Tumgik
#soğuk kahve istedi
lemonsherbett · 2 years
Text
Kardeşim ayda yılda benden bir şey istiyor ve o yüzden yapmak istiyorum hizlica
2 notes · View notes
cirkinkurbagaprenses · 8 months
Text
Tumblr media Tumblr media
GÜNLÜK 💁🏻‍♀️
Dün mütüş bir gündü gerçekten 00.30-01.00 gibi yatıp 03.00 te kalktım🥲 167 lik boyuyla siniri ve gerginliği tepesine hızlı çıkan babamla 4 saatlik yol çektim. Yol boyunca arkadaşının birinden yediği kazığı anlattı🥲 Sabahın 08.00 inde Tokata gelip arabadaki kırılacak eşyaları eve taşıdık. Ev sahibini arayabilmek için saatin insani sayılara gelmesini beklerken kahvaltı ettik ve babamın uzun arayışları sonucu ev sahibine ulaşıp abonelikleri açtırmak için yola çıktık. Doğal gazda fos çıktı çünkü önceki oturanlar aboneliği iptal etmemiş🥲 Sonra elektriğe gidip uzun ve yine bir takım sıkıntılarla elektriği açtırdık. Her şey müko ilerliyor tabii🥲 Sonrasında bana ve kardeşime çalışma masası ve ev için vestiyer almak için ikinci el eşyacıları gezmeye başladık. Benim için masalar tamam olsada yanımızda gelen bir akrabamız beğenmedi🥲 Neyse mütüş sorun çözücü kişiliğimle bi telefonla kardeşimin masa işini çözdüm ama benim halen yok🥲 Sonrasında üniversiteye geçip hocaların katında yemek yedim benim için tarihi bir andı çünkü gariban öğrenci katından yukarı ilk defa çıkıyordum. Sonrasında büyük ısrarlar sonucu babamı bizim fakültede (ilahiyat fakültesi) namaz kılmaya ikna ettim. Tabii babam mütüş sosyal kişiliğiyle karşılaştığımız bazı hocalarıma hayat hikayesini anlatmaya başladı🥲 Okuldan çıkıp en yakın arkadaşımı alıp ev için erzak alışverişine gidip babamı beni o kadar strese soktuğu için batırıp üstüne bir de laf soktum çünkü neden sokmayım😏 Sonra babam erzakları ve bizi yeni evimize bırakıp memlekete geri döndü. Tabii benim o sırada bi kaç gündür çektiğim boğaz kuruluğuyla beraber hastalığım nüks etmeye başladı. Bi kaç saat canım kankamla evdeki taşıyabileceğimiz şeyleri taşıyıp çooook tatlı sohbetten sonra ırmak kenarında kahve içmeye gittik. Tabii benim hastalık git gide ilerlemeye devam ediyor. Evde bi miktar sıkıntılar olduğu için ev sahibine ulaşmaya çalışıyorum bi yandan da. Biz kahveleri içtik kalkıyoruz. Kardeşimle annem memleketten sonunda geldi. Tam eve çıkıyoruz. Ev sahibi arıyor ustalar geldi diye. Ustalar işe girişti. Tam o sırada nakliye aracı geldi🥲 Ustalarda eksik bi parça var onu istiyor. En yakın arkadaşım onu almaya, ben ve kardeşim eşyaları taşımaya gittik. Anneciğimde ustaların başında bekliyor. O kadar uğraş sonucu eşyaları taşıdık. Ustalar gitti. Bende babamdan aldığım mütüş genlerimle onun yokluğunu hissettirmemek için herkesi gerdim. Ben hastalıktan yıkılıyorum. En yakın arkadaşımı evine bırakmaya gittik kardeşimle. Annemde evi düzenlemeye başladı. En yakın arkadaşımda akşamı kılıp çıktıktan sonra kardeşimle yemek yedik tabii her yerde hastalıktan limon istiyorum. Limon yaralarımı saracak beni iyileştirecek çünkü😌 Eve döndük ben ölüyorum hastalıktan artık devrilmek istiyorum. Ama sevgili ev sahibimiz bazanın döşeğini göndermedi🥲 Neyse fedakar anacığım koltukta bende memleketten getirdiğim yatağa kardeşimde evde bulunan çift kişilik yatağa devrildi çok fedakardır çünkü😒 Bu duş almak istedi bi baktık kombi elektriğe bağlanmamış🥲 Soğuk duş alarak cezasını çekti. Bugün oldu ben hala yatıyorum. Üstüne annemde hastalandı o da yatıyor. Kardeşimde kombi işini çözdü. Ve hala döşeğimiz yok sevgili ev sahibime saygılar. Sabah durumu anlatıp mesaj attığımda bana günaydın yazdığı içinde ayrı bir teşekkür ediyorum😒
15 notes · View notes
hakan34l · 2 years
Text
Seks hikaye
Bir gün eşimle alışverişe çıkmaya karar verdik hafta sonuydu yakınlardaki avm ye gittik tek tek katları gezdik mağazaların önünden geçip beğendiği bişey olduğunda girip göz atıyor deniyorduk bi mağazada ayakkabı bakmaya girdik üzerinde minik göbeği ve dekoltesi açık bi elbise ve mini si vardı deneme koktuğuna oturdu ona beğendiği ayakkabıyı denetiyordum olmayınca mağazada ki çocuktan başka bir numarasını istedik bende kalkıp diper modellere bakıyordum çocukda ayakkabıyı direk getirip kendi denetmeye çalıştı bizim hatunda izin verince o ara aralanan etekten çocuk mest oldu ki daha çok ilgilenmeye başladı bizimkide hiç bozmadı kendini bense farkedip seyretmeye koyulmuştum eşimde bundan hoşlanmış olucakki uzatıyordu başka model başka renk başka numaralar soruyordu ben haberim yokmuş gibi devam etmeye oyalanmaya çalıştım neyse o gün alışverişimizi yaptık yemeğimizide yedik ve eve döndük biraz daha oturduk tv izledik çay içtik eşimde her zamanki gibi telefon elinde oturdu bi ara sırıtıp durdu neyse yatmıştık artık ama sıcaktan uyuyamıyordum eşimde oturuyodu bi ara kalktı oturma odasına gitti öyle oyalandık 1 saat sonra geldi yattı o uyududa ben hala debeleniyordum neyse kalktım bi soğuk suyla serinlemek istedim sonra eşimin telefonuna bakmak istedim kurcalarken ve yazışmalar gördüm çocukla sosyal medyadan takipleşmişler ve bir sürü resim beğenip eşime iltifat etmiş göğüslerinden filan bahsetmiş ve bacak arasını farkettiğini ve tangasını ne kadar çok beğendiğini anlatmış bizimkide gülmüş naza çekmiş kendini ve kahve içmek için sözleşmişler bende eşimin hesabını kendi telefonumda açıp takip etmeye başladım ertesi gün ben işteyken başladılar yazışmaya dışarı çıkıp sakin bi restoran da oturup kahve içmeye gittiler tabi ben okurken deliriyorum hem sinirleniyorum hemde içimde ki heycana kalp atışlarıma dur diyemiyordum izin alıp erken kaçtım olanları uzaktan görmek istedim ve adım adım uzaktan izlemeye başladım eşim baya yine cüretkar giyinmiş yan yana oturmuşlar üstelik bir ara çocuk eliyle bişiler yapıyordu
Belliki eşimin eteğinden içeri elini atıp kurcalıyordu eşimde kafede rahatsız oldu ki kalktılar yine yanyana sohbet ederek bize gittiklerini farkettim ve peşlerinden bende gidiyordum bizim eve çıktılar bende peşlerinden belli etmeden çok sessiz girmem gerekiyordu telefonu filan sessize aldım kapı önünde sevişmeye başladılar ben heycanlandım bi yandan terlemiştim içeri giremiyordum kapı ağzında sevişiyolardı sesler biraz geri çekildi sanırım oturma odasındalardı hala ne olduğunu göremiyordum kapıyı açsam tam karşıya denk geliyo imkansız mecbur beklemek zorundaydım çıldırıyorum görmek istiyordum sonunda yatak odasına yöneldiler kapı önünden geçtiler yeterince heycandan terlemiştim artık içeri girip izlemeliydim çok dikkatli ve sessiz bişekilde girmeye çalıştım ayakbılarımı herşeyimi balkona saklayıverdim doğru odanın kapısına eşim soyunmuş dolgun göğüslerini yediriyordu kucağına çıkmış aletinde üstüne oturmuş bile ama nasıl kendinden geçmiş ben bile delirdim o halinden sırtı bana dönüktü o alet amını nasıl yarıyordu öyle bi an gidip götünden de ben girmek istedim o kadar delirdim ama bunu yapamazdım çocuk eşimi altına aldı amını sömürmeye başladı parmaklarken sonra birden daldı içine ve yavaş yavaş sikmeye başladı hem öpüşüyolar hemde sikişiyolardı eşim sik erkeğin doldur amımı diye inliyordu biraz böyle sikiştiler sonra eşimi domaltıp devam etmeye başladı göğüslerini aldı avuç arasına yoğuruyordu onlardan destek alıp sikmeye devam ediyodu o kalçadan çıkan sesler neredeyse beni boşaltacaktı 10 dakika sonra çocuk eşimin ağzına verdi eşim iştahla emiyordu sakso çekerek çocuk diğer arkadaşına onu anlattığını onunda gözünün eşim de kaldığını anlatıyordu bizimkinin gözleri parlıyordu içlendi şimdi iki tane yarrağın altında olmak vardı diye çocuk onunda sikmek istediğini söyledi müsade istedi bizimki bakarız eklesin konuşalım hoşuma giderse diye tembihledi çocuk geldiğini söyledi göğüslerine boşalmak istiyorum dedi eşimde izin verdi o sıra çocukda eşimi okşuyordu bizimkide bışalacaktı çocuğun dölleri eşimin o güzel memelerine fışkırıyordu bizimki döl görünce deliriyo oda iştahla inleyerek boşaldı bi süre öpüştüler birbirlerini yaladılar sonra çocuk ben gideyim daha işe gidicem diyip kalktı gitti bende eşim duşa girince çıktım evden sessizce akşamda acısını çıkarttım tabi.
28 notes · View notes
musfika-hanim · 2 years
Text
Küçük kızçenin canı kurabiye istedi akşam, ablası valla ben çok yorgunum yapamam dedi, sonra tutturdu ben yaparım diye. Margarin kalmamış evde dedik ben alırım dedi, bu saatte yalnız yollayamam seni markete dedim hava kararmadı ki daha dedi :) sonra googledan margarinsiz bir tarif buldu, bütün malzemeleri oturma odasına getirdi, karıştırdı, kendi yoğurdu, arada sorularına cevap verdim, yönlendirdim derken bir tepsi kurabiyeyi yalnız başına yaptı. Bu da kendi için hazırladığı soğuk kahve ve kurabiye :) boğa burcu işte, yemek diyince engel yok maharet çok 💃
Tumblr media Tumblr media
30 notes · View notes
tarifsizbiri · 6 months
Text
Gün3
Nasıl geçiyor zaman böyle... Hoş senin yanında daha da hızlıydı, telaşlı ve mutlu bi saat gibiydik.
Bugün uzun zaman sonra ilk kez bi yere geç kaldım, öfkeyle kalktım, kaldırıldım, hatta sen de geç kaldın diye bağırdım, dedim niye bu kadar öfkelendim. Sonra sakin, benden beklenmeyecek şekilde sakin, hazırlandım. Ne olabilirdi ki artık, hayatı aceleyle takip ettim de ne oldu diye düşündüm 1dk dolunca.
Baya yavaş yürüdüm bugün metroya. Okula baya geç geldim, sana yazma isteğini bastırmak çok zordu çünkü bugün benim ben olduğum Bi gün. Derse girmeden gördüm veda mesajını. Sendeki beni öldürmüş olmam canımı acıttı, bi şeyleri açıklamak istedim ama yorgunsun, yorgunum. Sus dedim, bunu sen istedin, öldüm mü diye kendime bakıp durma.
Ders sakindi, bi kaç katkı sağladım, hoca öpmek istedi gene. Hocayla biraz yürüdük anlam ve benlik üzerine konuştu. Senin mekandan kahve aldım.
Şimdi çıktım okuldan, biriyle buluşacaktım, bu durumları anlayacak biri olmadı. Hikmet le buluşmaya gidiyorum. Anlatmam lazım.
Ev dediğim dört duvara hala soğuk ve mesafeliyim. Heyecan senle olan gibi değil. Alışkanlık.
0 notes
oluruvar · 2 years
Text
Canım buzlu buzlu soğuk kahve istedi bi de sahuru bekliyorum gibi hissediyorum
11 notes · View notes
nesrin-c · 3 years
Text
Tumblr media
Benim Ülkem Babamdır
Bahçede çocuklarla oynayan babama dedim ki bir gün, “çocukların en iyi oyun arkadaşı sensin babacığım.” Gülümsedi babam. Mutlu olduğunda “dostum” derdi bana, üzüldüğünde ya da kızdığında ise “serseri!” “Ben çocuklara sevmeyi öğretiyorum dostum” dedi, “yanaklarımı okşadıklarında, bir kediye, bir köpeğe, bir kuşa nasıl davranmaları gerektiğini anlıyorlar; can yakmadan, incitmeden, incelikle sevmeyi öğreniyorlar.” Babam yalnızca benim babam değil, çocukların, hayvanların, hatta tabiat ananın babasıydı.
Baharatlarla yarenlik ederdi babam. Kekik toplamaya giderdi dağlara. Topladığı kekikleri koklardık beraber. Babamla bir avuç dolusu kekik koklayabildiğim için şanslı hissediyorum kendimi. Kaç çocuğa nasip olur ki böyle bir mutluluk…
Kimsenin bilmediği baharatların kerametlerini bilirdi babam. Başım ağrıdığında mercanköşk yağıyla masaj yapardı başıma. Üşüdüğümde yenibahar katardı demlediği çaya ve pişirdiği çorbaya. İçim ısınırdı bir anda. İştahsızsam muşkat olurdu ilacım, karnım ağrıyorsa mahlep. Domatesli makarnaya kişniş katardı mutlaka. “Her baharatta bir duygu saklıdır” derdi. “Baharatlar bereketidir aşların ve ilacıdır hastalıkların. Ama şunu unutma, sevginin de bereketi ve ilacıdır.” Ben anlam veremedim pek bu sözlere. Şimdilerde anlıyorum ki, sarıldığım eşim fesleğen kokuyormuş meğer, öpüp kokladığım kızımda rezene tazeliği, ben daha çocukken solup da gidiveren annemde reyhan zarifliği varmış. Ah babacığım, bil ki sen baharatların en muhteşemisin…
İlkokulda alay ederdi arkadaşlarım benimle. “Senin baban erkeklere benzemiyor” derlerdi. Kendilerince birçok sebebi vardı böyle düşünmelerinin. Babamın tuhafiyeciden aldığı makaralar, yünler ve tığlar mesela. Nice anne baba çarşıdan yelek alırken çocuklarına, babam yedi numara tığla rengarenk yelekler örerdi bana. Ne kendisine, ne de bana çorap aldığını bilmem babamın; kendi örerdi üç numaralı tığla çoraplar ve patikler. İkimizin de ikişer tane sabun bezi vardı iki numaralı tığla örülen. Beraber yün eğirdiğimizi anlatırdım babamla. Babamla yaptığımız güreşleri duymazdan gelirlerdi de, yün eğirme anlarımıza kahkahalarla gülerlerdi. Öğretmenim de yadırgardı babamın el işine olan merakını.
Bir gün mahallemizdeki kahvehanenin önünden geçiyorduk babamla. Babamın kazağını işaret etti bir adam, “sen mi ördün bunu len?” dedi gülerek. “Ben ördüm” dedi babam. “Bizim kadınlarımız öremez böyle kazak” dedi adam. Kahvehane doluydu. Herkes gülmeye başladı babama. “Karı gibi adamsın valla” dediler, “eşin rahmetliden sonra evlenmene gerek yok, kadın işlerinin hepsini biliyorsun” dediler. Benim yüzüm kızardı babamla böyle konuştukları için. “Ben kadınlığımı eşimden aldım” dedi babam, “kadınlığı öğrenemeden adam olamazsınız!” “Ben adam değil miyim?” dedi iri yarı bir adam bir hışımla. Ses etmedi babam. Geçip giderken yine seslendi aynı adam, “erkeksen gel, bilek güreşi yapalım seninle!” Durdu bir anda babam. Döndü geri. “Gel oğlum” dedi bana,“sana bir bardak çay ısmarlayayım.” Kalbim küt küt atıverdi. Alay etmeler, babamı küstahça süzmeler. Dediler ki o adama, “bileğini kırma bari, acı bu ablamıza!” Kahvehanenin tam ortasına bir masa kuruldu. Masanın bir ucunda babam, diğer ucunda o adam. “Oğlumun çayı gelmeden başlamam” dedi babam. Yine gülmeler, alaylar, kabaca konuşmalar. Ben yan masadaydım. Çayımı getirdi garson. “Afiyet olsun oğlum” dedi babam gülümseyerek. Adama, “hazırsan başlayalım” dedi. “Beş saniye dayanırsan sana çay değil, kahve ısmarlayacağım” dedi adam kibirle. Babam çok daha zayıftı, kasları çok daha inceydi o adamdan ve ben babamı ilk kez biriyle bilek güreşi yaparken seyredecektim. Çok korktum ben, yumdum gözümü. Garsonun sesini duydum, saydı üçe kadar ve bilek güreşine tutuştu babamla o adam. Yumuluydu hâlâ gözüm. Üç saniye, beş saniye, on saniye… Yalnızca adamın sesi duyuluyordu. “Nasıl yani?” diyordu, “ne oluyor lan!” diyordu. Babamın sesini duydum birdenbire. Kızmıştı babam bana, “aç gözünü serseri!” dedi. Açtım gözümü. Gözümü açmamla, adamın bileğini masaya yatırdı babam. Kimseden çıt çıkmıyordu. Adamın yüzünde acı vardı. “Mola verelim, bir kez daha bilek güreşi yapalım, bu sayılmaz!” dedi adam. Kendisine kahve söyledi babam. “Senin kahve ısmarlayacağın yok, ben kahvemi içerken sen dinlen!” dedi. O alayların yerini şaşkınlık almıştı. Adam kalktı yerinden, “elimi yüzümü yıkayıp geliyorum” dedi. Ter basmıştı her yanını. Geldi iki dakika geçmeden. Oturdu babamın karşısına. Babam bana baktı, “yumma gözünü” dedi, “sakın yumma…” Garsonun işaretiyle yine tutuştular bilek güreşine. Üç saniye, beş saniye, on saniye… On beşinci saniyede belki, babam yine rakibinin bileğini yatırmıştı masaya. Babamı “karı” diye küçümseyenler, “helal olsun abimize” dediler, “saygılar beyim” dediler ve o iri yarı adam, babama dedi ki, ” eyvallah abi, ama açıkla bu işin sırrını!” “Erkeksen gel diye çağıran sendin, ama yalnızca erkek olan değil, adam olan kazandı!” dedi babam. “O yağ tabakası parmakların tığ kullansaydı, örgü örseydi, parmaklarını daha iyi kullanabilirdin bilek güreşinde “ dedi. Canım babam ilk kez racon kesiyordu ve ben babamla gurur duyuyordum! “Kalk gidiyoruz oğlum” dedi bana. Adama baktı öylece, “kahvem soğumuş, üzerine bir fincan soğuk kahve iç, bendensin!” dedi. Herkes sus pus olmuştu.
Eve girmemizle hıçkırarak ağlamaya başladı babam. Ben anlam veremedim buna. Bağırdı bana ilk kez. “Bunu istiyordun benden değil mi serseri?” dedi. “İngiliz anahtarı kullandığımı biliyorsun, ama tığ kullanmamı dert ettin kendine değil mi?” dedi. “Başımızı dik tutmamız başarı değil, bir herifi bilek güreşinde yenmem başarı sana göre değil mi?“dedi.”Küstüm sana” dedi. Sarıldım babama sımsıkı. Ben de hıçkırarak ağlıyordum. “Küstüm sana “dedi yine babam, bir sonraki sözüyse, “küstüm sana, ama geçti dostum…” Babamın en uzun süren küskünlüğüydü ve birkaç dakika kadar sürmüştü… Biz baba oğul çok güçlüydük; ben o gün bunu öğrenmiştim…
Karşı komşumuz teyze, babamla birbirlerine “komşucuğum” diye hitap ederlerdi. Akranım bir kızı vardı ve çok iyi anlaşırdık onunla. Babama “amcacığım” diye hitap ederdi, bana ise “arkadaşım” Teyzenin eşi de çok güzel insandı. Birçok erkek, birçok kadın, birçok akranım babamı yadırgarlarken, onlar sahip çıkardı bize. Ama komşumuza sorsanız der ki bana, “ben komşuluğu babanda gördüm cancağızım.” Pişirdiği her aşı tattırırdı bize. Evimizde hangi baharattan varsa, babam bir o kadarını komşumuza ayırırdı. Bir gün babam dedi ki, “oğlum, evlenir de bir kızın olursa Nisan koy adını. Komşu demek bahar bahçe demektir haneler içinde. Hanelere soba gibi kurulur komşuluklar, alıverir ayazını duvarların. Geriye bir ilkbahar ayı, nisan kalır. “ Tamir işleri olduğunda, babamı çağırırdı komşumuz. Babam örgü örüyorsa, tığını bırakıp ,alet çantasını alır, ona giderdi. Babam da, komşumuz da bütün cinsiyetlerden ötedeydi, can`dı. Şimdi elli beş yaşındayım ve otuz yaşında bir kızım var. Adı Nisan. O da babam gibi, komşucuğumuz gibi çok güzel bir can…
Üç gün oldu babamı yitireli. Seksen üçündeydi. Yorgan döşek yatıyorken benden sarımsaklı yoğurt istedi. Caydı sonra, “öbür tarafa ağzım kokarak gitmeyeyim” dedi. “Nane şekeri veririm sana babacığım” dedim. Benim de kabullenişimdi babamın ölümünü. “Bana kakaolu puding yapar mısınız?” dedi. Eşimle Nisan mutfağa koştular. Hastaneden taburcu edilmişti babam, son anlarını evde, bizimle geçirsin diye.
Son anlarında bile bir eli, diğer elini sıkı sıkı kavrıyordu babamın. Ben dört yaşındayken soluveren annemin ardından, hep öyle uyurdu. “Benim iki elim değil, bir elim var” derdi, “diğer elim annenin eli, sağ olsun hep tutuyor elimi…” Ah güzel annem benim, sen hep sağdın babamın yüreğinde ve benim düşlerimde. Babama yaşattığın sevgiler, içtenlikler, incelikler senden babama ,babamdan da bana geçti. Minnettarım bunun için sana.
Oğlun, dostun ve serserin olarak senden şefkati öğrendim babacığım. Kıyamamayı, kıyamaya kıyamaya sevmeyi öğrendim. Senin annemden öğrendiğin kadınlığı ve adamlığı ben senden öğrendim. İngiliz anahtarı da, tığ da kullanan bir oğlun var ve bunu sana borçluyum, bunun da ötesinde can olmayı.
On birinci doğum günümdü. Senden dünya küresi istemiştim. Almıştın elbette. Her gece küreyi defalarca çevirir, ülkelere bakardım uyumadan önce. Unutamadığım bir anımdır.
Şimdi yine küreyi çevirip de ülkeleri seyrediyorum öyle dalgın, öyle buruk; fısıldıyorum usulca, “ benim ülkem babamdır…”
Ergür Altan
77 notes · View notes
vanteforjjk · 4 years
Text
Chapter 1 / Nightmare
Sonbahar...
Yere düşmüş, köşelerinden sararmış yapraklar bunu hatırlatıyordu ona. Dışarısı yetenekli bir sanatçının elinden çıkmış bir tabloydu sanki, fakat bu mevsimin rüzgarını yemek her yiğidin harcı değildi. Kuzguni saçlı bir oğlan şöminenin önünde yüzünü dışarıya dönmüş uyuyordu. Elinde içini ısıtan sıcak bir kahve kupası vardı. Zorlu bir Quidditch antrenmanı geçirmesine rağmen yüzündeki huzurlu ifade etrafına bir sıcaklık yayıyordu. Ateşin çıtırtısı tayfunun sesini bastıramamış, içeriye kadar taşımıştı. Ama onun umurunda gibi değildi. Yalnızca uyuyordu genç adam. Belki de haftalardır uyuduğu en iyi uykusunu hem de. Aslında dış görüntüsü hiç de iç açıcı değildi. Kırmızı-sarı kıyafetleri çamurdan ve çim lekelerinden görünmez haldeydi. Biraz dikkat edince omzunda kurumuş kan lekeleri görünüyordu. Saçlarıysa giysilerinden bile dağınıktı.
Gecenin ikisinde Ortak Salon’daki koltuklarda uyuklayan bu kişi James Potter’ dan başkası değildi. 
Çocuğun hafif uykusu çıt çıksa bölünürdü normalde. Ancak yoğun bir gün ve uykusuz gecelerin arından onu uyandırmak o kadar da kolay değildi o an.
Kızıl saçlı kız bölünmüş uykusu ve sabahlığıyla aşağı indiğinde ateşin hala yandığını görerek sevindi. Onu uykusundan alıkoyan şey neydi, bilmiyordu fakat yukarıda kalamamış ve Ortak Salon’a inmişti. Şöminenin önünde uyuyan Potter’ı görene kadar da gayet mutluydu.Yeşil gözleri görüntü üzerine kocaman açıldı. 
James Potter’ın burada işi neydi?
Yıllardır Lily’nin peşinden koşup onu sinir eden, Severus’u lanetleyen, her daim ceza alan, geceleri şatoda dolaşan, insanlara eşek şakaları yapan bu çocuktan Lily kendini bildi bileli nefret etmişti. Ama tam da şimdi, şu an onun gerçekten masum göründüğünü de düşünmeden edemedi. Yorgunluktan yerinde uyuyakalmış çocuğa biraz yaklaştı.
Her zaman dağıttığı saçları normalde de bu kadar dağınık mıydı sahiden? Peki ya kirli üstü? Lily kırk yıl düşünse Potter’ın üstüne başına önem vermeden odasından çıkacağı aklına gelmezdi. Karizması için yapamayacağı şey yoktu ona göre. Oğlanın hafif yerinden kaymış gözlüğünü düzeltme dürtüsünü bastırdı ve gözü James’in saçlarına takıldı. Son derece ipek gibi görünen saçlarına. Kirli olmalarına rağmen onlara dokunmak istedi. Cidden yumuşacıktılar.
Kendine gel Lily!
Hızlıca elini çekti ve suç üstünde yakalanmış bir çocuk gibi etrafına bakındı. Derin bir nefes verdi. Rezilliği güvendeydi. Kendini daha utanç verici hallere sokmadan gitse iyi olurdu. Sessizce ayağa kalktı ve yatakhaneler yöneldi.
“...neden gidiyorsun?”
Lily olduğu yere zamklandı. Godric! James onu fark etmişti! Göreceği şeyden kokarak arkasını döndü yavaşça. Çocuk tekrar mırıldandı.
“...sürekli beni bırakıyorsun.”
“James, ben-”
Ağzını açıp konuşacakken oğlanın gözlerinin hala kapalı olduğunu gördü kız. Rahatlama duygusu beraberinde endişeyi de getirdi. Muhtemelen rüya görüyordu. Rahat bir nefes aldı fakat bu uzun sürmedi.
James neden kabus görüyordu?
Lily tekrardan ona yaklaşırken bu kez kendinden emindi. James’in koltuğunun yanına çoktü ve ona seslendi.
“James..”
“...hayır, onlara dokunma!”
James nefes nefese diklendi ve ellerini yüzüne kapattı. Alnındaki boncuk bocuk terleri elinin tersiyle silerken kendi kendine söyleniyordu.
“Sadece rüya, sadece rüya. Sakin ol. Gerçek değil, gerçek değil. Lily yukarıda güvende, Sirus güvende, Remus güvende, Peter güvende. Herkes iyi.”
Elindeki kahve kupasını Lily düşmeden yakaladı ve James’in onu fark etmesine neden olunca kendine kızdı.
“Evans? Ne-burada ne arıyorsun?”
Lily onu taklit ederek şakaya vurdu.
“Hani burası ‘Gryffindor Ortak Salonu’ ya Potter, ben de Gryffindor olduğuma göre? “
James’İn yüzünü astığını görünce yanağının içini ısırdı. 
Zaten yeterince kötü. Üstüne gitmesene!
Eh, iç sesi haklıydı. Daha temkinlice James’e baktı.
“İyi misin?”
James, Lily’nin yumuşacık sesiyle daldığı yerden çıktı ve başını iki yana salladı.
“Affedersin Evans, ne dedin?”
“İyi olup olmadığını sordum.”
“Ha-şey iyiyim. Sağol.” 
James gergince gülümsedi. Hala kendine gelememesi bir yana Lily’nin neden burada olduğunu sorguluyordu kendi içinde. Kızıl saçlı kız kendisine o kadar yakından ve içten bakıyordu ki James bir an hipnotize olduğunu sandı. Oh, Merlin gerçek hayatta kendisine şöyle bakması için neler vermezdi fakat bu mümkün değildi. Sevdiği hem ondan nefret ediyor hem de ondan uzak kalmak için geleni yapıyordu. 
Evet, James bunu bile bile onu seviyordu. Ne kadar canını acıtırsa acıtsın, kalbini paramparça ederse etsin yine de onu hala seviyordu. Hem de her şeyiyle. 
Elini uzatıp kızın yanağına dokunurken dolan gözleri çoktan taşmıştı. Birazdan uyanacaktı ve Lily orada olmayacaktı. Yine yanı soğuk kalacaktı. Yine kalbi ağrıya ağrıya dışarı çıkacak ve ciğerlerini sökene kadar bağıracaktı. 
Yine gözlerinden yaşlar gelirken onları silecek kimse olmayacaktı.
“Gitme, olur mu?” Kızın saç tellerini okşadı.
Lily donakalmıştı. Her şeyi beklerdi Potter’dan. Fakat ağlamasını...  Hayır, James ağlamazdı. Onun gözleri hep gülerdi Lily’e. Kendisi ona lanet bile atsa ona karşı hep gülümserdi. Yanağındaki elin sıcaklığından ayrılmak istemedi. 
James çok güzel seviyordu....
Sevmek ve Potter; eskiden olsa yan yana gelmezdi, yalnızca aynı cümlede bile bulunamazdı ona göre. Lily hiçbir zaman onun kendisini gerçekten sevdiğine inanmamıştı ki. Şimdi ne değişmişti? İki gözyaşı düşüncelerini silip süpüremezdi ya.
Ancak tam da öyle oldu.
O iki gözyaşı, bütün dünyasını tepetaklak etti.
O iki gözyaşı, James’e olan duygularını baştan yazdı.
O iki gözyaşıyla birlikte Lily uzanıp James’i öptü.
O hatırlamasa da hemen peşinden gözyaşlarını silecek ve oğlanı hızlıca tekrar öpüp omzundaki yarasını temizleyerek saracaktı. Lily’den son kez ‘iyi geceler öpücüğü’ alan James’se sadece onu izleyecek ve kız gittikten sonra rüyasının hayali ile tekrar uykuya dalacaktı.
“Yine çok güzel bir rüyaydı, Pati.”
James yatakhanesinde uyandığından beri bunu söylüyordu. Arkadaşları her zaman yaptıkları gibi onu alttan aldılar o gün. Bu James’ti. Eninde sonunda o rüyanın gerçek olmadığını kabullenir, acısından kimseye bahsetmezdi. Hatta kardeşim dediği dostlarına bile. Çünkü onlar o anlatmasa da anlarlardı onu. Kardeş olmak bunu gerektirirdi. Fakat kimsenin cevaplayamadığı bir soru vardı:
James’in omzunu kim sarmıştı?
Tumblr media
................................................................................................................................
Evet, bu benim ilk postum. Umarım beğenirsiniz. Bir sürü kısa hikaye yazmak istiyorum. İsteğe hitaben de yazabilirim. Yorumlarınızı bekliyorum :) 
11 notes · View notes
birbaskakonu · 4 years
Text
Gece
Gece üç gibi tüm vücudunu saran şiddetli bir üşüme ile uyandı. Titriyordu, yorganı iyice üstüne çekti, iyice sokuldu kendine. Birkaç dakika geçti geçmedi bunun böyle olmayacağını anladı, annesinin valizinin en üstüne yerleştirdiği siyah kazağını, içlerinde en kalınıydı, koğuştakileri rahatsız etmeden ve zihninden tek bir düşünce bile geçmeden, valizden çıkarıp üzerine hızlıca giydi. Yorganın altına girdiğinde, hızlıca ısınmayı bekledi. Evde değil de başka bir yerde olduğunu bu hareketinden sonra iyice anladı. Askerlikteki ilk gecesiydi, çok fazla düşünmek istemediği ve oldukça da yorgun olduğu için uykuya herkesten önce dalmıştı. Hatta dolabını yerleştirmeye çalışan yattığı ranzanın üstünde yatan ve kendini tanıtırken Ankaralı olduğunu 3 kere söyleyen çocuğun çıkardığı takırtılara ve koğuşa girdiği andan itibaren hiç kesilmeyen seslere rağmen uykuya rahatlıkla daldığı an kendini çok şanslı hissetmişti. Koğuşu 30 kişilikti, odanın en sonundaki pencerenin yanındaki ranzanın altında yatıyordu. İçerisi karanlıktı, tonla adam vardı. Bu üşüme ilk gece için hissetmek istemediği o duyguyu daha yoğun hissetmesine sebep oldu. Soğuk, karanlık bir geceydi. Yıllar sonra o geceyi tam olarak böyle hatırlayacaktı. Denedi ama uykusu kaçmıştı. Aklına hücum eden düşünceleri kovmak istedi, olmadı. Otobüse bindiği anı düşündü, sarılışları ve şimdi sebebini tam da çözemediği o coşkuyu, sonra Feray’ın güzel ince yüzü geldi aklına ve son buluşmalarında yanında kahve içişinin ve son söylediklerinin ayrıntılarını hatırlamaya çalıştı, zihninde canlandırmak istedi ama başaramadı. Daha önce hiç kahve içmemişti feray, hep çay içerdi dışarı çıktıklarında ne olmuştu da o gün canı kahve çekmişti de kahve içmek istemişti?  
Yarın sabah erken kalkacaktı, şehre gelirken otobüste zamanın hızlı geçeceğini düşünmüştü. Hem zaten yıllarca askerlik yapacak hali yoktu ya, peki ama neden şimdi zaman yavaşlamıştı? Uykusu gelmeyecek gibiydi. Tıraştı, melbusattı, bölüklere dağıtımdı, dolabı yerleştirmesiydi derken uzun süren koşuşturmalı bir günün gecesinde, tanımadığı bir sürü insanın içinde içine buram buram yayılan yabancılaşma hissiyle uykuyu bekledi. Nasıl geçecek zaman diye düşünmeden edemedi, birinin horultusu çok yükselmişti. Yüzünü duvara doğru döndü. Elini alnından ensesine doğru birkaç kere hızlıca götürdü. Dışarıda rüzgar vardı, ağaçların sallanan yapraklarını izlerken uykuya hiç fark etmeden ve hızlıca daldı. Yorgunluk onu uykuya itmişti ve o bunu fark etmemişti. Sabah uyandığında çoktan unutmuş olacağı rüyasında, Feray’la bir bankta oturduğunu gördü. Ağaçtan düşen yaprakları beraber izliyorlardı. Düşen bir yaprağı görmek dedi Feray, uzakta birisinin seni düşündüğü anlamına gelir. İçindeki tarifsiz onu sıkan bir hisle devam etti rüyasına, sesler ve renkler birbirine karıştı o anda.
Sabah olduğunda dünyanın en çirkin sesi ‘’Koğuş Kalk!’’ diye bağırıyordu. Hiç uyanmak istemedi.
1 note · View note
devadfam1234 · 4 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
GİZLİ PLAN, hugh grant, alman gizli casus bölümü subayı,  Brian Cox, aşırı (SS) subayı, 1 Eylül 1939 saat gece 2 : 41 Brian evine gelir karısı claudiayı yanına çağırır claudia  odadan çıkar,  Brian,  claudia hemen yanıma gel, neredesin çabuk buraya gel dedim sana, hemen bana giyecek elbise ver, acilen toplamam gereken insanlar var,  claudia, alt kat temiz değil,  Brian, önemli insanlar gelecek başka yerde toplantı yapacağız der,  claudia temiz elbiseleri getirir salona brian banyoya geçer  claudia elbiseleri banyoya taşır, brian, ben bir süreliğine gelemeyeceğim, sen yeni aldığım eve git, evin anahtarı pantolonun cebinde, şimdi al anahtarı bulabileceğin bir yere koy, ben çıktıktan sonra sen yanına alacağın eşyaları topla beni anladın mı,  claudia, anladım haberim olmadan ev aldın, acaba kimlerle o evde kaldın, brian, şimdi benim canımı sıkma suya gireceğim der, claudia, neden bana kızıyorsun brian sadece evde ne yaptığını merak ettim, brian, ben senin ne yaptığını merak ediyor muyum, ülkede savaş sorunu var, lanet Amerikalılara sürpriz yapmak istiyorum, şimdi yapacağım plan için hazırlanıyorum, (bir kadınla olmak istersem seni bulurum) claudia, peki anahtarı aldım, elbiselerin burada, brian kesin konuşan bir subaydır, keskin nişancılar birliğinde görevli dördüncü subaydır, banyodan çıkan brian elbiselerini giyer, salonda çıkardığı elbisenin cebinden, ev satış belgesini karısına gösterir, brian, şimdi bu elimde gördüğün (belgeyi imzala claudia) yarın evin sahibi gelecek, ben sattığım için, sen şahit imzasını atacaksın işte buraya der, claudia, tamam der (imzalar) (aslında  claudia  evi satar) ( brian, dediğim gibi, ben çıkıyorum simdi hazırlan, kızları uyandır,  claudia, tamam uyandırıyorum der, brian çıkar dışarıda dört asker aracın yanında sigara içerler, brian karşı binanın önünde oturan askeri çağırır, brian, şimdi git doktorları getir hemen, söylediğim saat de gelmen gerekiyor der, asker, anladım efendim der, yürüyerek ilerideki farları kapalı araca gider biner, brian toplantı için ayarladığı eve gider, ( brian yeni aldığı evde toplantı yapar) kapıya üç sefer vurur asker kapı açılır, brian, subaylar geldi mi, asker, evet efendim hepsi burada, bazıları sinirlendi size değil, gelecek olan iki askerin kim olduğunu bilmiyorlar, içeriye girin kapıda beklemeyin der, dışarıdaki askerlere, stefan, nerede kaldın bu iki adamı öldüreceğim, beni sıkıştırmaya devam ediyorlar, gülmeyi kes salak brian, brian, merak etme hepsi kuşlar gibi uçacaklar, stefan, umarım salak subay, içeride sakin bekleyen askerler, kendi aralarında savaşın nerede biteceğini tartışırlar, hans, bak bana sorarsan, Amerika bu savaşa en son giren ülke olacak,  schweinsteiger, ben girmeyecek olan ülkelerden birinde yaşamak istiyorum, Blanche, Arapların ülkeleri pek modern değil, Türkler yinede biraz modern,  schweinsteiger, Ankara da yaşamak zor değil, burası gibi soğuk brian nerede kaldın, brian, isterseniz savaşı İstanbul da bitirelim ne dersiniz, Herta, aslında çok zor olan bir işi yapmayı sevmiyorum, brian, neden hasta adam iyileşmedi, Herta, onları birinci dünya savaşına soktuğumuz yeterli diyorum, Ricarda, bakın Türklerle aramızı iyi tutmalıyız, bir gün orada yaşaya biliriz (gülümser) brian, ben kanada da yaşayacağım, bir Nazi olarak, ileri zamanda Amerikaya geçeceğim, onların savaşı kaybetmesi (Rusları güldürür) düşünsenize bize verilen paraların ne kadar çok olduğunu,  stefan, düşünmek istemiyorum,  hans, evet bende brian, brian masaya vurur herkes susar, brian, şimdi burada olan herkes, gelecek olan doktorları iyi dinlemeli, onları dikkatli dinlerseniz gelecekte hapiste olmayacaksınız, Roch, senin kurtulma fikrin yok mu brian, brian, onların fikrini beğeniyorum, Roch, anlat onlar gelene kadar, brian, tamam,  Hedwig ve  Erna bu doktorlarla, yeni tanıştım, unutmayın onlar gerçekten çok iyi derecede düşüne biliyorlar, içeride bir asker o dadan içeriye girer, asker, efendim beklediğimiz iki doktor geldi der, asker doktorları içeriye alır, erna evet geldik beyler nasılsınız, tamam iyiyiz derler  Herta, (konuşmaya başlar) bakın evlerinizi satmak isteyenler, evinizi kendi karınız satışını yapsın, sonra yeni evi karınız satın alacak, evin satış belgesinde karınızın adı olacak, sizin adınız yazılmayacak, böylece dışarıda sizin evinizi arayanlar, karınızın adını sormayacaklar, sizin adınızı soracaklar, evlerinizde siz bulunamayacaksınız,  stefan, güzel plan benim başka bir planım var, kimseye söylemeyeceğim bir plan beni bağışlayın,  Herta, merak ettim stefan, kimliğini değiştirip bir Yahudi mi olacaksın der, herkes gülümser, stefan, git başımdan herta, hedwig, brian burada bakıyorum ki, herkesin kendine göre bir planı var, biz senin işini hallettik dostum, bizden başka isteğin var mı, brian, hayır ilerde görüşürüz, biraz dan çıkarsınız hedwig, hedwig, tamam, brian, benim düşüncemi değerlendirdiniz mi,  herta, tamam brian sen yapacağını yap, brian, merak etme hitlerin sonu olsa da ben devam edeceğim, hitler dünyayı ele geçirene kadar savaşacağım, erna, brian istersen çıkalım, sana anlatacağım konuda var kaçman için yeni bir fikir, brian,evet iyi olur beni bekleyin masada, geldim doktor istersen yukarıya çıkalım, erna, hayır dışarısı iyi olur bizde gideceğiz, hedwig, evet biraz hava almış oluruz, brian, (gülümser) kapıyı açın, asker, açık efendim der, dışarıya çıkarlar kapı kapatılır, stefan,nın dediği doğrultuda plan yürümeye başlar, birinci kural herkes kendi kaçışını planlayacak, başkası plan yardımı yaparsa, yardıma ihtiyaç duyan kişiyi alıp, ayrı bir yerde konuşmalı planı, herta, asker bize bol kahve getir brezilya kahvesi (gülümser) asker, peki efendim der, stefan, benim kendime göre kuralım olacak, ben askerlerden sorumluyum, unutmayın yolda başımıza gelen bir konu olursa, ben ilgileneceğim kanada çok soğuk ülke, orada yaşayan Almanlarla askerleri konuşturmayacağız, iyi derecede İngilizce bilen askerleri seçiyorum, şimdilerde sanırım üç yüz yirmi dört olmuştur asker sayısı, herta, bana keskin nişancı bulman gerekiyor, unutma bomba yerleştirmek için keskin nişancı yanımda olmalı, stefan, merak etme özellikle ben ilgilendim, bende yanında olurum, herta, seninle çok savaştık, birinci dünya savaşı aklımdan çıkmıyor, çok insan öldü ben de öldüm eve geldiğimde karım çocukları almış ve kayıplara karıştı evde yalnız kalmak zor, stefan, sana bir Yahudi kadın bulmanı söylemiştim (gülümser) herta, iki çocuğum var yahudi kadından şimdi ise beni bekliyor başka evde, stefan, geri geldiğinde iki çocuk daha yapın (gülümser) herta, (gülümser) tamam adını stefan koyacağım ne dersin, stefan, stefan derim buraya gel bakalım, baban nerede sorarım der,(gülümser) brian, (içeriye girer) evet arkadaşlar şimdi planı anlatacağım, askerleri gece yola çıkarıcağız, unutmayın yolda kimseyi yanımıza almayacağız, nedeni gelen askerler birbirlerini tanımıyorlar, beni anladınız mı, stefan, o zaman yolda bir kişi alabiliriz, brian, kimi, stefan, askerleri seçen altı askerim var, altı asker keskin nişancı onlar için size karşı savaşırım, brian şaşırır diğer arkadaşlarına bakar, Blanche, ben tanımıyorum brian, brian, sorun değil stefan unutma dediğini, (bizimle savaşacaksın) ilk yardım kutusunu doktorların göndereceği üç asker taşıyacak, İKİ GÜN SONRA, stefan brianla konuşur bazı konularda anlaşma sağlamak için, daha cesur askerleri bulmak gerektiğini söyler, stefan, dinle brian benim sana önereceğim elli piyade asker, brian, benim tercihim ise makineli tüfekçiler, stefan, anladım yinede söylemem gerekiyor asker konusu benimdi, brian, anlıyorum ama yinede benim fikrim olmalıdır, stefan, tamam anlaştık makineli tüfekçiler kaç tane olsun, brian, elli, stefan, al sana yüz, brian, anlaştık istersen (dünkü savaş, birinci dünya savaşı ) dünkü savaşın adamlarını toplayalım, stefan, zaten onların bir kısmı gelmek istedi, ben onlara yinede ikinci kafilede yerleriniz olacak dedim, brian,(şaşırır gözleri açılır) sen bana daha önce bu konuyu söylemedin, aradan iki dün geçti ve çok işim var anla beni brian,
1 note · View note
dnzsimsek · 5 years
Text
Bitkiler katili tanıyor, cinayeti hatırlıyor
Bitkiler üzerine yalan makinesiyle yapılan ilginç deneyleri derledik. Sonuç; bitkiler de korkuyor, acı çekiyor, hissediyor, çığlık atıyor, matematik biliyor, müzik dinliyor hatta katili tanıyorlar.
‘Yalan makinası’ olarak da bilinen poligraf cihazı uzmanı Cleve Backster, 1960 yılında bilim çevrelerini allak bullak eden bir deneye imza atar. Düşünce ve duygu uyarısıyla insan gövdesindeki elektrik gerilimleri ölçen malum cihazı bitkiler üzerinde kullanmaya karar verir. Deneği ise, odasının bir köşesinde sessiz sakin oturan deve tabanıdır. Backster yalan makinasının elektrotlarını, deve tabanı bitkisinin bir yaprağına bağlar. 
Tumblr media
Cleve Backster
Amacı, bitkiyi suladığında bitkinin buna herhangi bir tepki gösterip göstermeyeceğini görmektir. Sulama sırasında yalan makinesinde herhangi bir reaksiyon saptanmaz. Backster, cihazı sıçratacak kadar güçlü bir tepki elde etmenin tek yolunun, elektrotlarıyla bağlı olduğu insanın yaşamını ve mutluluğunu tehdit etmek olduğunu göz önünde bulundurur. Aynısını deve tabanına da yapmaya karar verir.
Zavallı bitkinin yapraklarından birini, o sırada elinde tuttuğu sıcak kahve fincanına sokuverir. Cihazda yine belirgin bir tepki görünmeyince daha saldırgan bir eyleme girişir. Elektrotların bağlı olduğu yaprağı yakmayı kafasına koyar. Yakma düşüncesini kafasında canlandırmasıyla beraber cihazda bir hareketlenme belirir. Kibrit almak için odadan çıkıp geri döndüğünde ise, cihazda ani dalgalanmaların baş gösterdiğini farkeder. Yoksa deve tabanı düşüncelerini mi okuyordu?
Backster için bu deney yıllarca sürecek bir dizi araştırmanın başlangıcı olmuştu. Deneyleri kendisi tekrar tekrar yaptı, yardımcılarına yaptırdı hatta ülkenin başka yerlerindeki meslektaşlarından yardım istedi. Hepsinde sonuç benzerdi; bitkiler olumsuz düşüncelere karşı elektrotlar aracılığıyla tepki veriyordu. Bu sonuçlar Backster’in yaşama bakış açısını tamamen değiştirmişti.
Ayılıp bayılan yeşiller
Yaptığı çalışmalarda bitkilerin duygu ve düşünceleri sezme yetenekleri dışında başka özellikleri olduğunu da keşfetti. Mesela büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kaldıklarında ya da zarar göreceklerini hissettiklerinde, huysuz komşu teyzeler gibi baygınlık geçiriyorlardı. Backster bu fenomeni de şu tesadüf olay sonucunda keşfetti;
Bir gün, Kanadalı bir kadın fizyolog Backster’i ziyarete gelir. Backster misafirine deneylerinden örnekler vermek ister. Bitkilerin tepki vereceği bir dizi eylemi sıralar. Ancak bitkilerin hiçbirinde herhangi bir tepki gerçekleşmez. Sanki bayılmış gibiydiler. Kadının gözünde delirmiş bir araştırmacı konumuna düşmekten dolayı mahçup olan Backster, cihazda bir bozukluk olabileceği düşüncesiyle aygıtı gözden geçirir. Cihazda da bir problem görünmez. O anda Backster’in aklına bir soru gelir. “İşiniz, herhangi bir yönüyle bitkilere zarar veriyor mu bayan?” Kanadalı kadın şaşkın bakışlarla yanıt verir; “Evet! Üzerinde çalıştığım bitkileri öldürürüm, kuru ağırlıklarını ölçmek için bir fırında pişiririm onları!” Bitkilerin bayılma nedeni artık bellidir. Konuğun salonu terketmesinden 45 dakika sonra bitkiler kendilerine gelir ve deneylere tekrar tepki vermeye başlarlar. Backster bu örnekle de bitkilerin, insanların düşüncelerini sezdiğine artık kesinkes emin olur.
Katili tanıyor, hafızalarında tutuyorlar
Backster bitkilerin algı yetenekleriyle ilgili daha kapsamlı deneyler de yapar. Bunlardan biri ‘suçlu kim?’ adını verdiği bir deneydi. Backster’in öğrencilerinden altısı, yapılacak deney için gönüllü olur. Bir kabın içine altı küçük kıvrılmış kağıt konulur. Kağıtlardan birinde, aynı odada bulunan bitkilerden birini kökünden sökmek, ayak altına alıp çiğnemek ve bütünüyle öldürmek şeklinde bir talimat yazılıydı. Cinayet, tamamiyle gizli işlenecekti. Yani ne Backster ne de diğer öğrenciler suçlunun kim olduğunu bilmeyeceklerdi. Suçu işleyecek olan da içeri girip kağıdı açıncaya kadar ne yapacağını kesinlikle bilmeyecekti. Çünkü kapıdan içeri şartlanmış olarak girerse bitki kişinin yaydığı korku sinyalleri saptayabilirdi ki bu da deneyi saptırabilirdi. Katili, yalnızca odada bulunan ikinci bitki bilecekti. Bu kusursuz bir cinayetti…
Deney tamamlandı. Backster bile katilin kim olduğunu bilmiyordu.  Backster odaya girdi ve sonra da teker teker deneye katılan öğrenciler içeri girdiler. Diğer beş öğrenciye hiç tepki vermeyen bitki, gerçek suçlu yanına yaklaştığı her an cihazın ibresini çılgın gibi hareket ettiriyordu. Demek ki bitkilerin sadece duygu ve düşünceleri algılama özellikleri yoktu, aynı zamanda geçmişi hatırlayan bir hafızaları da vardı.
Tumblr media
Bitkilerle aşk bağı
Backster zaman içinde bitkilerle bakıcıları arasında bir bağ oluştuğunu da deneyimledi. Yanlarında olmadığı zaman bile, onlarla ilgili düşüncelerine cevap veriyorlardı. Örneğin bakıcısı kızarsa, bitki bunu hemen algılıyordu. Kişinin kendisine gönderdiği sevgi mesajlarını da hemen alıyorlardı. Hatta bir konferans gezisinde, daha önce yaptığı deneylerin slaytlarını gösterirken, kilometrelerce uzaktaki bürosunda bulunan bitkilerin tepki gösterdiklerini saptadı. Bir kez bir kişiyle bağlantı kurduktan sonra, bu kişi nerede ve kiminle olursa olsun, bu bağlantıyı koruyabiliyorlardı.
Ne tür bir enerji dalgasının bu bağı oluşturabileceği hakkında hiçbir fikri yoktu Backster’in. Bitkiyi kurşundan yapılmış bir kabın içine, hatta Faraday kafesi içine koyarak dış etkilerden korumaya çalıştı ama her iki perdeleme yöntemi de, bitkiyi insana bağlayan iletişim kanalını tıkamakta etkisiz kaldı.
Karides katliamına kahrolan bitkiler
Bir başka çalışmasında Beckster, canlı minik karidesleri bir çanak içinde soğuk suyun içine koydu. Altta bir başka kapta su kaynıyordu. Hazırladığı deney ortamında bir alet, bilmedikleri bir zamanda üstteki çanağı devirip karidesleri kaynar suya dökecekti. Zamanı bilmedikleri için bitkilerin Backster’in duygularını algılama olasılığı olmayacaktı. Deney bitti. Sonuçta bitkiler, kaynar suda ölen karideslere aynı anda ve güçlü olarak tepki gösterdiler. Deneyin sonuçları 1969 yılı sonunda Uluslararası Parapsikoloji Dergisi’nde yayınlandı. İnsanların vahşice öldürüldüğü savaş bölgelerinde bitkilerin ne kadar acı yaşadıklarını tahmin etmek hiç de zor değil.
Backster bir süre sonra araştırmalarında poligraf cihazı yerine kardiyograf (kalp elektrosu) daha sonra da ensefalograf (beyin elektrosu) kullanmaya başladı. Çünkü bu aletler poligraftan çok daha duyarlıydı.
Backster’in bir radyo programını dinleyerek etkisi altında kalan ve bu konuda çalışmalara başlayan bir başka araştırmacı Pierre Paul Sauvin isimli bir elektronik uzmanı da yüzlerce deney yaptı. Geliştirdiği elektronik aygıt, Backster’in aygıtından 100 kat daha hassas kayıtlar yapan Sauvin de, deneylerin ardından şu sonuca ulaşmıştı; En iyi sonuçları özel yakınlık kurduğu bitkilerden alıyordu.
Toplama işlemi yapan kaktüs
Japonya’da Yokohama yakınlarında yaşayan elektronik mühendisi Dr. Ken Hashimoto da bu heyecan verici bitki deneylerine başlamaya karar verir. Backster’in deneylerini okuduktan sonra, akupunktur iğneleri yardımıyla kaktüs ailesinden bir bitkiyi bir poligraf aygıtına bağlar. Japon polisine yalan makinası konusunda danışmanlık da yapmakta olan Dr. Hashimoto, bitkiyle konuşup konuşamayacağını görmek ister. Polis merkezinde insanların konuşmalarını yani seslerini nasıl elektronik çizgiler haline getirebiliyorsa, sistemi tersine çevirip, grafik çizgilerini de sese dönüştürebilirdi. İlk denemeleri hüsranla sonuçlandı. Ama bitkileri çok seven karısı bayan Hashimoto, bir gün deneylerin akıbetini tersine çeviriverdi. Bayan Hashimoto bitkiye olan sevgisini dile getirdiğinde cevap gecikmedi. Çıkan titreşimler sese dönüştürüldüğünde, uzaktan gelen ince bir vızıldamaya benziyordu. Hatta zaman zaman neşeli, zaman zaman da duygulu bir şarkı gibiydi.  Bayan Hashimoto bitkileriyle öyle bir yakınlık kurdu ki, çok geçmeden bitkiye sayı saymasını ve yirmiye kadar toplama yapmasını bile öğretti. 2+2’nin kaç ettiği sorusuna kaktüsün verdiği sesli yanıtı kayıt cihazındaki grafiklere uyarladıklarında, 4 belirgin tepe noktası oluşturduğunu gördüler. Bu sonuçlar bitkilerin öğrenme zekalarının da olduğunu gösteriyordu.
Küsen, kıskanan, sevinen bitkiler
Backster ile Sauvin çalışmalarına devam ederken Kaliforniya’da Marcel Vogel isimli bir kimyager de konu üzerine eğildi. Çalışmalarından birini arkadaşı Vivian Wiley ile birlikte yaptı. Bayan Wiley evinin bahçesindeki taşkıran çiçeğinden iki yaprak kopardı. Birini yatağının yanındaki komodinin üstüne, diğerini de salona koydu. “Her sabah kalktığımda başucumdaki yaprağa bakıp onun yaşamasını diliyorum, öbürüne ise hiç ilgi göstermiyorum. Ne olacağını birlikte göreceğiz” dedi bayan Wiley. Bir ay sonra Vogel’i çağırdı ve yaprakların resmini çekmesi için fotoğraf makinasını da getirmesini istedi. Vogel gördüğüne inanamıyordu. İlgi görmeyen yaprak kararmış, buruşmuş, çürümeye başlamıştı. Her gün ilgi gören yaprak ise sanki yeni koparılmış gibi yemyeşil ve tazeydi.
Vogel bir başka deneyinde, devetabanı bitkisinin yapraklarını galvanometreye bağladı. Bitkinin önünde duruyor, tümüyle gevşemiş olarak derin soluklar alıyor ve parmaklarını bitkiye dokunurcasına yaklaştırıyordu. Aynı zamanda da bir dosta yöneltilebilecek türden sıcak duygularını bitkiye aktarmaya çalışıyordu. Her yapışında da aygıtın yazıcı ucu titreşimler kaydediyordu. Üç beş dakika sonra Vogel’in sevgi sinyalleri bitkide hiçbir harekete neden olmamaya başladı. Sanki onun çağırılarına karşı tüm enerjisini tüketmiş gibiydi. Bununla ilgili Vogel düşüncelerini şöyle açıklıyordu: “Bitkiler aşırı duyarlıdır. Çevrelerine enerji verirler, insana yarar sağlayan güçler yayarlar. Kişi, kendi güç alanına akan bu enerjiyi hissedebilir. Kişinin güç alanı da, karşılıklı olarak bitkiyi besleyebilir. Amerikan yerlileri bitkilerin bu özelliğini çok iyi bilirdi. İhtiyaç duydukça ormana gider, kollarını açıp sırtlarını çam ağaçlarına yaslar ve kendilerini ağacın gücüyle tazelerlerdi.”
Bir gün Vogel’i psikolog bir arkadaşı ziyarete gelir. Bitkilerin duygusal tepkilerini arkadaşına göstermek isteyen Vogel, arkadaşından bitkiye güçlü bir duygu göndermesini ister. Bitki, ani ve yoğun bir tepki dalgasını takiben birdenbire kabuğuna çekiliverir. Vogel arkadaşına, aklından ne geçirdiğini sorduğunda aldığı cevap ilginçtir: “Onu evimdeki deve tabanıyla karşılaştırdım ve benimkinin daha üstün olduğunu düşündüm.” Vogel’in devetabanı küsmüştü. Gerçekten de 15 gün süreyle bitki somurttu durdu. Bu örnek bitkilerde de kıskançlık olduğunu kanıtlar nitelikte.
Çığlık atan arpa filizi
1970 yılının ekim ayında Rusya’da çıkan Pravda gazetesinden bir yazı, bitkilerin çığlıklarına yer veriyordu. Yazının başlığı “bitkiler konuşuyor, hatta çığlık atıyorlar”dı. Pravda gazetesi muhabirlerinden Chertkov, Moskova Tarım Bilimleri Akademisi’nde şahit olduğu bir deneyi şöyle anlatıyordu: “Bitkilerin başlarına gelenlere boyun eğip, acılara sessizce katlanır sanıp, görünüşlerine aldanıyoruz. Arpa filizi kökleri sıcak suya daldırıldığında, bağırdı, ağladı… Bitkilerin sesi, ancak özel ve son derece duyarlı bir elektronik aygıtla kaydediliyordu, bu doğru. Yine de geniş kağıt şerit üzerindeki dipsiz gözyaşı ırmağı apaçık görülüyordu. Yazıcı uç çıldırmış gibi titriyor ve arpa filizinin ölüm acısını kağıda döküyordu. Oysa bu sırada minik bitkiye bakanların, onun neler çektiğin kestirmeleri olanaksızdı.”
Bir başka çalışmada, bitkilerin tümüyle mantıklı hareket ettiklerine değiniyordu. “Bitki, kendisine verilen suyun hepsini gövdeye indirmiyor, saatte yalnız iki dakika içiyor, ve su gereksinimini bilinçli bir şekilde düzenlemiş oluyor.”
Sovyet bilim adamı Alexander Gurvich, bitkilerin gözle görülmeyen bir ışıma yaydıklarını keşfetti. Gurvich, insanlar üzerinde yaptığı deneylerde onların da bu ışınları yaydığını, ama hastalık durumunda ışınların değişime uğradığını gördü. Hasta bir insanın, bir maya kültürünü birkaç dakika elinde tutması maya hücrelerini öldürmeye yetiyordu.
Bitkilerle uykuda iletişim
İki Sovyet bilim adamı Pushkin ve Fetisov, hipnozla uyutulan kişilerin daha süptil dalgalar yayabilecekleri ve bitkilerle daha iyi anlaşacakları varsayımından yola çıkarak, Tanya adlı yardımcılarını hipnotize ettiler. Tanya’ya “dünyanın en güzel kızı” olduğunu söylediler. Bir bitkiye bağlı kayıt kalemi, kızın sevincine aşırı tepki verdi. Sonra kıza çok üşüdüğünü söylediler, kız titrerken bitki yine güçlü bir tepki verdi. Tanya isimli yardımcılarına, birden ona kadar bir sayı tutmalarını istediler. Tanya sayıyı açıklamayacaktı ve her soruya “hayır” diye cevap verecekti. Araştırmacılar birden ona kadar yavaş yavaş saymaya başladılar. Her sayıdan sonra duruyorlar ve tuttuğu sayının bu olup olmadığını soruyorlardı. Tanya da her soruya kesin bir “hayır” ile cevap veriyordu. Beş sayısına gelindiğinde Tanya’nın kesin “hayır” cevabına rağmen bitkinin tepki gösterdiği gözlendi. Gerçekten de Tanya’nın tuttuğu sayı beşti.
İşkenceciyi tanıyorlar
Bitkilerin belleği olup olmadığını araştıran Backster’in deneyinin bir benzeri de yine Rusya’da yapıldı. Şahsın birine bir sardunya çiçeği verilir. O da çiçeğe olabildiğince kötü davranır; hatta işkence eder. Çimdikler, yapraklarını koparır, gövdesine, dallarına, yapraklarına iğneler batırır, asit damlatır, kibritle yakar ve köklerini keser. Bir başka adam ise aynı sardunyaya candan bir yakınlık gösterir. Yaralarını sarar, dallarına sık sık su püskürtür, toprağını havalandırır. Bitkinin yaprağına elektrotlar bağlanıp deney başladığında, işkenceci adam bitkiye yaklaştığında kaydedici alet çılgına döner. Bitkinin korkup dehşete düştüğü apaçık ortadadır. Elinden gelse kendini pencereden aşağı atacak ya da işkencecinin üzerine saldıracak gibidir. Kötü adamın odadan çıkıp iyi adamın içeri girmesinin üzerinden saniyeler geçmeden sardunya yatışır. Dalgalanmalar söner. Bu deney de gösterir ki bitkilerin bir belleği var ve izlenimlerini uzun süre saklayabiliyorlar.
Eli açık mısırlar
Sovyet bilim insanları, çalışmaları sonunda bitkiler arasındaki dayanışmayı da ortaya çıkardılar. Sulanmış bir bitki, bir yolunu bulup susuz kalmış komşusuyla paylaşıyordu suyunu. Cam bir kaba dikilen mısır, haftalarca susuz bırakılmasına rağmen ölmedi, çevresinde bulunan ve normal koşullar altında tutulan diğer mısırlar kadar sağlıklı kaldı. Sovyet botanikçilere göre, sağlıklı bitkiler bir yolunu bulup kavanozdaki tutsağa su aktarıyordu. Bunun nasıl gerçekleştiğinin cevabını  vermek ise henüz olanaksız. Muhtemelen suyu buharlaştırarak cam içindeki mısıra aktarıyorlardı.
Tumblr media
Jagadis Chandra Bose
Bernard Shaw’ı şoke eden havuç
1850’lerde Hindistan’ın Kalküta şehrinde doğan ve yaptığı çalışmalarla sonradan Sir ünvanı kazanan Jagadis Chandra Bose’nin de bitkilerle yaptığı sayısız çalışma var. Bu çalışmalardan birinde, bitkisinin, tüm hareketleri durduğu anda, hayvanlardaki ölüm kasılmasını hatırlatan biçimde titrediğini görür. Ölüm anında bitkiden büyük bir elektrik gücü fışkırmıştır. Bunun ardından “Beş yüz bezelye beşyüz volt üretebilir” der Bose. Bu gerilim bir aşçıyı kül etmeye yeter.
Bose’nin çalışmalarını izleyen bir gazeteci, bir İngiliz gazetesine şunları yazar: “Masanın üzerinde, beceriksiz bir cerrahın kestiği zavallı bir havuç yatmaktadır. İki ince tüp havucun gövdesine gömülü vaziyettedir. Sivri bir maşayla sıkıştırıldığında ürpermektedir havuç. Acısından kaynaklanan elektrik akımı, birtakım devrelerden geçerek abartılı bir şekilde karşıdaki ekrana ışık olarak düşmektedir. Böylece bilim, havuç gibi vurdumduymaz bir sebzenin bile duygularını açığa çıkarabilmektedir. Etyemez olan ve canlıların kesilip biçilmesine karşı çıkan George Bernard Shaw, Bose’nin laboratuvarındaki büyütücülerden biri aracılığıyla, haşlanan bir lahana yaprağının ölüm sırasında geçirdiği şiddetli nöbetlere tanık olduktan sonra büyük bir şaşkınlık dönemi geçirmiştir.”
Tumblr media
Bitkilerin de bir müzik zevki var
Bitkilerin gelişmesinde müziğin nasıl bir rolü olduğu da araştırıldı. Aynı şartlar sağlanmış iki seraya mısır ve soya fasulyesi ekildi. Seralardan birine küçük bir pikap yerleştirilip günde 24 saat Gershwin’in Mavi Rapsodi adlı bestesi çalındı. Müzikli seradaki tohumlar, sessiz seradakilerden daha erken filizlendiler.
Bir başka deneyde, bir grup bitkiye tekdüze ve aralıksız sekiz saat fa sesi verildi. Diğer gruba ise kesik kesik ve belli zamanlarda fa sesi verildi. Birinci gruptaki bitkiler iki hafta sonunda tamamen öldüler. Diğer grup ise halen canlılığını koruyordu.
İki öğrenci kabaklar üzerinde sekiz haftalık bir deney yaptılar. Birinci gruba rock müzik, ikincisine klasik müzik çalınıyordu. Rock müzik çalan gruptaki kabaklar, müziğin aksi istikamete kaçar gibiydiler. Klasik müzik dinleyen grup ise neredeyse hoparlörle sarmaş dolaş olacaklardı. Daha da ilginci, rock müzikle uyarılan bitkiler, klasik müzik dinleyenlere nazaran daha fazla su tüketmişlerdi.
Bir başka çalışmada, bitkiler vurmalı çalgılarla çalınan müziğe tepki gösterirken, yaylı çalgılara eğilim içindeydiler. Bir araştırmacı da klasik müzik ile doğu müziğini karşılaştırmak istedi. Sonuçta, klasik müziğe ilgi çok fazla olmuştu ama Ravi Shankar’ın sitarla çaldığı müziğe gösterdikleri tepki bunun bile ötesindeydi. Hint müziğinin kaynağına ulaşabilmek için öylesine çabalıyorlardı ki bitkiler, neredeyse yere yatacaklardı.
“Yaşlılık ve ruh sağlığı” kitabının yazarı Myrna J. Lewis, Rusya’ya yaptığı bir seyahatte, Karadeniz’deki Soçi kentinde birkaç sanatoryuma götürülür. Bu sanatoryumlarda çeşitli rahatsızlıkları olan yaşlı hastalar, ilaçla tedavi yerine, seralardaki bitkilerin titreşimleriyle tedavi edilmektedir. Çiçeklerin yanına götürülen hastalar belirli bir süre burada oturtulmakta, bu çiçekleri koklamaları, sevmeleri istenmektedir.
Ağaçlar enerjimizi yükseltir mi?
Usta Arayıcı diye ün yapan Wilhelm de Boer, parmaklarının arasında gevşekçe tuttuğu arama çubuğu ile çeşitli deneyler yapar. Özellikle ağaçların ve insanların çevrelerine yaydıkları enerji alanlarını yani auralarını ölçer. Büyük bir meşe ağacının enerji alanı 5-6 metreye kadar yayılmaktadır.  Ağaç küçüldükçe alan da daralıyor. Koca bir meşeden gelen enerji insanın aurasının gücünü de geçici olarak arttırmaktadır. Bunu bir deneyle de ispatlamıştır. Doktor Zaboj Harvalik’in aurası, başlangıçta 3 metreye ulaşıyordu. Büyük bir meşe ağacını iki dakika kucakladıktan sonra bu alanın genişliği iki katına çıkmıştır. Ağaçların ve özellikle meşe ağacının gövdesine bir süre sarılmak adeti, bilindiği gibi çok eskilere dayanır.
Neşeyle verilen suyun hikmeti
Montreal’de McGill Üniversitesinde araştırma biyokimyacısı olan Dr. Bernard Grad da şöyle bir deney yaptı. Macar asıllı şifacı Oskar Estebany’nin yarım saat elleri arasında tuttuğu su ile sulanan bitki tohumları, normal suyla sulananlara oranla daha çabuk büyüdü.
Peki aynı yöntemle Estebany’nin dışındaki kişilerden nasıl sonuç alınabilirdi? Enstitüde çok sayıda hasta arasından depresif nevroz tepkileri gösteren 26 yaşında bir kadınla, psikoz depresyonu olan 37 yaşında bir beyi seçti Dr. Bernard Grad. Ayrıca, psikiyatrik açıdan normal olan 52 yaşında bir hastadan da yararlanacaktır. Seçilenlerin üçü de, içinde maden tuzu çözeltisi bulunan kapalı şişeleri tuttular. Normal kişinin elinde tuttuğu su çözeltisiyle sulanan bitkiler, hem psikiyatrik hastalarınkine hem de hiç işlem görmeyen, karşılaştırma bitkilerine nazaran daha hızlı büyüdüler. Psikozlu hastanın bitkisi en yavaş büyüyendi. Nevrozlu hastanın bitkisi ise, Dr. Grad’ın beklediğinin aksine, karşılaştırma bitkilerinden biraz daha hızlı büyüyordu. Nedenine gelince…. Psikozlu hasta, kapalı şişe eline verilince hiçbir tepki göstermemişti. Oysa nevrozlu kadın, hemen nedenini sormuş, konuyu öğrenince de ilgi göstermiş ve Dr. Grad’ın ifadesiyle “daha neşeli” bir havaya girmişti. Ayrıca kadının şişeyi, bir annenin bebeğini kucaklaması gibi sevecenlikle tuttuğunu gözlemlemişti. Önemli olan kadının hastalığının genel gidişi değil, şişeyi tuttuğu sıradaki ruhsal durumuydu. Bazı ülkelerde mandıralarda çalışan kadınların aybaşı dönemlerinde peynir yapılan bölmelere sokulmadığını, çünkü böyle zamanlarda bakteri kültürleri üzerinde olumsuz etkileri olduğuna inanıldığını hatırladı Dr. Grad.
Akıl hastasının suyu bitkilere iyi gelmedi
Dr. Grad ikinci deneyde bitkileri kullandı. Ekilen arpa tohumlarının bir bölümü Estebany’nin elinde tuttuğu kaplardaki suyla sulanırken, diğerleri normal suyla sulanıyordu. Deney sonunda, Estebany’nin elinde tuttuğu kaplardan sulanan tohumlar daha iri bitkiler vermiş, diğerleri normal boyda kalmışlardı. Estebany’nin suya kimyasal madde karıştırmış olabileceği düşünülerek ikinci deneyde mühürlenmiş laboratuvar şişeleri kullanıldı, ama sonuç yine değişmedi. Dr. Grad bir başka deneyde de psikiyatrik olarak normal sayılan bir kişinin tuttuğu suyla, bir akıl hastasının tuttuğu suyun farklı sonuçlar doğurduğunu tespit etmişti. Normal kişinin tuttuğu kaptaki suyla sulanan bitkiler, akıl hastasının suladığı bitkilerden daha kaliteliydi.
O dikenlere ihtiyacınız yok
Bazı İngiliz araştırmacıları ise, toplanacaklarını ya da turşu yapılacaklarını anlayan domateslerin korkudan komaya girdiklerini kanıtlamışlardı. Amerikalı kimyager Marcel Vogel bir karaağaçtan kopardığı üç yaprağı bir cam tabağın içine yerleştirdi. Her gün kahvaltıdan evvel bir dakika süreyle iki yaprağa bakıyor ve yaşamlarını sürdürmelerini telkin ediyordu. Üçüncü yaprağı ise sürekli ihmal ediyordu. Sonunda ilk iki yaprak yeşil kalırken üçüncüsü kurudu. Dahası, ilk iki yapraktaki ağaçtan koparılma izleri de iyileşmişti. Bu, eylem halindeki psişik enerjiydi. Luther Burbank, telkin yoluyla dikenli kaktüslerin dikensiz hale getirilebileceğini keşfetti. Kaktüslere “Korkulacak bir şey yok, bu dikenlere ihtiyacınız yok, ben sizi koruyacağım” diyerek telkinde bulunuyordu. Burbank aynı yolla hiç çiçek açmayan bitkileri bile çiçek açar hale getirmişti.
Kaynak kitap: Bitkilerin Gizli Yaşamı.
1 note · View note
mevsimsizcicek · 6 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Sabah erken kalkıp okumam gereken bir makale vardı. Kahvaltıda saatler boyu oturduğum için o kadar güzel mahvettim ki en güzel saatlerimi. Tam işime oturcam bu sefer babam  yazılı sınavları okumakla meşgul olduğundan, derste kullanacağı materyali hazırlamak üzere benden yardım istedi. E peki madem deyip minnoş bir slayt hazırladım sjdjsjda. İnşallah çocuklarda benim gibi minnoş bulur.  Sonra canım kahve istedi kalktım yaptım, slaytı hazırlamayı tamamladım. Kahve yaparken aklıma şey geldi, lisede sevdiğim bir hocam çok güzel notlar çıkardığımı ve çok dikkatli ders dinlediğimi söyleyerek öğretmenliğe çok yakışacağımı iddia etmişti. Ben aynı özelliklerimi kullanmaya devam edip öğrenciliğe devam etsem olur mu acaba? 
Kahve içmek ve makale okumakla oyalanırken boş günümü mahveden bir dersimin ek dersi için okula gitmem gerekti. Hava güneşli diye aldanıp ince giyinecektim, annem aradı güneşe aldanma hava soğuk diye. Kalın kalın giyinip çıktım. Metroda mutsuz insan yüzleri görmeye katlanamayacağım için uzun uzun yürümeye karar verdim. Metroda bugünlerde kitap okuyan insan sayısı bir hayli arttı ve bu beni çok mutlu ediyor. Ama aşırı mutsuz insan sayısı da bir hayli arttı. Bu da üzüyor. Allah hepimize mutlu, huzurlu olabilecek sebepleri göstersin. Amin. 
Bu hafta midterm haftam. Bu yüzden zaten delicesine buraya postlar atmam. Hayatımın en verimli olduğum günleri midterm haftalarımdır genelde. Ders aralarında bunaltıdan saracak şey ararım. Ve yine buldum. Benim uykuyla savaşımı biliyorsunuzdur. Allahtan erken kalkma işi epey rayına oturdu ama bugünlerde napsam napsam bu da bana yetmiyor diye gezinirken aniden önüme  wake up at 5 am videoları düşmeye başladı. Bir iki video seyrettikten sonra kafamdan havaya yükselen baloncuklar challange accepted diyerek haykırdılar. Umarım başarırım zira bugünlerde bir şeyleri başarmış olma hissine çok ihtiyacım var. 
Saçmalama ihtiyacımı gidermek için yazacak bir şeyim kalmadı şu an. Çayım bitti. Bardağıma çay doldurup derslerle dans etmeye gidiyorum. 
Blackness of the night
14.11.2018
40 notes · View notes
musstuffsworld · 5 years
Text
Tumblr media
KARI VE KOCALARA SÖYLÜYORUMKI KAVGA ETMEYİN
Az önce eşiyle, yine kapışmışlardı. Her zamanki kavgaları gibi olmaması gereken nedenlerden çıkmıştı. Eşi iri yarı olmasının sağladığı avantajı çok iyi kullanıyordu. Doksan kiloluk bu azman kadına kırk kiloluk bedeniyle direnemiyordu. Her kavgada yenilip kıyasıya dayak yiyen taraf hep kendisi oluyordu. Komşularından bazıları,
Erkek adam karısından dayak yer mi diye takıldıklarında,
Karım tank gibi geliyor üstüme. Çok acı bir kuvveti var. Bu hastalıklı, zayıf halimle ne yapsam direnemiyorum ona diyordu. Bu son kavgada da karısı eline geçirdiği kalın topuklu terliğiyle çok acımasız vurmuştu yine. Terlik topuğunun isabet ettiği yerlerdeki acıları dayanılacak gibi değildi. Daha fazla dayak yememek için kurtuluşu sokağa kaçmakta bulmuştu. Evinin bulunduğu sokaktan hızla uzaklaştı. Çarşıya vardığında ara sıra uğradığı Çakırın Yeri adlı meyhaneye girdi. Bir ufak rakı ve meze istedi.
Karısının vurduğu yerlerdeki darbelerin acısını ve karısını unutmak için doldurduğu bardağı bir dikişte içti. Şişe boşaldığında yenisini istedi. İkinci şişe yarılandığında içinde müthiş bir öç alma duygusu belirdi. Sanki vücudu olağan üstü bir hal almıştı. O an kendisini karısından çok daha güçlü hissetti. Kalan rakıyı içip mezeyi bitirdikten sonra kalkıp hesabı ödedi. Meyhaneden çıkıp evinin yolunu tuttu. Yol boyunca karısını nasıl pataklayacağını düşünmüştü, Müthiş irileşmiş ve sertleşmiş pazılarından aldığı güçle yumruğunu karısının tam suratının ortasına patlatacak ve tek darbede onu yere serecekti. Karısını bir yumrukta yere serebileceğine öyle inanmıştı ki.
Eve vardığında kapıyı anahtarıyla açıp içeri girdi. Açık kapıya sert bir tekme vurarak kapanmasını sağladı. Kapı öylesine sesli kapanmıştı, çıkardığı güm!!! sesinden kendisi bile ürkmüştü. Karısı merakla dışarı fırladı. Karısı,
Ne oluyor diye bağırdı. Selim,
Elinin körü oluyor. Şimdi yanına geleceğim ve sana Hanya’yı da Konya’yı da öğreteceğim diyerek koşarcasına karısının yanına gitti. Sanki o koca avluyu üç adımda kat etmişti. Yumruğunu sıkarak karısının suratına doğru salladı. Yumruk hedefine varamadan karısı bileğinden yakaladı. Yakaladığı bileği kuvvetle bükerek Selim’i yere yıktı. Selim’in üzerine binerek,
Bana ha bana, bana vuracaksın ha diyerek rast gele vurmaya başladı. Hırsını alamayarak ayağından terliği çıkarıp burun tarafından tutarak topuğuyla rast gele vurmaya başladı. Ufak tefek bir adam olan Selim’in, alkolün etkisiyle var olduğunu sandığı gücü bir balon gibi sünüp gitmişti. Direnecek hali kalmamıştı.
Yeter be kadın yeter. Öldürecek misin beni diye inledi. Karısı söylenenleri duymadı bile. Bu dayak ona ders olmalıydı. Kocasının bayıldığını fark etmedi. Vurmaktan yorgun düşmüştü.
Bir daha bana el kaldıracak mısın diye sordu. Yanıt alamayınca saçlarından tutup yüzünü kendine doğru çevirmeye çalıştı. Kocasında hiçbir hareket görmeyince,
Hay Allah ölmüş mü bu? Ya öldüyse? İçini büyük bir korku kapladı.
Öldüyse ne yaparım ben. Hiçbir işe yaramayan bu pısırık yarım porsiyon bile olmayan bu adam yüzünden kalan ömrümü hapishanelerde mi çürüteceğim? Üzerinden inip sırt üstü çevirdi. Kulağını göğsüne dayadı. Kalp atışlarını duyunca,
Oh be iyi ki ölmemiş.Bu dayak iyi bir ders olmuştur ona. Kollarını ensesinden ve diz kapaklarının altından geçirerek kucaklayıp kaldırdı. Oturma odasına götürüp divana yatırdı. Ayağındaki ayakkabıları çıkarıp avluya fırlattı.
Geberesice herif, geber ama benim elimden değil, ister bir arabanın altında kalarak, ister ecelinle geber. Yeter ki kurtulayım senden. Şu oturduğumuz evin hatırı olmasa seni bir dakika tutar mıydım evde. Ne çare ki ev de senin kira getiren dükkanlarda. Bu yüzden katlanmak zorundayım. Mutfağa gidip dolaptan soğuk su çıkardı. Bardağa doldurup geri döndü. Buz gibi suyu kocasının yüzüne boşalttı. Selim hafifçe gözlerini araladı.
Ne olur karıcığım vurma artık. Yeter vurduğun. Yoksa beni öldürmeye mi niyet ettin diye inledi.
Hele sen bir daha bana elini kaldır. İşte o zaman ölümlerden ölüm beğen. İki kadeh içince kendini Herkül’mü sandın ulan. Ben adamın paçasını böyle alırım aşağıya.
Bir daha yapmam karıcığım ne olur af et beni.
Başında dayanılmaz ağrılar vardı. Güçlükle elini başının arkasına götürdü. Başı yumru yumru şişliklerle doluydu.
Vay insafsız kadın vay. Amma da öldüresiye vurmuş. Yaşadığım belki de bir mucizenin sonucu olsa gerek. Aslında böyle yaşamaktansa ölmek belki de bu azaptan kurtuluşun en güzel yoludur. Ölmek ama nasıl? Bir ipte sallanır gördü kendini. Hiç iç açıcı değildi. Gidip bir yerlerden denize atlamak nasıl olur diye düşündü. Kendini düşledi denizin kirli suları içinde. Batıp çıktıkça o iğrenç suları yutuyordu. İçi bulandı ve bu hiç olmaz dedi. Akşama kadar çeşitli ölümler düşündü. Hiç birini beğenmedi. Bu düşünceler içinde ağrılarını unuttu. Bedeni iyice gevşedi. Tam uykuya dalacağı anda karısının o gür ve korkunç sesiyle irkildi.
Hadi kalk bakalım sümsük herif. Her halde yemeğini yatağına getirmemi istemeyeceksin. Kalkmak için davrandı. Tüm vücudundaki ağrılar sözleşmiş gibi birden tüm bedenini kapladı. Ağrılarına rağmen kalkmazlık edemezdi. Bu kadının sağı solu belli olmazdı. Ne olur ne olmaz, yine terlik faslını başlatabilirdi. Dönüp ayaklarını aşağı indirdi. Divana dayadığı elinden destek alarak güçlükle kalktı. Sendeledi. Düşmemek için yakınındaki sandalyeye tutundu. Derin bir nefes almak istedi. Sırtındaki ağrılar yüzünden başaramadı. Karısı gök gürültüsünden beter sesiyle yine bağırdı.
Orada ne dikilip duruyon ülen sümsük? Hadi gelsene.
Geliyorum karıcım dedi güçlükle. Ağır ağır yürüyüp yemek masasının yanına gitti. Oturduğu sandalyede tamamen küçüldüğünü hissetti. Karısının uzattığı tabağı alıp önüne koydu. Birkaç lokma aldıktan sonra tıkandı. Canı yemek istemiyordu. Karısı ne oldu yemeği beğenmedin mi der gibi yüzüne baktı. Korkuyla kaşığını tabağa salladı. Yemeğini ağır ağır yerken düşünüyordu.
Şu cehennem zebanisi gibi kadına bak be. Sanki dünyada başka isim kalmamış gibi adını Munise koymuşlar. Munislik kim bu kadın kim? Sanki Japon güreşçisi. Eğer bu kadından kurtulmazsam mutlaka bir gün beni döve döve öldürür. Tabağındaki yemeği bitirdiği halde kalkmak istemiyordu. Hareket etmek tüm ağrılarını azdırıyordu. Karısı,
Bakıyom kalkmaya niyetin yok gibi. Canın bir de gayfe mi istiyo ülen dedi. Attığı dayaktan çok memnun olmuş olacak ki pişmiş kelle gibi sırıtıyordu.
Yok karıcığım, öylece dalıp gitmişim.
Hadi hadi belli etmemeye çalışıyon ama belli ki canın gayfe istiyo ama dilin varmıyo. Yeniden bir dayak faslı başlar korkusuyla,
Sana zahmet olmazsa içeyim bari dedi. Munise yeni yetme bir kız özentisi bir cilveyle,
Emrin olur kocacığım. Sen ne emrettin de yapmadım dedi. Karısı kahve yapmak için ocağa döndüğünde,
Bak şu kadına yahu. Nereden baksan en az senin ikin gibi. Kör müydün ulan bununla evlenirken. Bu evlilik sürdükçe kısmetinde kim bilir daha ne dayaklar var. Her şeyi bir tarafa bırak. Bir de ele güne rezil oldum. Adım kılıbık olarak ünlenir oldu. Bu kadından kurtulmalıyım ama nasıl? Boşanalım desem alimallah beni öldürür. Boşamasam bir gün yediğim dayaklardan öleceğim. Ne yapmalı? Nasıl yapmalı ve bu baş belasından kurtulmalı. İyiden iyiye dalmıştı. Munise’nin sesiyle kendine geldi. Karşılıklı kahveleri içtiler.
Gece yatağa girdiklerinde karısı hiçbir şey olmamış gibi boynuna sarıldı.
Benim aslan kocacığım. Yakışıklı kocacığım. Hadi bakalım sarıl karıcığına Dedi. Oysa Selim’in değil karısının istediği şeyi yapmak kolunu kaldıracak gücü kalmamıştı. Sırtını karısına dönünce karısı,
Sümsük herif, sen de erkek misin be? Şu haline bak. Bulmuş dalyan gibi karıyı, üstüne çıkıp tepine tepine gönlünü eğleyeceğine sırtını dönüyo. Hımbıl herif evlenmek senin neyineydi. Yaktın benim gibi gül gibi kadını. Ama kabahatin büyüğü bende. Ne yakışıklı, üstelik boylu poslu delikanlılar istemişti beni. Hiç birini beğenmedim de bu sümsük herife parası için peki dedim. Zengindir beni rahat ettirir diye düşünmüştüm. Karşı komşunun yakışıklı oğlu geldi gözlerinin önüne. Sandık üstündeki yastığı alıp bacak arasına yerleştirdi. Yastığı komşunun oğlu gibi belledi. Bir süre sonra rahatladı. Yastığı yerine atarak derin bir uykuya daldı.
Selim on günden beri evden dışarı çıkmamıştı. Kafasındaki şişlikler inmek bilmiyordu. Bu durumda sokağa çıksa elin maskarası olurdu. Bu arada karısından kurtulmak fikri bir türlü kafasından silinmiyordu. Bu kadından mutlaka kurtulmalıydı ama nasıl? Ölmek veya öldürmek. Tek çözüm ikisinden biriydi. Ya sonrası. Kolay mıydı on beş yirmi yıl hapiste yatmak. Bu kadının her yerinde yağdan bir zırh var. Kurşun bile zor işler ona. Bir iki kurşunla işini bitiremezsen o senin işini bitirir. Ne olursa olsun deneyecekti. Kafasına kafasına sıkacaktı kurşunları. Şansı yaver gitmezse sonucuna katlanacaktı.
O gün erken kalktı. Tıraş olup giyindi. Uzun bir yürüyüşten sonra yakın arkadaşı Tornacı Kamil ustanın dükkanına vardı. İçeri girip selam verdi. Kamil ustayı sordu.
İşi vardı gitti. Öğlenden sonra gelecek dediler.
Öğlenden sonra yine uğrarım dedi ve çıkıp gitti. Bit Pazarının tüm sokaklarını gezdi. Vakit geçmek bilmiyordu. İçinde dayanılmaz bir dürtü vardı. İç diyordu bu dürtü. İçki yüzünden başına gelenler aklından çıkmıyordu. Var gücüyle bu dürtüye karşı koymaya çalıştı. Öğlen yemeğini arkadaşının torna dükkanına yakın bir lokantada yedi.
Tornacı Kamil ustanın bir müşterisi kendisine, ustabaşı Halil ustaya ve çalışanlar için büyükçe üç çömlek Menemen yoğurdu getirmişti. Çalışanlar paylarına düşen çömlekteki yoğurdu iştahla yediler. Biri,
Az sonra bizim patronun arkadaşı Selim ağabey gelecek. Ona bir oyun oynayalım dedi. Biri,
Ne oyunu diye sordu?
Bak şimdi bu çömleğe yarıya yakın demir talaşı koyalım. Üstüne de sıkı sıkı üstüpü koyalım. Sonra da ağzını mandıranın kağıdıyla kapatalım. Selim ağabeye,
Bunu sana Menemen’den biri gönderdi diyelim ve kendisine verelim. Usta başı Halil,
Bırakın yahu dedi. Adamın zaten karısından ödü kopuyor. Karısından dayak mı yedireceksiniz adama.
Boş ver be usta dediler. Bir şey olmaz. Yarın gelir bize çatar. Biz yapmadık deriz olur biter. Halil usta çaresiz,
Siz bilirsiniz dedi.
Selim ikindiye doğru yine arkadaşının torna dükkanına gitti. Kalfalar,
O… Selim abi hoş geldin. İyi ki geldin dediler.
Hayrola ne oldu?
Bak sana Menemenli bir arkadaşın Menemen yoğurdu getirdi.
Hadi yahu, dalga geçmeyin benimle. Benim Menemen’den arkadaşım yok ki.
Olur mu Selim abi. Allah çarpsın işte orada. Kalfalardan biri çömleği alıp getirdi ve Selim’e verdi. Selim çömleği okkaladı. Çömlek doluydu. İçini bir sevinç dalgası kapladı. Bunu götürüp karısına verecek ve diyecekti,
Sen kocanı bir şeye benzetemiyorsun ama bak, ta… Menemen’den hediye yoğurt getiriyorlar. Karısının yüzünün ne renk alacağını şimdiden görür gibiydi. Çömleği koltuğunun altına kıstırıp,
Hoşça kalın diyerek evinin yolunu tuttu. Bu gün canı durmadan yürümek istiyordu. Koltuğunun altındaki üç kiloluk çömleğe rağmen yürümeyi yeğliyordu. Yolunun üzerindeki bir kahvehanede oturup çay içti. Özellikle ağırdan alıyor ve evine tam akşam yemeği vaktinde ulaşmayı planlıyordu.
Hava kararmaya yüz tutmuştu. Evi pek uzak sayılmazdı. Kahvehaneden çıkıp ağır adımlarla ilerledi. Evine vardığında akşam olmuştu. Avlu kapısını açıp içeri girdi. Kapıya asılı çanın sesiyle karısı avluya çıktı.
Ne cehennemde geziyorsun be adam. Akşam olduğunun hala farkında değil misin. Hadi yürü, sofra hazır.
Tamam karıcığım geliyorum. Hızla avluyu geçip eve girdi. Koltuğunun altındaki çömleği gururla masanın üzerine koydu.
Bak karıcığım. Sen kocanı bir şeye benzetemiyorsun ama, ona ta Menemen’den hediye yoğurt getiriyorlar. Munise merakla çömleği masanın üzerinden alıp bankonun üzerine koydu. Kağıt kapağı tutan ipi çözüp kapağı çıkardı. Çömleğin içinde üstüpü vardı. Üstüpü o kadar ağır olmazdı. Merakla üstüpüleri çekip çıkardı. Altındaki demir talaşını görünce deliye döndü.
Al ulan yoğurdunu deyip çömlekteki talaşı masanın üzerine boşalttı.
Senin gibi adama hediye diye işte böyle pislik getirirler dedi. Talaşlar saçılıp yemek tabaklarının içine doldu. Selim başını korumak için ellerini başının üstüne koydu. Çömleğin kafasına inmesi kaçınılmazdı. Neyse ki çömlek kafasında değil de duvarda patladı. Selim yıkılmıştı. Oysa ne umutlarla o çömleği eve taşımıştı. Bu hediye sayesinde karısıyla arasında barış rüzgarları esecek ve belki de o eski mutlu günlerine geri dönebileceklerdi. Ama olmadı. Çok kötü bir oyun oynamışlardı kendisine. Üstelik karısının karşısında daha da küçülmüştü. Masadan kalkıp odaya geçti. Karısı mutfakta demir talaşı ve çömlek parçalarını temizlerken için için ağladı, ağladı.
Munise her yemeğe oturduklarında Selim’i o çömlek yüzünden ha bire aşağılıyordu. Dayanacak gücü kalmamıştı. Tanıdığı bir silah kaçakçısı vardı. Ona iyi bir tabanca istediğini söyledi.
Öyle bir tabanca bulacaksın bana. Çaktın mı elli santim duvarı delecek. Kaçakçı,
Hayrola yahu? Ne yapacaksın o kadar güçlü bir tabancayı?
Bir malı alırken iyisini alacaksın. Hem iyi delecek, hem de teklemeyecek. Tetiği çektin mi tüm mermileri sonuna kadar aksatmadan çakacak. Kaçakçı,
Tamam dedi. Sana istediğinden bile daha güzel bir tabanca bulacağım
Kaçakçı bir hafta sonra,
Aradığın gibi bir tabanca buldum sana. Benim eve gidelim. Ahırda denemesini bile yaparız dedi. Eve gittiler. Kaçakçı tüm özelliklerini gösterdikten ve evdeki müzik setinin sesini sonuna kadar açtıktan sonra ahıra gittiler. Kapısını iyice kapattılar. Selim kaçakçının uzattığı tabancayı alıp karşıdaki kalasa peş peşe beş el sıktı. Mermilerin tümü duvara saplandı. Kalasa isabet eden olmadı. Kaçakçı,
Böyle senin yaptığın gibi hedefe isabet ettiremezsin. Bana iyi bak. Öncelikle elin titremeyecek. Tabancayı gözünün hizasına kaldırıp gezle arpacığı aynı hizaya getirip tetiğe basacaksın dedi ve tetiğe peş peşe bastı. Kalan dört kurşunun dördü de kalasa isabet ettiği gibi delip öteye geçmişlerdi. Belli ki tabanca iyiydi. Ahırdan çıkıp eve girdiler. Fiyatında anlaşıp bedelini ödedikten sonra tabancayı beline soktu. Mermi kutusunu da cebine koydu. Düşünüyordu. Eve varır varmaz hiç yoktan karısını vurup öldürmeli miydi? Yoksa bir hır çıkmasını beklemeli miydi? Nasıl olsa hır çıkmayan günleri yoktu. Hır çıkar çıkmaz çekip vurup öldürecekti.
Sabah erkenden karısının dırdırı başlamıştı. Tabancasını sakladığı yerden alıp beline soktu. Karısına,
Kes artık be dedi. Bıktım usandım senin bu dırdırlarından. Karısı,
Ne!!! Sen mi bıktın benim dırdırlarımdan. Şimdi senin kafanı kırayım da gör bak dırdır nasıl olurmuş. Öfkeyle avluya çıktı. Hızla gün olur gerekir diye duvara soktuğu sopaya doğru yürüdü. Ardından Selim de avluya çıktı. Karısı duvardan aldığı sopayla hışım gibi üstüne geliyordu. Tabancasını çekip peş peşe tetiğe bastı. Munise korkuyla kaçmaya başladı. Kaçıyordu ama nereye kadar. Başının üzerinden vınlayarak geçen kurşunların korkusuyla kendini yere attı. Selim karısının öldüğünden emindi. Yaşayıp yaşamadığını kontrole gerek görmedi. Elindeki tabancayı fırlatıp sokak kapısından çıktı. Munise’nin çığlıkları ve tabancanın sesi sokağı hareketlendirmişti. Komşular açık duran sokak kapısından içeri girdiler. Munise yattığı yerde donup kalmıştı. O korku nedir hiç bilmemişti ama başının üzerinden vınlayarak geçen kurşunlardan çok korkmuştu. Belki de vurulmuşumdur diye yattığı yerden kalkmaya korkuyordu. Komşular yattığı yerden kaldırdılar. Biri evden bir sandalye alıp geldi. Sandalyeye oturttular. Bir başkasının getirdiği suyla yüzünü yıkayıp başını ıslattılar. Munise kendine geldiğinde olan bitene halen akıl erdiremiyordu.
Neden yaptı bunu bana neden? Gül gibi karısını öldürüp te eline ne geçecekti. Yapılır mı bu benim gibi bir kadına ha? Yapılır mı? Komşuları koltuklayıp eve götürdüler. Kolonyayla bileklerini alnını ovarak açılmasını sağladılar. Polisler geldiler.
Kim kime ateş etti diye sordular. Çocuğun biri yerdeki tabancayı alıp polise uzattı.
Aha bununla ateş etmiş dedi. Polis,
Kim ateş etti. Çocuk,
Kocası Selim ağabey.
Neden ateş etmiş?
Bilmiyorum. Hemen telsizle Selim’in görüldüğü yerde yakalanması için bilgi verdiler.
Selim evden çıktıktan sonra bir süre koştu. Öldürdüğü karısı sanki peşindeydi. Oldukça yorulmuştu. Yavaşladı.
Kaç, kaç ama nereye kadar. Eninde sonunda yakalanmayacak mısın? Yakalanıp itiş kakış karakola götürüleceğine kendin gidip adam gibi teslim ol. Aklına yatmıştı. En iyisi gidip teslim olmaktı. Adımlarını sıklaştırdı. Karakolun önüne geldiğinde durakladı. Bir süre ne yapması gerektiğini düşündü. Teslim olmaktan başka bir umarı yoktu. Karakola girdiğinde nöbetçi polis,
Hey!! dur bakalım. Sen bizim aradığımız Selim değil misin.
Evet, aradığınız Selim benim. Birden içini bir güven duygusu kapladı. İçindeki tüm korkuları silip süpürdü. Polis içeri seslendi,
Aradığımız Selim bey teslim olmak için gelmiş. Onu içeri alın dedi. İki polis koşar adımlarla geldiler. Selim’i aralarına alıp karakol amirinin odasına götürdüler. Karakol amiri Selim’in başındaki belayı duymuştu. Karısının kendisini sık sık dövdüğünden haberi vardı. Oturması için yer gösterdi.Selim bey, anlat bakalım, karını neden öldürmek istedin? Selim gözlerini komiserin gözlerinin içine dikti. Kararlı bir ses tonuyla,
Onu öldürmekten başka umarım kalmadı. Bu yüzden onu öldürdüm.
Ne öldürmesi Selim bey? Dokuz kurşundan hiç biri karına deymemiş bile. Hepsini ıskalamışsın. Selim,
Eyvah!!! komiserim. Ben şimdi öldüm diyerek koltuğa yayıldı. Koltukta dik oturacak hali kalmamıştı. İki yumruğuyla kafasını yumruklamaya başladı.
Al ulan, al sana: Ne işin vardı da kalkıp doksan kiloluk o azman kadınla evlendin ha. İşin yoksa ye dayağı otur kıçının üstüne. Komiserim ne olacak benim halim diyerek hıçkıra, hıçkıra ağlamaya başladı. Komiser kalkıp Selim’in yanına gitti. Onun nasıl bir acı çektiğinin farkındaydı. Saçlarını, ensesini okşadı.
Hadi kes bakayım öyle kadınlar gibi ağlamayı. Erkek adam ağlar mı yahu? Hadi bakalım toparla kendini. Dışarıya,
Bize iki çay gönderin diye seslendi. Az sonra çaylar geldi. Selim önüne konulan çay bardağına isteksizce baktı. İçmese komiser kızar mı diye gözlerini komisere çevirdi. Göz göze geldiler. Komiser sevecenlikle bakıyordu. Rahat bir nefes aldı. Çay tabağındaki şekerleri alıp bardağın içine attı. Çayı karıştırırken diğer eliyle gözlerinden akan yaşı sildi. Komisere dingin ve kısık bir sesle yaşadığı hayatı kısaca anlattı.
Anlattıkları komiserin işittikleriyle çakışıyordu. Çok çile çekmiş olan küçücük adama çok acımıştı. Kararını verdi. Ne yapacak edecek bu küçük adamın uzun süre hapis yatmamasını sağlayacaktı. Zile bastı. Gelen memura,
Zabıt memuru daktiloyu alıp gelsin dedi. Polis,
Baş üstüne diyerek uzaklaştı. Az sonra zabıt memuru daktilosuyla içeri girdi. Daktilosunu masada uygun gördüğü yere koyup koltuklardan birini çekip oturdu. Komiser Selim’e,
Sen karını neden öldürmek istedin diye sordu ve ekledi. Sen karına öldürmek için ateş etmedin değil mi? Zabıt memuruna,
İlk sorduğumu yaz, gerisini yazma dedi.
Tamam yazdın mı?
Yazdım efendim.
Devam et.
Karım çok geçimsiz bir insan. Üstelik oldukça iri ve güçlü, kuvvetli. Bense gördüğünüz gibi minyon bir insanım. Güçsüz olmamdan yararlanarak bana her türlü hakareti yapıyor ve üstelikte kıyasıya dövüyordu. Yediğim dayaklar ve karşılaştığım hakaretler canımdan bezdirdi. Onu korkutmak için bir tabanca satın aldım. Amacım onu öldürmek olsaydı, dokuz kurşunun hiç birini boşa getirmezdim. Selim’e,
Başkaca söylemek istediğin bir şey var mı diye sordu? Selim komiserin kendisini az bir cezayla kurtarmak istediğini sezmişti.
Ağzınıza sağlık komiserim. Siz benim söyleyeceklerimden daha iyisini yazdırdınız. Sağ olun. Size minnettarım. Daha sonra dosyaya tabanca için konulan bilirkişi raporunda tabancanın yiv ve setlerinin tamamen silinmiş olduğunu, öldürücü bir özelliği olmadığı yazıyordu.
Duruşmada hakim rapora ve Selim’in iyi haline bakarak beraatine karar verdi. Selim bu karar karşısında şaşırmıştı. Çok ağır bir ceza almayı bekliyordu. Oysa beraat etmişti. Mahkeme heyetine teşekkür etti. Tutukluluk halinin kaldırılması için savcılığa götürüldü. İşlemleri tamamlanınca serbest bırakıldı.
Ne yapacağına bir türlü karar veremiyordu. Evine mi gitmeliydi? Yoksa başını alıp kendisini kimsenin tanımadığı bir yere mi gitmesi gerekiyordu. Evine gitmeye karar verdi. Adımlarını hızlandırdı. Evine vardığında kapıyı sert bir şekilde açıp, daha sert bir şekilde kapattı. Karısı korkuyla dışarıya çıktı. Kocasını görünce,
İmdat!!!! Yetişin komşular!!! Kocam beni öldürmek için hapisten kaçmış diye bağırmaya başladı. Selim kendinden emin adımlarla eve gitti. Açık kapıdan içeri girip salondaki divana oturdu. Ayaklarını uzatarak,
Munise!!! Diye bağırdı. Çıkar şu ayakkabılarımı. Munise korkuyla yanına geldi. Önünde diz çöküp ayakkabıların bağcıklarını çözdü. Ayakkabıları çekip aldı. Götürüp kapının önüne koydu. Ne olur ne olmaz diye kaçmayı planlıyordu. Selim’in sesiyle irkildi.
Munise gel buraya. Dönüp Selim’in yanına gitti.
Buyur dedi. Bir şey mi istiyon?
Geç şuraya karşıma otur. Söyleyeceklerimi iyice belle. Eğer bir daha bana ters davranırsan, hele hele el kaldırırsan dokuz kurşun yetmez yüz kurşunla bin kurşunla bedenini delik deşik ederim.
Edersin beyim.
Dediğimi iyice anladın değil mi?
Anladım beyim. Kurbanın olayım senin. Öl de yoluna öleyim.
Madem ki dediklerimi iyi anladın. Kalk ta iki kahve yap içelim.
Emrin olur deyip kalktı.
Gece yatağa girdiklerinde Selim karısına sımsıkı sarıldı. Kollarında korkunç bir güç hissediyordu. Belki de bir sıkışta karısının tüm kaburga kemiklerini kırabilirdi. Karısının bacakları arasında kaybolmasına aldırmadan uzun uzun seviştiler. Sabah doğan gün sanki bambaşka bir gündü. Soğuk bir kış gününde hani güneş açarda nasıl ısıtırsa insanın içini, gece aynen öyle olmuştu. Yıllardır çektikleri azap son bulmuştu. O gece birbirlerini bir daha incitmemeye birbirlerinden habersiz karar vermişlerdi. Yeni doğan gün onları çok eskilere, evlendikleri ilk günlere götürmüştü. İkisinin de içleri sımsıcak sevgilerle dolmuştu.
Özcan NEVRESIM
SİLİVRİ
2 notes · View notes
Text
AYÇA – HERŞEYIN BAŞLANGICI ( 5 )
http://sekshikayelerinioku.wordpress.com/
Ayça, o akşam THY’nin Antalya-İstanbul uçağı ile Atatürk http://sekshikayelerinioku.wordpress.com/havaalanına indi. Bulduğu ilk taksiyle eve doğru yola çıktı. Evet, kararını vermişti. Evine dönüyordu. Yaşadığı onca olaydan sonra Tolga ile olan problemleri gözüne çok önemsiz görünüyordu. Tolga’yı affetmişti. Tek istediği yeniden evinde yaşamaya başlamak, son bir haftada olanları tamamen unutmaktı.
Yaklaşık 20 dakikalık bir yolculuktan sonra taksi Ayça’nın evinin önünde durdu. Ayça arabadan inince başını kaldırıp apartmana baktı. Kaç yıldır oturuyordu burada. Acaba ne düşünmüştü komşular onu uzun zamandır görmeyince? Tolga ne söylemişti soranlara? Kendini çok tedirgin hissediyordu. Aklına tüm bu yaşananlara sebep olan akşam geldi.
“Ya yine Tolga’yı Mirey ile bulursam?” diye düşündü. Bu düşünceyi kafasından çabucak attı. Apartmanın kapısı açıktı. Asansörle dairelerinin olduğu kata çıktı. Zili çaldı. Yüreği pırpır ediyordu. Ayak sesleri. Ve işte, Tolga’nın sesi.
– “Kim o?”
– “Benim.”
Anahtar kilitte aceleyle döndü, kapı açıldı. Tolga şaşkın şaşkın Ayça’ya bakıyordu.
– “Girebilir miyim?”
Tolga apar topar kenara çekildi, Ayça içeri girdi. Kapı kapandı.
– “Çok mu şaşırdın beni gördüğüne?”
– “Evet… Nasıl desem, beklemiyordum. Hatta umutsuzluğa kapılmıştım. Hala şoktayım. Geçsene salona. Hay allah, bavullar dışarıda kaldı.”
Ayça üç aydır görmediği salonuna baktı. Çok özlemişti. El çantasını masaya bıraktı, televizyonun karşısındaki kanepeye oturdu. Bu kanepede hep Tolga’yla DVD izlerlerdi. Tolga bavulları antreye aldı, ne yapacağını bilemez halde salonda oradan oraya seğirtti, en sonunda gelip Ayça’nın çaprazındaki koltuğa ilişti.
– “Ayça. Seni gördüğüme nasıl sevindim bilemezsin. Döndün mü evimize?”
– “Döndüm.”
Kısa bir sessizlik oldu. Tolga yerinden kalktı, Ayça’nın yanına oturdu. Birden Ayça’yı kendisine çekip, beceriksizce sarıldı. Ayça da başını Tolga’nın göğsüne dayadı.
– “Seni affettim Tolga. Sen de beni evi bu kadar terkettiğim için bağışla.”
Ertesi sabah Ayça uyandığında Tolga çoktan işe gitmişti. Saat 11’e geliyordu. Tolga işe giderken Ayça’yı uyandırmamıştı. Ayça yatakta doğruldu, etrafına bakındı. Uzun zamandır bu odada uyanmamıştı. Kendini mutlu hissetti. Dün gece kendini çok yorgun hissediyordu. Sanki günlerdir uyumamıştı. Tolga ile barıştıktan sonra fazla oturmamış, hemen yatmışlardı. Aralarında cinsel bir yakınlaşma olmamıştı; ne de olsa Ayça çok yorgun ve uykusuzdu.
Yataktan kalktı. Harika bir yaz sabahıydı. Hava çok sıcaktı ama klimalar çalıştığından evin içi serindi. Ayça neşeyle gerindi, doğru banyoya gidip duş aldı. Kahvaltısını ederken, gazeteye göz attı. Aklına işi geldi. Pazartesi günü işbaşı yapacaktı. Önünde dolu dolu 4 günü vardı. Haftasonu Tolga ile bir yerlere gitmek istiyordu. Uzun zamandır bakmadığı e-maillerine bakmak için evdeki PC’yi açtı. Erman bey’den gelen 1-2 önemsiz mesaj vardı. Derken heyecandan kalbi duracak gibi oldu. Alt alta duran iki mail: Mahmut Öztürk ve Mirey Levi. Hiçbir şey düşünemedi. Mailları açmadı. Mutfağa gitti, koyu bir kahve yaptı, bir sigara yaktı ve Mirey’in mailini açtı:
“Merhaba Ayça, Tolga ile beni yakaladığın için evi terkettiğini biliyorum. Ayrı olduğunuzu şirketteki herkes biliyor. Senden ricam ilişkimizden dolayı Tolga’ya kızmaman. Onu ben baştan çıkardım. İzak’la sorunlarımız vardı (hala da var!). Kendimi çok yalnız hissediyordum ve bir erkek tarafından beğenildiğimi bilmeye ihtiyacım vardı.
Evet, bugüne dek karşıma çıkan tüm erkekleri etkiledim, bu doğru. Ama neden Tolga’yı seçtiğimi soracak olursan en önemli neden şu: Tolga evli bir erkek ve üstelik seninle evli. Şirketimizin güzel ürün müdiresi Ayça hanım’la. Şirketteki hemen tüm erkeklerin ilgisini çektiğini farketmemiş olamazsın. Dolayısıyla senin eşini baştan çıkarabilirsem kendimi gerçekten çok iyi hissedecektim. Bunu başardım…
Sen evi terkettikten sonra da Tolga ile ilişkimiz aralıklarla devam etti. Hatta birlikte küçük bir haftasonu kaçamağı bile yaptık. Tolga harika bir erkek! İzak’a hiç benzemiyor. İzak hep biraz tutuk, biraz pasif, tedirgindir. Tolga ise çok ateşli, aktif bir erkek. Birlikte nefis vakit geçirdik. Sana bunları durumu bilmen gerektiğini düşündüğüm için yazıyorum.
Sakın beni İzak’a filan ispiyonlamayı düşünme. İzak zaten herşeyi biliyor. Birtakım cinsel problemleri var ve beni düzenli olarak mutlu etmesi olanaksız. Dolayısıyla bana cinsel özgürlüğümü verdi. Yeter ki, onun gözü önünde olmasın. Bu konuya ben de çok dikkat ediyorum. Ne de olsa İzak benim kocam ve yatak performansı hariç iyi bir eş. Ben de İzak’la evli kalmakla birlikte cinsel hayatımı keyfime göre yaşamaya karar verdim ve yaşıyorum. Senden ricam durumu bilmen ve kabullenmen. Tolga senin kocan ve aranızı bozmaya niyetim yok (istemeden sebep olduğum durum için özür dilerim). Zaman zaman onu benimle paylaşmanı istiyorum o kadar.
Bana kızabilirsin. Dediğim gibi İzak herşeyi biliyor. Ayrıca şirket içinde de yerim sağlam. Hem Rıfat bey’le, hem de Erman bey’le aram iyi.Bu maili belki de tatilden ofise dönünce okursun. Her halükarda kimseye kızmamanı rica ederim. Hayat böyle işte. Kendine iyi bak…”
Ayça beyninden vurulmuş gibi olmuştu. Mirey’in mailindeki küstah tavır inanılmaz rahatsız ediciydi. Bir an telefon açıp ağzına geleni söylemek istedi. Vazgeçti. Acele hareket etmemeliydi. Demek Tolga ile Mirey birlikte olmaya devam ediyorlardı. Bu durum fena halde sinirine dokunsa da, Tolga’ya fazla kızamıyordu. İçten içe kendi yaptıklarını düşünüyor, hele bir de Mirey’in gerçekten çok seksi bir kız olduğunu düşününce, Tolga’ya pek de kızamıyordu. Mirey’in bu kadar fahişe ruhlu olmasına çok şaşırmıştı. Yaptıklarını adeta gururla anlatıyordu. Ayrıca, İzak’ın cinsel probleminin ne olduğunu da merak etmişti. Düğünde gördüğü kadarıyla yakışıklı bir erkekti.
Bir süre bunları düşünerek zaman geçirdi. Nasıl bir tavır takınacağına, ne yapacağına karar veremedi. İşbaşı yapana dek iyice düşünmeliydi. Birden gözü diğer maile takıldı. Fazla düşünmeden üzerine tıkladı;
“Merhaba Ayça, ben Mahmut. Seninle sevişeli 3 gün oldu ve hala sanki bir rüya alemindeyim. Çok uzun zamandır senin gibi güzel bir kadınla sevişmemiştim. Lafı fazla uzatmayacağım. Perşembe öğlen İstanbul’da olacağım. Gelmişken seninle de görüşmek istiyorum. Her ne kadar otelden ayrılırken bana çok kaba davrandıysan da ilişikteki dosyalar seni ikna edecektir.”
Mesajın ilişiğinde iki fotoğraf dosyası vardı. Ayça korkarak ilkinin üzerine çift tıkladı. Gözlerine inanamadı. Mahmut’la çırılçıplak yataktaydılar. Sarmaş dolaş uyuyorlardı. Bir bacağını Mahmut’un üzerine atmıştı. Seks sonrası rehaveti içindeydiler. İkinci fotoğraf daha da beterdi. Kendisi yüzükoyun uzanmış, Mahmut üzerine yerleşmiş, klasik bir seks sahnesindeydiler.
Ayça gözlerine dolan yaşlara engel olamadı. Demek Mahmut o geceyi bir şekilde fotoğraflamıştı. Bu fotoğrafların başkalarına forward edilmesi ihtimali nefesini sıkıştırdı. Ne yapacağını bilemedi. Aceleyle bilgisayarı kapattı. Artık akıl danışabileceği Piraye de yoktu. Bir sigara daha yakarken telefon çaldı. Kim olabileceğini düşünmek bile istemiyordu. Sesini çıkarmadan ahizeyi kaldırdı.
– “Alo. Alo Ayça. Sen misin? Ben Piraye.”
Ayça bir an kendini çok rahatlamış hissetti.
– “Benim.”
– “Merak ettim, neler yapıyorsun diye bir arayım dedim.”
– “Sağol Piraye. İyiyim. Kusura bakma, dün apartopar ayrıldım. O gece olanlardan sonra hiçbirinizin yüzüne bakacak cesaretim yoktu.”
– “Neden? Hep birlikte ne güzel vakit geçirdik işte. Seni ne rahatsız etti ki?”
– “Bilmiyorum. Hoşuma gitmedi işte.”
– “Hoşuna gitmedi demek. Bana hiç de öyle gelmedi. Sinan ve Tamer’i benimle paylaşamıyordun. İlahi Ayça. Ne komiksin. Grup seks yaptık, hem de ne seks! Sen hala utangaç taze rollerindesin. Kendini kabullen artık.”
– “…”
– “Neyse. Hadi şimdilik hoşçakal. Sonra görüşürüz. Bye”
– “Bye.”
Telefonu kapattı ve öylece kalakaldı. 15 dakika içinde herşey değişmişti sanki. Ayça kararsız ve amaçsız bir şekilde salonda otururken, telefon yeniden çaldı. Korkarak açtı
– “Merhaba canım, günaydın” Tolga’nın sesi Ayça’yı rahatlattı.
– “Günaydın Tolga.”
– “Nasıl, iyi uyudun mu, iyice dinlendin mi?”
– “Evet. Çok iyiyim.”
– “Harika. O zaman akşam 7.5 gibi hazır ol. Seni çok güzel bir yere götürücem.”
– “Bu akşam mı?”
– “Tabii. Bir araya gelişimizi kutlamalıyız. Hem çok özledim seninle dışarı çıkmayı.”
– “…”
– “Ne oldu sevgilim?”
– “Hiç. Peki, gidelim o zaman.”
– “Anlaştık. 7.5’da alırım seni. Öptüm. Bye.”
Ayça hiçbirşey düşünemiyordu. Karar verme yetisini kaybetmişti sanki. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmiyordu. Telefon yeniden çaldı.
– “Alo, Ayça?”
– “Evet. Kiminle görüşüyorum?”
– “Ben Mahmut. Nasılsın?”
– “Telefonumu nerden aldın?”
– “Şirketten. Tatilde olduğunu söylediler. Ben de acil bi konu için aramam gerektiğini söyledim. Ev numaranı verdiler.”
– “…”
– “Hoşgeldin demek yok mu? Bir saat olmadı henüz İstanbul’a ineli. Ne kadar sıcak şehriniz yahu? Adresi ver de geleyim.”
-“Ne adresi, ne demek bu?”
-“Ne adresi olacak, ev adresini. Yoksa onu da şirketten almamı mı istersin? Hem belki seninle neden görüşmek istediğimin ayrıntılarını da merak ederler.”
-“Çok adisin!”
-“Hadi bekliyorum. Şarjım azaldı.”
-“…”
-“Ayça? Şirketi arıyorum bak.”
-“Manolya sokak. Numara 16/9. Etiler.”
-“Yarım saat sonra ordayım.”
Ve Mahmut telefonu kapadı. Ayça ne yapacağını bilemez halde kalakaldı. Bir an evden çıksam mı diye düşündü. Vazgeçti. Bu sadece rezaleti büyütmeye yarardı. Adres, telefon herşeyi belliydi. En iyisi, bu işten serinkanlılıkla kurtulmak diye düşündü. Saat 2’yi geçiyordu. Kapı çaldı. Gelen Mahmut’tu. Gayet rahat tavırlarla davet beklemeden içeri giriverdi.
– “Merhaba Ayça.”
– “Merhaba.”
– “Çok sıcak, bayıldım. Soğuk bişeyin var mı?”
– “Cola içer misin?”
– “Çok iyi olur.”
Böylece Mahmut’la Ayça salona geçtiler. Cola’larını içerken Ayça tüm cesaretini toplayıp konuya girdi.
– “Söylesene Mahmut. Bu şantajlarına ne zamana dek devam etmeyi düşünüyorsun?”
– “Şantaj mı? Böyle adlandırmana üzüldüm. Ben iyi vakit geçirdiğimizi sanıyordum.”
– “Hayır, geçirmiyoruz. Bak Mahmut, ben evli bir kadınım. Öyle ya da böyle yaşananlar geride kalmalı. Herhalde evliliğimin ve kariyerimin bitmesini istemiyorsun.”
– “Hayır, istemiyorum.”
– “O halde bu duruma bir son verelim.”
– “Sana doyamadım Ayça.”
– “Bak Mahmut. Sana bir teklifim var. Bugün kocam gelene kadar burada kal. Ne istersen yapalım. Ondan sonra da hayatımdan sonsuza dek çık. Eğer şantajla ilişkimizi devam ettirmek istersen, emin ol benim de yapabileceklerim var.”
– “Neymiş onlar?”
– “Rıfat bey beni çok sever. Durumu ona anlatmamı istemezsin herhalde. Ben belki rezil olurum ama sen de işini kaybedersin.”
– “Bakıyorum, çok kararlısın.”
– “Evet. Her aklına estiğinde yatacağın bir metres değilim ben. Olmaya da niyetim yok. Herşeyin tatlıya bağlanması için sana yaptığım teklifi kabul et.”
– “Kararlılığın hoşuma gitti. Tamam. Kabul ediyorum.”
– “O halde, git şimdi, çok terlisin, banyoya gir.”
– “Banyo ne tarafta?”
– “Koridorun sonunda solda.”
Mahmut Ayça’nın kararlılığı ve cesareti karşısında şaşkınlaşmış, banyoya gitti. Acele acele duş alıp, havlulara sarınmış olarak salona döndü. Ayça ortalıkta yoktu.
– “Ayça. Neredesin?”
– “Buradayım. Koridorun diğer ucundan sağa dön.”
Mahmut denileni yaptı. Burası yatak odasıydı. Ayça çırılçıplak yatağa uzanmıştı. Vücudu tüm ihtişamıyla Mahmut’un önündeydi. Mahmut üzerindeki havluyu koltuğa fırlattı. Yatağın kenarına oturdu. Bir süre hayranlıkla Ayça’yı seyretti. Uzun ve biçimli bacaklarına, mükemmel göbeğine, diri göğüslerine baktı. Sağ ayağını avucuna aldı ve bileklerini, parmak aralarını yaladı. Tabanlarını öptü, kokladı. Diliyle ayak parmaklarının ucundan, dizlere, oradan da kasıklara dek tüm bölgeyi katetti. Ayça’yı yüzükoyun çevirdi ve aynı mesafeyi bu kez bacakların arka tarafında tattı.
Diz kapaklarının arkası yalanırken Ayça hafifçe inledi ve yastığı ısırdı. Mahmut iki eliyle Ayça’nın poposunu ayırdı ve dilini Ayça’nın ön deliğine sokmaya başladı. İnanılmaz bir arzuyla Ayça’nın vajinası emip yalarken, zonklayan penisini serin çarşafa bastırıyordu. Arada biri vajinayı bırakıyor, Ayça’nın kalçalarını öpüp, ısırıyordu.
Bu durum belki 10 dakika sürdü. Ayça zevkten kendinden geçmişti. Bir yandan kendine kızıyor, bir yandan da artık eski Ayça olmadığını iyice farkediyor, seks arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Kendini Mahmut’un ellerinden kurtardı ve erkeğine sırtüstü uzanmasını söyledi. Mahmut merakla istenileni yaptı. Ayça bir an karşısındaki canavara baktı. O güne dek gördüğü en iri ve kıllı organdı. Bir insandan çok, bir hayvanınkine benziyor diye düşündü. Bu organı emmek, boşalmasını görmek için çıldırıyordu.
Organın pıtpıt atan başına bir öpücük kondurdu. Mahmut hayret ve zevk dolu bir ifadeyle kendisine bakıyordu. Bundan aldığı cesaretle organın başını ağzına aldı. Mahmut’un gırtlağından bir zevk iniltisi koptu. Başı ağzından çıkardı ve aşağı yöneldi. Kıllarla kaplı taşakları öpmeye başladı. Önce küçük küçük öptü, sonra emdi. Taşakları uzun uzun yaladı, alabildiği kadar ağzına aldı ve emdi.
Mahmut’un zevkten inleyip, kıvranması çok hoşuna gitmişti. Daha önce kimseye yapmadığı birşeyi yapmaya karar verdi ve eline geçirdiği bir yastığı Mahmut’un poposunun altına yerleştirerek popoyu yataktan yukarı kaldırdı. Dilini taşaklardan aşağı kaydırarak, Mahmut’un arka deliğini yalamaya başladı. Mahmut çılgına dönmüştü:
– “Ohh. Devam et Ayça, devam et sevgilim. Harikasın, tapıyorum sana!”
Ayça devam etti. Mahmut’un kıllarla kaplı, kapkara arka deliğine dilini ritmik hareketlerle sokup çıkarmaya, Mahmut’u adeta diliyle becermeye başladı. Böyle yaparak ondan Antalya’da olanların intikamını aldığını da düşünüyordu. Bu arada elleri de boş durmuyordu. Sol eliyle taşakları okşuyor, sağ eliyle de penisi kavramış, 31 çektiriyordu. Mahmut’un dayanacak halinin kalmadığı çıkardığı seslerden belliydi.
– “Nasıl? Hoşuna gidiyor mu?”
– “Evet Ayça, evet. Harikasın.”
– “Sana ne yapıyorum, söyle bana. Yalvar.”
– “Ah Ayça. Dilinle g.t deliğimi sikiyorsun. Ohh durma, devam et. Sik beni.”
Ve Ayça kendi kendine gülümseyerek sağ elinin işaret parmağını Mahmut’un arka deliğine bastırırken, penisi yeniden ağzına aldı. Önce tükürerek kayganlaştırdı, ardından nefesini tutarak sokabildiği kadarını ağzına soktu. Mahmut’un penisi gırtlağına kadar girmişti, bademciklerine değiyordu.
Mahmut hiç itiraz etmeden Ayça’nın arka deliğini parmaklamasına izin veriyordu. Zevkten tüm vücudu kasılıyordu. Ayça dilinde ilk sperm damlasını hissetti. Tadı güzeldi. Penisi ağzından çıkardı ve tüm hızıyla otuzbire başladı. Bir yandan da penisin başını hızlı hızlı yalıyordu. Arka tarafı da parmaklamayı ihmal etmiyordu. Mahmut haykırdı:
– “Geliyorum Ayça. Geliyor, ahhhh”
Ayça istifini bozmadı. Mahmut çılgınca titremeye başladı, iliklerinde yakıcı bir ateşin yükselmekte olduğunu hissediyordu. Birden Ayça’nın yüzüne ve ağzına patladı. Spermleri bir mermi gibi Ayça’nın gırtlağına vurdu. Ayça hemen penisi ağzına aldı ve müthiş bir hızla vantuzlamaya girişti. Mahmut kasılarak, inleyerek, titreyerek taşaklarında toplanan tüm spermlerini Ayça’nın sıcacık ağzına boşalttı. Ayça emmeyi bırakmadı ve adeta Mahmut’un penisinden hayat iksirini içer gibi tüm spermleri emdi, yuttu.
Mahmut hayatında böyle bir orgazm yaşamamıştı. Kendini tamamen Ayça’nın dudaklarına teslim etmiş, bu harika kadının iliklerini sömürürcesine içindeki tüm spermleri çekip almasına izin vermişti. Dakikalar sonra boşalma tamemen sona erdiğinde Ayça Mahmut’un penisini ağzından çıkardı. Ortalıkta tek bir damla sperm yoktu. Tatlı tatlı penisin gövdesini yaladı ve masum gözlerle Mahmut’a baktı.
Mahmut rüyada gibiydi. Tüm beyni boşalmış, her yanı uyuşmuştu. Ayça kendini yukarı çekti ve Mahmut’u öpmeye başladı. Dilini Mahmut’un bıyıklarının arasından ağzına soktu ve Mahmut bir anda ürperdi. Ayça ağzında sakladığı bir miktar spermi Mahmut’un ağzına bıraktı. Mahmut ne yapacağını bilemedi. Yutsa, yutamayacaktı. Ayça, hiç istifini bozmadan diliyle spermleri Mahmut’un diline sürdü ve spermler iki aşığın dilleri arasında gidip geldi. Sonra Ayça bir hamlede hepsini yuttu. Erkeğine sarıldı ve kendilerini uykuya teslim ettiler.
Ayça müthiş bir zevk duyarak uyandı. Bir an nerede olduğunu, hissettiklerinin gerçek mi, rüya mı olduğunu anlayamadı. Derken Mahmut’u farketti. Mahmut başını Ayça’nın kadınlık organına gömmüş, ağır ama ustaca hareketlerle yalıyor, dilini içeri sokup çıkarıyordu. Gırtlağından yükselen inlemeye engel olamadı. Bunu duyan Mahmut yavaş yavaş yukarı çıkmaya başladı. Ayça’nın kusursuz göbek deliğine dilini soktu ve uzun uzun yaladı. Sonra göğüslerine geldi. Bir bebek gibi ikisinin de uçlarını ağzına alıp yumuşak hareketlerle emdi. Bir yandan da Ayça’nın vajinasına işaret ve orta parmaklarını sokup çıkarıyordu.
Ayça zevkten kontrolünü kaybediyordu. Mahmut bu nefis göğüsleri iki yandan sıkıştırarak avuçladı ve diliyle ikisini birden yalamaya, ısırmaya, öpmeye başladı. Tadını çıkara çıkara Ayça’nın memelerini sömürdü. Öyle ki, artık bu şahane göğüslerde yapacak hiç bir işi kalmayana dek öptü, ısırdı. Sonra doğruldu ve kocaman penisini göğüslerin arasına yerleştirdi. Elleriyle yanlardan destek olarak 31 çektirmeye başladı. Kayganlaşması için penisini Ayça’nın ağzına verdi ve yalayarak ıslatmasını sağladı. Bir süre bu şekilde Ayça’nın göğüslerinin arasında gidip geldi.
Sonra aklına başka bişey geldi ve Ayça’yı yüzükoyun yatırdı. Kalçalarını ayırdı ve arka deliğini şiddetle yalamaya başladı. Ayça başına gelebilecekleri sezmişti ama karşı koyacak durumda değildi. Mahmut bu nefis pembe deliği uzun uzun öpüyor, yalıyor, dilini içine sokmak için bastırıyor, Ayça’yı çıldırtıyordu.
Dakikalar süren bu seanstan sonra devam etmesi için yalvaran gözlerle kendisine bakan Ayça’yı biraz bırakıp, komedine gitti ve eline geçirdiği ilk kremi alarak geri döndü. Parmaklarını kreme daldırdı ve koca bir parça kremi Ayça’nın arka deliğine yaydı. Uzun uzun kremledi Ayça’yı, ta ki iki deliği de kremden ve kadınlık sıvılarından vıcık vıcık olana dek. Ayça yalvarıyordu:
– “Hadi Mahmut, ne olur sik artık beni. N’olur! Sikini içimde hissetmek istiyorum.”
Mahmut şu olanları rüyasında görse inanmazdı. Bu teklife hayır diyemezdi. Ayça’yı dört ayak üzerine getirdi ve bir hamlede penisini vajinasına soktu. Kayganlığın da yardımıyla 25 cm’lik penis, dibine kadar Ayça’nın içine kaydı. Ayça acıdan ve zevkten inledi. Ayça’nın vajinası o kadar kaygandı ki, Mahmut pompalamaktan zevk almıyordu.
“Bunun da çaresi var,” diye düşündü ve penisini Ayça’nın vajinasından çıkarıp arka deliğine dayadı. Ayça bir an karşı koydu ama bu pek de caydırıcı bir itiraz olmadı. İyice cesaretlenen Mahmut penisinin santim santim Ayça’nın arka deliğine sokmaya başladı. Bu umduğundan kolay oluyordu. Kayganlaşan delik fazla zorlanmadan Mahmut’un penisini kabul ediyordu.
– “Demiştim sana Ayça. Bana da götten vereceksin demiştim”
– “Konuşma da devam et.”
Mahmut penisinin yaklaşık 15 cm’ini Ayça’nın götüne sokmuştu. Bu şekilde, penisini dışarı çıkarmadan Ayça’yı kavradı ve yatakta döndüler. Mahmut alta geçti ve Ayça’yı kucağına oturttu. Omuzlarından tuttu ve kendine çekti. Bu pozisyonda Mahmut’un penisi neredeyse sonuna dek Ayça’nın götüne girdi ve Ayça da zevkten kasılarak erkeğinin üzerine uzandı. İkisi birden önce tatlı tatlı, sonra gitgide artan bir tempoyla yaylanmaya başladılar.
Mahmut bir yandan da sağ eliyle Ayça’nın vajinasını parmaklıyor, sol eliyle de sol memesini yoğuruyordu. Ellerinin altındaki bu şahane vücudu uzun uzun okşuyor, her noktasının tadına varıyordu. Penisi Ayça’nın ateş gibi sıcak arka deliğinde yağ gibi kayıyordu. Ayça yaklaşan orgazmı tüm benliğinde hissediyordu. Saniyeler geçti ve inanılmaz bir zevkle orgazma ulaştı.
Bu yaşadığı en büyük orgazm sanıyordu ama yanılmıştı. Orgazmı sırasında salgıladığı sıvılarla Mahmut’un iyice kayganlaşan penisi, sanki içini dağlıyordu. Başı dönüyor, kendini tamamen kaybediyordu. Mahmut henüz boşalmadığı için gidip gelmeye devam ediyordu ve kısa sürede Ayça yeniden orgazma doğru doludizgin gitmeye başladı. Kulak memelerinde ve kulaklarının içinde Mahmut’un dilini hissediyordu. Mahmut da hızlı hızlı nefes alıyordu.
– “Ben seninki gibi g.t sikmedim Ayça. Olağanüstüsün. Allahım!”
Ve ikisi birden orgazma ulaştılar. Mahmut, sanki 1-2 saat önce hiç boşalmamış gibi yeniden katı katı boşaldı, Ayça’nın götünü spermleriyle doldurdu. Dakikalar süren bu orgazm dalgasının ardından kendilerine geldiklerinde ayrıldılar. Mahmut Ayça’yı başından tutarak penisine yöneltti ve Ayça hiç itiraz etmeden denileni yaptı.
Mahmut’un yumuşamaya başlamış hali bile kocaman olan penisini ağzına aldı ve uzun uzun emerek, son sperm kırıntılarını da çıkardı ve afiyetle yuttu. Ağzında kendi götünden çıkmış bu penisle poz verircesine Mahmut’a baktı. Sonra iki sevgili uzun uzun öpüştüler. Ayça Mahmut’a artık gitmesi gerektiğini, kocasının 1 saat sonra geleceğini söyledi. Mahmut:
– “Tamam mı şimdi Ayça? Bitti mi ilişkimiz, bir daha sevişmeyecek miyiz?”
– “Bilmiyorum. Ama sakın bana şantaj yapma, olayları kendi haline bırakalım.”
– “Peki. Sen bilirsin. Sanırım böyle bir sikişi sen de pek yaşamamışsındır.”
– “Evet. Çok iyiydi. Ama şimdi git artık.”
Mahmut acele etmeden giyindi ve sokak kapısına yöneldi. Cep telefonu numarasını Ayça’ya verdi.
– “Ne zaman istersen ara. Seninle olmak için daima hazırım.”
– “Tamam. Sağol.”
Kapıdan çıkmak üzereyken Ayça’yı kendine çekti ve derin derin öpüşmeye başladılar. Diller, dudaklar birbirine girdi. İki aşık öpüşe öpüşe ayrıldılar.
Mahmut gidince Ayça salona geçti ve sigarasını içerken olanları düşündü. Hayatında böyle güzel sevişmemişti.
“Sanırım Mahmut’la görüşmeye devam edeceğim,” diye düşündü. Tolga’yı kendi yatağında aldatmıştı ve en ufak bir pişmanlık duymuyordu. Aksine, sanki bir çeşit intikam duygusu mutlulukla gülümsemesine neden oluyordu. Ama şimdi hazırlanması lazımdı. Tolga’nın gelmesine az kalmıştı.
Hazırlanmak üzere banyoya girdi ve tazyikli suyun vücudundaki aşk kalıntılarını alıp götürmesine izin verdi.
Ayça ile Tolga o akşam yemekte bol bol konuştular. Evliliklerini, geçmişte yaşadıkları güzel günleri, gelecek beklentilerini, ayrıyken geçirdikleri zamanı. İkisi de bu konuda yalan söylediler. Sanki ne Tolga Mirey’le birlikte olmaya devam etmiş, ne de Ayça’nın başından onca olay geçmemişti. Aralarındaki tek fark Ayça’nın aldatılmaya devam ettiğini bilmesi, Tolga’nın ise bilmemesiydi. Kötü günleri unutmaya, herşeye kaldığı yerden devam etmeye karar verdiler.
O gece Ayça çok seksi giyinmişti ve yalnızca Tolga’nın ilgisini çekmekle kalmamış, ortamdaki herkesi kendisine hayran bırakmıştı. Gecenin ilerleyen saatlerinde içkinin de etkisiyle Tolga iyice tahrik olmuştu ve Ayça’yı bir an önce eve götürmek istiyordu.
Sonunda hesabı ödediler ve yola çıktılar. Sahil yolundan eve giderlerken, Tolga bir yandan arabayı sürüyor, bir yandan da sağ eliyle Ayça’nın mini eteğinin kesinlikle gizleyemediği bacaklarını okşuyordu. Bir süre böyle gittikten sonra, eve kadar dayanamayacaklarına karar verip sahildeki ceplerden birine parkettiler. Tolga Ayça’nın dudaklarına küçük öpücükler kondururken, bir yandan da göğüslerini okşamaya çalışıyordu. Birden Ayça Tolga’yı itti ve:
– “Sana daha önce hiç yapmadığım birşey yapmak istiyorum.”
– “Nedir o?”
– “Arkana yaslan.”
Tolga merak içinde arkasına yaslandı. Ayça ağır hareketlerle Tolga’nın kemerini çözdü, pantolonunun fermuarını açtı ve bir hamlede penisini özgürlüğüne kavuşturdu. Bir süredir içerde sıkışıp kalan penis titreyerek Ayça’nın önünde dikildi. Ayça, hiç oyalanmadan penisin başını ağzına aldı. Tolga’nın dudaklarından bir zevk iniltisi döküldü. Biraz penisin başını öpüp yalayan Ayça, sonunda tamamına yakınını ağzına alıverdi. Son günlerde bu konuda o kadar tecrübe kazanmıştı ki, Tolga’nın standart boydaki penisini ağzına alması gayet kolay olmuştu.
Tolga’yı çıldırtırcasına emmeye başladı. Bir süre ağzında tutuyor, ağzının sıcaklığını Tolga’ya hissettiriyor, sonra hızlı hızlı 31 çektirircesine emiyordu. Ayça’dan ilk kez böyle bir muamele gören Tolga, hem şaşırmış hem de zevkten gözü dönmüştü. Tolga’nın gelmek üzere olduğunu anlayan Ayça hiç istifini bozmadan emmeye devam etti. Tolga adeta haykırarak boşalmaya başladı.
Gırtlağına değen ilk sperm damlalarıyla emmeyi yavaşlatan Ayça, yıllardır ilk kez tadına baktığı Tolga’nın spermlerini doya doya yuttu. Tadı hoşuna gitmişti.
“Yıllardır boşuna zaman harcamışım,” diye düşünmekten kendini alamadı. Tolga tüm spermlerini boşaltıp rahatladığında, Ayça bir süre daha emip yalayarak penisi temizledi. Nihayet ağzından penisi çıkardığında, ortada tek bir sperm taneciği bile yoktu. Gülümseyerek eşine baktı:
– “Nasıl, hoşuna gitti mi?”
– “Hem de nasıl. Ama şaşırdım da. Önceden hiç yapmazdın böyle?”
– “Seni çok özlemişim. Herşeyini.”
– “Ben de senin. Hadi eve gidelim.”
O gece Ayça ve Tolga evde de sevişmeye devam ettiler. Uzun zamandır birlikte olmamanın verdiği özlemle günün ilk ışıklarına dek zaman zaman ara verip, güç toplayarak seviştiler.
Ertesi sabah Tolga işe çok zor gitti; yorgundu ve uyumak istiyordu. Ayça ise öğlene kadar güzel bir uyku çekti. Uyandığında saat 12’yi geçiyordu. Mutlulukla odayı dolduran güneşe baktı. Son 24 saat içinde defalarca seks yapmıştı ve kendini hala biraz yorgun hissediyordu. Duşunu aldıktan sonra, birşeyler yemek ve alışveriş yapmak için Akmerkez’in yolunu tuttu.
Ayça food court’ta kahvesini içerken son zamanlarda yaşadıklarını düşünmeye başladı. Hayatının ne kadar değiştiğine inanamıyordu. Son 10 günde Tolga dışında 4 farklı erkekle (Sadık, Mahmut, Sinan ve Tamer) ve Piraye ile sevişmişti.
Sadık’la yaşadıkları içkinin verdiği sarhoşlukla ve istemeden olmuştu.
Mahmut’la ilk birlikteliği ise resmen tecavüzdü. Fakat diğerleri tamamen kendi insiyatifi ile gerçekleşmişti ve şöyle bir düşündü de, yaşadığı herşeyden büyük zevk almıştı. Adeta zincirlerinden boşanmış gibi çılgınca sevişmiş, daha önce ancak porno filmlerde görebileceği ve hatta hayal bile edemediği şeyler yapmıştı. Pişman değildi. Sadece Piraye’ye karşı bir miktar utanma duygusu hissediyordu, o kadar.
Kararını vermişti. Hayatta daha önce ıskaladığı çok şeyler olduğunu farketmişti. Artık özgür bir kadındı, istediği gibi yaşayacaktı. Canı kimi isterse onunla birlikte olacaktı. Tolga’nın kendisini aldatmasını sineye çekip oturacak değildi ya. Kendisine daha iyi bakacaktı. Ne kadar güzel bir kadın olduğunu yıllardır sanki unutmuştu veya ikinci plana itmişti.
Bundan sonra güzelliğini sergilemekten de kaçınmayacaktı. İlk iş olarak kendine seksi iç çamaşırları almaya karar verdi. Bugüne dek hep standart çamaşırlar giymişti. Şimdi artık şöyle jartiyerli, şeffaf, seksi renklerde şeyler giyecekti. Hemen kastettiği türden iç çamaşırı satan bir dükkana gitti ve canının istediği herşeyi aldı. Eve döndüğünde bunları giyerek ayna karşısında kendini inceledi ve mutlulukla gülümsedi.
O gece Tolga yattıktan sonra bilgisayarı açtı ve Mirey’e bir cevap yazdı.
“Merhaba Mirey, Mailini görünce çok şaşırmadım. Seni Tolga ile ilk gördüğümde çok kızmıştım ama sonradan sakin kafayla düşününce o kızgınlığım geçti. Sen çok hoş bir kadınsın ve Tolga’nın senin tekliflerini reddetmemesi gayet normal. İkinizi de affettim. Sadece senin adına üzülüyorum. İzak’la problemleriniz olması çok kötü. Dışardan bakınca çok iyi bir çift gibi görünüyordunuz. Demek ki, dış görünüş aldatıcı olabiliyor. Her neyse…
Tolga ile ilişkine devam edebilirsin. Senden ricam bunu etrafa yaymamanız. Ve Tolga benim ilişkinize devam ettiğinizi bildiğimi bilmemeli. Ha bir isteğim daha olacak. Madem İzak senin Tolga ile birlikte olduğunu biliyor, o halde kendisi de bir değişiklik yapabilir.
Bir şekilde beni İzak’la tanıştır. Mesela bir akşam bize yemeğe gelin veya biz size gelelim. Bugüne dek yatakta başarısız bir erkekle tanışmadım. Nasıl bir durum olduğunu gözlerimle görmek, anlamak istiyorum. Herhalde bu isteğim seni rahatsız etmez. Sonuçta sen de benim gibi özgür bir kadınsın ve benden isteklerde bulunabiliyorsun.
Lütfen bu isteklerimi kabul et. Bu maili de senin bana yazdığın mail gibi aramızda tutalım. Unutmadan, Erman bey ve Rıfat bey’le benim de aram iyidir. Ve tahmin edersin ki, bir şirkete personel bölümü için eleman bulmak ürün müdürü bulmaktan daha kolay. Kendine iyi bak…”
Maili gönderince Ayça kendini çocuklar gibi neşeli hissetti. Ertesi sabah Mirey’in maili okurken yüzünün alacağı şekli görmek isterdi. Bu mailin şirkette başkalarının eline geçmesinden hiç korkmuyordu. Mailde kasıtlı olarak Mirey-Tolga ilişkisinden ve Mirey’in üst yönetimle iyi ilişkilerinden sözetmişti. Mirey bunu yaymayı ve rezalete neden olmayı göze alamazdı. İzak çok zengin bir eşti ve Mirey kesinlikle ondan ayrılmayı istemezdi. Bundan sonra neler olacağını merak ederek yatağına gitti ve tatlı bir uykuya daldı.
Sonunda tatil bitti. Pazartesi sabahı Ayça işe giderken son derece şık ve bir o kadar da seksi giyinmişti. İş merkezinin kapısındaki güvenlik görevlilerinin adeta bakışlarıyla onu soymaları çok hoşuna gitti. Ofise girdi, Mirey’in önünden yüzüne bile bakmadan geçti ve doğru Erman bey’in odasına girdi.
– “Günaydın Erman bey”
– “Aa. Günaydın Ayça. Bitti mi tatil?”
– “Maalesef. Ama sizleri de özlemişim.”
– “Biz de seni özledik.”
Ayça, Erman bey’in karşısına öyle bir oturuş oturdu ki, adamcağız gözlerini Ayça’nın bacaklarından alamaz oldu. Erman bey’in hep kendisine gereğinden iyi davrandığını farketmişti ama ikisi de evli barklı insanlar olduklarından bunun ardında herhangi bir şey aramamıştı. Şimdi Erman bey’in bakışlarından kendisi için deli olduğunu anlayabiliyordu.
Erman bey ise Ayça’nın bu oturuşuna anlam verememişti. Zaten kısacık olan eteği oturuş pozisyonu sayesinde iyice açılmış, adeta bir şort boyutuna gerilemişti. Deniz tatilinin sembolü olan yanık tenli upuzun bacaklar Erman bey’in başını döndürüyordu.
Erman bey şirketin genel müdür yardımcılarındandı. Ayça direkt ona bağlı çalışıyordu. 45 yaşlarında, yapılı, hafif kır saçlı, iyi giyinen bir adamdı. 20 yıllık bir evliliği ve 3 çocuğu vardı. Eşi Aysel 40-45 yaşlarında bir ev kadınıydı. Uzun evlilik yıllarının ardından eşiyle arasında pek de heyecan verici bir seks hayatı kalmamıştı. Bir nevi görev kabilinden on günde bir filan sevişiyorlardı. Daha doğrusu 10 dakika içinde çiftleşiyorlardı.
Erman bey arada sırada kaçamaklar yapmıştı. Ama bu ilişkilerde de pek tatmin olmamıştı. Para karşılığı yapılan seks insana zafer kazanma duygusu vermiyordu. Ayça���dan her zaman hoşlanmıştı. Gerçekten güzel bir kadındı. Arada bir o biçimli kalçalarına, diri göğüslerine, nefis bacaklarına bakmadan edemezdi. Arada bir birlikte öğle yemeğine çıkarlardı, genellikle müşteri ziyaretlerine gittikleri günlerde. İyi anlaşırlar, iyi vakit geçirirlerdi. Daha fazlası hiç olmamıştı.
Erman bey Ayça’nın işini beğenirdi. Evli barklı kadına karşı çapkınlık yapmaya kalkacak hali yoktu. Zaten bu işlerden pek anlamazdı. Düşüncelerinden Ayça’nın sesiyle sıyrıldı.
– “Erman bey, neler oldu şirkette ben tatildeyken? Herşey yolunda mıydı?”
– “Evet evet. Sorun olmadı hiç. Bugün bir ara sana bazı gelişmeleri anlatırım artık. Öğleden sonra bir ara. Olur mu?”
– “Çok iyi olur. Bu arada, renginiz çok soluk görünüyor. Tatile ne zaman çıkıyorsunuz?”
– “Sorma. Çok bunaldım son zamanlarda. Rıfat bey’le henüz konuşamadık. Belli değil ne zaman izne çıkacağım. Neyse ki, Aysel’le çocukları kayınpederin yazlığına gönderdim 2 gün önce. Bari onlar tatil yapsınlar.”
– “Sizin gibi eş zor bulunur vallahi. Siz çalışın, onlar tatil yapsın. Ne güzel.”
– “Ee, ne yapalım. İş hayatı bu!”
– “Haklısınız. Bakın aklıma ne geldi. Neden gelişmeleri bana akşam yemeğinde anlatmıyorsunuz? Aysel hanım olmadığına göre siz kesin öğünlerinizi ihmal ediyorsunuzdur.”
– “Bilmem ki. Tolga merak etmez mi?”
– “Hayır. Bu akşam onun da bir toplantısı var. Geç gelecek.”
– “Olabilir. Konuşuruz.”
– “Hadi ama. Bildiğim güzel bir balık lokantası var. Sakin bir yer. Rahat rahat konuşuruz.”
– “Tamam o zaman. Mesaiden sonra direkt gidelim.”
– “Anlaştık!”
Ayça ve Erman bey akşam 7 gibi ofisten ayrıldılar. Ayça Tolga’ya telefon edip, tatil dönüşü fazla mesai yapması gerektiğini, kendisini merak etmemesini söylemişti. Tolga’cık da inanmıştı buna! Ayça, Erman bey’i boğazda güzel bir balıkçıya götürdü. Hafta içi olduğundan etraf kalabalık değildi. Güzelce yiyip içtiler. Hatta çakırkeyif oldular. Sözde iş konuşmaya gelmişlerdi ama iş dışında herşeyi konuştular. Tatilden, siyasi gelişmelerden, havadan sudan…
– “Söylesenize Erman bey, 20 yıldır evli olmak nasıl bir duygu?”
– “Normal. Yani hiç bu şekilde düşünmedim. Alışıyor insan.”
– “Ben de tam bunu kastetmiştim. Tolga’yla ben 6 yıllık evliyiz ve bazen evliliğimizin eskidiğini düşünüyorum.”
– “Nasıl yani?”
– “Nasıl desem, alışkanlık işte. Karşındakinin herşeyini biliyorsun. Ne yediğini, hangi tür filmleri sevdiğini, hangi elbiselerini beğendiğini, ayıptır söylemesi, yatakta neler isteyeceğini ve neler yapacağını. Heyecan azalıyor zamanla çünkü yenilik kalmıyor. Sürprizler kalmıyor. Herşey keşfedilmiş durumda. Sizce de öyle değil mi?”
– “Haklısın aslında. Hele işin içine çocuklar da girince. Ama ne yapalım, hayat böyle. Ben sıkıldım deyip bırakamazsın.”
– “Elbette. Hem sosyal normlar da bunu gerektiriyor. Ama bu insanların yenilikleri denemesine, arada bir başına buyruk davranmasına engel olmamalı bence.”
– “Belki. Ama ben açıkçası pek de denemedim bu söylediklerini.”
– “Hiç birşey için geç kalmış sayılmaz insan.”
– “…”
– “Özel şeyler konuşmamızdan rahatsız olmuyorsunuz herhalde?”
– “Hayır. Ne münasebet. Kaç yıldır tanıyoruz birbirimizi. Sadece alışık değilim bu tür konuşmalara.”
– “Ben size her konuda güveniyorum Erman bey.”
– “Teşekkür ederim. Ben de öyle. Rica ederim Ayça, iş dışında benimle sizli-bizli konuşma lütfen. İşte bundan rahatsız oluyorum!”
– “Pekala. O zaman bu pek alışık olmadığın konulara devam edelim mi? İnsanın arada sırada bu tür sohbete ihtiyacı oluyor.”
– “Edelim tabii. Neden olmasın?”
– “O zaman söyle bakalım Erman, eşini hiç aldattın mı?”
– “Çok zor bir soru.”
– “Evet ama cevabı kolay.”
– “Bir iki kez evet. Fakat hoşuma gitmedi.”
– “Neden?”
– “Çünkü yanlış tercihlerdi.”
– “Peki pişmanlık duydun mu?”
– “Bilmiyorum. Sanmam.”
– “Yani başka bir kadınla birlikte olmak eşinle ilişkinin rutinini bozmadı.”
– “Hayır. Söylesene sen aldattın mı Tolga’yı hiç?”
– “Evet. Pişman da değilim. Çok zevkliydi, bana yaşama sevinci, hayatıma renk verdi.”
– “Çok açık sözlüsün.”
– “Evet. Açık sözlülük her zaman iyidir.”
Erman bey konuşmanın gidişatına inanamıyordu. Bunca zamandır iş dışı neredeyse hiçbir şey konuşmadığı Ayça’la neler konuşuyorlardı. Yoksa Ayça kendisiyle birlikte olmak mı istiyordu. Böyle bir girişimde kendisi bulunamazdı ama karşı taraftan gelecek bir teklife de hayır demezdi. En iyisi devam etmek diye düşündü.
– “Bence de.”
– “Hem değişik erkeklerden değişik şeyler, bilmediğim özelliklerimi öğrendim.”
– “Ne gibi?”
– “Mesela oral seks. Eskiden hiç denemezdim bile. İğrenç bulurdum. Şimdi en sevdiğim şeylerden biri.”
– Erman bey kasıklarındaki ürpermeyi hissedebiliyordu. Duyduklarına inanamıyordu.
– “Sen sever misin sana oral seks yapılmasını? Veya karşındakine yapmayı?”
– “Şey, bu konuda fazla tecrübem yok. Aysel yatakta tutucudur. Çok eskiden bir iki kez oral seks yapmıştı bana. Daha doğrusu yapacak gibi olmuştu. Ne yalan söyleyim, hoşuma gitmişti. Ama sonra bir daha yapmadı. Bunun doğal olmadığını düşünüyor.”
– “Bence yanılıyor. İki cins içinde hem yapmak, hem de insanın kendisine yapılması müthiş bir şey. Hem iğrenecek bişey de yok. Oluşan sıvılar vücudumuzun bir parçası.”
– “Doğru, ben de aynen senin gibi düşünüyorum. Fakat elden bişey gelmiyor. İnsanın belli bir yaştan sonra fikri değişmiyor maalesef.”
– “Beyefendi, Pazartesi günleri erken kapatıyoruz. Özür dileriz, hesabınız.”
Erman bey’i hayretten hayrete düşüren bu konuşma garsonun sözleriyle kesilmişti. Garson kredi kartını alıp gittiğinde, söze giren Ayça oldu.
– “Tam da muhabbetin en tatlı yerinde gidin diyorlar. Haksızlık bu.”
– “Maalesef.”
– “Ama geceyi hemen bitirmemiz gerekmiyor bence. Ne dersin, evde devam edelim mi?”
– “Bizim evde mi?”
– “Madem yalnızsın. Komşuların gerikafalı değillerse tabii?”
– “Ok, kalkalım mı?”
– Erman bey ayağa kalktığında penisinin sertleştiğini, pantolonunu zorladığını farketti. Utancından biraz yan durmaya dikkat etti. Yolda giderlerken pek konuşmadılar. İkisi de gecenin devamında neler olacağını merak ediyorlardı. Ayça, bu gece Erman bey’le birlikte olmayı kafasına koymuştu. Bu yüzden onu tahrik etmek için herşeyi yapıyordu. Erman bey ise yan gözle Ayça’nın bacaklarına bakmadan edemiyordu.
Arabayı apartmanın bahçesine parkettiler. Asansörde neredeyse birbirlerinin kalp atışlarını duyabiliyorlardı.Önce mutfağa gittiler. Ayça güzel bir kahve yaptı ve ardından salona geçtiler. Geniş koltuğa yanyana oturdular ve ilgisiz konulardan konuşarak kahvelerini içtiler. Ayça Erman bey’in gözlerindeki heyecanı ve arzuyu görebiliyordu. İlk hamleyi kendisinin yapması gerektiğini de biliyordu.
– “Erman, evin çok sıcakmış. Kliman bozuk mu?”
– “Şey, klimamız yok. Çocuklar üşütürler diye taktırmadık.”
– “Evet ama şimdi çocuklar yok ve ben çok terledim. Banyo yapmamın sakıncası var mı?”
– “Tabii. Kendini evinde hisset. Banyo koridorun sonunda.”
Böylece Ayça Erman bey’in evinde hızlı bir duş aldı. Duştan çıkınca elbiselerini giymedi. Banyodaki bornozlardan birini üzerine geçirdi. Aynada kendine baktı. Bornozun yakasında belli olan göğüsleri, ıslak saçlarıyla çok seksiydi. Salona gittiğinde Erman bey’in tüm pencereleri açarak salonu serinlettiğini gördü. Serin hava gerçekten çok hoşuna gitmişti. Sehpada soğuk bir şişe beyaz şarap ve iki kadeh vardı. Kendisini bornozla gören Erman bey’in şaşaladığını fark etti.
– “Şey, banyodan sana sormadan bir bornoz aldım ama…”
– “Önemli değil, keyfine bak. Benim bornozum o.”
– “Teşekkür ederim.”
Ayça doğru Erman bey’in yanına oturdu. Bacak bacak üstüne atarak çıplak bacaklarını sergilemeye başladı. Erman bey’in nefes alıpverişleri hızlanmıştı. Eline hayatının fırsatı geçmişti. Ne yapacağına karar veremiyordu. Söze yine Ayça girdi.
– “Sana bir hediye vermek istiyorum Erman.”
– “Nasıl bir hediye?”
– “Hani yemekte konuştuk ya. Hoşuna gittiği halde yapamadığın birşey.”
– “…”
– “Arkana yaslan ve kendini rahat bırak.”
– “…”
Erman arkasına yaslandı ve gözünü kırpmadan Ayça’yı izlemeye başladı. Ayça ayağa kalktı, üzerindeki bornozu bir hamlede yere bıraktı.
– “Banyodan sonra en iyisi çıplak kurumak.”
Erman gözlerine inanamadı. Ayça’nın güzelliği karşısında şaşkına dönmüştü. Karşısında Aysel’le mukayase edilmeyecek bir güzellik vardı. Ayça yere, Erman’ın bacaklarının arasına çömeldi. Çabuk hareketlerle pantolonunun kemerini çözdü, fermuarını açtı, pantolonu Erman’ın bacaklarından aşağı kaydırdı ve çıkardı. Elini taş gibi sertleşmiş erkeklik organına attı. Külodun üzerinden yavaşça okşamaya başladı.
Erman’ın adeta nefesi kesilmişti. Epeydir bu kadar heyecanlanmamıştı. Ayça yavaşça Erman’ın külodunu da indirdi. Şimdi karşısında normal boyda, epey kalınca, kıllı bir penis duruyordu. Elini alttan sokup Erman’ın taşaklarını avuçladı. Erman’ın gırtlağından bir hırıltı koptu. Dilini taşaklardan penisin başına kadar olan bölgede aşağı yukarı gezdirdi, Erman’ın penisi terliydi ve biraz kokuyordu. Fakat iğrenmedi. Değişik bir tecrübe olacak diye düşündü. Erman başını arkaya atarak inledi.
– “Ayça, kalbim duracak. Harikasın.”
– “Biliyorum. Ama henüz bişey görmedin. Bekle bakalım.”
Ve oral sekste edindiği tüm tecrübeyle Erman’ın penisine eğildi. Başını dudaklarının arasına aldı ve ağır ağır emdi. Sonra yumuşak dudak darbeleriyle penisi boydan boya öperek aşağıya indi ve yeniden yukarı çıktı. Erman gözlerini kapamış, ellerini Ayça’nın ıslak saçlarında gezdiriyordu. Ayça penisin başını yeniden ağzına aldı ve salyasını bulaştırarak iyice kayganlaştırdı. Yarattığı canavarı ağzından çıkardı ve tatlı tatlı 31 çektirmeye başladı. Penis o kadar kayganlaşmıştı ki, yerinde durmuyordu.
Bunun üzerine aynı işi ağzıyla yapmaya karar verdi ve nefesini tutup, Erman’ın penisini adım adım ağzına soktu. Erman’ın inlemeleri ayyuka varmıştı. Adım adım penisin tamamını ağzına aldı. Burnu penisin kökündeki kılların arasındaydı. Bu şekilde penisi ağzında tuttu ve diliyle gövdesini yalamaya devam etti. Erman çılgın gibi titriyordu.
Ayça’nın aklına başka birşey geldi. Penisi ağzından çıkardı ve sehpadaki kadehlere uzandı. İkisini de doldurdu, birini Erman’a uzattı. Erman’ın penisi pıtpıt atıyordu, üzeri tamamen Ayça’nın salyasıyla kaplanmıştı. Erman kadehini bir dikişte bitirdi. Ayça ise yarısını içti. Gülümseyerek Erman’ın penisini kökünden kavradı ve buz gibi kadehi gövdesinde gezdirdi. Erman titreyerek kendini çekmeye çalıştı. Ayça engel oldu. Penisin başını kadehe daldırdı.
Erman gözlerine inanamıyordu. Ayça şarapla yıkadığı penisi yeniden ağzına aldı ve çılgınca emmeye başladı. Hem emiyor, hem de 31 çektiriyordu. Gitgide temposunu artırdı. Dilinin üzerinde Erman’ın ilk sperm damlasını hissetti. Penisi ağzından çıkardı. Erman yalvaran gözlerle baktı.
– “Ne olur Ayça, durma, devam et. Az kaldı.”
– “Biliyorum.”
GMY’sini yalvartması uygun değildi! Penisin başını süt içen bir kedi gibi küçük ve hızlı darbelerle yalamaya başladı. Erman kasılmaya başladı. Kasıklarından yükselen ateşi durdurması artık imkansızdı. Ateş taşaklarından penisinin başına dek yakıcı bir zevkle ilerledi. Birden bir çağlayan gibi köpürdü, inanılmaz bir tazyikle Ayça’nın yüzüne patladı. Gırtlağından önce bir hırıltı, ardından bir haykırış koptu. Ayça dudaklarına, diline, burnuna vuran sperm seliyle bir an şaşaladı. Daha önceki erkekleri hiç bu kadar tazyikli ve bol boşalmamışlardı.
Penisi hemen ağzına aldı ve dudaklarıyla gitgel hareketine başladı. Erman titreye titreye, kasıla kasıla spermlerini Ayça’nın ağzına boşaltmaya, o güzel ağzı doldurmaya devam etti. Hayatında böyle bir zevk yaşamamıştı. Tüm beyni sanki uyuşmuştu. Adeta işer gibi boşalıyordu. Bir an gerçekten de işediğinden korktu. Fakat Ayça’nın hiç rahatsız olmuş bir hali yoktu. Aksine iştahla emiyordu. Erman’ın spermlerini ziyan etmemek için penisi ağzından çıkarmadan emmeye ve yutmaya devam etti.
Sonunda penis yumuşayıp, küçülmeye başlayınca ağzından çıkardı. Erman’ın gözlerinin içine bakarak parmaklarıyla yüzündeki spermleri toplayıp, ağzına aldı. Sonra ağzını açtı ve biriken spermleri Erman’a gösterdi. Gülümseyerek hepsini yuttu. Erman’ın bacaklarına sıçrayan sperm artıklarını da yalayıp temizledi. Ardından kadehinde kalan şarabı içip bitirdi.Erman mayışmış bir halde arkasına yaslanmış, kendisine hayatının en güzel anlarını yaşatan bu güzel kadına minnettarlıkla bakıyordu. Ayça,
– “Nasıldı Erman, hediyemi beğendin mi?”
– “Hem de nasıl beğendim. Sanırım bundan sonra sık sık yeniden isteyeceğim.”
– “Zevkle. Hediye vermek çok hoşuma gider. Ama şimdi gitmem gerek. Tolga şüphelenmemeli.”
– “Ben de sana bir hediye vermek isterdim.”
– “Bunu ben de çok isterim ama bu gece olmaz. Bak aklıma ne geldi. Madem tatile de çıkmadın henüz. Yarın akşam veya çarşamba günü ikimiz birkaç günlüğüne bir bayi gezisine çıkalım. Birkaç gün tatil yaparız birlikte. Ne dersin?”
– “Olabilir. Epeydir Akdeniz bayilerini ziyaret etmemiştim zaten.”
– “Harika. Yarın ayrıntıları konuşuruz.”
O akşam Ayça Tolga’ya tatilden sonra işe başlamanın ne kadar zor olduğunu, sanki herşeyi unuttuğunu filan anlatarak dert yandı. Üstelik yarın akşam 2-3 günlüğüne bayiler toplantısına gitmesi gerekecek gibiydi. Bu toplantıya Erman bey ve Nazan hanım’la birlikte gideceklerdi. Sesine ağlamaklı bir ton vererek o kadar yakındı ki, sonunda Tolga’nın bile morali bozuldu ve
– “Ne olucak canım, 2-3 gün gidiver. Hem haftasonu birlikte Şile’ye gideriz,” diyerek eşine moral vermeye çalıştı.
Ayça ertesi sabah işe gider gitmez soluğu Erman bey’in odasında aldı. Erman bey uzun zamandır görünmediği kadar canlı ve neşeli görünüyordu.
– “Bugün nasılsın bakalım Ayça? Akşam iyi dinlenebildin mi?”
– “Harikayım Erman. Bayi toplantısı işini ayarladım. İstersen hemen bu akşama biletleri aldırayım, oteli filan ayarlayayım.”
– “Çok iyi olur. Ben de Aysel’e 3 günlüğüne Akdeniz bayilerine gideceğimi söyledim. Rıfat bey’le de konuştum. Herşey yolunda yani.”
Böylece herşey ayarlandı. Ayça hemen o gece 19.00 için uçak biletlerini aldırdı. Antalya’da beş yıldızlı bir tatil köyüne 3 günlük rezervasyon yaptırdı, Tolga’yı arayıp durumu üzüntülü bir sestonuyla bildirdi ve eşyalarını hazırlamak için öğleden sonra şirketten ayrıldı.
Ha, bu arada bir fırsatını bulup, sigara içme odasında Mirey’le yalnız kalmayı da başardı. Kıza karşı o kadar rahat ve kendinden emin davrandı ki, kızcağız şaşaladı.
– “Mireyciğim, bu akşam Erman bey’le bayiler toplantısına gidiyorum. Anlayacağın 3 gece Tolga yalnız. İstediğinizi yapmakta özgürsünüz. Yalnız toplantı dönüşü İzak’la bir program ayarlamış ol lütfen.”
– “Şey.. Bu kadar free takılmana inanamıyorum Ayça. Tolga’yı kıskanmıyor musun?”
– “Hayır, kıskanmıyorum. Kıskançlık son derece ilkel bir huydur. Ben tüm ilişkilerimde özgürlük ve açıklıktan yanayım. Yoksa sen benim İzak’la birlikte olmamı kıskanır mıydın?”
– “Şey..Hayır, sanmam. Hem nasıl olsa İzak pek bişey yapabilecek durumda değil.”
– “İyi o zaman. Aramızda mesele yok. Hadi kendine iyi bak. Görüşürüz.”
İstanbul uçağı saat 20 sularında Antalya’ya indi. Ayça ve Erman bir taksiye atlayıp tatil köyünün yolunu tuttular. Kısa sürede birlikte kalacakları odaya yerleşip, akşam yemeği için restorana indiler.
– “Söylesene Ayça, sendeki bu ani değişimin nedeni ne? Her zaman aramız iyi olmuştu ama böylesine bir ilişki. Hiç aklıma gelmezdi.”
– “Değişim hoşuna gitmedi mi?”
– “Gitmez olur mu? Dün gece bana yıllardır yaşamadığım bir orgazm yaşattın. Üstelik, seni hep beğenmişimdir. Yine de tuhaf geliyor olanlar biraz.”
– “Aslında ben de senden hep hoşlanırdım ama ikimiz de evli olduğumuzdan herhangi bir girişimde bulunmayı düşünmemiştim. Fakat Tolga ile aramızda geçen birtakım olaylar sonucu farklı düşünmeye başladım. Artık kendimi sınırlamıyorum. Hem bunları bırakalım şimdi. Önümüzde bizi bekleyen 3 güzel gün var. Keyfini çıkaralım.”
– “Anlaştık. Bu gece ne yapıyoruz?”
– “Senin bir önerin yoksa, bu geceyi otelde odamızda geçirelim!”
– “Çok iyi fikir!”
Yemekten sonra Ayça ve Erman odalarına çıktılar. Duş almak için banyoya giren Ayça birkaç dakika sonra banyo kapısının açıldığını ve Erman’ın içeri girdiğini farketti. Hiç beklemeye tahammülü yok, diye düşündü. Erman duşakabinin kapısını açtı ve karşısında çırılçıplak duran Ayça’nın nefis vücudunu uzun uzun seyretti.
Ayça arada bir arkasını dönerek, eğilerek filan Erman’a kendini iyice sergiliyor ve yıkanmaya devam ediyordu. Erman karşısındaki sütun gibi biçimli ve uzun bacakları, dolgun ve diri göğüsleri, sımsıkı popoyu büyülenmiş gibi izliyordu. Bir rüyadaydı sanki. Nice sonra Ayça’nın kendisini çağıran sesiyle hareketlenmek aklına geldi.
– “Hadi Erman, sırtımı sabunlamayacak mısın?”
Erman aceleyle soyundu, vücudundaki son giysi parçalarını da çıkarıp küvete girdi. Sabunluğu güzelce köpürttü ve arkasını dönen Ayça’nın güzel sırtına sürtmeye başladı. Sonra arkadan ellerini geçirdi ve Ayça’nın şahane göğüslerini avuçladı. Aysel’in küçük ve şekilsiz göğüslerinden sonra Ayça’nınkiler inanılması güç bir mucizeydiler onun için.
Bir süre hareketsiz kaldı ve avuçlarını dolduran göğüslerin sıcaklığını, yumuşaklığını, kıvrımlarını hissetti. Derken önce ağır ağır, sonra gitgide heyecanlanıp hızlanarak yoğurmaya başladı. Bir yandan da kazık gibi olan penisini Ayça’nın kalçalarını sürtüyordu.
Ayça inleyerek Erman’ı cesaretlendirmekten başka birşey yapmıyordu; tamamen teslim olmuştu. Ayça dakikalar boyunca göğüslerini Erman’a mıncıklattıktan sonra yüzünü döndü ve iki kaçak sevgilinin dudakları birleşti. Tutkuyla, arzuyla, açlıkla öpüşmeye başladılar.
Ayça dilini ustalıkla Erman’ın ağzına sokuyor, erkeğinin dilini ve dudaklarını çılgınca emiyordu. Erman zevkten çılgına dönmüştü. İki eliyle Ayça’nın poposunu avuçlamış, hırsla ve istekle parmaklarını geçirmişti. Uzun süre öpüştüler; birbirlerinin ağızlarının ve dudaklarının her noktasını keşfettiler, tattılar. Tükürükleri birbirine karıştı.
Sonunda nefes nefese ayrıldıklarında Ayça eğildi ve Erman’ın kazık gibi olmuş, zonklayan penisini ağzına aldı. Derin derin emdi. Erman’ın gırtlağından bir zevk iniltisi koptu. Ayça bu kez erkeğini ağzına boşaltmak istemiyordu. Kısa bir süre yaladıktan sonra penisi bıraktı ve küvetin kenarına domaldı.
Erman hemen önündeki muhteşem kalçalara yumuldu. Ayça’nın kalçalarını hırsla öptü, ısırdı, kokladı. Parmaklarıyla araladığı kalçaların arasına dilini soktu ve Ayça’yı çığlık çığlığa bırakan bir hızla arka deliğini yaladı. Başparmağını vıcık vıcık olmuş vajinaya yerleştirdi ve ritmik hareketlerle bir süre okşadı. Ayça kendinden geçmişti:
– “Hadi Erman, hadi sevgilim. Hadi sik beni artık. Dayanamıycam…”
Erman’ın da dayanacak hali kalmamıştı. Bir çırpıda penisini köküne kadar Ayça’nın yumuşacık vajinasına soktu. Vajinadan yayılan sıcaklık tüm vücudunu zevkle titretti. Yavaş yavaş, tadını çıkara çıkara Ayça’nın arkasında yaylanmaya başladı. Ayça gözlerini kapatmış, kendini tamamen içindeki sıcacık penisin hareketlerine teslim etmiş, tatlı tatlı esniyordu.
Erman birden ritmini artırdı, bu zevke fazla dayanamadan boşalacağını anlamıştı. Birkaç saniye içinde zevkle titremeye başladı ve sanki aylardır biriktirmiş gibi bol ve şiddetli kasılmalarla spermlerini Ayça’nın içine boşalttı. Erman boşaldıktan sonra bir süre hareketsiz olarak Ayça’nın üzerine yığıldı. Ayça’ya dayanamamış ve biraz erken boşalmıştı.
Ayça’nın henüz yeterince tatmin olmadığını anladı ve genç kadını kollarında yatağa taşıdı. Ayça kendini tamamen erkeğine teslim etmişti. Erman sevgilisini sırtüstü yatırdı, ayak parmaklarından başlayarak yukarıya doğru ilerledi. Sırasıyla, ayaklarını, bacaklarının neredeyse her santimetrekaresini öperek, yalayarak aşk üçgenine doğru yöneldi.
Ayça nefes nefese kalmıştı. Onu iyice heyecanlandırmak isteyen Erman, aşk üçgenini pas geçti ve göbek deliğini, karnını öptü, yaladı. Daha önce avuçlarında tüm sıcaklıklarını, yumuşaklıklarını, harika kıvrımlarını hissettiği göğüsleri yeniden kavradı. İki eliyle sıkıca yanlardan bastırdı ve dilini iki meme ucu arasında fırça gibi kullanarak uzun uzun yaladı. Bir bebek gibi uçlarını sırayla ağzına aldı ve emdi.
Ayça’nın inlemeleri dışarıdan duyulacak kadar artmıştı. Biraz da onu susturmak amacıyla, Erman dudaklarıyla Ayça’nın ağzını örttü. Altında yatan bu nefis kadını iştahla öptü. İki sevgilinin dilleri zevkle ve arzuyla dansettiler. Erman, Ayça’nın yüzünün her noktasının tadına baktı; burnunu, kulak memelerini yaladı, emdi, Ayça’yı öpüşmekten dudakları çatlayana kadar öptü, öptü, öptü…
Sonunda Erman’ın penisi yeniden sertleşmeye başlamıştı. Ayça’yla yeniden birleşmek istiyor ama tam sertleşemediği için bundan kaçınıyordu. Zevkten çılgına dönen ve Erman’ın penisini içinde isteyen Ayça, yavaşça erkeğin altından kalktı, üste çıktı ve tüm hünerini kullanarak yarı-sert penisi emmeye başladı.
Erman’ın penisi gitgide ağzında büyümeye, pıtpıt atmaya başlamıştı. Bunun üzerine penisi ağzından çıkaran Ayça, biraz daha aşağılara yöneldi ve Erman’ın arka deliğini diliyle uyarmaya başladı. Daha önce başına böyle bir şey gelmemiş olan Erman bir an şaşırdıysa da kendini dayanılmaz bir zevk dalgasına kaptırmakta gecikmedi.
Ayça şimdi bir yandan Erman’ın arka deliğini ve taşaklarını emip-yalıyor, bir yandan da sağ eliyle şiddetle mastürbasyon yaptırıyordu. Bir süre sonra Erman’ın gerekli kıvama geldiğine karar verdi ve hızla doğrulup, bir hamlede yarattığı canavarın üzerine oturdu. İki sevgilinin gırtlaklarından şiddetli bir zevk iniltisi koptu. Müthiş bir tempoyla sevişmeye devam ettiler. Erman hem üzerindeki bu nefis vücudu, zıplarken özgürce salınan göğüsleri doya doya izliyor, hem de arada bir belini doğrultup onları küçük küçük ısırıyordu.
Bu kez Ayça beyninin zonkladığını, yaklaşmakta olan muhteşem orgazmı hissediyordu. Tempolarını hiç bozmadılar ve Ayça gözlerinden yaşlar gelerek orgazma ulaştı. Adeta dakikalar boyu süren bu orgazmın ardından minnettarlık duygularıyla Erman’a baktı ve ona bir hediye vermek ve büyük bir zevkle boşalmasını sağlamak istedi.
Boşalmak isteğiyle tutuşan Erman’ın yüzüne oturur pozisyona geçti ve arka deliğini yalattı. Sonra erkeğinin üzerine sırtüstü uzandı ve penisini yavaşça arka deliğine yerleştirdi. Erman hayatı boyunca bir kadına arkadan sahip olmamıştı ve heyecandan nefesini tuttu. Ayça yumuşak hareketlerle gidip gelmeye, adeta Erman’ın penisini sağmaya başladı. Erman’ın zevkten gözleri kararıyordu; penisi kazık gibi olmuş, nabız gibi atarak Ayça’nın daracık ve sıcacık arka deliğine gömülmüş, durmaksızın pompalıyordu.
“Hayatta ne zevkler varmış bilmediğim”, diye düşünüyordu. Çok geçmeden taşaklarından yükselen sperm dalgasını hissetti. Kendini tutamadı ve yüksek sesle inleyerek hepsini Ayça’nın içine boşalttı. Boşalma bittikten sonra bile Ayça hafif hafif gidip gelmeye, Erman’ın son sperm kırıntılarını sağmaya devam etti. Sonunda penisi arka deliğinden azat ettiğinde, koca bir sperm gölü Erman’ın göbeğine şıpır şıpır damlayarak boşaldı. Erman kendinden geçmiş, olanları izliyordu.
Ayça gayet kendinden emin bir şekilde eğildi ve dilini bu sperm gölüne daldırdı. Erman gözlerine inanamıyor, ne düşüneceğini bilmiyordu. Birkaç gün önce birlikte iş konuştukları, güzelliğini her zaman takdir ettiği ama bir ilişkiye gireceklerine hiç ihtimal vermediği Ayça, bir tastan süt içen bir kedi yavrusu gibi, göbeğinden spermlerini içiyordu. Ayça diliyle spermleri yayıyor, birazını Erman’ın göbek deliğine dolduruyor, sonra yine göbek deliğinden içiyordu. Böylece bir kaç dakika içinde kıvamını yitiren, şeffaf bir sıvı haline gelen ve soğuyan tüm spermleri yaladı yuttu. Bir damla bile kalmamacasına Erman’ın karnını temizledi.
Yüzünde kaltak bir ifadeyle erkeğinin üzerine uzandı ve onu tutkuyla öpmeye başladı. Erman itiraz etmedi. Tuhaf, alışılmadık bir zevk denizinde yüzüyordu ve kendini tamamen bırakmıştı. İki sevgili Ayça’nın ağzında kalan sperm artıklarını paylaştılar ve derin derin öpüştüler.
Bir süre sonra Erman’ın horultuları yükselmeye başlamıştı. Ayça yaşadıklarına kendisi de hala inanamıyordu. Sanki bir şey kafasındaki oto kontrolü tamamen kaldırmıştı. Sanki cinsel zevk eşiği düşmüştü. Kendini her erkekle sevişebilecek gibi hissediyor ve açıkçası bunu istiyordu da. Bunca yıllık kocasına sadık, namuslu Ayça gitmiş, yerine nemfomanyak bir fahişe gelmişti. Bu düşünceye gülümsemeden edemedi. Yapabileceklerini, olasılıkları düşündükçe heyecanlanıyordu.
“Dur bakalım Mirey hanım”, diye fısıldadı, “Seninle işimiz İstanbul’a dönünce başlıyor. Kimin kocasına el attığını göreceksin.”
Tatilin geri kalanı da iki sevgili için çok hareketli geçti. Bol bol yüzdüler, güneşlendiler, kumsalda keyif yaptılar. Hiç iş konuşmadılar. Geceleri çevredeki barlara, discolara gittiler, dans ettiler. Ve her fırsatta, daha doğrusu Erman’ın yeniden her hazır oluşunda seviştiler.
Odada, banyoda, kumsalda, denizde, uygun olan her yerde seviştiler. Akıllarına gelen her pozisyonu gerçekleştirdiler. İstanbul’a döndüklerinde eşlerine, bu sıcaklarda şehir dışında çalışmanın, iş hayatının ne kadar sıkıcı ve yorucu olduğunu kendilerini bolca acındırarak anlattılar.
11 notes · View notes
dogtrainingblogs · 2 years
Text
Yabancılar, Soğuk Araçta Çalınan Gösteri Köpeğini Kurtarmak İçin Dedektif Becerilerini Kullanıyor
Yabancılar, Soğuk Araçta Çalınan Gösteri Köpeğini Kurtarmak İçin Dedektif Becerilerini Kullanıyor
Michelle Baker’ın Jasper adlı Boksörü onun tüm dünyası. Sadık bir aile arkadaşı ve ödüllü bir gösteri köpeğidir. İki Iowa sakini, Land O’ Lakes Kennel Club Köpek Gösterisine katılmak için bir hafta sonu için Minnesota’ya gitti. Jasper, arabadaki sandığına sabırla otururken güne başlamak için can atıyordu. Ama Baker, gitmeden önce kahve fincanını yeniden doldurmak için otelin içine koşmak istedi.…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
yazarkisisi · 4 years
Photo
Tumblr media
maskesi düştü
Bir kadın neden kirpiklerine rimel sürer? Tenine peki neden bazı lekeleri, izleri kaybolsun diye bir şeyler sürme ihtiyacı duyar? Yanaklarını neden elma şekeri gibi kırmızıya boyar? Ya dudaklarını neden gök kuşağına çevirir? Bir kadın neden bunları yapar? İşte bunların hepsinin yanıtı o gün içerisinde gayet iyi biliyordu. Ne faydaki bildiği yanıtlar yanlıştı. 
Bir gram uyumadı. Tüm gece boş boş tavana baktı ve hiçbir şey düşünmedi. Düşünecek o kadar çok şeyi varken hiçliği düşünmek nasıldı anlamış değildi. Yatakta bir oraya bir buraya döndü durdu. Saat sabah altıya geliyordu. Anladı ki uyuyamayacak yataktan hızlı bir hareketle kalktı. Yatağının çaprazında duran boy aynasına doğru yaklaşıp yüzünün ifadesini inceledi. Hiç olmadığı kadar mutsuzdu. Göz torbaları çıkmış, gözleri kızarmış, dudakları çatlamış ve tenindeki bütün gözenekler ortaya çıkmıştı. Yüzünün bu halini sevmedi. Bir günde ne kadar çökebilirdi ki? Elini saçlarına götürdü. En çok ihtiyacı olan sevgiyi saçlarını okşayarak bedenine hissettirdi ama yeterli gelmedi. Odasının kapısını açtı ve mutfağa doğru koyuldu. Belki bir bardak kahve içmek iyi gelir düşüncesiyle su ısıtıcısının içine ağzına kadar su doldurdu ve çalıştırdı. Camdan perdeyi aralayıp sokağa baktı. Kimsecikler daha sokakta yoktu. Hava, içi kadar huzursuz ve rahatsız ediciydi. Bugün ne yapması gerektiğini düşündü. Ne yapsa ona iyi gelirdi? Ne yapmalıydı? Ne yapsam mutlu olurum? Gibi sorular aklını kurcalarken o an bir yanıt veremedi kendisine. Bu düşüncelerde boğulurken, su ısıtıcının vermiş uyarıyla kendisine sıcak bir kahve yaptı ve tekrar aynı yere tünedi. Kahvesini yudumlarken bir tat alamadı ve sıcak oluşu dilini yaktı, masaya koydu. Tekrar düşünmeye başladı. Ne yapsam bana iyi gelir? Bu soruya en kısa zamanda yanıt bulmalıydı yoksa zor bir gün olacaktı. Biliyordu. Belki bir kaç saat buna yanıt ararken, yaptığı kahve soğudu ve yarım kaldı. Soğuk kahvesini lavabodan döktü. Kahvenin tadı bile ona iyi gelemiyorken, ne yapsa ona iyi gelebilirdi ki? 
Oturma odasında kitaplarını kurcalamaya başladı. Her altını çizmek istediği cümle ondan bir parçayı yansıtıyordu. Çoğu zamanda ona hatırlamak istemediği, sindirmek istediği duygularını ve bunun ona iyi gelmeyeceğini anlayıp kitaplarını orada bıraktı. Kalktı cıvıl cıvıl renkli tüm boya kalemlerini dağıttı. Resim yapmak istedi. Her çizdiği çizgilerde duygularını yansıtıyordu. Biten resimlerine bakıp karmaşıklığını ve sıkışmış kalbini anımsıyordu. Bu da ona iyi gelmedi. Radyoyu açtı. Çalan şarkılarda ruhunu özgürleştirdi ve dans etti. Kendini kaptırdı ve sıradaki şarkıyı kendine armağan etti. Ama etmeseydi daha iyidi. Çıkan şarkı evrenle anlaşmış gibi anılarına götürdü. Olmayacak işti. Bir şarkı ne kadar üzebiliyorsa o kadar üzdü. Elleri titredi kapayamadı şarkıyı. Aşk oyunu çalıyordu. İlk kez şarkının sözlerine bu kadar dikkat etti ve şarkıyı şuan hayatında yaşadığını anladı. Bir hırsla elleri titresede o radyoyu kapadı. Koltuğa oturdu, ayaklarını kendisine çekti. Yine bir kaç dakika boşluğa baktı, durdu. Kafayı yemek üzereydi. Karşısında duran aynada acınası haline baktı. Güzelliği solup gitmişti, saçları eskisi kadar parlak değildi. Belki kendine çeki düzen verirse iyi olabileceğini düşündü ve koşarak odasına gitti. 
Bir kaç zaman önce ayrıldığı makyaj malzemelerini tekrar çıkardı. Aynasının karşısına geçti. Tekrar tekrar yüzüne baktı ve bu kötü halini iyileştirme yolunun makyaj yapmak olduğunu düşündü. Yani yüzüne yalandan bir maske çizmeye başladı. Çok kısa bir sürede saçlarına kadar o maskeyi suratına yerleştirdi ve aynada hiç olmadığı kadar kendisini iyi gördü. Şimdi iyi gözüküyordu. Yüzünde ki onu mutsuz gösteren tüm ifadeleri, izleri yok etmişti.
-Peki iyi hissediyor muydu? Bunu kalben hissedebiliyor muydu?
-Hayır! 
Şimdi ne yapacaktı? Yaptığı maskeyi taktıktan sonra sokağa çıkmaya karar verdi. İyi olduğunu etrafına göstermesi gerekiyordu ki artık kimse ona söylenip durmasın. Sokağa çıkmasıyla herkes ona ne kadar güzel, iyi gözüktüğünü söyledi. Bunları uzun zamandan sonra ilk kez duyuyordu. Bu onun için pek de önemli değildi. Sadece onun bunun ağzını kapatıyordu. Ama bugünün devamı, yarını ve diğer günleri vardı. Kalabalıktan sıyrıldıktan sonra kendini nefes alıp, gökyüzünü seyretmek için bir bahçeye attı. Gökyüzüne bakarken düşündü. Bu kuşların derdi neydi ki gökyüzü bu kadar eşsiz bir güzelliğe sahipken onlar yeryüzüne iniyordu? Buna bir anlam veremedi. Kafası dağılmaya başlamıştı. Ta ki o ana kadar sokağın başına gözü takıldı ve duraksadı. Kendine acımaya tekrardan başladı ve içindeki o tarif edilemez sadece onun anladığı acıyla o mesajı attı. Bunun sonunu artık düşünmüyordu. Alabileceği cevaplardan korkmuyordu ama unuttuğu bir şey vardı. Yanlış zamanda ve yanlış yerde o mesajı attı. En önemlisi ise yüzündeki maskeyi unuttu. 
Aldığı cevaplar hiç olmadığı kadar onu hırpaladı ve yere itti. Artık ayakları yoktu ve evine ulaşması için sürünmesi lazımdı. Maskesi akan gözyaşlarıyla silindi, akıp gitti. Yüzü tarif edilemeyecek kadar kötü bir hal aldı. O kadar kötü haldeydi ki ilk halinden daha da acınası bir hali vardı artık. Evden çıkmamalıydı. Kendini iyi hissettirecek olan şey bir maske olmamalıydı. Değişen bedeniyle sürüne sürüne evine gitmeye çalıştı. Biraz önce ona güzelsin, iyisin diyen insanlar şimdi yoklardı. Kimse ona yardım edemezdi. Evine varıp kapısını kapadığında sürünerek, zorla aynaya baktı ve akan maskesini elleriyle ovuşturdu. Acınası haline uzunca baktı. Bunu unutmama kararı aldı ve kendisini sonsuza kadar kendi haline evine kapadı.
İlayda DEMİRKAN
0 notes