Tumgik
#yarın özgürüm
yakazakalb · 9 months
Text
Bir anda kırılmışlıklarınızı unutup kendinizi mutlu hissedebilirsiniz. Çünkü işlerin ucunu görmüş perde tülleri de yıkamış o temizliğin mis kokusunu içinize çekmişsinizdir.
Temizlik terapidir. Akşam kırılmış modumuza geri dönebiliriz . Şimdi biraz mutluluğun tadını çıkaralım gjhd
6 notes · View notes
ezoterist · 1 year
Text
Şehvetle körelmiş bir nesiliz..
Tumblr media
Yeniden merhaba Tumblr..Yine yıllar geçti ve bana büyük tecrübeler öğretti..
Yaşam bir ilişkiden ibaret değilmiş mesela...
Evet bunu zaten biliyordum. Neden yazıyorum öyleyse ? Çünkü görüyorum.. İnsanlar sanki yarın hiç olmayacakmış gibi yaşıyorlar. Ciddiyetten uzak hedefsizleşmişler. Tek amaçları "sözde" hayatlarına, alacakları insanlar olmuş. Birbirlerini etkileme uğruna birbirlerinin peşinden sürüklenip duruyorlar. Hem aşklar da eskisi gibi değil artık tumblr.. Bu nesil sevgiyi de toprağa gömdü çoktan.. Tek gecelik ilişkileri moda etti ve böylece farkında olmadan kendi bedenlerini de değersizleştirdi aslında.. Bu uğurda bir çok değeri de elleriyle ölüme armağan etti.. Duygularını, zamanını, masumiyetini, saflığını ve sayamayacağım bir çok şeyi özgürleştiği yalanına inanarak, küfür ettikleri sisteme aslında hizmet ederek, bir konteynera atıverdi ardına bakmaksızın..
Tumblr media
Özgürüm dedi kadın.. Oysa bedenini birden fazla erkeğe mahkum etti farkında olmadan.. Özügürüm dedi erkek.. Karakterinden götürdüklerine bakmaksızın.. Gelecekteki çocuklarını düşünmeden, hiç kız babası olmayacakmış gibi.. Özgürüz dediler, özgürüz dedikçe daha da köleleştiklerini göremeyecek kadar gözleri dönmüş bir nesil... Hiç birisi de durup bakmadı gökyüzüne.. Gerçekliğe.. Varoluşuna.. Ona sunulan gündüze ve geceye.. Geçmişe.. Geleceğe..
Yazıyorum.. Yazıyorum tumblr.. Yazıyorum zira bunu okuyup gökyüzüne bakanlar olsun istiyorum.. Bu kirlenmiş nesilin içinde mücadele edenlerden olsunlar istiyorum.
Görmeyenlere inat görenlerden olsunlar istiyorum..
Görenlere selam olsun.. Gözlerini şehvetle bağlayan kör nesile inat gerçeği gören mücadelecilere selam olsun 🍷🏹
Tumblr media
-Ezoterist-
27 Şubat 2023 - Pazartesi
01:41
6 notes · View notes
gundemarsivi · 7 months
Text
Tumblr media
Yarayı Büyütme
✍🏻 Anıl Güven
https://www.gundemarsivi.com/yarayi-buyutme/
Gözlerimin içine o kadar güzel ve derin baktı ki; ona seni öpebilir miyim diyecektim, o dudağını dudağıma yapıştırdı…
Gecenin bir saati rüyadan uyandım. Odanın içi buz gibi soğuk. İçimde tarifsiz bir hoşnutsuzluk. Damağımda dün akşamdan sarkan içkinin kekremsi tadı! Duvarda on dokuzuncu yüz yıldan kalma, ağaç oymalı saatin tik tokları kulağımı tırmalayıp duruyor su!…
Birkaç gün önce, rüzgarına un serptiğim sevinin, iki kişilik öyküsünden süzülenleri eleğiyle birlikte duvara asmıştım.
“Haydi iskeleye doğru yürü bakalım”, diye bağıran iç sesime uydum. Eşofmanı, çorabı giyindim, çamaşır makinesinin üzerinde duran anorağı aldım. Tam dışarı kendimi atacaktım ki; evimin sert ama bir o kadarda sevimli köpeği kapının eşiğinde hazır bir durumda beni bekliyordu… Koşar adım basamaklardan indim. Oscar da ardımdan… Gökyüzü lacivert bir örtü ile kaplı. Hafif bir yağmur çiseliyor… Hava orta şekerli Türk kahvesi tadında. Sokağın ölgün ışıkları içimdeki tedirgin karanlığı aydınlatıyordu!..
Denizin kuvvetli dalgaları yürüyüş yolunu kum, çakıl taşlarıyla bezemiş… Attığım her adım belleğimde yapışmış anılar çağlayanından anları patlatıyordu.
“Gökçen’i bir erkekle öpüşürken gördüm” dedi.
“Saçmalama Sude!.. ” dedim. ”Çok uykusuzum, uyumam gerekiyor!”
“Saçmalamıyorum. Lütfen telefonunu kapatma. Ne olur dinle beni “
“Tamam. Dinliyorum!”
“Daha da iğrenci, o adamın eli kocamın kalçasını okşuyordu. Bir süre sonra el ele tutuşup Kafenin tuvaletine girdiler!”
“Olamaz!”
“Yemin ederim, gözlerimle gördüm!”
“Unut gitsin!”
“Nasıl unuturum ya? Ben, bu adama erdenliğimi verdim, erkek diye koynuma aldım; on yıldır birlikteyiz, yatakta, sokakta, çarşıda, pazarda, tatilde, olur olmaz ne istediyse ben ona onu sundum.”
“Demek ki çok fedakarlıkta bulunmuşsun…”
“???!!!”
“Eve git. Vur kafayı, yat! Yarın görüşürüz.”
“Dinlesene beni! Senin gibi arkadaşsın gözünü sevdiğim!”
Hiç yanıt vermedim. Telefonu yüzüne kapattım.
Oscar önümde, benim gibi o da yavaş yavaş gidiyordu. Arada başını geriye doğru atıp bana bakıyordu. Her bakışı sanki bana acıyor gibiydi!
Kuzeyden gelen bulut kütlesi üzerimizden geçerken taşıdığı yağmuru serpti gitti. Oscar arada duvar diplerini koklaya koklaya ilerlerken telefonum çaldı.
Gecenin bu saatinde?
“Alo?”
“Neredesin?”
“Sahilde yürüyüş yapıyorum!”
“Sude intihar etmiş!”
“Şaka mı yapıyorsun oğlum sen?”
“Ne şakası? Manyak mısın sen? Kadın kendisini evin balkonundan aşağıya beyaz bir çarşafla asmış!”
Soluğum kesildi. Olağanüstü hayata bağlı, cıvıl cıvıl, oturduğu yerde bir türlü duramayan. Gülümseyen yüzüyle herkese omuz veren Sude… Olamaz böyle bir şey ya… Gerçekten olamaz!
İki hafta önce, ilk duruşmada boşanmışlardı… Sevinçli bir sesle beni aramıştı: “Özgürüm artık!” demişti. Akşam işten çıktıktan sonra seni gelip alacağım, senden sonra da Nilgün‘ü alırız. Kutlama yapalım canım arkadaşım… Masa benim ona göre. Rakılar, şampanya, mezeler, balık… Sarhoş olmak istiyorum. Hem de çoook! Kafam bir milyon olsun istiyorum. Sonra mı? Olanlardan ve olacaklardan ben sorumlu değilim! Bu gece için sana hiçbir konuda söz veremem… Dağılmak istemiyorum lan. Anlıyor musun beni? Bak, peşin peşin söylüyorum, tuvalet bahanesiyle masadan kalkıp gidip çaktırmadan hesabı ödersen Nilgün’le ikimiz sorarız sana hesabını vallahi…
On yıl lan bu on koca yıl… Offf be! Acayip derecede mutluyum. Ve bu gece olağanüstü bir kadın olacağım. Çok şık şeyler giyeceğim… Birazdan kuaför randevum var. Haydi, şimdilik hoşça kal, sende git şu sakallarını kestir artık!..
Atina
Anıl Güven
0 notes
uisare · 2 years
Text
"tek başına savaşmak zorunda değilsin." "mükemmel olmak zorunda değilsin." "sevgiye sevgiyle karşılık vermek zorunda değilsin." "aşık olmak zorunda değilsin sırf sana aşık oldular diye." "anneni anne olarak görmek zorunda değilsin." "babanı kahramanın olarak görmek zorunda değilsin." "kalmak veyahut gitmek zorunda değilsin." "bana iyi davranmak zorunda değilsin." "bana şirinlik yapmak zorunda değilsin." "ben de seni sevmek için yeni bir senle konuşmak zorunda değilim." "kavga etmemek zorunda değiliz." "az sinirlenmek zorunda değiliz." "birbirimizi kırmamak zorunda değiliz." "öpüşmek zorunda değiliz." "yıldızlarını seviyorum, arada kaybolup arada görünüyorlar, ben çok seviyorum." "mutsuz olmana bağımlıyım." "her şeyi sorun etmeni seviyorum." "bir şeyler hissetmiyor gibi davranmanı seviyorum." "bana canımsın demeni seviyorum, hissetmesem bile." "her alkol aldığında evinde kimselerin olmamasını ve telefonunu saklamanı, sende iki gün boyunca haber alamadığım o lanet günleri özlüyorum." "ilaç içmediğin zamanlar favorim." "çöp bilgileri çöp insanlara anlatmamak konusunda dersini aldığın için hüzünlüyüm." "umursamanı istemiyorum, belki istiyorum." "sözlerimin değersiz olduğunu biliyorum." "sözlerimin senin için çok değerli olduğunu bugün öğrendim." "umursuyorsun." "beni pek sevmiyorsun, bana çok aşıksın." "biliyorum değilsin." "sana aşık olmayı seviyorum, sana aşık değilim." "kaba parmaklarını seviyorum." "çökük yüzünü seviyorum." "soğuk suda uyuya kalmanı seviyorum, ölecek gibi." "uno oynamayı seviyorum ama seninle." "rüyalarını senin gibi defterime yazıyorum, unutmak istemem." "rüyanda aşık olduğun çocuk benim gibi olmalı." "aşk aşk aşk, bağımlıyım." "insan insan insan, bağımsızım." "sen sen sen, özgürüm." "ölmek istemiyorum." "her şey hakkında şaka yapmandan hoşlanıyorum." "şimdilerde her şey hakkında şaka yapıp gülmemeni seviyorum." "sahte gülüşüne hastayım." "tamam, seni anlamıyorum, ama kim kimi anlayabilir ki?" "senin gibiyim, rol yapıyorum." "bir gecelik maskelerimizi çıkartalım mı?" "o gece hayır dediğin için mutluyum." "babanı sikeyim." "zihninin sikeyim." "takıntılarını sikeyim." "insanların kızdığı şeylere gülmen seni iğrenç yapıyor." "iğrenç olmanı seviyorum." "her boka duyar kasan insanları sikeyim." "sen zaten gülerek hallediyorsun. "iyi geceler." "iyi geceler." "günaydın." "neredesin?" "telefonu mu aldılar yoksa?" "babanı sikeyim." "sonunda kurtuldunuz, gerçekten geberttim." "yarın sana bir kutu sigara getireceğim." "sarı kaplılar." "görüşürüz, iyi geceler." "iki hafta oldu."
32 notes · View notes
harlifenti · 3 years
Text
Düşünsenize dünyada teksiniz , sadece sen varsın . Denizler senin , ormanlar senin , gökyüzü senin , o nefret ettiğin dünyada bir başınasın . Özgürüm diye kandırıyorsun kendini ama özgür değilsin , tutsaksın . Sen dünyaya tutsaksın ve gerçek yalnızlığı yaşıyorsun . 
Hayatımız boyunca yalnızız diye kandırdık kendimizi , ama yalnız değildik . Ailemiz vardı , arkadaşlarımız vardı , yalnız kalmak bizim seçimimizdi . Sebepsizce kendi kabuğumuza çekildik , kendimize yalnızlığı uygun gördük . Oysa gözlerimizi açsak , çıksak kabuğumuzdan bizi seven insanların ne kadar fazla olduğunu göreceğiz . O yüzden şu an ne yapıyorsan bırak , ailenin yanına , arkadaşlarının yanına , sana değer verenlerin yanına git . Onlarla vakit geçir kendini yalnızlığa mahkum etme , gerçek yalnızlığı düşün , ve kendini çıkar o boşluktan .Değer verdiğin insanlarla değerli vakitler geçir . Nede olsa hayat çok kısa bu gün varız yarın yokuz . . .
5 notes · View notes
gecedekibuluttum · 4 years
Text
kelebek gibi hissediyorum sadece bir gün özgürüm ve yarın yokum 🦋
2 notes · View notes
kosucu · 5 years
Photo
Tumblr media
Adana Yarı Maratonu
“Yağmur yağsa kış olur. Güneş doğsa yaz olur” dizelerini “Müslüm” filminde ilk dinlediğimden beri  dilime pelesenk oldu. Adana’ya ilk defa gidişimden olsa gerek çok heyecanlıyım, beklentilerim hızlı koşmak hedefim olan süreyi yakalamak olsa da bir yandan da yere göğe sığdıralamayan lezzetlerini tatmak!
Güneşin doğmasını beklemeden;
Genelde uçuşları erkenden aldığımda yaşadığım erken kalkma telaşlarına benzer bir sabah, gece o kadar yorgundum ki her türlü riski alıp çanta hazırlamasını sabaha bıraktım. Ne bir hazırlık listem ne de ayrılmış eşyalarım var.
Sabah 04:30’da kalkıp bütün eşyaları bir çırpıda ve tekrarlı bir kontrolle topladım, çok erkenden kalktığımı düşünme gafletinde bulunup zamanın ne kadar hızlı aktığını fark etmmeşim, alel acele düştüm yola, Sokullu cadesinden Çetin Emeç Bulvarına doğru yürüyorum, vakittte yerince var zaten, bir telefon Selman buluşma yerine biraz geç gelecekmiş, hadi o zaman yürümeye devam...
Yol düşmenin en güzel yanı varmak istediğin yer için ilk adımı atmışsındır.
Artık Adana’ya gidebiliriz. Bakalım Adana nasıl bir yer, lezzetleri nasıl? İşte bu meraklarımın bütün cevaplarını kısa süreler sonra bulacağım, 5 saat ve arada çekilen birkaç kare fotoğraf sonra ...
Hatırladığım kadarıyla son yıllarda hiç bu kadar kesintisiz yağan yağmur yağışı hatırlamıyorum. Şehre yaklaştıkça bitmeyen bir yağmurla karşılandık, neyseki hazırlılarımız vardı (yağmurluk) bir kaç yol karıştırma ile otelimize vardık ve kitlerimizi almaya gitmek için yola çıktık bizleri bekleyen dostlarımız ile bir araya gelip selamlaşıp sonrasında kitlerimizi aldık, klasikleşen kit sonrası fotoğrafımızı çekip Adana lezzetlerini tatmak için dostlarımızın yer aldığı kebapçıya doğru yola çıktık (yağmur yağışı tüm hızıyla devam ediyor)
Hafifçe ıslanıp, sıcak mekana giriş yaptıktan sonra gelen lezzetleri bir çırpıda yiyip, keyifli sohbetler eşliğinde açılışı yapmış olduk, çıkışta Kazım büfe’ye gidip muzlu sütün tadına bakıp Adana’da başka neler yapılır  araştırması yaprak Seyhan gölü çevresinde bulunan bir kaç mekana gidip küçükte olsa şehir turu yapmış olduk. Havanın soğuması ve ertesi gün yarışın olması sebebiyle otelimize gidip dinlenmeye başladık. Akşam saatlerinde arkadaşlarımızın ayarlamış olduğu mekana gidip farklı lezzetleri tatmaya devam...
Ne güzel bir heyecandır bayramda çocuk olmak...
Her yarış sabahı bu hislerim tazelenir, heyecanım yüzüme yansımaz ama içim içime sığmaz nedense,
Herkes yatağında yatıyor ve ben kahvaltı için pjamalarım ile kahvaltıya doğru aheste aheste yürüyerek gidiyorum, içimde garip bir neşe, yüzüm asık sanki mahkeme duvarı, zaman çabucak geçse de biran önce koşmaya başlasam telaşı. Birer ikişer arkadaşlarımız geliyor herkes hazırlıklı, üzerinde yarış numaraları, kahvaltı yeri bayram meydanına dönmüş, sabah selamlaşmaları eşliğinde tepeleme dolu kahvaltı tabakları bitiriliyor. Herkesin korkusu belli, “miğdem bozulursa” diyerek yemek seçmeler, birimize tavsiyelerde bulunuyoruz. Birkaç telkin ve motivason cümlesi ardı ardına sıralanıyor, vakit sanki dört nala ilerliyor artık başlama noktasına gitme vakti, hadi hayırlısı.
Yağmur tüm şiddetiyle devam ediyor...
Yağmurun şiddetini kaybetmeden sürdüğü bir anda otel personelleri imdadımıza yetişti, büyük çöp torbalarını yağmurluk yapıp, insanların garip karşıladıklarını yüzlerinden seçtiğimiz bir halde sokakları arşınlayıp başlama noktasına geldik. Bir araya gelme telaşı yaşıyoruz, erken gelenler yerlerini çoktan almış, arkada kalanları beklerken geri sayıma geçildi ve birden kendimi start noktasına attım.
Kimseye şans dileyemeden geri sayım başladı ve tabanca atışı ile birlikte başladım.
Bir çırpıda üzerimde bulunan çöp poşetini kenara atıp saatimi başlatıp, yağmurun son damlalarını bıraktığı ama sokaklardaki küçük gölcüklere basmamak için çaba sarf ettiğim o anları yaşıyorum. Yanından geçtiğim dostların selamları, güzel motivasyon veren sesler...
Şimdi koşabiliyorum, dün gibi özgür yarın gibi tutsak, ellerimi savuruyorum rüzgarın ritimsiz ahengine, derin düşünceleri sessizce yollara serpiyorum birer birer büyüecek tohumlar gibi sanki artık bir kat daha özgürüm usulca yanından geçtiğim arkadaşlarıma saygı duyarak,
Büyük bir insan kalabalığı arkada kalıyor önümüzde yer alan niceleri ile bir birimize selamlar veriyoruz farklı bir dilde, koşmak ne garip bir duygu iyi denilen kavramın karşılık bulabildiği nadir durumlardan, köprüler aşıyoruz, taş kaldırımlı sokakları arşınlıyoruz, kimilerinin “deli gözüyle” baktığı kimilerinin “bunlar hiç yorulmuyor mu?”  sözleri eşlik ediyor tuhaf bakışları arasında. Adana güzel şehirmiş yağmur durmuş insanlar sokaklara taşmış kıyıdan köşeden geçenlere destek oluyorlar.
Son km’lere doğru iyice insanlar azalıyor artık yarışma içinde bizler gibi farklı şehirlerden gelen koşucu arkadaşlarımız ile birlikte kalan mesafelerin içindeyiz, mesafeler azalınca bitsin diye bekler oluyor insan, son bir çocuk korosu karşılıyor beklenmeyen bir kavşakta, kısa bir mesafe göz teması ve son 3km artık son stratejiler, nabız çok iyi, yorgunluk yok...
Bitişe az bir mesafe kala hava bozmaya, yağmur molasını tamamlamış yeniden çalışmaya başladı. Bitişte sevgili Ecem yine bitiş videosu ve fotoğraflarımı çekerek geçmişte kalan bu güzel anları ölümsüzleştirdi. Geçtiğimiz kasım ayında  en iyi 10k derecemin yanına şimdi de en iyi 21k yarışını sağlıkla tamamladım. Artık otele gitme vakti gelmişti, yağmur şiddetini artırıp ve benim otel yolunu karıştırmam ile yarıştaki ıslanamamış olamamı telafi ederek sırılsıklam halde otele varmayı başardım.
Bu güzel yarışta ekip olarak ilk defa YM koşan arkadaşlarımızın yanında derecelerini geliştirenlerimizde oldu. Bu vesile ile herkesi kutlar ve tebrik ederim.
Yarışın genel olarak şehrin içinde koşulması olumlu bir parkur olmasına ve yağmurun kesintisiz yağması nedeniyle organizasyonun eksiklerini belli etmedi. (Geride kalan arkadaşlarımıza suyun kalmaması)
Adana’nın sporla bu kadar iç içe olduğunu görmek çok sevindirici.
Not: Bir başka yarışta bitiş çizgisinden son geçen kişiye kadar ekip arkadaşlarını beklemek en byük değer olacak.
1 note · View note
etacarinea4 · 3 years
Text
kötü bir koku alıyorum. benden geliyor. başımı eğiyorum, botlarıma çamur bulaşmış, ama yalnızca çamur olduğunu hiç zannetmiyorum, çünkü öyle kokmuyor. bir zamanlar bir hayvanın, muhtemelen de bir köpeğin bağırsaklarının ürünü olan bir şey olmalı bu. başka zaman olsa iğrenirim, ama burada iğrenmiyorum. ormanın bir parçası olduğumu kanıtlayan bir sembolmüş gibi sevgiyle bakıyorum çamurlu botlarıma. bağcıklarıma bitkilerden dökülen pullar yapışmış ve taytımda koşarken dikenler yüzünden açılan delikler var. aldırmıyorum. görüşümde bir sorun var, muhtemelen ışıktan. bütün ağaçlar, çimenden yollar bulanık görünüyor. aldırmıyorum. koşuyorum, hem de çocukluğumda yaptığım gibi zıplayarak koşuyorum. çalı öbeklerinin üstünden atlıyorum. burada zaman yok, burası zamansız bir yer. burada yaş yok çünkü deneyimlerin burada hiçbir önemi yok. ben sadece benim ve beş yaşındayken olduğumla aynı kişiyim. anaokulu servisini atlatmak için ağaçlara saklanıyormuşçasına koşuyorum. kimse yerimi bilmiyor. kimse varlığımı bilmiyor ve bana başka bir zaman önemsiz hissettirecek olan bu hissi özgürlük olarak nitelendiriyorum. bu saf özgürlüğün kendisi. başka insanları telefonlarımıza taşıyan ve bizi kıstıran hiçbir şey yok burada. sadece ben varım ve kirli, bok kokan botlarıma burnunu bükecek hiç kimse yok.
karşıma köpek çıkmasından biraz korkuyorum. eskiden de korkardım köpeklerden, kedilerin aksine çok büyükler ve ısırıyorlar. kendi kendime gülüyorum, ilk içgüdüm başımı eğip bana merhamet etmesini dilemek olurdu. dış dünyada tam bir eziğim. ama burada değil. kulağımda müzikle bu ormanda koşarken eskiden olduğum kişiyim. bir köpek bana havlarsa ben de ona hırlarım. bacağımı kuru otlara yapıştırır ve yarın yokmuşçasına bağırırım ona. hayali köpeğin kaçışını düşünürken kıkır kıkır gülüyorum. belki de en sonunda delirdim. ama delirmişken çok daha mutluyum. sınırlar ve çizgilerin olmadığı bu yerde sadece kendi varlığımı nitelerken dünyanın hiçbir yerinde olamayacağım kadar mutlu ve özgürüm.
0 notes
anonimep · 4 years
Audio
Yarın son vize sınavım var. Ondan sonra 20 kadar gün özgürüm.
0 notes
neyzentey · 7 years
Photo
Tumblr media
Hemşerimiz Neşet Usta'yı bozkıra saklayalı 5 yıl olmuş...Bazıları ölmez, ''“Halk onları alır, can kafesinin içine sokar, orada besleyip durur can yongasıyla.”(C.Süreya) Neşet Ertaş'ı ilk dinlediğim günü anlatan bir hikaye yazmıştım, paylaşayım: CEKET ÇIKTIĞINDA... Babam ceket giymeyi çok severdi. Bir ceket aldım bol geldi. Ona rağmen giydi. Bir gün 'Bu ceket ağır geliyor' dedi. Aldım ceketini sırtından. Bir daha da giyinemedi. NEŞET ERTAŞ 1970’li yıllar. Ortaokula gidiyorum. Bir cumartesi günüydü galiba. Küçük bir kamyonet tüm gün kasabayı dolaştı durdu. Bozkırın ortasında biteviye bir anons: “Dikkat, dikkat! Bu akşam Avanos Yeni Sineması’nda, sürpriz sanatçılar ve Neşet Ertaş... Bu akşam Neşet Ertaş, sinemamızda.” Gece sineması öğrencilere yasak olmasına rağmen bir çaresini bulup kaçıyorum. Neşet Ertaş’ı dinleyeceğim. Her zamanki taktiğim yine tutuyor. Kucağımda bir kasa gazozla sinemaya giriyor, bir daha da çıkmıyorum. Salon ağzına kadar dolu. Arkalarda bir yere dikilip heyecanla Neşet’i bekliyorum. Önce sürpriz sanatçılar çıkıyor sahneye. Kimse çok fazla ilgilenmiyor. Onlar da zaten işlerini hızla bitirip gidiyorlar. Gözüm kuliste. Biri, sahnenin ortasına tahta bir sandalye koyuyor. Az sonra da kulisten, sazını göğsüne bastırmış, hafif öne eğik bir yürüyüşle Neşet çıkıyor. Takım elbise, parlak iskarpinler, dudaklarının üzerinde Ayhan Işık bıyığıyla, gencecik bir Neşet. Eğilip selamlıyor seyirciyi ve sandalyeye oturuyor. Arka arkaya iki-üç türkü söylüyor. Ahali nasıl coşkulu. Ama Neşet biraz sıkıntılı sanki. Bir an duruyor ve aynısını kırk sene sonra, İstanbul’da bir açık hava konserinde duyduğum bir cümleyle izin istiyor seyircilerden: “Ayağınızın turabı, goğnünüzün hızmatçısıyım. Şu cekattan bi kurtulayım müsaade ederseniz.” Ceketi çıkarıp oturduğu sandalyenin arkasına asıyor sonra. Artık özgür. Neşet’in, ceketi çıkardıktan sonra söylediği türküler ömrümün en güzel sesleridir. KORSAN Seksen öncesi günler. Kasabada korsan miting hazırlığı var. Akşam meydanda lastik yakıp konuşma yapacağız. Herkes ne yapacağını gözden geçiriyor. Üç-dört tane kamyon lastiği bulup getirmiş çocuklar. Her şey hazır. İlk sloganı ben başlatacağım. Sonra lastikleri heykelin önüne doğru yuvarlayıp yakacağız. Sonra... Sonrası Allah kerim. Bariz biçimde fark edilen hareketliliğimiz, polisin de dikkatini çekmiş olmalı ki onlarda da bir ‘tetikte olma hali’ var. Akşamla yatsı arası bir vakitte, bulunduğumuz yerlerden kasabanın biricik meydanına doğru koşturuyoruz. Slogan, gürültü, lastik, yandı, yanmadı derken polisler peşimizde. Çil yavrusu gibi kaçışıyoruz. Kırana doğru giden dar bir yokuşa sapıyorum hemen. Arkamda ısrarla koşan birisi var ve elini uzatsa tutacak gibi. Bir yandan da bağırıyor: "Dur, kaçma." Yokuş giderek dikleşiyor ve şişman birisi olmasına rağmen peşimi bırakmaya niyeti yok. Bir an hızlanıyor sonra ve ceketimin sırtından yakalıyor. Bir süre o vaziyette koşuyoruz. Birden sıyrılıveriyorum ceketimden ve bırakıyorum arkamdakinin ellerine. Sonra hafifleyip uçuyorum adeta. Elinde ceketimle arkamdan bakıyor nefes nefese. Hızla köşeyi dönüp kayboluyorum. Özgürüm artık. AŞI Sağlık ocağının eski cipini gördükçe sinirleniyorum. Benzin yok ve köylere aşı yapmaya gidemiyoruz. Benzin taleplerimize gelen cevaplar hep olumsuz. Kaymakam, 23 Nisan törenlerine boğazlı kazakla katıldım diye savunmamı istemişti, aramız pek iyi değil. O yüzden olabilir mi acaba? Sayman, “Yok hocam, hiçbir kuruma vermemişler, emniyetin de yokmuş, komiser de söylenip duruyordu geçen gün” diyor. Akşam kulüpte sohbet ederken, tarım müdürünün “Bizim veteriner yarın köpekleri aşılamaya gidecek, arabaya siz de sıkışın isterseniz” önerisine hemen atlıyorum bu yüzden. Sabah, yanımda sağlık memuru Erdinç ve aşı çantaları, tarım müdürlüğünün renosunu bekliyoruz. Az sonra geldiler, sağlık memuru arkayı dörtledi, ben de öndeki elemanın yanına sıkıştım. Yol boyu, veterinere “Doktor bey” diyerek yerimi rahatlatmaya çalışıyorum. Köye vardık. Veteriner ve ekibi muhtarın geniş avlulu evine yerleştiler, biz de ilkokulun bir odasına. Çocukları bekliyoruz. İlk bir saat içinde, sadece öğretmenin çocuğunu aşılayabildik. O kadar. Dışarı çıktım, etrafa bakınıyorum. Muhtarın evinin önünde uzun bir kuyruk var. Köydeki bütün köpekler sırada. Bizim veterinerin işi başından aşkın. Sağlık memurunu camiye gönderip müezzine anons yaptırıyorum. Muhtarın kızlarından biriyle köy bekçisinin küçük oğlan geliyor. Başka da yok. Öğleye doğru köyün içinde dolanmaya başladım. Hasat zamanı, ahalinin çoğu tarlada. Köpek aşılatmak için sırada bekleyenlerin dışındaki herkes çalışıyor. Çok çocuklu bir tarlayı gözüme kestirip saldırıyorum. Altı-yedi yaşlarında kara kafalı bir oğlan, ne olduğunu anlayamıyor. Kucağıma aldığım gibi okula. Bu yöntem iyi. Öbür sefer, yanıma Erdinç’i de alarak gidiyorum tarlalara. Çocuklar haberi almışlar, bizi görünce kaçmaya başlıyorlar. Sürek avı taktiğini güdüyoruz. Erdinç’in kovaladığı çocukları ben çeviriyorum. Biz çocuklarla tarlanın içinde boğuşurken anne-babalar sessizce izliyorlar vaziyeti. Tarafsız kalmaya karar vermişler belli ki. Bir saat içinde dokuz-on çocuk daha yakalayıp aşılıyoruz. Geriye kalanlarla işimiz daha zor ama. Hem yaşça biraz daha büyükler hem de iyice deşifre olduk. Tarlalara kaçıncı gidişim hatırlamıyorum, bir ara, kenarından küçük bir derenin de aktığı geniş bir tarlaya daldım. Gözüme üç kişilik bir grubu kestirmişim. Dereye kadar kovalarsam orada sıkıştırırım diye düşünüyorum. İki tanesini Erdinç yakalamış, ellerinden tutmuş götürüyor. Bir tanesi dişli çıktı, iyi kaçıyor. Bir ara iyice yaklaştım ve eski ceketinin sırtından yakaladım. Tam sevinirken, birden sırtındaki ceketten sıyrılarak elimden kurtuldu. Elimde ceket, kalakaldım orada. Kuyruğunu bırakan kertenkele misali, tepeye doğru hızını kesmeden koştu gitti. Yanıma gelen Erdinç’e gülerek, soluk soluğa konuşuyorum: “Tamam, bunu bırakalım. Ceketi çıkardı artık. Hak etti bence özgürlüğü!” AL CEKETİ SIRTIMDAN Babamı, aynanın karşısında ceketinin yakasını düzeltirken hatırlarım hep. Takım elbise merakı vardı. Terzi Celal’e iyi kumaş gelmişse eğer, elbise olmasa bile, en azından bir ceket diktirirdi. Takım elbise, beyaz şapka ve tertemiz iskarpiniyle, kasabanın gazozcusu. İlkokul mezunu olmasına rağmen şehir kulübündeki lakabının ‘Üniversiteli’ olduğunu bilir, gizliden gizliye, bundan mutlu olduğunu tahmin ederdim. Artık İstanbul’daydım ve sadece bayramları gidebiliyordum Avanos’a. Her gittiğimde hareketlerinin yavaşladığını ve yatağa daha bağımlı hale geldiğini fark ediyordum. Son bayram ziyaretinde, seveceği türden şık bir ceket almıştım. Sabah erkenden giydi ceketi ve titreyerek aynanın karşısında durdu bir süre. Parkinsonun iyice küçülttüğü vücudu, ceketin içinde kaybolup gitmişti sanki. “Ölçünü unutmamışım bak, tam oturdu vücuduna” dedim utanmadan! Eve gelen tüm misafirleri, küçücük gövdesinden sarkan o ceketle karşıladı, oturdu, sohbet etti. İstanbul’a döneceğim güne kadar da çıkarmadı sırtından. Son gün vedalaşmak için yanına gittiğimde, “Oğlum, bu ceket çok güzel de bana biraz ağır geliyor. Taşıyamıyorum artık. Al onu sırtımdan” dedi. Evet, doksan yıllık bir ömrü taşıyamıyordu babam. Aldım ceketini sırtından. Bir daha da giyinemedi... Ercan KESAL(Peri Gazozu'ndan)
3 notes · View notes
silwerhand · 5 years
Text
Gene bir +Bç delirmesi..
söyle düsünün bak ortada verilmiş onlarca söz var ama en ufak bişeyde tutmuyo unutuyo umrunda olmuyo sonra ben bencılsin diyince suclu ben oluyorum .. herseyden herkezden bi anıdır hatıradır kalmalı .. ama o anıyı hatırayı cıkartıp atarsan suclusu ben deyil sensindir... ben verdigim sözleri tutuyorum ve uzak duruyorum acımı kendım yasıyorum ben cok mutluyum pozlarıda kesmıyorum  kendıme ve millete yalanda söylemiyorum .. ama yasıyorum işte .. ben kırmak ben yıkmak ben vurmak istemedim sen zorladın benı buna ben hic biri olsun istemedim ama sen dedin ki hayır ille bu olucak bunu yapıcaksın .. ama unuttugu bişey var karsında insan var hadı onuda geciyorum batuhan çiftçi var... canı ne isterse onu yapar zoraki olan herseyi yolun kenarında bırakan ve asla pes etmiyen biri .. kacırıp yanlıs yaptıgımız cok seyler var ben buna okeyim ama sen dogru yolda deyilsin emin ol buna ben kimseyi  yargılamadım yargılamam da ama sen insanların senı yargılamasına izin verdin yaptıgın en buyuk hatada buydu işte... sana sinirli yada kızgın deyilim ... sadece verdigin sözleri tutmadın diye kırgınım birazcık oda gecer sarnırım ... yada her acılan yara gıbi üstünüü bi sekilde örterim ... bu arada yarın piskiyatr a giriyorum sanırım artık teccilli deli oldugumu kanıtlıyıcam kafamı daha az yorucam daha cok yasıyıcam ... ben sabit kalmaktan sıkıldım cunkü.. kalıba konmaya calısmaktan bi elbisenin icine sıkıstırılmaktan artık özgürüm  3 gün 5 gün sonra dahada iyi olucam .. ama sen mutlaka tökezliyip diyiceksin ki yaa bak bana bunu söylemişti .. ve söylüyorum tekrar cok guvendigin insanlar konusunda cok buyuk hayal kırıklıgına uruyıcaksın bu benım düşüncem .... ama istegim ins yanılırım ins cok cok güzel bi hayatın olur .. asla kırılmadıgın asla üzülmedigin bi hayat ben bunu basaramadım üzgünüm ..  sana demiştim ya tumblr benım günlügüm yazar sayar söver bezende 2 3 dostumla geyik ceviririm diye iste buda onlardan biri kendine dikkat et tospacık .. kabuguna iyi saklan ve üzülme... 
0 notes
koetekanashimi · 7 years
Text
Kaybolup gitmekten korkmuyorum, bir zaman kahramanı olamamaktan ya da. Ortalama ömrümü hesaplamaya çalışmakla doldurmuyorum kafamı, dediysem öyle umurumda değil de demiyorum. Kendi yaramdan çok acıtıyor insanlığın derin yaraları, ben ölüp gideceğim, insanlık kalacak. Belki yeni insanlarla, belki yeni canlılarla. Dünya devam edecek dönmeye, bir gün yorulup da pes edene dek, üstündekilere bir atmosfer ve yaşam sağlayacak oksijen vermeye. En çok üzüldüğüm de o, bazen üç otobüs boyunca elimde taşıyorum çöpümü, bazen cebimde eve getiriyorum, betonun, taşın, camın, insanın altında kalan dünyayı unutmak zorunda kalışım yakıyor canımı. Bir panteist olsam, şu zamanda, acı içinde kıvranarak intihar ederdim sanırım. Değilim ama değil mi? Bir şeylere inanmamanın sizde bir şeyler eksilteceğini söyler insanlar, inanmayışın bir katil olmakla iyi biri olmak arasındaki perdeyi kaldırdığını, bir din sizi birini öldürmekten alıkoyar kısacası, bunun ardında yatan anlam o kadar korkunç ki. İnanmadığımdan beri daha çok korkuyorum, daha çok düşünüyorum, daha çok okuyorum, fikrimin sahibim olmasına izin vermiyorum, her olay karşısında başka tepki verebilirim, olağan olan budur, her olaya aynı tepkiyi veriyor olsaydım, davam uğruna ölseydim tam bir aptal olurdum. Bir dava bir insanın ölümüne neden olacaksa bırakılmalıdır benim düşüncemde. İnanmamayı seçtiğimden beri daha özgürüm, insanlara duyduğum nefret azaldı, birilerine kızmaktan onlardan intikam almaktan vazgeçtim, boşverdim sadece, kendi sorumluluğumu aldım, kaderi suçlayamam artık uçuruma attığım adım için, bunun farkına vardım. Susmayı öğrendim, gerektiğinde konuşmayı, kırgınlığın bir insanı öldürebileceğini, kızgınlığın sadece kızgın olana zarar verdiğini, öfkenin öfke duyulandan çok öfkeyi duyanı hırpaladığını. Tutabilecek olsam tüm evrende yaşayan yaşamayan her varlığı koruyacağıma dair yemin ederdim. Ama belki iki yıl daha yaşayacağım, belki yarın bir bombayla bütün vücudum parçalarına ayrılacak, belki altmışlı yaşlarımı gördüğümde artık hiç bir şeyi aklımda tutamayacak kadar hasta olacağım, geleceği bilemeyeceğimin farkındayım ve ölümün kesin bir son olduğunun, sonrası var ya da yok, bunca didinmenin ödülünü ya da cezasını almak umrumda bile değil açıkçası, varlığım, bu dünyadaki varlığım son bulduğunda yok olacak. Ve bu dünya öldükten sonra her şeyin bittiğini kabullenemeyenlerin eline kalacak. Canını yakacaklar, hayvanların, ağaçların, birbirlerinin. Üstelik onların inandıkları onların bunu yapmasına engel olmalıyken. Ne bileyim, bazı geceler oturup, bazı otobüs seyahatlerinde başımı cama dayayıp, bazı şarkıların anlamsız sözlerinde derin düşlere dalıp uzunca düşündüğümde kendimi hep hoyratça kullandığımız ama dönüp bir teşekkür bile etmediğimiz dünyaya acırken buluyorum. Hüzünden, aşktan, acıdan, ölümden ve yaşamdan nasibini almış, bize yaşam veren dünyayı nasıl da acıttığımızı düşünürken buluyorum. Kırılıyorum sonra, insan olduğumdan. Diğer insanlara, varlığıma tahammül edemeyen, beni hor gören, kim olduklarını bilmediğim insanlara kırılıyorum, çocukluğumdan beri benimle kendime acıma duygusu, en sevdiğim huyumdur ayrıca, bana insanların beni benim ezebileceğimden daha fazla ezemeyeceği hissini verir. Dalga geçerim kendimle, kırılmamak için dik dururum, egoist derler, sonunda ağlar ve sulugöz olurum, bazen acımasızlığımla yerle bir ederim karşımdakini, bazen yere göğe sığdıramam. Dengesizim ama can yakmam, sevmeyi bilirim az çok, sokakta gördüğüm kedinin başını okşamayı, ekmeğimin yarısını bölüşmeyi, onu orada bırakıp eve dönerken bir kaç damla gözyaşı dökmeyi, aç çocukların gözlerine bakamamayı bilirim, her gün çantamı yiyeceklerle doldurup en azından bir an onları mutlu edebilmeyi dileyip bunu gerçekleştirememeyi bilirim, öyle yabancıyız ki kendi insanımıza, yol sormak için yaklaştığımda kaçan, durakta gördüğüm yaşlı bir amcayla sohbetime tuhaf tuhaf bakan, adımı öğrenmeye çalışan engelli oğlunu ben konuştuğum ve sorun olmadığını söylediğim halde çekiştirip cimcikleyen kadın, hepsi, hepsi için üzülüyorum. Onca hüzün var ki göğsüme biriken, bir gülümsemeye bile yer kalmıyor bazen. Böyle gerçek hissediyorum, böyle basıyor yere ayaklarım anca. Acıyla, acıdığını düşünerek kalabiliyorum hayatta, başımı yastığa rahat koyamamanın verdiği huzurla uyanabiliyorum güne ancak, uyanamayanlara rağmen. Ölümün üstüne böyle örtebiliyorum yaşamı, bir düşünceler geçidiyle.
-Koetekanashimi
2 notes · View notes
sanamisorcamit · 7 years
Text
Yarın iki sınavım daha var verilecek sonra yarı zamanlı da olsa özgürüm özgürlük diye bağırmak istiyom da ben çılgın bir insan değilim burada gülüyoz eğleniyoz ama okulda kaktüs gibiyim
10 notes · View notes
hasansonsuzceliktas · 5 years
Text
Çağrıya Cevap; Özgürlük Kapısı
Kaç kişilik bir hayat bu yaşadığın? Kaç kez düşünüyorsun bir karar verirken ve seçim yaparken. Sustuğun zamanlar, suskunluğunu sorgulayan ve dolduğun zaman senden taşanları kötü ve eksiklik olarak gören kimlerin hayatını yaşıyorsun. Bu kadar zor olmamalıydı dediğin her akşam, yarın daha kolay olmalı bu hayat diye yattığın her gece ve aynı güne uyandığın her sabah, kendinden bir şeyler eksildiğini hissediyorsun. Kendini eksik hissettiğin bir güne uyanmıyorsun, aslında kendini eksik hissettiren insanların hayatına uyanıyorsun. Kopamıyorsun, kaçamıyorsun, gidemiyorsun. Kaçmalı mısın? Hayır. Gitmeli misin? Belki. Ancak kalırsan göreceğin şey, kendinden bir parça. Görmekten hep kaçtığın, tanışmak istemediğin, kabul etmediğin bir parça. Bu parça seni tamamlayacak olan, bu parça ayaklarını toprağa bastığında seni bütün gezegene bağlayacak olan, bu parça seni hayata bağlayacak olan. Eksik değilsin. Seni eksik hissettirenler var, seni kötü hissettirenler var, seni yok sayanlar var, ancak onlar kendini görebilmen için bir hediye. Onlar olmasa başkalarını bulacaksın, kendini eksik hissetmek için. Burada kendi hayatından kaçtığın için, onların hayatını yaşaman, onların seçimlerini yaşaman seni nasıl hissettiriyor? Onlar senden gidecekler, kimler kimler gitmedi? Senden neler neler götürdüler? Hep hissettiğin bir yarım kalmışlıktı ve kimse bu yarım kalmışlığı tamamlayamadı. Ne gelenler, ne de gidenler. Görmeni istedikleri şey neydi peki? Kendine bu güvensizliğin, sanki herkes üstüne saldıracakmış hissi ve köşene çekilmen neydi? Kendi parçanı bulman olabilir mi? Bunun için en derinlerini kazmış olabilirler mi? Onlara bu kazı için sen izin vermiş olabilir misin? Kendin kazamazdın, bu parçanı en derinlerden tek başına çıkaramazdın, bunu biliyorsun. Şimdi o kazılmış, belki hırpalanmış en derinlerinden hazineni çıkarmanın vakti. Bu hazine, bu parça her yerde yerde yankılanacak ve ‘Evet, ben buyum.’ diyebileceksin. Bakın, görün beni, gerçek ben buyum ve artık sizden saklanmak zorunda değilim. Ben derinlerimde kendimden utandığım, kendimi eksik gördüğüm o derinliğin sebebini artık buldum! diyebileceksin. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim bana saldırdığınız için, teşekkür ederim hayatıma girip beni dağıttığınız için, teşekkür ederim beni gecelerce ağlattığınız için, beni eksik hissettirdiğiniz için, teşekkür ederim bana ait olmayan umutlarımı söndürdüğünüz için. Ben kendimi sizin sayenizde buldum ve bu size en büyük haykırışımdır, bu benim taştığım noktadır. Kendimden taşıp, aslında ‘ben’ olmayan o kişiye yaşattığınız her yenilgiyi büyük bir zafere dönüştürebildiğim için, ÖZGÜRÜM. Beni yenemediniz, bana zafer için kendime dönüşmemi hatırlattınız. Susmak istediğin zaman susmalı, taşmak istediğin an taşmalısın. Seni bu konuda engelleyenler sadece bunun farkında değiller. Onlara bu farkındalığı kazandırmak hem seni, hem onları özgür kılacak olandır. Öyle yorucudur ki başka hayatları yaşamak, öyle yorucudur ki hep hesap yaparak konuşmak, bir anlığına bunları bıraktığında her şeyi kaybedeceğini düşünürsün. Kaybetmek? Başarısız olacağını düşünürsün. Başarısızlık? Yalnız kalacağını düşünürsün. Yalnızlık? Bunlar seni yansıtanlar mı gerçekten, bir bak. Kaybetmek, başarısızlık ve yalnızlık. Bu üçgen içinde oradan oraya savrulan ruhların özgür kalması adına, bir adım atmak ister misin? Senin attığın bir adım, diğer ruhları harekete geçirecek. Bu gece bunu seçer misin? Hepimiz özgür kalsak senin sayende. Öyle bir bağlılık ki birbirine, öyle bir zihin havuzu ki iç içe geçmiş. Hangi hayata uyandığını bilemiyorsun ve bilinmezlik seni esir alıyor. Bu gece bunu kırmaya var mısın? Hepimiz yarın kendi yolumuza uyansak ve sadece istediğimiz anlarda birbirimizi bulsak. Bunun farkına varmak bile seni özgür hissettirmiyor mu? Kaybedeceğin bir şey yok kendini gösterdiğinde, başarısızlık yok potansiyeline ulaştığında ve yalnızlık yok kendini bulduğunda. Bu gece özgür kalalım hep beraber, sevgiler. Read the full article
0 notes
Photo
Tumblr media
Sana güzel şeyler söylemek isterdim, fakat bir kez daha gördüm ki ve gerçek şu ki bu anlamsız koşuşturmaca içinde "esaret altındayım, esaret altındasın, esaret altında". Yaşam denklemlerimiz özgürlüğü kısıtlıyor, hatta imkânsız kılıyor. Özgür olmayınca o hayalini kurduğun mutluluk da huzur da beslenemiyor ve sonuç: sağlıksız yaşamlar. Yapılan bir araştırma, mutluluğun şartlarından birinin "kişinin kendisi için doğru bulduğu yaşamı sürdürme özgürlüğü" olduğunu söylüyor. Son halkasını kırdım esaretin ve sanırım özgürüm şimdi; varsa eğer, sonsuzluk içinde kanat çırpan bir kuş misali... Bugün pazar, hazır yağmur da varken İstanbul'da, çık ıslan ve nefes al biraz. Bırak bu kez süsü bozulsun saçlarının, bu kez aksın bırak makyajın; nasıl olsa yarın yine aynı maskeyi takınacaksın. Hoşçakalim, hoşçakal, hoşçakalsın. (at İstanbul Sabiha Gökçen International Airport)
0 notes