Tumgik
#yol (1982)
heretic-child · 1 year
Text
Yılmaz Güney was a Zazaki Kurdish film director, screenwriter, novelist, and actor. He quickly rose to prominence in the Turkish film industry. Many of his works were devoted to the plight of ordinary working-class people in Turkey. He was at constant odds with the Turkish government over the portrayal of Kurdish culture, people and language in his movies.
He won the Palme d'Or at the Cannes Film Festival in 1982 for the film Yol (The Road) which made it the first Turkish film that won the Golden Palm.
Its screenplay was written by Yılmaz Güney, and it was directed by his assistant Şerif Gören, as Güney was in prison at the time. Later, after Güney escaped from Imrali prison, he took the negatives of the film to Switzerland and later edited it in Paris.
The film was banned in Turkey until 1999 because of its negative portrayal of Turkey at the time, which was under the control of a military dictatorship. Even more controversial was the limited use of the Kurdish language, music and culture (which were forbidden in Turkey at the time), as well as the portrayal of the hardships Kurds live through in Turkey. One scene in the movie even calls the location of Ömer's village "Kurdistan".
A new version of Yol was released in 2017, called Yol: The Full Version in which many of these controversial parts and scenes have been taken out, to make the film suitable for release in Turkey. In order to be shown at the Turkish stand at Cannes 2017 the Kurdistan insert was removed. In what critics say goes against the director Yılmaz Güney's wishes and call "censorship", the frame showing "Kurdistan" as well as a highly political scene where Ömer speaks about difficulties of being Kurdish were removed.
Tumblr media Tumblr media
Güney, in Cannes (1982)
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Yol (The Road), 1982
37 notes · View notes
kirlisiyah · 3 months
Text
Tumblr media Tumblr media
"İnsanın aklı kendine düşman olur mu? Benim aklım bana düşman."
Yol (1982), Yılmaz Güney, Şerif Gören
28 notes · View notes
haytaogluyunus · 5 months
Text
Tumblr media
KUTLAMA:
25 KASIM (1938)
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN KİLOMETRE TAŞLARINDAN, RAHMETLİ BÜYÜK ALİM
PROF. DR. EROL GÜNGÖR'ÜN DOĞUM GÜNÜ. SAYGIYLA ANIYORUM.
HAYATI
EROL GÜNGÖR
Erol Güngör, 25 Kasım 1938’de Kırşehir’de doğdu.
Babası Abdullah Sabri Bey, annesi Zelîha Gülşen Hanım’di. İlk ve orta eğitimini Kırşehir'de ve 1956’da Kırşehir Lisesi'nden mezun oldu. 1956 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk bölümüne kaydoldu. Burada hocası Fethi Gemuhluoğlu onu Mümtaz Turhan’la tanıştırdı. Mümtaz Turhan hocanın teşvikiyle hukuk fakültesinden ayrılıp İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne kaydını yaptırdı. 1961 yılında bu fakülteden mezun oldu,[1]
1961’de fakülteyi bitirince Tecrübî Psikoloji kürsüsünde asistan oldu. Fransızca ve İngilizce de öğrenen Erol Güngör, misafir profesör olan Hains’in asistanlığını yaptı ve onun ders notlarını Türkçeye çevirdi. Bu sırada Türkiye’de yeni bir bilim dalı olan Sosyal Psikolojiye yöneldi. Bu disiplinin önemli eserlerinden Krech ve Crithfield'in "Sosyal Psikoloji" kitabını Türkçeye çevirdi. 1965'de “Kelâmî (Verbal) Yapılarda Estetik Organizasyon” adlı teziyle doktor oldu. 1966'da ABD Colorado Üniversitesi'nde tanınmış sosyal-psikolog Kenneth Hammond'un daveti üzerine Amerika'ya gitti. Bu üniversitenin "Davranış Bilimleri Enstitüsü"nde milletlerarası bir ekibin araştırmalarına katıldı. Sosyal-psikoloji ders ve seminerlerini yürüttü. “Şahıslar arası İhtilafların Çözümünde Lisanın Rolü” konulu teziyle 1970 yılında doçent oldu. Akademik çalışmalarının yanı sıra çeşitli yerlerde yazılar yazmaya devam etti. Erol Güngör üniversitede verdiği derslerle, ilmi yayınlarıyla Türkiye'de sosyal-psikoloji dalını önemli bir saha haline getirdi.
Devlet Planlama Teşkilatı, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı’nın çeşitli komisyonlarında görev alan Güngör, 1978 yılında "Değerler Psikolojisi Üzerinde Araştırmalar" adlı teziyle profesör oldu. 1982 yılında YÖK tarafından Konya Selçuk Üniversitesi’ne rektör tayin edildi. Bu görevi sırasında 24 Nisan 1983’te geçirdiği bir kalp krizi sonucunda vefat etti. Zincirlikuyu mezarlığına defnedildi.
En verimli dönemi 70'li yıllardır. Hemen hemen bütün eserlerinde geleneği, halk, kültür, din ve şahsiyet ile yorumlamaktadır. Güngör'ün muhafazakârlığı statükoculuğa kapalı, değişimlere ve yenilikçiliğe açıktır.
Eserleri
Gençlik yaşlarında Ziya Gökalp'ten büyük ölçüde etkilenmiştir. “İslam’ın Bugünkü Meseleleri” isimli kitabı, Erol Güngör bibliyografyasında önemli yere sahiptir. Bu kitap 80’lerde yükselmeye başlayan “siyasi islam” ceryanına yöneltilmiş bir yorum olarak okunabilir. 19. yy’da İslam’ın ortaya koyduğu medeniyetin mağlup olduğunu, ancak temel probleminin, modern hayata uygun bir hukuk sisteminin yeniden üretilmesinde yattığına dikkat çeker; içtihat kapısının kapalı olduğu görüşünü eleştirir ve İslam’ın, kendi içinde tutarlı ve dengeli bir değerler sistemi sunduğunu, özellikle 20.yy’ın İslam prensiplerine çok geniş bir uygulama sahası verebileceğini öne sürer.
Erol Güngör’ün yazıları Türk Yurdu, Hisar, Türk Birliği, Töre, Türk Edebiyatı, Türk Kültürü, Millî Eğitim ve Kültür, Millî Kültür, Konevî, Toprak ve Diriliş dergileri ile Millet, Her Gün, Yeni Düşünce, Yeni Sözcü, Yol, Ayrıntılı Haber, Yeni İstanbul ve Ortadoğu gazetelerinde yayınlandı. Bunlardan 1974–1977 tarihleri arasında başyazarlığını yaptığı
Eserlerinde Türk toplumunun Tanzimat'tan bu yana yaşadığı kimlik sorununa ve kültür buhranına parmak basmıştır.
18 kitaba imza atan Erol Güngör'ün eserlerinin bir kısmı çeviri metinlerden oluşmaktadır.
Telif Eserleri
• Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak
• Dünden Bugüne Tarih Kültür ve Milliyetçilik
• İslam'ın Bugünkü Meseleleri
• İslam Tasavvufunun Meseleleri
• Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik
• Sosyal Meseleler ve Aydınlar
• Türk Kültürü ve Milliyetçilik
• Türkiye'de Misyoner Faaliyetleri
• Tarihte Türkler
• Kelâmî Sahada Estetik Yapı Organizasyonu
• Şahıslar Arası İhtilafların Çözümünde Lisanın Rolü
• Değerler Psikolojisi Üzerine Araştırmalar
Tercüme Eserleri
• Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme, Paul Hazard'dan
• Dünyayı Değiştiren Kitaplar, Robert Bingham Downs'dan
• İktisadi Gelişmelerin Merhaleleri, Walt Whitman Rostow'dan
• Sosyal Psikoloji, David Krech ve Richard S. Crutchfield'dan
• Yirminci Asrın Manası, Kenneth Boulding'den
• Sınıf Mücadelesi, Raymond Aron'dan
0 notes
kripto101resmi · 7 months
Text
Bizans Hata Toleransı Nedir?
Tumblr media
2008'de Bitcoin'in eşler arası bir e-para sistemi olarak ortaya çıkmasından bu yana, her biri kendi benzersiz sistemine sahip birçok başka kripto para birimi oluşturuldu. Ancak neredeyse tüm kripto para birimlerinin ortak noktası, mimarilerinin temel bir parçası olarak blok zincirine sahip olmalarıdır.
Bizans Hata Toleransı Nedir?
Birkaç istisna dışında blok zinciri, merkezi olmayan ve dağıtılmış bir bilgi işlem sistemi tarafından kontrol edilen bir dijital defter olarak işlev görecek şekilde tasarlanmıştır. Sonuç olarak blockchain teknolojisi, aracılara ihtiyaç duymadan şeffaf ve güvenilir finansal işlemlerin yapılabildiği, güvene dayalı olmayan bir ekonomik sistemin oluşmasına yol açmıştır. Kripto para birimleri, güvene dayalı geleneksel bankacılık ve ödeme sistemlerine güvenli bir alternatif olarak kullanılmaya başlandı. Çoğu dağıtılmış bilgi işlem sisteminde olduğu gibi, kripto para birimi ağındaki katılımcılar her zaman konsensüs olarak bilinen blok zincirin mevcut durumu üzerinde anlaşmalıdır. Ancak, dağıtılmış bir ağda güvenilir olmayan kimlik doğrulama ve güven elde etmek kolay değildir. Öyleyse, bazı düğümlerin başarısız olması veya dürüst olmaması mümkünken, dağıtılmış bir bilgisayar ağı nasıl fikir birliğine ve kararlara ulaşabilir? Bu, Bizans liderlik sorununun temel sorusuydu ve Bizans'ın hoşgörü kavramına neden oldu.
Tumblr media
Bizans Generalleri Problemi nedir?
Bizans Generalleri Problemi nedir?
Kısacası, Bizans liderlik sorunu 1982'de bir grup Bizans liderinin bir sonraki yolculuklarında fikir birliğine varmaya çalışırken nasıl iletişim sorunları yaşadıklarını gösteren bir mantık sorunu olarak düşünülmüştü. Sorun şu ki, her komutanın kendi ordusu var ve her grup ülkenin farklı yerlerinde konuşlanıyor ve saldırmayı planlıyorlar. Askeri liderler saldırmayı veya geri çekilmeyi kabul etmelidir. Üzerinde mutabık kalındığı sürece, saldırıp geri çekilmeleri önemli değil, önemli olan ortak kararların koordineli bir şekilde uygulanmasıdır. Dolayısıyla, aşağıdaki hedefler göz önüne alınmalıdır - Her bir general karar vermelidir: saldır ya da geri çekil (evet ya da hayır) - Karar verildikten sonra değiştirilemez - Tüm generaller aynı karar üzerinde hemfikir olmalıdır ve kararı eş zamanlı bir şekilde uygulamalıdır. Yukarıda tartışılan iletişim sorunu, bir generalin başka bir görevli ile ancak habercinin taşıdığı mesaj yoluyla iletişim kurabilmesi gerçeğine dayanmaktadır. Bu nedenle Bizans liderlik sorununun temel zorluğu mesajların ertelenebilmesi, bozulabilmesi veya kaybolabilmesidir. Ayrıca, mesaj doğru gönderilse bile, bir veya daha fazla komutan herhangi bir nedenle yanlış bir şey yapmayı tercih edebilir ve diğer komutanları yanıltmak için sahte mesajlar göndererek tam bir başarısızlığa neden olabilir. Bu sorunu blok zinciri bağlamına koyarsak, genel olarak ağ düğümlerini ve düğümlerini temsil eden herkes sistemin mevcut durumu üzerinde hemfikir olacaktır. Başka bir deyişle, tam bir başarısızlıktan kaçınmak için, dağıtılmış bir ağdaki birçok katılımcı aynı şey üzerinde anlaşmalı ve eylemi gerçekleştirmelidir. Bu nedenle, bu dağıtık sistemlerde onay almanın tek yolu, ağdaki nüfusun en az ⅔'inin dürüst ve güvenilir bir şekilde hareket etmesidir. Bu, birçok ağ kötü niyetli olmaya karar verirse, sistemin saldırılara açık olacağı anlamına gelir (örneğin, saldırısı). Bizans Hata Toleransı (BFT) Kısacası, Bizans Hata Toleransı (BFT), Bizans Generalleri sorununun neden olduğu başarısızlık türüne dayanabilecek bir sistemin özelliğidir. Bu, bazı düğümler başarısız olsa veya yanlış bir şey yapsa bile BFT sisteminin çalışmaya devam edebileceği anlamına gelir. Bizans Generalleri sorununa birçok çözüm var ve bu nedenle bir BFT sistemi geliştirmenin birçok yolu var. Benzer şekilde, blok zincirinin Bizans hata toleransına ulaşması için farklı yollar vardır ve bu bizi algoritmik doğrulamaya götürür.
Tumblr media
Blockchain Mutabakat Algoritması
Blockchain Mutabakat Algoritması
Konsensüs algoritmasını, blok zinciri ağının fikir birliğine ulaştığı süreç olarak tanımlayabiliriz. En yaygın uygulamalar Proof of Work (PoW) ve Proof of Stake'dir (PoS). Ancak Bitcoin örneğine bakalım. Bitcoin protokolü sistemin ana kurallarını tanımlamasına rağmen, PoW konsensüs algoritması, konsensüs sağlamak için (örneğin, işlemleri doğrularken ve doğrularken) bu kuralların nasıl uygulanacağını açıklar. İş kanıtı kavramı kripto para birimlerinden önce gelse de, Satoshi Nakamoto, bir BFT sistemi olarak Bitcoin oluşturmak için bir algoritma olarak PoW'un değiştirilmiş bir versiyonunu geliştirdi. PoW algoritmasının 0 Bizans hatasına dayanıklı olmadığı, ancak gelişmiş yatırım süreci ve altında yatan gizem nedeniyle Pow'un en güvenli uygulamalardan biri olduğunu kanıtladı. ve blok zinciri için güven. Bu anlamda birçok kişi Satoshi Nakamoto tarafından oluşturulan hizmet sözleşmesinin kanıtlarını Bizans hatasına giden en iyi yollardan biri olarak görmektedir. Bizans Hata Toleranslı Sistemlerin Gereksinimleri Bir sistemin Bizans Hata Toleranslı (BFT) olarak kabul edilebilmesi için aşağıdaki gereksinimleri karşılaması gerekir: Tüm düğümler, sistemdeki diğer düğümlerin bir kısmının hata yapabileceğini veya kötü niyetli olabileceğini bilmelidir. BFT sistemi, hata yapan veya kötü niyetli olan düğümleri tespit etmelidir. BFT sistemi, hata yapan veya kötü niyetli olan düğümlerin sistem üzerinde olumsuz bir etkisini önlemelidir.
Tumblr media
Bizans Hata Toleranslı Sistemlerde Hata Türleri
Bizans Hata Toleranslı Sistemlerde Hata Türleri
BFT sistemlerinde, hata yapan veya kötü niyetli olan düğümler aşağıdaki hata türlerinden birini yapabilir: Veri kaybı: Düğüm, kendisine gönderilen veriyi kaybedebilir. Veri bozulması: Düğüm, kendisine gönderilen veriyi bozabilir. Yanlış bilgi yayma: Düğüm, yanlış bilgi yayabilir. Sistem çökmesi: Düğüm, sistemden tamamen çıkabilir. Bizans Hata Toleranslı Sistemlerin Çözümleri BFT sistemleri, hata yapan veya kötü niyetli olan düğümlerin olumsuz etkilerini önlemek için çeşitli çözümler kullanır. Bu çözümler, düğümlerin birbirlerini doğrulamalarını, işlemlerin doğruluğunu doğrulamalarını ve hata yapan veya kötü niyetli olan düğümleri izole etmelerini içerir. Kripto Paralarda Bizans Hata Toleransı Kripto paralar, dağıtık sistemler olarak tasarlanmıştır. Bu nedenle, kripto paraların güvenilir ve güvenli bir şekilde çalışması için Bizans Hata Toleranslı (BFT) bir sisteme ihtiyacı vardır. Kripto paralarda kullanılan BFT sistemleri, genellikle aşağıdaki teknolojileri kullanır: Konsensus algoritmaları: Düğümlerin fikir birliğine varmasını sağlar. Düğüm doğrulama: Düğümlerin birbirlerini doğrulamasını sağlar. İşlem doğrulama: İşlemlerin doğruluğunu doğrular. Hata tespiti ve izolasyonu: Hata yapan veya kötü niyetli olan düğümleri tespit eder ve izole eder. Kripto Paralarda BFT'nin Önemi Kripto paralarda BFT'nin önemi aşağıdaki gibi sıralanabilir: Güvenilirliği sağlar: BFT, kripto paraların güvenilir bir şekilde çalışmasına yardımcı olur. Güvenliği sağlar: BFT, kripto paraların güvenliğini sağlar. Etkileşimsizliği sağlar: BFT, kripto paraların etkileşimsiz bir şekilde çalışmasını sağlar. Kripto Paralarda BFT'nin Kullanım Alanları Kripto paralarda BFT, aşağıdaki alanlarda kullanılır: Blockchain ağları: BFT, blockchain ağlarının düzgün çalışması için gereklidir. Akıllı sözleşmeler: BFT, akıllı sözleşmelerin güvenilir ve güvenli bir şekilde çalışması için gereklidir. Onaylanmış ödeme sistemleri: BFT, onaylanmış ödeme sistemlerinin güvenilir ve güvenli bir şekilde çalışması için gereklidir.   Read the full article
0 notes
gundembuca · 9 months
Text
Dokuz Eylül Üniversitesinde mezuniyet coşkusu
Tumblr media
Dokuz Eylül Üniversitesi, 41’inci yaş gününde mezuniyet töreni düzenlerken, törende mezun öğrenciler kep atarak mutluluk yaşadı. Törendeki konuşmasında Türkiye Yüzyılı vizyonuna uygun şekilde faaliyet sürdürdüklerini belirten Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar, "Biz her zaman buradayız, iyi gününüzde de kötü gününüzde de yanınızdayız" diyerek öğrencilere seslendi. Dokuz Eylül Üniversitesi 2022-2023 Akademik Yılı Ortak Mezuniyet Töreni, 20 Temmuz 1982’de kurulan üniversitenin 41’inci yaş gününde gerçekleşti. Dokuz Eylül Üniversitesi Sabancı Kültür Sarayı’nda gerçekleştirilen etkinliğe Rektör Prof. Dr. Nükhet Hotar, Türk Dünyası Üniversiteleri Temsilcisi rektörler, mezun öğrenciler ve aileleri katıldı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından üniversitenin tanıtım filminin gösterimi ile başlayan etkinlik, konservatuvar öğrencilerinin konserleri ile devam etti. Törende, Buca Eğitim Fakültesi Mezunu, DEÜ Öğrenci Konseyi Başkanı Umut Kafadar, Güzel Sanatlar Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi İbrahim Güngör, İdari ve Mali İşler Daire Başkanı İbrahim Demir ve İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekan Vekili Prof. Dr. Hüseyin Avni Egeli konuşma yaptı.
Tumblr media
"Türkiye Yüzyılı vizyonuna uygun şekilde..." Törendeki konuşmaların ardından kürsüye çıkan Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar, üniversite olarak Türkiye Yüzyılı vizyonuna uygun şekilde faaliyetlerini sürdürme hedefinde olduklarını söyledi. Prof. Dr. Hotar, "Türk bilim dünyamızın saygın markalarından birisi olan araştırma üniversitemiz, kurulduğu 20 Temmuz 1982 yılından bu yana, akademik faaliyetleriyle, aziz milletimiz ve dünyamızın selameti için çalışan bir yükseköğretim kurumudur. Sahip olduğu ilke ve değerleriyle Güçlü Türkiye’nin refahına katkı sağlayan kurumumuz aklını ve vicdanını da kullanan bilgili ve donanımlı bireyleri de topluma kazandırmaktadır. Bu yıl kuruluşunun 41’inci yılını kutlayan büyük ailemizin başarısı, yetiştirdiği ve mezun ettiği mensuplarının emeklerinde saklıdır. Bu gençlerimiz üstlendikleri sorumluluk ve ürettikleri değerler ile kurumumuza ve ülkemizin geleceğine güç vermektedir. Bu noktada rektörlüğümüz ise sizlerin bize emanet ettiği evlatlarımıza sahip çıkmaya, onlara yol göstermeye özen göstermektedir. Hedefimiz, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın işaret ettiği Türkiye Yüzyılı vizyonuna uygun şekilde faaliyetlerimizi sürdürmek ve sürdürmeye devam etmek" dedi. "Biz her zaman buradayız" Mezun öğrencilere yönelik de açıklama yapan Prof. Dr. Hotar, "Sizi seven bir büyüğünüz olarak şunu vurgulamak isterim: İnsan, korkusuyla yüzleşirse kendisini keşfeder. İlk adımı atın, girişimci ve cesur olun. Sizi engellemek isteyen insanlardan da uzak durun. Biz gururlu bir milletin asil evlatlarıyız. Ona olan bağlılığınız, milli ve manevi değerlerimize sahip çıkmanız, sadece ülkemiz için değil kendi geleceğiniz adınadır. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği yol, cesaret ile çıktığımız yolda hepimizin başlangıç noktasıdır. Biz her zaman buradayız, iyi gününüzde de kötü gününüzde de yanınızdayız" diye konuştu. Coşkuyla kep fırlattılar Türk Dünyası Üniversiteleri Temsilcisi rektörlere dostluk belgesi sunumu ve üniversiteden derece ile mezun olan öğrencilere dostluk belgesi sunumuyla devam eden törende, daha sonra üniversitenin 41’inci yaş günü olması nedeniyle pasta kesildi ve toplu fotoğraf çekildi. Törenin sonunda ise mezun öğrenciler keplerini atarak mezuniyetin sevincini coşkuyla yaşadı. https://www.youtube.com/watch?v=6pnpKgU43wI&t=27s Read the full article
0 notes
eserozetlerim · 1 year
Text
Ataol Behramoğlu Şiirleri
New Post has been published on https://eserozetleri.com/ataol-behramoglu-siirleri/
Ataol Behramoğlu Şiirleri
Ataol Behramoğlu Şiirleri, Türk edebiyatının önde gelen şairlerinden biridir. 1937 yılında doğan Behramoğlu, şiirlerinde toplumsal ve insani konulara yoğunlaşmıştır. Edebiyatımızda önemli bir yeri olan şair, çok sayıda şiir kitabı yayınlamıştır. Bu yazıda, Ataol Behramoğlu Şiirleri hakkında bilgi verilecek ve kısaca değerlendirilecektir.
youtube
Ataol Behramoğlu Şiirleri
Ataol Behramoğlu Şiirleri, Türk Edebiyatındaki eşsiz eserler arasında yer almaktadır.
“Karanfil Sokağı” (1962)
Ataol Behramoğlu’nun ilk şiir kitabı olan “Karanfil Sokağı”, 1962 yılında yayınlanmıştır. Şairin bu ilk kitabında, toplumsal konuları işlediği şiirler yer almaktadır. Kitap, Türk edebiyatının toplumsal gerçekçilik akımının önemli örneklerinden biri olarak kabul edilir.
“Kan Ve Gül” (1968)
Behramoğlu’nun “Kan Ve Gül” adlı ikinci şiir kitabı, 1968 yılında yayınlanmıştır. Şair, bu kitapta da toplumsal ve politik konulara odaklanmıştır. Kitap, zamanının siyasi ortamına eleştiriler getirdiği için dönemin iktidarları tarafından sansürlenmiştir.
“Üçüncü Şahıs” (1973)
“Üçüncü Şahıs” adlı şiir kitabı, 1973 yılında yayınlanmıştır. Behramoğlu, bu kitapta, toplumsal konulara biraz daha öznel bir bakış açısıyla yaklaşmıştır. Şair, aynı zamanda doğa, insan ilişkileri ve aşk gibi konuları da işlemiştir.
“İstasyon İnsanları” (1982)
Behramoğlu’nun “İstasyon İnsanları” adlı şiir kitabı, 1982 yılında yayınlanmıştır. Kitapta, şair toplumsal konuların yanı sıra, insanın iç dünyasını da işlemiştir. Şiirlerinde insanın yalnızlığı, karanlık ve umutsuzluk gibi konulara yer vermiştir.
“Yaşadığımız Dünya” (1996)
“Yaşadığımız Dünya” adlı şiir kitabı, 1996 yılında yayınlanmıştır. Behramoğlu, bu kitapta da toplumsal sorunları işlemiştir. Şair, insanın doğayla olan ilişkisine de dikkat çekmiştir. Kitap, Behramoğlu’nun en önemli şiir kitaplarından biridir.
Ataol Behramoğlu’nun şiirlerinde, insanın toplumsal ve insani sorunlarına odaklandığı görülür.
Ataol Behramoğlu Şiir
Şair, Türk edebiyatında toplumsal gerçekçilik akımının önemli temsilcilerindendir. Şiirlerinde genellikle günlük hayatın içindeki sıradan insanların yaşamlarını ve sorunlarını işler. Ayrıca doğa, aşk, yalnızlık gibi konulara da yer verir.
Behramoğlu’nun şiirlerinde sade bir dil kullanımı vardır. Şiirleri anlaşılır, akıcı ve etkilidir. Şiirlerinde sıklıkla tekrarlanan imgeler vardır. Örneğin, “gökyüzü”, “rüzgar”, “deniz”, “ağaçlar”, “yol”, “gece” gibi imgeler, şiirlerinde sıkça kullanılır.
Ataol Behramoğlu, Türk edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Şiirleri, insanın iç dünyasına dokunan, toplumsal sorunları işleyen ve güçlü bir duygusal etki bırakan niteliktedir.
Ataol Behramoğlu’nun en önemli şiir kitapları arasında şunlar yer alır:
Karanfil Sokağı (1962)
Kan ve Gül (1968)
Üçüncü Şahıs (1973)
İstasyon İnsanları (1982)
Yaşadığımız Dünya (1996)
Kapı Açık (2004)
Ayrılık Sevdaya Dahil (2017)
Behramoğlu’nun her kitabında farklı bir konuya ve yaklaşım tarzına yer vermesi, şiirlerinin zenginliğini arttırmaktadır. Behramoğlu’nun şiirleri, Türk edebiyatının önemli yapıtları arasında yer almaktadır.
Ataol Behramoğlu Şiirleri
Ataol Behramoğlu Kimdir?
Ataol Behramoğlu’nun şiirleri sadece Türk edebiyatında değil, dünya edebiyatında da saygı görmektedir. Şiirleri, birçok dilde çevrilmiş ve yurt içi ve yurt dışında birçok ödül kazanmıştır. Behramoğlu’nun, Türk şiirinin geleneksel anlatım biçimlerinden farklı bir dille, toplumsal gerçekçiliğin çerçevesinde şiirler yazması, Türk şiirinin gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur.
Ataol Behramoğlu, sadece şiirleriyle değil, aynı zamanda düşünsel yapısı ve toplumsal duruşuyla da edebiyat dünyasında saygı görmektedir. Şair, Türkiye’deki sosyal, siyasal ve kültürel hayatın sorunlarına dair görüşleri ve eleştirileriyle de tanınmaktadır.
Sonuç olarak, Ataol Behramoğlu, Türk edebiyatının önemli şairlerinden biridir. Şiirleri, toplumsal gerçekçiliğin çerçevesinde, sade bir dil ve güçlü imgelerle yazılmıştır. Şairin eserleri, sadece Türk edebiyatında değil, dünya edebiyatında da saygı görmektedir. Ataol Behramoğlu, Türk şiirine yaptığı katkılar ve toplumsal duruşuyla edebiyat dünyasında önemli bir yer edinmiştir.
0 notes
teknobist · 1 year
Link
0 notes
drmuhgulaysavas · 2 years
Text
X KUŞAĞI İÇİN DÖNÜŞÜM
Tumblr media
Geçen hafta çekimlerini yaptığımız “Bahar Yıldırım ile Kurumsal Eğitim Dünyası” programı bugün saat 17.05’de ST Endüstri Radyo kanallarından yayınlanacak. Bahar Yıldırım ile yaptığım 45 dakikalık sohbette yine olmazsa olmaz, insana, hayata ve kurumsal yaşama bütünsel baktık ve hepsine değindik. Kendi açımdan ve geçmişimden baktığımda insan, bireysel ve kurumsal yaşam hepsi benim için bunlar ayrılmaz parçalar. Baktığımda bu üç bilinmeyenli denklemi çözmek için kullandığım üç formülüm var. İnsana, yaşama ve şirketlere çok boyutlu bakıyorum ve öyle olduklarını da biliyorum artık. Tek bir çerçeveden baksaydım ve sadece bize okullarda öğretilen, o sınırlı bilgiler ile yola devam etseydim, bugün VAR olmazdım. X kuşağı olan ve hayatında çoğunlukla gerek kadın girişimci, gerek eğitmen, gerek anne- çalışan-evlat vs. tüm kimliklerinden mücadelesini tek başına vermiş biri olarak hayatta kalabilmek adına tutunabileceğim tek bir şey vardı: Bilginin gücüne olan inancım. Bunu cesaretim ve öğrenme merakım ile besledikçe düşsem – kalksam da ayakta kaldım. Çünkü etrafımda, dış dünyamda yardım – kurtarıcı – destek – çözüm – rehber – yol gösterici vs. amaçlı aradığım, tutunmak istediğim tüm kişi – kurum vs.lerde elim havada kalmıştı. Bu bir yandan normaldi. Neden derseniz bakın X kuşağı bizlerin yaşadığı kriz ve darbelerden bir kısmını aşağıda paylaşıyorum  Krizler - 1980 sonrası serbest piyasa mekanizmasına dayanan krizler. -1982 Bankerler Krizi. -1990 Körfez Krizi. -Nisan 1994 hiper enflasyon krizi. - 2001 Ekonomik krizi ya da kara Çarşamba  krizi. - 2008 küresel ekonomik kriz - 2018-2022 döviz ve borç krizi Darbeler - 12.Mart.1971 Muhtırası - 27.Aralık.1979 Muhtırası - 12.Eylül.1980 Darbesi - 28.Şubat.1997 post modern darbe - 27.Nisan.2007 E-Muhtıra - 15.Temmuz.2016 Askeri darbe girişimi Bunlara daha sol – sağ çatışmalarını, PKK olaylarını vs.yi eklemedim. Bu kadar kaotik olayların içinde bir de benim kuşak için geleceğin bilimi, çözümü olan Bilgi Teknolojilerine, BİLGİYE tutunarak ayakta ve hayatta ve de tek başıma olarak kaldım.
Tecrübe yediğimiz kazıkların bileşkesi imiş. Kazık, acı, ihanet, başarısızlık, çaresizlik, kayboluşlar, her türden depresyonlar, krizler vs. o kadar çok oldu ki hayatımda, hayatımızda artık bağışıklık ve muhteşem bir TECRÜBE kazandık. Sadece kendim adına ben değil, bizim X kuşağı adına da konuşuyorum. Ayrıca tüm bunların arasından sağ salim ve de dönüşerek çıkabiliyorsanız, güçleniyorsunuz da. Sonuç olarak, - Bu kaosların size anlattıklarını görmezseniz - Yaşamın görünen ve görünmeyen boyutlarının farkına varmazsanız - İnsana sadece et-kemik ve görünen fiziksel boyutu ile bakarsanız - İnsanı bir makine gibi görürseniz - Hayatı sadece 5 duyunuz ile algılarsanız - Çoğu kişi gibi, iş yaşamına veya yaşama sadece para-para diye ve - Her konuşana insan diye bakarsanız - Her bilene inanırsanız - Kendi içinize hiç bakmaz, güvenmezseniz - Kendinizi bilmezseniz - Şirketleri sadece süreçlere bağlı olarak işletirseniz - Sadece kolları sıvayıp, her şeyiyle işe girişmeyi girişimcilik sayarsanız O kaoslar içinde kaybolur, sağlığınızı da ve psikolojinizi de bozarsınız. İşte tüm bunların arkasında bireysel veya kurumsal zihnimizi daha bütünsel kullanmakla, daha çok bilgi ve eğitim ile, aydınlanmakla, cesaretle, insana ve bilgiye birer KAYNAK olarak bakmakla, çözümleri dışarıda değil, kendimizde aramakla gelen bir YOL var. Buna yeni bir HAFIZA oluşturmak, yeni bir ZİHİN oluşturmak diyorum. İster bireysel yeni bir ZİHİN, ister kurumsal yeni bir ZİHİN. Benim için aynı. Yukarıdan baktığınızda tüm ORMANI görürsünüz. Telaş, zaman baskısı, manipülasyon, yine kaos ve kriz haline sokulursanız ve sizler de bunu kabul ederseniz önünüzdeki ağaçtan başkasını göremezsiniz. Sonuç olarak dönüşmek ancak yeni bir ZİHİN ile mümkündür!
0 notes
Photo
Tumblr media
I Taha surəsi, 122-ci ayə. “Artıq sizə Məndən bir yol göstərici gələcəkdir; kim Mənim hidayətimə uyarsa” hz. Mehdi (ə.s)-a uyarsa “artıq o azmaz və bədbəxt olmaz.” Əbcədi; 1982 tarixini verir. “Artıq sizə Məndən bir yol göstərici gələcəkdir”; Əbcədi 1982 tarixini verir. Taha surəsi 123. “Kim də Mənim zikrimdən üz çevirsə, artıq onun üçün sıxıntılı bir dolanışıq vardır” iqtisadi böhran, “və Biz onu qiyamət günü məşhərə kor olaraq gətirərik” deyir Allah. Çünki onlar; “təsadüfən göz yaradıldı” deyir. Təsadüfən yaradılmış gözün necə olacağını görəcəklər axirətdə. Çünki “ruh yoxdur” deyirlər. O zaman kimdir görən? Allaha inanmayanlar qaranlığı görəcəklər, inşaAllah. #quran #ayə #surə #ixlas #islam #iman #əxlaq #hzəli #tövbə #təqva #dinipaylasimlar #hədis #Allah #evdəqal #namaz #təfsir #din #hidayət #mehdi #hzmehdi #hidayet https://www.instagram.com/p/Cd5ywCbMUgA/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
Photo
Tumblr media
1 note · View note
peter-ash · 3 years
Text
Tumblr media
3 notes · View notes
thecinematicshots · 4 years
Photo
Tumblr media
Yol (1982) dir. Yılmaz Güney
5 notes · View notes
Text
Tumblr media
Reel sosyalizmde ve kapitalizmin bugününde kadınlar
Büyük Ekim Devrimi ile beraber kadının toplumsal hayatta hak eşitliğinin sağlanması adına birçok adım atılmıştır. Kadının toplumsal hayata katılımını sağlamak için çok kısa sürede önemli çalışmalar yapılmış ve atılan adımlar yasalarla güvence altına alınmıştır. İlk olarak işçilerin ve kadınların siyasete katılımı noktasında önemli bir karar olarak, çalışma saati 8 saate düşürülmüştür. Ev işlerleri kadının görevi olmaktan çıkarılmış ve devlet eliyle kolektifleştirilmiştir. Kadının emeğinin özgürleştirilmesi adına çamaşırhaneler, yemekhaneler, ücretsiz kreşler ve yaşlı bakımevleri kurulmuştur.
Ekim Devrimi’nden hemen sonra Barış Kararnamesi ilan edilmiş ve Birinci Dünya Savaşı sona ermiştir. İkinci kararname ise Toprak Kararnamesi olmuştur. Toprak üzerinde özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıyla köylüler ve özellikle köylü kadınlar toprağı serbestçe kullanmıştır. Kadınlar, yüzyıllar sonra toprak üzerinde üretim yaparak yoksulluktan kurtulmuştur.
Lenin, Ekim Devrimi’nden hemen sonra kadının toplumsal, cinsel ve ekonomik alanlarda hak eşitliğinin ve toplumsal hayatta temsiliyetinin sağlanması konusuna özellikle eğilmiştir. 1918 yılında çıkarılan Medeni Kanun ile beraber kadınlar iş, eğitim, evlilik gibi alanlarda daha önce hiçbir kapitalist ülkenin sağlamadığı haklara kavuşmuştur. Dini nikah yasaklanmıştır. Resmi nikahlı ve nikahsız beraberlikler ve bu beraberlikten doğan çocuklar yasalar önünde aynı haklara sahip olmuştur. Erkek egemenliğinin kaldırılması hedeflenmiş, aile içerisinde kadın ile erkeğin konumu ve rolleri eşitlenmiştir. Soyadı konusunda kadına hiçbir baskı yapılmamıştır. Evlilik içerisinde kadınlar kendi soyadını kullanabilmekte veya erkek de eşinin soyadını kullanabilmektedir. Boşanmanın önündeki engeller kaldırılmıştır. Kürtaj hakkını yasallaştığı ilk devlet Sovyetler Birliği olmuştur.
Sovyetler Birliği’nde kadını ekonomik alanda eşitlemek ve kadın emeğinin önündeki engelleri kaldırmak adına ilk olarak ‘eşit işe, eşit ücret’ yasası çıkarılmış, kadınlar erkek işçiler ile eşit oranda ücret almaya başlamıştır. Kadınlara gebelik izni verilerek, gebelik sonrasında işlerine dönmeleri konusunda kolaylaştırıcı uygulamalar geliştirilmiştir. Çocuk emziren kadınlara süt izni tanınarak, üç buçuk saatte bir en az otuz dakika olmak üzere emzirme hakkı verilmiştir. İşçi kadınlar, regl dönemlerinde ücretli izin kullanabilmektedir. Tüm bu yasalar ve uygulamalar Sovyetler Birliği’nde kadının ve kadın emeğinin korunması adına örnek teşkil edebilecek eşsiz kazanımlardır.
Sovyetler Birliği’nde anne ve çocuk sağlığının korunması da yasalarla güvence altına alınmıştır. Hamile kadınlar ve anneler işten atılamamakta, iş seyahatlerine gönderilmemekte ve gece mesailerinde çalıştırılmamaktadır. Anne ve çocuk hizmetleri için çok sayıda anne evi, ebe merkezi ve süt emzirme istasyonları mevcuttur.
Sovyetler Birliği’nde kadının ve kadın emeğinin korunmasına dair atılan adımlar, kadınların üretim süreçlerindeki varlığında büyük etkiler yaratmıştır. Örneğin; 1929-1933 yılları arasında çalışan kadın sayısında iki kat artış yaşanmıştır. “Bütün kadın cinsinin yeniden toplumsal üretime dönmesi” (Engels) hedefinde önemli yol katedilmiştir. 1979 senesinde Sovyetler Birliği’nde çalışan kadınların oranını %88,4 olarak saptanmıştır. Bu oran, aynı dönemde Avrupa ülkelerinde yalnızca %15 civarındadır.
Ekim Devrimi’nin kadınları yeniden üretim sürecine ve toplumsal hayata dahil etme noktasındaki irade ve başarısı şu verilerle özetlenebilir:
1930’lu yılların ortalarında kadınlar arasında okur-yazar olmama durumu ortadan kaldırılmıştır.
1970’li yıllarda %44 oranında kadın mühendis bulunmaktadır. O dönem için Sovyetler Birliği dünyada en yüksek kadın mühendise sahip ülkedir.
1929’da 3 milyon 304 bin olan kadın çalışan sayısı, 1933 yılında 6 milyon 908 bin olmuştur.
1982 yılı verilerine göre savcıların %36’sı, savcı yardımcılarının %54,9’u kadındır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan önce kadın ve erkek işi ayrımı ortadan kaldırılmıştır.
Ayrıca, işçilerin sanatsal ve sportif alanlarda gelişmesi adına, ücretsiz spor kursları açılmış ve fabrikalarda tiyatro oyunları, şiir okuma geceleri gibi çeşitli sanatsal faaliyetler düzenlenmiştir. Toplumsal, ekonomik ve cinsel hayatta atılan bu adımların işçi kadınların hayatlarına yansımasına dair fikir edinmek için, Pravda’ya işçi kadınlar tarafından yazılan bir mektupta geçen “Ekim Devrimi’nden sonra ancak biz işçi kadınlar güneşi gördük.” ifadesi örnek verilebilir.
Lenin, Ekim Devrimi’nin ardından kadınların tam hak eşitliğinin sağlanması adına çıkarılan yasaları oldukça önemsemiş olmakla beraber, kadının tam hak eşitliğinin yalnızca, kadını yasalar önünde eşitlemekle sağlanamayacağının bilincindedir. Bu nedenle, Sovyetler Birliği’nde kadının konumu yalnızca yasalar önünde eşitlenmekle kalmamış, kadınların ekonomik bağımsızlıklarını ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak adına çeşitli önlemler almıştır. 1919 Parti Programı’nda yer alan şu ifadeler Sovyetler Birliği’nde kadının konumuna dair fikir verecektir: “Partinin mevcut görevi esas olarak proletarya ve köylülüğün en geri kalmış kesimlerindeki eşitsizlik ve ön yargıların izlerini yok etmek üzere ideolojik ve eğitim çalışmasına öncelik vermektir. Parti, kadınların yasal eşitliğini yeterli bulmaz. Kadınların köhnemiş ev ekonomisi ve maddi yükten kurtarılması için kolektif birimler, yemekhaneler, çamaşırhaneler, kreşler ve benzeri merkezlerle bu yapıyı değiştirmek üzere mücadele eder.” 
Kadının tam hak eşitliğinin sağlanması konusunda yasalar önündeki eşitliğin sağlanmasının yanı sıra gündelik hayatın da devrimci değişimi önemli bir konudur. Aleksandra Kollontay, gündelik hayatın devrimci dönüşümüne duyulan gereksinimin üzerinde önemle durmuştur. Kollontay, kadının tarihinin arka planına bakıldığında “mutfağın ve evliliğin” ayrılmasının çok önemli bir adım olduğunu belirtmektedir. Kadın açısından bu durumun önemini, ‘devlet ve kilisenin’ ayrılması kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. Kollontay, evliliğin ve mutfağın ayrılmasının Sovyetler Birliği’nde, devrimden sonra daha ilk aylarda kurulan halka açık kantinler aracılığıyla sağlanmaya çalışıldığından bahsetmektedir. Halk kantinlerinin devrimin ilk yıllarında, henüz çok yetersiz olduğunu belirten Kollontay, buna rağmen 1919-1920 yıllarında Petersburg’da tüm nüfusun hemen hemen %90’ının ve Moskova’nın %60’ının beslenme ihtiyacının halk kantinleri aracılığıyla karşılandığını aktarmaktadır.
Kadınların Sovyetler Birliği’nde kazandıkları ekonomik ve sosyal hakları toplumsal hayatta pratiğe dökmek üzere 1919 yılında Merkez Komitesi’ne bağlı kurulan ‘jenotyel’, işçi ve köylü kadınlara, ev işlerinin toplumsallaşması, annelik hakları ve kadının toplumsal hayatta varlığının arttırılması gibi konularda çok önemli eğitimler vermiştir.
Sovyetler Birliği ile somutlaşan sosyalizm deneyiminde, kadının kurtuluşu konusu göz önüne alındığında doğu coğrafyasındaki kadınların sosyalizmle hayatlarının nasıl değiştiği önemli bir örnektir. Aydınlanma devrimlerinin ulaşmadığı ve İslam dininin hüküm sürdüğü Türkmenistan, Azerbaycan, Kırgızistan gibi coğrafyalarda kadınlar neredeyse hiç toplumsal üretime dahil olmamışlardı.
Komünist Parti ve Jenotyeller yüzyıllar boyu gericilik kıskacında yaşayan bu kadınlara önemle eğilmiştir. Devrimle beraber, kadınlara sağlanan tüm haklar bu coğrafyada yaşayan kadınlar için de geçerli olmasına karşın pek çoğu bu haklardan haberdar bile değildir. Bu nedenle bu kadınları öncelikle hakları konusunda bilgilendirmek ve bu hakları kullanacakları bilince ulaştırmak gereklidir. Jenotyeller bu konuda ısrarcı olmuş, tüm zorluklara karşın bu kadınlara ulaşmayı başarmıştır.
Jenotyeller tarafından ilk aşamada bu kadınlara hakları anlatılır. Daha sonra okuma yazma kursları açılır, korunma yöntemleri, çocukların eğitimi vb. konularda konferanslar düzenlenir. Kültürel alanda gelişimlerini sağlayacak tiyatro ve film gösterimleri yapılır.
Tüm bunların yanı sıra Jenotyellerin asıl hedefi bu kadınların ekonomik özgürlüğünü sağlayarak onları toplumsal üretim sürecine dahil etmektir. Neredeyse toplumsal üretime hiç girmemiş bu kadınları, üretim sürecine dahil etmek oldukça zor bir mücadele başlığıdır.
Bu coğrafyanın kadınları ilk olarak, sosyalizmle beraber kendilerine tanınan boşanma hakkını kullanmışlardır. Kadınlar şiddetin var olduğu ve erkeğin çok eşli olduğu evlilik adı altında sürdürülen kölelikten kurtulmuştur.
1934 yılında okur yazarlık oranı doğu halkları arasında %70’e ulaşmış, 1936 yılında ise okur yazar olmama durumu ortadan kaldırılmıştır. Sosyalizmle beraber aile ve koca boyunduruğundan kurtulan bu kadınlar siyasi yaşama da katılım sağlamıştır. 1948 yılında Sovyetler Birliği Özerk Cumhuriyetler Yüksek Sovyeti’nin 29’unu kadınlar oluşturur.
Sosyalizm yalnızca Sovyetler Birliği’ndeki kadınlar için değil, diğer ülkelerin kadınlarının da kazanım elde etmesinin önünü açmıştır. Sermaye düzeni Sovyetler Birliği’nin kuruluşuyla beraber birçok başlıkta taviz vermek zorunda kalmıştır. Kadınlara oy hakkı verilmesi, kamusal hizmetler, çalışma yaşamı sosyal haklar gibi bir dizi alanda kazanım sağlanmıştır.
Sovyetler Birliği’nde kadının tam hak eşitliğinin sağlanması adına toplumsal, cinsel ve ekonomik alanda atılan adımlar, 70 yıla sığdırılmış önemli ve eşsiz bir deneyimdir. Sovyetler Birliği’nde atılmış olan adımların, bugün, kapitalist bir ülkede gerçekleştirilmesi hayal dahi edilemez. Başta söylediğimiz gibi, kadın sorunu sınıflı toplumların yarattığı ve kapitalizmin pekiştirdiği bir sorundur. Bu nedenle, kadın sorununa kapitalizme içkin ve mevcut üretim ilişkileri üzerinden bir çözüm üretilemez.
Sosyalizmin çözülüşünün ardından
Toplumsa hayatta kadının tam hak eşitliğini ve kadınların ekonomik bağımsızlığını sağlayan Sovyetler Birliği’nde kadınların kazanımları, bu yazıya sığdırılamayacak kadar kapsamlı bir konudur. Bugün dünyanın her yerinde, kadınların toplumsal hayattaki konumu, Sovyet kadınlarının çok daha gerisindedir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla beraber birçok kapitalist ülkede kadınların elde ettiği kazanımlar birer birer yok edilmiştir.
Yıllar önce Sovyet kadınlarının kazandığı, eşit işe eşit ücret, kreş hakkı, süt izni ve doğum izni gibi konular bugün halen kadınların mücadele başlıklarını oluşturmaktadır. Sermaye düzeni anneliği kutsarken, kadınların kazanılmış hakları olan doğum izni, süt izni gibi hakları, işten atılma bahanesi olarak karşımıza çıkarılmaktadır. Kamu hizmeti olarak sunulması gereken ücretsiz kreş hizmeti, lüks bir ihtiyaçmış gibi gösterilmektedir. Kadın emeği, sermaye tarafından ucuz emek gücü olarak görülürken, kadınlar uzun mesai saatleri altında büyük oranda kayıtdışı olarak çalıştırılmaktadır. Covid-19 etkisiyle geniş tanımlı kadın işsizlik oranı %41’e ulaşmıştı. (Disk-ar Ocak 2021 raporu)
Sömürünün beslediği gericilik ise kadınların hayatlarına kabus gibi çökmektedir. Bugün, kadın erkek eşitliğine “fıtrat” düzleminde ele alan siyasal islam, cinsiyet eşitliğini sağlamak bir yana, kadınların ikincil konumunu pekiştirmektedir. Topluma sirayet eden gericilik, kadınlara şiddet olarak dönmektedir. Artık iktidarın bile görmezden gelemediği kadın cinayetleri rakamları ortadadır. 2002-2017 yılları arasında en az 7.000 kadın cinayeti işlenmiştir.
Yukarıdaki satırlarda anlatmaya çalıştığımız gibi, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kapitalist özel mülkiyet arasında tarihsel bir ilişki bulunmaktadır. Engels’in vurguladığı gibi “Kadınla erkeğin gerçek eşitliği, her ikisinin sermaye yoluyla sömürülmesi ortadan kalkınca ve özel ev işi genel bir sanayiye dönüşünce gerçekleşebilir.”
Sovyetler Birliği’ndeki kadınların reel sosyalizm deneyimleri bizlere, kadının gerçek kurtuluşunun sosyalizmde olduğunu göstermektedir. Bu anlamıyla, kadın mücadelesinin yolunu sosyalizmle birleştirmek gerekmektedir. Kadın sorununa, Marksizm dışı çözümler aramak eksik bir çaba olarak kalmaktadır.
Komünist kadınlar, kadının sorununun nihai çözümünün ancak sosyalizmle mümkün olduğunun farkında olarak mücadele hattını buradan kurmaktadır. Ancak, bu bakış açısının ‘indirgemeci ve ertelemeci’ olduğuna yönelik eleştiriler getirilmektedir. Oysa, kadın mücadelesi sınıfsal bir kimlik düzleminde ele alınmadığı ve sosyalizm zemininden koparıldığı zaman “Hepimiz kadınız, aynı saftayız.” safsatasına yol verilmektedir.
Türkiye topraklarında sosyalizmin gerçek bir seçenek haline getirilmesinin gerekliliklerinden biri emekçi kadınların örgütlenmesidir. Bugün emekçi kadınların, iş sorunu, geçim sorunu, gelecek sorunu bulunmaktadır. Elbette, kadınların taciz ve şiddet sorunları da göz ardı edilemez ve can yakıcı sorunlar olarak karşımızda durmaktadır. Ancak, kapitalizmin beslediği gerici ideolojinin kökü kurutulmadan ve tüm bu sorunların ortadan kalkacağı yeni bir toplumsal sistemin inşası için mücadele etmekten geri duran her yol yanlışlanmaya mahkumdur.
Bir kadın işçinin Pravda’ya yazdığı mektupta belirttiği gibi, biz kadınlar, ancak ülkemizde sosyalizmi kurduğumuzda güneşi göreceğiz.
Ezgi Oral (Gazete Manifesto)
26 notes · View notes
Text
Tumblr media
Tarık Akan
Şerif Sezer
Yol (1982)
6 notes · View notes
aygultopal35 · 3 years
Text
SOMALİ'DE NELER OLDU
Dünya televizyonları Somali' de yaşanan iç savaşı ve açlıkları anlatırken sebebini kuraklığa ve cehalete bağlıyordu. Açlık ve iç savaşın suçlusu gökte görünmeyen bulutlardı.
Batı basını sorunu böyle anlattı.
Çünkü Mikrofon ve kalem tüm bu sorunları yaratanların elindeydi.
Somali, 1970 yıllarına kadar gıda üretimi açısından kendine yeterli ülkelerden biriydi.
Ülkenin yarısı gıda üreten çiftçilikle, yarısı da hayvancılıkla çobanlıkla geçiniyordu.
Her iki grup da dar gelirliydi ama asla Somali'de kimsenin açlıktan ölme ihtimali yoktu.
3300 km uzunluğunda da deniz kıyı şeridi vardı. Balıkçılık ticareti de ek gelir kaynağıydı.
Ta ki ülkeye IMF girinceye kadar.
Ülkeye ABD şirketleri ve ABD askerleri girinceye kadar.
Çiftçiler ile çobanlar kendi aralarında ihtiyaç takası yapıyorlar, birbirlerini aç bırakmıyorlardı.
1983'e kadar hayvancılık ihracat gelirlerinin %80'ini oluşturuyordu.
1980'lerin başındaki IMF müdahalesi Somali'nin tarım krizinin şiddetlenmesini sağladı. Ekonomik reformlar çiftçilerle çobanlar arasındaki takasa dayalı dengeyi alt üst etti.
Somali'nin Paris Klübü'ne olan borçlarını ödemesini sağlamak için hükumete çok sıkı tasarruf tedbirleri dayattı.
Dış borçların büyük kısmı Washington kökenli finans kuruluşlarından alınmıştı.
Bunlar IMF' yi zorladı, IMF Somali hükumetini mecbur etti.
Yapısal uyum proğramları adı altında, tahılda kendine yeterli olan Somali'yi tahıl ithalatına bağımlı hale getirdiler.
Başlangıçta ucuz ve bol satılan ithal buğday ve pirinç akışı zamanla yerel üreticileri perişan etti.
Ardından haziran 1981'de IMF'nin dayattığı Somali parasının devalüasyonu, yakıt, gübre ve tarım girdilerinin fiyatlarında artışa neden oldu.
Üretim altyapısını çökertti.
Bu dönemde en verimli tarım arazileri, bürokratlar, subaylar ve iktidara yakın tüccarlar tarafından ele geçirildi.
İthal edilen hayvan ilaçlarının fiyatları devalüasyonlar nedeniyle çok arttı.
Önceden ücretsiz olan Hayvancılıktaki veterinerlik hizmetleri IMF'nin emriyle tamamen paralı hale getirildi.
Hayvan sağlığının özelleştirilmesi, suyun ticarileşmesi ile ülkede hayvancılık ve çiftçilik imha edildi.
Devlet harcamalarının Bretton Woods kuruluşlarının denetiminde yeniden yapılandırılması tarımsal altyapıyı çökertti.
IMF'nin emriyle hazırlanan ekonomik reformlar sağlık ve eğitim programlarının parçalanmasına yol açtı.
Sağlık harcamaları çok azaldı.
Dünya Bankası verilerine göre, bir ilkokul çocuğu başına düşen eğitim harcamaları yıllık olarak 1982 'de 80 dolar iken, 1989'da 4 dolara düştü. Okullar harap oldu, öğretmen maaşları en alt düzeye indi.
IMF-Dünya Bankası programı Somali ekonomisini çökertmişti. Çobanlar işsiz çiftçiler aç kalmaya başladı.
Somali Devlet çiftlikleri Dünya Bankası denetiminde kapatılmaya zorlandı ya da özelleştirildi.
Kamu sektöründeki ücretler ayda 3 dolara kadar düşürüldü.
1989'da dış borç yükümlülükleri ihracat gelirlerinin %195 'ine ulaştı.
1991'de açlık ve iç savaş başladı.
Somali Devleti, ABD işgalinde bir mafya devleti haline dönüştürüldü.
1993'de ABD askeri müdahalesi oldu.
Açlık, iç savaş, yabancı müdahalesi, küresel şirketler ve ABD işgali kalıcı hale geldi.
Mafya grupları denizlerde korsanlığa başladılar.
Ülkede petrol bulundu, kıymetli madenler bulundu, ama ortada devlet yoktu.
Ülke ABD'nin kontrolü altındaki silahlı çetelerce kontrol edilir oldu. Açlık ve iç savaşla ülke bitirildi.
Ülkenin kalıcı zenginlikleri ABD'li şirketlerce paylaşıldı.
Açlıktan ve iç savaştan kırılan Somali'nin %99'u Müslümandır.
Sünni Şeriatle yönetilir.
Şafi mezhebi hakimdir.
Sünni İslam Şeriatıyla yönetilen Müslüman Somali'de bunlar yaşanırken: Denizin karşı tarafında ise yine Şeriatla yönetilen dünyanın en zengin Müslüman Arap ülkeleri, şehirleri zevk-i sefa içinde yaşamaktaydı.
Suudi Arabistan, Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Dubai..
Vasıfsız bir Suudi aile üyesinin, her bir prensin şahsi serveti 5-10 milyar dolar arasındadır. Ama somali'ye bir kuruş yardım etmedikleri gibi tamamen ABD işgaline destek verdiler. ABD'nin baskısıyla Somali'den aldıkları büyük baş hayvan alımını da durdurarak, Somali'de hayvancılığın da yok edilmesine sebep oldular.
Yani arkadaşlar sözün özü:
Müslüman Somali'nin, Sudan'ın, Yemen'in bugün açlıktan ve savaştan kırılıyor olması kader değil, tabiattan değil yada barbarlıktan değildir.
Son 500 yıldır dünyanın en organize soyguncu işgalci Batı ülkeleriyle, son 1400 yılın en zalim, en hırsız, en dinsiz Arap yönetimlerinin güçlerini birleştirip mazlum toplumlara saldırmasındandır.
Kuraklıklar, depremler doğadandır, ancak bu küreselleşme çağında açlıklar, kıtlıklar, iç savaş ve işgaller insan yapımıdır.
Tamamının planlandığı, tasarlanıp uygulamaya konduğu yer ABD, İsrail ve Londra'dır. Küresel şirketler ve bunların tetikçi kurumlarıdır.
Kaynak: Prof. Mıchel CHOSSUDOVSKY
Kanadalı ünlü ekonomist, yazar
(Yoksulluğun Küreselleşmesi
IMF ve Dünya Bankası'nın içyüzü)
15 notes · View notes
cesitkenar · 3 years
Text
aheste kasımın bütün filmlerini hala bitiremedim,, seçtiğim 13 filmden sadece 10′unu izleyebildim çünkü ayda 13 film izleyebilecek kadar müsait vakit bulamayacağımı tahmin etmemiştim?? hatta sonlara doğru yetiştiremeyeceğim düşüncesine düşünce sanki aheste kasımı bitirmek boynumun borcuymuş gibi her gün film izlemeye başladım kgjgjgk ama sonra yoruldum da tabii ki çünkü biraz da yorucu filmlerdi?? ama geçen ay uncanny ekim’e göre çokkk daha güzel filmler izledim,,,, kış uykusu, the scent of green papaya ve kaili blues en sevdiklerim oldu,,, a bride for rip van winkle gibi pek sevmediğim filmler de oldu ama olsun bence çok keyifli geçti ve bu etkinliğimde benimle birlikte bütün (yani bütün değil de işte yetiştiremediklerimiz var.....) filmleri izleyen punar’a teşekkür ediyorum ve punar’ı çok seviyorum 🥺
aralık ayında ise temalı filmler etkinliğimizi pınarla birlikte düzenliyoruz!!! ve temamız tabii ki aralığın gelmesiyle soğuk ve karlı filmler ve bu ayki etkinliğimizin adı: soğuk aralık (yokkkk artıkk,,, müthiş yaratıcı birisinden çıkmış olmadı bu isim önerisi,, ben yani tabii ki) ve bu ay zaten yeteri kadar üşüyorken bir de karlı görüntüler ve üşüyen insanlar görünce daha da üşümemize sebep olacak filmlerimizin listesi:
kumiko, the treasure hunter (2014), polytechnique (2009), my night at maud’s (1969), yol (1982), winter vacation (2010), the sweet hereafter (1997), mon oncle antoine (1971), lady snowblood (1973)
bu ay daha az film seçtik izleyebilmek için..... ayrıca bu ay aheste kasımdan kalan diğer filmlerimizi de izlemeyi düşünüyoruz,,,,, kimsenin izlemediğini bile bile yazıyorum sadece eğlendiğim için ama tabii ki izlerseniz mutlu da olurum kfghhg o yüzden her şeye rağmen davet ediyorum dostlarım sizi de soğuk aralık etkinliğimize!!!!
10 notes · View notes