihayetinde bu karanlık yoldan ilk defa sokağa vardığınızda, orada duran isimsiz adamı görün ve bilin ki işte o adam bir aşk fakiridir, size benzemez o adam, bayağı ruhuna teslim olmamıştır, düşüncesi onu evvela taşa çevirmiş, sonra baştan yaratmıştır. Selam olsun sana ey Efsanevi Olan: Sen perili bir evsin, ıstırap çekmiş bir meskensin tuhaf hadiselere ki sırlarını çözmekte âciz kalır bilginlerle çapsız aletleri. Yetmez gece yarısı senin hayran olunası hayaletlerine: Belki bütün bir gün ve uyku, duvarlarında sürtünen bir geceliğin dinmeyen sesi nasıl da tedirgin eder seni ve sen seversin o sesi. Hangi kraliçenin sarayıdır senin şeklini almaya cüret eden, koridorlarında bir zamanlar lanetli bir şarkının, kara bir şövalyenin çınladığı o saray? Kolları, güzel beyaz kolları sarıyor belleğini. Belleğini mi? hayır, bizzat kendisi, zamana ve zamanın bataklıklarına meydan okuyan o, geri geliyor damarlarındaki çatlaklardan, uzun uzun gülümsüyor, konuşacak, aklına düşen bir düşünce yansıyor bedenine, heyecanlı, konuşuyor, göğsü kıpırdıyor ve ben duyuyorum. Düşlerimi şakıyan yüreğinin sesi bu. Buradayım aşkım, buradayım, seni terk etmedim. Louis Aragon - Paris köylüsü
0 notes