Tumgik
#süryaniler
midyatsarapevi · 3 months
Text
Tumblr media
Midyat süryani şarabı
3 notes · View notes
dipnotski · 10 months
Text
Nükhet Everi – Süryani Köyleri (2023)
Süryani köyleri… Tarihin sessiz tanıkları… Güneydoğu Anadolu’da, Dicle’yle Suriye sınırı arasında kalan yüksek kalker platosu, inişli çıkışlı tepeleri ve vadileriyle günümüzde bile, hâlâ, her yere ve herkese oldukça uzak. Süryaniler sayıca çok azalmış olsalar da, eskilerde ulaşımı güç, dış dünyayla çoğunlukla bağlantısı kesik, dağlık Turabdin’de salt buraya özgü, buradan başka hiçbir yerde…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
Photo
Tumblr media
Midyat’a özgü Mazrona üzümünden yeşil elma, narenciye aromaları ile Shiluh Mazrona🥂 #süryanişarabı #şarap #süryani #süryaniler #şarapkeyfi #şarapseverler #şarapevi #şarapkültürü #kırmızışarap #sıcakşarap #beyazşarap #shiluh #wine #winelover #winetime #winenight #izmir #istanbul #ankara #daraantikkent #gapturu #tekirdağ #trakya #adana #mersin #bursa #moment #picoftheday #photooftheday #mardinsokakları (Ömür Süryani Şarap Evi) https://www.instagram.com/p/CqGP-fno02L/?igshid=NGJjMDIxMWI=
1 note · View note
turqlands · 17 days
Text
Amerika'nın Osmanlı'daki misyonerlik faaliyetleri ile ilgili bir yazıyı iletiyorum. Yazı benim e-postama gelmişti.
Selamlar...
AMERİKAN BOARD TEŞKİLATI
ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi Ermenistan'daki sözde soykırım anıtı önünde göz yaşı döktü. Çoğu insan bunu Oscarlık performans olarak görüyor ama Pelosi rol yapmıyordu. Gerçekten çok üzgündü. Çünkü bunun çok esaslı bir gerekçesi vardı:
ABD ile Ermeniler arasındaki bağ, çıkarların çok ötesinde duygusaldır. Çünkü arada sarsılmaz bir "inanç" bağı vardır.
Bu bağı bilmek için 1800'lere gitmek gerekiyor. Boston'a...
Son vereceğim bilgiyi şimdi vereyim. Çoğumuz Amerikan-Türk ilişkilerinin 1945'ten sonra başladığını bilir. Büyük bir yanılgıdır.
Sıkı durun: 1914 yılında, Osmanlı toprakları içerisinde tam 426 Amerikan MİSYONER okulunda 25 bin ÖĞRENCİ eğitim görüyordu.
Osmanlı'da yüzlerce Amerikan misyoner okulu... Binlerce öğrenci... Eğitim veren yüzlerce Amerikan misyoneri... Pahalı binalar, lüks eğitim materyalleri...
Bunun nasıl olduğunu bilmezsek Osmanlı'nın nasıl çöktüğünü de tam olarak anlayamayız. Ve Ermeni tehcirini de... Ve içimizdeki FETO vb. hain yapıların nasıl yeserdigini de!!!
Hikaye 1820 yılında başlıyor. Boston merkezli American Board of Commissioners for Foreign Missions teşkilatı, Pliny Fisk ve Levi Parsons isimli iki misyonerle Osmanlı topraklarında faaliyete girişiyor.
Bu çalışmalarda Mısır, Lübnan ve pek çok ortadoğu bölgesi inceleniyor.
İlerleyen yıllarda BOARD teşkilatı Osmanlı'nın pek çok bölgesinin İngiliz ve Fransız misyoner okulları tarafından sarıldığını fark ediyor. Haliyle el değmemiş yeni bir bölge ve yeni bir toplum bulmak için arayışa giriyorlar. Ve buluyorlar:
Gregoryen Ermeni toplumu!
Ermenilere yönelik ilk ciddi teşkilatlanma William Goodell tarafından 1831'de başlıyor. İncil Ermenice'ye çevriliyor.
Buraya dikkat etmek lazım. BOARD teşkilatı kendi dini inancını kendi dilinde sunmuyor. Toplumun dilinde sunuyor ki başarılı olsun. (Birileri anlıyor mudur)
BOARD teşkilatı daha sonra bulduğu hemen her Ermeni yerleşim yerinde teşkilatlanıyor. Hatta hızlarını alamayıp Nesturiler, Süryaniler, Yezidiler, Keldaniler ve Yakubiler'in de bulunduğu bölgelere yayılıp misyoner teşkilatlarını "okullar" aracılığıyla kuruyorlar.
Kurulan okullar son derece güzel binalardan, lüks eğitim materyallerinden oluşuyor. Osmanlı hükümetini ürkütmemek için sadece Ermeni ve bazı etnik kimliklere yönelik faaliyet güdülüyor.
Okullardaki eğitimciler elbette Hristiyan misyonerlerden oluşuyor.
Attıkları her adımı kayıt altına aldıkları için detaylara hakimiz:
İlk etapta Batı Trakya’da 6, Kıbrıs’ta 3, Museviler için 4, Batı Anadolu’da 227, Orta Anadolu’da 98, Doğu Anadolu’da 102, Suriye’de 59 ve Balkanlar’da 41 misyoner görevlendiriliyor.
Amerikalıların Osmanlı topraklarında bu kadar rahat ve başına buyruk hareket edilebilmesinin nedeni ise çok hazin: KAPİTÜLASYONLAR!
Osmanlı yönetimi 1830'larda ABD'ye pek çok kapitülasyon verdiği için BOARD'un faaliyetleri son derece serbest ve denetimsiz kalıyor.
BOARD teşkilatı dilediği misyoneri Osmanlı topraklarına sokuyor, örgütün mülk edinmesine ve toprak almasına karşı çıkmıyor. Hatta Türkler yabancı yayınları okuyamazken Amerikalılar 60 yılda onlarca kitap, makale vs basıp Ermenilere dağıtabiliyor.
Bu süreçte Protestan BOARD teşkilatlı, Osmanlı bünyesindeki Ermenileri hızla devşirmeye başlıyor. İyi eğitimli ve ABD destekli Ermeniler kısa süre içerisinde Türklerden çok daha nitelikli, eğitimli ve zengin hale geliyor. Toplumdaki sınıf farklı belirginleşiyor.
Osmanlı'nın gidişata uyanması 1878'deki Rus savaşı'yla gerçekleşiyor. Yani yaklaşık 58 yıl sonra. Peki bu nasıl oluyor?
Rus savaşıyla birlikte Osmanlı neredeyse çökme noktasına gelince, BOARD tarafından teşkilatlandırılan Ermeniler çok ciddi bir ayrılıkçı hareket başlatıyor.
Hatta Ermenilerin rolü dış güçleri o kadar iştahlandırıyor ki İngiliz ve Ruslar da bir yandan Ermenileri devşirebilmek için ABD ile rekabete giriyor.
Mesela Ruslar, barış antlaşmasında Doğu'daki vilayetlerde yaşayan Ermenilerin yönetimi için özel madde koyduruyor.
BOARD teşkilat o kadar kusursuz bir sistem kurmuş ki şaşmamak elde değil. Mesela misyoner okulu açmak istedikleri her bölgeye önce konsolosluk kurmak istiyorlar. Padişah kabul etmezse güç gösterisi yaparak zorla, kopara kopara konsolosluk tavizini alıyorlar.
Özellikle ABD iç savaşı sona erdikten sonra . İzmir, Çanakkale, Sakız, Yafa, Kandiye, Şam, Port Said, Lazkiye, İstanköy, Kudüs ve daha pek çok yerde Amerikan konsoloslukları açılıyor.
Konsoloslar sahip oldukları gücü, bölgede misyoner okulu kurulması için kullanıyor.
Hatta iş öyle bir noktaya varıyor ki nerede konsolosluk açılacağını BOARD teşkilatı ABD hükümetine söylüyor, hükümet de Osmanlı'ya dayatarak açtırıyor.
En çarpıcı hadise 1895'te Bitlis'te yaşanmış.
BOARD teşkilatı önce Bitlis, sonra Sivas'ta konsolosluk talep ediyor. Osmanlı bu talebi reddedince ABD yönetimi 1830 tarihli kapitülasyonları göstererek talebinde ısrar ediyor. (Bu arada kapitülasyonlara göre böyle bir hakları vardı)
Tam 9 yıl boyunca bu konuda diretmişler.
Düşünebiliyor musunuz, tam 9 yıl boyunca ısrarla talep etmişler ve neticesinde "C. E. Clark" isimli şahıs bölgeye atanmış. Bu arada Clark BOARD bünyesindeki bir misyonerdi. Okuldan ayrılıp göreve başladı.
Harput Amerikan Koleji'ne ayrıca değinmek lazım.
Harput Amerikan Koleji 1859'da kuruluyor ve çok başarılı faaliyet güdüyor. Kolejin diploma törenleri bile konsoloslukta yapılıyor.
1901 yılına gelindiğinde hazırlanan bir raporda bölgedeki Ermeni nüfusun %30'unun ABD'ye göç etmek istediği yazılı...
Robert Kolej de BOARD teşkilatı tarafından kurulmuştu. Kurucusu Cyrus Hamlin'di ama arazi ve inşaat işlerini finanse ettiği için Christoper Rhinelander Robert'in ismi verildi.
Arazi, Abdülaziz'in özel izniyle 60 bin dolara satın alındı. Teme atma töreni dualarla yapıldı.
Abdülaziz aslında ilk başta bu fikre sıcak bakmıyordu ama ABD filosunun komutanı Farragut İstanbul'a gelip devreye girince izin verildi.
ABD'nin böyle "diplomatik olmayan" askeri baskıyla kopardığı çok taviz vardır. Biraz sonra onları da ele alacağım. Şaşıracaksınız.
BOARD'un kurduğu bir başka önemli okul da 1871'de faaliyete başlayan İstanbul Amerikan Kız Koleji'dir. Bu okulun özelliği, müslümanların da eğitim görebilmesidir.
Bu okulda saray çevrelerinden pek çok ismin kızı da okuyordu.
Yine de bana göre BOARD'un Osmanlı sınırlarındaki en gözde okulu Merzifon Amerikan Koleji'dir. Çoğumuz Merzifon'un yerini bile bilmeyiz belki ama BOARD ta 1863'te bölgede tam teşekküllü okul kurmuştur.
Ermeni nüfusun örgütlenmesi ve protestanlaştırılmasının merkez üssüydü.
BOARD'un 1887'deki bir raporuna göre bölgedeki Türk okulları son derece yetersiz. Buna karşın BOARD okulları hem nitelikli hem de düşük ücretli.
Bu okullar ileride Merzifon Pontus Teşkilatı'nı kuracak.
BOARD teşkilatı 1820'den itibaren özellikle Anadolu'da adeta örümcek gibi ağ ördü.
1840'larda 12 okul,
1870'lerde 220 okul,
1900'lerde 417 okul,
1914'te ise 426 okul ve 25 bin öğrenci...
BOARD kayıtlarına göre 1879'da teşkilatın ekonomik hacmi 100 milyon dolar civarındaydı. 1914 yılına dek okulların ABD'den aldığı yardım 40 milyon dolardı.
Ermeni örgütlerin kurulması, onca isyan, terör, ayrılıkçı faaliyetler... Bunlar kendi kendine olmadı.
Mesela 1924 yılında yayımlanan bir BOARD raporu şöyle söylüyor:
Hristiyan öğretmenler… Hristiyan düşünce ve yaşam temelinde yatan prensipleri öğrencilere aktaracaktır. Böylece misyonerlik, Türk öğrencilerinin hayatına Hristiyan karakterini sokma fırsatına kavuşacaktır.
Robert Kolej’de okuyan ve ileride CHP Genel Sekreterliği görevine gelecek olan Kasım Gülek, o dönemde yaşadıklarını şöyle ifade etmiş:
Robert Kolej o zamanlar misyoner mektebiydi. Her gün İncil okuturlardı. Kiliseye götürürlerdi. Biz dindar insanız. Ben isyan ediyordum.
Yıllarca süren misyonerlik faaliyetlerinden sonra Ermeni nüfus Türk nüfusa bariz bir nitelik üstünlüğü yakaladı. Üstelik zihinsel ve düşünsel olarak da Osmanlı bağlarından koptu.
Amerikan okullarında Ermeniler dillerini ve tarihsel geleneklerini üstün tutmayı öğrendiler. Batının siyasal, toplumsal ve ekonomik ilerleme ideallerini tanıdılar. Etkin bir hoşnutsuzluk duymayı ve köylü komşularına kesin üstün duygusu beslemeyi elde ettiler.
Mesela 1895-1896 yıllarında yaşanan Ermeni olayları büyük oranda BOARD okullarında yeşermişti. Board misyoneri Henry O. Dwight'ın Boston'a gönderdiği raporda ABD ordusundan yardım istenmiştir
Bunu da ben söylemiyorum. Prof. Earle söylüyor.
ABD hükümeti 1900 yılında Kentucky isimli savaş gemisini İzmir’e gönderdi. Sultan 2. Abdülhamit, gelişme üzerine gemi yetkililerini İstanbul’a görüşmeye davet etti ve kısa süre sonra misyonerlerin uğradığı zararlar karşılandı.
İşler böyle yürüyordu.
Mesela 1904 yılında bazı Ermeni suçlular BOARD okullarından birine sığındı. Osmanlı buraya müdahale etmek isteyince İstanbul’daki Amerikan elçisi John. G. A. Leishman, Avrupa'da bulunan ABD donanmasından yardım istedi. Donanma gövde gösterisi yapınca Osmanlı geri adım attı.
En acısı ise 1909'daki Adana İsyanı sırasında yaşandı. Ermenilerin başlattığı isyana Osmanlı tarafından müdahale edilince ABD herhangi diplomatik açıklama yapmadan donanmayı Mersin limanına gönderip devleti alenen tehdit etti.
BOARD teşkilatı asıl hamlesini 1. Dünya Savaşı başlayınca yaptı. Osmanlı savaşa katılıp ordusunu Kafkasya'ya gönderince Anadolu'daki Ermenilerin bir bölümü ayaklanıp savunmasız Türk köylerine sistemli bir katliama girişti.
Burada Merzifon ve Antep okullarının rolü büyüktür.
Bunu da ben söylemiyorum. Atatürk söylüyor. Nutuk'un 557. sayfasında Merzifon Amerikan Koleji'nin Pontus devleti kurmak için nasıl çabaladığını anlatmış.
Bu katliamlar sonrasında devlet tehcir kararı alarak tehlikeyi savuşturmaya çalıştı.
Peki tüm bunlar olurken Osmanlı hiçbir şey yapmadı mı?
Bazı şeyler yaptı. Ama çok cılız ve etkisiz hamlelerdi. Okulların ruhsatlandırılması, misyonerlerden belge talep edilmesi ve Türk okullarının güçlendirilmesi gibi şeyler. Ama kıymetsiz.
Osmanlı'nın hamleleri 1869'da başlıyor ama etki etmiyor. Mesela Abdülhamit'e sunulan bir raporda 392 okuldan yalnızca 51'inin ruhsatlı olduğu bilgisi mevcut.
Devlet öyle zayıflamış ve ipleri kaptırmış ki, yürürlüğe koyduğu düzenlemeyi uygulamaktan aciz duruma düşmüş.
Bunları da ben söylemiyorum. 1891 ve 1894 tarihli Zühtü Paşa raporları, 1892 tarihli Mihran Boyacıyan raporu ve 1898 tarihli Şakir Paşa raporu durumun vehametini açık açık yazmış.
Özetle bölgelerin elden gittiğini yazıp Türk okulu açılmasını talep etmişler.
Özellikle Beyrut tamamen Osmanlı'ya yabancılaşmış. Memurlar dışında Türkçe bilen yokmuş. Beyrut'un İstanbul'dan çok Paris'e benzediği ifade edilmiş.
Hani birileri diyor ki İttihatçılar geldi Osmanlı çöktü diye. Palavra. Osmanlı'nın çöküşünün tarihi benim anlattıklarımdır.
Artık yavaş yavaş sadede gelelim.
BOARD, 1. Dünya Savaşı'yla birlikte Anadolu'da ABD güdümlü bir Büyük Ermenistan hayaline çok yakındı. Hele 1918'de Osmanlı tamamen çöküp işgale uğradıklarında her şey neredeyse hazır gibiydi.
Ama 1919'da bambaşka şeyler oldu.
Mustafa Kemal Paşa Merzifon Amerikan Kolejinin pontusçu ve Ermeni eşkıyana yataklık yaptığını görünce kapatmış, bu Amerikalıların tepkisine yol açmıştı. Amerika hemen harekete geçerek Genelkurmay Başkanları General Harbordu Türkiyeye göndermiştir.
Mustafa Kemal direnişi tam da BOARD'un hayallerinin üstünde başlattı. Sivas Kongresi toplandığında hayallerin sallantıda olduğu anlaşıldı.
ABD yönetimi bölgeye General Harbord yönetiminde bir komisyon göndererek Anadoluda Ermeni devletinin fizibilitesini ölçmek istedi.
Harbord Ermeni lobisi tarafından güdüme alınmış biri değildi. İstanbul'a geldiğinde kendisine Türk tercümanlar da alarak meseleyi dosdoğru anlamak için çabaladı. Hatta Sivas'ta bulunan Mustafa Kemal'in yanına uğrayıp onunla da görüştü.
O görüşme de çok ilginçtir.
Harbord anılarında Mustafa Kemal'in çok sinirli olduğunu ve öfkeden titrediğini yazmış. Fakat daha sonra sıtma nöbeti geçirdiği için halinin kötü olduğunu anlamış.
Görüşmenin neticesinde de Mustafa Kemal'e "Sizin yerinizde olsam ben de aynını yapardım" diyerek ayrılmış.
Harbordun Amerikan kongresine sunduğu 44 sayfalık raporunda Anadolu'daki direnişin güçlü olduğunu ve Büyük Ermenistan hayalinin çöktüğünü ifade etmiş, senato da büyük oranda fikri kabullenmiş. Başkan Wilsonun Anadolu ve Kafkasyayı Amerikan mandası altına alma fikri de çökmüş oldu.
Yani Mustafa Kemal devreye girerek BOARD'un 100 yıllık hayalini çöp haline getirmiş. Pelosi'nin göz yaşlarının nedeni...
Nitekim Harbord'un tahminleri doğru çıktı. Kuvayi Milliye önce Doğu'daki Ermeni işgalini akabinde Güneydeki Fransız ve Batı'daki İngiliz/Yunan işgalini püskürttü ve Anadolu'nun yeniden Türkleşmesini sağladı.
BOARD'un 100 yılda ektiği tohumları 3 yılda söküp attık.
Mustafa Kemal daha sonra Lozan'da son 300 yıllık Türk tarihinin bana göre en görkemli başarısını elde ederek kapitülasyonların tamamını kayıtsız şartsız kaldırdı.
Böylece BOARD'un kalıntıları Türk devletinin hakimiyeti altına alındı.
Savaştan sonra Anadolu'daki Rum ve Ermeni nüfusun azalması nedeniyle BOARD politika değiştirerek Türk nüfusun hedefleyip yeni bir girişim başlattı.
Fakat Atatürk 1924'te Eğitimde Birlik İnkılabı (Tehvid-i Tedrisat) yaparak tüm eğitim kurumlarını hakimiyet altına aldı.
Artık Osmanlı'nın kapitülasyon düzeni bitmişti. Tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlıydı. Okullar, öğretmenler, müfredat hatta okullardaki resimler ve büstler bile devletin mutlak denetimi altındaydı.
Cumhuriyet BOARD'un kalıntılarına göz açtırmadı.
Kemalist hükümet 1924, 1925 ve 1926 yıllarında çıkardığı genelgelerle yabancı okulların ilkokul düzeyinde eğitim vermesini yasakladı. Okullardaki Hristiyan Aziz tabloları ve büstleri kaldırıldı.
Hepsine Türk bayrağı ve Atatürk tablosu asıldı.
Mesela 1929 yılında Bursa'daki Kız Koleji'nin misyonerlik faaliyetine gizlice devam ettiği tespit edilince okul anında kapatıldı ve okuldaki misyoner öğretmen tutuklandı.
ABD elçisi J. Grew devreye girip yeni tavizler istese de boyunun ölçüsünü alması kısa sürdü.
Grew o kadar aciz duruma düşmüştü ki anılarında o dönemi şöyle yazmış:
Kapitülasyon günleri çoktan geride kalmıştı.
Sonuç olarak Kemalist hükümet okulların tamamını kontrol altına aldı. Zorunlu dersler getirdi. Kitaptaki konuları bile dizayn etti.
1930'ların sonuna gelindiğinde Türkiye genelinde sadece birkaç okulları kalmıştı ve orada da faaliyet sürdüremiyorlardı. BOARD rüyası bitmişti.
Amerikan misyoner teşkilatının Cumhuriyetle birlikte hezimete uğramasıyla Ermeni lobisi faaliyetini büyük oranda ABD'de sürdürdü ve sözde soykırım gündemi üzerinden kaybedilen toprakları geri almanın hayaliyle yaşadı.
Gelelim Pelosi'ye... Pelosi, 1958'de dini bir kız okulu olan Notre Dome Enstitüsü'nde okuyup akabinde yine Notre Dame de Namur Rahibeleri tarafından kurulan Trinity Kolej orijinli Trinity Washington Üniversitesi'nde eğitim gördü.
İlerleyen yıllarda Ermeni Ulusal Komitesi'yle (ANC) ciddi bağlar kurdu. Mesela 1997 yılında ANC üyesi Taline Sanasarian, Nancy Pelosi'yi "Amerikan Kongresi'de Ermeni meselelerine uzun süredir destek veren" kişi olarak tanıtıp bir de plaket verdi.
Pelosi 1997'deki toplantıda konuşma yapıp sözlerini "ABD Ermeni Soykırımı'nı resmi olarak tanımadan rahat edemeyiz" diyerek bitirdi.
Pelosi ilerleyen yıllarda Ermeni lobisinin de desteğiyle Temsilciler Meclisi başkanlığına getirildi.
Mesela 2007 yılında Ermeni lobisi tarafından hazırlanan bir raporda Pelosi'nin çabalarından özel olarak bahsedilmiş. "Pelosi'nin tüm çabalarına rağmen" denmiş.
Dediğim gibi Pelosi Ermeni Lobisi için sıradan bir isim değil. Gönülden destek veren ateşli bir savunucudur.
Yine lobi desteğiyle hazırlanan 2015 tarihli başka bir raporda Pelosi, Ermeni lobisinin meclisteki en güçlü destekçisi olarak tanımlanmış.
Nitekim Pelosi amacına 2021 yılında ulaştı ve Biden'ın sözde soykırımı tanımasını sağladı.
Sonuç olarak Pelosi pragramist bir siyasetçi değil. Ermenistan'da gözyaşı dökerken ciddiydi. Onu ağlatan şey, yüz yıl önce sönen yüz yıllık Büyük Ermenistan hayaliydi.
Kuva-yi Milliye sandığımızdan çok büyük işler yapmıştır. Bunu bilmemiz gerekiyor.
Atatürk’ün Ermeniler hakkında söylediği bu sözlerin anlamı daha iyi oturuyor şimdi.
“Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.”
REHAN GÜNDOĞMUŞ
(Alıntı)
10 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Photo
Tumblr media
GİTSİNLER Mİ? "Önce Ermeniler gitsin, İstanbul'u İstanbul yapan değerleriyle; Dolmabahçe Sarayı'nı, Çırağan'ı, Kuleli'yi, Selimiye Kışlası'nı, Malta Köşkü'nü, Beyazıt Kulesi'ni, Dünyanın hayranlıkla bakakaldığı mimarilerini de alıp gitsinler. Giderken Ermeniler, Güllü Agop'u, Ara Güler'i, Mıgırdıç Magrosyan'ı, Onno Tunç'u, Garo Mafyan'ı, Adile Naşit'i, Cem Karaca'yı da unutmasınlar. İpek puşularını, Potinlerini, Nacarlarını, Vodistlerini, Çilingirlerini, Çömleklerini, Bakırlarını da alsınlar yanlarına Ermeniler. Topiği, Kuzu kapamayı, Çılbırı, Ciğer bohçasını da alsınlar... Kürtler de gitsin Kilimlerini, keçelerini, İlmek ilmek dokudukları halılarını denk edip gitsinler. Yaşar Kemal'i, Ahmet Kaya'yı, Yılmaz Güney'i, Ahmed Arif'i, Aynur Doğan'ı sakın unutmasınlar. Cigerxun'u, Ahmede Xani'yi, Mem u Zin'i, Balıklı Gölü, Aynzeliha'yı, Surları, burçları Deliloyu, Halayı, Çaçanayı, Şemameyi de yanlarına alsınlar. Zazalar da gitsin "Homa zanu kafır kamu" diyerek. Süryaniler de terk etsinler bu toprakları Telkariyi, Basmayı, Nahit ustalarını, Dokumalarını, Dayr-ul Zaferan'ı da alsınlar yanlarına. Ha, Coşkun Sabah'ı da unutmasınlar! Rumlar da gitsin Giderken cumbalı ahşap evlerini, Arnavut kaldırımlarını, Ve Selanik türkülerini, O güzelim Rum meyhanelerini, Rakılarını, mezelerini de alıp gitsinler Rumlar. Bulgarlar da gitsin Şarkılarını, türkülerini "Ayletme Beni"yi, "Arda Boyları"nı, Akıtmalarını, Börek, çörek, bozalarını, Komik aksanlarını, Naim Süleymanoğlu'nu, Sabahattin Ali'yi unutmasınlar. Çerkesler de terk etmeli bu toprakları Ama terk ederken Türkan Şoray'ı, Nazım Hikmet'i, İsterlerse Çerkes Etem'i de götürsünler. Lazlar; Fıkralarını, Takalarını, Horonu, Hamsiyi, Muhlamayı, Hatta Kazım Koyuncu'yu da götürsünler. Romanlar toplasınlar sazlarını, darbukalarını, çadırlarını Alıp gitsinler Neşet Ertaş'ı, Adnan Şenses'i Engin hoşgörülerini, Hamam sefalarını... O mozaiğin bütün renkleri gitsin Kalsın siyah-beyaz. O aşure kazanının bütün çeşitleri yok olsun Kaynasın o bulamaç. Kalın bir başınıza Bir dağ kadar sessiz Bir çöl kadar ıssız Bir bulut kadar ağlamaklı Bozkırın ortasında tek başına açan bir çiçek, Yapayalnız bir ağaç gibi...  .............................alıntı-> tt.
14 notes · View notes
cagdasyatirim · 8 months
Text
BU YAZIYI OKUMADAN TÜRK MİLLETİNİN YAŞADIĞI BİRÇOK OLAYI ANLAYAMAZSINIZ.
ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi Ermenistan'daki sözde soykırım anıtı önünde göz yaşı döktü. Çoğu insan bunu Oscarlık performans olarak görüyor ama Pelosi rol yapmıyordu. Gerçekten çok üzgündü. Çünkü bunun çok esaslı bir gerekçesi vardı:
ABD ile Ermeniler arasındaki bağ çıkarların çok ötesinde duygusaldır. Çünkü arada sarsılmaz bir "inanç" bağı vardır.
Bu bağı bilmek için 1800'lere gitmek gerekiyor. Boston'a...
Son vereceğim bilgiyi şimdi vereyim. Çoğumuz Amerikan-Türk ilişkilerinin 1945'ten sonra başladığını bilir. Büyük bir yanılgıdır.
Sıkı durun: 1914 yılında, Osmanlı toprakları içerisinde tam 426 Amerikan MİSYONER okulunda 25 bin ÖĞRENCİ eğitim görüyordu.
Osmanlı'da yüzlerce Amerikan misyoner okulu... Binlerce öğrenci... Eğitim veren yüzlerce Amerikan misyoneri... Pahalı binalar, lüks eğitim materyalleri...
Bunun nasıl olduğunu bilmezsek Osmanlı'nın nasıl çöktüğünü de tam olarak anlayamayız. Ve Ermeni tehcirini de... Ve içimizdeki FETO vb. hain yapıların nasıl yeserdigini de!!!
Hikaye 1820 yılında başlıyor. Boston merkezli American Board of Commissioners for Foreign Missions teşkilatı, Pliny Fisk ve Levi Parsons isimli iki misyonerle Osmanlı topraklarında faaliyete girişiyor.
Bu çalışmalarda Mısır, Lübnan ve pek çok ortadoğu bölgesi inceleniyor.
İlerleyen yıllarda BOARD teşkilatı Osmanlı'nın pek çok bölgesinin İngiliz ve Fransız misyoner okulları tarafından sarıldığını fark ediyor. Haliyle el değmemiş yeni bir bölge ve yeni bir toplum bulmak için arayışa giriyorlar. Ve buluyorlar:
Gregoryen Ermeni toplumu!
Ermenilere yönelik ilk ciddi teşkilatlanma William Goodell tarafından 1831'de başlıyor. İncil Ermenice'ye çevriliyor.
Buraya dikkat etmek lazım. BOARD teşkilatı kendi dini inancını kendi dilinde sunmuyor. Toplumun dilinde sunuyor ki başarılı olsun. (Birileri anlıyor mudur)
BOARD teşkilatı daha sonra bulduğu hemen her Ermeni yerleşim yerinde teşkilatlanıyor. Hatta hızlarını alamayıp Nesturiler, Süryaniler, Yezidiler, Keldaniler ve Yakubiler'in de bulunduğu bölgelere yayılıp misyoner teşkilatlarını "okullar" aracılığıyla kuruyorlar.
Kurulan okullar son derece güzel binalardan, lüks eğitim materyallerinden oluşuyor. Osmanlı hükümetini ürkütmemek için sadece Ermeni ve bazı etnik kimliklere yönelik faaliyet güdülüyor.
Okullardaki eğitimciler elbette Hristiyan misyonerlerden oluşuyor.
Attıkları her adımı kayıt altına aldıkları için detaylara hakimiz:
İlk etapta Batı Trakya’da 6, Kıbrıs’ta 3, Museviler için 4, Batı Anadolu’da 227, Orta Anadolu’da 98, Doğu Anadolu’da 102, Suriye’de 59 ve Balkanlar’da 41 misyoner görevlendiriliyor.
Amerikalıların Osmanlı topraklarında bu kadar rahat ve başına buyruk hareket edilebilmesinin nedeni ise çok hazin: KAPİTÜLASYONLAR!
Osmanlı yönetimi 1830'larda ABD'ye pek çok kapitülasyon verdiği için BOARD'un faaliyetleri son derece serbest ve denetimsiz kalıyor.
BOARD teşkilatı dilediği misyoneri Osmanlı topraklarına sokuyor, örgütün mülk edinmesine ve toprak almasına karşı çıkmıyor. Hatta Türkler yabancı yayınları okuyamazken Amerikalılar 60 yılda onlarca kitap, makale vs basıp Ermenilere dağıtabiliyor.
Bu süreçte Protestan BOARD teşkilatlı, Osmanlı bünyesindeki Ermenileri hızla devşirmeye başlıyor. İyi eğitimli ve ABD destekli Ermeniler kısa süre içerisinde Türklerden çok daha nitelikli, eğitimli ve zengin hale geliyor. Toplumdaki sınıf farklı belirginleşiyor.
Osmanlı'nın gidişata uyanması 1878'deki Rus savaşı'yla gerçekleşiyor. Yani yaklaşık 58 yıl sonra. Peki bu nasıl oluyor?
Rus savaşıyla birlikte Osmanlı neredeyse çökme noktasına gelince, BOARD tarafından teşkilatlandırılan Ermeniler çok ciddi bir ayrılıkçı hareket başlatıyor.
Hatta Ermenilerin rolü dış güçleri o kadar iştahlandırıyor ki İngiliz ve Ruslar da bir yandan Ermenileri devşirebilmek için ABD ile rekabete giriyor.
Mesela Ruslar, barış antlaşmasında Doğu'daki vilayetlerde yaşayan Ermenilerin yönetimi için özel madde koyduruyor.
BOARD teşkilat o kadar kusursuz bir sistem kurmuş ki şaşmamak elde değil. Mesela misyoner okulu açmak istedikleri her bölgeye önce konsolosluk kurmak istiyorlar. Padişah kabul etmezse güç gösterisi yaparak zorla, kopara kopara konsolosluk tavizini alıyorlar.
Özellikle ABD iç savaşı sona erdikten sonra . İzmir, Çanakkale, Sakız, Yafa, Kandiye, Şam, Port Said, Lazkiye, İstanköy, Kudüs ve daha pek çok yerde Amerikan konsoloslukları açılıyor.
Konsoloslar sahip oldukları gücü, bölgede misyoner okulu kurulması için kullanıyor.
Hatta iş öyle bir noktaya varıyor ki nerede konsolosluk açılacağını BOARD teşkilatı ABD hükümetine söylüyor, hükümet de Osmanlı'ya dayatarak açtırıyor.
En çarpıcı hadise 1895'te Bitlis'te yaşanmış.
BOARD teşkilatı önce Bitlis, sonra Sivas'ta konsolosluk talep ediyor. Osmanlı bu talebi reddedince ABD yönetimi 1830 tarihli kapitülasyonları göstererek talebinde ısrar ediyor. (Bu arada kapitülasyonlara göre böyle bir hakları vardı)
Tam 9 yıl boyunca bu konuda diretmişler.
Düşünebiliyor musunuz, tam 9 yıl boyunca ısrarla talep etmişler ve neticesinde "C. E. Clark" isimli şahıs bölgeye atanmış. Bu arada Clark BOARD bünyesindeki bir misyonerdi. Okuldan ayrılıp göreve başladı.
Harput Amerikan Koleji'ne ayrıca değinmek lazım.
Harput Amerikan Koleji 1859'da kuruluyor ve çok başarılı faaliyet güdüyor. Kolejin diploma törenleri bile konsoloslukta yapılıyor.
1901 yılına gelindiğinde hazırlanan bir raporda bölgedeki Ermeni nüfusun %30'unun ABD'ye göç etmek istediği yazılı...
Robert Kolej de BOARD teşkilatı tarafından kurulmuştu. Kurucusu Cyrus Hamlin'di ama arazi ve inşaat işlerini finanse ettiği için Christoper Rhinelander Robert'in ismi verildi.
Arazi, Abdülaziz'in özel izniyle 60 bin dolara satın alındı. Teme atma töreni dualarla yapıldı.
Abdülaziz aslında ilk başta bu fikre sıcak bakmıyordu ama ABD filosunun komutanı Farragut İstanbul'a gelip devreye girince izin verildi.
ABD'nin böyle "diplomatik olmayan" askeri baskıyla kopardığı çok taviz vardır. Biraz sonra onları da ele alacağım. Şaşıracaksınız.
BOARD'un kurduğu bir başka önemli okul da 1871'de faaliyete başlayan İstanbul Amerikan Kız Koleji'dir. Bu okulun özelliği, müslümanların da eğitim görebilmesidir.
Bu okulda saray çevrelerinden pek çok ismin kızı da okuyordu.
Yine de bana göre BOARD'un Osmanlı sınırlarındaki en gözde okulu Merzifon Amerikan Koleji'dir. Çoğumuz Merzifon'un yerini bile bilmeyiz belki ama BOARD ta 1863'te bölgede tam teşekküllü okul kurmuştur.
Ermeni nüfusun örgütlenmesi ve protestanlaştırılmasının merkez üssüydü.
BOARD'un 1887'deki bir raporuna göre bölgedeki Türk okulları son derece yetersiz. Buna karşın BOARD okulları hem nitelikli hem de düşük ücretli.
Bu okullar ileride Merzifon Pontus Teşkilatı'nı kuracak.
BOARD teşkilatı 1820'den itibaren özellikle Anadolu'da adeta örümcek gibi ağ ördü.
1840'larda 12 okul,
1870'lerde 220 okul,
1900'lerde 417 okul,
1914'te ise 426 okul ve 25 bin öğrenci...
BOARD kayıtlarına göre 1879'da teşkilatın ekonomik hacmi 100 milyon dolar civarındaydı. 1914 yılına dek okulların ABD'den aldığı yardım 40 milyon dolardı.
Ermeni örgütlerin kurulması, onca isyan, terör, ayrılıkçı faaliyetler... Bunlar kendi kendine olmadı.
Mesela 1924 yılında yayımlanan bir BOARD raporu şöyle söylüyor:
Hristiyan öğretmenler… Hristiyan düşünce ve yaşam temelinde yatan prensipleri öğrencilere aktaracaktır. Böylece misyonerlik, Türk öğrencilerinin hayatına Hristiyan karakterini sokma fırsatına kavuşacaktır.
Robert Kolej’de okuyan ve ileride CHP Genel Sekreterliği görevine gelecek olan Kasım Gülek, o dönemde yaşadıklarını şöyle ifade etmiş:
Robert Kolej o zamanlar misyoner mektebiydi. Her gün İncil okuturlardı. Kiliseye götürürlerdi. Biz dindar insanız. Ben isyan ediyordum.
Yıllarca süren misyonerlik faaliyetlerinden sonra Ermeni nüfus Türk nüfusa bariz bir nitelik üstünlüğü yakaladı. Üstelik zihinsel ve düşünsel olarak da Osmanlı bağlarından koptu.
Amerikan okullarında Ermeniler dillerini ve tarihsel geleneklerini üstün tutmayı öğrendiler. Batının siyasal, toplumsal ve ekonomik ilerleme ideallerini tanıdılar. Etkin bir hoşnutsuzluk duymayı ve köylü komşularına kesin üstün duygusu beslemeyi elde ettiler.
Mesela 1895-1896 yıllarında yaşanan Ermeni olayları büyük oranda BOARD okullarında yeşermişti. Board misyoneri Henry O. Dwight'ın Boston'a gönderdiği raporda ABD ordusundan yardım istenmiştir
Bunu da ben söylemiyorum. Prof. Earle söylüyor.
ABD hükümeti 1900 yılında Kentucky isimli savaş gemisini İzmir’e gönderdi. Sultan 2. Abdülhamit, gelişme üzerine gemi yetkililerini İstanbul’a görüşmeye davet etti ve kısa süre sonra misyonerlerin uğradığı zararlar karşılandı.
İşler böyle yürüyordu.
Mesela 1904 yılında bazı Ermeni suçlular BOARD okullarından birine sığındı. Osmanlı buraya müdahale etmek isteyince İstanbul’daki Amerikan elçisi John. G. A. Leishman, Avrupa'da bulunan ABD donanmasından yardım istedi. Donanma gövde gösterisi yapınca Osmanlı geri adım attı.
En acısı ise 1909'daki Adana İsyanı sırasında yaşandı. Ermenilerin başlattığı isyana Osmanlı tarafından müdahale edilince ABD herhangi diplomatik açıklama yapmadan donanmayı Mersin limanına gönderip devleti alenen tehdit etti.
BOARD teşkilatı asıl hamlesini 1. Dünya Savaşı başlayınca yaptı. Osmanlı savaşa katılıp ordusunu Kafkasya'ya gönderince Anadolu'daki Ermenilerin bir bölümü ayaklanıp savunmasız Türk köylerine sistemli bir katliama girişti.
Burada Merzifon ve Antep okullarının rolü büyüktür.
Bunu da ben söylemiyorum. Atatürk söylüyor. Nutuk'un 557. sayfasında Merzifon Amerikan Koleji'nin Pontus devleti kurmak için nasıl çabaladığını anlatmış.
Bu katliamlar sonrasında devlet tehcir kararı alarak tehlikeyi savuşturmaya çalıştı.
Peki tüm bunlar olurken Osmanlı hiçbir şey yapmadı mı?
Bazı şeyler yaptı. Ama çok cılız ve etkisiz hamlelerdi. Okulların ruhsatlandırılması, misyonerlerden belge talep edilmesi ve Türk okullarının güçlendirilmesi gibi şeyler. Ama kıymetsiz.
Osmanlı'nın hamleleri 1869'da başlıyor ama etki etmiyor. Mesela Abdülhamit'e sunulan bir raporda 392 okuldan yalnızca 51'inin ruhsatlı olduğu bilgisi mevcut.
Devlet öyle zayıflamış ve ipleri kaptırmış ki, yürürlüğe koyduğu düzenlemeyi uygulamaktan aciz duruma düşmüş.
Bunları da ben söylemiyorum. 1891 ve 1894 tarihli Zühtü Paşa raporları, 1892 tarihli Mihran Boyacıyan raporu ve 1898 tarihli Şakir Paşa raporu durumun vehametini açık açık yazmış.
Özetle bölgelerin elden gittiğini yazıp Türk okulu açılmasını talep etmişler.
Özellikle Beyrut tamamen Osmanlı'ya yabancılaşmış. Memurlar dışında Türkçe bilen yokmuş. Beyrut'un İstanbul'dan çok Paris'e benzediği ifade edilmiş.
Hani birileri diyor ki İttihatçılar geldi Osmanlı çöktü diye. Palavra. Osmanlı'nın çöküşünün tarihi benim anlattıklarımdır.
Artık yavaş yavaş sadede gelelim.
BOARD, 1. Dünya Savaşı'yla birlikte Anadolu'da ABD güdümlü bir Büyük Ermenistan hayaline çok yakındı. Hele 1918'de Osmanlı tamamen çöküp işgale uğradıklarında her şey neredeyse hazır gibiydi.
Ama 1919'da bambaşka şeyler oldu.
Mustafa Kemal direnişi tam da BOARD'un hayallerinin üstünde başlattı. Sivas Kongresi toplandığında hayallerin sallantıda olduğu anlaşıldı.
ABD yönetimi bölgeye General Harbord yönetiminde bir komisyon göndererek Ermeni devletinin fizibilitesini ölçmek istedi.
Harbord Ermeni lobisi tarafından güdüme alınmış biri değildi. İstanbul'a geldiğinde kendisine Türk tercümanlar da alarak meseleyi dosdoğru anlamak için çabaladı. Hatta Sivas'ta bulunan Mustafa Kemal'in yanına uğrayıp onunla da görüştü.
O görüşme de çok ilginçtir.
Harbord anılarında Mustafa Kemal'in çok sinirli olduğunu ve öfkeden titrediğini yazmış. Fakat daha sonra sıtma nöbeti geçirdiği için halinin kötü olduğunu anlamış.
Görüşmenin neticesinde de Mustafa Kemal'e "Sizin yerinizde olsam ben de aynını yapardım" diyerek ayrılmış.
Harbord raporu Anadolu'daki direnişin güçlü olduğunu ve Büyük Ermenistan hayalinin çöktüğünü büyük oranda kabullenmiş.
Yani Mustafa Kemal devreye girerek BOARD'un 100 yıllık hayalini çöp haline getirmiş. Pelosi'nin göz yaşlarının nedeni...
Nitekim Harbord'un tahminleri doğru çıktı. Kuvayi Milliye önce Doğu'daki Ermeni işgalini akabinde Güneydeki Fransız ve Batı'daki İngiliz/Yunan işgalini püskürttü ve Anadolu'nun yeniden Türkleşmesini sağladı.
BOARD'un 100 yılda ektiği tohumları 3 yılda söküp attık.
Mustafa Kemal daha sonra Lozan'da son 300 yıllık Türk tarihinin bana göre en görkemli başarısını elde ederek kapitülasyonların tamamını kayıtsız şartsız kaldırdı.
Böylece BOARD'un kalıntıları Türk devletinin hakimiyeti altına alındı.
Savaştan sonra Anadolu'daki Rum ve Ermeni nüfusun azalması nedeniyle BOARD politika değiştirerek Türk nüfusun hedefleyip yeni bir girişim başlattı.
Fakat Atatürk 1924'te Eğitimde Birlik İnkılabı (Tehvid-i Tedrisat) yaparak tüm eğitim kurumlarını hakimiyet altına aldı.
Artık Osmanlı'nın kapitülasyon düzeni bitmişti. Tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlıydı. Okullar, öğretmenler, müfredat hatta okullardaki resimler ve büstler bile devletin mutlak denetimi altındaydı.
Cumhuriyet BOARD'un kalıntılarına göz açtırmadı.
Kemalist hükümet 1924, 1925 ve 1926 yıllarında çıkardığı genelgelerle yabancı okulların ilkokul düzeyinde eğitim vermesini yasakladı. Okullardaki Hristiyan Aziz tabloları ve büstleri kaldırıldı.
Hepsine Türk bayrağı ve Atatürk tablosu asıldı.
Mesela 1929 yılında Bursa'daki Kız Koleji'nin misyonerlik faaliyetine gizlice devam ettiği tespit edilince okul anında kapatıldı ve okuldaki misyoner öğretmen tutuklandı.
ABD elçisi J. Grew devreye girip yeni tavizler istese de boyunun ölçüsünü alması kısa sürdü.
Grew o kadar aciz duruma düşmüştü ki anılarında o dönemi şöyle yazmış:
Kapitülasyon günleri çoktan geride kalmıştı.
Sonuç olarak Kemalist hükümet okulların tamamını kontrol altına aldı. Zorunlu dersler getirdi. Kitaptaki konuları bile dizayn etti.
1930'ların sonuna gelindiğinde Türkiye genelinde sadece birkaç okulları kalmıştı ve orada da faaliyet sürdüremiyorlardı. BOARD rüyası bitmişti.
Amerikan misyoner teşkilatının Cumhuriyetle birlikte hezimete uğramasıyla Ermeni lobisi faaliyetini büyük oranda ABD'de sürdürdü ve sözde soykırım gündemi üzerinden kaybedilen toprakları geri almanın hayaliyle yaşadı.
Gelelim Pelosi'ye... Pelosi, 1958'de dini bir kız okulu olan Notre Dome Enstitüsü'nde okuyup akabinde yine Notre Dame de Namur Rahibeleri tarafından kurulan Trinity Kolej orijinli Trinity Washington Üniversitesi'nde eğitim gördü.
İlerleyen yıllarda Ermeni Ulusal Komitesi'yle (ANC) ciddi bağlar kurdu. Mesela 1997 yılında ANC üyesi Taline Sanasarian, Nancy Pelosi'yi "Amerikan Kongresi'de Ermeni meselelerine uzun süredir destek veren" kişi olarak tanıtıp bir de plaket verdi.
Pelosi 1997'deki toplantıda konuşma yapıp sözlerini "ABD Ermeni Soykırımı'nı resmi olarak tanımadan rahat edemeyiz" diyerek bitirdi.
Pelosi ilerleyen yıllarda Ermeni lobisinin de desteğiyle Temsilciler Meclisi başkanlığına getirildi.
Mesela 2007 yılında Ermeni lobisi tarafından hazırlanan bir raporda Pelosi'nin çabalarından özel olarak bahsedilmiş. "Pelosi'nin tüm çabalarına rağmen" denmiş.
Dediğim gibi Pelosi Ermeni Lobisi için sıradan bir isim değil. Gönülden destek veren ateşli bir savunucudur.
Yine lobi desteğiyle hazırlanan 2015 tarihli başka bir raporda Pelosi, Ermeni lobisinin meclisteki en güçlü destekçisi olarak tanımlanmış.
Nitekim Pelosi amacına 2021 yılında ulaştı ve Biden'ın sözde soykırımı tanımasını sağladı.
Sonuç olarak Pelosi pragramist bir siyasetçi değil. Ermenistan'da gözyaşı dökerken ciddiydi. Onu ağlatan şey, yüz yıl önce sönen yüz yıllık Büyük Ermenistan hayaliydi.
Kuva-yi Milliye sandığımızdan çok büyük işler yapmıştır. Bunu bilmemiz gerekiyor.
Atatürk’ün Ermeniler hakkında söylediği bu sözlerin anlamı daha iyi oturuyor şimdi.
“Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.”
Ah ATAM ahh! Senin vatan sevginin bir kısmına dahi sahip olmayanlar seni eleştiriyor ve Türk milleti sessizce izliyor. Gelde kahrolma!!!
Alıntıdır
4 notes · View notes
seslimeram · 2 years
Text
Her Gün Cürmün Kılınırken Hayat Ne Olacaktır
Tumblr media
Bir cerahatin orta yerine dönüşüyor koca menzil. İçinde barındırdıklarının hayatlarını açık bir biçimde gölgeleyen, zehir eden, hep her dem çürümeye terk eden bir devlet aksı bütün o mekanizması elinde hayat mefhumu bir cerahatin merkezi, esas kaynağına dönüşüyor. Hiçbir şeyin basite indirgenemeyeceği bir fasit döngü dahilinde yaşama eylemi çarçur ediliyor artık. Bir cerahatin kendisine dönüştürülürken menzil yaralar konuşturulmuyor. Yaraya sebep olanlar, adalet mefhumunda tek bir hesap vermiyor. Bütün büsbütün her an, her şey harap viran eylenirken, cerahatin tutsakları olanların var ettikleri gümbürtü ile sanki her şey normalmiş gibi devam olunuyor. Her şey olağanın dışındayken çok, uzunca bir zamandır çıkartılmışken hal de gidişat da yol da yordam da çürütülmüşken bir yeni yüzyıl bahsi ile her şeyin aşılacağı bildiriliyor. Oysa varılan yer cerahat. Oysa sürekliliği sağlama alınan tek şey cürüm, çürüme ve eksiltme halleri. Bir biyopolitik döngüye alenen dönüştürülen menzil varılan yer. Bir cerahat hattı üstünde yalpalaya yalpalaya devam ediyor bir ülke. Her günü cürmün kılınıyor.
Bir cerahatin ta kendisine dönüşüyor ülke, yüzsüzlüğü ele aldıkça, yüzleşmedikçe daimi bir katran karanlığının yolunda yürüyor bir ülke. Her şeyin o varılacak menzili çok daha içinden çıkılamayacak kadar derin bir labirent haline dönüştürüp, umudu, ümidi, hakkı ve tabi ki hukuku elden almak adına yinelenen bir meseller toplamı olduğu gözlerden bir hal bir biçimde çalınıyor. Yaşadığımız toprağın acılarla bunca dip dibe olmasının, kalmasının bir yüzünü de bu hallerin sürekliliği sağlıyor. Yüzleşmek yerine inkarla örülen yeni yollar sanki günler geçtikçe her şeyin daha rahatça sineye çekilebileceği sanrısında hayat bahsi un ufak ediliyor kesintisiz olarak. Hiçbir zaman basit kılınamayacak olan tahakküm, tehdit ve zorbalıklarla asır devirmiş olagelen bir yerde, açılan hangi yara, var edilmiş her hangi bir kötülük namına, adına tek satır bir öz eleştiri var edilebilmiş midir? Soykırımı hiç yok, olmadı diye bildirirken, sürgünleri laf kılarken, tertele / katliam / derdest etme hal ve toplamını olur öyle şeyler diye geçiştirebilen bir özneler birlikteliği, adı hemen hiç konulmamış bir mili / yerli ortaklık söz konusuyken hangi meseli neresinden anlatırsınız. Anlatırsınız ki anlaşılır kılınabilsin, vesselam.
Halkların Demokratik Partisi, Diyarbakır Milletvekili, Garo Paylan, varlık vergisinin 80. yılında meclise bir kanun teklifi iletir. Anka Haber Ajansından aktaralım: “"O Irkçı Varlık Vergisi Yasasını Kabul Ettiler: Bundan tam 80 yıl önce, 11 Kasım 1942 tarihinde, TBMM, Varlık Vergisi Kanunu’nu oy birliğiyle kabul etti. Bu Meclis kabul etti bu kanunu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin kara bir günüydü o gün. Elbette bir ülke çıkarabilir böyle bir kanun ama bu kanunun hedefinde azınlıklar vardı. Ermeniler, Süryaniler, Rumlar ve Yahudiler vardı ve bu kanunu çıkaran dönemin başbakanı da bunu itiraf etti. Dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu, 'Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Bu kanun sayesinde piyasaya egemen olan azınlık tüccar sınıfı ortadan kaldırılarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz' dedi, diyebildi. Açıkça ırkçı bir kanunla karşı karşıyaydı Türkiye Cumhuriyeti ve TBMM'nin bütün milletvekilleri, oybirliğiyle o ırkçı Varlık Vergisi Yasası'nı kabul ettiler.
Varlık Vergisi Kanunu’yla zaten kolu kanadı kırık Ermeniler, Süryaniler, Rumlar ve Yahudiler bir yıkım daha yaşadılar. 80 yılı öncesi tarihçilerin konusu değildir. Benim dedem bunu yaşadı. Benim akrabalarım bunu yaşadı. Malatya’da dedem zaten atası, dedesi yok edilmiş dedem, zor bela yıllarca çalışarak bir ev edindi, evlendi, çocukları oldu. Bir iş yeri oldu, bir dükkanı oldu. Çalıştı, zanaatkardı, ayakkabı üretiyordu gece gündüz çocuklarını idame ettirmek için, evini geçindirebilmek için.
Dedemin 10 lira varlığı varsa, Varlık Vergisi Kanunu’yla dedeme 50 lira Varlık Vergisi çıkarıldı. Varlığının beş misli Varlık Vergisi çıkarıldı. Neydi varlığı zaten? Bir evi, bir dükkanı, bir de ayakkabı üretmek için kullandığı alet edevat. Dedem bu vergiyi ödeyemedi. Varlığını satmaya çalıştı. Herkes varlığının onda bir fiyatını bile teklif etmedi. Sonuçta ne oldu? Dedem bu vergiyi ödeyemedi. Ödeyemediği için hacizlere karşı karşıya kaldı ve aldılar dedemi Aşkale’ye gönderdiler. Aşkale’de kar kürettiler, yetmedi, taş kırdırdılar. Geride kalan ailesi, benim babaannem ve babam, amcalarım, halalarım sefalet çektiler.
Şu anda Fenerbahçe Stadı’nın adı nedir? Ben de Fenerbahçeliyim ama ne zaman o stada gitsem, yüreğim sızlar. Çünkü dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’nun adı şu anda hâlâ Fenerbahçe Stadı’nın adıdır maalesef. Saraçoğlu ne diyor? ‘Vergilerin tespit ve ilanı için 15 gün koyduk. Bunu takiben de 15 gün içinde tahsil şartı koyduk’ diyor. Yani düşünebiliyor musunuz? Bir insanın varlığının misli misli üzerine vergi koyuyorsunuz ve bunu ‘15 gün içinde ödeyeceksiniz’ diyorsunuz. ‘Ödemezseniz, haciz getireceğiz’ diyorsunuz. Yine ödemezseniz ‘Aşkale’ye göndereceğiz, kar küreteceğiz, taş kırdıracağız’ diyorsun.
Varlık Vergisi Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ırkçı kanunudur ve bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti bununla yüzleşmemiştir. TBMM 80 yıl önce çıkardığı bu ırkçı yasa nedeniyle Ermenilerden, Rumlardan, Süryanilerden, Yahudilerden özür dilememiştir. Zararlarını tazmin etmemiştir. Ben bu amaçla, bir yasa teklifi verdim bugün. TBMM'ye sundum. TBMM, 80 yıl önce çıkardığı Varlık Vergisi Kanunu ile ilgili azınlıklardan özür dilesin diyorum yasa teklifinde. Aynı zamanda zararlarını tazmin etsin diyorum.
Geçmişi geri getiremeyiz ama geçmişle yüzleşir isek geçmişin yaralarını iyileştirebiliriz. Ama geçmişle yüzleşmezsek, aynı suçlar maalesef tekrarlar ki maalesef azınlık toplumlara karşı bu Varlık Vergisi Kanunu’nda sonra 6-7 Eylül 1955 Pogromu gibi daha pek çok ayrımcı uygulama maalesef uygulanmıştır. Fenerbahçe Stadı’nda hâlâ ismi olan Şükrü Saraçoğlu ne diyor? ‘Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten yararlanarak zengin olan azınlıklar bu meseleden kaçamazlar’ diyor. ‘Bu kanun, azınlıklara karşı kaçmaya çalışan bu meseleden kaçmaya çalışan azınlıklara karşı bütün şiddetiyle uygulanacaktır’ diyor. Türkiye'nin o zamanki nüfusu içinde azınlıklar yüzde 1 bile değildi. Ama Varlık Vergisi Kanunu’yla toplanan vergilerin yüzde 90’ını azınlıklar ödediler. Siz burada bir ayrımcılık görmüyor musunuz? Bırakın ayrımcılığı, ırkçılık görmüyor musunuz?
Bu ırkçılığı tüm milletvekilleri görmeli, o günlerde görmediler. Bu, Almanya'daki Yahudilere karşı uygulanan Nazi politikalarının Türkiye’deki tezahürüydü. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bu Nazi uygulamalarıyla mutlaka yüzleşmelidir, yüzleşebilmelidir. Yüzleşelim ki, iyileşelim…. Üzerinden 80 yıl geçti ama adalet için geç değil. Ben TBMM’yi bu ayıptan kurtulması için sorumluluğa davet ediyorum ve 80 yıl önce çıkarılan bu yasanın tazmin edilmesini ve bu yasanın sonuçlarıyla mağdur olanlardan özür dilenmesini talep ediyorum."”
Bir cerahatin orta yerine dönüşüyor menzil. Asırdır var edilenin yamacındaki hemen her türden kötülüğün, hesap vermezlik bahsinin ardında birike birike üretilenlerle beraberce kurduğu / güncellediği şeyin bir yok etme sürekliliği olduğu gözlerden kaçırılıyor. Bugün seksen koca yıl sonra unutturulmuş gibi yapılanın aslında her neye mahal verdiğini, basit bir biçimde dile getiriyor, siyaset bilimci Dr. Süheyla Yıldız: “Bir ulus devlet kuruluyor. Yapılan mübadelelerle birçok insan geliyor Türkiye’ye. Müslüman olan bu kişiler Türk olabilir ve Türk olarak kabul ediliyor. Ama Müslüman olmayan olamaz. Pratikte böyle. Anayasada herkese Türk dense bile Müslüman olan Türklüğe girebilir. Müslüman olmayan Türklüğe giremez. Ulus devlet bu şekilde kuruluyor. Bu sebeplerle azınlıklar kağıt üzerinde vatandaş olarak görülüyor. Hatta öyle ki o dönemde yürürlükte olan Memurin Kanuna göre azınlıklar memur olamıyorlar.”
Bir biçimde cerahat her nasıl, her ne şekilde var ediliyor bunu bilmek bile ağır geliyor artık. Kağıt üstünde yurttaşlığın var edildiği, gel gelelim her durumda, Dr. Süheyla Yıldız’ın Bianet’te de aktardığı gibi bariz bir biçimde ayrımın gündelik bir mefhuma dönüştürüldüğü yerde, suçların hesabını kim verir, verebilir? Yalnızlaştırılan, izole edilen, 1915 sonrasında kurulan cumhuriyet güncesi dahilinde, hayatta kalanlara da hayatta kaldıklarına pişman eden bir süreklilik ile Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, 20 Dolar 20 Kilo ve sonuncusu 1974 tarihli ‘36 Beyannamesi gibi türlü çeşit aksiyon / eylem / kararname ve yaptırımlarla devletin gölgesinin değimediği hiçbir yıkım var edilmedi. Edilemezdi. Gel gelelim, bütün bu cendere hali, hep içten içe çürüten, tükettikçe daha fazlasını talep eden bir kötülük sarmalına halklar feda edilmeye devam olundu. 1914’te nüfusun yüzden kırkını oluşturan gayrimüslimler bugün handiyse on binde dört gibi bir rakamla temsil ediliyor. Kaybedilenler, gasp edilen sadece meta, eşya değil bu ülkenin daimi bir biçimde yitirdiği şeyin insan / komşu / canın ta kendisi olduğunu anlamaya daha çok var mıdır? Garo Paylan’ın yıllardır savunduğu ve aksettirmeye çalıştığı yüzleşme haline daha çok var mıdır, nedir yani allasen?
Ruken Tuncel'in Bianet'teki haberini aktaralım: Bursa’nın Osmangazi ilçesinde bulunan Şehit Komando Er Ramazan Okur Ortaokulu’nda merdivenlere ırkçı yazılar yazıldı.
Bursa Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) yönetiminden Yusuf Özmen, “Ya Türkçe konuş, ya sus”, Türkçe’nin bir eksiği yok, ya sizin?”, “Türkçe ağzımızda ana sütü gibi helal olmalı” ve “Türkçe dilinize batmasın” gibi ırkçı yazıların yazıldığı merdivenin fotoğrafını sosyal medya hesabından paylaştı.
MA'nın haberine göre; Özmen paylaşımında “Bu resmi bugün Bursa'da bir okulun merdivenlerinde çektim. Aklıma 12 Eylül Diyarbakır Cezaevi’nde yazılı ‘Türkçe konuş çok konuş’ sloganı geldi. Bir sürü etnik unsurun bir arada yaşadığı bir yerde ‘Ya Türkçe konuş ya da sus’ demek en hafif tabirle faşizmdir” dedi.
Okul idaresiyle görüştüğünü belirten Özmen, kendisine “Ülkenin resmi dilinden niye gocunuyorsunuz?” şeklinde yanıt verildiğini aktardı.
Diyarbakır Barosu Kürtçe Dil Komisyonu ise; yazılan ırkçı yazılara tepki gösterdi.
Twitter’dan yapılan paylaşımda, “Bursa’da bir okulda, okul binasının iç merdivenlerine "Ya Türkçe konuş ya da sus" şeklinde yazılmıştır. Okul idaresinin bu eylem ve tutumu, Kürtçe ve diğer dillere yönelik ayrımcılıktır. İlgililer hakkında suç duyurusunda bulunacak ve konunun takipçisi olacağız” denildi.”
Bir cerahatin orta yerini arşınlıyor ülke. Sözün kifayetsiz kılınmasının evreleri her gün ama her gün yeniden biçimlendiriliyor. “Vatandaş Türkçe konuş!, 13 Ocak 1928'de Türkiye'deki hukuk öğrencilerinin başlattığı ve 1930'lar boyunca devam eden ve azınlıkların kendi dillerini konuşmalarını engellemeyi amaçlayan hükûmet destekli kampanyadır. "Vatandaş, Türkçe Konuş!" kampanyasının başlangıcından önce de Türkiye hükümeti tarafından Türkçe'nin halkın tek dili haline getirilmesi için birçok girişimde bulunulmuştur. 1924 yılındaki bir TBMM toplantısında, Türkçenin zorunlu dil haline getirilmesi ve Türkçe konuşmayanların para cezasını çarptırılmasını öneren bir yasa teklif edilmiştir. Millet Meclisi'ndeki tartışmalar sürerken, Bursa belediyesi ilk inisiyatifi ele aldı ve kamusal alanlarda Türkçe dışı bir dil konuşanlara para cezası vermeye başlamıştır. Bu uygulama 1 yıl sonra Balıkesir ve Bergama'da da uygulanmıştır. 1928'deki "Vatandaş Türkçe Konuş!" kampanyasında, vilayet valileri Türkçeyi anadili yaparak yabancı lehçelere sahip Türkleri Türk toplumuna dahil etmeyi teşvik eden hükümetin desteğini alarak ülke genelinde Türkçe konuşmayan insanları tutuklattırmaya başlamıştır.” Wikipedia’dan aktardığımız haliyle bir ülke genelinde konuşulan dillerin teke indirgenip, sadece başat, baştaki iktidar temsilinin suna geldiği, savunduğu dilin konuşturulmasının zorunlu / zaruri kılınmasının üstünden bunca zaman geçtikten sonra ol Bursa’da çıkagelen tehditkar / ayrımcı dil / eylem neyin nesidir! Her şeyin tekrara düştüğü bir zeminde onca zaman, bunca badire, sınama sonrası hala mı Türkçe tehdit altındadır, halen mi ötekilerin, bu toprakların kökünden olan anadiller sorun teşkil etmektedir, hala mı!
Bir cerahatin ta kendisine dönüştürülen bu yeni ülke titrinde halen yaralar konuşturulmuyor. Mevzu edilmesi gereken her şey, öne sürülüp de yüzleşme çağrılarına dair her teşebbüs daha en başından saf dışı ediliyor. Görülmeyen, duyulmayan, anılmayan, sorulmayan, sorulamayacak addedilen bahislerle hayat akışı toptan felç olunuyor. Ne cerahat tükeniyor, ne bitimsiz nefret. Ne ayrımcılık bitiyor, ne de hiçbir zaman yaftalama hevesinden vazgeçmek. Müşterek olanın talanı, ortalık yerde icrasına düşülen garabetlik hallerin toplamında bir cerahatin tam ortasına denk geliyor yenilendiği zikredilen ülke, bu ülke. Topyekun dönüşümü, nihai teslimiyet üstünden biçimlendirmeye her zamankinden çarçabuk adapte olunan, her şeyin ama en başta da hak ve adalet bahisleri ile insanlık mefhumunun çürümeye rehin edildiği bir uzamda biz ne dersek diyelim o karanlık, bu toplu göçertme şu ülkeyi olduğundan da betere yollamaya yetiyor da artıyor. Her gün cürmün kılınırken hayat her ne hale konulacaktır. Bugün bu hallerin şu kötülük temsillerinin kılınırken, yarına çıkacak olan yerin meselesi her neye tekabül edecektir, düşünür müydünüz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Rıfat BALİ Özel Arşivi v/ Agos Gazetesi
1934 Yazında İzmir: ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ - Aleksandros LABRU – Agos
2 notes · View notes
hetesiya · 15 days
Text
Mahmut Uzun | Yüzyılın başlarında kurulan, kurdurulan barbar "TC" devleti 1915 öncesi ve sonrası gerçeklestirilen soykırımlar üzerine kurulmuş bir… | Instagram
instagram
Yüzyılın başlarında kurulan, kurdurulan barbar "TC" devleti 1915 öncesi ve sonrası
gerçeklestirilen soykırımlar üzerine
kurulmuş bir
devlettir.
"Dış güçler"den çok Anadolu'daki halklara, azınlıklara karşı savaşmış ve katliamlar yaparak kendini meşrulaştırmıştır..
Asıl düşmanları Ermeniler, Yunanlar, Süryaniler,
Yezidiler ve bugün de kürtler olmuştur...
1921'de kurulduğunda Kürtleri ve Alevileri yanına çekmiş, kandırmış, bugünde onları yok etmek istiyor...
Bu devletin kurucu partisi CHP bu insanlık suçun tek sorumlusudur...
... kendi geçmisiyle hesaplaşmayan devlet ve bu parti savunucuları tüm bu tarihin suç ortaklarısınız...
Mahmut Uzun
0 notes
arguntc · 1 month
Text
Ahlat nerede, hangi ilde? Kabine toplantısının gerçekleşeceği Ahlat hakkında bilgiler
Cumhurbaşkanlığı Kabinesi, 25 Ağustos günü yapılacak. Toplantının adresi ise bir ilk olma niteliği taşıyor. Kabine ilk kez Ahlat’ta bir araya gelecek. Peki, Ahlat nerede, hangi ilde? Kabine toplantısının gerçekleşeceği Ahlat hakkında bilgileri derledik. Şehrin en eski sakinleri olan Urartular buraya “Halads” derken, Türkler ve İranlılar “Ahlat”, Kürtler “Xelat”, Ermeniler “Şaleat”, Süryaniler…
0 notes
besinhaberajansi · 1 year
Text
SÜRYANİ MÜZİĞİ ÜZERİNE YAPILMIŞ EN İYİ İKİ ALBÜM: “SÜRYANİLER 1, 2”
http://dlvr.it/SryDDc
0 notes
isvicreninsesi · 1 year
Text
Aargau Alevi Derneği'nde seçim toplantısı: Oylar Yeşil Sol'a
Tumblr media
AARGAU- Aargau Alevi derneğinde seçim toplantısı düzenlendi. Toplantıda Yeşil Sol Parti’ye oy çağrısında bulunuldu. İsviçre’de Cumartesi gününden itibaren seçmenler sandık başına gitmeye başladı. 9 gün boyunca sabah 09.00 ile akşam 21.00 saatleri arasında oy kullanacak. İsviçre Yeşil Sol Parti Seçim Koordinasyonu çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. Ev ve esnaf ziyaretleri kesintisiz devam ederken Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerinin ortak organize ettikleri halk toplantıları da devam ediyor. Bu kapsamda Aargau kantonuna bağlı Windisch kentinde bulunan Aargau Alevi Derneği'nde bir halk toplantısı gerçekleştirildi. Toplantıya Aargau Alevi yöneticilerinin yanı sıra Turgi Süryani Derneği yöneticileri, Aarau Demokratik Kürt Toplum Merkezinin eşsözcüsü ile HDP eski Milletvekili Besime Konca katıldı. SÜRYANİLER YEŞİL SOL’A OY VERECEK Toplantıda ilk olarak Windisch Alevi Derneği yöneticisi Mustafa Kaya konuştu. Seçimlere az bir süre kaldığına vurgu Kaya, "Bütün canları sandığa taşıyacağız. Cumhurbaşkanlık seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu’na, milletvekili seçimlerinde ise Yeşil Sol Parti'ye oyumuzu kullanacağız. Üyelerimiz, canlarımız bu konuda oldukça bilinçlidir. Demokratik bir ülke için bunu yapmalıyız" dedi. Turgi Süryani Derneği yöneticisi Cebrail Steyfo da farklı inançların, kimliklerin bir araya gelip ortak bir amaç için çalışmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Steyfo, “Biz Süryaniler olarak bu seçimde oyumuzu Yeşil Sol’a vereceğiz. Tabii ki bütün Süryaniler adına konuşamam ama Turgi’deki derneğimize üye olanlar adına bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Eğer birlik olursak mutlaka kazanacağız” dedi. 'SANDIĞA GİDENLER KAZANACAK' Aarau Demokratik Kürt Toplum Merkezi Eş Sözcüsü Seda Can, İsviçre’de sandık başına gidecek olanların kazanacağını dile getirdi. Can, “Seçime az bir zaman kaldı. Seçime yönelik hazırlıklarımız kesintisiz sürüyor. Bugün de Alevi canlarımızla beraberiz. Farklı kimliklerin bir arada olması umudumuzu büyütüyor. Birlikte kazanacağız. 2018'de seçime katılım çok azdı. Bu seçimi sandığa gidecekler kazanacak. Sadece kendimizi değil tanıdığını, selam verdiğiniz insanı ikna edip, onu sandığa götürenler kazanacak. Üzerimize büyük bir sorumluluk düşüyor. Bunu yerine getirmek zorundayız” diye konuştu. 'BU SİSTEMİ YENMEK İÇİN HERKES SANDIĞA GİTMELİ' HDP eski Milletvekili Besime Konca, depremde yaşamını yitirenleri andı. Konca, "Dayanışma ile her güçlüğün üstesinden geleceğiz. Nasıl ki depremin yaralarını sarmak için gerek Alevi kurumlarımız, gerek Kürt Toplum Merkezlerimiz ve gerekse de köy derneklerimiz ciddi bir dayanışma gösterdiler, inanıyorum ki bu seçimde de aynı dayanışmayı göstereceğiz” dedi. Konca, "Biz 2018 seçimlerinde İsviçre’de birinci parti olarak çıktık. Ancak İsviçre'de yaşayan her 2 seçmenden biri sandığa gitmemiş. Bunun için biz insanlara ulaşarak sandığa taşımalıyız. Hedefimiz geçen seçimde aldığımız oy sayısını ikiye katlamak olmalıdır. Herkes akrabasını, komşusunu alıp gelmelidir. Bu noktada cemevlerimiz, dergahlarımız, Toplum Merkezlerimiz, derneklerimize büyük bir görev düşüyor. Ben inanıyorum ki bu ceberut sistemin gitmesi için herkes çalışacak” dedi. Read the full article
0 notes
dipnotski · 1 year
Text
Kolektif – Süryaniler (2023)
Orta Doğu’nun kadim Hristiyan cemaatlerinden Süryaniler, günümüzün alışılageldik Hristiyanlığına alternatif duruşları ve kendilerine has dinî gelenekleriyle, kurumsallaştığı 6. yüzyıldan günümüze dek kimliklerini korumayı başardılar. Süryaniliğin zamana direnişi ve canlı bir gelenek olmayı sürdürmesinin arkasında cemaatin kendi dillerini kullanarak tesis ettikleri dinî ve edebi literatür büyük…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
Photo
Tumblr media
Shiluh Manastır 🍷 Sipariş için DM veya Whatsapp 0537 397 2468 #süryanişarabı #şarap #süryani #süryaniler #şarapkeyfi #şarapseverler #şarapevi #şarapkültürü #kırmızışarap #sıcakşarap #beyazşarap #shiluh #wine #winelover #winetime #winenight #izmir #istanbul #ankara #daraantikkent #gapturu #tekirdağ #trakya #adana #mersin #bursa #moment #picoftheday #photooftheday #mardinsokakları (Ömür Süryani Şarap Evi) https://www.instagram.com/p/CpxuMpQNnxD/?igshid=NGJjMDIxMWI=
1 note · View note
falcibaba · 2 years
Text
Süryani Büyüsü
Süryani Büyüsü Nedir?
Süryani büyüsü; büyülerin büyüsü olarak anılan bir büyü çeşidi olmakta ve büyünün gerçek isminin Süryani dilinde yazılmış olmasından dolayı bu ismi almıştır. Yazımızda büyülerin büyüsü olarak adlandırılan bir büyüden bahsedeceğiz. Bu büyünün adı Süryanice Süryani büyüsü yazdılığından dolayı halk arasında Süryani büyüsü olarak adlandırılmaktadır. En etkili büyü çeşitlerinden birisi olan,Bu büyü  inanışa göre etkili birisi tarafındna yapıldığı zaman istenilen etkiyi çok kısa sürede göstermektedir. Fakat islam dinindeki inanışa göre büyüdeki isteklerin şeytan ve tayfasından istendiği ve şeytanla yapılabilecek her türlü iş birliğinin, yardım çağrısının günah olduğunu bilerek bu yazımızı okumaya devam etmelisiniz. Bu büyü kişinin evde kendi başına yapması yeterli olan bir büyü çeşidi değildir. Bunun nedeni çok etkili bir büyü olmasından kaynaklanmaktadır. Çok eski zamanlardan beri kullanılan Bu büyü günümüzde dahi büyü konusuyla ilgilenen kişilerin takip ettiği ve merak ettiği büyüler arasında yer almaktadır. Çok eski zamanlardan beri bilinen Süryani Büyüsünün büyünün takipçisi olan kişilere göre irfan sahibi olan kişiler tarafından tespit edildiği düşünülmektedir. Bu büyü tek bir büyü çeşidi değildir ve geniş bir çerçevede ele alınacağından dolayı farklı kollara ayrılmıştır. Süryani büyüsünü tercih edenlerin ilk amaçları karşıdakinin sevgisini kazanmak ve kişinin birisine bağlanıp ondan başkasını gözün görmemesini sağlamaktır. Süryani büyüsünün evli olan çiftlerden birisinin başka birisine evli olmasına rağmen aşık olup, evi terketmek istemesi durumunda da yapılmak istendiği durumlar yaşanmıştır.
Süryani Büyüsü Nasıl Yapılır?
Büyü konusunda inancı olan kişilerin yapmış oldukları yorumlar incelendiğinde Bu büyünün çok farklı dallara ayrıldığı ve bu yüzden ona büyülerin büyüsü adı verildiği anlaşılmaktadır. Fakat Bu büyünün konusundaki araştırmalarımız devam ettiğinde etkili olduğu düşünülen büyü çeşidinin inanışa göre güvenilir, konusunda uzman kişilerce yapılması gerekmektedir. Örneğin bir kadın kocasını eve bağlamak, ayağını dışarıdaki kadınlardan kesmek, bir erkek bir kızı kendine aşık edip bağalayabilmek için Süryani Büyüsü nasıl yapılır konulu araştırmalar yapabilmektedir. Orta Doğu'da yer alan en eski toplumlardan birisi olan Süryaniler İslam coğrafyası üzerinde bulunmalarına rağmen farklı bir dine mesup toplumdur. Süryanilerin kökünün çok eskilere dayanıyor olması ve büyücülüğün de tarihinin çok eskilere dayanıyor olması nedeniyle bahsettiğimiz dönemde de büyücülüğe karşı önemli bir inanış olması nedeniyle Süryanilerin büyü konusunda gelişmiş bir toplum olduklarına inanılmaktadır. Süryani rahipleri Süryanilerin inandıkları din konusunda hizmet verdikleri kadar büyü konusunda da o dönemlerde halkın isteklerine karşılık vermeye çalışmaktadırlar. Eski yazılar incelendiğinde uzmanların Süryanice metinlerdeki yazı karakterlerinde dini motiflerin yer Süryani büyüsü aldığını düşünmektedirler. Süryanilerin yazdıkları yazıdaki dini motiflerin uzmanlar tarafından büyü yazıları olduğu yönünde düşünceler yoğunlaşmaktadır. Günümüze kadar gelen bu düşünce nedeniyle Süryani Büyüsü adı verilen büyü çeşitleri ortaya çıkmış ve bu konuda meraklı olan insanlar tarafından Bu büyü nasıl yapılır sorusunun cevabı aranır olmuştur. Süryanilerin çok eski yıllarda dinlerini temsil eden papazlarını çok önemsedikleri ve bu papazların günlük hayatlarında dahi yapmış oldukları çok basit bir hareket bile büyüsel bir hareket olarak algılanmıştır. Papazlar tarafından yapılan ufak hareketlerin dahi büyü konusunda bir anlam ifade edildiğinin düşünülmesini dışarıdan bakıldığında yanlış olduğunu görmek zor olmayacaktır. Fakat bu yanlış düşünce bile halk arasında günümüze kadar Süryani Büyüsü adlı büyünün haricinde Papaz Büyüsü isimli büyünün dahi oluşturulmuş olmasına neden olmuştur. Papaz büyüsünün isim doğuşu böyle olsa da papaz büyüsünün sadece bir isim takma olduğu unutulmamalı ve inanışa göre papaz olmayan kişiler tarafından da yapılabildiği düşünülmektedir. Süryani büyüsü kaç günde etki eder? En fazla 15 gün için bu Büyü etkileri göstermelidir. Read the full article
0 notes
kanalmalatya · 3 years
Text
SÜRYANİLER, PASKALYA BAYRAMI AYİNİNDE KORONAVİRÜS İÇİN DUA ETTİ
SÜRYANİLER, PASKALYA BAYRAMI AYİNİNDE KORONAVİRÜS İÇİN DUA ETTİ
MARDİN’in Midyat ilçesinde, Süryaniler Paskalya Bayramı nedeniyle düzenlenen ayinde, koronavirüs salgınının bitmesi için dua etti. Süryaniler Paskalya Bayramı’nı, Midyat ilçesindeki Mor Barsavmo Kilisesi’nde düzenlenen ayinle kutladı. Sabahın erken saatlerinde ailece kiliseye gelen Süryaniler, çocuklarıyla kilise girişinde mum yakarak dua etti. Papaz İshak Ergün’ün yönettiği ayinde, Süryaniler…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
sahrahaber · 4 years
Text
Tumblr media
Dünya Süryaniler Konseyi: Sevr Antlaşması 100 yıl önce öldü https://sahrahaber.com/dunya-suryaniler-konseyi-sevr-antlasmasi-100-yil-once-oldu/?utm_source=dlvr.it&utm_medium=tumblr
0 notes