Tumgik
#romalı
felsefebilim · 5 months
Text
Roma'nın Kökeni ve Kuruluş Mitolojisi
Tumblr media
Roma'nın ünlü şairi Vergilius tarafından yazılan Aeneas Destanı, Roman tarihi açısından oldukça önemlidir. Bu destan, Roma şehrinin kuruluşunu ve aslında Romalıların kökenine değinir.
Bilindiği üzere Roma tanrıların çoğu Antik Yunan tanrılarıyla aynıdır, sadece birçoğunun ismi farklıdır. (Venüs - Afrodit, Athena - Minevra, Zeus - Iupiter gibi) Bu durum esinlenmekten ya da çalmaktan değil tam tersi Roma'nın kökeninin de Troya'ya dayanmasından kaynaklanır.
Aeneas Destanı'nın baş kahramanı Aeneas, Troyalı bir prensti. Harabeye dönen şehirden kaçarak Batı İtalya'da bulunan Latium'a ulaşır ve orada bir krallık kurar. Latinium Krallığı, Roma İmparatoruluğunun kurulduğu topraklarıdır ve imparatorluğun temellerini oluşturur, bu şehir imparatorluğa uzun süre başkentlik de yapmıştır.
Vergilius, Aeneas'ı tanıtırken onun annesinin tanrıça Venüs olduğunu söyler ve tanrıçanın Roma İmparatoru Augustus ile bir kan bağına sahip olduğunu da ekler. Destandaki bu detay da, Antik Yunan tanrılarının soy olarak Roma tanrıları da olduğununun göstergesidir.
Roma'nın kuruluşu ile ilgili bir diğer mit-destan ise ünlü Romalı tarihçi Livius'a aittir. Livius, miti de aslında Aeneas'a dayanır.
Antik Roma'nın aile tanrıçası olan Vesta adına ailelerin küçük kız çocuklarından seçilen ve adlarına Vesta Bakireleri denen bakirelerden Aeneas'ın soyundan gelen Rhea Silvia, savaş tanrısı Mars'ın (Yunan mitolojisinde Ares) tecavüzüne uğrar. Bu olay sonrasında ise ikiz oğulları olur. Anne, bir tecavüzün sonucu olan ikizleri, nehire bırakıp boğulmaya terk etmek zorunda kalır. Dişi bir kurt tarafından bulunup emzirilen ikizler Romulus ve Remus sonrasında bir çoban tarafından evlat edinilir. Büyüdüklerinde bir şehir kuracaklarının hayaliyle büyüyen çocuklar, bu şehre de Roma adını vereceklerini daha henüz küçükken karar vermiştir. Büyüdüklerinde ise kardeşlerden Romulus kurulan şehrin, Roma'nın ilk kralı olmuştur.
19 notes · View notes
sensedim1938 · 7 months
Text
Tumblr media
Düşünen, üreten, savaşmayan ve bilime ilgi duyan toplumlar ve insanlar bir şekilde yok edildiler.
Anatomisini 200.000 yıl önce Afrika'da tamamlayan ve günümüze yakın modern davranışlarına 50.000 yıl önce kavuşan insan, beyin olarak aynı hızla evrilseydi şu anda galaksiler arasında rahatça seyahat ediyor olurduk.
II. Mısır İmparatorluğu döneminde fizikçi ve gök bilimci Kamose-Menes, anıt mezarların ve piramitlerin ölümden sonra kimseyi canlandırmayacağını söylediği için öldürüldü, soyu devam etmedi.
Keza Antik Mısır'da Amentebat, ''insanları mumyalayarak öbür dünyaya gönderemezsiniz'' dediği için ailesi ile birlikte yok edildi.
Romalı Flavus Lucretius Claudius, matematikçi, gökbilimci ve filozoftu; soyu devam etmedi.
Britanya İmparatorluğu dönemi kelt bilim adamı Roger Bacon, Fransisken öğretisini eleştirdiği için öldürüldü ve soyu devam etmedi.
Giardano Bruno, İtalyan filozof. Kapalı evren görüşünden ilk sıyrılanlar arasında. Roma'da kazığa bağlanıp, diri diri yakıldı. Soyu devam etmedi.
Sadece engizisyon mahkemelerinde 50.000 aydın, düşünür, filozof yakıldı. Soyları devam etmedi.
Paleolitik Çağ'dan itibaren son 40.000 senede ''bu nasıl bir inanç, bu nasıl bir ritüel, bu nasıl bir anlayış, bu nasıl bir devlet, bu ne saçmalık'' diyen milyonlarca değerli insan öldürüldü, hiç birisinin soyu devam etmedi.
Soyları devam etseydi belki de Endülüs ve İskenderiye kütüphaneleri yanmamış olacaktı.
Sokağa çıktığında etrafına bak, hepimiz öldürülmeyen kısmın torunlarıyız.
Öldürülenlerin ödedikleri bedel karşılığında hayatımızı devam ettiriyor ve insanlık olarak yola devam ediyoruz.
Peki ya, dönemlerinin çok ilerisinde algı seviyelerinde yaşayan 'dehalar' hiç öldürülmeselerdi ?
20 notes · View notes
butiimar · 4 months
Text
Romalı şair Tibullus "Issız yerlerde kendi kendine bir âlem ol." diye boşuna dememiştir.
7 notes · View notes
dolunay66 · 11 months
Text
Bir Romalı, kaybettiği eşi için mezar taşına şöyle yazdırmıştı:
"Fortuna mihi non omnia eripuit; adhuc enim est mihi memoria tui."
"Kader benden her şeyi çalamadı; seninle ilgili anılarım duruyor.
Tumblr media
52 notes · View notes
yalnzardc · 5 months
Text
Zülkarneyn aleyhisselâm
* Zülkarneyn aleyhisselâmın ismi, soyu ve peygamber olup olmadığı hakkında birçok ve çelişkili rivayetler bulunmaktadır.
Kendisinin, Sa'b b. Abdullah el-Kahtani olduğu söylendiği gibi babasının Hımyerilerden olduğu da ileri sürülmektedir.
İbn Habib de Himyer krallarının isimlerini -Hişăm b. Kelbi'den- sırasıyla kitabına geçirirken, Sa'b b. Karin b. Hemal'ı, Yüce Allah'ın, kitabında- Zülkarneyn diye anmış olduğunu kaydettikten sonra kral Zeyd b. Hemal'ı kaydedip ona da Yüce Allah'ın Tübba' adını vermiş olduğunu açıklar.
* Tefsirciler şöyle der Zülkarneyn, Yunanlı, Romalı İskender'dir. Doğuya ve batıya sahip olduğu için Zülkarneyn ismi verildi. İmanlı bir hükümdardı. İsa (a.s.) ile Peygamber (s.a.v.) Efendimiz arasındaki dönemde yaşamıştı.
* Zulkarneyin Hazretlerinin hal tercümesi Şöyle ki: Bu zat, mümin salih bir hükümdardır. Cenab-ı Hak, kendisine ilim ve hikmet,
heybet ve kuvvet vermiş, yeryü zünde dolaşarak halkı ilahi dine davet etmiş ve meşhur seddi yapmıştır.
İbni Kesir diyor ki: Doğru olan şudur ki: Zülkarneyin, ne peygamberdir ne de melektir. Belki adil bir hükümdardır. Halkı hak dine davet etmiştir. Hz. Hızır da ordusunun öncü birliklerinde müsteşar mevkiinde bulunmuştur.
Erzeki'nin ve diğerlerinin rivayetine göre Zülkarneyin, İbrahim Aleyhisselâm'in elinde İslamiyet'i kabul etmiş, onunla beraber Kåbe-i Mükerreme'yi tevafta bulunmuş ve Halilullahın duası berakâtiyle harikulade başarılara nail olmuştur.
* İmam-ı Ali'den ve İbni Abbas Hazretlerinden rivayete göre de Zülkarneyin bu Yemen hükümdarlarından ibarettir.
Mütercim Asım efendi diyor ki: Bütün ilim adamlarının kabul ederek aldıkları Yemen tarihinde ve diğer muteber kitaplarda ve tarihlerde pekiştirilerek nisbet olunduğu üzere Zülkarneyin, Yemen Tebabiasından, Himyer kabilesindendir. İsmi "Sabübnürrais "dir. Yemen hükümdarları arasında Hind'e karşı harbeden, Azerbeycan taraflarında fetihlere nail olan, Afrikaya geçerek orada şehirler inşa eden ve kabileler yerleştiren hükümdarlardan biri olması uzak bir ihtimal değildir. Kendisi pek eski hükümdarlardan olduğu için tarihi meçhul kalmış olabilir.
2.Tefsir-i Kebir'de, Tefsir-i Alusi'de ve diğerlerinde Zülkarneyin ile
İskenderi Rumînin bir zat olduğuna ihtimal veriliyorsa da bu ihtimal güzelce tetkik edlince pek zayıf kalmaktadır.
İskender ise Hz. İbrahim'den ikibin sene sonra dünyaya gelmiş, batı tarafına gitmemişti. Binaenaleyh Zülkarneyin ile İskender'in başka başka olduğunda şüphe edilmemelidir. Gerçek bilgi Allah katındadır.
* Başka hiçbir kimseye verilmeyen, Zülkarneyn aleyhisselama verilmiş, her türlü sebepler, imkânlar ona bahşedilmişti. Yeryüzünün doğusundaki ve batısındaki beldelerine, hatta doğunun ve batının gerisinde halk bulunmayan yerlerine kadar ulaşmış, ayak bastığı her yerin hal- kına hakim olmuştu
8 notes · View notes
beyzball · 2 months
Text
"Bi romalı generalin lafı vardı. Her zaman nazik ol çünkü herkes zor bir savaş veriyor diye"
3 notes · View notes
22.07.2024
Anasınıfının son günleri. Sınıfça kiliseye gidilecekmiş, Ömer gitmem demiş. Annesi gitmiş okuldan almış. Ödüllendirmek lazım. Dondurmacıya götüreceğim. Aslında yüzmeye götürecektim de, takatım yok.
4 saat uykuyla işe gittim. Herşeye yetişmeye çalışmaktan oldu. Olsun. Ben 9 gündür her gün 10 tez düzeltmesi yapmış mıyım ona bakarım. Yeterince bencil olduğumu kanıtlar bu.
İş nasıl geçti anlamadım. Kimlerle nasıl şeyler konuştum acaba. Saçmaladım yer yer muhtemelen. Söylediklerimin anlaşılmadığı anlar oldu. Olsun, canım sağolsun, kendimi suçlamak için fazla yorgunum. Daha kötüsü de şey, bilgisayarımı işyerinde bıraktım.
Yarın hiç programlama yapamayacağım anlamına geliyor bu aşağı yukarı. Yani yaparım da, server'da çalışmam gerekir. O kadar da kötü bir şey değil, idare edilir.
Eve erken geldim. Baktım çocuklar sitenin bahçesinde oynuyor. Bir de Alman arkadaşları varmış, sevimli bir oğlan, bizimkiyle yaşıt gibi. Dünyalar tatlısı. Hep beraber futbol oynadık. Hepsi nasıl da şevkli.
Sonra oğlanın babası geldi. Adamın ismi Marcelmiş. Romalı ismi sanırım dedim. Fransızca dedi. Tamam dedim de Mars'tan geliyor ya hani, savaş tanrısı falan. Sohbet oradan açılınca Jüpiter, Satürn falan konuşuldu. Ömer yalnızca bir Tanrı vardır dedi. Oğlanın bugün uber dindar günü :D
Babası baktı evet dedi o da Allah değil mi. Evet dedi Ömer. Alman oğlan da babasına baktı, ama Almanların dininde birçok tanrı vardır dedi. Ama gerçekten onu bile tatlı söylüyorsun lan. Güldük, babası dedi ki oğluma ben böyle şeyleri anlatmadım, kendim de inançsız yetiştirildim. Oğlum sorunca senin tanrın benim derdim dedi. Çocuk şaşırdı, heeeggg? dedi. Ben de şaşırdım doğrusu ama pek belli etmedim. Ömrümde bu sözü Hz. İbrahim'in babasının ağzından nakledilen dışında bir kez daha duymayı beklemiyordum.
Adam "Ama çocuklar düşünüyor böyle şeyler değil mi, her çocuğun hayal gücü böyle şeyler üretmesine neden oluyor, tanrılar falan" dedi. Böyledir bunlar işte. Sana kültürlere saygı ayağı yaparlar ama illa bir üste çıkmaya, seni küçümsemeye de gayret ederler. Son derece acemice kör gözüm parmağına birtakım girişimlerle böyle.
Oğlum az evvel söyledi, yalnızca bir Allah vardır diye. Lailaheillallah deriz dedim. Bu söz, o ilkel aklın tanrılar üretip onlara tapınmaya olan meyline bir tepkidir. Paganizme bir tepkidir dedim. Allah'ın birliğinden önce başka tanrının olmayışını ikrar ederiz.
Sen de böyle inanıyor musun dedi evet dedim. Ama başkaları da istedikleri gibi inanırlar, biz karışmayız. Oğlum şimdi Kafirun süresini ezberliyor, oku bakalım oğlum dedim. Okuduk beraber, onlar da dinledi. Belli mi olur, belki küçük çocuğun aklında bir yer eder. Sonra muhabbet devam etti.
Üç senedir buradayım ben,
Almancayı nasıl öğrendin
Ailem Türk-Alman, hepsinden öğrendim
Sen de Alman mısın dedi
Yok dedim benim Almanlıkla hiçbir ilgim yok, pasaportum sığınmacılığım falan yok, çalışıyorum burada, ailem var. İkamet iznim. O kadar.
Peki kendini Alman hissediyor musun? diye sordu. Anırarak gülebilirdim ama muhabbet çok kötü bozulurdu :D
Yok dedim. Ama Almanların sevdiğimiz yanları çoktur. Dakik insanlar, açık sözlüler
Sevecenler di mi dedi
Yok dedim güldüm, adam ciddiymiş HohHOAHAO
Neyse bozuntuya vermedi. Dedim ki misal ben şurada sana bir elma versem tadına bakıp beğenmesen
Beğenmedim derim
Heh evet bir Türk asla böyle şey söylemez, karşıdaki incinsin istemeyiz dedim. Ama Almanların böyle söyleyebilmesi de hoşumuza gidiyor.
Siz "AHH ÇOK GÜZEL OLMUSS" dersiniz di mi dedi ve ekstra geniş bir gülümseme takındı. Jack Nicholson Joker makyajı yapılmış gibi açıldı ağzın kenari. Bu kadarini ona cok görmedim.
Kisa süre sonra eve gitti.
Oglu bizle gelmek istedi aksam yemegine, gelebilirsin ama babana sorman lazim dedim. Kosarak eve gitti, sonra babasindan izin koparamadigini anlatmak icin geri geldi. Pirlanta gibi cocuklar olur, bir bakista anlarsin, öyle. Rabbim hidayet üzere büyütsün, merhametini esirgemesin. Amin.
3 notes · View notes
doriangray1789 · 11 months
Text
''Para silahtır ama siyaset, tetiği ne zaman çekeceğini bilmektir.''
Kahve arası vermişken, gelin sizi Giotto di Bondone ile tanıştırayım. Hayatıyla ilgili çok fazla bilgi verebilmek mümkün. Arena kilisesi fresklerinden, Tahtlı Meryem tablosundan ve pek çok eserden bahsedilebilir. Fakat ben başka bir yönden bahsetmek istiyorum. Giotto di Bondone, The Kiss of Judas - İhanet Öpücüğü ismiyle bilinen eserlerine 1304 yılında başladı. İhanet Öpücüğü eserleri, sadece Giotto di Bondone'ye ait değil. Farklı sanatçıların da ilgili temaya yöneldiği bilinmektedir. İsa son akşam yemeğini yediği sırada, masada bulunan havarilerden birinin ona ihanet edeceğini biliyordu. Bir kişinin ihanet içine düşeceğini masada söyledi ve insanların ifadelerini gözlemledi. HerkeS ''Ben miyim?'' diye sorarken, İsa ihanet edeceği bilmekteydi. İhanet içinde olan kişi, Yahuda olacaktır ve Yahuda belli bir zaman geçtikten sonra harekete geçecektir. Romalı askerlerle birlikte bir plan yapar. Fakat askerler, İsa'nın yüzünü bilmemektedir. Dolayısıyla bir İhanet Öpücüğüne ihtiyaç vardır. Sinoptik incilere göre, Yahuda'nın İsa'yı kılıçlı ve sopalı kişilere ifşa etme yöntemidir bu öpücük. Gethsemane Bahçesi'nde verilen bu öpücük sonrasında, İsa tutuklanır. Ve Giotto di Bondone ihaneti bu tablo ile tasvirler. Fakat İhanet Öpücüğünden bahsetmişken,1974 yapımı olan şaheser bir filmden bahsetmemek olmaz. The Godfather filminin bir sahnesinde Michael Corleone, kendisine ihanet ettiğini anladığı abisi Fredo'ya sıkıca sarılır. Ona ''Sen olduğunu biliyorum Fredo, kalbimi kırdın!'' der ve onu dudaklarından öperek iter.Aslında bu sahne dini bir imgenin tezahürüdür. Michael ihanete uğramış olan İsa'yı, Fredo ise hain Yahuda'yı temsil eder. Size İhanet Öpücüğü temalı başka tablolar ile veda ediyorum. Kendinize iyi bakın. Bir sonraki kahve molasında görüşürüz. görseller - bayram değilken eniştem beni neden öptü
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
7 notes · View notes
cagdasyatirim · 6 months
Text
Türk; Yavuz Sultan Selim'e göre, eşek idi…
Türk; Koçi Beye göre, mezhepsiz ecnebiydi…
Türk; Hoca Saadettin Efendi'ye göre, leşti, hilebazdı, aşağılıktı…
Türk; Naima'ya göre, azgındı, çirkindi, kabaydı, cahildi…
Türk; Nef-i'ye göre, Allah'ın irfan pınarını yasakladığıydı…
Türk; Baki'ye göre, kabaydı…
Türk; Hafız Çelebi'ye göre, baban bile olsa öldürülmesi gerekendi…
Türk; Sadrazam Kuyucu Murat'a göre, başı vurulması gerekendi…
Türk; Aksaraylı Kerimettin Mahmut'a göre, hunhar köpekti. Me'lundu…
Türk; Tokatlı Nuri'ye göre, şehir dili bilmez hayvandı…
Türk; Şeyhülislam Mustafa Sabri'ye göre, tiksinti duyulandı…
Türk; Vahdettin'e göre, dini, soyu sopu, yurdu belirsiz, cahiller sürüsüydü…+
Siniriniz bozulmasın devam etmeyeyim!
Osmanlı…
– Ermenilere, “Millet-i Sadıka”…
– Araplara, “Kavm-i Necip”..
– Rumlara, “Romalı” anlamına gelen “Romeos” derken Türkler'i böyle aşağıladı.
Asırlarca süren bu aşağılamadan sonra Atatürk çıktı büyük Türk Milleti dedi.
Ne mutlu Türk'üm diyene dedi.
Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kandadır dedi.
Devletin adına Türkiye Cumhuriyeti Devleti dedi .
Osmanlı devletinde Türk yoktu, adı yoktu. Ama Atatürk bunları kaldırıp çöpe attı... Atatürk'e zaten bu yüzden düşmanlar.
"Ey koca ve yüce Türk! Devşirmeler seni devşirmeden, sen aklını başına devşir! Çoklar diye korkma, azız diye çekinme."
Bilge Tonyukuk
3 notes · View notes
keemlenyekun · 6 months
Text
herc ü merc
sevgili defter, yazmayalı bir ay oldu. uğrayamıyoruz. yoğun bir dönemdeyiz.
yaklaşık iki aydır annemin sağlığıyla ilgileniyorduk. sonuç istemediğimiz ama beklediğimiz gibi çıktı ne yazık ki. sevindirici olan tek bir durum vardı: başka bir organa metastaz oluşmamış. sevinmeye sebep arıyorduk. bu da sebep oldu. başladık lanet kemoterapiyi almaya. allah şifa versin. çokça amin allahım.
aslında uzun bir yazı düşlemiştim. ancak kafamı toparlayamıyorum. astrolojik olarak bir retro tutulma falan mı var. lan hani 2024 yay yılı olacaktı dinçeeeerrr. öhöm öhöm. ciddiyetimizi muhafaza edelim.
kafamı toparlayamıyorum. zaten uyku problemi olan birisiydim, annemin hastalığından sonra uykuya dalmakta daha da zorlanmaya başladım. sabah işim olsun ya da olmasın fark etmiyor gece üçten önce uyuyamıyorum.
annem tedaviye başladığından dolayı iki yaşına yeni giren oğluma ben bakıyorum. çünkü avukatlık serbest meslek. hele bir de iş azsa tamamen serbest meslek. sesimi de çıkartamıyorum. oysa ki avukatlık 24 saatlik bir meslek. davalarını halletsen illa ki güncel kalmak için durmadan okuman gerekiyor. ama oğlana kim bakacak? hanım çalışıyor. Annem hasta. ekonomik durum ortada. evden çalışıyorum. bakıcı nasıl tutayım.
pes etmeyi seven birisi değilim. yavaşımdır belki. ama hallederim. halletmek zorundayım. şimdi işin aslı, yaklaşık 17 senedir defter tutan birisi olarak, çoğu planımı defterde yaptım, çoğu sorunumu defterde çözdüm. benim sevgili defterim. seviyorum lan seni. neler yaşadık be. cezaevinde kareli defterde, düz kağıtta ne saçmalıklar dinledin lan benden. :DD
toparlayamıyorum işte kafayı. konu dağılıyor. ama dur önce sorunu bir belirleyelim. sonra çözüm. sorunum günün ta kendisi.
şimdi bir günümü anlatmak istiyorum.
gece 3 ya da 4 gibi uyuyorum. sahursuz çoğu defa. bazen sahurlu. sabah oğlan 9 buçuk 10 gibi babiş diye gülerek uyanıyor. ee mutlu uyanmamak elde değil. romalı saçlarıyla gülen şişmiş iki minik göz. kalkıyoruz. evi topluyoruz. ona ufak görevler veriyorum. şunu taşı. şuraya gel. çişşş diyor. bez değiştiriyoruz. eskiden direnirdi. bu aralar direnmiyor. sonra hemen mama diyor. babası gibi yemeyi seviyor. kahvaltıyı ayaklarıma dolanırken hazırlıyorum. pekmezli çayıyla birlikte. yumurta peynir. sonra mutfağı topluyorum. bulaşık. sıkılıyor. babiş diye yere oturup oynamamı istiyor. oynuyoruz. sıkılıyorum. oynar gibi yapıyorum. kusura bakma oğlum. dışarı çıkarıyorum. babannesini görüp geliyoruz bazen. ufak bir meyve atıştırması sonunda babi bebi diyor. yani beşikte salla beni diyor. tam onu ninni eşliğinde sallarken ben birden avukatlığa dönüyorum. bin tane şey var aklımda. bin az. yapılacaklar birikmiş. dur uyusun da yazarız. uyuyor. bilgisayarı açıp başlıyorum. icraya bakayım önce. f. abi ücreti ödemedi. o kadar koşturduk. icra dosyasını açıyorum. uyap takılıyor. dosya açılırken diyorum ki şu müvekkilin vatandaş uyabına gireyim. yine dava açılmış çocuğa. ne demiş iddianamede. kara para aklama. dolandırıcı. cart curt. o değil de diyorum icardi ne oynadı paşaya karşı. dur lan bir daha seyredeyim şu maçı. maç özetindeyim. soruşturma dosyaları vardı. onu ne ara göndereceğim. yargıtay vekalet ile ilgili karar vermiş diye yazmış birisi xte. hakimleri ikna edemedik. lan benim danıştay dosyası noldu, iade olmuş olmayalım, şimdi bir ton taşınma falan. taşınmak dünyanın en zor işi. açıyorum. son evrak 2022. beklemeye devam. şu açılmayan icra dosyası açılmış. bakarken çocuk uyanıyor. sallayıp geliyorum. o sıra aklıma geliyor. holle oda kirlenmiş, robot çalışmalı. mutfak da kirlenmiş. ne yesek ya bu akşam? rumeysamutfaktaya bak. yok sevmedim. tavuklu bir şey olsun. ankara tava. biricike yaz bakalım. aşkım ankara tava mı yapsak bu akşam? refikanın tarifi biraz uyarlıyorum. refikanın her kuruyemişi yemeğe katmasını sevmiyorum. susam kızartıp koyuyor. yemekte yüzde yüz sadelikten yanayım. tavukları haşlamam lazım. onları koyayım da öyle oturayım işin başına. tavukları haşlıyorum. kilerden şehriye alalım. yanına ne yapacağız? domates çorbası ideal. yanına da salata. yeter bence. haşlanırken çocuk uyanıyor. saat 17 olmuş bile. babişşş.. babiii. babaaağğğ. mama mama. gel oğlum hadi. yemeğini yediriyorum. ayranı çok seviyor. tavuk haşlandı. hanım geldi. tavuğu az kızartalım. tam haşlama değil. kızarsın az. iftar oldu bak. iftarı yap. çayı iç. çocuk annesine bağırıp ağlıyor kafa bir milyon. uykusuzum. baş ağrım var. lan o icra dosyasına dilekçe yazacaktım. çocuk uyudu bak. 00.30. ben pert. hadi yatayım uyuyayım. uyuyamıyorum ki amk. satranç oynayayım. ya da dizi izleyeyim. yok izleyemiyorum ki. kafam herc ü merc.
işte sorunum bu.
üniversitede final zamanı kendime plan yapıp hiç tutturamazdım o planı. revize plan yapardım sonra. misal son sene deniz hukukuna çalışacak zaman kalmamıştı. dedim bütünlemeye bırakıyorum. çıkıp kurtuluş parkında mal mal oturmuştum.
şimdi şöyle bir başlamalıyım. dur bakalım.
serco çözer. bak gece 2 oldu yine.
yarın ne yemek yapacağız ya? balık var. bulaşığı çok. s.ktir et. ıspanak mı? yıkaması eziyet. yarın pazar da var. çocuğun gözü kaşınıyor. bi aile hekimi ziyareti de yaz oraya defterciğim. buzluğa köfte atmıştık geçen onu yapayım. evet evet. cuma köfte günü cumartesi balık.
lan yine kafa dağıldı.
çözüm bulduk mu?
bulduk.
başlamak.
hadi başlayalım.
vesselam.
5 notes · View notes
Text
Bir süredir düşünüyorum her şeyi olanları yaşanmışlıkları konuşulanları hayalleri geleceği her şeyi düşünüyorum. Ufakta olsa içimdeki bazı şeyleri yazıya dökmeyi öğrendim bu zamana kadar ama içimizdekiler bazen o kadar ağırlaşır ki değil yazıya dökmek kendimizle bile konuşamaz hâle geliriz. Hatta ufak bir örnekten yola çıkacak olursak Romalı düşünür Seneca der ki " Hafif acılar konuşulabilir ama derin acılar dilsizdir." Bende bugün buraya yazmayı bıraktığımı söylemek için yazıyorum bu defa, yazmak iyi geliyordu ama artık yazıya bile dökülemiyor içimdekiler. Elbette ki yine burdayım ama artık içimdekileri yazmak için değil.
15 notes · View notes
asimekrem · 2 years
Text
Onlar ki, avrupalıdırlar, avrupalı beyazı, tüm öbür ırklardan üstün tutarlar; önce atinalı olarak kendilerini üstün gördüler, kendilerinin dışındaki bütün insanları insan bile saymadılar; barbar dediler kendilerinin dışındakilere. Sonra romalı olarak üstünlük iddiasında bulundular, daha sonra da, “avrupalı beyaz” olarak. Şimdi de, batılı olarak, hep aynı üstünlük iddiasındadırlar.
Sezai Karakoç, Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi I Perde Devrildiği An
7 notes · View notes
panoptik · 2 years
Text
VİKİNG MİTOLOJİSİ - NESIR EDDA
Dünyanın oluşumundan yıllar önce Niflheim vardı ve onun altındaki kuyudan nehirler fışkırmaktaydı. Kutsal Yggdrasil ağacının üç kök altında, evrenin en altında yer alan bu soğuk, karanlık ve sisli bölgede bahar yaşanmaz.
“Ölüler diyarı olan ve ismini Loki’nin çocuğundan alan Hel’in  büyük bir kısmı burada yer almaktadır. Aynı zamanda İngilizce'deki Hell kelimesi burada bahsedilen Ölüler ülkesinin (Hellheim) kısaltması Hel'den gelir.”
Güneyde ise Muspelheim adında bir dünya vardır. Burası dayanılmayacak şekilde aydınlık ve sıcaktır; o kadar parlaktır ki kimse burada yaşayamamaktadır. Bu dünyanın sınırlarını da Surtr adı verilen bir dev-kişi korumaktadır. Buradaki Surtr karakteri aynı zamanda mitin sonunda dünyaya son verecek kişidir.  Mitolojilerde sıklıkla gördüğümüz dualist zıtlık burada da kendine buz ve ateş olarak yer bulmaktadır.
Tumblr media
Başlangıçta hiçbir şey yokken bu iki dünya vardır ve Niflheim’dan fışkıran buz gibi sularla Muspelheim’ın alevleri bir yerde karşılaşmaktadır. Burada oluşan buhar damlalarının canlanmasıyla Ymir(Ymer) isimli dev dünyaya gelmiştir. O bir tanrı değildir, İskandinavlar’a göre tüm kötü devlerin atasıdır. Böylece Kaos oluşmuştur.
Buzlar çözülünce buz kütlelerinin arasından Audhumbla isimli bir inek oluşur. Bu inek memelerinden akan sütle Ymir’i besler. Kendiyse beslenmek için buzla kaplı tuzlu taşları yalamaktadır ve yaladığı taşlardan 3 gün sonucunda bir erkek meydana gelmiştir. Bu adamın adı Bure’dir. Bure’nin Bor isimli bir oğlu olur ve Bor da Bestia isimli bir devin kızıyla evlenir. Nihayetinde Bor ve Bestia’nın da üç erkek çocukları olur, bunlardan ilki de tanrıların tanrısı Odin’dir.
Ymir sucks at the udder of Auðumbla as she licks Búri out of the ice in a painting by Nicolai Abildgaard, 1790.
Bor’un oğulları, yani Odin ve kardeşleri Ymir’i alt ederler. Ymir’in cesedini alıp onun etlerinden yeryüzünü, kanından denizleri, kemiklerinden kayaları, saçlarından ağaçları, kafatasından göğü, kaşlarından ise Midgaard adı verilen yeri yaratmışlardır. Dünyanın 4 köşesine cüceler tayin etmişlerdir ve bu cüceler Austre (Doğu), Vestre (Batı), Nordre(Kuzey) ve Sudre (Güney) olarak anılmaktadır. Bkz: Eski Norsça – Kuzey Cermen Dili
Asgard Kuruluyor - Odin ve güçleri.
Odin'in sadece güneş gibi parlayan tek bir gözü vardır. Diğer gözünü Bilgelik Kuyusundan içebilmek için feda etmiş ve sonsuz bilgi elde etmiştir. Habercileri Valkyrie’ler ölü savaşçıların ruhlarını Valhalla’ya taşırlar. İngilizcedeki Wednesday (Çarşamba) günü Woden's Day (Odin'in Günü) den gelmektedir. Tacitus gibi Romalı yazarlar tarafından Merkür'le özdeşleştirilmiştir. Avrasya Şamanizm'iyle bağlantılı olduğu düşünülmekte ve bir yandan da Truva’dan geldiğine dair araştırmalar yapılmaktadır. Manzum Edda’nın Valhalla’da yaşam kısmında Odin’in yemeğe ihtiyaç duymadığını, onun için şarabın yeterli olduğu ifadesi geçmektedir.
Tumblr media
Odin dünyanın orta yerinde bir şehir kurmuş buraya da Asgard demiştir. Burada 12 yönetici koltuğu barındıracak ve kendi yüksek makamı olacak altın kaplı bir saray inşa ettirmiştir. Buraya Gladsheim adı verilmektedir ve sonrasında tanrıçalar için de Vingolf adında bir saray yaptırılmıştır. Odin, Asgard’daki Hlidskjalf denilen bir tahta oturunca tüm dünyayı ve herkesin ne iş yaptığını görebilmektedir. *burada birçok diğer inanışta olduğu gibi tanrıya her şeyi görme yetisi bahşedildiğini görüyoruz. Odin’in omuzlarında iki kuzgun oturduğuna inanılmaktadır. Bunların adı Hugin ve Munin’dir. Odin bu ikisini şafakla dünyaya salar ve kahvaltıdan önce geri dönerler. Böylece yeryüzünün haberlerini almaktadır.
Tanrı Soyları – Aesir ve Vanirler
İskandinav tanrıları iki grupta toplanır; Aesir ve Vanir tanrıları. Vanir tanrıları daha çok bereketle anılmaktadır. Bu sebeple yerli balıkçılar gibi daha çok üreticiler içinde karşılık bulmuş inanışlardır. Vanirler hakkında çok yazılı kaynak olmadığı için Aesir tanrıları kadar bilgiye ulaşılamamaktadır. Birçok bilim insanına göre Uranos-Gaia nasıl Yunan mitolojisinde Zeus’un öncülleri ise Vanir’ler de burada Aesir’den önceki grubu oluşturmaktadır ve daha çok yeryüzü ile ilgilenmektedirler. Viking panteonunda iki grubun huzur içinde farklı şehirlerde yaşadığı belirtilmektedir ancak geçmişlerinde aralarında çok büyük bir savaş yaşanmış ve bu bazı tanrıların değiş tokuş edilmesiyle son bulmuştur. Vanir grubunun en önemli isimleri baba Njord ve bereket ve refah tanrısı olan Freyr’dir. Alışılageldik şekilde büyük bir penis ile betimlenir. Dişi karşılığı ise erotik tutkusu ve yüksek cinsel vurgusuyla Freyr’in kardeşi Freyja’dır.
Odin ve soyundan gelen kişiler Asa/Aesir adıyla anılmaya başlamışlardır ve Odin’e baş tanrı anlamında Alfather denilmektedir.  Thor, Odin’in ilk oğludur. Thor tüm tanrıların ve insanların en güçlüsü olarak anılır ve Yunan mitolojisindeki Zeus ile özdeşleştirilir. İkinci oğlu ise Balder’dir.  Balder yakışıklılığı, zekiliği ve iyi huyluluğuyla çok iyi anılan bir asadır. Diğer aesir soyunu uzatarak yazmıyorum ancak aşağıda asaları ve tanrıçaları listeledim. Buradaki her ismin kendine ait bir hikayesi var diyebiliriz. Detaylandırmak istenirse raflardaki birçok Viking mitolojisi eserinde detaylı şekilde anlatılıyor. Bu yazıda ana gidişe bağlı kalacak olsam da bundan sonraki gönderilerde bazı özel ve güzel bulduğum hikayeleri de anlatıyor olacağım.
Tumblr media
Dipnot: Edda’larda her zaman kutsanan on iki tanrı olduğu belirtilmektedir.  Ancak Brage, Vale gibi isimlerle bu liste yukarda olduğu gibi yaklaşık 20 kişiyle anılmaktadır. Tanrıçaların sayısınınsa genel olarak 26 olduğu düşünülmektedir .
İnsanın Ortaya Çıkışı
İnsanların ortaya çıkışı ise Bor’un oğulları Odin ve kardeşlerinin deniz kıyısında yürürken iki ağaca rastlamasıyla açıklanmaktadır. Bu ağaçları alıp insana dönüştürürler. Birinciye ruh ve can verirler, ikincisine mantık ve hareket yeteneği, üçüncüye ise konuşma, işitme ve görme yeteneği bahşetmişlerdir. Erkeğe Askr, kadına ise Embla demişlerdir.  Bu insanlara Midgaard adında bir şehir kurulmuştur. Dünyadan tanrıların katına giden bir yol bulunmaktadır. Mitolojide buraya da Bifrost adı verilmiştir. Oldukça sağlam olduğuna inanılan bu yapı gökkuşağı tasvirindedir ve üç renklidir. Bu gökkuşağındaki kırmızı rengin ateş olduğuna inanılır. Bu ateşin cenneti, buz ve dağ devlerinin kötülüklerinden koruduğuna inanılmaktadır. Ulu dişbudak ağacı Yggdrasil’in bir kökü bu cennettedir. İskandinav mitolojisinde dişbudak ağacı Yddragasil çok önemli bir yer tutmaktadır. Daha sonraki Türk mitolojisi yazılarımda da değineceğim üzere birçok mitte olduğu gibi kutsal ağaç imgesi burada da güçlü şekilde bulunmaktadır.  Bu dişbudak ağacın dalında, altında, üstünde yaşadığı düşünülen birçok hayvan anlatısı bulunmaktadır.
Dünyanın Sonuna Hazırlık: Loki ve Çocukları
Loki çok yakışıklı bir tanrıdır ancak birçoklarına göre kötü ve tutarsız bir karaktere sahiptir. Sürekli dolandırıcılık yaptığı anlatılır. Çoğu kez Aesirleri birbirine düşürüp sözde aralarını bulur. Karısının adı Sygin, oğullarının adı ise Vali ve Narfi’dir. Loki’nin başka çocukları da vardır ve mitolojide asıl yer tutan bunlardır. Jotunheim’da Angerboda isimli bir dev anasından üç çocuğu olur. Bunlardan ilki onunla özdeşleşen ve mitlerde çok önemli yer tutan Fenrir-Kurt, ikincisi yine onunla özdeşlenen  Jormungard- yılan ve üçüncüsü de cehenneme ismini veren Hel’dir.
Tanrılar esasında bu çocukların anne ve babalarından aldıkları özelliklerle ileride büyük felaketlere yol açacaklarını öngörmüşlerdir. Odin tanrıları görevlendirir ve çocuklar ona getirtilir. Odin, yılan Jormungard’ı denizin dibine atar, buna içerleyen yılan oknayusun altında tüm dünyayı kuşatır ve kendi kuyruğunu ısırmaktadır. Odin, Hel’i Niflheim’a atar ve ona dokuz dünyayı yönetme yetkisi verir. Kurt Fenrir ise Aesir’ler tarafından büyütülür. Onu drome adı verdikleri zincir ile bağlı tutarlar. İlerde Tyr bu uğurda elinden bile olacaktır. Ragnarok’a kadar kurt Fenrir bağlı kalacaktır ancak daha sonra kurtulup dünyanın sonunun gelmesinde etkin bir rol üstlenecektir.
Fenrir’in bu denli tehlikeli olmasına rağmen tanrıların onu öldürmemesi, “Tanrıların kutsal yerlere ve ibadethanelere karşı son derece saygılı olduklarından, kahinlerin onun Odin’in başına bela olacağına söylemesine karşın buraları kurdun kanı ile kirletmek istemediler” şeklinde açıklanmaktadır.
Tumblr media
The Punishment of Loki by Louis Huard (1813-1874)
Loki ise kurnazlıklarıyla daha sonra Baldr’ın ölümüne sebep olacaktır, bu hikayeyi ayrıca gönderi olarak oluşturacağım ancak bahsetmek gerektiği için birkaç satır değinmek gerekiyor. Loki’nin bu günahı sonrası tanrılar ona çok kızar. Loki göreceği tepkiyi bildiği için somon balığına dönüşür ve saklanmaya başlar ancak her şeyi gören Odin bir şekilde onu denizde yakalatır. Onu bir mağaraya getirirler. Daha sonra Loki’nin oğulları Vali ve Nare getirilir ve Vali kurda dönüştürülür ve Nare bu kurda parçalatılır. Tanrılar onun bağırsakları ile Loki’yi bağlarlar ve bu bağırsaklar zamanla demir zincir gibi sertleşir. Üstüne yılan asılır ve bunun zehri yıllarca yüzüne akıtılacaktır. Depremlerin Loki’nin bu acı dolu kıvranmalarından çıktığına inanılmaktadır. Loki Ragnarok’a kadar böyle kalacaktır.
Ragnarok – Dünyanın Sonu
Ragnarok dünyanın sonunu ifade etmektedir. Ancak bundan önce hiç yaz olmadan uzunca bir süre kış Fimbul diye uzun bir kışın yaşandığı düşünülür. Dünyanın dört bir yanında savaşlar yaşanmış, kardeşler çıkarları uğruna birbirlerini öldürmüş, yasadışı ilişkiler yaşanmıştır. Görüyoruz ki ahlaksal yapının çöküşü ve uzun kıtlık dünyanın sonunun habercisi olarak algılanmaktadır.
Daha sonra büyük ve şaşırtıcı bir olay yaşanacaktır. Kurt Skoll güneşi, kardeşi Hati ise ayı yutup tüketeceklerdir. Böylece dünyada sıkıntılar doğacak ve nihayetinde Fenrir zincirlerinden kurtulacaktır.  Kurt fenrir düşmanlarını yok etmek için üst çenesini cennete, alt çenesi ise yeryüzüne değecek kadar açmıştır. Denizin dibinde kızgınlıkla bekleyen Midgard yılanı ise dünyayı ele geçirmek için karalara saldıracak böylelikle denizler karaları kaplayacaktır.  Yılan savurduğu zehriyle tüm hava ve denizi kirletmektedir. Loki de kurtulmuş ve Hel’in tüm dostları ile birlikte saldırıya hazırlanmaktadır. Tüm bu olan biten sırasında cennet ikiye bölünmüş, Bifrost isimli köprü ise parçalanmıştır. Bunlar yaşanırken Heimdal ayağa kalkar ve tüm gücüyle Gjallar adındaki borusunu üfleyerek tanrıları toplantıya çağırır. Tanrılar savaşa gider. Odin kurt Fenrir’le, Thor ise yılan Midgard ile savaşmaktadır.  Thor yılanı öldürür ancak henüz 9 dokuz adım atmadan kendi de onun zehriyle ölecektir. Kurt Odin’i alt edip onu yutar. Daha sonra Odin’in oğlu Vidar kurdu öldürecek bile olsa sonunda Alfather gitmiştir. Loki ile Heimdal ile savaşa tutuşmuştur ve bu kavgada her ikisi de can verecektir.
Tüm bunların üzerine Surt dünyayı ateşe verir ve her şeyi yakıp kül eder. Fakat antik Hindistan’da çağlar geçince Ragnarok sonrası yeni bir dünya doğacaktır.
Yeniden Yaratılış
İnanışa göre Surt’un yangını sürerken Lif ve Lifthraser adlarındaki iki kişi Hodmimir korusu adında bir yerde gizlenmektedir. Sabah yağan çiğle beslenirler ve bunlardan türeyen çok sayıda ırk dünyaya yayılır.  Bir mucize olarak kurt tarafından yutulan güneşin en güzel bir kız doğurmuş olmasıdır. Yeniden doğacağına inanılan nazik Baldr’ın liderliğindeki tanrılar Asgard’a geri döneceklerdir.
KAYNAKÇA:
Gezgin, D. (2021). Bitki mitosları. Pinhan yayıncılık. Gezgin, D. (2007). Hayvan mitosları. Sel Yayıncılık. ***Leeming, D. A. (2017). A’dan Z’ye dünya mitolojisi. (N. Soysal, çev.) Say Yayınları. Öztürk, Ö. (2016). Dünya mitolojisi. Nika Yayınevi. Sproul, B. C. (2018). Yaratılış mitleri. (A. Bucak, çev.) Hil Yayın. ***Sturluson, S. (2019). Viking mitleri Nesir Edda. (E. Duru, çev.) Say Yayınları.
5 notes · View notes
firatvenotu · 2 years
Text
Burası bir bizans köyü
Tumblr media
Bütün hazırlıkları yaptık sabah erkenden çıkacağız önce Migros’a uğrayıp viski ve yanında ıvır zıvır alıyoruz. Sivas yıldızelinin bir köyü yavu diye bir yer buranın içinden geçip dağlık bir yoldan ilerliyoruz içimiz dışımıza çıkacak gibi yollar bozuk
Burası bir yayla benim buraya gelme nedenim Bizans köyüymüş yüzyıllar önce bir iz arıyorum tarihe dair selam selam derken yaylanın en çıkışında bir yere yerleşiyoruz bir iki köylüyle muhabbet
Oksijen boldur diyor biri iyi gelir. Biri canavar çok gelir ha gece dikkat edin. Ne canavarı diyorum arkadaşa kurt lan kurt diyor Anadolu’da kurda canavar derler haksızda değiller koyunu kuzusundan ayıran canavardır doğru ateşi yakıyoruz viski mi açıyorum ateşi gören çoban geliyor selam faslını geçtikten sonra geçen diyor şuraya bir ev yapalım dedik küp küp iskelet çıktı
Atlıyorum konuya kremasyon işlemi diyorum önce yakılır baharın gelmesi beklenir sonra kemikler küplere konur ve gömülür
Gavatlar yav diyor çoban direk gömünsene çoban konuşurken çobanı roma kıyafetleriyle hayal ediyorum sonra fark ediyorum ki bu adam iliklerine kadar Bizanslı o küpün içinde ki kemikten geliyor kendisi
Geçen diyor Çeşme için kazdık mermer lahit çıktı talan ettik
Sonra bir gümüş para buldum evde saklıyorum arkadaş beni göstererek bu anlar sanat okudu
Bana sıgara uzatıyor çoban eyvallah diyorum kullanmıyorum ama anlarım çoban cevap vermeden feneri yakıp koşuyor elinde parayla bak bak neymiş diyor
Aleksander diyorum sikkeye elimi sürünce o döneme gidiyorum sanki sikkenin Şimdi ki değerinden çok beni ilgilendiren o dönem elden ele gezmesi bir emeğin karşılığı olarak verilmesi saklanması sonra öldüğünde onunla birlikte gömülmesi
Aleksander kim satsak bir tır eder mi diyor
Kur farkı sekiz düşünüyorum en fazla on beş bin eder nasıl satıldığını bilmem ama Aleksander İskender büyük İskender’in parası bu diyorum
Bu arada yedinci kadehim deyim artık ormandan canavarların koştuğunu bin beşyüzyıl önceden gelen insanları görüyorum atla geçen var biri domuz kovalıyor çoban roma kıyafetleri içinde adını bilmiyorum bu kıyafetin haca giderken giydikleri neyse onun gibi belinde altın kemer var bu çoban bildiğin romalı
Daldın usta diyor bana tır alır mı onu söyle
Volvonun tırıyla köye sokar mı beni
Duyuyorum konuşamıyorum artık yaylanın oksijeni beni çarptı viskinin suçu yok
Ey büyük İskender yıllar sonra bile halkına umut veriyorsun işte gerçek Lider diye bağırıyor çobanın arkasından bin beşyüz yıl önceden gelen derken etrafım romalı doldu hep
Bi yüzümü yıkasam dedim en son
Kürün de yıka dediler kürüne yaklaştım düşmüş kalmışım…
#roma #bizans #sivas #alexsander #çoban
3 notes · View notes
hetesiya · 2 years
Link
Çanakkale’den sadece birkaç kilometre uzaklıkta, Trakya’yı Anadolu topraklarından ayıran dar boğazın Asya yakasında, Hisarlık adlı küçük bir tepe vardır. Heredot, Ksenefon, Plutarkhus ve diğer Yunanlı ve Romalı klasik yazarlara göre, burası Troya’nın, Homeros’un İlyada ve Odysseia’sında geçen Troya’nın bulunduğu yerdir. Klasik Yunanlılar, Homeros’un Troya’yı sahiden görmüş olduğundan emin değillerdi. Buna karşılık, ne anlattığı savaşların gerçekliğinden ne de Hisarlık ve çevresinde geçtiğinden kuşku duyuyorlardı. İnsanların tanrılara benzediği (ve tanrıların da tam anlamıyla insan olduğu) bir dünyada, iki tarafın en büyüklerinin savaştığı yer işte burasıydı! Troya Kralı Priamos’un oğlu Paris’in, dünyanın en güzel kadını Helena’yı Yunanistan’daki evinden kaçırdıktan sonra getirdiği Troya burasıydı! Yunan kralı Agamemnon’un Helena’yı geri getirmek için askerlerine hedef gösterdiği Troya burasıydı! En büyük Yunan savaşçısı Achilleus’un, Paris’in kardeşi Hektor’u öldürdüğü yer işte bu Troya’ydı. İlyada’nın son sahnesinde, Priamos oğlunun cesedini geri götürmek ve Yunanlılar ile Troyalılar arasında bir ateşkes yapmak için Achellius ile buluşmuştu. Ama Odysseia’yı okuyanların bildiği gibi, öykü orada noktalanmamıştır. Paris, Achellius’un topuğuna indirdiği ölümcül bir darbe ile kardeşinin intikamını almıştır. Ve dev tahta atın yardımıyla, Yunanlılar Troya surlarının içine sızarak, en sonunda şehri tahrip etmişlerdir. Böylece Troya’nın altın çağı sona ermiş ve çok zaman geçmeden, Yunanistan’ın altın çağı başlamıştır. Bütün bunların gerçekliğine ve Hisarlık’ta geçtiğine duyulan inanç, daha sonra fatihleri bölgeye çekmişti. İÖ 480’de Pers Kralı Kserkes, Çanakkale’den Yunan topraklarına geçmeden hemen önce, Hisarlık yakınlarında bin boğa kurban etmişti. Bir buçuk yüzyıl sonra, Büyük İskender birliklerini ters yönde harekete geçirdiğinde, aynı yerin yakınlarında Achellius’un anısına adaklar adadı. Tüm Ortaçağ ve Rönesans’ta, gezginler Troya olduğuna inandıkları Hisarlık’ı ziyaret etmeyi sürdürdüler. Ne var ki, on sekizinci yüzyıldan başlayarak, bilim insanları daha kuşkucu bir yaklaşım benimsemeye başladılar. Birçoğu, bırakalım Homeros destanlarının anlattığı anıtsal savaşı, Troya’da bir savaş olduğundan bile kuşkulanıyordu. Onlara göre. bir kere Heredolos ile Homeros arasında yüzlerce yıllık bir mesafe bulunuyordu; üstelik yine yüzlerce yıllık bir zaman dilimi, allın çağ denilen dönemi ozanın yaşamından ayırıyordu. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına kadar, araştırmacıların sadece küçük bir azınlığı, İlyada Odysseia’nın gerçek olayları aktardığına inanıyordu. Eğer tarihte gerçekte Troya diye bir şehir varsa, bu şehrin Hisarlık’ta olduğuna inananlar daha küçük bir azınlıktı. Çoğunluk İlyada ve Odysseia’nın tarih değil, büyük bir destan olduğunu düşünüyordu. Troya’nın gerçekliğine inanmayı sürdürenler arasında, bölgedeki ABD konsolosu ve amatör arkeolog. Frank Calvert de vardı. 1860’ların ortasında, Calvert Hisarlık’ta birkaç ön kazı yapmış, klasik çağlara ait bir kale kalıntısı ve İskender döneminden kalına bir sur bulmuştu. Buldukları cesaret vericiydi ama Calvert’i Hisarlık’ın altında birçok tarihsel katmanın bulunduğuna ve burası için kendisininkinden daha çok para yutacak türde bir kazının zorunluluğuna da inandırmıştı. Calvert, daha sonra, 1868’de, bölgeyi ziyaret eden Homeros tutkunu bir Alman milyoneri, Heinrich Schliemann’ı yemeğe davet etti. Calvert’in tersine, Schliemann’ın bu konuda bir şeyler yapabilecek kadar çok parası vardı. 1870’de ekibiyle birlikte kazıya başladı. Schliemann, Homeros’un Troya’sının ancak Hisarlık’ın alt katmanlarına bir tünelle inilerek bulunabilecek kadar eski olduğuna inanıyordu. Böylece, doğrudan katı kaya yatağına ulaşıncaya kadar, tepenin çok büyük bir kesimini açtı. Kazarken, çeşitli Taş Devri eşyaları bulması kafasını karıştırdı, çünkü bunların mantıksal olarak Homeros’un betimlediği Tunç ya da Taş Devri şehrinin altında bulunması gerekirdi. 1872 Mayısında, Schliemann günlüğüne yazdığı notta “kafasının karıştığı”nı itiraf etti. Gene de kazıyı sürdürdü. Derken, 1873 Mayısında sözcüğün gerçek anlamıyla altın buldu. Schliemann, daha sonra öyküyü anlatırken söylediği gibi, işçilerinin altın parıltısına gösterebileceği tepkiden çekinmişti. O günün doğum günü olduğunu o anda hatırladığını söyleyerek, kazıyı paydos etmişti. Sonra altını salıyla kaçıracak olan karısı, Sophia’yı çağırmıştı. Schliemann çifti rüyalarını süsleyen hazinelerini ancak daha sonra inceleyebilmişti. Binlerce altın yaprak parçasından oluşan 2 altın taç, 60 altın küpe ve 8750 altın yüzük dahil, nadide altın ve bakır işleri vardı. Schliemann, bunun Helena’nın mücevherlerinin de bulunduğu Kral Priamos’un hazinesi olduğu sonucuna varmıştı. Daha sonra, kraliyet ailesinin bir üyesinin Yunanlılar şehri yağmalarken, hazine sandığını kaçırdığı spekülasyonunu yapmıştı. Hazine sandığı ve şehir alevler içinde kaldığında, talihsiz Troya enkaz yığınına dönüşmüştü. Schliemann, mücevherlerin yakınlarında bulunan bakır anahtarın, bir zamanlar sandığı açmak için kullanıldığım sanmıştı. Hazinenin güvenliğinden hala kaygılı olan Schliemann, hazineyi Yunan sınırından kaçırdı. Bu, Türk yetkililerinin hoşuna gitmedi ve Schliemann’ı mahkemeye verdiler. 1875’de Schliemann’ın Türk hükümetine elli bin frank ödemeyi kabul etmesi karşılığında, Türkler bu eşsiz ve paha biçilmez hazinenin mülkiyetinin ona ait olduğunu onayladı.
Ama Schliemann’ın o anda uyduruverdiği gibi, bu ‘Priamos’un Hazinesi’ miydi? Schliemann özel konuşmalarında bazı kuşkuları olduğunu itiraf etmişti. Hazine ne denli muhteşem olursa olsun, Hisarlık’ın Homeros’un Troyası olduğunu gösteren başka işaretlerin olmayışı hala yeterli açıklama bekliyordu. Schliemann, destanların yazdıklarına bakarak, beklediği geniş caddeler ya da kuleler ve giriş kapıları değil, tarih öncesine ait küçük bir yerleşimin kalıntılarını bulmuştu. Kazıyı yeniden başlatma niyetindeydi ama hazineyi ülkeden kaçırdığı için kendisine hala kızgın olan Türkler ona kazı izni vermeyi reddetti. Böylece hareketsiz kalabilecek birisi olmayan Schliemann, Troya Savaşı arayışını başka yerde sürdürmeye karar verdi. Eğer Priamos’un krallığına ulaşamazsa, bunun yerine Agamemnon’unkine ulaşma niyetindeydi. Burada da, klasik yazarlar ipuçları veriyor ve Yunanistan’ın Argolic Yarımadası’ndaki Korent’in güneyinde yer alan Miken’e işaret ediyorlardı. Miken’in eski Yunan krallarının gömüldüğü yer olduğu düşüncesi çok eskilere uzanıyordu ve Hisarlık’ın aksine Miken ortalıkta görülebilen, etkileyici harabeleriyle övünüyordu. Schliemann’ın aklına, hiç kimsenin daha önce araştırmadığı Miken surlarının dışını kazmak gibi parlak bir fikir gelmişti. Sonuçlar Hisarlık’takinden çok daha gösterişliydi. Hepsi altınla kaplı, yanlarında iki çocuk da olan on dokuz erkek ve kadın mezarının kalıntılarını bulmuştu. Mezarlarda altın ve gümüş işli tunç kılıç ve hançerler, altın ve gümüş kap ve kutular ve yüzlerce süslü altın parça bulunmuştu. Erkeklerin yüzleri, olağanüstü işçiliğe sahip, portre oldukları sanılan altın masklarla örtülüydü. Her zamanki gibi, olayları dramatize etme yeteneğiyle Schliemann, Agamemnon’un yüzünü görmüş olduğunu ilan etti. Schliemann, Homeros’un gerçek insanları ve gerçek savaşları anlatmış olduğuna artık daha çok inanıyordu. Bununla birlikte Miken’deki muhteşem mezarlığın Hisarlık’taki küçük kasabayı iyice arka plana itmiş olmasının yol açtığı çelişki Schliemann’ı rahatsız etti. En sonunda, 1890’da, Türkler Schliemann’a Hisarlık kazılarına devam etme iznini ancak yüksek miktarda nakit para karşılığında verdi. Bu kez Schliemann, Priamos hazinesini bulduğu şehrin yirmi beş metre dışında, tepenin batı sınırı yakınlarını kazdı. Orada büyük bir binanın kalıntılarını buldu. Nihayet bu, Homeros kahramanlarına layık bir yapıydı; Schliemann burasının Priamos’un sarayı olabileceğini düşündü. Üstelik işçiler binanın duvarlarının içinde tartışmasız Miken tarzı ve süslemeleriyle bir çömlek kalıntısı bulmuştu. Böylece Schliemann aradığı Miken ve Troya ilişkisini bulmuştu! Eğer birbirleriyle savaşmadıysalar, en azından ticaret yapmış olmalıydılar. Ne gariptir ki, 1890 aynı zamanda, Schliemann’ın korkulu rüyasının gerçekleştiği yıldı; çünkü yeni bulgular Schliemann’ın 1870’de kazdığı kasabaya göre, yüzeye çok daha yakın katmanlarda bulunmuştu. Bu, Homeros’un Troyası’nın Schliemann’ın hazineyi bulmuş olduğu küçük yerleşimden yüzyıllar sonra yapıldığını gösteriyordu. Dolayısıyla, hazine ne Priamos’a ne de herhangi bir İlyada kahramanına ait olabilirdi. Daha kötüsü, bu bir an önce tepenin dibine varmak için sabırsızlanan Schliemann’ın, Homeros’un Troyası’nın kalıntılarını kazıp geçmiş olduğu anlamına da geliyordu. Böylece umutsuzca peşinden koştuğu şehrin bazı kalıntılarını neredeyse kesin olarak ortadan kaldırmıştı. Schliemann’ın 1890’da ölmesi üzerine kazıları sürdürmek eski yardımcısı Wilhelm Dorpfeld’e düştü. Dorpfeld yılın başlarında ortaya çıkarılan büyük evin, Schliemann’ın aradığı Tunç Devri şehrine ait olduğunu öne sürdü ve kazıya ilk kasabanın batısı ve güneyi yönünde devam etti. 1893 ve 1894 yıllarında, daha çok sayıda büyük ev, bir gözetleme kulesi ve üç yüz metrelik şehir surunu ortaya çıkardı. Ayrıca çok sayıda Miken çömleği de buldu. Dorpfeld, burasının Homeros’un Troya’sı olduğu sonucuna vardı. Gerçekten de, Schliemann’ın bulduğu binalar göz önüne alınırsa, kule, büyük evler ve geniş caddeler ozanın anlattıklarına daha uygun düşüyordu. Dorpfeld’in Hisarlık katmanlarını analizi, onu Schliemann’ın küçük yerleşiminin Hisarlık’taki ikinci yerleşim olduğu ve yaklaşık İÖ 2500 yılına tarihlendirilebileceği sonucuna götürdü. Dorpfeld’in Troya’sı, aynı alanda inş:ı edilen altıncı şehirdi ve İÖ 1500 ile 1000 yılları arasında kurulmuştu. Kesin olmasa da, Dorpfeld’in bulduklarını Troya Savaşı’nın geleneksel tarihine yaklaşık İÖ 1200 iyice yaklaştıran tarihleme, Homeros’un Troya’sını bulmuş olduğu inancını pekiştirdi. Dorpfeld’in görüşleri yaklaşık kırk yıl, Cari Blegen’in liderliğinde bir Amerikan ekibinin Hisarlık’a ulaştığı ana kadar geçerliliğini sürdürdü. Blegen’in 1932 ve 1938 yılları arasındaki kazıları, Dorpfeld’in hipotezinde bazı ciddi sorunlara işaret etti. Blegen, altıncı Troya’nın yok oluşunun bir Yunan istilasına bağlanamayacağı sonucuna ulaşmıştı. Surun bir parçasında temel değişikliğe uğramışken, diğer parçalar tamamen yıkılmış görünüyordu. Blegen, bu tip bir hasarın tanrısal özelliklere sahip bile olsa insan ürünü olamayacağına inanıyordu. Dolayısıyla bu hasarı ancak bir depremin yaratabileceğini düşündü. Blegen’a göre, Homeros’un Troya’sı Hisarlık’taki bir sonraki yedinci yerleşimdi. Troyalılar, depremden sonra şehri tamamen farklı biçimde yeniden inşa etmişti. Altıncı Troya’nın büyük evleri şimdi küçük odalara bölünmüş ve geniş caddelerin kenarına, içlerinde her biri tabana saplanan büyük malzeme çömlekleri bulunan minik evler inşa edilmişti. Blegen, bütün bunlara bakarak, bu yerleşimin kuşatma altında bir şehir olabileceği izlenimi edinmişti. Yunanlılar Troya surlarının dışında bulunduğundan kullanılabilen her yere göçmenler ve eşyalar doldurulmuştu. Blegen, yedinci şehrin altıncıdan kısa süre sonra düştüğü sonucuna ulaştı; dolayısıyla kalıntılar Troya Savaşı için verilen geleneksel tarihlemeye hala uygundu. Önce Schliemann, sonra Dorpfeld, sonra da Blegen; bu üç arkeolog da Homeros’un Troya’sının Hisarlık’ta gerçi farklı katmanlarda bulunduğuna inanıyordu.
Onlardan sonra gelen bilimciler ve arkeologların çalışmaları üçünü de cesaretlenebilirdi. En umut verici kanıtlardan biri, İÖ 1200’den sonra yayılan Hitit uygarlığının kalıntılarından geldi. 1970’ler ve 1980’lerde, bilimciler orada bulunan kil tabletleri çözdüler. Bunların bir kısmında Hititlerin ilişkide olduğu yabancı kral ve diplomatların adları bulunuyordu. Bazı bilimciler, bu adların arasında Priamos ve Paris’in Hititçe’ye çevrilmiş adlarına rastladıklarını öne sürdüler. Tekrar Hisarlık’ta, 1990’ların ortasında, Alman arkeolog Manfred Korfmann, DorpfeldBlegen’in ortaya çıkardığı şehir surlarının bilinen sınırlarının dışında nerelere uzandığını saptamak amacıyla, yeni uzaktan belirleme teknolojisini kullandı. Korfmann’ın Troya’sı, Homeros kahramanlarına önceki meslektaşlarınınkinden daha çok yakışan bir kaleydi. Korfmann’ın analizleri, Troya surlarının İÖ 8. yüzyılda, Homeros’un bölgeye yaptığı olası ziyareti sırasında hala görülebildiğini de göstermişti. Bununla birlikte, bilimcilerin çoğunluğu bugün herhangi bir sonuca ya da en azından Schliemann, Dorpfeld ya da Blegen’inki kadar dramatik sonuçlara balıklama atlamayacak kadar temkinli. Onlar Hitit tabletlerinin çok fazla yoruma açık olduğunu ve bırakın bir Hector ya da bir Helena’yı ya da bir Achilleus ya da Agamemnon’u, Paris ya da Priamos’un yaşadığı konusunda kesin bir kanıt oluşturmadığını vurguluyorlar. Bilimcilerin çoğunluğu Troya Savaşı’nın gerçekliğinin kesin olarak söylenemeyeceğim itiraf ediyor. İlyada ve Odysseia, hem ozanın canlı hayal gücünün hem de uzun süren bir altın çağa duyulan özlemin ürünü olduğundan, bu özellikleriyle destanlar kesinlikle güvenilir bir tarihsel anlatı olamazlar. Ama Hisarlık tepesinde, bir zamanlar Miken kalesi kadar büyük bir şehrin bulunmuş olduğu konusunda hiçbir kuşkunun kalmamış olması, Schliemann’ı haklı çıkarmıştır. Tarihçiler her iki şehirde de yaşamış olan insanların adları ve yaptıkları konusunda kesin bir şey söyleyememekle birlikte, bu iki halkın büyük olasılıkla birbiri hakkında epey bilgi sahibi olduğunu düşünüyorlar. Troyn halkı ve Miken halkı birbiriyle konuşmuş, ticaret yapmış ve çok akla uygun olarak, savaşmıştı. Schliemann ve Homeros en azından bu kadarıyla haklı çıkmışlardı.
Paul Aron Tarihin Büyük Sırları Çeviren: Ali Çakıroğlu, Aykırı Yayınları
1 note · View note
loudballoonphantom · 4 days
Text
Tumblr media
Hırıstıyan dünyanın Çarmıh yalanı ..
Ümit ŞIRACI
Türklerin Tengri tamgasını (+) Hıristiyanlık sembolü yapmışlar.
Roma döneminde (+) Şeklinde Çarmıh yoktu Çarmıhların hepsi ( X ) şeklindeydi (+) şeklınde Çarmıh Türklerin Tengri tamgasından Hıristiyanlığa uyarlanmıştı
Arkolojık buluntularda bır tane bile (+) şekilde çarmıha gerilen Romalı cesedi bulunamamıştır bulunanların hepsi (X) şeklindeki çarmıhlara gerilmiş kurbanların iskeletleridir.
Aşağıda ki belgeselde İsrail'i arkeologlar konuyu çok iyi açıklıyorlar youtu.be/kBahukg0mGM?si….
Merak edenler için Paylaştığım belgeselin 13 Dk'dan itibaren anlatmak istediğim gibi konuya yabancı bir profesör açıklık getiriyor
Anadolu'da Müslüman Türk Bengü taşında bulunan Tengri tamgasını görmektesiniz
Hakasya'da bulunan Kayalara işlenmiş Tengri tamgası Çar: Dört
Mıh: Çivi
Dolayısıyla bu şekilde öldürülecek kişiye 4 çivi çakiliyordu. İkisi el ikisi de ayaklarına. Artı biçiminde tasvir edilen çarmıhta böyle bir durum mümkün değildir.
Bizim halı ve kilimlerimizde bulunan Tengri tamgası.
0 notes