Text
Sosyal Sorumluluk

Sosyal sorumluluk, birey veya çeşitli amaçlarla bir araya gelmiş insan topluluklarının; diğer insanlar, inançlar yada doğa için, doğru tutum ve davranışlar sergilemesi, problem ve ihtiyaçların farkında olup, üstüne düşen fiiliyatla iştigal etmesi gibi tarif edilebilir. Çeşitli amaçlarla bir araya gelmiş insan toplulukları derken; özel sektör firmaları, kamu kurumları ve STK'ları kastediyorum. Bunlar tekil olarak veya birlikte; ortak bir toplumsal fayda hedefi ile, sosyal sorumluluk projeleri üretir ve birlikte yaşamayı güzelleştirmek için faaliyetlerde bulunurlar yada bulunmalıdırlar..! Nitekim kişiler veya özel ve kamu kurumları, kendi çıkarlarını koruyup yükseltme ve kendi hedeflerini gerçekleştirme gayesinde oldukları gibi; sosyal hayatın ve doğanın çıkarlarını da gözetmek, korumak ve desteklemek zorundadırlar. Ben bu yazımda "şirketlerde sosyal sorumluluk" kavramını irdeleyeceğim. Her insanda çeşitli duyarlılık seviyelerinde, bir sorumluluk duygusu vardır. Haliyle kurum ve kuruluşlarda da bir kültür halinde, az yada çok bu duygu durumu barındırılmaktadır. Bunların birey ve topluluk bazında ne derece davranışa dönüştüğü ise bir muamma... Sosyal Sorumluluk Kapsamı Bu kavram müspet anlamda ihtiyaçların tespiti ve giderilmesine yöneliktir. Dolayısıyla bu faaliyetlerde "etik" vazgeçilmez bir şarttır. Sonuç olarak hedeflenen, toplumsal fayda sağlanmasıdır. İhtiyaçların ve sorunların giderilmesine yönelik bu faaliyetler altında kar amacı veya kişisel çıkar güdülemez. Read the full article
0 notes
Text
Üstad Necip Fazıl Kısakürek merhumun bir şiiri geldi aklıma:
Güzel uykular....
=====================
Uyumak Istiyorum
İki yıldız arası göğe asılı hamak…
Uyku, uyku… Zamansız ve mekânsız, uyumak.
Uyumak istiyorum; başım bir cenk meydanı;
Harfsiz ve kelimesiz düşünmek Yaradanı.
İlgisizlik, her şeyden kesilmiş ilgisizlik;
Bilmeyiş ki, en büyük ilme denk bilgisizlik.
Usandım boş yere hep gitmeler, gelmelerden;
Bırakın uyuyayım, yandım kelimelerden!
Göz kapaklarımda gün, kapkara bir kızıllık;
Kulağımda tarihin çıkrık sesi, bin yıllık.
Bir yurt ki bu, diriler ölü, ölüler diri;
Raflarda toza batmış Peygamberden bildiri.
Her gün yalnız namazdan namaza uyanayım;
Bir dilim kuru ekmek; acı suya banayım!
Ve tekrar uyuyayım ve kalkayım ezanla!
Yaşaya dursun insan, hayat dediği zanla…
2 notes
·
View notes
Text
Sevmeyi bilmek gibi; bırak sevmeyi, sevilmeyi bilmek de gerekmez mi.!?
2 notes
·
View notes
Text

Bazen mutluluk ile yoksunluk arasındaki çizgi çok incedir... Cesaret eder de geçersen öte yana mutlu olabilirsin... Yada risk almaz olduğun gibi kalırsın, statik ama yoksun... Güya mutlu!!! Ama umutsuz ve yalnız....
Cesur olmak ile ahmak olmak arasındaki çizgi gibi... Oda çok incedir. Aşarsın çizgiyi, ya cesaretinle kahraman ve saadet sahibi olursun veya ahmak derler sana... Ne önemi var ki..?
Belki tek bir gün mutlu olursun ömre değer... Belki bir ömrü korku, endişe ve merak içinde hapsedersin.... Geçer gider... Biter...
Ömür dediğin ne ki? Kısacık değil mi? Öyle mi gerçekten... Herkes kendi zamanını üretir. Rabb' zaman içinde zaman yaratır. Tekrar mı geleceğini sanıyorsun dünyaya... Ömrü hayırla ve keyifle geçirmek için risk almaya değmez mi?
Kaybedecek neyimiz var ki..?
İki çift göz, aşk ile bakınca birbirine; her dert dermanını bulmaz mı.!? Bir ruh; bir ruha aşık olunca, akan sular durmaz mı? Allah kendi yolunda Refik ve Refika olanlara hayırlı yollar açmaz mı..?
Senin cesaret edemediğin, çekinik kaldığın konularda cesur olanlar; senin yaşamayı hayal ettiğin hayatları yaşarlar... Sen ise hayıflandığınla kalırsın.... Bı de kaderine yanarsın... Hak ile hakkaniyet aşk ile tamam olmaz mı..?
Kaderine ortak olmak isteyen birine, hiç bir çıkar, hiç bir menfaat, hiç bir küçük hesap, hiç bir dünyevi endişe duymaksızın bir olmak isteyen birine; hiç bir şans verilmez mi..?
Allah'ın karşına getirdiklerine "çok hızlı gidiyoruz" dersin. Resimlere bakıp " sadece sakinlik" dersin.... Sen kızarak kendine ya da kaderine -haşa- ; beklersin öylece... Neyi bekliyorsan.!? Neyden kaçıyorsan.!?
Kadere ve kazaya iman etmedin mi? En kötü ne olabilir ki.!? Neye zorlana bilirsin ki; algıladığın tehdit, kendi duyguların ile bağlanmak korkusu ise; bunu yaşamaya değmez mi? Velev ki sonu gelmesin... Bir anlık teslimiyet yetmez mi?
Ruhlar madde ve cisimden münezzehtir. Hangi engeller veya hastalıklar ruhların aşkına tesir edebilir ki.!? Aşk var ise dünya ve ahirette eş olunmaz mı? İman var ise Allah'tan korkulmaz mı..?
Hiç bir acelemiz yok ikimizin de... Bekleriz bir ömür boyu sürse de.... Gerçek gerçektir ve bazılarını beyin değilde gönül yönetir....
2 notes
·
View notes
Text
Denge

Denge hayatı güzel yaşamak, keyif almak ve faydalı olmak sanatıdır. Öğrenmesi zor ve pahalı bir eğitim gerektirir... Tek okulu ise hayatın ta kendisidir. Bu öğreti; hissetmeyi, fark etmeyi ve tefekkür etmeyi şart koşar. Bazıları bu konuda isteksiz ve bazıları da çaresizdir. Faydasına inanan ve azmeden kesinlikle başarır. Zira itidal bir ruh iklimine dönüşür. Bir kere varınca, gelip geçici bir hal gibi seni terk etmez. Çok güçlü kılar ve gücünü devamlı büyütür. Seni yarı yolda bırakmaz. Bu yolda başarılı olan insanlar mutlu olur, mutlu eder ve mutlu ölürler. Hikmet ve nimetlerle dolu bir yaşam macerasıdır, dengeli olmak ve dengede durmak... Denge kavramını üç mantıksal tabanda düşünmek mümkün. Birincisi normal şartlar altında, dimdik ayakta durmak, sarsılıp, yalpalayıp yıkılmamak, İkincisi çeşitli yönlerden üstümüze gelen kuvvetler arasında bir balans kurarak, bizi bir diğerine doğru itmelerine engel olup devrilmemek. Üçüncüsü ise bizi kendisine doğru çekmekte olan değişik yönlerdeki güçlerin, bu çekimleri arasında bir ahenk oluşturarak, birine doğru kaymaksızın ayakta kalabilmek... İnsan hayatının mutluluk şifrelerinden birisi işte bu itidal meselesidir. Çok iddialı bir Fıransız ressam bakın ne diyor: Hayalini kurduğum her şey, bir denge sanatıdır...(Henri Matisse)
Denge ve Yin Yang
Uzak doğuda insanın insan oluşuyla ilgili enteresan bir duyarlılık vardır. Özellikle Japonlar bu konuda çok hassastır. Ayrıca Budizm temelleri inanın bana İslam İtikadı anlayışımıza o kadar yakındır ki; sadece tek Allah'ı bulsalar, çok iyi Müslüman olurlar... Yaşamlarında rıfk ve hilm hazinelerine çok önem verirler. (Tabii ki şahıslardan değil kültür temellerinden bahsediyorum) Ne yazık ki bu duyarlılık halk arasında bulunur, yönetimlerinde ise tam aksine bir anlayış bolca mevcuttur. Adeta uzak doğu devlet yönetimleri insani acılardan ve kandan beslenmektedir. Tarih boyunca ve günümüzde de katliamlar ve zulüm altında yönetilmiş olan bu insanlar, (Belki de bu insani aşağılanmışlık halinden olabilir) gerçekten insana yakışır ve çok çeşitli felsefi boyutlar keşfetmişlerdir. Bakınız büyük insan Mehmet Akif Ersoy uzak doğu kültüründen nasıl bahsediyor: ........ Müslümanlık sanırım parlayacaktır orada;sade, Osmanlı’ların gayreti lazım arada.......... Şu kadar söyleyeyim: din-i mübin'in orada,ruh-u feyyazı yayılmış, yalınız şekli: buda. Siz gidin, saffet-i islam’ı japonlarda görün!o küçük boylu, büyük milletin efradı bugün, Müslümanlıktaki erkan-ı sıyanette ferid;müslüman denmek için eksiği ancak tevhid...........(Süleymaniye Kürsüsünden / Safahat) Yin yang ile her türlü zıtlıkların bir denge halinde ve düzen ile birbirleri içerisinde var olduğu anlatılmak istenir. Bu şekilde evrendeki her şeyin zıtlıklar ve tezat bileşkesi içerisinde hayat bulduğu savunulur. İtidal ise, insanoğlunun pozitif seçimleri ile oluşturduğu denge sayesinde haysiyet ve şeref haline dönüşür. Bu noktada kötülüklerin baskısına direnmenin önemine vurgu yapılır. Arması ise pek bir şık ve meşhurdur.
Denge mutluluğun ve hatta güzel bir hayatın şartıdır diye düşünülür. Bu felsefeye göre her şey ancak zıttı ile hayat bulur. Bu yönden bakılınca, denge derken, iyilik ve kötülüğün savaşında, doğru safta yer almak ve bu seçimimizi sadakatle korumak anlamlarını içerir... İtidal Denge Demek Değil Sadece İtidal dediğimizde denge ile bir eş anlamlılık oluşuyor gibi gelse de fark var. Tıpkı saygı ve hürmet kavramının birbirini tam karşılayamaması gibi. Zira "hürmet" içerisinde içten bir iştiyak, sevgi ve şefkat ile karışık deruni bir ruh halini ifade ediyor. Sadece saygı değil yani, daha geniş, daha derin ve daha samimi... İtidal ise, denge karşısında; marjinal olmamak, haddini aşmamak, haddini aşana teslim olmamak, geride de kalmamak, doğru bir alan mevcut ise mihmandarı olmak manalarının yanında; bir de sağduyulu ve sakin olmayı kasteder. Aynı zamanda sıradan da olma der... Ve lakin marjinal yaklaşımlar ile uçlarda bir yaşam tarzı, fevri davranışlar ile gurur ve kibrin yoldaş edinilmesi ve sert tutumlar ile muhatapların ezilerek haklarına girilmesi, dengenin şaşmasına sebep olarak, Rıza ve lezzet kapılarını kapatır. Denge farkındaysanız ağır ve yumuşak başlılık ile sakinlik, soğukkanlılık gibi ikincil anlamları da karşılayan itidal kelimesiyle anlamını perçinliyor. Bu hal yüksek insani ve imani değerlere yelken açıyor... İtidal bedensel ve ruhsal sağlık açısından çok kıymetli bir yaşam modelidir. Düşünürken, davranırken, karar ve tutum belirlerken, rehber edinildiğinde, bu dünya ve öteleri için altın anahtarlar vadediyor. Nitekim, dengenin şaşması, kaygı ve korkuları besleyecek, kompleksler ve suçluluk hissi benliği kaplayacaktır. Bu yadsınamaz gerçekler, yeni yeni inanç, davranış, seziş ve düşünüş bozukluklarına yol açacaktır ki; insanın felaketi bu karanlıkta gizli olacaktır. Gizlidir zira yaşamadan farkına varmak çok zordur. Ve bazen farkına vardığımızda çok geç olmuştur. Böylece doğan dengesizlik kısır döngüsü; ruh halimiz ve duygu durumumuz için, feci bir sonun habercisidir. Bu feci son, dünyayı mezara çevirir bir yandan; ahiret hayatını tehdit eder öte yandan. Bizi bitirir... Herkesler Peşinde Denge..! Tarih boyunca alimler, arifler, bilim insanları ve felsefeciler hep bu dengeyi bulmak yada itidale varmak peşinde oldular. Bu insanlar ki; hedefi hiç bir zaman şan şöhret; makam mevki veya para pul olmadı. Zaten çoğu terki dünya eyledikten sonra meşhur oldular... Ancak doğruyu ve gerçeği arıyorlardı. Yaradılış sırlarına vakıf olmak için çalışıyorlardı. Ve ötelerde Rıza'ya ulaşmak istiyorlardı... Denge İçin Farkında Olmak... Size halk arasında çok gündeme gelen, fakat mana, lisan-ı hal ve bilinç itibariyle pek de değer görmeyen bir cümleyi aktarayım mı? “Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.” (Câmiu’s-Sagîr, II/12, Hadis No:1201) "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete çalış" Hadis-i Şerifinin tam çevirisi yukarıda ki gibidir. Ne de güzel bir denge tavsiyesidir. İnsanoğlu tabiatı itibari ile bünyesinde madde ve manayı bir arada bulundurmaktadır. Ruh ki; daimi var olacak değerimizdir. Vücudumuz ise dünya hayatında, ruhumuza bineklik edip, sonra zevale erecek geçici bir kemiyettir. Hoş vücut dahi bir değerdir. Denge halinde bulundurmak için çabalamamız ve sağlıklı olmasını sağlamakla mükellef olduğumuz, dünyevi bir emanetimiz hükmündedir. Mutlu ve başarılı bir insan için; ruh vücudu ile, fiziki vücudu arasında da bir ahenk ve bir denge gerekir. Dengenin Farklı Boyutları İnsan hayatında denge tek boyutlu bir kavram değildir. Birbirleri içine girip çıkan bir çok denge muhteviyatı vardır. Fakat her kurulması başarılan denge ile yenilerinin önü açılır, gelişleri hızlanır ve rahatlar. Konuya örnekler vererek, boyutlarına dikkat çekeyim: Sosyal denge, Ruhsal denge, Psikolojik denge, Duygusal denge, Maddi güç veya makam mevki, sosyal statü ile hissedilen hedefler ve ihtiyaçlar arasındaki, İdealler ve amaçlar ile imkanlar arasındaki, Hoşgörü ile kendini kullandırmamak arasındaki,İnançları ve yaşayışı arasındaki, Kapasitesi ve iştigali arasındaki, Kendinde gördüğü insan ile diğer insanların onu nasıl gördüğü arasında ki dengeler gibi çokça örnekler verilebilir. Devam edeyim mi? Kaygıları, korkuları ve tedbirleri arasındaki, Bildikleri ve yaşayıp, yaşattıkları arasındaki,Din ve dünya işleri arasındaki,Duyarlılık ile irade arasındaki,Zaman ve yapılacaklar arasındaki,Davranışları ile his dünyası arasındaki,Yönettikleri için kullandığı erk ve baskı ile yaptırmaya çalıştığı faaliyet arasında ki dengeler gibi.... Bak bir iki tane daha geldi aklıma; Cesaret ve aptallık ile korkaklık arasında ki denge, Eşi, ailesi, işi, akrabaları ve sosyal hayatı arasında kurduğu denge, Öğrenmeye veya yapmaya çalıştıkları ile kapasitesi arasında ki denge,Harcamaları veya tasarrufları ile kazancı arasında ki denge,.....................................Başlığa girdim, çıkamıyorum..! Yazdıkça geliyor... Burada görüyoruz ki başarılı bir hayat yolu, kurulacak çok fazla dengeye ihtiyaç duyuyor. Lakin itidal prensibini oturttuğumuz zaman hayatımıza; bütün dengeler kendiliğinden kurulacaktır. Çeşitlilik bizi korkutmamalı.... İtidal dediğimizde yanından hiç ayrılmayan iki kavramdan da bahsetmek gerekiyor. İfrat ve tefrit...
İfrat ve Tefrit
Bu iki fiil de dünya insicamını bozar. yapana da , muhatabına da zarar verir. Her ikisi de beklenen gibi olmamak veya normal olmamak şeklinde insanın dengede bulunmasını engeller. İtidal hali başarı ve mutluluk getiren bir dengeli olma durumudur. Düşmanı ise bu iki kavramdır. İfrat ve tefrit kavramlarını iyice anlayıp, ikisinden de kaçındığımız da itidale ulaşmış olacağız. Formül basit yani..! İfrat : Aşırı gitmek, ölçülü olamamak, haddi aşmak, dengeleri yukarıya doğru sarsmak ve zorlamak anlamına gelmektedir. İfrat her anlamda, normalden fazlasını yapmak, düşünmek, almak, söylemek, harcamak, göndermek...... Hulasa normalden fazlası demektir. Değerli okuyucum; "Lüks" başka bir şeydir mesela; "iyi" ise başka bir şeydir. İyi tercih edilir, lüksten kaçınılır ise denge kurmak kolay olur. İfrattan da uzak durulmuş olur. Bir kaç örnekle anlatmaya çalışayım: Bir yönetici astına kızacak ise ağzını bozmadan, bas bas bağırmadan, üstüne yürümeden, kişiliğini aşağılamadan usulü adap çerçevesinde kızarsa olumlu sonuç alır. Bağcıyı dövmeden üzüm yer. Aksi halde ifrat tuzağına girmiş olur ve başaramaz. Bir hanım kardeşim, 3 çantaya ihtiyaç duyuyor ise 3 tane çantası olmalıdır. Beğenir alır. Ama 13 çanta alırsa dengeyi bozdu ve ifrata girdi işte... Hayatında denge tutturamaz. Bir iş adamı matematik olarak altından kalkamayacağı bir yatırıma kalkışırsa, zaten çalışmakta olan yatırımlarını çoğalsın diye hesapsızca zorlarsa, bu hırs onu ifrata götürür. Dengeleri bozulur, sonu felaket olur. Benim dindar kardeşim, günlük 40 rekat namazı, 400 rekata çıkarırsa ve bu yüzden ailesi, işi, sağlığı ve ilişkileri bozulup sarsılırsa ifrata girmiş olur. Umduğunu bulamaz, zayi olur... Benim hedeflerini kapasitesi ve imkanları ile dengeleyememiş sporcu kardeşim, günde 2 saat idman yapması gerekirken 6 saat yaparsa, vücudunu ve ruhunu mahveder, ifrata girer başarısız olur... Benim tombul kardeşim ekmek yememesi gerekirken, bir öğünde bir bütün ekmek yer de, öğün adetini 5'e çıkarırsa, ifrat içinde devamlı yükselen bir kilo ile ruh ve beden sağlığını bozar, mahvolur... İşte ifrata düşmemek hayatın ve hissiyatın her alanı için aşırıya gitmemek sayesinde, denge kurmamıza yardımcı olur. Bir bütün olarak insaniyetimizi ayakta tutar, mutlu kılar. Tefrit : İfratın tersidir tefrit. Tutum ve düşüncelerimiz, duruş ve davranışlarımız, fiil ve kararlarımızda normalden aşağıda kalma durumudur. Dengeleri aşağıya doğru alt üst ederiz bu defa. Tefrit hali yeterli ölçüde olabilecekken, olmama ve geri kalma anlamındadır. En az ifrat kadar zararlıdır. Denge kurdurtmaz insana. Bey huzur eder, başarısız kılar, itidalden uzaklaştırır. Örneklendireyim isterseniz: Bir baba evlatlarının zaruri ihtiyaçlarını kısıp da tasarruf etmeye çalışır ise tefrite düşer. Kendisini de ailesini de zayi eder ve tasarrufa da ulaşamaz, kaybeder. Bir komutan askerlerine acıyıp, 3 saatlik yapılması gereken atış talimini 1 saate düşürürse, esasen hem o askerlere, hem kendisi ve topyekun orduya zarar vererek tefrite düşer. Bir hasta tedavisi mümkünken, cimriliği yüzünden, güya tasarruf etmek için, ha bire erteleyip durursa tefrite düşer. Hastalığı büyür, başka marazlara sebep olur. Bu sefer harcayarak da kurtulamaz. Gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. Unutmayalım ki, yaratılmış her şey denge halindedir. Biz insanlar onu bozarız. Kendimizi de..! Doğanın dengesini bozarız; iklimler bozulur, gıdalar sağlıksız olmaya başlar. Tıpkı bunun gibi insan da dengede kaldığı müddetçe doğru yolda, başarılı ve mutlu olur. İnanın bana itidal için çabalamaya değer. Hiç bir kazanım kendiliğinden olmaz... Read the full article
1 note
·
View note
Text
Terki Terk

Görselde Amerikan Doları var. Üzerinde yazan "in god we trust" ibaresini bilirsiniz. "Biz Allah'a güveniriz" demek. İronik değil mi? İşte terki terk, en üst düzeyde bir güven ve teslimiyet ifade ediyor. O Yüce Yaratıcının Varlığında yok olmayı kast ediyor. Terki Terk, tasavvuf yolunun yolcuları için gıpta ile bakılan, gönülden arzulanan bir menzil... Terki terk, hem öğretenlerin hem de öğrenenlerin ardından koştukları bir hediye... Terki terk, vuslata erildiği zaman, terkine mezun, her kula bin bir çeşit lezzet ve keyif... Terki terk, en bilge, en sabır ve sebat sahibi, en takva ehli, en nasipli ve en samimi kulların ulaşabildiği çöl ortasında bir vaha... Terki terk, terk ettikçe ulaşılan hazineler, terk ettikçe çoğalan zenginlikler, terk ile bulunan nice tarifsiz müjdeler... Bugün yine kul olmaya dair yazacağım. İnanmak güzel şey. İnanabilmek bir nimet. Hakkını verebilmek ise bir imtihan..! Sufi başlıklı yazımda, az biraz dem vurmuştum tasavvuftan. İnsana insan olduğunu ve insanlığın gereklerini hatırlatan, kendini bilmek yolunda rehberlik eden, kişisel gelişimin zirvesini yaşatan, lezzetli ve tertemiz bir düşünme, hissetme, fark etme hali... Bu yolun usta ve çırakları çoktur. Haklarını helal etsinler. Ben sadece bir paylaşım halindeyim. Yoksa haddimi aşıp kimseye bir şey öğretmek iddiasında değilim. Belki de yazarak paylaşmak, paylaşarak aramak, arayarak bulmak, belki yazarken tefekkür edebilmek duasındayım...
Terki Terk ve Zühd Kavramı
Zühd terki terk yolundaki insanın fiilidir. Kelime olarak ilgisizlik ve yüz çevirmek, alaka göstermemek şeklinde izah edilebilir. Yani Yaradan dışındaki bütün her şeyi terk etmek, Hak yolunda, yaratılmış hiç bir şey ile alakadar olmamak anlamlarını karşılar. Yoğun kullanım alanı tahmin edersiniz ki tasavvuf yoludur... Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus vardır. Dinimizde başka dinlerde ki gibi ruhbanlık yoktur. Halktan kopmak, dünyayı terk edip meczup gibi yaşamak yoktur. Veli evliya dahi ekseriya meslek sahibidir. Büyük erenler çoban, fırıncı, tüccar veya terzi olmuş, dünya hayatından asla büsbütün kopmamışlardır. Zühd benlik ve bilinçte bir boyuttur... Yoksa tek başına dağlarda yaşamak değil... Efendimiz dünya servetini reddetmemiştir. Dünya hayatında mal mülk sahibi olmayı ve bunları doğru yolda harcamayı özendirmiştir. Bakın konuyla ilgili iki Hadisi Şerif aktarayım: “Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir ticaret ehli, nebiler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir.” Tirmizi, Büyu, 4 “Doğru tüccar, kıyamet günü Arş’ın gölgesindedir.” İbn Mace, Ticarat 1 Demek oluyor ki zühd kavramını incelerken ve terki terk derken, bu boyutu da her daim aklımızda tutacağız... Zühd esasen Yaradan'dan gayri her bir şeyi kalpten uzak tutmaktır. Gönül dünyasını ise her daim Allah ile beraber kılmaktır... Terki terk konusuyla ilgili bir inceliğin daha altı çizilmeden geçilmemesi gerekir. Herhangi bir şeyi terk etmek için öncelikli şart ona sahip olmaktır değil mi? Mal, mülk, makam, mevki, şan, şöhret veya nüfuz sahibi insanlar terk ettim dediğinde anlam ifade eder. Yoksa neyin var ki, neyi terk ediyorsun.!? Değerli okuyucum, ben ne tasavvuf da ilim sahibi ne de ilahiyatçıyım. Haliyle bildiğimi ve hissiyatımı paylaşacağım. Hata eder isem bilenler düzeltsinler, hayra girsinler... Terki terk Şah-ı Nakşibendi (Hz)' nin aşağıdaki beyiti ile hayat buluyor: “Der tarik-i Nakşibendi lazım amed çar terk / Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hesti, terk-i terk” Muhammed Uveysi'l Buhârî/Şahı Nakşibendi Muhammet Bahaeddin olarak da anılır mübarek Nakşibendi (Hz) Özbekistan, Buhara'da yaşamıştır. Bu beyit ile müridlerine kendi yolunu tarif etmiştir. Aklım yettiğince anladığımı kısa kısa açıklayayım, elbet kendimize düşen bir pay buluruz; Terki Terk İçin Dört Boyut 1- Terk-i Dünya : Dünyevi çabaların ve bütün dünyevi edinimlerin, asgari ihtiyaç dışında kalanlarını kalpten ve benlikten atmaktır. Nitekim bunların tamamı kısacık dünya ömrünü sonlandırıp, ötelere göçerken zarureten terk edilecektir. Hepsi geçicidir... Tek kalıcı olan kullukta ki başarıdır... 2- Terk-i Ukba : Ahiretten bir pay için çaba sarf etmemektir. Yani dinimizi yaşarken, ne cennet keyfini gözeterek ne de cehennem korkusuna sığınarak hareket etmemektir. İlla Allah rızasını arzu edip, Yaradan 'a karşı mahcup olmamak ve O'na itaat ile yakın olmak iştiyakı ile yaşamaktır. Hayır ve şerrin Rabb'imizden geldiğini bilip; şımarmadan veya isyan etmeden baş üstüne deyip razı olmaktır... 3- Terk-i Hesti : Enaniyet, benlik ve varlık davasından vazgeçmektir. Allah'a karşı -haşa- "ben" demek gafletinde bulunmamaktır. Haliyle kullarına karşı da egonun terki gerektir... Zira gerçekte Yaradan dışında hiçbir varlık yoktur. Hepsi ve hepimiz O'nun ikramı ile var olduk. Nefsimiz bu davayı güder. Ben varım, şahsıma münhasır bir varlığım der. Ona ubudiyet ve kullukla terbiye vermeliyiz. 4- Terk-i Terk : Yaşasın bak nasılda terk ettim tuzağına düşmemektir. Terk ettim diye böbürlenmek, terk etmediğimizin göstergesidir. Terk ettiğine dönüp bakmamak, nefsini kabartacak şekilde kendini tebrik etmemektir. Terk ettiklerini anmamak, arkalarından bakmamak, terk ettiğini unutup, kullukta yol almaya devam etmek demektir. Terki terk ile Allah'tan başka hiçbir şeye sahip kalmamaktır. İşte böyle... Yüksek bir kulluk ve yalan dünya bilinci. Allah hepimize azıcık da olsa tattırsın İnşaallah... TERKİ TERK İÇİN BEDİÜZZAMAN YAKLAŞIMI Şah-ı Nakşibendi (Hz)' nin bu tarifi, Bediüzzaman Said Nursi (Hz)' nin de dikkatinde bulunmuş ve risalede şöyle yazmış: "Der tarik-i aczmendi lazım amed çar çiz / Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz."Mektubat / 4. Mektup Aklım erdiğince izah etmeye çalışayım ; 1- Fakr-ı Mutlak : İnsanoğlunun sınırsız ihtiyaçları sebebi ile fakir olmasını ifade eder. Su ve hava ile başlayan ve sonu gelmeyen ihtiyaçlar... Ne kadar muktedir ve gelişmiş olursa olsun, insanlık kainatın işleyişine muhtaçtır ve muhtaç kalacaktır. Zira insan tefekkür edip etrafına baksa, ihtiyaçlarından yola çıkarak Allah'a varacaktır. 2- Acz-i Mutlak : İnsan acizdir. Kendi taleplerini kendisi karşılamaya muktedir değildir. En basit bir eksikliği dahi kendisi gideremez, Yaratıcı' nın yarattıklarına muhtaçtır ve kesinlikle acizdir. İnsanın hem kendisi ve hem de çevresindeki her yaratılmış için, acizlik halinde bulunması, Allah'a giden bir rota çizmelidir. 3- Şükr-ü Mutlak : Allah'ın bizi var etmesine ve bütün kötü hallerimiz ve günahlarımız karşısında bize merhametle muamele etmesine şükran duyarak, Rahmetine sığınmayı, şefkatine nail olmayı bu yol üzerine devamlı şükür halinde bulunmayı ifade eder. Bu şekilde insan, Allah'ın ikramlarında ki hikmetleri fark eder. Kulluk yolunda cesaret ile yürümek için kuvvet bulur; şükür içinde olur. 4- Şevk-i Mutlak : Doğru yolu tespit ettikten sonra, inandığın yolda iddia, sebat, sabır ve azimle yürümek anlamına gelir. Bu yolda bulunmaktan şevk ile haz duyar. Şevk sahibi insan, Allah'tan gayrı kimseden bir karşılık veya menfaat gütmeksizin inandığı davaya hizmet eder. Zorluklar, yokluklar veya olumsuz gelişmeler onu yolundan alıkoyamaz. Ümitsizliğe düşüremez... Sonuç Olarak Değerli okuyucum isterseniz bir bileşke doğurun, yada birine tabi olun. Ne fark eder ki; fark etmiyor musunuz? Hepsi aynı yola çıkan öğretiler bunlar ve yolun sonu ALLAH (C.C.)... Zira başka neresi olabilir ki.!? Terki terk et bak, berrak olacak görüşün. Gerçekleri göreceksin. Dünya fani; bileceksin... İmanın ve İslam'ın şartları bellidir. Başka sorumluluğumuz da yoktur. Velev ki bunlarda sabit kalalım. Öte yandan Tasavvufi hayat tarzı türlü lezzetler barındırmaktadır. Seçim meselesidir. Farz değildir. Lakin Allah'a daha yakın olmak için seçilecek yollar vardır. Hakk’ın yakınlığını ve rızasını kazanmak için çalışacak isen ve samimi isen tasavvuf sırlarla dolu keyifli ve yol göstericidir. Fakat bildirmek gerekir ki tasavvufun mistik ve sırlı hallerini sömürerek hayat bulan ve kendisini tasavvuf kapısı olarak ilan eden, ama şarlatanlıktan ibaret bir sürü oluşum da vardır. Dikkatli ve bilinçli hareket etmeli bu konuda... İslam Ansiklopedisi tasavvufu şöyle tanımlıyor : İslam’ın zahir ve batın hükümleri çerçevesinde yaşanan manevi ve deruni hayat tarzı.İslam Ansiklopedisi Mutasavvuf veya Sufi tanımı da şöyle : Tasavvufî hayat tarzını benimseyerek bu yolla Hakk’ın yakınlığını kazanmaya çalışan kimse.İslam Ansiklopedisi Allah bizleri Rızasına ulaşmış kimselerden eylesin....... İnsan-ı kamile yaklaştıkça, akıl keskin bir hal alır. Görüş berraklaşır. Sezgiler güçlenir. Kalp gözü açılır ve gönül masivadan arınarak safi bir hale evrilir. Asli olarak bu hal gerçek bir özgürlüktür... Dünya esaretine baş kaldırmış, esas ebedi hayata adanmış kutlu bir özgürlük... Nitekim zaman ve mekan anlamını yitirir. Asıl olanı bulan ruh, kopya ve taklit ile tatmin olamaz hale gelir. Daha adil ve objektif bir sezgi kaplar her yanını... Madde, cisim ve vücut ile alakası kesilmekte olan nefis çırpınır. Dünya yükünün ve bulanık, kirli hallerinin bir bir yok olması onu deliye çevirir. Nefis ve şeytan hiç olmadığı kadar güçlü ve kurnazca saldırılarını arttırır. Lakin perdelerin bir bir kalktığını gören ruh; yaradılış sırlarına odaklanır, dünyalık esaretinden kurtuldukça rahatlar ve hürriyetine kavuşur... Gerçek mutluluk burada saklıdır değerli okuyucum... Allah'u Alem.... Read the full article
1 note
·
View note
Text
Yılbaşı

Yılbaşı esasen Hristiyanlıktan önce de kutlanıyordu. Roma İmparatoru Sezar, MÖ 40 yıllarında güneşe göre düzenlenen Julyen takvimini kullanıyordu. Geçmiş ve geleceğe dönük olan Roma tanrısı Janus'un diğer temsili de ocaktı. Sezar, bu tanrı onuruna, ocak ayının ilk gününü, yılın ilk günü kabul etmiş ve şenliklerle kutluyordu. Yılbaşı başka bir şey, noel bambaşka bir şey. Tabi Hristiyanlar için noelin sonu, yılbaşı kutlamalarına dayanıyor. Müslümanlar noelle, paskalyayla veya diğer yortularla ilgilenmeyip, yeni yılın gelişini kutluyorlar kanımca..! Ama...! Ben başka bir zaviyeden bakmak istiyorum. Yeni bir yılın başı veya yaşanılan yılın sonu kutlanılabilir, keyifli bir hadise mi? Aksine koca bir yılın bittiğine işaret eden hüzünlü bir gece mi? Hristiyanlar da kutlamamalı, oturup yaşadıkları ve bu gece tükenecek olan yılı, muhasebe ederek üzülmeliler bence. Bir yılbaşı, önceki yılın sonu demek ömürden gitti bir yıl daha... Birileri yıl başı dedikçe hüzün hissediyorum ben. İçim acıyor, titriyor yüreğim. Kaç yılım kaldı diye kaygılanıyorum... Mevcut yılın sonuna, yeni yılın başı diyoruz ya! Bitmekte olan senenin ziyan olduğunu düşünerek; keşkelerle dolu bir maziye dönüştüğünü gördükçe kaygılanıyorum. Yazık diyorum, yazık ettim. Hakkını veremedim, geçti gitti işte ve bu seneden, hayatım boyunca bir tane vardı. Tek bir tane 2019 yılım vardı, o da bu gece tükendi....
Yılbaşı ve Zaman
Zaman tanımı ve tarifi yapılamamış izafi bir kavram. Biz onu saat, gün, ay, yıl gibi bölümlere ayırarak, kendimiz için ölçü birimleri icat etmişiz. Yılbaşı veya ay sonu yada bir saat; biz insanların teorik matematiğinden ibaret. Realite değil. Bazen göz yaşı ile hatırlayıp üzüldüğümüz yıllar vardır mazide. Tabi üzülünen şey, o zaman diliminde yaşanılan güzel şeylerin geçmişte kalması veya yaşanmaması gerekenlerin nedameti oluyor. "Bir yıl" deyip geçmeyin. Az bulunur bir değerdir. Tüm ömrü hayatımızda bu yıllardan 60-70 tane var zaten..! Yıl başı bu gece kutlanacak ve yeni bir yıla girilecek... İronik bir hal. Tam insanoğlunun rasyonel olmayışına delil olan global bir delilik yahu..! Doğum günü kutlamaları da aynı mantıkla burkmuştur içimi hep. Muhtemelen bu hissiyat, orta yaşa varıldığında oluşuyor. Bilmem , kimilerinde oluşmuyor. Hayatın sonsuz olduğuna inanmış gidiyor insanlar. Yahu bir sonu var bu dünya hayatının..! Nasıl tükettiğimize dikkat etmeliyiz. Doğum günümde yazdığım Mutluluğun Şifreleri isimli yazıda bahsetmiştim. Yeni bir yaşa girmek üzülünecek bir şey değil mi.!? Sevinmeli miyiz yoksa.!? Kutlamalar falan.!? Sonu yok mu? Sayılı değil mi günlerimiz? Böyle mi inanıyoruz... kimi kandırıyoruz..! Kendimizi... Yahu elimizde kısıtlı miktarda bulunan bir değer azalıyor... Neyi kutluyoruz Allah aşkına..! Azala azala bitecek... Yas tutmalıyız yıl sonlarında... Çocukluğumdan beri bulamadım bu sorunun cevabını... Biri bana anlatsın. Herkes kendisinden emin de; bir ben mi kaygılıyım ölüm ve ötesi için..? Hadi yirmili yaşların sonlarına kadar anlıyorum. Onlar genç, ölüm yok sanıyorlar..! Ya otuzlu kırklı yaştaki hatta daha ileri yaşta, ölüme ramak kala: "yaşasın ölüme daha da yaklaştık" diye kutlama yapılır mı..? Biri çıksın izah etsin bana yav!!! Bunlar cennet ehli herhalde..! " Ölelim de bir an önce, Allah'ın ikramlarına vuslat edelim" diye kutlama yapıyorlar... Öyle ya! Biz günahkarlar da korkuyor, utanıyor ve çekiniyoruz... Ölümden sonrası için... Babamın vefatı için yazdığım yazıdaki gibi... "Ölüm güzel şey" Yılbaşı İçin İslami Karşı Koyuş Değerli okuyucum. İslami çevreler yılbaşı kutlamalarına karşı çıkıyorlar. Haklılar da... Fakat argüman yanlış. "Müslüman yılbaşı kutlamaz" E evet de; müslüman yalan da söylemez. Müslüman haksızlık da yapmaz. Müslüman ibadetini de kaçırmaz. Müslüman kabalık da yapmaz... Hz. İsa'nın doğumunu kutluyormuş Hristiyanlar. Yalan yahu inanmayın bunlara... Onlar kapitalist ve emperyalist dünyanın tuzağına düşmüş, çırpınıyorlar. Ne yaptıklarının farkında değiller... Biz düşmeyelim, hepsi bu. Yoksa Hz. İsa'nın doğum gününü bilsek kutlarız ne var ki bunda. Yanlış olan bu değil. Efendimizin Mevlid kandilini kutlamıyor muyuz? Biz onlara benzemeyelim. Yav benzemeyelim de, neden, nasıl... Anlatın... Alternatif yıl başı kutlamaları... İslami içerik falan... Hayır arkadaş hayır... Yarışmaya ve egale etmeye çalışmayın. Güzide dinimiz İslam'ın böyle bir yarışmaya ihtiyacı yok. İnsanı ve dünyadaki sınırlı ve kısacık zamanını ve bu zamanda nasıl bir yolculuk geçirmesi gerektiğini anlatın yeter... Zaman Yok, Zaman Kısa Herkes için inanç hürriyeti esastır ve mübarek dinimiz tarafından bu özgürlük tanınmış, teminat altına alınmıştır. "Yeni yılın hayırlarla gelsin" dilekleriyle yapılmış bir kutlamada da hiçbir beyis yoktur. Yeni yıla dualarla girmek ne güzel olurdu... Burada rahatsız olduğumuz şey onlara benzemekten ziyade, kutlamaların içeriği olmalıdır. Alkol, zina, serkeşlik ve serserilik... Bunlar yılbaşı içinde, yıl içi içinde, her zaman için günah ve ayıptır. Bunun üstünde duralım. Biz onlara benzemeyeceğiz diye bütün bu aşırılıkları, yılbaşından iki gün sonra yapsak tamam mı yani, sorun yok mu.!? Mesele Hz. İsa'nın doğum günü değildir. Emperyalist dünyanın bütün insanlık olarak üzerimizde kurduğu amansız baskı ve yönlendirmedir. Bununla savaşın. İnsanın bu fani dünyadaki mini mini ömründen ve asli saadetten bahsedin... Dünyanın sonu için sayılı günümüz kaldığından ve tefviznamede ki; "Mevlam görelim neyler, neylerse güzel eyler" mısralarından bahsedin.... Yeni Umutlar Değerli okuyucum. Yeni umutlar için her gün yeni bir dua zamanıdır. Yılbaşını beklemeyin... Yılbaşı gecesi bence, geçen senenin iç muhasebesi ve gelecek senenin planlanması ile geçirilebilecek iyi bir zamandır. Ertesi gün de tatil ya! O açıdan..! Dünya nimetleri veya ahiret saadeti için her an bir tefekkür ve tevekkül zamanıdır. Yeni yıla iyi bir başlangıç için dua edin. Fiili dua edin. Yaşlıları, çocukları sevindirin. Eşinizin, çocuklarınızın da size katılarak bu farklı yıl başı etkinliğinden keyif almalarını sağlayın. Yeni bir yıla günah işleyerek girmeyin. Emperyalist dünya sizden insan onuruna yakışmayan bir giriş bekliyor. Boyun eğmeyin. İnsan olma şerefine yakışır yollar seçin. Hicri yılbaşı da bu sene 20 Ağustos 2020 Perşembe günü olacak. Ne fark eder ki..! Her gün Allah'ın bize dünyada tanıdığı zamanın bir parçası. Ve unutmayın ki; ömrünüzde her günden bir tane var... Sonuç Zaman izafi bir kavramdır. Her insanın yaşadığı bir yıl, bir diğerine eşit uzunlukta değildir. Senelerimizin içlerini iyice dolduralım. Bizim 2020 senemiz uzun olsun herkesten... Zamanı nasıl kullandığınıza dikkat ediniz, zira sonsuz değildir. Hatta en kısıtlı değerimiz zamandır... Allah hayırlı ve uzun seneler nasip etsin hepimize... Yılbaşı ise geçmiş yılların zayi oluşuna yas gerektirir. Dünyadaki hayatımızın azaldığına işaret eder, üzüntü gerektirir. Anlamsız bir keyif değil... Çılgınca eğlenceler hiç değil... Öte yandan türküde dediği gibi "al benide yanına ne hasretlik çekersin" dediğimiz, sevdiklerimiz de göçtü, göçüyor ötelere değil mi? Şu yılbaşı hallerimize gülüyorlardır öte aleme uğurladığımız sevdiklerimiz... Öyle ya! Bir an sürecek yanlarına varmamız. Ne kutluyordunuz diye sorulduğunda; cevap bulamayacağız vermeye... Dedim ya ironik..! Rabb'im yeni yılınızı hayırlara vesile kılsın; mutlu yıllar... Read the full article
1 note
·
View note
Text
Eğitimde Atölyeler
Eğitim ve öğretim geniş manada düşünürsek, bu dünyanın en önemli faaliyet alanıdır diyebiliriz. Eğitimde atölyeler konusu da bu mübarek faaliyetin en değerli alanlarından birisidir. Bu alanda faaliyet göstermekte olan eğitimciler, hocalar, öğretmenler, öğreticiler, eğitmenler ve ustalar ise, hayat boyu en kıymetli vazifenin sahibidirler. Yeter ki hakkını versinler. Yeter ki çocukların geleceği için gamlansınlar. Yeter ki öğrencilerinin hakkı için kendilerini eğitmeyi ve yenilemeyi elden bırakmasınlar... Yeter ki en büyük öğretmen olan Hz. Muhammed'i örnek ve önder alsınlar. Nasıl ki talebeler sınavlara öğretmenleri nezaretinde hazırlanır ve onların öğrettikleri ile sınavı vermeye talip olurlar; aynı şekilde imtihan dünyasını başarılı sonuçlarla geçirip, hayat yolculuğunun sona ermesi ile başarılı olmayı uman bütün insanlar da bu eğitimciler zümresinin çabasına ve başarısına muhtaçtırlar.
Eğitimde Atölyeler Kavramı
Öğretim derken daha çok akademik alt yapıyı kastediyoruz. Eğitim ise bir bütün olarak hayata hazırlanmak, bilgi, beceri, yetenek ve karakter itibariyle doğru ve donanımlı yetişmeyi akla getiriyor. Eğitimde atölyeler, işin daha çok eğitim tarafını destekleyen çok önemli kazanımlar içerir. Özellikle büyük şehir çocukları bu edinimleri doğal yollardan sağlama imkanına sahip değillerdir. Onların beton ve asfalt ile donatılmış çevreleri ile tükenmişlik içindeki anne babaları, ne yazık ki eksik kalırlar. Atölyeler bu eksikler için bir çeşit çare olurlar... Dedemin sıcak demir atölyesi varmış. Orada çiftçilerin el aletlerini üretirmiş. Rahmetli Babam ise DSİ'nin merkez atölyesinde torna ustası idi. Yani atölye zanaatkarlar, sanatçılar, bilim adamları ve ustaların mesleklerini icra ettikleri fiziki mekanları işaret etmektedir. Tabi bu mekanlar işin nevine göre makine, teçhizat, alet edevat ile donatılmış oluyordu. Eski zamanlarda daha çok çırak tabir edilen, yetiştirilmekte olan çocuklarda bu mekanlarda bulunur, hem insaniyet hem de meslek öğrenirler, gün gelip kendi atölyelerinde faaliyet göstermenin hayali ile çalışırlardı. Bu arada "atölye" kavramı bazen "atelye" şeklinde kullanılsa da doğrusu atölyedir. Günümüzde bu kavram, faaliyetin ismi şeklinde kullanılır oldu. Bence uygundur eleştiriyorum. Mesela ahşap atölyesi yada elektronik atölyesi yanı sıra yöneticilik atölyesi, Tefsir Atölyesi, Edebiyat atölyesi gibi... Artık sadece çocuklar değil, yetişkinler de bu atölyelere gidip kendilerine yeni boyutlar kazandırmaya çalışıyorlar ki, bu doğru bir eğilimdir. Dünyada ki bu kadar boş, faydasız ve malayani faaliyet varken, atölyeler doğru ve elit seçimlerdir. Hem hobi edinmek, hem stres atmak, hem kendini geliştirmek ve sosyalleşmek için söz konusu atölyeler bulunmaz nimetlerdir. Çocuklar ve Eğitimde Atölyeler Eğitim sistemimiz genel itibariyle teorik eğitime dayanmaktadır. Bir yığın bilgi, ezber yoluyla öğretilmekte, gerçek hayatla ilişkisi kurulamadığı için de kalıcı olamamaktadır. Bu sistem bir kısım deney ve uygulamalarla desteklenmiş olsa da yetersizdir. Öncelikle özel okulların yabancı ülke eğitim sistemlerini inceleyip ülkemize kazandırmalarıyla eğitim hayatımıza giren atölyeler, artık Milli Eğitim Bakanlığımız tarafından da önemsenmeye başlamıştır. Hatta pilot okullarda bazı atölyeler faaliyete girmiş ve yaygınlaştırılması hedeflenmiştir. Bu atölyeler çocuklarımızın zihinsel kabiliyetlerini de, el becerilerini de ve hatta hayat tecrübelerini de geliştirmeye yönelik olarak kurulurlar. Tarihte ki çıraklık müessesesinin minyatür ve modern örnekleri olarak faaliyet gösterirler. Tabi faaliyetleri ve sunumları itibariyle birazcık popüler kültürden etkilenirler. Fakat pedagojik anlamda çok gerekli ve çok önemli çalışmalardır. Velev ki doğru eğitimciler eliyle, etkin ve verimli uygulanabilsinler. Atölyeler tıpkı laboratuvarlar gibi okul bünyesinde veya dışarıda özel olarak hazırlanmış mekanlarda kurulurlar... Çocuklar için üretilmiş makine ve teçhizata sahiptirler. Ne yazık ki şimdilik bu ekipman ve sarf malzemeleri çoğunlukla ithal ediliyor. İnşaallah yakında hepsini güzel ülkemizde üreteceğiz... Fark ettiğiniz üzere yetişkinlerin katıldığı bir çok hobi atölyesi, öğrenciler için de uygulanmaktadır. Ehil ellerde yönetilen atölyelerin faydaları saymakla tükenmez. Ben bu atölyelerin fayda ve kazanımlarına dikkat çekmekle iktifa edeceğim. Eğitimde Atölyelerin Faydaları Çocuklar kendi yaş grubu ve yeteneklerine göre seçilmiş ve seviyeleri belirlenmiş atölyelere katıldıkları zaman, düşünme, tasarlama ve üreterek hayata geçirme kabiliyetleri gelişir. Sorumluluk bilinçleri erken yaslarda oluşmaya baslar. Bu şekilde aldıkları teorik eğitimle bütünsel kazanımlara erişirler. Çocuklarımızın zihinsel ve bilişsel alandaki gelişimleri onların yetenek ve becerileri ile harmanlandığında tam öğrenme gerçekleşecektir. Eskiden beklenti okulda öğrendiklerini hayatta uygulayan çocuklardı... Olabilirse..! Şimdi istiyoruz ki, öğrenci okulda öğrensin, okulda uygulasın. İyi olduğu alanları öğretmenleri de kendisi de keşfetsin ve daha bu yaşlarda istidadı olan alanlarda tekamül etsin. Ayrıca dolaylı faydaları da vardır atölyelerin. Çocukların Öz güvenlerini yükseltir mesela. Takım çalışmasına yatkınlıkları artar. Karar alma ve uygulama iradeleri gelişir. Rekabetin verimli hallerine vakıf olurlar. Büyüklerinin yaptıkları işleri anlamaya başlarlar. Sonuçlandırdıkları bir projenin sağladığı üretebilmek fiilinin keyfine varırlar. Bunlar hayat yoluna yeni başlamakta olan her minik birey için çok yüksek motivasyon sağlayacaktır. Okulu, arkadaşlarını, çevresini, öğretmenlerini ve bir bütün olarak yaşamayı sevmesini ve eğitim öğretim için iştiyakının artmasını sağlar. Tabii ki bu fayda ve kazanımların ortaya çıkması, eğitmenlerin başarısına bağlıdır. Bu da eğitimcinin eğitimini zorunlu kılmaktadır. Zira eğitimde atölye çalışmaları için eğitimciler ne kendi hayatlarında, ne de eğitim fakültelerinde bilgi ve tecrübe edinmiş değiller. İş başında eğitim veya hizmet içi eğitimlerle seçilmiş öğretmenlerin donatılması zaruridir. ikinci aşamada eğitim fakülteleri atölye öğretmenleri yetiştirmeye başlamalıdır. Dikkatinizden kaçmamıştır değerli okuyucum. Eğitimde atölyelerin başarılı olmasının iki temel kuralı vardır. Birincisi yetişmiş eğitimci kadroları ve yeterli düzeyde teknoloji ve donanım. Aksi halde kitap üzerinde harika gözüken sistem, hayatta zaman kaybından başka bir işe yaramayacaktır. Bir Örnek Atölyeden Bahsedeyim Atölyeler çok çeşitli alanlarda açılmaktadır. Şunu da belirteyim ki; aktardığım konular genel itibari ile tecrübe, gözlem ve incelemeye dayanıyor. Nitekim ülkemizde şimdilik, konuyla ilgili akademik çalışmalar pek azdır. Değerli akademik kadrolarımıza, eğitimde atölyeler konusunda büyük vazifeler düşmektedir. Temel Alanlar : BilimSanatKültürYaşamSpor Bu temel alanlar altında bir çok atölye hayata geçirilebilir. Burada dikkat edilecek şeyler, gerekli imkanların, mekan, teknolojinin ve yeterli seviyede eğitimcilerin sağlanabilmesidir. Bu eğitimcilerin genel pedagojik formasyona sahip, hem değerler eğitimine ve hem de kendi alanlarına hakim olmaları gerekir. Ayrıca her çocuk her atölyeye uygun yapıda olmayabilir. Öğrencilerin atölyelere yönlendirilmesi yapılırken, uzman kadroların istişare ile karar verici olması gerekir. Kurumun içinde bulunduğu imkanları, lokasyonu, eğitimci kadroları, veli istidatları vs. bir çok değerlendirmeyle bir kaç atölye oluşturulabilir. Yada aşağıda olmayan atölyeler de geliştirilebilir. İnanın konuya ilgi göstermek ve azıcık çabayla öğrencilerimize yepyeni ufuklar açabiliriz. Aşağıda sıraladığım atölyeler ve daha fazlası, şartlara göre uygulamaya alınabilir. RobotikKodlamaAhşapÇömlekÇevre-Doğa HeykelYazarlıkYöneticilikDramaMutfak Bir Örnek Atölye : Robotik : Bu atölyelerde çocukların yaş gruplarına göre şekillendirilmiş setler kullanılır. Çocuklar ve veliler tarafından çok ilgi gören bir alandır. Zira günümüzün hızla gelişen teknolojisi düşünüldüğünde bu ilgide haksız değildir. Çocuklar bu atölyelerde kendi robotlarını tasarlamayı ve üretmeyi daha sonra da üretim amacına göre kullanabilmeyi tecrübe ederler. Genel itibariyle analitik düşünme, el becerisi, teknolojiyi tanıma ve kullanma, fen bilgisi ve matematikten faydalanarak tasarım yapma ve sonuçları değerlendirme gibi kazanımlar için çalışılır. Çocuklar aslında hayatlarında ki ilk tasarım ve mühendislik deneyimini yaşarlar. Robotik atölyelerinin kodlama atölyeleri ile de ilişkilendirilmesi mümkündür. Bu şekilde yaptıkları uyumlu muhteviyatta ki robotları; uygun yazılım çözümleri ile programlamak ve robot ile yazılım ilişkisini gözlemlemek imkanına sahip olurlar. Kodlama alanına iyi bir başlangıç sağlanmış olur ve bir yazılımın nasıl kurulup çalıştırıldığını anlarlar. Aşağıda sıraladığım kazanımlar çocuklarımıza günlük hayatları ve gelecekleri için üstünlük ve verimlilik kazandıracaktır. Çocuklarımız robotik atölyelerinde çizim yapmayı ve bu çizimleri ölçülerle ifade etmeyi öğrenirler. Tablolar ve şemalar yoluyla iş akışı oluşturabilirler. Her çocuk kendine özgü düşünebilme ve bağımsız planlar yapabilme yetisine sahip olur. Yanlış düşüncelerinin de sebeplerine hakim olur ve benimser.Hayal güçlerini somutlaştırarak bir önerme haline getirebilirler. Bu şekilde varsayımlar planlamak ve savunmak hususunda seviye edinirler.Sistem anlayışları gelişir. Girdi, proses ve çıktı ile geri besleme süreçlerini benimserler.Cisim, elektrik, mekanik ve dijital alan arasında ve hatta sosyal alanda illiyet bağları kurarak, sebepler ve sonuçların ilişkilerini değerlendirebilirler. Belirledikleri hedefe uygun çözümler üreten robot ve robotik süreçler hayal edip, tasarlar ve üretirler. Bu şekilse sorun çözme ve hedefe doğru sistematik çaba gösterme yetileri gelişir. Çocuklarımız robotik atölyelerinde çizim yapmayı ve bu çizimleri ölçülerle ifade etmeyi öğrenirler. Tablolar ve şemalar yoluyla iş akışı oluşturabilirler. Sonuç: Değerli eğitimci kardeşlerim. Çocuklar bizler için dünyanın en değerli ve en narin emanetleridir. Onlara karşı itina ile dopdolu bir bilinç seviyesinde olmalı ve mesleğinizin, en şerefli meslek olduğuna yürekten inanmalısınız. Ceza ve ödül bahsinde anlatmıştım. O minik ruhların en düzgün şekilde yetişmeleri için dert sahibi olmalısınız. İmkansızlıklar, engeller sizi yolunuzdan alıkoymamalı. Dünyaya bakarken merak ve ilgi ile bir yandan; bir yandan da inançlarınız ve geçmişinizle hem hal olmalısınız. Madde ve mana alanında basiret sahibi ve erdemli nesiller için çabalamalısınız. Bu, sorumluluğu kadar azameti de yüksek ve mükafatları ile gururu da yüksek meslekte; hepinize Rabb'imden kolaylıklar diliyor, konuya başka yazılarımda devam etmek üzere bu noktada son veriyorum... Read the full article
2 notes
·
View notes
Text
Toplantı Yönetimi

Biliyorsunuz istişare hayatımızın her alanında büyük önem arz eder. Ailemiz, hobi gruplarımız, arkadaş ortamlarımız ve çalışma alanımız hep fikir alışverişleri ile yürür ve gelişir. Verimli ve etkili birliktelikler toplantılarla sağlanır. Ben bu yazımda iş dünyamız açısından toplantı yönetimi üzerine tartışalım istiyorum. Verimli ve etkili olmak için toplanıp fikir alışverişleri ile doğru kararlara en kısa sürelerde ve en az maliyetle ulaşmalıyız. Dolayısı ile hakkını vermek üzere, bu işin de bir adabı olmalı değil mi? İş toplantıları kahvehane muhabbetine veya komşu gezmesine dönüşmemelidir. Nitekim bir araya gelmenin önemli gerekçelerinden birisi de, uzun yazışmalar ve gereksiz sohbet ile zaman kaybetmemektir.
Toplantı Yönetimi ve İncelikleri
"Şirketimizde her sabah toplantı yaparız" Neden? ".....(sessizlik).... yaparız işte..! Ne yazık ki şirketlerin en kıymetli değeri zamandır. Tıpkı insanlar gibi... Hem, şirketlerde insanlar gibi yaşam evrelerine sahiptir. Doğarlar, büyürler, yaşlanırlar ve ölürler... Yani bir ömürleri vardır. Biz yöneticiler bu ömrün uzun sağlıklı ve verimli geçmesini sağlamakla mükellef çalışanlarız... Bir faaliyette bulunurken, alternatif maliyetleri göz ardı edemeyiz. Değerli okuyucum. İşe yarar toplantılar düzenlemek için dikkat etmemiz gereken bir çok detay var. Bunlar firmaların faaliyet alanları ve iş yapış biçimlerine göre farklılıklar arz edebilir. Aklım yettiğince kısa kısa hepsinden bahsedeceğim. Fakat toplantı yönetimi için esas olan fayda sağlamak üzere yapıldığının farkında olmaktır. Verimli bir toplantının aşağıda sıraladığım detaylarını çok iyi düzenlemeliyiz ki denetlenebilir ve verimli sonuçlara ulaşalım. Sebebini, Gündemini, Periyodunu, Katılımcılarını,Süresini,İş akışını, Mekanını,Teknolojisini,İkramlarını,Geri beslemesini,Sürdürülebilirliğini, Geçerliliğini, Toplantı Sebebinin Tayini ve İlanı : Değerli arkadaşlarım, her çalışanımız, hangi kademe de olursa olsun yaptığı işin amacını ve gerekliliğini sorgular. Bu sorgulama yoluyla makul ve kabul edilebilir sonuçlara ulaşır ise mutlu olur ve kendisini önemli hisseder. Bu durum çalışanın verimliliği için dikkat edilmesi gereken çok önemli bir detaydır. Toplantılar çalışan için, kendisini reel işinden uzaklaştırıp zamanını boşa tükettiği bir angarya gibi algılanmamalıdır. Bu durumun çözümü, toplantının hangi sebeple yapılacağının ve bu sebebin gerekliliğinin net ve kesin olarak çözülmüş olması ve katılımcılara makul süre öncesinde toplantı bildirimi yapılırken izah edilmesi yoluyla çözülür. "Falan saatte toplantı var" demek bir davet değil; belki çalışan verimliliğine bir darbedir. Demek ki toplantı davetlerimizi gerekçesiyle beraber sunmalıyız. Toplantı Gündeminin Belirlenmesi : Toplantının sebebi başka, gündemi başka bir şeydir. Mesela toplantı sebebi aşağıdaki gibi olabilir. Dört numaralı üretim bandındaki verimlilik düşüşünün değerlendirilmesi. Buna bağlı toplantı gündemi ise ilgili üretim bandındaki: İş görenlerin performans değerlendirmeleri Teknik ekipman ve makine değerlendirmeleriHam madde ve yarı mamül tedarikinin değerlendirilmesiLojistik imkanlarının değerlendirilmesiOtomasyon ihtiyaçlarının değerlendirilmesiİnsan gücü ve makine uyumluluğunun nicelik ve nitelik açısından değerlendirilmesiHizmet içi eğitim gerekliliklerinin değerlendirilmesiFiziki bina ve altyapı durumunun değerlendirilmesi.......................... Gibi olabilir. Yani bir yönetici toplantı sebebini belirlerken, asıl sıkıntısına işaret eden genel bir başlık gibi görmelidir. Toplantı sebebinin muhatapları herkes olabilir. Fakat toplantı gündemi ise bu ana başlık altında sıralanan detay başlıkları gibidir ve sorumluları genellikle her başlık için farklı insanlardır. Etkili bir toplantı yönetimi için, bir gündem oluşturulurken zaman israfına yol açmayacak şekilde, sonuç odaklı ve motivasyonu arttıracak bir üslup ve sıralama gereklidir. Periyodik Toplantıların Tehlikeli Tuzağı : Arkadaşlar toplantılar defaten yapılabileceği gibi sürekli de olabilir. Her pazartesi her aybaşı gibi. Burada şirket iş kolu ve iş yapış biçimi önem arz eder. Toplantı yönetimi açısından önemli olan, sürekli yapılmakta olan periyodik toplantıların, rutine dönüp etkinliğini ve verimliliğini kaybetmesi riskidir. Nitekim insanlar tekdüze yaşantılardan hoşlanmazlar ve istemeseler de heyecanlarını kaybedebilirler. Bu durum toplantıları zaman içerisinde faydasız zaman kaybı haline dönüştürür. Beklenenin aksine sıkıntı ve bıkkınlık doğurarak toplam faydayı düşürür. Bu sebeple yönetici yada moderatörler bu konuda uyanık olmak, katılımcıların dikkatini cezbetmek ve fayda esaslı çalışmak zorundadırlar. Katılımcıların Tespit Edilmesi : Toplantımızın sebebini ve gündemini iyi belirlemiş isek sırada, bu sebep ve gündemlerin ilgililerini tespit etmeye gelmiştir. Nitekim hiç birimiz bizi ilgilendirmeyen bir toplantıda zaman kaybetmek ve sıkılmak istemeyiz. Şirket de alakasız ekip üyelerini yoktan yere bir salonda toplayıp maaşlarını ödemeye devam etmek istemez değil mi? Katılımcıların doğru seçilmemesi herkes için büyük zorluklar içerir. Ama esas felaket toplantıda ki asli sorumluların da çalışmasını ve etkinliğini düşürür. Değerli yönetici kardeşim. Tabii ki sıradan olma. Keşiften ve denemekten vazgeçme. Sıra dışı bir beyinle devamlı farklılıklar üret. Lakin çok insan, çok iş demek değildir. Bunu da asla unutma... Toplantı Süresinin Belirlenmesi : Burada bahsettiğim başlıklar bir çoğunuza sıradan gözükebilir. Lakin hep söylüyorum ya! Bilmek başka bir şey; idrak edip, pratik hayatında uygulaya bilmek bambaşka bir şeydir. Toplantı başlangıç ve bitiş süreleri net olarak belirlenmeli ve belli sınırlar dışında istisna gösterilmemelidir. Aksi halde o hep korktuğumuz felakete uğramak kaçınılmaz olur. Toplantılarınız, içinde bol bol futbol ve siyaset konuşulan, dedikodu edilen esprilerle, sataşmalarla ruhunu yitirmiş mahalle arası sohbetlere dönüşecektir. Dolayısı ile gündemine uygun bir başlangıç ve bitiş noktası belirlemeli, toplantı sürerken de bu süreyi takip ederek yönetmelisiniz. Burada itidalli olmak gerektiğini de hatırlatayım. sunumunu tamamlayamamış bir ekip üyesi, bu duruma çok içerleyecek ve inancı kırılacaktır. Süre konusunda iyi planlama şarttır. İş Akışının İlanı : Toplantı süresi içerisinde cereyan edecek faaliyetlerde saat planıyla bir akışa bağlanmalıdır. "Açılış konuşması falan yönetici 8:30 -- 8:45" gibi bir zaman çizelgesiyle akış oluşturulmalıdır. Bu iş akış çizelgesi sizin toplantı süresini yönetmenizi de kolaylaştıracaktır. Toplantının iş akışı her katılımcının kendisini planlaması ve diğer katılımcılar ile toplantı içinde ve öncesinde ki etkileşimini de kolaylaştırır. Toplantı Yerinin belirlenmesi : Toplantının niteliğine göre sürekli kullanılan bir toplantı odası, yada yönetici odasında ki toplantı masası olabileceği gibi şirket dışında bir otelin toplantı odası da olabilir. Burada önemli olan toplantının niteliğine göre uygun bir mekan tespitidir. Altı kişiyle yapılacak bir toplantı için salon tutmak verimsizlik getireceği gibi yirmi dört kişilik toplantıyı sekiz kişilik bir masada yapmaya çalışmak da, o toplantıyı mahveder. Mekan ve masanın toplantı için hazırlanmış, temiz, düzenli, aydınlık ve sıcaklığı ayarlanmış, havalandırılmış olması gerekir. Bu alaka, çalışanların kendilerine, şirketlerine ve katılmak üzere oldukları toplantıya hürmet etmelerini sağlayacaktır ki bu da verimlilik demektir. Belirlenen yer ve süre bilgileri de toplantı ilanında var olmalıdır. Kullanılacak Teknolojinin Hazır Olması : Çok önemli bir detaydır. Projeksiyon veya yansıtma ekranları, şarj üniteleri, yazıcı veya tarayıcılar, işaret ve ses aygıtları, internet ve diğer erişim cihazları, tam ve itina ile hazır edilip kontrollerinin yapılmış olması gereklidir. Tabii ki bunların hepsi her toplantı ortamında var olmalıdır demiyorum. Ne gerekiyorsa onları kastediyorum. Sadece bir kağıt kalem dahi yetiyorsa bunların hazır ve itina ile düzenlenmiş olması gerektiğinden bahsediyorum. Bu detaylar toplantıya davet eden tarafın, söz konusu katılımcılara, toplantı konusuna, şirketine ve kendisine ne kadar önem verdiği ve saygı duyduğunun net bir göstergesidir. Toplantının en ince noktasında, laptopunu şarja takacak priz arayan bir katılımcının varlığını düşünsenize. Yada "internet çekmiyor yoksa size webden bir rapor gösterecektim" diyen bir katılımcıyı... Toplantıda İkramlar : Katılımcılara ikramda bulunma konusu, oturumların süresi ve içeriğine göre değişen ve biraz da durumsal bir konudur. Genel olarak doğru bulduğum yöntemi izah etmekle iktifa edeceğim. Masada katılımcıların her birisi için kolayca ulaşa bilecekleri şekilde su bulundurulmalıdır. Başka ikram toplantı sürerken yapılmamalıdır. Dikkatler dağılır, düzen bozulur çünkü... Uzun toplantılar için her bir saat arayla on beşer dakikalık antreler verilir ve bir fuaye alanı oluşturularak çay, meşrubat ve yanında kuru pasta, kanepe gibi ikramlar bu molalarda hazır bulundurulur. Gün boyu süren toplantılarda da yine toplantı mekanı dışında bir yemek organizasyonu yapılır. Hepsi bu. Toplantı salonunu akrabaya ev ziyaretine gelmiş havasına sokmaktan kesinlikle çekinmek gereklidir. Sonuçların Geri Beslemesi : En zararlı şey toplanıp toplanıp bir karara varamadan kalkıp gidilmesidir. İkinci zararlı şey ise varılan kararların ilgililere yansıtılamaması veya bu konuda geç kalınmasıdır. Toplantı kararları bir yazman tarafından veya ilgili çalışanlar eliyle hemen derlenip, yöneticiye onaylatıldıktan sonra katılımcılara ve diğer ilgililere yayınlanmalıdır. Ayrıca davet eden yönetici birim uhdesinde bir klasörleme yöntemi kullanılarak, yer, zaman, konu, ve katılımcılar ile sonuçlar anlamında ulaşılabilir olarak saklanmalıdır. Bu sonuçların yönetimi, denetimi ve sonraki toplantı süreçlerinin planlanması için de önem arz etmektedir. Sürdürülebilirlik : Hayatın her alanında bu kavram var artık. "Sürdürülebilirlik" Çünkü insanlık sıkıntıda. Devamını getirebilmek için kaygıda. Neyin mi? Her şeyin. İnsanların dünyadaki hayatlarının dahi sürdürülebilirliği tartışılıyor biliyorsunuz. Bir işin, bir fikrin veya bir ailenin sürdürülebilir olup olmadığı masada... Hal böyle iken kurumların da tüm yönleri ile bulundukları zeminde sürdürülebilir bir oyuncu olup olmadığı devamlı surette göz önünde tutulmalıdır. Mikro düzeyde toplantılarımızın sürdürülebilir olmasının kaynağı fayda doğurma potansiyelleridir. Ne kadar zevkli olursa olsun, fayda doğurma kapasitesi yok ise o toplantıdan vazgeçip, yenilemek, geliştirmek ve düzenlemek yollarıyla sürdürülebilir bir toplantı formatı belirlenmelidir. Yeni işe başlattığımız bir çalışan veya parkurumuza eklediğimiz yeni bir makine için, nasıl dikkatle inceleme yapıp, etkinliklerini denetliyorsak; toplantılara da aynı gözle ve aynı hassasiyetle bakmalıyız. Toplantının Geçerliliği : Bir toplantının geçerli olabilmesi için yukarıda izah etmeye çalıştığım detayların yanı sıra, bir de konuya muhatap ekip üyelerinin hazır bulunması ve konuya ait datanın da hali hazırda var olması gerekir. Toplantı yönetimi alanında çalışanlar duymuşlardır. "Ben yoktum birimim hakkında karar almışlar" Yada "bana sormadan yapmışlar"... Bu serzenişler toplantımızın ve sonunda aldığımız kararların geçerliliğini zedeler. Halbuki toplantı kararları bir kurumun en üst kaliteye mazhar kararları olmalıdır. Bütün bilgi toplanmış, bütün vakıa incelenmiş, ilgililere danışılmış ve hatta benzer hadiseler rakipler üzerinde incelenmiş olmalıdır. Katılımcıların eksiksiz olması ve üst yönetimin onayı ile sağlıklı bir toplantı geçerlilik kazanır ve sonuçları da güçlü bir uygulama zemini bulur. İki Küçük Uygulama ile Kaliteli Toplantılar 1- Park Etme Uygulaması Toplantılarda sıkça yaşanan bir mesele de konunun özü dışında, bazı haklı ve üzerinde durulması gereken ilgili ilgisiz konuların üretilmesidir. Böyle durumlarda esas konudan sapmadan, süre ve süreci ziyan etmeden bu yeni doğan tali konuların not alınarak, başka bir toplantıya konu edilmesini ve fakat mevcut toplantıyı bozmamasını sağlamak en doğru çözümdür. Buna toplantı yönetimi alanında "park etme" denir. Sağlıklı toplantılar için dikkatle üzerinde durulması gereken bir uygulamadır 2- Maliyet Sayacı Uygulaması Acaba bir şirkete üst yönetimin katılımıyla yapılmakta olan geniş bir toplantının maliyeti nedir? İlginç bir bakış açısı gibi gelebilir ama bu ucu bucağı olmayan, verimsizce her daim uygulanan, sohbetlerle, yeme içmeyle zaman öldürülen toplantıların gerçek bir gider oluşturduğu ortadadır. İşte bu toplantıya katılanların maaşları ve zaman arasında ilişki kurup maliyet hesaplama tekniğine maliyet sayacı diyoruz. Bunun için geliştirilmiş yazılımlar da var. Hatta bazılarına alternatif maliyet indeksi ve toplantının otel, yeme içme vs. giderlerini de ekleye biliyorsunuz. Alternatif maliyet önemli zira verimsiz bir toplantıda tuttuğunuz çalışanlar; toplantıda olmayıp ta işlerine baksalar üretecekleri katma değerden vaz geçiyorsunuz toplantı yaparak. Toplantı Yönetimi ve İdareciler Ne yazık ki orta ve üst düzey yöneticilerin, hatta girişimcilerin ortalama %70 mesailerinin toplantılarda geçtiğine dair bir çok araştırma var. Hal böyle iken bu konunun dikkatle yönetilmesi gerektiği aşikardır. Bir yönetici toplantılar arasında mekik dokurken toplantı kararlarının hayata geçişini nasıl yönetip denetleyecek ki? Ben bir keresinde yeterli hazırlık yapılmadan başlanmış bir toplantıyı protesto etmiş sona erdirmiştim. Hem de ilk on beş dakikasında... Amacım yöneticilik kaprisi değil farkındalık sağlamaktı tabii ki... Aklıma gelmişken günümüz teknolojisinden faydalanarak bir araya gelmeksizin sesli ve görüntülü toplantılar düzenlemek gibi imkanlardan da azami seviyede yararlanıp, hem zaman hem de maliyetten tasarruf edilmelidir. Tabi ki bu yöntem her toplantı sebebi için verimli olmaya bilir. Konuyla ilgili yazmaya devam edeceğim. Etkili ve verimli toplantılarla, devamlı artan başarılar dilerim... Read the full article
0 notes
Text
Yolcu

Çok küçük yaşlarımdan beri, otomobiller ve otomobil kullanabilmek ve de uzun uzun yol yapmak arzusu içimi kastı kavurdu. Nedense hep aklımda yolda olmak vardı. Yolcu olmak... Arzuladığım yerde durup manzara izleyebilmek. Tarlasında çalışan yaşlı bir köylü dedeye misafir olmak, onunla saatlerce muhabbet etmek. "Yolcu yolunda gerek" deyip, hüzünlenerek ayrılacağım insanlara ve mekanlara sahip olmak. Her marş sesiyle yeni dünyalara yolcu olmak, yolda olmak, yol olmak...
Daha İlkokul Çağlarında Bir Yolcu
Büyük bir harita metod defterim vardı. Gazetelerden dergilerden kestiğim araba resimlerini yapıştırırdım sayfalarına. Altına da aklım erdiğince özelliklerini yazardım. İnternet yoktu, bilgileri ansiklopedilerden ve büyüklerimden derlerdim. Biliyordum ki, bir gün uzun bir seyahate çıkacağım ve sonra hep yolda olacağım. Meğerse her insan hayat yolunun yolcusuymuş, yol yaptıkça anladım... Hayalci bir çocuktum. Bir gece kaldığı yerden ertesi gün devam eden dizi gibi hayallerim vardı. İnsanları, mekanları, olayları bir roman gibi tasvir eder ve yaşardım. Hayallerimde ki kahramanların karakterleri ve fizikleri belli ve net olurdu. Senaryo ise bazen kontrolümden çıkar, istemediğim sonuçlara yol açardı. Buna çok şaşırırdım. Dünyam bir hayal, hayallerim ise dünyam olmuştu. Acaba derdim, araba kullanmayı bilerek uyumak nasıl bir duygudur..! Yola ve arabaya hükmetmek... İstediğin yere, istediğin zaman gidebilmek yada istediğin yerde durmak, veya istemediğin yere gitmemek... mutluluğun zirvesi midir? Yolcu Olmak Yolda Olmak Yol Olmak Hani derler ya! Keşke diyorum başka bir şey için dua etseydim Mevla'ya. Nitekim bu duam kabul olmuş ve bütün Türkiyeyi adım adım gezmiştim ve geziyorum... Gah yaptığım işler, gah seyahat halinde tatiller aracı oldu. Çok yol yaptım çok... Köşe bucak yolcu oldum. Çok yer gördüm, çok insan tanıdım çok hadise yaşadım. Lakin insanoğlunun yolculuğu bu değilmiş. Meğer ki insanoğlu kendi iç aleminde yolcuymuş, çocukluk işte bilemedim... Sonunda ancak bir gerçeğe vakıf olabildim. Nereye ve nasıl gidersen git; yüreğin ve beynin seninle geliyor... Tebdil-i mekan kendi içinde de yaşanmalı belki! Nitekim varmak istediğim menzil, ben gittikçe uzaklaştı. Her defasında, "bu sefer vardım" dedim fakat daha da ırak kaldım. Sahi o menzil neresiydi ki.!? Nasıl varılırdı ki.!?
Bu Yolculuğun Başı Sonu Neresi?
İnsan tam vakıf olamadığı bir alemden dünyaya geliyor. Bu dünya hayatını da hiç bitmeyecekmiş gibi zannederek yolculuğuna devam ediyor. İnsanoğlu yanlışları ve doğrularıyla, sevinç ve pişmanlıklarıyla yolun sonuna doğru yaklaştıkça, bir sonu olduğunu fark etmeye başlıyor. Ardından ölüm denen son ile başlayan baki hayatına geçip yolculuğuna devam ediyor. Belki keyif, belki acı içinde... Rabb'im pişman olanlardan eylemesin... Devamlı okuyucularım bilirler. Gerçek kişisel gelişim teması ile yazıyorum. İnanıyorum ki kişisel gelişim, insani gelişimle, bu da felsefi derinlikteki olgunlaşma ile kendini bilerek gerçekleşir. Kendini bilmek metaforu ise felsefenin yolda olmak tanımına rücu eder ve hepsi tefekkür ile mümkün olur. Her insan farkında olsa da olmasa da yolcudur. Fiziği, ruhu, duygu düşünce yapısı, her daim değişmekte ve dönüşmektedir. İlişkileri, işleri, çevresi hem nicelik hem nitelik olarak daima tekamül halindedir. Birçok durakta mola veren hayat, dünyanın son durağına doğru mütemadiyen akıp gitmektedir. Bu arada yakınları, dost ve akrabaları yer yer kendi son duraklarında belli belirsiz terki dünya eylemektedir. Yolculuk ve Mutlak Gerçeklik Aşık Veysel öyle güzel çiziyor ki bu gerçekliğin altını: Uykuda dahi yürüyorum. Kalkmaya sebep arıyorum. Gidenleri hep görüyorum. Gidiyorum gündüz gece... Dünyaya geldiğim anda, Yürüdüm aynı zamanda, İki kapılı bir handa Gidiyorum gündüz gece... Yolculuk her yaratılmış için mutlak gerçekliktir. Kimimiz görmezden gelip ucuz hesaplar peşinde günümüzü ziyan ederken, kimimiz bu gerçeğin ardında son durak için hazırlanmaktadır. Hesap kitap ise ötelerde karşımıza çıkacak ve kesin adalet sağlanacaktır. Yaşam yolu, işte bu yolcu kardeşinizin başka yolcularla yol muhabbetlerinden ibarettir. Dedim ya çocukken çok uzun yolculuklar arzulardım. Her insan gibi, ben de zaten bu uzun yolculukta imişim; çok geç fark ettim... Yani yolda olduğumuz muhakkaktır. Fakat doğru yolda olmak, doğru insan, doğru eş, doğru çalışan, doğru dost, doğru akraba ve doğru kul olmak... Hepsi bir bütün olarak kişisel gelişimde başarılı olmak demek. Doğru hissetmek, doğru anlamak, doğru davranmak, doğru düşünmek, doğru konuşmak, doğru yolda olmak demek. Bu da kendini bilmek ve bu yolda kendini gerceklestirmekle mümkün. Velev ki temiz kalpli olalım... Yolcu hep mutluluk yaşamaya bilir değerli okuyucum. Çile çekmek, dert sahibi olmak, hüzünlenmek, çabalamak, sabretmek hep bu yolculuğun gerçekleridir. Burada önemli olan insaniyetin hakkını vermektir. Başarısızlıklar da dünyanın gerçeklerinden biridir. Bazen siz hata yapmış, bazen de muhataplarınızın yetersizliğine yada kötü hallerine rastlamış olabilirsiniz. Yine de vardır bir hikmet... Deyip iç barışımızı bozmadan yola devam etmeliyiz değil mi? Sevinmenin de üzülmenin de, hasretinde vuslatında. kana kana yaşandığı hal, insanı insan yapan bir ihtiyaçtır. Doğru yolun yolcuları her hale benzer tepkiler verirler. Nitekim hayırda, şerde Allah'dandır. Tefvizname'de ki gibi Mevlam görelim neyler, neylerse güzel eyler derler... Yolcu Kendi İçine Seyahat Etmektedir Kendini gerçekleştirmek kendi doğrularını; ilim irfan ile inceleyip, sorgulayıp, denetleyip, teyit ederek sağlamak demektir. Kendi doğrularının doğru yola uyması demektir. Zaman akıp giderken tükettiği ömrünü, doğru prensiplerle bezemek demektir. Mesele, yolculuğun inceliklerini ve zenginliklerini kavramak ve hayatımıza nakşetmeye dairdir. Kim olduğumuzu anlamak için seyahat etmekteyiz. Hayatın günü birlik meşgaleleri bizi bilgelik yolundan alıkoymamalıdır. Nitekim hali hazır olanı, kolayımıza geleni, nefsimize hoş görüneni, popüler kültürün kabullerini, çoğunluğun dayatmalarını, çıkarlarımızın hezeyan içindeki taleplerini, yaşamımıza prensip edinmemiz; yolda kalmamız anlamına gelir. Körü körüne, başkalarının yada şeytanın yada nefsimizin talepleri ardında; hırs ve ihtirasımızın; kibir ve keyfimizin işaret ettikleri yoldan yürümemiz yolculuğumuzun sonunu felakete çevirir. İnsan olmanın onuruna ve kul olmanın sorumluluklarına aykırı hallerimiz; yolda olmanın özüne ters düşerek, bize hazin bir son durak hazırlayacaklardır. Kaldı ki bu haller biz daha yoldayken, yolculuğumuzu berbat etmeye yeter. Zaten bundan dolayıdır ki, kamil insan kendi yolunu kendisi çizer. Topyekun tüm dünya karşı gelse; inançlarından taviz vermez; doğru yolun kutsanmış yolcusu olarak kısacık molaları değil; son durağı arzular. Yolcu Olmak Zordur Yolcu Olmak, hem zaman ve hem de mekan içerisinde hareket halinde olmak demek. Durağanlık tembellik ile eş anlamlı. Hoş sen dursan da zaman her yaratılmış ile beraber senide önüne katarak akıp gidiyor. Bizler duyularımız ve duyurduklarımız ile metafizik bir tecrübe yaşamaktayız. Yolcuyu, insanı kamil kılacak, ötelerde de rahat ettirecek olan ve onu seyahat boyunca mesut edecek olan, doğru yolların keşfidir. Keşifler de biçare kalırsak, hakikaten zor, tehlikeli ve sıkıntılı hallere müstahak oluruz ki bu durum gerçekten elem vericidir. Hepimizin ve hatta tüm yaratılmışların içine dahil olduğu bu seyahat, kimileri için güzel bir tatil, kimilerine ise zorlu bir sürgün gibi yaşanır ve son durağa varılır... Anlamam bir ömre mal oldu ama anlatmaya ömür yetmeyecek gibi. Bu da hikmetli bir sır, mistik bir realite... Nitekim bizden öncekiler de bin yıllardır bize anlatamadılar... İmtihanın ispatı bu bence. Zira nesilden nesile oluşmuş olan kolektif şuur bize doğruları ispat etmiş olmalıydı şimdiye kadar. Ama ne yazık ki her insan sıfırdan başlayarak kendi imtihanını kendi hayat yolunda yaşıyor... İnsanlığın yaradılışından beri biriktirdiği bilgi ve tecrübeler kötü yaşanacaklara engel olamıyor. Yol halleri her yolcu için tekrar edip duruyor. Yolcu Yolunu Tarif Etmeli Her övgüye Mazhar olan, güzel dinimiz İslam, söz ile dile getirilenin kalp ile ikrarını talep etmiş ve insanı ne kadar iyi tanıdığını ispat etmiştir. Hatta bazı zor durumlarda kalpten inanışı kafi görmüştür. Nitekim kendimizi de kandırmamız gayet mümkündür. Bu sebeple kalpten hissettiklerimizi ve öğrenip hayatımıza düstur edindiklerimizi, yani yolumuzu tarif edip, kendi kendimize de takdim etmeliyiz. Bu bizi tutarlı ve dirayetli hale getirecek, etraftan gelecek bir kısım zararları da egale edecektir. İnsanın kendisini sevmesi, güvenmesi ve saygı duyması çok kıymetlidir. Yolculuğumuzu sürdürürken en büyük tehlike kendimizden olmak, öz saygınlığımızı kaybetmektir. İç dünyamızın çeşitli hücumlar altında bütün çevremize ve hatta şahsımıza doğru ortaya koyduğu dayanıklılık ve esrarengiz yolculuk; Büyük bir saadet kaynağıdır. Kalp gözünün ferahlayıp, yeni ufuklara baktığı o hal; ne güzide bir ahvaldir. Herkesin iç dünyasında fırtınalar koptuğuna eminim. Başka dünyaları hayal ettiklerine, başka başka iyiliklere namzet olduklarına, inandıklarına… Zira her insan İslam fıtratı üzerine doğar. Ama kaybedenler çoktur. Neden biliyor musunuz? Nefislerine zor gelen doğruları kabul etmeyişlerinden... İşte yolcu için zor olan bunu başarmaktır. Zira insan yolculuğu esnasında yolda bulduğu doğrulara sahip çıkmak, öğrenmek ve inanmak zorundadır. Başarmanın anahtarı bu itinada yatar. Başaramayanlar yol boyunca mutsuz, yolun sonu için de umutsuz bir halde gözü gönlü kapalı, iptidai hayatlarına devam ederler, doğru yol zor gelir nefislerine, kibirlerine, enaniyetlerine... Nitekim aşikar olandan zımni olana veya dışarıdan içeriye doğru yol almak zor ve meşakkatli gelir birilerine. Kolay olanı seçer ve geçer bazı insanlar. Esasen gittikleri yanlış yollar insani değildir ve acılıdır. Kolay sanırlar ancak zor ve çetrefilli olana talip olur, yolculuklarını mahvederler. Düştükleri bataklığın farkına, ancak yolun sonunda varırlar. Heyhat! Artık çok geç olmuştur... Yol Arkadaşı Doğru bir hayat arkadaşı bu yolculuğu daha keyifli ve sonunu da daha başarılı kılabilir elbette. Fakat tersi de mümkündür ne yazık ki. Sizin hayat arkadaşı, can yoldaşı, dert ortağı, gönül ilacı, baş tacı dediğiniz insan yada insanlar veya fikirler bizzat yol kesen eşkıyalara dönüşebilirler. Yolunuzu kesip, türlü eziyetler ile yolculuğunuzu rezil ve zelil hale sokabilirler... Siz siz olun inanç ve prensiplerinizden ödün vermeyin. İnandığınız doğrularla var olan mücerret varlıklarsınız. Ruhunuzu bozmayın. Kendinizi yanlış yoldakiler gibi et ve kemikten ibaret cisimler gibi görüp de materyal ile ifade etmeyin. Yolunuzda yoldaş olmayanlardan kurtulun. Büyükler derler ki; insan insanı hapiste, hastalıkta, yoklukta ve seyahatte tanır. Hepside yolcu için yaşanılası duraklardır hayat yolunda. Değerli okuyucum, iyi günde kötü günde tavrı değişmeyenler ve saygı, sevgi ve aidiyetini şartsız sunanlarla olun. Aksi halde sizin yolunuz, onlara büyük gelir. Rotanızı anlayamazlar. İçsel yolculuğunuzu fark edemezler. Kendinizle de sık sık yüzleşin. Haliyle de yoldaşlık edemezler, karanlık dünyalarında doğru yolu ayırt edemezler, idrak edip gereğine vakıf olamazlar. Sonra sizi de yolunuzdan ederler... İnsan olanı insanlığa zorlamayın, nasibinden öte geçip sizden nasiplenemezler. Siz siz olun hedefsiz fakat gururlu; haysiyetsiz fakat kaprisli; edebsiz fakat kibirli; hadsiz fakat kompleksli; iddialı fakat bomboş insanlardan kurtulun. Arkadaşınız, akrabanız, amiriniz, memurunuz, eşiniz kim olursa olsun etrafınızda tutmayın, kurtulun. Kurtulun ki doğru yolda yolculuğa devam edebilesiniz. Paçalarınızdan asılıp sizi yolunuzdan edip kendi gayya kuyularına çekmelerine müsaade etmeyin. Hırs ile dünyevi talepler, para, mevki, makam, hava cıva peşinde olanlara takılmayın. Belki Onlara da iyilik yapmış olursunuz. Onlara acıyın merhamet ve samimiyet ile doğru yola çekmek için elinizden geleni yapın. Olmuyorsa bırakın ve kendinizi kurtarın. Zira cehennem boşa yanmak için yaratılmadı... Unutmayın öyle yada böyle yolculuk sona erecek. Baki hayatın başında her koyun kendi bacağından asılacak, hesap vereceksiniz... Durarak Hiç Bir Şey Olmaz Aksiyon almak lazımdır. Sabır ile tepkisizliği birbirine karıştırmayın. Zihnen ve fiziken ve fikren devamlı hareket halinde olun. Gelişin, gerekiyorsa değişin ve dönüşün ama hep doğru yolların yolcusu olun... Mehmet Akif Ersoy büyük insan; bakın bir şiirine şöyle başlıyor: Allah’a dayandım!” diye sen çıkma yataktan… Ma’na-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nadan!Ey Yolcu Uyan şiirinden Ve sonunu da şöyle bağlıyordu : Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabaha; Bir kupkuru çöl var; ne ışık var, ne de vaha! Ey Yolcu Uyan şiirinden "Ey yolcu" diye hitap edişi yüreğimi diriltiyor. Allah Rahmet eylesin büyük Vatan şairimize.... Değerli okuyucum; ne yollar tükenir ne de sonunu bilen vardır. Zaten gizemli ve hikmetli imtihanın sırrıdır bu bilinmezlik... Hayattayken biz; sorular ve sorunlar hiç bir şekilde bitmez ve kısa vadeli hedefler asla tükenmez. Esasen toplam yol bitmektedir ama bu gerçek bizler tarafından hiç idrak edilemez... Sabah olur akşam olur ömür tükenir heba olur. Hayat yolda olmaktır; Nereye? Sonsuzluğa, ukbaya... Hiçbir zaman ve hiçbir yere yerleşemezsin. Zira yolculuk devam etmektedir. Hayat sürekli bir maceradır. Yolculuk ise yersiz yurtsuzluktur. Gurbettir, ötelere özlemle ve ümitle yaşanan ve biraz korku, biraz sevgi ve sonsuz umut ile bezeli bir gurbet... Yolcu yolunda gerek değerli okuyucum. Malayani dünya işlerine takılmayınız. Popüler kültür ile sürüklenmeyiniz. Dedikodu, fesat ve nifak davalarına düşmeyiniz. Kalp kırmamak için azami gayret sarf ediniz. Doğru beslenmek için yolunuzu araştırınız. Erdem sahibi olmak için okuyup, tartışıp, danışıp, sorgulayıp inanarak bulunduğunuz yola asla ihanet etmeyiniz. Doğru ise eminseniz yolunuz, sizi çevirmek, başka yollara sokmak isteyenler çok olur. Ummadığınız yerden yara alırsınız. Yaralarınızı sarıp, gereğini icra edip, yolcu kalınız doğru yolda. İmtihan ediliyoruz, unutmayınız... Ve sadece bir tane ömrümüz var... Evet anın kıymetini bilmek gerekiyor. Geçmiş gitti bitti elinden bir şey gelmez. Belki nedamet ile yetinirsin. Gelecek ise daha gelmedi. Ne olacağı belirsiz, belki ümit ile fiili duada buluna bilirsin. Şu an ise yaşanmakta. Gayret edersen başarabilirsin. Babam derdi rahmetli: "Her yol bir yola çıkar..." Read the full article
1 note
·
View note
Text
Babamı Kaybettim

Babam hayatını kaybetti. Babam Hakk'ın Rahmetine Kavuştu. Ben ise babamı kaybettim. Babam ise baki ömrüne kavuştu. Geçtiğimiz Cuma günü Allah'ın en büyük nimetine nail oldu ve Cuma namazında cenaze namazı kılınarak uğurlandı. Düşünsenize 73 yaşında bedenini terk eden babam, yaklaşık 60 senelik bir imtihan halindeydi. Hepimiz ve herkes için bu fani dünya kocaman bir sınav değil miydi? Babamın sınavı bitti işte. Bitmesi güzeldi. Ötelerde ki ebedi başlangıçları da güzel olur İnşaallah... Ölüm denince hep, N. F. Kısakürek üstadın o bilinen şiiri gelir aklıma, hem avunur, hem umutlanırım. İlk dörtlüğü aktarayım: Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber..?Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun !Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun! Necip Fazıl Kısakürek O, kendisi de 47 yıl önce kendi babasını kaybetmemiş miydi? Annem de babasını yine o yıllarda ahirete uğurlamamış mıydı..? Herkes ve hepimiz sınavın sonunda terk-i dünya eylemiyor muyuz?
Babamı Kaybettim Kendimi Bulmalıyım
Neden bu gerçeğe bir türlü vakıf olamıyoruz. Neden hepimizin öleceğine, bizimde öleceğimize idrak geliştirip, gereğini yapamıyoruz? Bu hal imtihan gerçeğinin apaçık bir delili değil mi? Halbuki kalan yok, kervan yolda, herkes gidiyor. Babamı kaybettim, bir kez daha hatırladım ölümü, derinden hemde... Nitekim Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor; Herkes ölümü tadacaktır; yaptıklarınızın karşılığı size eksiksiz olarak ancak kıyamet gününde verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılır da cennete konursa artık kurtulmuştur. Dünya hayatı zaten aldatıcı şeylerden ibarettir. Al-i İmrân Suresi - 185 Şu an babam için ne ekonomi, ne siyaset, ne geçim derdi, ne evlat tasası, ne de sağlık sorunları kaldı... Rahatladı. Rabb'im rahmeti ile muamele etsin... Dost bir adam mıydı bilmem? Herkese çok iyilikler mi yapmıştı? Ama şunu bilirim. Kimseye en ufak bir zararı dokunmamıştı. Hiç kötülük bilmemişti, hiç zarar vermemişti. Bu sebepten midir bilinmez; Sürur içinde huzurlu gözükmüştü cansız siması herkese... Elbet insaniyet ve kulluk anlamında eksikleri aksakları vardır. Rabb'im affetsin. Nedametini kabul eylesin... Çocukluğumda bazen televizyonu kapatır, eline İhyaü Ulumi’d-Din, Marifetname veya Envarül Aşıkin yada Büyük İslam İlmihali'ni alır; küçük ve keyifli din sohbetleri yapardı tüm ailemizi başına toplayıp... Siyasilere sövdüğü de vakıadır ama çok az... Milli maç izleyip dertlendiğini de gördüm, Eurovision yarışmalarında hayıflandığını da... Çocukluğumda annemle bitmez tükenmez tartışmalarına da şahit olmuşluğum var... Dünyanın en düzenli adamıydı belki..! 20 yıllık fatura ödendilerini saklardı. Cetvel gibi dizilmiş klasörlerinde bir ömrün resmi özeti hazır ve nazırdı. Kimseden tek bir kötü söz duymamış ve duyarsa eğer cevabını hep hazır bulundurmuştu. Devletini milletini çok sever, her şehidimize ayrı ayrı ağlardı. Ecdadını bilir ve güvenirdi. Kendi Osman, ben Yavuz, kardeşim Murattı.... Babamı kaybettim... Üstümdeki mübarek izleri daim olsun İnşaallah... Benden Razı mıydı? Belki benden en razı olduğu an, onu Ertuğrul gazi Türbesine götürdüğüm zamandı. Oturdu yanı başında, saatlerce okudu ve dertleşti gözyaşları içinde... Ecdadı çok severdi. Tarihide iyi bilirdi... Cenaze namazına kimler iştirak etti, kimler gelemedi. Kim taziye için aradı sordu, kim oralı olmadı bilmem..! O Berzah da; imtihan bitti... Gerisi boş, anlamsız, yersiz onun için... O imtihanı tamamladı. Rabb'im rahmeti ile muamele etsin... Bizlere de bu fani dünyadan hayırlı göçler nasip eylesin... Dostları, evlatları, torunları ve 50 senelik yari geride kaldı artık. Kaygıları, tasaları, planları ve özlemleri yok artık... Sert mizaçlı duruşunun ardında, kuş gibi narin bir yürek saklardı. Göz yaşının erkeğe kattığı asaleti onda gördüm. Din, vatan, millet konularında ağlardı. Dünyalık değildi göz yaşları. O minicik maaşıyla hiçbir şeyin eksikliğini göstermeden, kimseye muhtaç ve mahcup etmeden ve hiç parası da bitmeden ölünceye kadar dimdik ve bereket abidesi gibi yaşadı. Ne bir yan geliri, ne tarla tapanı vardı halbuki. Sadece helal kazanmanın bereketine sonsuz inancı vardı. Kanaate dayanırdı. Bütün zenginliği de bu inançlarıydı... Şahsı için bir şey istediğine ömrüm boyunca şahit olmadım... Mutlu muydu hayatında peki? Bilmem sanmam..! Hiç bir zaman mutsuzum demedi. Hiç şikayet ettiğini duymadım... Şimdi yazarken düşündüm de gerçekten hiç yakındığına şahit olmadım. Razı idi Rabb' inin takdirine her zaman. Mücadele etti bizlere haram lokma yedirmedi ve kendisi de hep en azıyla yetindi... Gösteriş bilmedi. El ne der önemsemedi. Her zaman alabildiğine doğaldı. Belki sevdiğini de gösteremedi. Ama hep sevdi... Herkesi ve her şeyi sevdi... Zihnen Yaradan dan gayrı düşmedi... Tornacı Osman Usta Torna ustası idi. İşinde aranan ehil bir adamdı. En ince ve zor işler babama getirilirdi. Önce ordunun tank tamir fabrikasında sonra devlet su işlerinin merkez atölyesinde çalışmış emekli olmuştu kamudan. Saat gibi haramdan korkarak yaşadığı iş hayatını süper emekli olarak tamamlamış ve ağzının payını hakkı yenilerek almıştı. Üzülürdü bu durumlara, çoluğumun çocuğumun hakkı saklı derdi ve helal etmezdi sorumlulara... Bu torna ustasının öyle bir kütüphanesi vardı ki evimizde; beni okumaya ve yazmaya aşık eden, o kütüphane ve sandık sandık kitapları olmuştu... Çok az konuşurdu, konuştuğu da bila istisna doğru çıkardı. Ne yazık ki hep iş işten geçtikten sonra anlardım ben durumu. Bizi her gezmeye çıkardığında doğruca Erzurum garına giderdik. Dedem rahmetli demir yolu çalışanıymış. O hiç eskimeyen eski binaya bakar, dalar giderdi gözleri… Böyle zamanlarda anlardım, babam babasını çok seviyor ve özlüyordu. İstasyona gelir dedemi yad ederdi demek ki. Şimdi gitti babasının yanına. Rabb'im cennetinde buluştursun... İstasyonu ve trenleri bana gösterirken dedemi kastediyordu belki de; bel ki de babasına torunlarını gösteriyordu manen… Bilinmez! İç dünyası derindir dadaşın, dışarıdan sezilmez… İçim Rahat Hamdolsun Hoş sebebi net değil gönlümde, ama rahatım. Allah makamını cennet eylesin. Bütün müslüman aleminin ölmüşlerine Rahmet Eylesin... Size bir gerçek paylaşayım. Vefat eden babamın cansız bedenini toprağa verip de üstünü kapattığımızda; bir sürur kapladı içimi. O tarifsiz, acılı endişeli halim, toprak ile buluşan babamın huzuru bulduğuna yönelik bir şükür haline terk etti yerini. Hikmetinden Sual olunmaz... Bir Fatiha lütfedin merhum babam için; Allah'a emanet olun... Read the full article
1 note
·
View note
Text
Mevla Görelim Neyler

Mevla Görelim Neyler Neylerse Güzel Eyler... Erzurumlu İbrahim Hakkı'ya ait olan bu tek cümlelik hayat felsefesi; kendini bilmek ve geliştirmek yolunda olan her insan için önemli bir rehberdir. Read the full article
0 notes
Text
Sıradan Olma

Yazılarımın devamını www.yasamyolu.com 'da bulabilirsiniz. Bugün iş dünyamıza döneceğiz. Kariyer yapmakta olan veya başlamaya hazırlanan arkadaşlara sıradan olma diyeceğiz. Ama nasıl, ne ölçüde, hangi gerekçeyle..? Read the full article
1 note
·
View note
Text
Kıskanmak
Devamı yasamyolu.com 'da Kıskanmak çoğu zaman üzerinde durulması gerekli olmayan, insani bir hal gibi düşünülür. Gerçekten bir seviyeye kadar sevgi ve bağlılığın tuzu biberi gibi algılana bilir. Fakat fazlası amansız bir hastalıktır. Hem sahibini hem de muhatabını ve ilişkiyi yer bitirir. Saadet ve huzur beklenen yuvayı, zehir zemberek bir zindana çevirir. Read the full article
1 note
·
View note
Text
Kendinle Yüzleş

Kendinle Yüzleş. Kendini adaletle yargılaya biliyor musun? Hukuk senin çıkarlarından ibaret mi sanıyorsun? Kendini seviyor musun? Kendinle yüzleş çok faydasını göreceksin... Yazılarımın devamını yasamyolu.com'da bulabilirsiniz. Read the full article
2 notes
·
View notes
Text
Refika

Rıfk kelimesi hakkında, kayıp hazinelerin keşfi-05 başlıklı yazımda açıklamalar yapmış, önemini anlatmıştım. Lütfen okuyunuz. Neden üstünde duruyorum bu kavramın biliyor musunuz? Refika kelimesinin kökü olan rıfk kavramını bilmek, refikayı anlamak demektir. Bir refikaya sahip olmak, çok büyük nimettir. Dünya cennetidir. Refik için de aynı… Allah insanları çiftler halinde yarattı. Bu başlı başına hem bir nimet ve hem de sınav konusu oldu. İnsanlar toplumlar halinde yaşamaya mecburdu. Yaradılışı gereği tek başına yaşayamazdı. Kadın ve erkek de öyle. Sadece hem cinsleriyle yaşamak imkansızdı. İlla çift olmak gerekliydi. Bu gerçekler aileyi gündeme getirdi. Aileler toplumları oluşturdu. Ayrıca o toplumların geleceğini de, ailelerin meyveleri olan çocuklar kuracaklardı. Aile içinde görevler, hak ve sorumluluklar tespit edildi paylaşıldı. İnsanlık kolektif şuuru ile biriktirdiği rolleri ve gereklerini talep etti aileden. Dinimiz, gelenek ve göreneklerimiz yol gösterdi. Kültürler şeklini belirledi. Fiziki ve ruhsal özelliklerimiz mecbur kıldı. Hukuk da kuralları oluşturdu. Nihayetinde aile kuruldu, yaşadı, dağıldı ve mütemadiyen sürüyor bu düzen. Global bir gerçeklik arz ettim size. Çok büyük düşünmeyin ama. Her aile bir çiftten oluşuyor. Bir kadın ve bir erkek. Siz de bunlardan birisiniz. Ya kadın ya da erkek... Bir kişisiniz ve saadet sizinle başlar eğer niyet ederseniz. Sizinle devam eder eğer sebat ederseniz. Ve de sizde biter eğer rıfk sahibi bir refik yada refika olamazsanız.
Bir Şeyler Eksik, Refika
Yukarıda yazdıklarım muğlak geliyor olabilir size. Çünkü dünya düzeni ve yaşam tarzlarımız, bizi olmamız gereken insan modelinden uzak tutuyor. Kişiliklerimiz yara bere içinde ve kutsal aile kavramını algılayamaz olmuşuz. Aşk ile aile isimli yazımda, o ruhu ve derinliği nasıl oluştura bileceğimizi yazdım detaylarıyla. Burada aynı konuyu işlemeyeceğim. Hanımın refika olmayı, beyin de refik olmayı öğrendiği muazzam bir yuvadan bahsedeceğiz. Yahut kendini bilmekten, veya olgunlaşmak konusundan dem vuracağız. Refika ve Refik Nasıl Olunur? Bir kaç hayati konu var aklımda paylaşayım. Değerli okurum. Size mistik bir halet-i ruhiye den bahsetmiyorum. Gizli sırları falan da yok bu işin. Refik veya refika olmak ise niyetin, basit bir başlangıç noktası var. Kurduğun aile bir özgürlük alanı değildir. Bir kuralsızlık bölgesi, kaos alanı yada prestij savaşlarının yaşandığı bir arena da değildir. Temel insani değerler, aile içinde de gerekli ve geçerlidir. Problemleri kolayca tespit etmek ve en uygun çözümü rahatça sağlayabilmek buna bağlıdır. Normal olun sadece, kendiniz olun. Yani dışarıda üçüncü kişilere karşı sergilemek istemediğiniz, davranış, düşünüş, tutum ve sözleri; evinizde, eşinize karşı da filtre edin ve kontrol edin. Bu..! Hepsi bu... Yani demek istiyorum ki; iş yerinizde ki bir arkadaşınıza "lan" demiyorsanız eşinize de demeyin. Memleketten arayan kuzeninize kötü bir ses tonuyla cevap vermiyorsanız eşinize de vermeyin. Bir işinizi gören devlet memuruna kibarca teşekkür ediyorsanız eşinize de edin. Eşinizde insan. Eşiniz oldu diye değerinden bir şey kaybetmedi ki! Yuva bellediği mekanı sizinle paylaştığı için, sığınmacı olmadı ki! Aile dışı hayatınızı ve evinizde ki hallerinizi bir gözden geçirin lütfen. Objektif bakmayı başarırsanız inanın görecek ve üzüleceksiniz. -- "ama oda bana şöyle dedi, böyle yaptı..." He yaptı ama aynı tavırda ki bir arkadaşınızı veya çalışanınızı yönetmek ve düzeltmek için gösterdiğiniz o anlayışlı ve olumlu tavrı, eşinizden esirgediniz hep! Hayatın her alanını ve evinizi güzel davranışlar ve sözler ile bezemek; adalet ile desteklemek; ilim irfan ile değerini yüceltmek elinizde... Tahammül ve hoşgörü sınırlarının en geniş halini, eviniz ve eşiniz hak etmektedir. Tabi eskilerin dediği gibi: Geçinmeye gönlünüz var ise..! Aklınız da refik ve refika var ise... Değerleriniz, Evinde de Geçerli olmalı. Genel ahlak kuralları mesela; sadece anne, baba, arkadaş yada tanımadığın insanlar için mi konmuş sanıyorsun? Eşine de uygulayacaksın. Büyük bir itina ile eşinin karşısında ahlaklı duracaksın. Adab-ı muaşeret mesela; kabalık edemiyorsan dışarıda ki insanlara, eşine de etmeyeceksin. Yardım sever mi tanırlar seni, eşine de yardımcı olacaksın. Güzel mi konuşursun, beğenir mi herkes konuşmanı, eşinle de güzel konuşacaksın. Oturmana kalkmana, sözüne sükutuna dikkat edeceksin evinde; tıpkı dışarıda ettiğin gibi... İyi bir arkadaş, sağlam bir dost olabiliyor musun başkalarına? Eşine de olacaksın. Hatta eşine hayat arkadaşı, can yoldaşı olacaksın... Diğer insanlara hatta hayvan ve bitkilere karşı çok merhametlisin değil mi? Eşine de merhamet ve şefkat duyacaksın. Çok mu nezih ve kaliteli bir insansın? Herkes öyle mi der hakkında? Eşine karşı da kaliteli ve nezih davranacaksın... Bakın efendim. Şu ana kadar hiç karı koca olmanın özel bir halinden bahsetmedim. Karı demedim, koca demedim. İnsan dedim sadece. Üçüncü kişiler de insan, eşin de insan... Unutma bunu. Diğer insanlara karşı nasılsan, eşine karşı da aynı ol dedim. Aile hayatını refik ve refika olarak geçirmek istiyorsan; evin beton ve demirdendir. Huzurlu bir yuva olsun istiyorsan, bu gerçekler ihmal edilmemelidir. Nikahın Kerameti Nedir bu keramet biliyor musun? Onun gönlüne girebilmek ve gönül kapılarını ona açabilmek. Allah birbirini seven, Kendi emriyle bir araya gelmiş çiftlerin aşkını perçinler, nice hayırlara vesile eder. Ama korkunuz ki; nikah akdiniz, üstüne titremeniz gereken kırılgan bir müessesedir. Gücünü ise, birbirinizi anlamak için sarf ettiğiniz çaba belirleyecektir. Birbirinizi kırmamak için sebat ettikçe güçlenir nikahınız ve kerametleri. Aksi hallerde; siz nikahınızın gereklerine saygı ve itina göstermezseniz, o da avuçlarınız dan sessizce kayıp gidecektir. Hem de uzaklara, çok uzaklara... Siz siz olun, her şeyin aslına talip olun... Refik ve refikanın da, nikahın da... Çözüm Çözüm dışarılarda değil, yüreğinizde ve onu safi ve samimi hislerle birleştirdiğiniz eşinizin gönlündedir. Dışarılarda aramayın. Sizsiniz çözüm. Sorunları çözecek olan da; sorun çıkaracak olan da sizsiniz. Aşktan, sevdadan önce, eşinizin de sizin gibi bir insan olduğunu ve aranızda ki problemlere, en az sizin kadar üzülüp, içerlediğini bilin. Hayat sonsuz değil. Günler, saatler sayılı. Mutlu olmayı tercih edin. Bunu başarmak için öncelikle aşk değil, hürmet ve samimiyet gerekir. Kendinize nikahınıza ve nikahlınıza karşı; sabır, güven ve teslimiyet gerekir. Refik de refika da bir niyet meselesidir. Hele gönlünüz düşmüşse eşinize... Allah'ın bu mukaddes nimetini zayi etmeyin. Saadetinizi vesvese ve kibre kurban etmeyin. Kaybedenlerden olursunuz... Bakın şu cümleye: ...... kadının en cazibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir LETAFET ve NEZAKET içindeki hüsn-i siretidir.Bediüzzaman Said Nursi Daha da bir şey demiyorum..! Read the full article
1 note
·
View note