Tumgik
donattan-blog · 5 years
Text
Martı
Tumblr media
Kapıyı tüm gücümle çarparak kendimi dışarıya atıyorum. Kafamın içinde çok fazla düşünce var ve odaklanamıyorum. Tüm vücudum uyuştu, ellerim titriyor. Etrafa bakmaya çalışıyorum ama gözlerim netliğini kaybetmiş. Adım atmaya çalışıyorum, düşecek gibiyim kendimi toparlamam gerekiyor. Arabaya ulaşmaya çalışıyorum.
Çok sinirliyim, hemen buradan defolup gitmem gerek, nereye olduğunun hiçbir önemi yok! Dişlerim kasılıyor, nefes alış verişimi kontrol edemiyorum. Kimseyi görmek istemiyorum, tüm hıncımı içime atmam gerek. Öfkemi yutuyorum, başım dönüyor.  
Arabaya kendimi atıyorum, anahtarı kontağa takıyorum ve kalan gücümle çeviriyorum. Ellerimi direksiyona koyuyorum, düşüncelerim çok bulanık. Nereye gideceğimi bilmiyorum, buradan uzaklaşmam gerek! Götür beni buradan, lütfen. Son ses müziği açtım, ne olduğu önemsiz.
Yola çıktım, araba beni götürüyor, nereye bilmiyorum. Öfkem geçecek gibi değil. Gaza biraz daha yükleniyorum. Araç önce uyarı veriyor, hız limitini aştığımı söylüyor. Yavaşlayamam, buradan gitmek zorundayım.
Beynimden geçenlerden korkuyorum. Şeytan diyor çevir şu direksiyonu yuvarlanıp gidelim! Etrafta çok fazla insan var, kimseye zarar vermek istemiyorum. Yanımdaki araçlar kornaya asıldı, ses kulaklarımdan yankılanıyor. Müziğin sesini biraz daha açıyorum hiçbir şey duymak istemiyorum.
Araba titremeye başladı, bayağı hızlanmışım. Beni son kez uyarıyor, umurumda değil. İnsanlardan uzaklaştım, çevremde araç kalmadı. Şimdi hızlıca çevirsem direksiyonu? Araç artık kabullendi hızı, bana eşlik ediyor hatta o da bana katıldı!
Biraz toparlanıp gazdan ayağımı kaldırıyorum ama araba yavaşlamıyor. Şimdi daha iyiyim, yavaşlasana! Kenarda durup bir sigara yakmak istiyorum ama izin vermiyor. Yolda hızlıca devam ediyor, tüm kontrol araçta, başta ben istedim ama dur artık istediğim kadar uzaklaştım.
Uzaktan bir şey yaklaşıyor. Ne olduğunu anlamıyorum. Ben ona o da bana hızlıca yaklaşıyor. Aman Tanrım, cama bir kuş çarptı. Hemen durmalıyım, ne yaptın sen! Frene asılıp arabayı durduruyorum. Kuşun çarptığı yerde büyük bir çatlak oluşmuş. Bir martıya çarpmışım, kanı tüm cama yayılıyor. Lütfen ölmüş olmasın.
Martı hareket etmeye çalışıyor, evet hala nefes alıyor. İlkin onu kurtarmak için hamle yapıyorum, can havliyle kendini savunmaya çalıyor. Sonra ellerimin arasına alıp yan koltuğa güzelce yatırıyorum. Dayan biraz, seni en yakın veterinere yetiştireceğim. Koltuğa atlayıp en yakın yeri bulmaya çalışıyorum. Camı açtım, bağırıyorum: “Bana yardım edin, ne yapacağımı dair en küçük bir fikrim yok!”
Bir gözüm yan koltukta martının çırpınışını izliyor, diğeri yolda umutsuzca yardım edecek bir yer arıyor. Acı çekiyor görüyorum, çok içten bir inlemesi var, beni suçluyor! Gözlerindeki öfkeyi görebiliyorum, çok çaresiz. Benim de elimden hiçbir şey gelmiyor. Dayan biraz daha, bana güven, seni kurtarmama izin ver. Kendimden nefret ediyorum.
Aptal kuş, senin bu kadar alçakta ne işin var. Yolunu mu bilmiyorsun, nereye uçacağına neden dikkat etmiyorsun! Senin suçun sen, çıktın karşıma. Of, arabanın suçu bunlar, ben durdurmaya çalıştım. Yemin ederim köşede durup bir sigara içecektim. Frene neden asılmadım ki? Ben sebep oldum, kendimden nefret ediyorum.
Etrafta neden kimse yok! Biraz daha dayan lütfen. Benim suçum, kabul ediyorum ama seni kurtaracağım. Tekrar eskisi gibi uçacaksın, görmediğin yer kalmayacak. Gökyüzünde kanatlarını açıp süzüleceksin, seni gören herkes kıskanacak. İyileşecek, iyi olacaksın. Bense kendimden nefret edeceğim.
Hala oradasın değil mi? Çok güçlüsün, başarabilirsin. Lütfen bana öyle bakma, dayanamıyorum, ben kötü birisi değilim. Şimdiye kadar karıncaya bile zarar vermedim. Neden sana yalan söyleyeyim, inan bana! Bir şey söyle yalvarırım yoksa kendimden nefret edeceğim.
Bir tabela gördüm, evet çok yaklaşmışız. Hey, geldik çok az kaldı. Gözlerim pes etti, hüngür hüngür ağlıyorum. Yolu göremiyorum artık, yüreğimde derin bir acı var, tarif edemiyorum. Canım çok yanıyor, vücudumun titremesini kontrol edemiyorum, kalbimin çarpıntısı geçmiyor. Neye sebep oldum ben böyle, tekrar kanatlarını açamazsan kendimi affedemem!
Kafamı çevirip martıya bakıyorum. Pes etmek üzere, yalvarırım geldik sayılır, çok az kaldı. Gaza yükleniyorum, hemen şurada olmalı. Artık hareket etmiyor, kulaklarıma inceden sesi geliyor. Ne söylemek istiyorsun? Her şey çok güzel olacak sadece birazcık daha dayanmalısın. Merak etme seni teslim edip hemen kaçacağım, bir daha beni görmeyeceksin. Yalvarırım güven bana, ben sana zarar verecek hiçbir şey yapmadım, bilerek ve isteyerek. Sana bir şey olursa kendimi affedemem!
Her şey düzelecek inan bana, çok özür dilerim.
2 notes · View notes
donattan-blog · 5 years
Text
Uçurum
Tumblr media
Ellerimle sımsıkı tutunuyorum. Çok korkuyorum, ne kadar süre dayanabilirim bilmiyorum. Rüzgar sessizce esiyor, üstüm de ince kalmış. Şuan hayatım resmen ellerimin ne kadar dayanabileceğine bağlı. Ellerimin kaymaması gerekiyor, parmaklarım şimdiden zorlanmaya başladı. Avucumda zeminin tüm ayrıntılarını hissedebiliyorum. Ne kadar sert bir zemin olduğunu anlamaya çalışıyorum, hafiften kumlu gibi sağlam olmasını ümit ediyorum. Yeteri kadar sağlam değil sanırım, topraktan bir zemin. Parçalara ayrılırsa biterim.
Ben buraya nasıl geldim, hiçbir şey hatırlamıyorum. Gözlerimi açtım ve uçurumun kenarında iki elimle sımsıkı bir toprak parçasına tutunuyordum. Bütün bedenim boşlukta rüzgarlı gündeki ağacın dalları gibi sallanıyor. Çok fazla hareket edemiyorum, ellerim her an kayabilir. Ben hareket ettikçe alt tarafımdan bir demir şıngırtısı geliyor. Ayaklarımda zincir var, neden? Çok sıkı olmasa da iki bacağım birbirine bağlanmış. Zincirin ucu ayaklarımın altından sallanıyor.
Etrafı görmek için yavaşça kafamı çeviriyorum. Olamaz, gerçekten de yamacın kenarındayım. Etrafta hiçbir şey yok, olabildiğince geniş bir yerdeyim. Uzaklarda tepeler var ve ben en yükseğinde asılı kalmışım. Aşağıya bakıyorum, yüksekten başım dönüyor. Çok yüksekteyim hem de çok fazla. Neredeyse zemini göremiyorum. Aşağıda geniş bir arazi var sanırım biraz yeşillikler var. Bir nehir geçiyor başını ve sonunu göremiyorum. Neredeyse tam altımda sayılır. Yukarıda olabildiğince mavilik var, bulutlar bile kalmamış, güneşi göremiyorum. Gün yeni doğmuş olabilir, saatten emin olamıyorum.  
Kendimi yukarıya doğru çekmeye çalışıyorum ama gücüm yetmiyor. Toprağa da çok fazla güvenemiyorum. Parçalanırsa metrelerce yükseklikten çakılırım. Maalesef güvenmek zorundayım. Ellerimle zemine bastırıp vücudumu çekmeye çalışıyorum. Hayır, ne kendimi çekmeye gücüm yetiyor, ne de zemin bana güven veriyor. Ellerimi daha fazla yormamalıyım, boş yere enerjimi harcıyorum.
Birisi mi getirip beni buraya attı ben mi kendimi yamacın kenarına attım? Neler olduğunu anımsayamıyorum. Zinciri kendime bağlamış olabilir miyim, bağlanma şekline göre bu mümkün ama neden böyle bir şey yapayım? Vücudumda herhangi bir ağrı, yara var mı hissetmeye çalışıyorum, yok en azından birisi bana zarar vermemiş. En son ne yapıyordum ben beynimi zorlayıp hatırlamaya çalışıyorum. Evden çıkışımı hatırlıyorum sadece, gerisi yok. Kaybolup giden bir görüntü bile yok.
Buradan nasıl kurtulabilirim? Bu ıssız yere bir insan evladı gelir mi bilmiyorum, ben olsam gelmezdim sanırım. Tek umudum birinin gelip beni kurtarması. Gücüm kendimi yukarı çekmeye yetmiyor. Ayaklarımla toprağa hamle yapıp yukarıya kendimi atamam. Bana en yakın yere bile ayaklarımı uzatamıyorum. Ayrıca hareket ettikçe daha fazla yoruluyorum.
Etrafta rüzgarın uğultusu dışında hiçbir ses yok. Düşüncelerimle yârın ucunda yalnızım. Ben neden bu durumdayım, bunu hak edecek bir şey mi yaptım? Elbette herkes kadar benim de hatam vardır ama daha fazlası bence yoktur. Ayrıca yanlış bir şey yaptım diye bu duruma düşmek zorunda mıyım? Sanki karşımdakilerin hiç hatası yok. Düşünüyorum, bazı şeyler yaşanmasaydı ben o yanlışları da yapmazdım. Domino etkisi değil mi bu? Aslında çoğu hatama onlar sebep oldu, izin verdiler hatta zorunda kaldım. Of, neler geçiyor benim aklımdan! Buradan kurtulabilirsem yaptığım tüm hataları telafi edeceğim, yemin ediyorum. Kurtarın beni.
Bir ses duyuyorum, birisi beni kurtarmaya geldi! Hayır, bir gölge düştü önüme, görüş hizamda olmasa da büyükçe bir kuş olduğunu anladım, umarım bana zarar vermez. Kuşa sesleniyorum: “Hey, bana yardım getirsene! Bu uçurumun kenarında ne yapacağımı bilmiyorum, beni anlayabilir misin?” Aptal bir kuşla konuşuyorum resmen hatta bir süredir kendi kendime konuştuğumu şimdi fark ettim. Kuştan yardım isteyecek kadar çaresizim ve çok yoruldum. Kuş çevremde uçmaya başladı aman bana zarar vermesin. Hep bu uçurumun suçu bunlar!
Ellerim çok yoruldu, kayıyorum.  Olamaz, ellerim pes etmeye başladı, bunu bana yapamazsınız! Dayanmaya çalıyorum ama olmuyor. Sol elim iyice tükendi ve hızla kayıyor ve gitti. Çok korkuyorum. Artık tek elimle sıkıca tutunuyorum. Tekrardan elimi atsam da olmuyor, pes etti.
Zincir ayaklarımdan kayıp düştü. Düşüşünü izliyorum. Nehre mi düşecek yoksa toprağa mı çakılacak? Nehre düşersem belki bir şansım olur. O kadar yüksekteyim ki takip etmekte zorlanıyorum, uzaklarda da olsa gördüm toprağa düştü. Hiç şansım yok. Neden kendimi bu durama sokayım ki? Bunu ben kendime yapmadım, beni buraya attılar!
Toprağa parmaklarımı sapladım, başka çarem yok. Toprağın parçalanma ihtimali olsa da tek yapabileceğim şey bu! Hissediyorum toprak kurumuş, kumları rüzgarla birlikte elimin arasında savruluyor. Toprak parçalanırsa tutunacak yerim kalmaz ve düşer ölürüm. Toprağa zarar vermeyeyim desem bu sefer de elim kayar ve düşer ölürüm.
İçimde korkuyla karışık bir heyecan var. Sanırım umudumdan kaynaklanıyor. Şu halime bakıyorum ve ne haldeyim! İçinde bulunduğum bu duruma rağmen hala kurtulmayı ümit ediyorum. Yar, hepsi senin yüzünden! Kimse gelmeyecek artık bunu anlamam gerek. Derin nefes alıp veriyorum, aşağıya bir kez daha bakıyorum. Ne zamandır buradayım ben?
Elimle sımsıkı tutunuyorum. Çok korkuyorum daha fazla dayanamayacağım. Artık kabullenmeye başladım, buradan düşeceğim. Ölüme yenik mi düşsem, dayanabildiğim yere kadar dirensem mi, kendi isteğimle mi bıraksam elimi? Hangisi daha kötü olur bilemiyorum, her durumda öleceğim! Bir ihtimal nehir beni kurtarabilir ama güvenmiyorum artık, kabul ettim. En azından cesedimi birisi bulur mu, hayvanlara yem olmak istemiyorum. Ölmek nasıl bir şey acaba, şuan olduğundan daha fazla canım yanar mı?
Elim hızla kayıyor, lütfen birisi yardım etsin.
0 notes
donattan-blog · 5 years
Text
Masum
Tumblr media
Yazıma başlarken dizinin jeneriğini açtım. Yazarken içimde sakinleştiremediğim bir heyecan var. Bunun nedeni diziyi bitirir bitirmez yazmaya başlamam değil. Diziyi bitirince hemen yazmak istedim ama önce heyecanımın dinmesi için biraz beklemem gerekti, yani birkaç hafta kadar. İnkar edemem, hakkında düşündükçe, yazmaya çalıştıkça o kalp çırpıntısını, o heyecanı yeniden hissediyorum. Belki biraz abartıyorum diyorsunuz ama olsun abartacağım. Çünkü yerli dizilerimizin geldiği durum ortadayken, ekranlar iki buçuk saatlik zaman kayıpları, senaryo katledilişleri ve saçmalıklarla doluyken abartmamak elde mi?
Yeni yılın henüz başıydı sanırım, sosyal medyada gezerken Masum dizisiyle ilgili bir şeyler gördüm. “Türkiye'nin ilk büyük bütçeli internet dizisi!” Başta keyfim yerine gelse de çok sürmedi zira böyle kaliteli bir dizi çıkacağına hiç mi hiç inanmıyorum tabii ki. İnternette mi yayınlanacak, nasıl olur diye düşünürken açtım fragmanı hemen. "Bir baba evladı için neler yapar biliyor musun sen?" diyen Haluk Bilginer'in sesi. Ve ona cevap olarak Ali Atay’ın "Her şeyi" cümlesi. Yok daha neler canım diyorum. Büyük bütçenin çoğu nereye gitmiş anlaşıldı. Tam bir oyuncular şöleni! İsimlerini yeri geldikçe yazacağım, sabredin. Gergin bir müzik çalıyor arkadan ve birbirinden muhteşem oyuncuların yüzleri beliriyor.
Fragmanın heyecanı bitmemişken derhal Google amcadan bilgileri almaya başlıyorum. "Suç, drama, polisiye" konusu çıkıyor karşıma. Altın Portakal ödüllü bir yönetmen Seren Yüce ile tanışmış oluyorum. Berkun Oya'nın "Bayrak" adlı bir oyundan esinlenerek yazılmış. Bölüm sürelerinin ortalama altmış dakika olması da muhteşem. Bundan sonra tek yapabileceğim fragman çıkarsa onu izlemek ve diziyi sabırsızlıkla beklemek. Sekiz bölüm olacak dizi haftada iki bölüm yayınlanarak bitecek.
Diziyi henüz izlememişlere tavsiye vermek istiyorum. Diziyi hemen oturup bitirmeyin çünkü pişman olursunuz. Kötü olduğundan değil bilakis; tadını çıkara çıkara, böyle sindire sindire izlemenizi istediğimden. Ben yayınlandıkça ikişer bölüm izledim. En tadında olan bu sanırım. İzlerken diziyi durdurmaktan da çekinmeyin. Yönetmen aralara ipuçları yerleştirmiş. Fırsatınız olursa ve tekrardan oynanırsa "Bayrak" oyununu izlemek de harika olur. Oyunu izledikten sonra dizi sıkıcı olur diye düşünmeyin sakın. Senarist oyunu izleyenler için de diziye farklılıklar katmış. Mesela: Bayrak oyununda pek isim geçmiyormuş. Baba, anne, abi, polis gibi sıfatlar kullanılmış fakat dizide bu çok zor olacağından isimler var.
Masum izlemeyi tercih ettiğimiz o meşhur yabancı dizilerin tadını veriyor. Daha önce söylediğim gibi süresi de gayet makul. Bakışmalı saçmalıklar hiç yok. Bölüm sayısı az, rahatça izlemeye olanak veriyor. Filmin kurgusu da zekanıza hakaret etmiyor tersine çalışmasını sağlıyor. Birazcık karışık bir kurgusu olsa da bence izleyicisini içine çeken bir dozda. İnternette yayınlanmasının avantajı ise sansür yok! Hala mı ikna olmadınız? Jenerik müziği Selda Bağcan'dan! Diziyi izlemek için vereceğiniz paranın hakkını sonuna kadar alacaksınız. Ödediğiniz para o deneyime kesinlikle değer sakın bu nedenle izlememezlik etmeyin. Imdb'den 9,4 puan almayı da başarmış üstelik.
Diziyi henüz izlemediyseniz, umarım sizi ikna edebilmişimdir. Hemen diziyi izlemeye gidin ve yazının kalanını okumayın. Uyarmam gerekiyor ki bol bol spoiler gelecek. Sonra bana kızmayın, diziyi izledikten sonra da ilk işiniz tabi ki bu yazıyı okumak olsun. Son uyarım: Buradan sonra SPOİLER olacak!
Masum'u kısaca özetlemek istiyorum önce. Emekli bir polisimiz var dizide: Cevdet komiser. Emekliliğinden sonra eşiyle birlikte sakin bir yere taşınmış. Ailenin iki çocuğu var. İkisi de evlilik geçirmişler. Abi ve kardeşin eşi trafik kazasında hayatlarını kaybetmiş. Kardeş eşinin ölümünden sonra babasının ve annesinin yanına taşınmış. Psikolojik rahatsızlıkları var ve alkolik. Ve bir polisimiz var: Yusuf. Ailesi darmadağın olmuş, bir kızı var. Bir gün amirinden bir dosya geliyor. Dosya bahsettiğimiz abi ve kardeşin eşinin ölümü hakkında şüpheler olduğu yönünde. Yusuf eski meslek hocası olan Cevdet'in yanına gidiyor ve olayı yavaştan çözmeye çalışıyor. Durum trafik kazası değil tabii ortada cinayet var. Ama bunu aydınlatmak kolay değil. Zira hiçbir şey göründüğü gibi değil. Olayı sürpriz bir sonla çözmesine rağmen finalde bir kez daha şok oluyoruz. Nasıl mı, izleyin görün.
Masum'un ilk bölümleri yayınlanınca arkadaşımla tek seferde izledik. Jenerik etkilediği kadar geriyor aynı zamanda. Girişinden itibaren hemen sizi bağlıyor. Polisiye olunca başlarda silahların konuştuğu, bolca karakolda geçen bir dizi düşünmeyin. Karakolda geçen sayılı sahne var. Önce pür dikkat diziyi anlamaya çalışıyorsunuz. İlk iki bölüm de çok şahane açılış bölümleri olmuş. Sizi sıkmadan diziye adapte ediyor. Yusuf'un dinlenme amacıyla gittiğini düşünürken, Tarık ile karşılaşması hiç de tesadüf değilmiş. Tarık'ın hayal gördüğünü müzik sayesinde anında anlayıveriyoruz.
Her bölümün sonunda can alıcı sahne olacağını anlıyoruz artık. Cevdet ve Yusuf'un kozlarını bir anda dökmesini açıkçası hiç beklemiyordum. Burada dizimizin bizi kanser etmeden hızlıca açılacağını anlıyoruz. Dizimiz bir süre sonra flashback'lere başlıyor. Burada kurgu karışmıyor değil. Ama oyuncularımızın saç ve sakalları geri ve ileri tarihleri anlamamıza yetiyor. Emel'e hepimiz üzülüyoruz. Düşünsenize evleniyorsunuz ve eşiniz ağır psikolojik hastaymış ve zor da olsa ailesine söylediğinizde annesi sizi suçlayarak gece vakti dışarıdan mı yemek söylüyorsunuz, yemek yapmıyor musun gibi itamlar ile sizi suçluyor. Babası da çok basite alıyor olayı!
Dizi Yusuf komiserin etrafında dönecek zannederken başka bir hal almaya başlıyor. Olaylar Cevdet komiserin ailesi etrafında gelişiyor. Serkan Keskin'i ben İsmail abi olarak tanırdım. Taner olarak gördüğüm zaman çok şaşırdım. Dizide her şey karışmaya başlarken bir de şekerci psikopatımız Selim ekleniyor. Amacı ne anlamıyoruz ama Taner'in onu gömdüğünden emin oluyoruz. Olaylar gelişirken her şeyden bir haber masum Tarık da komutanıyla uğraşıyor. Okan Yalabık'ın oyunculuğu muhteşem! Bizi Tarık'ın zihninin derinlerine sokmayı başarıyor. Emel de aynı şekilde bize kendini anlatmaya çalışıyor. Tabii onu anlamaya çalışsak da, aldatmasını kabul edemiyoruz.
Her hafta diziyi beklemeye başladım yayınlandıkça hemen izliyorum. Ah o Haluk Bilginer'in tiradları ah! O anlatırken görsel bir şeye ihtiyaç duymuyorsun, zaten her şey kafanda canlanıyor. Güzelce ayarını veriyor her seferinde. Nur Sürer'e de değinmeden edemeyeceğim. Her sahnesini hayranlıkla izledim. Dizide oyunculuk hakkında bir sıralama yapacak olursam kendisini en üst sıraya koyarım. Ailenin neden oğullarını koruduklarını, motivasyonlarını tamamıyla anlıyoruz kendisinden.
Sanırım bu kısımları fazla uzattım, hızlıca toparlamaya çalışacağım. Hiçbir şeyin aslında göründüğü gibi olmadığını görmeye başlıyoruz demiştim evvelce. İlkin Emel'in masaya çarpmasıyla hemen ölmesiyle, Selim'in benzer şekilde duvara çarpıp hemen ölmesi bizi tatmin etmiyor. Zaten sonrasında da 'o şekilde' ölmedikleri ortaya çıkıyor. Katilimizin net motivasyonunu anlamasak da (katili söylemeyeceğim) Yusuf komiser olayları çözmesiyle kalıyor.
Adeta şok etkisi yaratan Tarık'ın finali (Tarık'ın finali diyeceğim çünkü bence dizide iki final var.) bizi ekran karşısında donduruyor. Beni ümitlendiren Cevdet komiser'in ölmemiş olmasıdır bu arada, umarım ikinci sezonu ve Cevdet komiserimizi görürüz.
Şimdi gelelim ikinci finalimize, Selahattin amirin göründüğü gibi olmaması! Yusuf komiserin beyninde flashback'ler yaşanırken anlıyoruz ki dizide bu olayın azar azar veriliyor, ama tabi ki de yeterli değil. Dizi biterken ikinci sezonu sabırsızlıkla bekliyoruz. Ayrıca dizinin jenerik sahnesinin son bölümünün giriş sahnesi olması da ayrı bir hava katıyor.
Oyunculuklardan bahsedelim, Haluk Bilginer'in oyunculuğuna aşık oluyoruz çünkü izleyiciyi ses tonu ve duruşuyla etkilemesi dışında Cevdet komiserin neyi neden yaptığını sorgulatmıyor bize. Aynı zamanda Nur Sürer bize anneliğin nasıl bir duygu olduğunu verirken, hafif huysuzlukları, konudan bağımsız sözleriyle diziye hoş bir duygu katıyor. Ali Atay da zaman zaman Mecnun etkileri hissetsem de bende o rolle yer edinmesiyle bağdaşlaştırdığım oluyor. Serkan Keskin! Biz onu dünyalar tatlısı İsmail abi olarak bilsek de Taner rolüyle tamamen farklı bir rolün üstesinden gelmiş. Okan Yalabık bizi Tarık'ın psikolojisine tamamen sokmayı başarıyor ve oyunculuk dersi veriyor. Emel'in psikolojisini anlayabildiğimiz gibi, Selim'in ruh halini de bir o kadar anlamıyoruz çünkü rolleri bunu gerektiriyor. Tülin Özen ve Bartu Küçükçağlayan bu rollari hakkıyla yerine getiriyor. Oyunculukların bu derece muhteşem olacağını zaten tahmin ediyorduk, herkes rolünün hakkını vermiş.
Dizinin internette yayınlanmasının birçok faydasını gördük. Rahatça küfür etmeleri samimiyet katsa da zaman zaman bunu abarttıkları olmuş. Hafta hafta yetiştirmek zorunlulukları olmadığından rahatça kurgu yapılmış. Örneğin geçmişte Serkan Keskin hep sakallı. Geçmiş sahneler çekildikten sonra rahatça diğer sahneler çekilmiş. Müzik kurgusunun biraz hatalı olduğunu düşünüyorum çünkü müzikler ile neler olabileceğini az çok tahmin edebiliyorsun. Ayrıca bu dizinin kırdığı çok güzel bir klişe var. Normalde başroller yakışıklıdır güzeldir, mükemmel erkek ve kadınlardır. Tabii ki böyle olmak zorunda değil! Başrol neden göbekli olmasın, kel olmasın? Bu örnekler hiç yok demiyorum fakat diziler izlensin diye oyuncuların sahte mükemmelliğinden hepimiz yorulmadık mı?
Masum'u fazlasıyla övdüm ve eleştirilecek yerleri olsa da bunu elimden geldiğince az yapmaya çalıştım. Zira bu tarz yapıtların desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Yerli dizilerin ne hale geldiği ortada. İki buçuk saatlik tamamen zaman kayıpları. Ben zaten izlemiyorum demek kaçış yolu olmamalı. Ben neden mükemmel oyuncularımızın harcandığı dizileri izleyeyim ki? Sadece ve sadece kar amaçlı diziler olsun, reyting uğruna güzel olan diziler harcansın ki? Bu tarz diziler yeterli desteği ve izleyiciyi arkasına alsın ki bu gibi örnekler çoğalsın.
Dizi, film dediğin bir çok insanın emeğidir, iyi ve ya kötü olması ortada emek olmadığını göstermez. Bu sebeple güzel olanları destekleyelim ki kötüler doğal yollarla azalsın yerini güzel yapıtlara bıraksın.
O yüzden korsandan kaçınarak bu emeğin karşılığını vererek izleyelim. BluTV'nin açtığı bu yol sayesinde belki de birçok başyapıt izleyeceğiz. Bunun gibi birçok 'kaliteli' dizi ve filmin olmasını ümit ederekten yazımı bitiriyorum. Masum hakkında düşüncelerimi yazmaya çalıştım, umarım beğenmişsinizdir. Başka dizi yorumlarında görüşmek üzere!
0 notes
donattan-blog · 5 years
Photo
Tumblr media
Gökkuşağı
Bir anda yağmur başladı, havanın renginden anlamam gerekiyordu. Sabah yola çıkarken hafiften rüzgar fısıldamıştı, uzaklardan güneş göz kırpmıştı. Aslında çıkmadan önce yağmur yağar mı diye de düşünmedim değil. Ama şemsiyeyi yanıma alsaydım adım gibi biliyorum yağmur yağmazdı.
Hazırlanırken ne giyeceğime karar verememiştim. Gün daha doğmamıştı, ne giysem yanılacaktım bu nedenle ilk önüme geleni sırtıma geçirmiş, hızlıca hazırlanıp kendimi sokağa atmıştım. Güneş bir süre yüzünü saklamıştı, yürürken yukarıya doğru bakmıştım. Henüz hava aydınlanmaya yeni başlamıştı, orada olduğunu biliyorum bulutları kendine siper edecek misin, yoksa yeryüzüne yavaştan sıcağını yollayacak mısın?
Öğlen saatleriydi sanırım, güneş bir anda en tepede tahtına oturdu. Ama bulutlarla arası bozuk gibiydi, sürekli onu engelliyorlardı. Gökyüzünden fırsat buldukça bana göz kırpıyordu. Sigaramın dumanını üfledikten sonra arkadaşlarımla konuştum. Yağmur kesin yağacak dediler, kaçamazsın bundan keşke önlemini alsaydın. Ne olacak sanki dedim, yağan yağmurun ardından ıslak da olsa gökkuşağını izlerim.
Aralarındaki kavgadan bulutlar galip çıkmış olacak, bu nasıl bir yağmur. Hiçbir yere kaçamıyorum, altına saklanacağım bir yer de bulamadım. Koşar adımlarla eve doğru ilerlemeye çalışıyorum. Bulutların arkasından güneşin gülüşünü duyuyorum. Biliyorum yağmura sen izin verdin.
Kendimi eve zor attım. O kadar ıslanmışım ki titremeye başladım. Ama üşümüyorum, dışarıda ılık bir rüzgar vardı. Yağmur suyu tüm vücudumu ıslatsa da, sanırım insaflı davranmış. Yüzümdeki tatlı tebessüm ile odama geçip üstümü değiştirdim.
Çok yorgunum, günlerdir kafamdaki ses tekrar çalmaya başladı. Bu ses gerçek mi yoksa kafamda mı çalıyor anlamıyorum. Üstümü değiştirip kendimi yatağa attım. Biraz dinlenirsem rahatlayacak gibiyim, ses yavaşça azalır ve uyurum.
Yüksek sesle tekrardan uyandım. Aman Allahım! Bu ses durmayacak mı? Kafamı yatağın öbür ucundan diğer tarafa sürükleyip yastığın altına koydum. Susması için yalvarıyorum! Sesin nereden geldiğinin de farkında değilim. Sadece çok fazla olduğunun farkındayım, kurtulamıyorum.
Hayır, susmayacak. Biz kapının zilini mi değiştirdik, bu ses kapı zili olmamalı. Yataktan kendimi atmam gerekiyor yoksa kafayı yiyeceğim. Bu ses nereden geliyorsa susturmalıyım, sonra kaldığım yerden uykuma devam edebilirim.
Bu ses bana izin vermeyecek, kendimi yataktan dışarı attım, sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyorum. Uykulu gözlerle şapşalca etrafa bakıyorum, ses her yerde! Alarmım değil telefonumu kapatmıştım. Dışarıdan geliyor sanırım, pencereyi aralayıp kafamı dışarıya uzattım. Yağmur devam ediyor, dışarıda yağmurun sesinden başka bir ses gelmiyor. Yağmur damlaları tenteye yavaşça vuruyor, kafamdaki ses bu değil.
Bütün bu sesler kafamın içinde mi? Yoksa rüyada mıyım hala? Sanırım rüyadayım ve rüyadaysam hemen uyanmam gerekiyor. Uyandığım zaman bu seslerden kurtulabilirim. Hayır, rüyada değilim kendimi kandırmamalıyım, sanırım deliriyorum.
En iyisi kapıya gideyim, belki de gerçekten ses kapıdan geliyordur. Kapıyı araladım, dışarıya doğru bakıyorum. Hiçbir şey yok, ama ses azaldı. Yukarıda güneş tekrardan tahtına oturmuş, uzaktan bana gülümsüyor. Ses gittikçe azalmaya başladı. Yağmur hafiften devam ediyor.
Kendimi yalın ayak, pijamalarımla dışarıya attım, neden böyle bir şey yaptığımı bilmiyorum. Ağacın altında durup durumu anlamlandırmaya çalışıyorum. Ses gitmedi, yağmur durmadı ama güneşin sıcaklığını hissedebiliyorum. Gören herkes bana ne kadar da deliymişim gözüyle baksa da umurumda değil. En azından biraz daha rahatladım.
Ağacın altında beklerken etrafı izliyorum. Aptal gülümseme yüzüme oturdu. Şuanda hiçbir şey beni ilgilendirmiyor. Karşımızdaki amca beni hastalanacaksın diye uyarıyor. Komşumuz yine söylenmeye başladı, kapı sesinden rahatsız oldu sanırım. Kediler çöp tenekesini karıştırıyor, köpek arkada usulca kendine bırakılan yemeği yiyor, bense etrafa bakıyorum, gülümseyerek.
Yağmurdan artık hiç rahatsız değilim, bana çok yumuşak davranıyor. Ağacın dallarının arasından su taneleri yüzüme düşüyor. Rüzgarın hoş sesini dinliyorum, bana karşı ılık bir dokunuşu var. Kafamın içindeki ses artık beni rahatsız etmiyor. İlerideki, çok ilerideki gökkuşağını izliyorum, ne kadar da güzel renkleri var. Güneş kendini gösteriyor. Yağmur ve güneşin eşsiz dansından oluşan bu gösteri beni sarhoş etti sanırım.
Kapı kapanmadan içeriye tekrardan adım attım. Kapının arkasından dönüp tekrar bakıyorum, ne kadar göz kamaştırıcı, gözümü alamıyorum. Saatlerce izleyebilirim, kapıyı kapatamıyorum. Renklerin parıltısı beni benden alıyor. Capcanlı, sanki bana bir şeyler söylemeye çalışıyor. Bana Hera’dan haber mi getirdin? Uzun zamandır bunu bekliyormuşum. Gökkuşağı göz yanılsaması mıydı yoksa? Neyse ne, lütfen kaybolma. Bana ne olduğunu bilmiyorum ama bu görüntüyü hafızamın her yerine işlemeliyim. Daha önce böylesini görmemiştim, bir daha böyle bir manzara görebilir miyim?
İçeri gelir misin, dışarıda üşüyeceksin.
0 notes
donattan-blog · 5 years
Photo
Tumblr media
Üşüyorum
Üşüyorum, pencereden, perdenin arasından geçip içeri giren rüzgarın sesiyle uyandım. Pencere tam açık değildi, bu kadar ses normal olamaz. Odanın kapısını açık unutmamışım rüzgar nereye gidiyor? Rüzgar beni yaklaşan soğuk için uyarmaya mı çalışıyorsun? Yorganı tamamen örtmüştüm bu üşüme de nereden geldi şimdi? Yorganı iyice üstüme çektim ve yastığıma sıkıca sarıldım. Bu kadar üşümem normal olamaz, sanırım hasta oluyorum. Zamanın biraz geçmesini beklersem geçer mi?
Üşüyorum, hava bu kadar soğuk olamaz. Daha dün günlük güneşlikti. Tişörtümle geziniyordum, güneş iliklerime kadar işliyordu. Terlemekten sıkılmıştım ama soğuk olsun da istememiştim. Ne zamandan beri uyuyorum ben? Havanın bu kadar soğuk olması için aylarca uyumuş olmam gerekiyor, bu mümkün olamaz. Havaların ısınmasını bu kadar beklemiştim, daha keyfini çıkaramadan kış gelmiş olamaz. Onca hazırlık yaptım, her gün yeni bir tişört giyecektim, kazaklardan sıkıldım. Rüyada mıyım?
Üşüyorum, artık daha fazla dayanamayacağım, pencereden baktım güneş gitmiş. Havada bir kırgınlık var, bulutlar her yeri istila etmiş. Yağmur yağacak sanırım, güneşe mi aldandım ben? Yoksa gözümden bir şey mi kaçtı, bu gelecek soğuk için sanırım uyarmışlardı ama ben dikkat etmedim. Bu sıcak havalarda hava bir anda neden soğusun ki?
Üşüyorum, kalkıp üstüme bir şeyler giyinmeliyim. Kalın kıyafetleri nereye kaldırmıştım ben? Onları bulmak için biraz uğraşmam gerekecek. Güneşi görünce hemen dibe köşeye atmışım. Bir şeyler buldum, hemen giyiniyorum. Bir sigara yakayım, ne olduğunu anlarım. Ama hala üşüyorum, yeterli değil bu kıyafetler, daha kalın bir şeyler giyinmeliyim. Bunlar işe yarar mı?
Üşüyorum, peteklere sarılasım var ama bu havada sıcak olduğunu zannetmiyorum. Hala ne olduğunu anlamadım. Evde de kimse yok, en iyisi dışarı çıkıp durumu anlamam. Belki evle ilgilidir, klimayı mı açık unuttum ben? Pencereyi kapatıyorum, geldiğimde üşümek istemiyorum. Dışarısı da çok soğuk mudur, hazırlıklı olmalı mıyım?
Üşüyorum, hava en az içerisi kadar soğuk. Sanırım insanlar benim kadar dayanıksız değil. Bu sokakta hiç bu kadar insan görmemiştim, herkes nereye gidiyor, ben uyurken neleri kaçırdım? Herkes gibi ilerlemeye başladım, insanların arasında kayboluyorum. Ama kimse benim gibi üşümüyor, hatta hiç üşümüyor. Bana bakıp gülümsüyorlar ya hasta olduğumu düşünüyorlar ya da deli. İçinizden biri bana ne olduğunu anlatabilir mi?
Üşüyorum, siz neden üşümüyorsunuz? Soğuğun bir tek benimle mi derdi var, ya da kimse soğuğa aldırmıyor. Arabalar hızlıca geçiyor yanımdan, insanlar hızlıca bir yere yetişiyor gibi. Kafamı kaldırıp yukarı bakıyorum, ağaçların tüm yaprakları dökülmüş. Görüntü ürpertti beni, rüzgar dalların arasından geçerken sessizce fısıldıyor. Bana bir şeyler anlatmaya mı çalışıyorsun?
Üşüyorum, vücudum neredeyse donacak. Evde kalsaydım bu kadar üşür müydüm bilemiyorum. Gürültüden rahatsız olmaya başladım, Bu kalabalıktan sıyrılmalıyım. Evet, buldum köşede bir sokak var, biraz yokuş var ama olsun, burada kimse yok gibi. Azcık yokuş bile nefesimi kesti. Şu kaldırıma oturup dinleneyim. Bir sigara daha yaktım, en başından düşünmeliyim. Buraya daha öncede oturmuştum hatırlıyorum. Ama o zaman hava sıcaktı, çok fazla geçmedi üstünden bir anda nasıl bu kadar soğuk olabilir? Ben neyi kaçırıyorum?
Üşüyorum, düşüncelerimi toparlayamıyorum. Kalkıp yürümeye devam etmek gerek yoksa burada donup kalacağım. Hangi aydayız anımsayamıyorum. Bu yokuş hiç bu kadar uzamamıştı, sonunda tekrar yola geri geldim. Herkes nereye gitti?
Üşüyorum, burada sadece sertçe esen rüzgar kalmış. İnsanlar nereye gitti? Yürümeye devam edersem neler olduğunu bulduğum ilk kişiye soracağım. Biri bana neler olduğunu anlatmalı, bu gidişle düşüncelerim de donacak. Kimse yok, bana neler olduğunu anlatacak kimse kalmamış. Bağırsam biri sesimi duyar mı?
Üşüyorum, güneşten hiç eser yok, sadece soğuk rüzgar ve ben varız. Ellerimi açıp, güneşin olması gereken yere doğru haykırıyorum: “Bir anda nereye gittin, neler olduğunu bana anlatacak mısın?” Daha havaların soğumasına çok vardı, hiç hazırlıklı değilim. Daha sıcağa bile doğru düzgün alışamamıştım. Kışın zaten çok üşüyordum, bu kadar süre yazı beklemiştim. Bunca süre uyumuş olamam, o kadar zaman geçmedi ki. Yoksa güneşe mi aldandım ben, hava hep mi soğuktu?
Üşüyorum, dayanamıyorum artık. Kimse sesimi duymuyor, neler olduğunu anlamıyorum. Sanırım hiçbir zaman öğrenemeyeceğim. En azından neler olduğunu öğrenmeyi hak ediyordum. Ellerimi hissetmiyorum sanırım, ayaklarımın nereye gittiğini bilmiyor. Her şeyin başladığı yere gitmeliyim. Oraya ulaşana kadar bu soğuğa dayanabilecek miyim? Hayır, gidemiyorum daha fazla, çöktüm olduğum yere, ileriye doğru bakmaya çalışıyorum. Gözlerim yaşardı, bu rüzgar çok fazla. Sanırım bir şey var orada, evet evet yukarıda. Bir ışık mı görüyorum yoksa birisi mi yaklaşıyor bana, güneş mi açıyor?
Çok üşüyorum, elimi tutar mısın?
0 notes
donattan-blog · 5 years
Text
Beklentileri Karşılayan Bir Film Önerisi: Nocturnal Animals
Bir filmden beklentimiz nedir? Beklentimiz, filmi izlerken eğlenceli vakit geçirmek olabilir. Ağlamak, gülmek, korkmak, gerilmek, üzülmek ya da filmin bize yaşattığı diğer duygular hoş gelir. Filmden alınan tat herkes için farklıdır ve kişilerin almak istediği duygular değişiklik gösterir. Tabi film; yönetmeni, oyuncuları, konusu, anlattığı olaylar ve türü için de tercih edilir. Her film istediğimiz eğlenceyi bize vermeyebilir daha da kötüsü film bizim için zaman kaybı olabilir. İzlenilen filmin zaman kaybı olmaması için herkesin filmden beklentileri vardır. Eğer film bu beklentileri karşılıyorsa o filmi sevebiliriz. Benim filmlerden beklentim: filmin bende bıraktığı kalıntıların, yansıttığı duyguları yaşatmasıdır. Beni film etkiliyor, düşündürüyor ve sonrasında bir nebze olsun değiştiriyorsa film beklentilerimi karşılamış olur.
Bu yazımda beklentilerimi karşılamış olan bir filmi sizlere yorumlayacağım. Bu filmin sizin beklentinizi de karşılayacağını düşünüyorum.
Auistin Wright'ın "Tony and Susan" kitabından uyarlama olan yapımcılığını, yönetmenliğini ve senaristliğini moda tasarımcısı Tom Ford'un yaptığı bu film: Nocturnal Animals. Tom Ford'un ikinci filmi olan bu film, Aralık 2016'da vizyona girdi. Birçok ödüle aday gösterildi ve bazılarını kazandı. Neo-noir ve psikolojik gerilim türü olan bu film,eleştirmenler tarafından güzel notlar almayı başardı. Filmin müziklerini, daha önceki filmlerinde olduğu gibi notalarıyla duygulara dokunduran Abel Korzeniowski üstlendi. Görüntü yönetmenliğini, filmde de hissedeceğiniz gibi oldukça tecrübeli Seamus McGarvey yaptı. Filmin oyuncularını söylemeden geçmeyeceğim tabii ki; Amy Adams, Jake Gyllenhall ve Michael Shannon gibi birbirinden harika isimler kameranın karşısındaydı.
Filmde Tom Ford'un modacılığını sonuna kadar hissedebilirsiniz. Modadan sinemaya geçişin çok kolay olmadığının söylenmesi mümkündür. Fakat filmde bir modacının mükemmellik arayışının sonuçsuz kalmayacağını göreceksiniz. Eğer modacıların yaptığı filmler hep böyle olacaksa buyursunlar kameranın arkasına!Tabii müzikler ve sinematografi de harika bir şekilde yapılmış. Hikaye filme muhteşem bir şekilde üç farklı kurguyla yerleştirilmiş. Filmin retrospektif ilerleyişi gayet başarılı. Filmde neredeyse her sahne bir tablo. Zaman zaman filmi durdurarak sadece ekrana baktım. Karakter ve arka planın kullanılışı gerçekten etkileyici!
Jake Gyllenhall'ın oyunculuğundan her zaman etkilenmişimdir. Filmde de karakterin hakkını sonuna kadar vermiş. Edward karakteriyle filmde yerini almış ayrıca filmde geçen kitabın hikayesinde Tony'yi de canlandırıyor. Bize karakterin tüm duygularını içtenlikle aktardığını söyleyebilirim. Çaresizliğini ve acısını yüreğimiz burkularak izliyoruz. Filmimizde Amy Adams, Susan karakterine hayat veriyor. O sene Arrival filmiyle de karşımıza çıkmıştı. Bir senede böylesine başarılı iki filmde oynayıp hakkını vermek her oyuncuya nasip olmaz. Susan karakterinin kendi içinde yaşadığı iç çatışmayı güzel bir şekilde verse de zaman zaman fazla mı durağan oynuyor diye sorgulayabiliriz. Yardımcı karakterlere değinmezsek ayıp olur! Gerek Michael Shannon gerekse Aaron Taylor-Johnson filmde olmasalar film bu kadar güzel olur muydu bilemiyorum. İkisinin de ana oyunculardan çok daha iyi performans gösterdiklerini düşünüyorum.  
Şimdi filmin içeriği hakkında spoiler vermeden bilgi vermeyi amaçlıyorum. Öncelikle filmimiz üç farklı kurgu ile ilerliyor. Bir filmde üç farklı film izlediğimizi düşünebiliriz. Gerçek dünya, gerçek dünyanın geçmişi ve filmdeki romanın hikayesi ayrı ayrı kurgulanarak, harmanlanmış. Filmde meydana gelen bir olayın sonucu, geçmişine bakılarak ilerliyor. Filmde renkler çok keskin bir şekilde kullanılmış. Kırmızı renklerin ağırlığını hissedebiliyorsunuz. Rengin bu kadar ağır basması da zaman zaman sizi boğabiliyor. Filmin roman anlatımı dışındaki hikayesinde donuk ifadeler geniş yer kaplıyor. Susan'ın yaşadıklarının ve ruh halinin yansıtılması için tercih edilen ifadeler daha  nasıl etkileyici olabilirdi bilemiyorum. Ayrıca sahne geçişlerinde yönetmen izleyicinin zekasına ve dikkatine oldukça güvenmiş. Çok keskin geçişler ilk başlarda göze batsa da zamanla alışıyorsunuz.
Yönetmen filmin psikolojisini verebilmek için elindeki tüm kaynakları kullanmış. Müzikler ve kullanılan sahneler daha ilk sahneden sizi germeye yetiyor. Çöl, yol, karanlık, dekor ve kıyafetler hikayeyi çok iyi şekilde yansıtmış. Ayrıca kostüm seçimlerinden de Tom Ford'un farkını anlayacaksınız.
Acı insanda nasıl yaralar bırakır? Acının bıraktığı izleri nasıl gösteririz? Filmimizde bir yazarın geçmişinde yaşadığı büyük aşk acısını, kitabında tamamen farklı bir hikaye ile yansıttığını görüyoruz. Bu romanını da yıllar sonra eski eşi Susan'a gönderiyor. Yaşadıklarını en güçlü yönüyle yani kalemiyle kendi gözünden tamamen farklı bir şekilde romanına aktarmış. Susan'ın ise kitabı okumaya başlaması ve hikayeyi anlayınca oluşan iç hesaplaşmasını görüyoruz. Zaten şimdiki hayatı da yolunda değil.
Spoiler vermek istemediğim için konuya bu kısımda daha fazla girmek istemiyorum. Filmi izlemeye başladığınız an muhteşem açılışı ve müziğiyle filme kendinizi kaptıracağınızı ve sonrasında ister istemez filmin etkisiyle gerileceğinizi biliyorum. Film sizi gerçekten çarpacak! Basit bir intikam filmi izleyeceğinizi kesinlikle düşünmeyin. İntikam, sizin rahatlamanız mı yoksa karşı tarafa verdiğiniz acı mıdır?
Yazının kalan kısmında konuya biraz daha değinerek bolca SPOİLER vereceğimi üzülerek söylemek istiyorum. Bu nedenle sevgili okur, yazının kalan kısmını filmi izledikten sonra okumakta fayda var!
Açılış sahnesiyle başlamak istiyorum. Bu nasıl bir başlangıç, beni direkt filme bağladı. Bu sahne insanın güzellik algısını tamamen yıkmaya yönelik. Edward'ın gönderdiği paket daha açılırken Susan'ın elini kanatıyor, bu kitap Susan'a daha çok acı verecek. Gönderdiği notta da "Sonunda, yürekten yazmam içinbana ilham kaynağı bırakarak terk ettin." yazıyor .Bir yazar böylesine bir acıdan daha güzel bir ilham kaynağı bulabilir mi? Edward ilişkilerini ve acısını kalemiyle tamamen farklı bir hikaye ile yazmıştı. Susan'ın kitabı okuya başlamasıyla film ikinci hikayeye bölünüyor ve burada da romanın hikayesini izlemeye başlıyoruz. Susan en büyük ilham kaynağını vermişti:Edward'ın doğmamış çocuğunu ve mutlu hayatını alıp, terk edip gitmişti. Edward kitabını, geçmişin nefes almaya devam etmesini istediği için yazmıştı. "Söylenen sözler eninde sonunda yitip gider ama kağıda dökersem sonsuza dek yaşarlar."
Susan'ın hayatı yolunda değil. Halbuki mutlu bir gelecek için aşkı terk etmişti. Hayatta annesine benzetilmekten nefret etse de tam olarak annesinin isteyebileceği bir şey yaptı. Edward'ın sevdiği noktalarını eleştirip tam olarak annesi gibi onu güçsüz gördü.
Kitabın hikayesi başta anlaşılmasa da film ilerledikçe Edward ile Susan'ın ilişkisini anlattığını anlayabiliyorsunuz. Babanın elinden eşi ve çocuğu zorla kaçırıldı ve Tony güçsüzlüğünden dolayı hiçbir şey yapamadı. Evet, aslında onları kurtarmak istiyordu ama aynı gerçekte olduğu gibi elinden bir şey gelmedi. Zorba insanlardan Ray, aslında Susan'dı. Mutluluğu mahvetti. Edward'dan eşini ve daha doğmamış çocuğunu almıştı. Sonrasında da Ray hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etti. Susan'ın 19 yıl boyunca hayatına devam ettiği gibi. Tony gibi Edward da zayıflığından dolayı ailesini koruyamadı. Gerçekte Edward sevdiği kadını kadının aldattığı kişiye kaptırmıştı.
Filmde bir süre sonra Susan ve Edward'ın geçmişine dönüyoruz. Üçüncü hikaye filmde anlatılmaya başladığı zaman Edward'ın romanı daha da anlaşılır oluyor. Geçmişlerini öğreniyoruz.
İntikam motifi, filmde Susan'ın "revenge" yazılı tabloya takılı kalmasıyla gösteriliyordu. Kitap bir intikamdı. Edward'ın romanın adı gece hayvanıydı ve bu ismi Edward Susan'a söylüyordu. Ayrıca kitabı Susan'a hitap ederek başlıyordu. Onun Edward'a yaptıklarını Edward'ın gözünden görmesi gerekiyordu. Polis memuru Bobby , Edward'ın egosunu gösteriyor, adaleti arıyordu ama bulmak için onun da elinden bir şey gelmedi; en sonunda can yakmayı tercih etti.
Susan annesine benzetilmeyi sevmese de sonrasında ona benzemişti. Edward ısrarla annesine benzediğini söylemişti. "İkinizinde gözlerinde aynı hüzün var." Peki kitapta? Ray'in son sözleri şu şekildeydi: “Beni bir şeyi yapmakla suçlarsan bunu hakaret kabul ederim ve bu bana o şeyi yapma hakkı tanır.”
Filmin sonu Susan'ın Edward'ı restoranda uzunca süre beklemesiyle bitiyordu. Edward gelmeyecekti çünkü onu affetmemişti. Zaten kitapta da Ray ölmemiş miydi? Susan bunu bilmesine rağmen tüm umuduyla bekledi. Belki romanın sonunda Tony'nin kendisini vurması hala Susan'a aşık olsada onu affedememesini gösteriyordu.
Sevgili okur, ben kendimce düşündüklerimi yazıma aktardım. Nocturnal Animals filmini ben oldukça sevdim, umarım hem filmi hem de yazımı sizde beğenmişsinizdir.
0 notes
donattan-blog · 5 years
Photo
Tumblr media
Merhabalar ben Donat, öncelikle hoş geldiniz. Belirteyim, burada sizlere hiçbir şey vaat etmiyorum. İçimde bir Donat daha var, hayatım boyunca onun isteklerine göre hareket ettiğimi anladım. O ne istiyorsa, farkında olarak veya olmadan, onun doğrultusunda hayatıma devam ediyorum. İçimdeki Donat’ın yazı yazarak kendini ifade etmeye çalıştığını düşünüyorum, bu nedenle yazmaya başladım. Burada Donat’tan gelen ifadeleri, yorumları, eleştirileri, mutlulukları, üzüntüleri, hayal kırıklıklarını, duyguları, düşünceleri, düşleri, hayalleri ve haykırışları paylaşacağım. Ben paylaştıkça rahatlayacağım, sizlerin de okuyarak beni anlamasını bekliyorum. Umarım güzel vakit geçirirsiniz, şimdiden teşekkür ederim.
Dilerseniz www.donattan.com adresine de göz atabilirsiniz.
1 note · View note