Tumgik
#virtüöz
ririmeri · 2 years
Text
batarkenn ufuktan diriririrü biir akşam güneşiii ☉💛
Tumblr media
21 notes · View notes
selin-n · 3 months
Text
💙🥀🕊️
Piyanist Girolamo Parisi, virtüöz versiyonda çaldığı "Valse di Grinko" yu ilave ettiği doğaçlama notalarla tekrar çalmış ve tabii ki muhteşem olmuş__!
🎼🎵🎶🎹 💙🥀🕊️ Evgeny Grinko
Defalarca dinledim ve yine dinlerim 🤗
Tumblr media Tumblr media
Sevgiyle kalın mutlu olun 🧡💙
Tumblr media
(kimseyle bir sorunum yok, olamaz da, çizgim belli___nokta) sevdiğim paylaşımları yapar kenara çekilirim.
84 notes · View notes
maho0326 · 1 year
Text
youtube
Ruhi Su
1 Ocak 1992, Van
20 Eylül 1995, İstanbul
Operal sesin halk müziğine dönüştüğü mükemmel bir ses ve virtüöz olan, Ruhi Su’yu; türküleri yorumlarıyla anıyoruz. Ruhun şadolsun...❤️🎵🎶
7 notes · View notes
edebiyatiturk · 3 days
Text
Virtüöz Ne Demek
Virtüöz Ne Demek? Virtüöz Teriminin Tanımı “Virtüöz” kelimesi, Fransızca kökenli bir terim olup, “ustalık” anlamına gelen “virtuosité” kelimesinden türetilmiştir. Müzik dünyasında, virtuöz terimi, belirli bir enstrümanı son derece yetkin bir şekilde çalan sanatçıları tanımlamak için kullanılır. Genellikle bu tür sanatçılar, teknik becerileri, müzikal ifade yetenekleri ve sahne performanslarıyla…
0 notes
tangovalsmilonga · 1 year
Text
Tanda of the week 45-2012: Elvino Vardaro (tango)
Normalde her hafta bir orkestra ya da bir tango sesi üzerine tanda hazırlıyorum. Ama bu haftaki tandayı bir virtüöze ayırmak istedim: Elvino Vardaro. Bizim tabirimizle kemanı ağlatan Elvino Vardaro‘nun 1928-1942 yılları arasında çeşitli orkestralarla yapmış olduğu kayıtlardan oluşan albümündeki hemen her eser, tam bir dinleme zevki sunuyor. Durum bu olunca haliyle farklı orkestraların…
View On WordPress
0 notes
netbilge · 2 years
Text
Mark Eliyahu kimdir? Nereli? Sevgilisi? Dini? Mark Eliyahu evli mi? Mark Eliyahu hangi enstrümanı çalıyor?
Mark Eliyahu kimdir? Nereli? Sevgilisi? Dini? Mark Eliyahu evli mi? Mark Eliyahu hangi enstrümanı çalıyor?
Mark Eliyahu kimdir? Nereli? Sevgilisi? Dini? Mark Eliyahu evli mi? Mark Eliyahu hangi enstrümanı çalıyor? Mark Eliyahu kimdir? Mark Eliyahu nereli, kaç yaşında? Mark Eliyahu hayatı ve biyografisi nedir? O, Batı Asya ve Orta Doğu’nun tınılarını kamança ile sahnelere taşıyan bir virtüöz. Müziğe oldukça hakim bir ailede hayata gözlerini açan Mark Eliyahu, 4 yaşında keman çalmaya başlayıp tar…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
canafacan · 3 years
Photo
Tumblr media
#antalyalara #virtüöz #sahnesi #canafacan #canlıperformans (Virtüöz Sahnesi) https://www.instagram.com/p/CXBx1T4tWOk/?utm_medium=tumblr
0 notes
almanyalilar · 4 years
Text
Türk musikisinin unutulmaz ney virtüözü: Neyzen Tevfik
Türk musikisinin unutulmaz ney virtüözü: Neyzen Tevfik
İSTANBUL (AA) – AİŞE HÜMEYRA BULOVALI – Hicivleri, neyzenliği, fıkraları ve ilginç kişiliği ile unutulmayan sanatçı Neyzen Tevfik’in vefatının ardından 68 yıl geçti. Edebiyat ve müzik dünyasının önemli isimlerinden asıl adı Mehmet Tevfik Kolaylı olan sanatçı, çocukluğunda dinlediği ve çok etkilendiği neyi hayatı boyunca yanından hiç ayırmadığı, aynı zamanda çok iyi üflediği için daha sonraları…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
1nefess · 5 years
Text
Tepkisizliğin Sınırı
Ünlü virtüöz piyanonun başına oturmuş ve salonu hınca hınç dolduran seyircilerin önünde,konserine başlamıştı.
Ancak tuşlara basıp çalıyor görünmesine rağmen, telleri önceden sökülmüş olan piyanodan hiçbir ses çıkmıyordu!
Tumblr media
Dinleyiciler, birbirine göz ucuyla bakarak ne yapmaları gerektiğini araştırıyorlar, fakat nedense tepki gösteremiyorlardı.
İki saat süren sessiz konserden sonra, ünlü virtüöz…
View On WordPress
0 notes
sadece-muzik-blog · 7 years
Video
youtube
1 note · View note
senfonikankara · 3 years
Video
youtube
Ulvi Cemal Erkin | Duyuşlar (Impressions) piyano: Fazıl Say
Ulvi Cemal Erkin’in solo piyano için 1937 yılında bestelediği “Duyuşlar” 11 parçadan oluşmaktadır. Türkiye’deki bütün piyanistlerin uğraşması gereken kimisi zor kimisi kolay parçalardır. Dünyada da tanınmasını ve çalınmasını çok istediğim bir piyano müziğidir. Her biri ayrı bir zenginliğe sahip, bir iki dakikalık zevkli parçalardan oluşmaktadır. Muhteşem bulduğum bu piyano müziğini küçüklüğümden beri çalıyorum. Ve bu eserleri Ulvi Cemal Erkin’in eşi Ferhunde hanımla birlikte çalışıyordum. O da çok değerli bir piyanisttir. Bu yüzden bu parçaları ilk elden çalıyorum diyebilirim. Şimdi, eserde yer alan parçalarla ilgili size bilgiler de vermek isterim. 
[0:00]​ I. Oyun: Nefis bir melodinin içerisine Türk aksağı 5/8’lik ile sürekli yeni motifler ekleyen ve yeni fikirlerle ilerleyen bir virtüöz piyano parçasıdır. 
[1:43​] II. Küçük Çoban: Küçük bir çobanın kavalla çaldığı ezgiyi, narinlikle ve müthiş yalınlıkla anlatan muhteşem bir müziktir. Tek bir nota üzerinde ezgi çekmektedir. 
[3:04​] III. Dere: Bir derenin akışını bence bir besteci daha iyi veremezdi. Çok güzel bir sağ el akış melodisi var. Sol el ise güzel bir melodiyi taşıyor. 
[3:35]​ IV. Kağnı: Benim yıllardır çok sevdiğim ve çaldığım bir parçadır. Kurtuluş Savaşı’nın o yorgun ve kahırlı günlerinin kağnılarını andırır. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiirlerindeki kağnıları anımsatan bir eserdir. 
[5:08​] V. Oyun: Hızlı bir müziktir. Çalması son derece zor ve çetrefilli olan bir parçadır. 
[6:17]​ VI. Marş: Bu parçada Ulvi Cemal Erkin, uzaktan gelen sesleri betimlercesine ele almıştır marşı. 
[6:48]​ VII. Şaka: Çalması hayli zor, hızlı bir parçadır. 7:42​ VIII. Uçuşlar: Eserin içindeki renk ve ahenk parçasıdır adeta. 
[8:31]​ IX. Oyun: Aslında yavaş ve çok duyarlı bir parçadır. 13 yaşımda Ferhunde Erkin ile bu eseri çalıştıktan yıllar sonra 20’li yaşlarda eseri çalarken bazı eklemeler yaptım. Bazı 16’lıkları tremoloya dönüştürdüm. Benim versiyonumu da esas alabilirsiniz, Erkin’inkini de. Sonuçta müzik ile ilgili bir değişiklik yok, renk ile ilgili bir değişiklik bu. 
[10:21]​ X. Ağlama Yâr Ağlama: Erkin, burada bir halk türküsü bestelemiş. 
[12:24]​ XI. Zeybek: Herkesin dinlemesini, tanımasını istediğim Duyuşlar eserinin son bölümü ise, meşhur bir Zeybek. Hepinize iyi dinlemeler.
Ulvi Cemal Erkin (1906-1972) | Türk Besteci (Turkish Composer)  Fazıl Say | piyano (piano)
6 notes · View notes
sadiatici · 4 years
Text
Tumblr media Tumblr media
İstanbul'a ilk kez gelen Carlos Santana, alanda karşılanıp konaklayacağı otele getiriliyor. İlk gün serbest, akşama basın toplantısı yapılacak. Dinlenmek yerine, "Çıkalım İstanbul'u dolaşalım," diyor. Yanına bir rehber veriliyor, kendisine bir de araç tahsis ediliyor. Kapalıçarşı, Sultanahmet, Ayasofya derken Santana güzel bir çay bahçesi görüyor. Hem üstadı dinlendirelim hem de bir Türk kahvesi içsin diye bahçede bir masaya oturuyorlar.
O ana kadar koca Santana'yı bir Allah'ın kulu tanımıyor. Resimdi, imzaydı diye taciz eden de yok… Kendi de zaten bu durumdan şikâyetçi değil, çünkü adamın öyle kompleksleri yok... Rehberle beraber kahveleri höpürdeterek sohbet ediyorlar. Birden çay bahçesinin önünden geçmekte olan boyacı Roman çocuklar bağırmaya başlıyorlar: "Heyy !.. Hello Santana! Welcome İstanbul! I love you Santana!.."
Çay bahçesinin garsonları çocukları tersliyor. "Kesin ulan, bağırmayın, içeri falan da girmeyin, dağılın buradan, müşteriyi rahatsız etmeyin !" Santana rehberine diyor ki : "O çocukları buraya çağır, ben içeri gelmelerini istiyorum." Rehber çocuk hemen garsonlara durumu izah ediyor: "Aman abilerim, adam dünya starı, herkese rezil oluruz, boyacıları yanına istiyor, bırakın gelsinler..."
Çaresiz izin veriyorlar. Boyacı Roman çocuklar sandıklarıyla beraber dalıyorlar çay bahçesine... Rehber söylediklerine tercüman oluyor, başlıyorlar koca Santana'yla sohbete... Diyorlar ki, "Sen dünyanın en büyük gitar ustalarındansın. Senin çizmelerini boyayalım, kıyağımız olsun, beş kuruş istemeyiz.."
Santana çok mutlu oluyor, hem de çok şaşırıyor… Çocuklara gazoz, kola ısmarlıyor. Sonra da soruyor tabii : "Geldiğimden beri beni İstanbul'da kimse tanımadı. Peki bu çocuklar beni nasıl tanıdı?.." Çocuklar anlatıyorlar: "Biz boya yaparken bazı müşteriler gazete okur. Fırça sallarken arada gazetelere de bakıyoruz tabii. Resmini orada gördük. 'Dünya Yıldızı Santana İstanbul'a Geliyor' yazıyordu, oradan tanıdık seni."
Çizmelere boya cila yapılıyor. Santana para vermek istiyor ama çocuklar almıyor. "Peki," diyor Santana, "yarın akşam konserim var, beni dinlemek ister misiniz?" Çocuklar deli oluyor. "Hem de çok isteriz Santana. Sen delikanlı adamsın!.."
Rehberden ikişer kişilik davetiyelerden alıyor, çocuklara veriyor. Kardeşiniz varsa yanınızda getirebilirsiniz, diyor. Çocuklar çok mutlu, tabanları kıçlarına vurarak çıkıyorlar, çay bahçesinden caddeye doğru seğirtip kayboluyorlar...
Ertesi akşam Açıkhava'da müthiş bir izdiham var. Roman çocuklar ellerinde davetiyelerle konsere geliyorlar. Ana kapıdan giremiyorlar, çünkü Santana misafirlerine VIP davetiye vermiş, çocuklar nereden bilsin, VIP kapısına gelince kıyamet kopuyor... "Kimden çaldınız lan bu davetiyeleri ?" Çocuklar, "Biz kimseden çalmadık abey, biz Santana'nın misafirleriyiz, o verdi bunları bize…’’ deyince, ‘’Hadi ulan!’’ diyerek ve sille tokat tartaklayarak çocukların ellerinden davetiyeleri alıp kapıdan kovuyorlar.
Ama Santana'nın VIP misafirleri pes etmiyor... Sanatçıların arka giriş kapısını buluyorlar. Orada da aynı muamele tabii: "Hadi yürüyün lan!.." Çocuklar asla pes etmiyor. "Santanaaa ! Santanaaa !.. Help.. Help !.." diye hep bir ağızdan basıyorlar feryadı. Bir şekilde rehbere haber gidiyor, o da gidip durumu Santana'ya anlatıyor. Sonra da rehber gidiyor, çocukları alıp kulise, Santana'nın yanına getiriyor. Salya sümük, gözyaşları içinde başlarına geleni anlatıyorlar. Santana çok üzülüyor ve sinirleniyor: "Misafirlerim alın ve yerlerine oturtun."
Boyacı Roman çocuklar rehberle beraber sahne kenarından seyircinin arasına iniyorlar. Büyük sorun oluyor... Çocukları yerlerine çoktaan birileri oturmuş bile. Vali yardımcısının kızı, damadı… Belediye'den falancanın bacanağı, filancanın eltisi, görümcesi.. "Biz protokolüz kardeşim, kalkmıyoruz !" diyorlar.
Görevliler de durumun farkında ama korkudan bir şey yapamıyorlar... Dakikalar geçiyor ama sorun çözülemiyor. Sonunda merdiven basamaklarına birer minder koyulup Santana'nın VIP misafirlerini oraya oturtarak olayı bağlıyorlar.
Rehber tekrar Santana'nın yanına gidiyor ve olanları anlatıyor. Sanatçı diyor ki, "Git onlara söyle, benim misafirlerime kimse saygısızlık yapamaz... Eğer sahneye çıktığımda çocukları en ön sırada, koltuklarda görmezsem tek bir nota çalmam. Sahneye çıkarım, olayı anlatır, veda eder giderim. Tazminat falan da umurumda değil, bedeli ne olursa olsun öderim."
Konserin başlaması lazım ama bir türlü başlamıyor. Alkışlar, ıslıklar başlıyor. Ve işler karışıyor. VIP bölümünde bir kargaşa var... Bu defa görevliler durumun vahametinin farkında. Çocukların koltuklarına çöken baldız, bacanak, elti, görümce ve de enişte... Tek tek koltuklardan kaldırılıyorlar. En ön orta protokol koltuklarına Santana’nın VIP misafirleri olan Roman çocuklar oturuyorlar...
Arkaya "tamam" diye haber gidiyor, ışıklar açılıyor, sahne aydınlanıyor ve Carlos Santana sahneye çıkıyor… Yer yerinden oynuyor. İlk iş olarak ön tarafa bakıyor, misafirleri yerinde mi diye... Çocukları görüyor, bakıyor ki herkes mutlu… Başparmağını yukarı doğru çevirip VIP misafirlerine bir OK çekiyor. Sonrasında o sihirli parmaklar gitarının tellerine gömülüyor. Açıkhava'da sanki gitarından binlerce beyaz güvercin çıkıyor. Uçuyor, uçuyor, Santana'nın misafirlerinin üstünde sortiler yapıyor..
Onun içindir ki Santana gibi sanatçılara virtüöz, muhteşem, büyük star demeden önce ‘’Adam’’ diyorlar.
Gerçekten çok büyüksün... Viva Santana!..”
Öğretmen,
Doktor,
Mühendis,
Avukat,
İş adamı
Ve
Şöhretli olunabilinir.
Ama adam olmak her insanın olacağı bir zanaat değildir.
Yürek ister,
Mertlik ister,
Mütevazilik ister,
Bilgi ister.
Görgü ister
Ve birde,
Gönül ister!..
👌👌👌
Buda burda kalsın belki bir okuyan olur.
(Sonradan öğrendiğime göre Zafer Alagöz kitabından alınmıştır. Bize bu yaşanmışlığı kazandırdığı için kendisine teşekkür ederiz.)
19 notes · View notes
mehmetrefikyucel · 4 years
Text
METRO DENEYİ… (FARKINDALIKSIZ YAŞAM DENEYİ)
METRO DENEYİ… (FARKINDALIKSIZ YAŞAM DENEYİ)
Ülkenin en büyük müzisyenlerinden biri DC’nin yoğun saatlerinin sisini dağıtabilir mi? Hadi bulalım. Metro'dan l'enfant plaza istasyonuna geldi ve kendini bir çöp sepetinin yanında bir duvara karşı konumlandırdı. Çoğu açıdan sıradan değildi: kot pantolonlu, uzun kollu bir tişört ve Washington Nationals beyzbol şapkası giyen genç beyaz bir adam. Keman kutusundan kemanını çıkardı. Açık keman kutusunu ayağının dibine yerleştirerek, kurnazca birkaç dolar ve cep bozukluğunu başlangıç parası olarak attı, yaya trafiğine bakacak şekilde döndürdü ve çalmaya başladı. 12 Ocak Cuma sabahın yoğun olduğu saatin ortasında saat 07:51 idi. Sonraki 43 dakika içinde kemancı altı klasik eser seslendirirken, 1.097 kişi geçti. Neredeyse hepsi işe gidiyordu, bu da neredeyse hepsi için resmi bir iş anlamına geliyordu, çoğunlukla belirsiz, garip bir şekilde değişebilen unvanlara sahip orta düzey bürokratlardı: politika analisti, proje yöneticisi, bütçe görevlisi, uzman, kolaylaştırıcı, danışman. Her yoldan geçen kişinin, ara sıra sokak göstericisinin şehir manzarasının bir parçası olduğu herhangi bir kentsel alandaki taşıtlara tanıdık gelen hızlı bir seçimi vardı: Durup dinliyor musunuz? Suçluluk ve kızgınlıkla karışık telaş içinde misin, sevginizin farkındasınız ancak zamanınızı ayırmak ve cüzdanınızdan bir miktar para vermek sizde rahatsızlık mı yaratıyor? Kibar olmak için bir dolar mı atarsın? Gerçekten kötüyse kararınız değişir mi? Ya gerçekten iyiyse? Güzelliğe vaktin var mı? Yapmamalı mısın? Şu anın ahlaki matematiği nedir? Ocak ayının o Cuma günü, bu özel sorular alışılmadık şekilde halka açık bir şekilde yanıtlanacaktı. Kimse bilmiyordu, ancak yürüyen merdivenlerin tepesindeki kapalı bir atari salonunda, Metro'nun dışındaki çıplak bir duvara yaslanan kemancı, dünyanın en iyi klasik müzisyenlerinden biriydi ve şimdiye kadar yapılmış en değerli kemanla (3,5 milyon dolar) şu ana kadar yazılmış en zarif müziklerden bazılarını çalıyordu. Bu Performans (gösteri) “The Washington Post” tarafından bağlam, algı ve öncelikler açısından bir deney olarak düzenlendi -aynı zamanda halkın beğenisine ilişkin göze çarpmayan bir değerlendirmeydi: Uygunsuz bir zamanda sıradan bir ortamda güzellik aşılır mı? Müzisyen, yalnızca ilgi çekebilecek popüler melodileri çalmakla kalmadı. Çaldığı eserler katedrallerin ve konser salonlarının ihtişamına yakışan müzik başyapıtlarıydı. Akustik şaşırtıcı derecede iyiydi. Atari salonu, Metro yürüyen merdiveni ve dış mekan arasında bir bölgede olmasına rağmen, bir şekilde kemanın sesi çok iyiydi ve yankılandı. Keman, insan sesine çok benzediği söylenen bir enstrümandır ve bu müzisyenin ustaca ellerinde ağladı, güldü ve şarkı söyledi - kendinden geçmiş, kederli, ithal edici, hayranlık uyandıran, çapkın, kınayan, şakacı, romantizm, neşeli, zafer , görkemli. Peki ne olduğunu düşünüyorsunuz? Sıkı durun, size bazı uzmanlardan yardım getiriyoruz. Ulusal Senfoni Orkestrası'nın müzik direktörü Leonard Slatkin'e de aynı soru soruldu. Dünyanın en büyük kemancılarından biri, 1000 küsur kişiden oluşan yoğun bir saatlik seyirci kitlesinin önünde kimliğini açıklamadan performans sergilediyse, varsayımsal olarak ne olacağını düşünüyordu? "Farz edelim," dedi Slatkin, "tanınmadı ve sadece bir sokak müzisyeni olarak kabul edildi. . . Yine de, eğer gerçekten iyiyse, fark edilmeyeceğini düşünmüyorum. Avrupa'da daha geniş bir izleyici kitlesi edinirdi. . . ama, tamam, 1000 kişiden, bence kalitenin ne olduğunu anlayacak 35 veya 40 kişi olabilir. Belki 75 ila 100 kişi durur ve biraz dinlenerek zaman geçirir. " Yani bir kalabalık mı toplanır? "Oh evet." Ve ne kadar kazanacak? "Yaklaşık 150 $." Teşekkürler Maestro. Olduğu gibi, bu varsayımsal değil. Gerçekten oldu. “Doğru Bildim mi?” Bir dakika içinde anlatacağız. "Müzisyen kimdi?" Joshua Bell. "HAYIR!!!" 39 yaşında bir dahi çocuk olan Joshua Bell, uluslararası üne sahip bir virtüöz olarak geldi. Metro istasyonunda performans sergilemeden üç gün önce Bell, Boston'un görkemli Senfoni Salonu'ndaki evi doldurmuştu, burada sadece oldukça iyi koltuklar 100 dolara satılıyordu. İki hafta sonra, Kuzey Bethesda'daki Strathmore'daki Müzik Merkezi'nde, sanatına o kadar saygılı, ayakta duran bir seyirciye çalıyordu ki, öksürüklerini müzik arasındaki boşluğa  kadar bastırırlardı. Ancak Ocak ayının o Cuma günü Joshua Bell, işe giderken meşgul insanların dikkatini çekmek için yarışan bir başka dilenciydi. Bell bu fikri ilk kez Noel'den kısa bir süre önce, Capitol Hill'deki bir sandviç dükkanında kahve içerken ortaya attı. Bell Kongre Kütüphanesi'nde konser vermek ve Avusturya doğumlu büyük virtüöz ve besteci Fritz Kreisler'e ait olan 18. yüzyıldan kalma bir kemanı görmek için şehirdeydi. Küratörler Bell'i çalmaya davet etti; Keman hala iyi bir sese sahipti. Bell kahvesini yudumlarken, İşte benim düşündüğüm şey, dedi. “Kreisler'in müziğini çalacağım bir tur yapabileceğimi düşünüyorum. . . " O gülümsedi. ". . . Kreisler'in kemanıyla. " Bu şık bir fikirdi ve Bell’in genel özelliği konserlerinde işler kötü gittiğinde bile özür dilemeyi show şeklinde yapabilmesiydi. Yurtiçi ve yurtdışındaki en iyi orkestralarla solo yaptı, ancak aynı zamanda “Susam Sokağı” nda da yer aldı, gece televizyonda sohbet etti ve uzun metrajlı filmlerde sahne aldı. Bell, 1998 yapımı "The Red Violin" filminin müziğini çalıyordu. Bell'e sokak kıyafetleri giymeye ve yoğun saatlerde performans göstermeye istekli olup olmayacağı sorulduğunda şöyle dedi: "Ah, dublör mü?" İyi evet. Bir dublör. Düşünür müydü? . . yakışıksız? Bell fincanını boşalttı. "Eğlenceli gibi görünüyor," dedi. Bu gizli performans için Bell'in katılmak için yalnızca bir koşulu vardı. Olay ona, tutarsız bir bağlamda, sıradan insanların dehayı tanıyıp tanımayacağının bir testi olarak tanımlanmıştı. Bell her zaman aynı enstrümanla konser verirdi ve bu konser için başka bir enstrüman kullanmayı reddetti. (Gibson ex Huberman olarak adlandırılan bu model, 1713 yılında Antonio Stradivari tarafından İtalyan ustanın "altın dönemi" sırasında, kariyerinin sonuna doğru, en güzel ladin, akçaağaç ve söğüte erişimi olduğu ve tekniği geliştirildiği zaman el işçiliği ile mükemmel yapılmıştı.)
Yürüyen merdivenlerin tepesinde bir ayakkabı parlatma standı ve gazeteler, piyango biletleri ve Mammazons, Girls of Barely Legal gibi başlıklara sahip bir duvar dolusu dergi satan yoğun bir büfe var. Bu büfenin en fazla müşterisi Daily 6 loto, Powerball kuyruğunda yer alanlar ve bir de "uğurlu" olduğunu iddia eden rastgele sayı kombinasyonları broşürleri satan piyango bileti dağıtıcısı. Hızlı satıyorlar. Kazanıp kazanmadığınızı görmek için çekiliş sonrası loto biletinizde kaydırabileceğiniz bir hızlı kontrol makinesi de var. Altında, hüzünlü bir buruşuk fiş yığını var. 12 Ocak Cuma günü, piyango kuyruğunda şans arayan insanlar, şanslı bir mola vereceklerdi -dünyanın en ünlü müzisyenlerinden birinin konseri için ücretsiz bir bilet. Bach'ın "Chaconne" u en zor keman parçalarından biri olarak kabul edilir. Herkes dener ama başarılı olamaz, Yorucu derecede uzun -14 dakika- ve tamamen, göz korkutucu derecede karmaşık bir ses mimarisi oluşturmak için düzinelerce varyasyonda tekrarlanan tek, kısa ve öz bir müzikal ilerlemeden oluşuyor. Avrupa Aydınlanmasının arifesinde 1720 civarında bestelenen eserin, insanlığın olasılığının genişliğinin bir kutlaması olduğu söyleniyor. Bell'in başladığı parça bu. Bu performansı sergilerken  söz verdiği kaliteden bunu kast etmişti: Akrobatik bir coşkuyla çaldı, vücudu müziğe yaslanmış ve yüksek notalarda parmak uçlarında kavisli. Ses neredeyse senfonikti, yaya trafiği önünden geçerken metronun her yerine taşıyordu. Bir şey olmadan önce üç dakika geçti . Nihayet bir tür hareket olduğunda, altmış üç kişi çoktan geçmişti. Orta yaştaki bir adam, bir anlığına yürüyüşünü değiştirdi ve müzik çalan bir adam olduğunu fark etmek için başını çevirdi. sonra adam yürümeye devam etti, ama bu da bir şeydi. Yarım dakika sonra Bell ilk bağışını aldı. Bir kadın bir dolar attı ve kaçtı. Gösterinin altı dakika öncesine kadar biri duvara yaslanıp dinledi. İşler hiç bu kadar iyi olmamıştı. Joshua Bell'in çalmaya başladığının 45. dakikasında, yedi kişi en azından bir dakikalığına takılmak ve gösteriye katılmak için yaptıklarını bıraktı. Çoğu bozukluk toplam 32 $ toplandı,  bu çoğu yalnızca bir metre ötede, çok azı bakmak için dönen 1.070 kişidendi. “Hayır, Bay Slatkin, bir an bile kalabalık olmadı.” Hepsi gizli bir kamera tarafından videoya kaydedildi. Yapılan kaydı hızlandırdığınızda o uçuk kaçık Birinci Dünya Savaşı dönemi sessiz haber filmlerinden biri haline geliveriyor. İnsanlar komik küçük sıçrayışlarla ve ellerinde kahve bardaklarıyla, kulaklarında cep telefonlarıyla, göğüslerindeki kimlik etiketleriyle, kayıtsızlığa, eylemsizliğe ve modernliğin pis, gri telaşına karşı korkunç bir ürkütücü dansa koşuyorlar . Bu hızlandırılmış görüntüde bile kemancının hareketleri akıcı ve zarif kalıyor; dinleyicilerinden o kadar ayrı görünüyor ki -görülmemiş, duyulmamış, başka dünyaya ait- kendinizi gerçekten orada olmadığını düşünürken buluyorsunuz. Hayalet. Ancak o zaman onu görürsünüz: Gerçek olan odur. Hayaletler onlar. BÜYÜK BİR MÜZİSYEN BÜYÜK MÜZİK ÇALIŞIYOR ANCAK kimse duymuyor. . . Bu, ormandaki ağaç hakkındaki “koan”dan (koan: mantıkla açıklanamayan ve anlaşılamayan, sadece sezgilerle açıklanabilen öykü)  daha eski, eski bir epistemolojik tartışmadır. Platon ve ardından iki bin yıl boyunca filozoflar buna ağırlık verdi: Güzellik nedir? Ölçülebilir bir gerçek mi (Gottfried Leibniz), yoksa sadece bir fikir mi (David Hume) veya gözlemcinin anlık zihin durumuyla (Immanuel Kant) renklendirilen her birinden biraz mı? Kant'la gideceğiz, çünkü açıkça haklı, çünkü bizi doğrudan, orada bir otel restoranında oturup, metroda az önce ne olduğunu anlamaya çalışan Joshua Bell'e götürüyor. "Başlangıçta," diyor Bell, "Sadece müziğe odaklanıyordum. Etrafımda olanları gerçekten izlemiyordum. . . " Keman çalmak zihinsel ve fiziksel olarak her şeyi tüketiyor gibi görünüyor, ancak Bell onun için mekaniklerinin kısmen ikinci bir doğa olduğunu, alıştırma ve kas hafızasıyla pekiştirildiğini söylüyor: Bu bir hokkabaz gibi, diyor, bu topları oyunda kim tutabilir? bir kalabalıkla etkileşim. Bell, çalarken çoğunlukla düşündüğü şeyin duyguları bir anlatı olarak yakalamak olduğunu söylüyor: "Bir keman parçası çalarken, bir hikaye anlatıcısısın ve bir hikaye anlatıyorsun." “İnsanların gerçekten öyle olması garip bir duyguydu. . . " Kelime kolay gelmiyor. ". . . beni görmezden geliyor. " Bell Kendine gülüyor. “Bir müzik salonunda, biri öksürürse veya birinin cep telefonu çalarsa üzülürüm. Ama burada beklentilerim hızla azaldı. Herhangi bir kabulü, küçük bir bakışta bile takdir etmeye başladım. Biri bozuk para yerine bir dolar attığında tuhaf bir şekilde minnettar oldum. " Bu ifadeler; yetenekleri bir dakikada 1000 dolara hükmedebilen bir adamdan. Başlamadan önce Bell ne bekleyeceğini bilmiyordu. Bildiği şey, bir nedenden dolayı gergin olduğuydu. "Tam olarak sahne korkusu değildi, ama kelebekler vardı" diyor. Biraz stresliydim. Bell, kelimenin tam anlamıyla Avrupa'nın taç giyme töreninden önce çaldı o halde Washington Metrosu'ndaki endişe neden? "Bilet sahipleri için çaldığınızda" diye açıklıyor Bell, "zaten onaylandınız. Kabul edilmem gerektiğine dair hiçbir fikrim yok. Ben zaten kabul edildim. Burada şu düşünce vardı: Ya benden hoşlanmazlarsa? Ya varlığıma kızarlarsa. . . " Kısaca, çerçevesiz bir sanattı.
Ulusal Galeri'de kıdemli bir küratör olan Mark Leithauser, o Metro istasyonunda ne olduğuna dair bir fikri olduğunu düşünüyor. 5 milyon dolarlık bir tablo olan bir Ellsworth Kelly (Amerika'da Minimalizm akımının öncülerinden) şaheserlerimizden birini aldığımı ve çerçevesinden çıkardığımı, insanların Ulusal Galeri'ye gitmek için yürüdükleri 52 basamaktan aşağıya yürüdüğümü, dev sütunların yanından geçtiğimi, bir restoran götürdüğümü varsayalım. Kelly'yi 150 dolarlık bir fiyat etiketiyle duvara asıyorum. Kimse fark etmeyecek. Bir sanat küratörü yukarı bakıp şöyle diyebilir: 'Hey, bu biraz Ellsworth Kelly'ye benziyor. Lütfen tuzu uzatın. '" Leithauser'in görüşüne göre, Metro'dan geçenleri tek yönlü değerlendirmeyle etiketlemeye çok hazır olmamamız gerekiyor. Bağlam önemlidir. Kant da aynı şeyi söylüyordu; Estetik Yargının Eleştirisi adlı eserinde Kant, kişinin güzelliği takdir etme yeteneğinin ahlaki yargılarda bulunma yeteneği ile ilgili olduğunu savundu. Ancak bir uyarı vardı. Amerika'nın en önde gelen Kantçı bilim adamlarından biri olan Pennsylvania Üniversitesi'nden Paul Guyer, 18. yüzyıl Alman filozofunun güzelliği doğru bir şekilde takdir etmek için izleme koşullarının optimal olması gerektiğini hissettiğini söylüyor. "Optimal" demek "işe gitmek, patrona, raporuna odaklanmak anlamına gelmez, belki ayakkabıların tam uymuyordur" diyor Guyer. Öyleyse, Kant Metro'da Joshua Bell'in yoldan geçen bin kişiyi etkilemesini izliyor olsaydı? "Onlar hakkında bir çıkarım yapardı," dedi Guyer, "kesinlikle hiçbir şey." Ve işte bu. Olmaması dışında. Ne olduğunu gerçekten anlamak için, Bell'in yayının tellere ilk dokunduğu andan itibaren bu videoyu geri sarmanız ve baştan oynatmanız gerekir. Beyaz adam, haki, deri ceket, evrak çantası. 30'ların başı. John David Mortensen, Reston'dan günlük otobüs-metro yolculuğunun son ayağında. Yürüyen merdivene doğru ilerliyor. Yani, bu gün Bell'i geçen herkes gibi, Mortensen müzisyene ilk kez bakmadan önce iyi bir müzik dinliyor. Çoğu gibi o da kulağa oldukça iyi geldiğini belirtiyor. Ama çok azı gibi, zirveye çıktığında, Bell kaçınılması gereken bir baş belasıymış gibi hızla geçmiyor. Mortensen, altı dakika hedefinde duracak ilk kişi. Yapacak başka bir şeyi olmadığı için değil. Enerji Bakanlığı'nda uluslararası bir programın proje yöneticisi; Mortensen bu gün, işinin en heyecan verici kısmı değil, aylık bir bütçe alıştırmasına katılmak zorunda: "Geçen ayın harcamalarını gözden geçiriyorsunuz" diyor, "X dolarınız varsa gelecek ay için tahmini harcama, burada gidecek mi, bu tür şeyler. " Videoda, Mortensen'in yürüyen merdivenden indiğini ve etrafına baktığını görebilirsiniz. Kemancıyı bulur, durur, uzaklaşır ama sonra geri çekilir. Cep telefonundan saati kontrol ediyor -işe 3 dakika erken geliyor- sonra dinlemek için duvara yaslanıyor. Mortensen klasik müziği hiç bilmiyor; klasik rock, geldiği kadar yakın. Ama duyduğu şeyle ilgili gerçekten sevdiği bir şey var. Olduğu gibi, Bell "Chaconne" un ikinci bölümüne geçtiği anda geldi. ("Nokta bu," diyor Bell, "daha karanlık, küçük bir anahtardan büyük bir anahtara geçtiği yerde. Dinsel, yüce bir duygu var.") Kemancının yayı dans etmeye başlar; müzik iyimser, eğlenceli, teatral, büyük hale gelir. Mortensen büyük ya da küçük anahtarları bilmiyor: "Her neyse," diyor, "beni huzur içinde hissettirdi." Mortensen hayatında ilk kez bir sokak müzisyenini dinlemeyi tercih ediyor. 94 kişi daha hızlı bir şekilde geçerken kendisine ayrılan üç dakikası kalır. Enerji Bakanlığı için acil durum bütçelerini planlamaya yardım etmek için ayrıldığında, bir ilki daha var. Hayatında ilk kez, ne olduğunu tam olarak bilmeden, bunun özel olduğunu hisseden John David Mortensen bir sokak müzisyenine para veriyor. "Garip zamanlar" onları çağırıyor. Her parça bittikten hemen sonra olan şey: hiçbir şey. Müzik durur. Çaldığını fark etmeyen aynı kişiler, bitirdiğini fark etmezler. Alkış yok, onay yok. “Chaconne” dan sonra, 1825'te çıkış yaptığında bazı müzik eleştirmenlerini şaşırtan şey, Franz Schubert'in “Ave Maria” sıdır: Schubert, bestelerinde nadiren dini hisler sergilerken, “Ave Maria”, Meryem Ana'ya nefes kesici bir hayranlığın eseridir. " Bu müzikal dua, tarihin en tanıdık ve kalıcı dini parçalarından biri oldu. Birkaç dakika içinde, açıklayıcı bir şey olur. Bir kadın ve okul öncesi çocuğu yürüyen merdivenden çıkar. Kadın hızlı yürüyor, dolayısıyla elinden tuttuğu çocuk da öyle. Federal bir kurumun BT direktörü Sheron Parker, "Zaman sıkıntısı yaşadım" diyor. "8:30 eğitim dersim vardı ve önce Evvie'yi öğretmenine götürmem, sonra işe geri dönmem, sonra da bodrumdaki eğitim tesisine gitmem gerekiyordu." Evvie onun oğlu Evan. Evan 3 yaşında. Evan'ı videoda net bir şekilde görebilirsiniz. O, kapıya doğru itilirken Joshua Bell'e bakmak için etrafta dönüp duran sevimli siyah çocuk. Parker, “Bir müzisyen vardı ve oğlumun ilgisini çekti” diyor. Kenara çekip dinlemek istedi ama telaşlıydım. " Yani Parker yapması gerekeni yapıyor. Vücudunu Evan ve Bell'in arasında ustaca hareket ettirerek oğlunun görüş alanını keser. Atari salonundan çıktıklarında Evan hala bakmak için uzanırken görülebilir. Evan çok akıllı! Bell'i izlemek için kalan insanları ya da para verenleri geçmişe aldırış etmeden aceleyle gelen büyük çoğunluktan ayıracak etnik ya da demografik bir model yoktu.  Ne zaman bir çocuk yanından geçse, durup izlemeye çalıştı. Ve her seferinde bir ebeveyn çocuğu uzaklaştırdı. O gün kemancının dikkat etmeyeceği çok mükemmel bir kişi varsa, o kişi George Tindley'di. Tindley işe gitmek için acele etmiyordu. Öyleydi de işin. Metro çıkışındaki alışveriş merkezindeki ilk mağaza Au Bon Pain’de çalışan Tindley, 40'lı yaşlarında, beyaz bir üniforma içinde masaları dolaşıyor, tuz ve biber paketlerini yeniden dolduruyor, çöpü çıkarıyordu. Tindley, Au Bon Pain mülkünün en ucuna yürüdü, sonra cam kapıların diğer tarafındaki kemancıyı seyrederek, olabildiğince koridora doğru eğildi. Yaya trafiği sabitti, bu nedenle kapılar genellikle açıktı. Ses oldukça iyi geldi. Tindley, "Bir saniyede bu adamın iyi olduğunu ve açıkça bir profesyonel olduğunu söyleyebilirdiniz" diyor. Gitar çalıyor, tellerin sesini seviyor ve müzisyen ayırmıyor. “Çoğu insan müzik çalıyor; hissetmiyorlar” diyor Tindley. Atari salonunun karşısında, yüz fit ötede, bazen beş ya da altı kişi uzunluğunda piyango sırası vardı. Bell'i Tindley'den çok daha iyi görüyorlardı, eğer geri dönselerdi. Ama kimse yapmadı. 43 dakika boyunca değil. O makineye doğru ilerledi ve sayılar üretti ve Gözleri ödülde. J.T. Tillman o sıradaydı. İskan ve Kentsel Gelişim Bakanlığı için bir bilgisayar uzmanı, o gün oynadığı her bir sayıyı hatırlıyor -10 tanesi, her biri 2 dolar olmak üzere toplam 20 dolar- ama yine de kemancının ne çaldığını hatırlamıyor. "Hiçbir şey düşünmedim," diyor Tillman. Bell için "sadece birkaç dolar kazanmaya çalışan bir adam." diyen Tillman “kemancıya bir ya da iki tane verirdim ama bütün paramı loto için harcadım” Dünyanın en iyi müzisyenlerinden birine sert davrandığı söylendiğinde gülüyor. "Bir daha burada çalacak mı?" Evet, ama onu duymak için çok para ödemeniz gerekecek. "Lanet olsun." Tillman da piyangoyu kazanmadı. Bell, Manuel Ponce'nin duygusal “Estrellita” sını, ardından Jules Massenet'in bir parçasını çalar ve ardından neşeli, eğlenceli, lirik bir dans olan Bach “Gavotte” başlar. Haftalar sonra videoyu izleyen Bell, kendisini yalnızca tek bir şeye şaşırmış halde bulur. Sabah iş gününün telaşında neden kalabalık çekmediğini anlıyor. Ama: “Görünmezmişim gibi, hiç dikkat etmeyen insanların sayısına şaşırıyorum. Çünkü ne var biliyor musun? Çok gürültü yapıyorum! " Orada bir adam olduğu gerçeğini takdir etmek için müziği bilmenize gerek yoktur ama buna rağmen keman çalarken zaman zaman Bell'in eğilmesi o kadar karmaşıktır ki, uyum içinde çalan iki enstrüman duyuyorsunuz. Bu yüzden, önünden, hızlı hızlı geçenler için dikkate değer bir fenomendir. Bell para vermek istemedikleri için müzisyeni görmezlikten gelip gelmediklerini merak ediyor. Sonuçta insanların kendini suçlu hissetmesi gerekmez, bir soygunun suç ortağı değiller. Doğru olabilir ama kimse bu açıklamayı yapmadı. İnsanlar meşgul olduklarını, akıllarında başka şeyler olduğunu söylediler. Cep telefonunu kullananlardan bazıları, o yüksek sesle rekabet etmek için Bell'in yanından geçerken daha yüksek sesle konuştular. Calvin Myint Genel Hizmetler İdaresi için çalışıyor. Yürüyen merdivenin tepesine çıktı, sağa döndü ve caddeye açılan bir kapıdan çıktı. Birkaç saat sonra, görünürde bir müzisyen olduğunu hatırlamıyordu. Bana göre neredeydi? Yaklaşık dört fit uzakta. Myint'in duymamasında yanlış bir şey yok. Kulağında kulakiçi kulaklıklar vardı, IPod'unu dinliyordu. Jackie Hessian, "evet, kemancıyı gördüm," diyor, "ama beni etkilemedi." Bell’i izleyerek bunu söyleyemezsin ama Hessian söyledi, Müziği hiç fark etmediği ortaya çıktı. Gerçekten o kadar fazla duymadım, dedi. "Orada ne yaptığını anlamaya çalışıyordum, bu onun için nasıl işe yarıyor, çok para kazanabilir mi, davaya biraz para ile başlamak daha mı iyi, yoksa boş olsun diye insanlar hissediyor senin için üzgünüm? Finansal olarak analiz ediyordum. " Ne iş yapıyorsun Jackie? “Birleşik Devletler Posta Hizmetleri ile çalışma ilişkileri alanında bir avukatım. Az önce ulusal bir sözleşmeyi müzakere ettim. " Bell çaldığında metro koltuklarında sadece bir kişi oturuyordu. Terence Holmes, Ulaştırma Departmanında bir danışmandır ve müziği severdi, ama aklı bir ayakkabı boyası hakkındaydı: "Babam, ayakkabılarınız temizlenip parlatılmadan asla takım elbise giymememi söyledi." Holmes sık sık takım elbise giyer, bu yüzden o ayakkabı boyacısına sık sık gider.  Ayakkabı boyacısı kadın bir şeye üzüldü ve müzik onu daha da üzdü. Holmes, müziğin çok gürültülü olduğundan şikayet etti ve onu sakinleştirmeye çalıştı. Edna Souza Brezilya'dan. Altı yıldır L'Enfant Plaza'da ayakkabı parlatıyor ve orada çok sayıda sokak müzisyeni var; Çaldıklarında müşterilerini duyamıyor, bu işi için kötü ve müzisyenlerle tartışıyor. Souza, bazen bir müzisyenin Metro tarafında, bazen alışveriş merkezi tarafında durduğunu söylüyor. Her iki durumda da yüksek ses onu rahatsız ediyor. Hızlı aramasında hem alışveriş merkezi polisleri hem de Metro polisleri için telefon numaraları var.  Bu nedenle müzisyenler nadiren uzun ömürlü oluyor. Souza, onun da çok gürültülü olduğunu söylüyor. Sonra paçavrasına bakıyor, burnunu çekiyor. Bu lanet olası müzisyenler hakkında olumlu bir şey söylemekten nefret ediyordu ama: “O adam oldukça iyiydi. Polisi ilk kez aramadım. " Souza, ünlü bir müzisyen olduğunu öğrenince şaşırdı, ancak insanların kör bir şekilde acele etmesine şaşırmadı. Bunun tahmin edilebilir olduğunu söyledi. “Brezilya'da böyle bir şey olsaydı, herkes görmek için etrafta dururdu. Burada değil." Souza, yürüyen merdivenin tepesine yakın bir noktaya acı bir şekilde başını salladı: “Birkaç yıl önce orada evsiz bir adam öldü. Orada uzandı ve öldü. Polis geldi, bir ambulans geldi ve kimse görmek için durmadı ya da bakmak için yavaşlamadı. “İnsanlar yürüyen merdivenden çıktılar, dümdüz karşıya bakıyorlar. Kendi işine bak, ileriye bak. Herkes stresli. Ne demek istediğimi anlıyor musun? " Diyelim ki Kant haklı. 12 Ocak'ta ne olduğuna bakamayacağımızı ve insanların gelişmişliği veya güzelliği takdir etme yetenekleri hakkında herhangi bir yargıya varamayacağımızı kabul edelim. Peki ya yaşamı takdir etme yetenekleri? Meşguldü. Amerikalılar, en az 1831'den beri, Alexis de Tocqueville adlı genç bir Fransız sosyolog Amerika'yı ziyaret ettiğinde ve kendisini diğer her şeyi dışlayarak, insanların ne kadar sürüklendiklerinden etkilenmiş, şaşkın ve biraz dehşete düşmüş halde bulduğunda “halk olarak meşguller, sıkı çalışma ve servet birikimiyle” diye düşünmüştür. Pek bir şey değişmedi. Modern hayatın çılgın hızıyla ilgili sözsüz, karanlık bir şekilde parlak, avangart 1982 yapımı “Koyaanisqatsi” nin DVD'sini açın. Yönetmen Godfrey Reggio, Philip Glass'ın minimalist müziğiyle desteklenen, Amerikalıların günlük işlerini yürüttüğü film kliplerini çekiyor, ancak bunları montaj hattı makinelerinde, hiçbir yere kilitlenmeden yürüyen robotlara benzeyene kadar hızlandırıyor. Şimdi, hızlı ileri sararak L'Enfant Plaza'daki videoya bakın. Philip Glass film müziği buna mükemmel bir şekilde uyuyor. "Koyaanisqatsi" "Dengesiz hayat" anlamına gelir. İngiliz yazar John Lane , 2003 tarihli Timeless Beauty: In the Arts and Everyday Life adlı kitabında modern dünyadaki güzelliğe duyulan takdirin kaybını yazıyor. John Lane,  “L'Enfant Plaza'daki deney (Jashua Bell’in Metro Deneyi) bunun; insanların güzelliği anlama kapasitesine sahip olmadığı için değil, onlar için alakasız olduğunun belirtisi olabilir ve bu, yanlış önceliklere sahip olmakla ilgilidir” dedi. Bir an yavaşlamak ve dünyadaki en iyi müzisyenlerden birinin, şimdiye kadar yazılmış en iyi eserlerden bazılarını çaldığında dinlemek için hayatımızdan zaman ayıramazsak; modern yaşamın dalgalanması bizi alt eder, sağır ve böyle bir şeye kör oluruz. O zaman kimbilir başka neleri kaçırıyoruz? Günün kültür kahramanı, kel kafalı ufacık bir adam olan John Picarello'nun mütevazı tanımıyla “L'enfant plaza'da gerçek geç geldi.” Picarello, Bell'in "Chaconne" un tekrarı olan son parçasına başladıktan hemen sonra yürüyen merdivenin tepesine çıktı. Deneyin kaydedildiğivideo da Picarello'nun durduğunu, müziğin kaynağını bulduğunu ve ardından atari salonunun diğer ucuna çekildiğini görüyorsunuz. O piyango sırasının karşısında, ayakkabı parlatma standının ötesinde bir pozisyon aldı ve sonraki dokuz dakika boyunca kıpırdamadı. Bu makale için röportaj yapılan tüm yoldan geçenler gibi, Picarello da binayı terk ettikten sonra bir muhabir tarafından durduruldu ve telefon numarası istendi. Herkes gibi, ona sadece bunun işe gidip gelmeyle ilgili bir makale olacağı söylendi. Herkes gibi günün ilerleyen saatlerinde arandığında, ilk olarak işe giderken başına olağandışı bir şey olup olmadığı soruldu. Temasa geçen 40'tan fazla kişiden Picarello, kemancıyı hemen anımsayan tek kişiydi. "L'Enfant Plaza'da çalan bir müzisyen vardı." Orada daha önce müzisyen görmedin mi? "Bunun gibi değil." Ne demek istiyorsun? Bu mükemmel bir kemancıydı. Bu çapta birini hiç duymadım. Teknik olarak ustaydı ve çok iyi ifadelere sahipti. O da büyük, gür bir sesi olan iyi bir keman çaldı. Onu duymak için biraz uzaklaştım. Onun alanına müdahale etmek istemedim. " Gerçekten mi? "Gerçekten mi. O tür bir deneyimdi. Bu bir zevkti, sadece güne başlamak için harika ve inanılmaz bir yol. " Picarello klasik müziği bilir. Joshua Bell hayranı ama onu tanımadı; bir fotoğrafını görmemişti ve ayrıca Picarello çoğu zaman oldukça uzaktaydı. Ama bunun, performans sergileyen sıradan bir adam olmadığını biliyordu. Videoda, Picarello'nun etrafına arada bir şaşkınlıkla baktığını görebilirsiniz. Picarello New York'ta büyürken, bir konser müzisyeni olmak için ciddi bir şekilde keman eğitimi aldı. Ama ödeyecek kadar iyi olamayacağına karar verdiğinde 18 yaşında vazgeçti. Hayat bunu sana bazen yapar. Bazen ihtiyatlı davranmak zorundasın. Bu yüzden başka bir iş koluna girdi. ABD Posta Servisi'nde süpervizör. Artık keman çalmıyor. Picarello ayrıldığında, "Alçakgönüllülükle 5 $ verdim" diyor. Alçakgönüllüydü: Bunu videoda gerçekten görebilirsiniz. Picarello, Bell'e zar zor bakarak yukarı çıktı ve parayı fırlattı. Sonra utanmış gibi, bir zamanlar olmak istediği adamdan hızla uzaklaşır. Bell, günün en iyi işini, ikinci “chaconne” da son birkaç dakikada yaptığını düşünüyor. Ve bu aynı zamanda ilk kez aynı anda birden fazla kişi dinliyordu. Picarello arkada dururken, Janice Olu geldi ve Bell'den birkaç adım ötede bir pozisyon aldı. Bir kamu güvenlik görevlisi olan Olu, çocukken de keman çalmıştı. Duyduğu parçanın adını bilmiyordu ama çalan adamın bir yeteneği olduğunu biliyordu. Olu bir kahve molasındaydı ve cüret ettiği sürece orada kaldı. Gitmek için döndüğünde yanındaki yabancıya fısıldadı, " Gerçekten ayrılmak istemiyorum." Yanında duran yabancı The Washington Post için çalışıyordu. Bu etkinliğe hazırlanırken, The Post Magazine editörleri olası sonuçlarla nasıl başa çıkılacağını tartıştılar. En yaygın olarak kabul edilen varsayım, kalabalık kontrolüyle ilgili bir sorun olabileceğiydi: Washington kadar karmaşık bir demografide, düşünce, birkaç kişi kesinlikle Bell'i tanırdı. Gergin "ne olur" senaryoları çoktu. İnsanlar toplandıkça, ya diğerleri sadece çekimin ne olduğunu görmek için durursa? Söz kalabalığa yayılırdı. Olası senaryolarda; Kameralar yanıp sönüyordu, Olay yerine daha fazla insan akın ediyordu, yoğun saatlerde yaya trafiği birikiyordu. öfke patlaması vardı, Ulusal Muhafız söz konusu olabilirdi, göz yaşartıcı gaz, plastik mermi vb. Oysa Gerçekte tam olarak bir kişi, Ticaret Departmanında demograf olan Stacy Furukawa, Bell'i tanıdı ve performansın sonuna kadar kalmadı. Klasik müzik hakkında pek bir şey bilmiyordu ama üç hafta önce Bell'in Kongre Kütüphanesi'ndeki bedava konserinde dinleyiciler arasındaydı. Ve işte buradaydı, uluslararası virtüöz, çalıp duruyor, para için yalvarıyordu. Neler döndüğü hakkında hiçbir fikri yoktu, ama her ne idiyse, kaçırmak niyetinde değildi. Furukawa, Bell'den 10 metre uzakta, ön sıra, ortada konumlandı. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Gülümseme ve Furukawa, sonuna kadar o noktada dikildi. Furukawa, "Washington'da gördüğüm en şaşırtıcı şeydi" diyor. “Joshua Bell, yoğun saatlerde orada duruyordu ve insanlar durmuyordu, hatta bakmıyordu ve bazıları ona Çeyreklik atıyordu!  Bunu kimseye yapmam. Ben düşününüyorum, “Amigo, bunun olabileceği nasıl bir şehirde yaşıyorum? " Bittiğinde, Furukawa kendini Bell ile tanıştırdı ve yirmilik attı. 43 dakikalık performansta son durum 32.17 $ idi. Evet, bazıları kuruş verdi. Bell gülerek, "Aslında," dedi, "düşünürsek o kadar da kötü değil. Saatte 40 dolar. Bunu yaparak iyi bir hayat kazanabilirim ve bir temsilciye ödeme yapmak zorunda kalmazdım. " Bu günlerde L'Enfant Plaza'da loto bileti satışları hızla devam ediyor. Müzisyenler hala zaman zaman ortaya çıkıyorlar.
Alıntıdır: Gene Weingarten https://www.washingtonpost.com/lifestyle/magazine/pearls-before-breakfast-can-one-of-the-nations-great-musicians-cut-through-the-fog-of-a-dc-rush-hour-lets-find-out/2014/09/23/8a6d46da-4331-11e4-b47c-f5889e061e5f_story.html
Deneyin 2.36 dakikalık kaydı:     https://www.youtube.com/watch?time_continue=3&v=hnOPu0_YWhw&feature=emb_logo Deneyin tüm (43.27 dakika) kaydı: https://www.youtube.com/watch?v=aumDbzvv90I
2 notes · View notes
skarphet · 5 years
Text
devam etmenin geçmişi
en gözdesini virtüöz bilmem yanlıştı. insan sevgim ve gözyaşlarım zehirledi algımı, sonunda ise sardı boğazımı kendi köklerim, hüzün ile yeni diyarlara kadar gitmeyi göze aldım. en siyahını beyzade bilmem yanlıştı. karanlık bünyemi şehirden uzak kalmaya alıştırdı, başından kendimi bilip kafamı karıştırmamalıydım. ağzımı açmaktansa acı içinde aforoz edilmeyi göze aldım.
1 note · View note
haberfirsat-blog · 6 years
Photo
Tumblr media
4 Usta Virtüöz 4 efsane enstrümanla “Tellerin Aşkı”nda buluşuyor Bağlama virtüözü Coşkun Karademir’in “Tellerin Aşkı” başlıklı uluslararası projesi kapsamında, 27 Aralık akşamı, 4 usta virtüöz CRR’de bir araya geliyor.
0 notes
canafacan · 3 years
Photo
Tumblr media
#canafacan #canlı #müzik #virtüöz #sahnesi #antalya #lara #güzeloba #antalyageceleri #antalyagecehayatı #antalyaeğlence #antalyamüzik #antalyasanatseverler #antalyasanatçı #antalyabar #antalyahakkında #antalyam #antalyaturkey #antalyacanlımüzik #antalyacanafacan (Virtüöz Sahnesi) https://www.instagram.com/p/CXBcmEgNEem/?utm_medium=tumblr
0 notes