Tumgik
#veda mektuplar
geceyamurundakibirii · 10 months
Text
-ama lütfen milena, beni dinleme ve ne olursa olsun bana her gün yaz, çok kısa olabilir, bugünün mektuplarından daha kısa olabilir, sadece iki satır, bir satır, hatta sadece bir kelime ama onlarsız kalırsam çok acı çekerim.
°Milena'ya mektuplar
~Franz Kafka~
24 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
Vladimir Vladimiroviç Mayakovski
hayatın en hüzünlü anı, mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır… bırak, gitsin… bırak, git… dedi ve gitti Mayakovski... Aşkta da devrimini yaptı sevdiği kadın Lili'ye intiharıyla. 1918'den itibaren propagandalar için gittiği ülkelerden sevdiği kadına 12 yıldır yazdığı mektupları kesti ölümüyle, kendi kanıyla sonsuza dek Lili'nin posta kutusunu mühürledi. Sevdiği kadından geç gelen cevaplar, umursamaz halleri ya da evli Lili'ye çıkmaz aşk bu noktaya getirdi..  Oysa  "Alanlar fırçamız, sokaklar paletimiz." demiyormuydu Mayakovski? Ülkeleri rengarenk boyarken; bir tanem, pisim, yavrusum, seni hasretle bir milyon kere öperim dediği kadının yüreğine aşkın fırça darbelerini atıp, yüreğinde devrim yapıp yanına getiremedi. Sevmek herşeyi göze almak demek değilmiş Lili için belki de... Mayakovski şunu unutmuştu propaganda yaparken herkes nasıl göze alamıyorsa devrimi, ardından gelecek ölümü; Lili de göze alamadı belki bazı şeyleri, oniki yıl boyunca mektuplaşmayla yetindi...  Öyle güzel bir aşkla yazılmış mektuplarki bunlar bıkmadan usanmadan "senin kuçun" diyecek kadar büyük bir aşk... Mektupların başına, altına, kenarına çizilmiş kedi köpek resimleri, kendi üzgün olduğunda üzgün suratlı adam resimleri. Bazen bir iki cümle, bazen sayfalarca, bazen şiirler, bazen piyeslerden oluşan bu mektuplar....  9 Nisanda, Plehanof Ulusal İktisat Enstitüsü öğrencilerine şöyle seslenir : "Arkadaşlar, bu akşam beni güçlükle getirdiler buraya. Konuşmak istemiyordum, konuşmaktan bıktım çünkü..."  Artık bunaldığının göstergesiydi bu ve veda mektubunda :  "Ölüyorum, bundan ötürü kimseyi suçlamayın. Gereksiz şamata da yapmayın. Ölen adam bundan tiksinirdi çünkü..."  Lili' ye : "Lili, sev beni..."  Ona ne aşk yaradı, istediğini alamadığı devrim.
7 notes · View notes
leylands · 1 year
Text
Sevgili sevgilim,
Bu sensiz geçen üç yüz beşinci gün. Bilmem kaçıncı saat, kaçıncı dakika. Gelişin bu hayatta cennetin varlığını müjdeler gibiydi. Gidişinse hayatın anlamını bulmuşken kaybetmek gibiydi. Ruhumuz yüzyıllar önce tanışmış da bugüne gelmiş gibiydi. Zihnimiz ise bu gerçeği kabullenemiyor. Yazdığın şarkıyı dinledim sevgilim. Her sabah ve her gece bir kez dinliyorum. Ne yazık ki bana hala senin için yazdığım o kitabı bitiremiyorum. Ne zor bir yandan kendi hayatlarımız da koşup dururken bir yandan böylesine bir aşkı taşımak. Ne zor, hem en büyük mucize, hem de en büyük felaket olmak. Ah sevgilim, baharın son kokusu üzerinde mi hâlâ? Yaz geliyor, bu sıcak havalarda bir çay içerek dinlenirken bile seni görememek ne zor geliyor bir bilsen. Uzaklarda, çok uzaklarda bir yerlerde içtiğin o beyaz şaraba kaldırıyorum viski kadehimi her gece. Hâla çay demleyemiyorum eve gelince. Sen neler yapıyorsun? Hâlâ benimle aynı gün doğumunu izlediğini biliyorum. Hayatımda ilk kez bu yüzyılda yaşadığıma pişman değilim biliyor musun? Yüzyıllar önce yaşasak, yine dört dönerdi etrafımızda mektuplar, şiirler, şarkılar. Ama böyle bilemezdim neler yaptığını. Sevgilim, seni tanımadan önce ki boşluk yine düştü içime. Yine aynı sıkıntı, yine aynı aynılık. Bu hisler ise beni üzmek yerine, büyük bir bunalıma sokmak yerine umut veriyor bana. Çünkü on ayın sonunda ilk kez içimde bir duygu sanki bana gelişini müjdeliyor. Az kaldı sevgilim, biliyorum. Geri döneceksin yakında. Hemde bu kez geri dönmemek üzere. İşte o zaman etrafımda senden başka hiç kimseye ihtiyaç olmayacak. Hiçbir sahtekar, bu gece yalnız kalmayım, kahvemi tek başıma içmeyim ya da dışarı çıkayım diye arkadaşım olmayacak. Geri döndüğünde, yine elimi tutacaksın. Biz yine gün doğumunu izleyeceğiz seninle. Baykuşlar ötmese penceremin karşısındaki çınar ağacından yahut sarmasa senin dört bir yanını kelebekler sorun olmayacak. Çünkü biz zaten yan yana olacağız. Bugün Ümit Yaşar Oğuzcan'ın "Hatırlama" şiiri çıktı karşıma. Seni anımsattı yine bana. Zaten bizim aşkımız; çıksaydı bizden başkasının kaleminden. Kesin o olurdu şiirimizin şairi. Öyle çok şiiri var ki seni, halini, vaktini bana anlatan. Beni sana anlatacak öyle çok şiiri var ki. Çektim yeşil perdeleri, mum ışığında yazıyorum bunları sana. Tıpkı senin sevdiğin gibi loş ışıkta. Zaten sen gittiğin günden beri her şey senin sevdiğin gibi. Bir tek şarap içmiyorum artık. Gittiğin gün bu şehrin çıkışında elimde şarap şişesiyle geleceğin güne kadar veda ettim ben şaraba. Hâlâ yolda birilerini sen sanıyorum biliyor musun sevgilim? Hâlâ sen sandım diye birini, öylece kalıyorum olduğum yerde. O sert bakışım, dik duruşum gidiyor bir anda. Seni sevmek, beklemek, her yeni günde tıpkı ilk gün olduğu gibi ansızın karşıma çıkacağına inanmak bana kim olduğumu hatırlatıyor, bu hayatın sebebini hatırlatıyor. Bahar geldi sevgilim, leylak kokuları sardı her yeri. Beyaz güller açtı bahçemde. Seni sevmek yaz gibi demiştim eski bir mektubumda. Seni sevmek yaz gibi sevgilim. Beyaz olan her güzel şey gibi. Denizin kokusu, yaz yağmuru gibi. Bahar çiçekleri, etrafı saran leylakların kokusu gibi. Seni sevmek şarap gibi. Her sabah aynı saatte öten kuşların cıvıltıları gibi. Seni sevmek yarını müjdeler gibi. Yeşil bir arabaya bir hayat kurmak gibi. Binlerce yol şarkısını listelemek gibi. Seni sevmek etrafımda olan onlarca aşığa alay etmek gibi. Seni sevmek sevgilim; en güzel şarkıların senin için yazılmasına sebep olmak, en güzel şarkıları benim için yazman gibi. Sevgilim, beyazım, şarabım, yazım... biliyorum ki bir sabah, yine dünyanın en sıradan sabahında geri döneceksin. Biliyorum ki, beni yaşadığımız tüm hayatlarda olduğu gibi çok seviyorsun. Ve bilmeni isterim ki sana verdiğim sözü tutuyor; seni bekliyor ve çok seviyorum.
Hasretle, sevgilin.
3 notes · View notes
gundemarsivi · 5 months
Text
Tumblr media
Geç Fark Ettim Taşın Sert Olduğunu
✍🏻 Mazlum Çetinkaya
https://www.gundemarsivi.com/gec-fark-ettim-tasin-sert-oldugunu/
Muazzez anneme…
Düşündüğün o yerden yazıyorum, kırıldığım ve düştüğüm o yerden.
Kuş dilini kunuşuyorum, kuşçayı yani, senin öğrettiğin o dili, pazardan dönerken kırılan eski bir kadının kavmini.
Üstümde ipekten bir yorgan yok, eski bir türküye inanıyorum artık, dünya çok unutkan, sen de…
Çok inandım kendime, sana ve anneme.
Aklımda bir bozkır, bir çorak ülke, senin de öğrettiğin şekilde her şey; bütün düğmelerimi sana bakarak ilikliyorum hâlâ.
Arkadaşım gitti, dönmedi bir daha.
Şimdi elin çenende bakıp okuyorsundur bütün bunları, kalbin bana dair hiçbir şeye itiraz etmiyor artık. Biliyorum.
Ve sonra biliyorum ki yine, nereye gitsem ardımdan bir itiraz olacaksın, nereye gitsem hatıralar terk etmeyecek bizi; anneni aradım, annemizi yani, konuştum, korkuma bir fener oldu, evsiz olabilirsin ama yurtsuz değilsin ki, dedi. Yurt, yaşamaktır işte, yaşamak için bir yer yani. Gökyüzünün “başka rengi de varmış” diyen şairin diliyle “geç fark ettim taşın sert olduğunu.” Bana itirazın olsa da.
Taşı bilmiyordum, bilmiyordum da kalbini biliyordum sandım, kalp ile taş arasında yaşayan bir gezginin rüyasını dinlerken öğrendim; herkesin kırılabileceğini, tanrının bile.
Yedi nokta altı şiddetinde bir depremin altında can çekişen birinin ağzından dökülen taştan dizeler olmuştuk “geç fark ettim taşın sert olduğunu…”
İşte burada bazı şeyler geç fark ediliyor annem; taşın terk edişi, zamanın erken bitişi, güneşin vedası, sevgilinin kalbinde duran rüyası, sonra mektuplar, boğulurcasına öksürmek, komşunun sana bir daha ulaşamaması…
Seni ezberlediğim o yerden yazıyorum, kırılmış bir kabuğa bakıyorum, kırılmış bir kapıya, ilk defa cesur oldum kendime bu kadar, birkaç ay öncesini düşünüyorum; ilk defa unuttum kendimi, günlerdir… Seni niye bu kadar az ezber ettim kendime diye. “Yazığım geliyor” derdi bir arkadaşım yerel bir şive ile. Niye bu kadar acıdır yerel olan şu şiveler, neden bir nehrin sesini taşır şu sözcükler…
“Yalan sözlerinden de kendi utansın” der bir Malatya türküsü, nasıl da doğru dermiş şu türküler…
Unutmuştum o gün, bağışla, saçlarına beyaz papatyalar takmayı unutmuşum, o çiçeklerin hatırasını, o gönderdiğim ve inandığım çiçeklerin hatırasını nasıl da unutmuşum.
Gittiğin o yerden yazıyorum işte, ne kaldıysa zamandan geriye onu yazıyorum. Sana bakacak gözlerim yok artık, aklım tanrının şu anlamsız çemberi içinde dolaşıp duruyor. Geç fark ettiler yüzümü, uyuduğum yastığa nasılda yapış yapış olmuşum, bakarken üstüme düşen o betondan tavana.
Sonra bir hıçkırık, küçücük bir hıçkırık, bir hiç gibi anlaşılan ama içinde kocaman bir hiç olan bir hıçkırık nasılda göğsüme çöktü o sabah.
Geride bıraktığım hatıralara bakıyorum, göğsüme bir dağ gibi çöken o hatıralara. Gökyüzüne bir kuşun havalanışını hatırlıyorum; yeryüzündeki ihanetleri, insanın kapış kapış olduğu o ihanetleri hatırlıyorum.
Hatırlarken, beni kırdığı yerden yazıyorum, seni ve senin beni kırdığın yerden. Bir veda öpücüğü olup ayrılıyor ellerimiz, insan elleriyle de öper annem, yani insan insandan geriye ne kaldıysa tam da oradan ayrılır kendisinden.
O sabah bir rüya ile kendi aramda gidip gelmiştim, şimdi de öyle, oradan bakıyorum, gidişine, yeniden bir rüyaya dönüşüne bakıyorum; diyorsun ki bir ben mi kaldım şu dünyanın tenhasında, şu dünyanın boynuna bir tek ben mi kaldım ağır gelen…
Bunca yükü taşıyıp bizi taşımayan dünya, yük üstüne yük olan ölüm, işte sana da veda ediyorum, tıpkı onun ince boynuna veda ettiğim gibi…
Eski bir şair ağlıyor eski bir kentin yol boyunda.
Oradan yazıyorum işte, avuçların çenende bana bakıyorsun, Alleben’de, bana küstüğün yerde dünyaya küsmüştü sanki bütün kuşlar.
Mazlum Çetinkaya
* Geç fark ettim taşın sert olduğunu: Cahit Sıtkı Tarancı’nın Otuz Beş Yaş şiirinden.
#acı #yas #annelergünü #anne #cahitsıktıtarancı #deneme #edebiyat #küsmek #kayıpyaşamak #mektup #anneyesözler #türkü #toplum
0 notes
bozandeniz · 6 months
Text
Kalemin Hafızasından Mektuplar (yirmi yedi)
Zaman yalnızlık dağıtıyor saat saat, dakika dakika. Bana imtiyaz tanıyor, bana cömert davranıyor. Çok boş vaktim olduğu sanılıyor oysa göremiyorlar ki, bana çok fazla boş vakit veriliyor. Bunların ikisi birbirinden farklı şeyler sevgili Eirene. Uzaktan bakıldığında görünenler insanı yanıltabilir, yakından bakıldığında ise şaşırtabilir. İnsan öyle basitçe önyargılı, öyle basitçe peşin hükümlüdür ki bir mesafe değeri değişkenliği bile insanın yüzüne “sen yanıldın” diye bağırabilir. Üstelik mevzu zamansa, geniş zamanların kefareti dar alanlarda ard arda, sıralı ölümlerle elbette daha önceden ödenmiş olabilir.. Yer kaplamak isterdim ömrünün bir kıyısında, yastığının solunda. Komidininin bir çekmecesinde birkaç çift çorabım olsun isterdim, iki farklı renk kravatım, suni deri bir kemerim, tırnak makasım.. Gardrobunun bir kapağı bana ait olmalıydı mesela, birkaç gömleğim, bir takım elbisem, bir çift rugan ayakkabım, paltom asılı kalmalıydı o kapağın ardında. Evimin yedek anahtarlarını taşımalıydım ya da, asıllarının sende durduğu.. Kalbinin en çok sen alan odasında kalmalıydım sevgili Eirene, senden başka her yöne penceresiz olmalıydım..
temiz bir sayıklama kaldı senden uykunun ortasında aniden ya da çay bardağı kavranışında dalıp gidilmişken uzağa yanı başımda duyduklarımın umarsızı sigaranın ortası çıtırtılarda.. zaten yalnızlıktan örmüş anam üzerime yaşamı ses olsun diye ağlayış olsun diye yanıltmamışım bende cuk oturmuş. Neyini paylaşayım hem senin sabahın altı sıfır beşinde aynadaki çift göz benim uykuya kafiyesiz sayıklamaların kanlı retinası bir gidiş yolu ki kurak. Gövdesi çatlayan ağaçları camı kırılan bir kalbi anonim sevişleri doldurmuşlar şişelere satıyorlar..
Susmak, ışıklar açıkken işkence gibidir usta. Çevrendeki ve aklındaki insanlara ayrı ayrı susmaktan bahsediyorum. Birileri sürekli bir şeyler anlatırken sen kendine açılan ilk kapıdan içeri dalıp, diğer tüm kapılarını ve pencerelerini ardından kilitlemenden bahsediyorum. İçeri girecek tek bir hüzme ışığa, tek bir nida sese tahammül edememekten bir de. Dünyayla tüm işinin bittiği o anın mülteci yangınında tüm bildiklerini yakmaktan, tüm insanları kıyılarından denize dökmekten.. Karanlık bir ülkeye gidiş gibi. Saatlerce otobüs yolculuğuna düşmek gibi değil, yol kenarından uzak köy ışıklarına bakmak gibi değil, bir bardak sessizlik isteyebileceğin kendinden başka bir muavin yokmuş gibi.. Son uykuna dönmek için sebeplerinin olmamasından bahsediyorum insanın. Yağı biten bir kandilin yanı başında otururken tavandan duvarlara doğru usul usul eğilen ışığın veda busesi gibi aydınlatmalarından bahsediyorum, sayfanın üzerinde anlam ölümü gerçekleşmiş bir kaç kelimeyi.. Kendine geldiğin anda anımsayamayacağın bir suskunluktan bahsediyorum sana, hayatın kıyısına not edebileceğin kayıp zamanlarına yenilerini eklemekten. Üzerine dökülen kar tanelerini mevsim şartlarına yamayamayacağın derin bir sessizlikte ölesiye üşümekten.. Aklımdan firar edip kendini kurtaran her imgenin az ötede boynuna kurduğu yuvada şiire kuluçkaya yatışlarından.. Şimdi usta bu sessizliğe beni iten ellerinin minik bir yıldızı göğe yakıştıramayıp kaydırması gibi düşün, görenlerin saçma sapan dilekler tutması yan etkisi bu sessizliğin.. İki yakası bir araya gelmeyen düşlerini kırmızı düğmelerle iliklemek gibi bir susmaktan bahsediyorum sana. Silkelendiği an, döndüğü an gerçeğine o derin inzivadan sonra sesli harfleri ilk kez söyleyen bir çocuğun ebeveynleri gibi bakmalarından bahsediyorum insanın kendine şaşkın şaşkın.. İnsanlar arası yollarda isteksiz verilen molalarda biriken suni boşlukların genel adıdır susmak. Sustuğunda kavrayacağın tek şey yine kendi içinde olan ama şeklalması dışlanmış, ötelenmiş veya daha önce boşverilmiş tedirgin uyuşmazlıklarla yüzleşmek veya barışmak zorunda olduğundur sadece. Onları oraya daha önce eken etkenlerin onunla bir ilgisi olmasa da, kabak her zaman ona patlar ya; bu yüzden onu anlamakta her zaman zorlanır insan. Bu yüzden susar, savaşı kendiyledir sevenin. Susmak etoburdur usta, ciğerden yola çıkar, parçalaya parçalaya öldürür insanı. Her nefes girerken içine sevinedurur, acaba hangi kelimeyi giyineceğim çıkarken diye; hiç bir nefes susmak için alınmak istemez ve gün boyu aldığın yirmidört bin nefes ciğerlerinden birer kelimeye vucud olmak umuduyla sestellerine doğru koşar.. Sustuğun her nefes bir hayalkırıklılığına eşittir bu noktada.. Tanrı vergisi bu susuşlarım, bakma avazım çıktığı kadar yazdığıma.. Babam hep öne atardı beni aile veya arkadaş ortamlarında; "Hadi oğlum derdi, abilere ablalara susmalarını göster" Sana susmuyorsam babamdan kalma bu zaaf gülüm. Seni sevmelerim bile ondan kalma, vazgeçmeyişlerim ondan kalma, beklentisiz beklemelerim ondan kalma...
Tumblr media
1 note · View note
dilperisanimmmm · 1 year
Text
Dört Büyük Şair ve Paylaşılamayan Bir Kadın: Tomris Uyar
Türk edebiyatının güçlü hikâye yazarı ve çevirmeni, özgür ruhlu kadını Tomris Uyar, hem eserleriyle hem de aşklarıyla adından çok söz ettirmiş; İkinci Yeni döneminde hem yazdığı eserlerle hem de adına yazılan şiirlerle edebiyatımızda büyük bir iz bırakmıştır. Tutku dolu yaşamıyla bağımsız bir kadın Tomris Uyar ve peşinde koşan 4 büyük şair. Peki kim bu âşıklar?
Kolej Aşkı: Ülkü Tamer
Kolejden mezun olur olmaz evlendiler. Tomris Uyar ilk çevirisi olan Tagore’den “Şekerden Bebek”i bu yıllarda Tamer soyadı ile tamamladı. Birbirini çok iyi tamamlayamayan bu çiftin evliliği trajik bir şekilde sonlandı. Evlilikten “Ekin” adında dünyaya gelen çocukları birkaç haftalıkken sütten boğularak hayata veda etti, büyük sarsıntı yaşayan çift, kısa bir süre içinde boşandı.
Cemal Süreya
Ankara’daki Sanatseverler Derneği Lokali’nde tesadüfen aynı masada rakı içerken tanıştılar. Tanıştıklarında ikisi de evliydi, bazı rivayetlere göre birlikte olabilmek için eşlerinden boşandılar.
Cemal Süreya onun için bu dizeleri yazdı:
“Ay ışığında oturduk
Bileğinden öptüm seni
Sonra ayakta öptüm
Dudağından öptüm seni
Kapı aralığında öptüm
Soluğundan öptüm seni
Bahçede çocuklar vardı
Çocuğundan öptüm seni
Evime götürdüm yatağımda
Kasığından öptüm seni
Başka evlerde karşılaştık
İliğinden öptüm seni
En sonunda caddelere çıkardım
Kaynağından öptüm seni”
Şiir Sezen Aksu tarafından yorumlanmıştır.
Her akşam işten çıkar çıkmaz eve dönen Cemal Süreya’ya bir gün Tomris Uyar, “Biraz gez dolaş, arkadaşlarınla buluş, vakit geçir” dedi. Ertesi gün on dakika geç geldi Cemal Süreya, bir sonraki gün on beş, daha sonra yarım saat. Bu akşamlardan birinde, örtü silkelemek için pencereyi açan Tomris’in apartmanın girişinde oturan Cemal’i görmesiyle gerçek ortaya çıktı. Her akşam iş çıkışı eve geliyor ama aşağıda oturup “gecikiyordu” Süreya. Tomris Uyar bu duruma “Şahsiyet Rötarı” adını koydu.
Bu aşk da tükendi
Üç yılın sonunda tükenen bu tutkulu aşk, dostluğa evrildi.
Ayrılığın ardından Tomris Uyar, “Beni bıraktı ama rahat edemedi. Ona göre bana sahip olunamazdı” dedi. Cemal Süreya ise Tomris Uyar’a şu sözleri söyledi: “Senden ayrıldığım anda, senin hakkında, hikâyen hakkında sevdiğimi belirtecek hiçbir şey söylemeyeceğim; benim ağzımdan kimse duymayacak” ve o günden sonra hiçbir şey yazmadı.
Uzun soluklu aşk: Turgut Uyar
Tomris Uyar, Turgut Uyar ile tanışmalarını şöyle anlatır:
“1966 yılında ben zaten Cemal Süreya’dan ayrılmak üzereydim. O da eşinden ayrılmıştı. İstanbul’a gelmişti çocuklarıyla. Burada tanıştık. Asıl tanışmamız herhalde o, çünkü o zaman daha bir yakın oturup konuşma fırsatını bulduk ve mektuplaşmaya başladık. Bu mektuplar önce sadece şiir üzerine mektuplardı.
Hâlâ duruyor bende. Genellikle onun şiir üzerine düşünceleri, benim onun şiirleri üzerine düşüncelerim… Ve anladığım kadarıyla çok sıkışık bir dönem geçiriyordu. Yani evlilik hayatında bir süredir yaşadığı tedirginlik ve uyumsuzluk şiirini de etkilemişti, yedi yıldır şiir yazmıyordu. Esin periliği olarak ifade etmek istemiyorum ama herhalde çok konuştuğum, çok dürttüğüm, yazmasını çok rica ettiğim için diyeyim, yavaş yavaş şiir yazma isteği yeniden doğdu”
Ankara’da tanışan ikilinin şiir üzerine başlayan ilişkisi aşka doğru sürüklendi. 7 yıldır şiir yazmayan Turgut’a, Tomris esin perisi oldu. 1969’da evlendiler ve bu evlilikten Turgut adında bir çocukları oldu. Turgut Uyar’ın Tomris’i kaygıyla, kaybetme korkusuyla sevmesini Tomris şu sözlerle anlatıyor: “Turgut, her an elinden kaçıracakmış gibi gereksiz bir kaygıyla yıpranacak; ben de hiçbir rekabetin söz konusu olmadığı bir alanda, boyuna birinci seçilmekten yorulacaktım.”
Bozuk Saat
Tomris’in en uzun soluklu ilişkisi, 1985’te Turgut Uyar’ın hayatını kaybetmesiyle son buldu. Geriye “Bozuk Saat” adlı şiir kaldı:
Herkes seni sen zanneder.
Senin sen olmadığını bile bilmeden,
Sen bile..
Seni ben geçerken,
Derim ki,
Saati sorduklarında;
Onu “O” geçiyordur.
Kimse anlam veremez.
Tamir ettirmedin gitti derler şu saati.
Ettirmek istiyor musun demezler.
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
Zamanı durdururum yüreğimde,
Sensiz geçtiği için,
Akrep yelkovana küskündür.
Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür.
Bil ki akrep yelkovanı geçerse,
Atan bu yüreğim durur.
Bırak bozuk kalsın, hiç değilse;
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
Fazla şiirden ölen Edip Cansever
Fazla şiirden öldü, doğru, aynı zamanda platonik aşkından da öldü. “Tomris rakıyı çok severdi, bense onu…” yazmıştı peçeteye, Tomris ile baş başa oturdukları bir rakı masasında.
“Edip’e şiir yazmayı ben öğrettim” -Cemal Süreya
“Bu ikisi tartışırken ben de gittim Tomris’le evlendim” -Turgut Uyar
Diğer şairler arasında en şanssızıydı, Tomris’i kendine âşık edemedi. Turgut Uyar’ın en samimi arkadaşlarından biriydi. Tomris’e karşı saklayamadığı bir sevgi ve hayranlık besliyordu. Cansever, her 15 Mart’ta, Tomris Uyar’ın doğum gününde, yeni bir şiir yazıp yayımlayarak aşkını tekrar tekrar ilan ediyordu.
“…
bir adın vardı senin, Tomris Uyar’dı
adını yenile bu yıl, ama bak Tomris uyar olsun gene
ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma
oysa güneş pek batmadı senin evinde
söyle
ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.”
Tomris Uyar, Edip Cansever için şunları söylemişti: “Sevgililik ya da aşk duygusu zamanla yara alabiliyor, örselenebiliyor, bitebiliyor. Bitmeyen tek aşkın gerçek ve lirik bir dostluk olduğunu Edip Cansever öğretti bana.”
Ölmeme Günü
Bir 26 Mart günü aralarında Edip Cansever, Cemal Süreya, Can Yücel, Turgut Uyar ve Tomris Uyar’ın da bulunduğu bir grupta söz ölüme gelince, Turgut Uyar meyhaneciden bir şişe rakı söyledi ve “Bu şişeyi gelecek sene bugüne kadar saklıyoruz, 26 Mart’ta burada yine buluşup birlikte içeceğiz bu rakıyı” dedi ve 26 Mart’ı “Ölmeme Günü” ilan ettiler.
1985’te Turgut Uyar’ın ölümüne kadar her gün bir araya geldiler.
“Yaşam öykümün yazılmasını istemem. Kendi üzerime düşünmeyi bu kadar önemli saymıyorum”
Türk edebiyatında hem eserleriyle hem de ulaşılmazlığıyla kendinden söz ettiren Tomris Uyar, 2003 yılında aramızdan ayrıldı.
0 notes
sosyalmerci · 2 years
Text
Tweeted
~Veda etmiyorum. Pusuda bekleyen yerçekimi beni tamamen aşağıya çekmedikçe bu bir veda olamaz. Milena'ya Mektuplar, Franz Kafka
— electroizm (@electroizm) Oct 29, 2022
0 notes
umutsuzmektuplar · 6 years
Text
Bu sabahlar deli eder insani...
Uyansan, koca bir hayat bekler, yorulursun.
Uyanmasan, koca bir hayat gider, kaybolursun...
12 notes · View notes
dramatik-buluntular · 5 years
Text
Nasıl bir yanılsama yaşadığımın farkına varmıştım. Aşkın hiçbir garantisi yokmuş. Çünkü aşk istikrarlı değildir. Aşk güvenilir değildir. Bir taraf vazgeçmişse, öbür taraf bir papatya patikası bulup arkasına bakmadan uzaklaşmalıdır yenilginin merkezinden. 
22 notes · View notes
nocteamans · 7 years
Photo
Tumblr media
Veda yok. Bir köşede beni gözleyen yerçekimi beni tamamıyla aşağı çekmedikçe veda yok ama sen yaşıyorsan nasıl olabilir.
1 note · View note
yorgunherakles · 3 years
Quote
çevreme son kez bakıyorum; kime veda edeyim? neye veda edeceğim?  dağlara, denize, balkonumdaki meyveli asmaya, erdeme, günaha, serin suya mı? boşuna boşuna; bunların hepsi benimle birlikte toprağa iniyor.
nikos kazancakis  - el greco’ya mektuplar
35 notes · View notes
cehennemindibindeki · 3 years
Text
Cennete mektuplar
Seni yaşatmadılar meleğim. Seni bu dünyaya sığdıramadılar. Ufacık bedeninle seni bu dünyaya çok gördüler. Senin renklerini taşıyamadılar. Senin renklerini taşıyamayanlar tabutunu taşıdılar.
Seni çok geç anladım. Seni çok geç anladım allah kahretsin. Seni çok geç ve ilk kez bu kadar net anladım. Neler hissettiğini, o yumruk kadar kalbinin içine neler sığdırdığını, neler sığdıramadığını çooook iyi anladım. Ama çok geç anladım.
Sen beni o kadar çok sevdin ki. Sen beni o kadar çok, o kadar karşılık beklemeden öyle saf, öyle temiz sevdin ki. Senin o minicik kalbinin içinde öyle güzel duygular saklıydı ki. Paylaşamadın beni kimseyle. Ben de şimdi senin acını bile paylaşamıyorum kimseyle, bıraksınlar senin acını bi tek ben çekeyim istiyorum. Bi tek ben gözyaşı dökeyim arkandan istiyorum. Çünkü beni ne kadar çok sevdiğini biliyorum. Doğrusu budur diyorum.
Sana derdim hep hatırlıyor musun bilmem, ben hiç unutmadım. Sen bu dünyaya ait olamayacak kadar iyisin yoksa meleksin de benden mi saklıyorsun derdim. Dudağın yukarı kıvrılır, öyle hafiften gülümserdin. Papatyam benim. Senden sonra ellerim papatyalara hiç uzanmadı. Beraber uyuduğumuz sırada, papatyalarının boynu bükük kaldı. Senden sonra onlar da yarım kaldı. Yarım kaldık iki gözüm benim. Yarım yamalak paramparça kaldım. Tamamlanamadım.
Bu hayatta yapabileceğim tek bi şey varsa, o da seni hep aynı şiddette sevmek olacak. Çünkü ben senin sevginin hakkını ancak ve ancak böyle ödeyebilirim. Hatta ödeyemem de, çünkü sen bana bir ömür yetecek kadar çok sevdin beni. Senin sevginden bir an olsun şüphe etmedim ama kim bilir sen kaç kez emin olmaya çalıştın. Özür dilerim. Özür dilerim. Çok özür dilerim. Öyle pişmanım ki. Çok özür dilerim. Ölümünden sonra bile seni özleyip göz yaşı dökerken yanaklarımda hissettiğim o pamuk ellerinden özür dilerim. Seni yaşatmadılar çok özür dilerim.
Bu böyle yarım kalmayacak biliyorum. Oralarda bir yerlerdesin biliyorum, bunu hissediyorum. Sana söz veriyorum kalbimin en temiz, en sevgi dolu ve en özel yeri daima sana ait olacak. Son anımda bile seni böyle çok sevip yanına geldiğim için mutlu olacağım söz veriyorum. Yemyeşil kırlarda yine sımsıkı sarılacağız biliyorum.
Bu bi veda değil. Sana veda etmeyi 6 sene içinde hiç başaramadım. Böyle bi şeyi arzu da etmedim. Hiç istemeyeceğim böyle bi şey söz veriyorum. Seninle hiç vedalaşmayacağım. Seni sevmekten hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim.
Senden duyduğum son cümle "seni seviyorum"du. Benim şimdi yazdığım bi son cümle değil ama şimdilik cümlelerimi bitirmem gerekli, seni her şeyden çok seviyorum, bilmeni isterdim bunu.
11 notes · View notes
berraess · 3 years
Text
"Veda etmiyorum. Olsa olsa pusuya yatmış bekleyen yerçekimi beni bütün bütüne dibe çekerse veda olur. Ama sen hayattayken böyle bir şey mümkün mü?"
Franz Kafka // Milena'ya Mektuplar
7 notes · View notes
crnoztoprak · 4 years
Photo
Tumblr media
Kütüphanemden 1 - Alice Harikalar Diyarında - Lewis Carroll
2 - Çavdar Tarlasında Çocuklar - Jerome David Salinger 
3 - Arkadaşım Deniz Gezmiş - Doğu Perinçek 
4 - Darağacında Üç Fidan - Nihat Behram 
5 - Çalıkuşu - Reşat Nuri Güntekin 
6 - Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz* - Melisa Kesmez 
7 - Kırmızı Eğrelti Otunun Büyüdüğü Yer - Wilson Rawls 
8 - Bir Çift Yürek - Marlo Morgan 
9 - Kızım Olmadan Asla & Çocuk Sevgisi Uğruna - Betty Mahmudi 
10 - Çoluk Çocuk - Patti Smith 
11 - Ak Zambaklar Ülkesinde - Grigoriy Petrov 
12 - Kağıt Ev - Carlos Maria Dominguez 
13 - Aramızdaki En Kısa Mesafe - Barış Bıçakçı 
14 - Kayıp Aranıyor - Sait Faik Abasıyanık 
15 - Rıfat Bey Neden Kaşınıyor - Aziz Nesin 
16 - Sodom ve Gomore - Yakup Kadri Karaosmanoğlu 
17 - Notre-Dame’ın Kamburu - Victor Hugo 
18 - Zargana - Hakan Günday 
19 - Nazik Alet - Aziz Nesin 
20 - Ziverbey Köşkü - İlhan Selçuk 
21 - Ne Güzel Günlermiş - Aydın Boysan 
22 - Başucumdaki Müzik - Kürşat Başar 
23 - Uçurtma Avıcı - Khaled Hosseini
24 - Bütün İyiler Biraz Küskündür - Nilay Örnek
25 - Kızlarıma Mektuplar Yaşamdan Satırbaşları - Emre Kongar
26 - Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez
27 - 80 Günde Devrialem - Jules Verne
28 - Küçük Prens - Saint-Exupery 
29 - Baba Öyküler - Jehan Barbur
30 - Adı: Aylin - Ayşe Kulin 
31 - Bir Dinazorun Anıları - Mina Urgan
32 - Barbarın Kahkahası - Sema Kaygusuz
33 - Veda - Ayşe Kulin
34 - Ekmek Kavgası - Orhan Kemal
35 - Hayvan Çiftliği - George Orwell 
36 - Pygmalion - G. Bernard Shaw 
37 - İsmail ve Babamın ‘68 Kuşağı - Necdet Neydim 
38 - Faşizme ve Alman İşgaline Karşı Silahlı Direnişte Kadınlar - Ingrid Strobl 
39 - Çalıkuşu - Reşat Nuri Güntekin 
40 - Biz Kimden Kaçıyorduk Anne ? - Perihan Mağden 
41 - Anna Karenina - Lev Nikolayeviç Tolstoy
42 - Nar Ağacı - Nazan Bekiroğlu 
43 - Baharda Yine Geliriz - Barış Bıçakçı 
44 - Don Quijote - Miguel De Cervantes 
45 - Hangi Atatürk - Atilla İlhan 
46 - İstanbul’un Kuytu Köşeleri - Aydın Boysan
47 - Kalabalıkta Yüzler - Valeria Luiselli 
48 - İnsanın Düşünmekten Canı Yanar mı ? - Nevşin Mengü 
49 - Kara Yarısı - Mahir Ünsal Eriş 
50 - Fikrimin İnce Gülü - Adalet Ağaoğlu 
51 - İhtilalin Mantığı (Ve 27 Mayıs İhtilali) - Şevket Süreyya Aydemir 
52 - Çok güldük, ağlamayalım - Kürşat Başar 
53 - Venedik Taciri - William Shakespeare 
54 - Bir Gazetecinin Hayatı 28 Yıl Sonra Abdi İpekçi - Erhan Akyıldız, Tufan Türenç 
55 - Martı - Jonathan Livingston 
56 - Canım Aliye, Ruhum Filiz - Sabahattin Ali
57 - Şimdiki Çocuklar Harika - Aziz Nesin 
58 - İpek Yolu - Peter Frankopan 
59 - Sodom ve Gomorra - Marcel Proust 
60 - Konstantiniyye Oteli - Zülfü Livaneli 
61 - İstanbul Hatırası - Ahmet Ümit 
62 - Budala - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 
63 - Son Ada - Z��lfü Livaneli 
64 - Savrulanlar: Dersim 1937-1938 Hatta 1939 - Yalçın Doğan
65 - Sherlock Holmes El Kitabı - Ransom Rings 
66 - 68'den 78'e Sancılı Yıllar Kuşatılmış Sokaklar - Hikmet Çetinkaya 
67 - Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm - Gündüz Vassaf 
68 - Bitmeyen Kavga - John Steinback 
69 - Küçük Kadınlar - Luisa May Alcott
70 - Ateşten Gömlek - Halide Edib Adıvar 
71 - Vatan Yolunda - Yakup Kadri Karaosmanoğlu 
72 - Persepolis - Marjane Satrapi 
73 - Takunyalı Führer - Ergün Poyraz 
74 - Sessiz Ev - Orhan Pamuk 
75 - Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde - Marcel Proust 
76 - Çılgın Kalabalıktan Uzak - Thomas Hardy 
77 - Eski İstanbul Hatıraları - Sadri Sema 
78 - Yalan Yıllar - Can Kozanoğlu 
79 - Peter Pan - J.M. Barrie 
80 - Hürriyet O Manşetler: Yazarların Kaleminden Manşetlerin Öyküsü - Tufan Türenç, Sefa Kaplan 
81 - İlk Modernler : Yirminci Yüzyıl Düşüncesinin Kökenlerine İlişkin Profiller - William R.Everdell 
82 - Fethiye’den Antalya’ya Likya Yolu - Metin Yeğin, Barış Doğru 
83 - Sen Benim Hayatımsın - Ferzan Özpetek 
84 - Memleketimden İnsan Manzaraları - Nazım Hikmet 
85 - Günden Kalanlar - Kazuo Ishiguro
86 - Bu Vatan Böyle Kurtuldu - Erol Mütercimler
87 - Kırmızı Saçlı Kadın - Orhan Pamuk 
88 - Nazım Hikmet’in Aşkları, Sevdayım Tepeden Tırnağa - Emin Karaca 
89 - Grimm Masalları I - Grimm Kardeşler 
90 - Aldatmak - Paulo Coelho 
91 -Seyyahatname - Aziz Nesin
92 - Ev Ödevi - Nermin Gürbilek
93 - Kanadı Kırık Kuşlar - Ayşe Kulin 
94 - Uygarlık Tarihi - Server Tanilli
95 - James Dean : Mutant Kral - David Dalton 
96 - Ozan Beedle’in Hikayeleri - J.K.Rowling
97 - Mythology - Edith Hamilton 
98 - Ozan Beedle’in Hikayeleri - J.K.Rowling
99 - Kolera Günlerinde Aşk - Gabriel Garcia Marquez 
100 - The Complete Works of William Shakespeare - Stanley Wells, Gary Taylor, John Jowett, and William Montgomery
101 - Fareler ve İnsanlar - John Steinbeck 
102 - Atatürk - Yakup Kadri Karaosmanoğlu 
103 - Ben Sana Küskünüm İstanbul - Halit Çapın 
104 - Son Kuşlar - Sait Faik Abasıyanık 
105 - Savaşın Çocukları: Girit’ten Sonra Ayvalık - Ahmet Yorulmaz 
106 - Babıali ve Sadrazamları - Nazır Şentürk 
107 - Gazeteci - Tufan Türenç - Erhan Akyıldız, Tufan Türenç
108 - Saka Kuşu - Donna Tartt
109 - Gazap Üzümleri - John Steinbeck 
110 - Anne Kafamda Bit Var - Tarık Akan 
111 - Klişe Hayatlar Matbaası - Can Yılmaz
112 - Donumdaki Para - Muzaffer İzgü 
113 - Türkan - Ayşe Kulin 
114 - Muhtelif Evhamlar Kitabı - Ömür İklim Demir
115 - Grace Kelly - Donald Spoto
116 - Düşünüyorum Öyleyse Vurun - İlhan Selçuk 
117 - Rahşaniçe - Fatih Dağıstanlı 
118- Bir İstanbul Var idi - Burhan Arpad
119 - Republic : Plato - Robin Waterfield
120 - Veba Geceleri - Orhan Pamuk
121 - Devlet Ana - Kemal Tahir 
122 - Olağanüstü bir Gece - Stefan Zweig
123 - Fikrimizin Rehberi Gazi Mustafa Kemal - Erol Mütercimler 
124 - İnce Memed - Yaşar Kemal 
125 - Türkiye Günlüğü - Dr. Hulki Cevizoğlu
126 - Kavim - Ahmet Ümit
127 - Benim Beyoğlum - Atilla Dorsay 
128 - İbrahim Kaypakkaya - Nihat Behram 
129 - Daha - Hakan Günday 
130 - 12 Eylüle Doğru Koşar Adım - Cüneyt Arcayürek 
131 - Zeytindağı - Falih Rıfkı Atay 
132 - Çocuk Kalbi - Edmondo De Amicis 
133 - 12 Eylül ve Şeriat - Uğur Mumcu
134 - Marilyn Monroe ve Bilinmeyen Hayatı - J. Randy Taraborrelli
135 - Bu Roman O Kız Okusun Diye Yazıldı - Enver Aysever 
136 - Constantinople : The Way It Was and The Green Mosque at Bursa - Louis Marie-Julien Viaud (Pierre Loti) 
137 - Özgürlüğün Rengi Mavidir - Cem Seymen
138 - Allah ile Aldatmak - Yaşar Nuri Öztürk 
139 - İstanbul Kırmızısı - Ferzan Özpetek 
140 - Son İstanbul - Murathan Mungan 
141 - Cevdet Bey ve Oğulları - Orhan Pamuk 
142 - Mutlu Aşk Yoktur - Louis Aragon 
143 - Sokağın Zulası - Ahmet Ümit
13 notes · View notes
dutmevsimi · 4 years
Text
titreme nöbetlerimden biriyle uyanıp balkonda yitirdiklerimi ve yitireceklerimi ve yitirmeye yatkınlığımı düşünerek sigara içiyorken telefonum çalıyor.
saat 03:41
beklentisiz ve biraz isteksiz açıyorum. ihtimallerin olumlu veya olumsuz yüzdelerini uzun uzun düşünerek yazdığım ispanyolca kelimelerle dolu histerik mektuplar ilkyazda kaldı. durgun bir selamlaşma. saat 03:44. sakinliğim çıldırtıyor. telefonun diğer ucundan gördüğü rüyayı tedirgin bir şekilde anlatıyor olan ses. bu ses.. tanrım, daha uzun yaşayası geliyor insanın. tüm inovatif anarşist fikirleri kenara bırakıp bir şeylere inanası geliyor. idealist bir kadın için nasıl hercai kamaşmalar, günlük gazete ruh halim ve ben balkondaki sandalyeye yığılmış sigara içiyorken her şey anın içinde başlayıp anın içinde bitiyor. sağlığım için endişelendiğini, daha yaşımın çok genç olduğunu, gördüğü rüyanın vurucu tesirini, lütfen ama lütfen bu konuda hassas olmam gerektiğini ve daha birçok ilgilenmediğim, ilgilenmeyeceğim, hiç ilgilendirici olmayan... kesin bir tavırla teşekkür ediyorum, artık susması gerektiğini anlıyor -konuşması gereken ne çok anda sustu oysa, ne çok anda- iyi geceler dileyip veda ediyor. uykulu sesi samimi. müziğin tılsımlı tesiriyle tüm sınırlarımı unutup zihnimden bağımsız şekilde dans ediyor olduğum o akşam.. benliğim sızlıyor. radyoyu kısıp... radyoyu kıstığında.. geçen konuşma. kesik kesik. buğulu. gözlerim boynuna takılıyor. -teninin insanı yaşama cesaretlendirdiğini düşünüyorum. tenini düşünüyorum, varoluşunda yaşamı tutunulabilir kılan bir şeylere olduğunu, o tutunabilirlikte ankarayı ne kadar daha soluyabileceğimi... yalnız ve yitik akşamüstlerinde son sigaramı içtikten hemen sonra gazetemi, not defterlerimi, kağıtları, kağıtları ve kağıtları ve beni yaşama ikna eden ne varsa kolumun altına sıkıştırıp sendeleyerek kalkacağım bar taburelerini düşünüyorum. tenini ince kristal camlarla ilişkilendiriyorum. kırılganlığı arzumu tetikliyor. arzuma isimler veriyor, ideallerime cüretler ekliyorum.-
gözlerim boynunda kalıyor.
göz yaşlarım topuk seslerime karışıyor.
Tumblr media Tumblr media
-başka başka kurguların beni kabullenmeyip kusuşlarını çok defa görmüş olmama karşın andan kopup gelen o buğuyla dalgınlaşıyor, ankaranın çeşitli caddelerinde eklem yüzüklerimi düşürüyor ve bunu çok sonradan fark ediyordum. tüm talihsizlikler silsilesi bir talihi kovalıyordu ve ben ilk kez kayıtsızlığımı bir kenara koyup neden diye sormak istiyordum. cevabın basitliğiyle yaralanayım, yaralandığım yerde soluklanayım ve bu vesileyle olay örgüme yeniden sin istiyordum. kaybettiğim yerden. kaybettiğim yer. aşti otogarında uyuyan insanlarla minik çay sohbetlerinin düşü. üşümeyi konu alan yitik yollar. saati değişen provalar. sözleri değiştirilen popüler şarkılar. bir peçete satıcısıyla kaldırım taşı söyleşisi, kayıp bir röportaj ama her şey olması gerektiği gibi. henüz her şeyin başı. her şeyin. henüz.-
elindeki kan benim kanım değil
elindeki kan benim kanım değil
sigaramı söndürüyorum.
8 notes · View notes
Quote
Veda etmiyorum. Pusuda bekleyen yerçekimi beni çekip aşağıya almadığı sürece bu bir veda değil.
Franz Kafka / Milena'ya Mektuplar
72 notes · View notes