Tumgik
firisu · 2 months
Text
Geldim. Bıraktığın yere.
Kendini küçük bir Kafka sanan adam
olduğum yere gelmiş.
Kafkaesk şatosundan çıkmış ve
sarı kaleme gelmiş.
mektuplarda konuştuğumuz şeyleri
sanki yüzyüze konuşabilirmişiz gibi.
bu kez mahkemeye giderken en azından suçunu biliyor olursun
sen.
sen, dersin.
senin yüzünden Tolstoy okuyorum
ve Almanca öğreniyorum
ama bunları söylemiyorum
ben söylemeden sen fark et
sen fark edince utanayım diye.
geldim, diyen ama
buluşalım diyemeyen
Kafkaest adam.
ben hala
bıraktığın yerde
beni terk ettiğin yerde.
Tumblr media
0 notes
firisu · 5 months
Text
Deneyim
Yakın zamanda yeni taşındığım yerdeki bir müzeye gittim. Dili çok iyi bilmediğimden müze görevlisinin ne dediğini anlamadım ve zar zor bir bilet aldım. Müzede bulunduğum ülkeye ait tarih öncesi yerleşimlerle ilgili detaylı kalıntılar bulunuyordu. İnsanların kemiklerini zemin altına koymuşlardı ve önlerindeki cam sayesinde bu kemiklere bakabiliyordunuz. Koridorda ilerledikçe zaman da ilerliyordu. İnsanların yazı yazmaya, daha kaliteli ürünler yapmaya ve daha renkli takılar yapmaya başladığını gördüm. Şövalyelerin o zamanlarda kullandığı zırhlar ve kılıçlar beni çok etkiledi. Tüm katta yalnızca ben vardım ve gerçekten ilgilenmek istediğim nesnelere daha uzun süre rahatsız edilmeden bakabildim. Havasızlıktan mı bilmiyorum ama tüm kat eski kokuyordu. Gezdiğim kat sanki gerçekten var olmamış gibi bir havası vardı. Sanki o kemikler gerçek değildi ya da takılar asla kimse tarafından kullanılmamıştı. Geçmişi gözlerimin önüne getiremedim. Çünkü şu anda burada güzel ve büyük binalar var. Ama o zamanlar insanlar daha az sayıdaymış ve el işleri gerçekten sınırlıymış. Geçmişte olmaktan rahatsız oldum. Ya da asıl rahatsızlığım kemikleri görmekten kaynaklanıyordu emin değilim.
Tumblr media
0 notes
firisu · 2 years
Photo
Tam olarak şöyle.
Tumblr media
87K notes · View notes
firisu · 2 years
Text
Morning Reflections
Herkes gitmek isterken senin kalman değersiz olduğun anlamına gelmez. Arkada kalma bedenin bulunduğu yerde kalmakla değil beyninin kendini tekrar etmesiyle olur. Bir teklifi daha değerli hissetmek için geri çevirmen, muhteşem bir fırsatı kaçırdığın anlamına gelmez. Yerinde saymak kafanın içindedir. Oku, düşün, araştır, duygularına yön ver, nefsini eğit, nefes al, nefes ver.
1 note · View note
firisu · 2 years
Photo
Tumblr media
“Silence of Iceland”  Michael Schlegel  designspiration.com
194 notes · View notes
firisu · 2 years
Text
Fear Not
Geçmişi okumak zor bir şey. Gözlerimin üzerinde yorgunluk adında bir sis varken daha da zor. Bu bir iki hafta içinde o kadar savruldum ki bir uçtan bir uca, sanırım "normal" hissettiğim zaman asla gelmeyecek.
Bugün metrodan iner inmez aklımda sadece yazmak vardı. Çok uzun zamandır doğru düzgün içimi dökemiyordum. Sürekli şehir değiştirmem ve hiçbir şey yapmadan geçen iki gün olmadan dinlenememem sebebiyle içime dökmeye dair her şey sekteye uğradı.
Bu iki hafta sadece korktum. Gelişmelere sevinemedim. İçimden geçenleri paylaşmak istemedim. Gelişme üstüne gelişme oldu ve sanırım sindirme aşamasında olduğum için içimden anlatmak gelmiyor. Bir gün çok sevindim bir gelişmeye ve hemen o gelişmenin hakkını vermek için deli gibi araştırmaya başladım. Araştırmalarımın sonuçları kötü gidip beni dibe çekerlerken başka bir yerden başka bir haber aldım ve hakkını verme sürecim yerini sorgulama sürecine bıraktı. Tercihimden eminim zannederken diğer yerdeki süreç tıkandı. Önceden tıkamış olduğum süreci yeniden açıp, ikinci başlatmış olduğum süreci tıkadım. Şimdi yeni sürecin tıkanma ihtimali var. Bir aşağı bir yukarı... Hayata dair ihtimallerin ne kadar çeşitli olabileceğine dair var olan duyguyu şiddetli bir şekilde deneyimledim. Hatta hala deneyimliyorum. Zor bir dönem beni bekliyor. Bense hala korkuyorum.
Tumblr media
0 notes
firisu · 4 years
Text
The Martian
 Mutlu olmakta ve kendime saygı duymakta zorlanıyorum. O sebeple kendimi iyice kitaplara vermiş durumdayım. Herkes okuduğu için okumadığım kitapları bile okumak istiyor; sırf popüler diye izlemediğim dizileri izleyesim geliyor. Bir saat dizi izlemek bana çok büyük bir zaman kaybı geldiği için şimdilik o kadar “düşmedim”. O da olur yakında. 
En son yaptığım okumak istediğim yazarlar listemden iki tanesini çıkarabilirim. Yehu. Jane Austen ve Agatha Christi’nin kitaplarından okudum. Jane Austen’dan İkna ve Emma’yı okudum. İkisini de çok beğendim. Normalde aşk romanları sevmem ve okumam ama kendimi zorladım ve pişman olmadım. kardeşim Jane Austen’ı çok sever hatta yazdığı kısa öykülerde onun üslubuna çok yakındır sözleri. Ona Emma’yı okurken gidip dedim ki “Shiplediğim iki kişi var, kitabın sonunda onlar birlikte olmazsa çığlık atarım” dedim. O da “aşk romanlarında insanlar shiplenmez abla” dedi. Her şeyin de kendi kültürü var illa ki o kelimeyi animelerde mi kullanmalıyız canım? Bana ne, sonunda istediğim iki insan tüm o yanlış anlamalara ve geçirdiğim mide kramplarına rağmen evlendiler işte! 
Agatha Christie’nin ise Doğu Ekspresinde Cinayet isimli kitabını okudum. Bu kitabı seçtim çünkü geçtiğimiz hafta Goodreads’te korku ve gizem kitapları okuma haftasıymış. Hep telefonumdaki uygulamayı kullandığım için web sitesine girdiğimde banner’ı görebildim ancak! Perşembe günü görmüş olsam da zaten kitabım cuma ya da cumartesi günü bitti. Bu kitap normalde serinin 10.kitabı ama bütün seriler elimde olmadığından onu okumak istedim. Sonunu bilerek filmini izlemek eğlenceli olur mu bilmiyorum, belki onu da bir gün yapabilirim. 
Sonra George Orwell’in Hayvan Çiftliğini okudum. Evet dünyada okumayan bir tek kalmıştım, onu da aradan çıkarmış oldum. 1984 gibi akmayan bir kitap sanmıştım ki değil. Canımın sıkkın olduğu bir ana denk geldi, birkaç saatte bitirdim. 
Şimdi de Andy Weir Marslı’yı okumaya başladım. İçine tarih atmamışım ama bu kitabı aldığımda üniversitedeydim. Basım tarihi de 2014 yazıyor, ki çıkar çıkmaz almıştım. Üniversite yıllarımı çok özlüyorum ya. Filmine de gitmeye kalkmıştım ama hayatımda ilk defa bir film bozulmuştu gösterim sırasında ve paramızı bize geri vermişlerdi. İçimden “tamam bu kitabı okumam için bir işaret” dedim. Nitekim okuyamadım. Her şeyin bir zamanı vardır, bu kitap ise zamanı için altı yıl beklemiş durumda. Kitapta hoşuma giden bir rastlantı da ana karakterin Agatha Christie romanlarından birini okumaya başlaması oldu. Kendimi evde karantina altına alarak gerçek bir Marslı gibi hissettiğim bu zamanda, tam da bir öncesinde Agatha Christie romanı bitirmiş biri olarak bu alınta kalp ritmimde ufak bir zıplamaya sebep oldu: “Onca ağır çalışmanın ardından, mola vermeyi hak ettim. Bugün Johanssen’ın bilgisayarını karıştırdım ve sonu gelmeyen bir dijital kitap kaynağı buldum. Görünüşe göre Johanssen büyük bir Agatha Christie hayranı. The Beatles, Christie... Herhalde İngiliz aşığı bu kız. Çocukken Hercule Poirot televizyon özel bölümlerini sevdiğimi hatırlıyorum. ‘Ölüm Sessiz Geldi’ ile başlayacağım. İlk kitap bu gibi duruyor.”Ben de bu pandemi bitince bu kitabı alacağım. Şu anda kitap almayı düşünmüyorum çünkü ölene kadar evde kalmak istesem bir o kadar okumadığım kitap var evde. 
Tumblr media
2 notes · View notes
firisu · 4 years
Text
Liste
Nisan hedeflerim içinde temel olarak 3 tane kitabı okumak var. 
1. Harry Potter - Ateş Kadehi
2. Emma - Jane Austen
3. The New Silk Roads - Peter Frankoparan
İlk ikisi tamam ancak üçüncüsü kurgu dışı ve İngilizce olduğu için okurken çok sıkılıyorum. Yine de kendimi zorlamak eğlenceli bir deneyim olacak.
Liste yapmaktan ne kadar hoşlandığımı fark ettim bu aralar, okumak istediğim kitapları da düşününce, bende olan ama henüz okuma fırsatı bulamadığım kitapları listeleyeyim diye düşündüm. Fakat sayamayacağım kadar çok olduklarından bende bulunan ama daha önce hiç okumadığım yazarları listeleyeyim ve bir an önce bu yazarlarla tanışayım istedim. İnanamadığım kadar çok yazarı daha önce hiç okumadığımı fark ettim. 
İşte listem: 
-Paul Auster
-Kürşat Başar
-Sylvia Plath
-Ernst Hemingway
-Nail Gaiman
-Jane Austen
-Marcus Zuzak
-Agatha Christie
-Yaşar Kemal
-Jose Saramago
-Charles Dickens
-Emile Zola
-Khaled Hussaini
-Albert Camus
-Gogol
-Marcel Proust
-Kristin Hannah
-Balzac
Bir de bunlar en az bir kitabı elimde olan yazarlar. Bunca zaman ne okuyormuşum diye sorma ihtiyacı hissettim ve çok az okuyormuşum gibi geldi bana. İçlerinden cidden “Ne okumadın mı hiç yani?!” diye sorabileceğiniz yazarlar var. Bu durumu değiştireceğim tabi. 
1 note · View note
firisu · 4 years
Text
Statü Endişesi
Şu altın varaklı radyatör fotoğrafını gördükten sonra ne kadar şaşırmadığımı düşündüm. Sonra elime okumaya yeni başladığım Alain de Botton’ın Statü Endişe’sini elime aldım. 
Tumblr media
Çok güzel denk geldi, başladığım bölüm ve altın varağın fotoğrafı. Bir iki paragraftan sonra neden ben bu varağı sorgulamadım, yargılamadım ve bir ders çıkarmadım ki diye kendime kızdım. O beğendiğim iki paragrafı da buraya bırakmak istedim. Olur da benden daha akıllı bir-iki kişi denk gelir de değerlendirmesini daha güzel yapabilir diye:
“Viktorya dönemi ev eşyasının tarihini çok şaşaalı örnekleriyle doludur. Bu eşyanın çoğu Londralı bir firma olan Jackson&Graham imzasını taşır. İşte bu ev eşyasından bir örnek, meşeden oymalı bir konsoldur.; üzerinde üzüm toplayan çocuk figürleri, iki tane kadın heykeli biçiminde sütun vardır, oymalı ayakların üzerindeyse ağaç yaprakları, balıklar ve su bitkilerinin resmedildiği süsler bulunur. Konsolun en güzide parçası, yerden 60 santimetre yüksekte duran altın kaplama bir boğa figürüdür.
 Böylesi bir parçayı satın alan kişiyi alaya almadan önce, bu ve buna benzer ev eşyasının üretildiği ve tüketildiği bir toplumun nasıl bir toplum olduğunu düşünmek daha adilce olur. Satın alınanlarla dalga geçmek yerine, oymalı konsollar satın almanın psikolojik açıdan gerekli olduğu hatta ödüllendirildiği, sevgi ve saygı görmenin barok şatafata bağlı olduğu bir toplumu suçlamak ve sorgulamakta fayda var. Şaşaalı ev eşyasının tarihi, bir açgözlülük ve görgüsüzlük tarihi olarak da okunabilir; ancak aslında duygusal travmalarla dolu bir tarih olduğunu söylemek daha açıklayıcı olur. Barok şatafat, aşağılanmanın ve hor görülmenin baskısını ensesinde hisseden kişilerin bıraktığı bir mirastır; bu kişiler sevgiye ulaşmak için yalın benliğin bir işe yaramadığını kestirmiş, yalın benliğin üzerine ekledikçe eklemiş, sonunda onu böylesi şatafatlı bir hale getirmişlerdir.”
Tumblr media
Kitabın da fotoğrafını şu şekilde bırakmış olayım. Diyeceklerim bu kadar.
0 notes
firisu · 4 years
Text
2020
2020 yılında bitirmek istediğim bazı kitap serileri var. Yıla hızlı bir giriş yaptım ve ivmemi kaybetmek istemiyorum. Şimdiye kadar (ayın 15′inde yazıyorum) yedi tane kitap bitirdim. İki tanesi yarımdı ama onları da sayıyorum. Ayda beş adet kitap bitirirsem kendimi çok iyi hissedeceğimi düşünüyorum. Çünkü geçtiğimiz günlerde Goodreads’te okumuş olduğum kitaplara bakınca ne kadar da saçma ve anlamsız okumalar yapmış olduğumu gördüm. İçlerinde tek tük klasikler bulunuyordu. Bu sebeple her ay bir yabancı klasik bir de Türkçe klasik ya da modern klasik bir kitap okumaya karar verdim. Bunun takibini de yapabilmek için kitap okuma kulüplerine katılmaya karar verdim. Hem kitabı başka insanlarla okuyacağım hem de yorum yapıp diğerlerinin eleştirilerini dinleyebileceğim. Takip ettiğim şimdilik iki online sosyal medya hesabı - instagram var. Bir tane de insanların bir kafede buluşup tartıştıkları bir kulüp var. Fiziksel olarak bir kafede buluşup insanların benim kitap hakkında yaptığım yorumları dinlemesi beni korkutup, topluluk önünde konuşma korkumu dehşetengiz seviyelere çıkarsa da kendimi itmeye çalışacağım. İtiraf edeyim çok korkuyorum. Neyse şimdilik takip ettiğim kitap kulüplerinin tamamının bu ay hedeflenen okumasını tamamladım. Sadece bir kitabın yarısındayım onu da bitirmiş sayıyorum. Kulüplerle okuduğum kitaplardan birkaç tanesinden bahsedeyim.
Tumblr media
Okumadığım o kadar kitap var ki sağolsun bu kitap kulüpleri bunu kafama vurarak bana hatırlatıyor. Yarın da kütüphaneye gidip kitap satın alma dürtümü dindireyim diyorum. 
-Bu yıl ilk okuduğum klasik kitap: Stendal-Kırmızı ve Siyah. Goodreads’te beş yıldız üzerinden dört yıldız vermiş olsam da aslında üç yıldız vermek istediğim bir kitaptı. Kitabı okumadan önce kitap hakkında yapılan yüzeysel yorumlardan onun bir “aşk romanı” olduğunu duymuş olabilirsiniz. Bence kesinlikle aşk romanı değil. Bir dönem romanı. Dönemin siyasi ve sosyal geçiş halini yansıtan, insanların kibirliliğini ve yükselme hırsını, sınıf farklılıklarına olan bakışı gözümüze sokan bir kitap. Bir klasik olmasına rağmen çok sade bir anlatımı var. İçimden bir ses klasik kitap denince beklediğimiz o “ağır” okumaların korktuğumuz gibi olmadığını ve bu cümleyi birçok defa kullanacağımı söylüyor. Kolay bir okumaydı, ama içi çok dolu bir okumaydı. Üç yıldız vermek istememin sebebi, içinin aşırı dolu olması, romanın bir süre sonra bu fazla doluluktan dolayı taşması ve ana karakteri hiç sevmememdi. Ana karakter tutarsızdı, kendisi de tutarsız olduğunu biliyordu ve yazarın kendisi de tutarsız olacak ki bazı yerlerde ana karakterin olaylara bakış açısını ve yaşadıklarını onunla özleştiremedim. Okunması gereken bir kitap tabi ki. Ve aşk romanı değil. 
Tumblr media
- Bir diğeri Halikarnas Balıkçısı - Aganta Burina Burinata
Bu kitapla ilgili değerlendirme yazmayacağımı söylemiştim. Sadece okuduğum romanın bu ay okunduğuna dair bir not bırakmak istedim. Çünkü çok duygusaldı. Türk romanlarını bu yüzden okuyamıyorum. Çok istiyorum, başlayınca bitiremiyorum ama beni çok derinden etkiliyor. Bir dahaki sefere Halikarnas Balıkçısı’na ait bir kitabı elime titremeden alabileceğimi sanmıyorum. Güllük gülistanlık kitabı okumayı tabi ki istemiyorum ama ciğerim soldu be kitabı okurken. Diyeceklerim bu kadar. I have spoken.
Tumblr media
- Nobel kazanmış kişilerin kitaplarından birine örnek olarak Mo Yan - Değişim.
Kitabın kapak tasarımı (Can Yayınları) çok hoşuma gitti. Mo Yan’ın başlangıç kitabı olmadığına dair yorum yapanlar olmuş. Bazıları da tam tersini söylemiş. Bence başlangıç kitabı olabilir. Mo Yan’ın İri Memeler ve Geniş Kalçalar kitabı ile başlamak eğer yazarın dilini beğenmezseniz geri kalanı okumak, eğer siz de benim gibi kitabı beğenmese bile bitiren biriyseniz, size işkence gibi gelebilir onca sayfa. Nitekim Mo Yan’a karşı gerçekten ön yargılı olduğumu fark ettim. Yazı dilinde herhangi ekstra bir yetenek bulmasam da ve kendisine aşırı hayran kalmasam da kitabı sevdim ve ona dört yıldız verdim. Hayatımda ilk defa bir kitabın kapağını beğendiğimi de itiraf etmiş olabilirim. Kitap bir romandan çok kendi öz hikayesi yazarın. Anlattıklarını okudukça, Çin edebiyatını hiç okumadığımı ve yakın - uzak Çin tarihinin derinliklerine dair çok bilgisiz olduğumu fark ettim. Bu yüzden Yu Hua-Yaşamak kitabını da çok popüler olmasına rağmen -evet aşırı popüler kitapları okumayarak büyük hatalar yapan insanlardanım- okumayı düşünüyorum önümüzdeki aylarda. 
Tumblr media
- Bir sonraki Türk romanı Nermin Yıldırım-Unutma Beni Apartmanı.
Yarısına geldiğimi söylediğim lanet olası kitap bu. Kitaptan nefret ettim. Okunmaya değer bir kitap mı emin değilim. Bir daha yazardan başka bir kitap okumam büyük ihtimalle. İnsanın yeterince derdi yokmuş gibi kitaplarda da derin üzüntüler okuduğunda morali alt üst oluyor. Bazı kitaplarda bu derin üzüntüler öğretici oluyor, bazılarında ise hiç öğretici bir yan bulunmuyor, sizi üzmekle kalıyor. Yani elim bu kitabı okumaya uzanmıyor. Türkiye’deki siyasi değişimleri, darbeleri falan anlatmış olması güzel ama sanırım tek güzel yanı bu. Betimlemeleri falan da güzel gerçi bazılarının altını çizdim. Ama işkence kitabı gibi. İnci Aral okuduktan sonra sevgilinizi nasıl kıskanıp diğer kadınlara paranoyak yaklaşıyorsanız, bu kitap yüzünden de aynı şekilde hayata karşı seviyesiz bir rahatsızlık hissediyorsunuz. Ailemden birilerini kaybetme korkumu depreştiriyor bu kitap. Ay bitti bu kadar yazacağım onun hakkında. Yazarın hakkını yemek istemiyorum güzel yazmış ama ben okuyamıyorum onu. Kitabı bırakınca kedi videolarına bakmak zorunda kalıyorum.
Tumblr media
- Bilim kurgu klasiği olarak Aldous Huxley - Cesur Yeni Dünya
Bu kitabı çok sevdim. Zaten bilim kurgu okumaya bayılıyorum. Bu kitapla tanışmam üniversitenin kütüphanesi sayesinde olmuştu. Kitap hakkında iyi kötü bir bilgim olsa da o zamana kadar okumayı düşünmemiştim. Nitekim o dönemde de finallere çalıştığımdan kitabın yarısına kadar gelmiş “şimdi ben bunu okumaktan ders çalışamam” diye düşündüğümden kitabı geri iade etmiştim. Okumak dört yıl sonraya nasipmiş. Zaman da çabuk geçiyor. Kitap iki günde bitti. Gözlerim yorulmasa gün içinde de bitirebilirdim. Önemli olan bitirmek değil onu anlayarak ve severek okumak! Nitekim öyle de oldu. Kitapta mükemmel bir konu bütünlüğü, aynı seviyede akıcılık ve konunun efsane çıkışları var. Yani Damızlık Kızın Öyküsü’nde olduğu gibi “nereden geldik nereye gidiyoruz” ya da “bu gereksiz ve anlamsız olaylar sürüsü ne” denilecek bir yer yok. Konu öykü ilerlerken haşat olmamış. Her şey başından sonuna kadar anlamlı bir bütünlükte. Bu kesinlikle şaşırtmıyor demek değil. Alt okumaları da doyurucu. Kısaca tabi ki okunmalı.
Tumblr media
- Ayrıca bu sene içinde bitirmek istediğim bazı seriler var demiştim. Seriler dışında da bazı yazarların tüm kitaplarını okumak istiyorum. 
Öncelikle Murakami’nin okumadığım Türkçe’ye çevrilmiş Kumandanı Öldürmek isimli kitabı kaldı. Onu bitirmek istiyorum. 
Sonra Jared Diamond’ın Mikrop, Ateş ve Çelik, Yükseliş ve Çöküş kitaplarını bitirmek istiyorum.
Dostoyevski’nin kronolojik olarak bütün kitaplarını bitirmek istiyorum. Her ay bir tane okuyacağım. İlk kitabı İnsancıklar’ı aldım bile. Bir iki güne başlarım.
Yine her ay bir tane feminist kitaplığından bir kitap okumak istiyorum.
Marcel Proust’la ve onun Kayıp Zamanın İzinde isimli yedi kitaplık serisiyle tanışma zamanım geldi. 
Yaşar Kemal’in İnce Memed serisi ile de tanışmak istiyorum. Hiç Yaşar Kemal okumadım bu yaşıma kadar bu arada. Okumuş olsaydım da büyük ihtimalle tekrar okumam gerekecekti.
Bir de yapabilirsem Ursula L. Guin’in Yerdeniz Büyücüsü’nü ve J.R.R. Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi serilerini bitirmek istiyorum.
Bunlar dışında da okumak istediklerim var ama yazınca kendimden ne kadar fazla şey bekliyor olduğumu anladım ve bir yavaş ol demek istedim kendime. İstemek serbest ve hedef koymak güzeldir. 
0 notes
firisu · 4 years
Text
Halikarnas Balıkçısı
https://open.spotify.com/track/6POEitXxnDR9P7U6DS8dSy?si=RcdxK1uEQpGdv7f6L-6oug 
"Fırtına kopmazken epey önce köpekbalıkları derinlere kaçarlar. Akdenizliler bu balıkların başlarından aldıkları bir yağı şişelerde koyup saklarlar. Hava bozulacaksa yağlar bulanır. Denizcilerin ilk icat ettikleri barometre işte budur." 
alıntısından sonraki bölümü bu şarkıyla dinleyebilirsiniz. Bazı kitaplar beni ilk başta içine çekemiyor, olay örgüsündeki acıklı hikayelere çok üzülüyor okumaya devam etmek istemiyorum. Kendimi zorlayıp ortalarına gelince de elimden bırakamıyorum, üstelik daha fazla acıklı olayların olduğunu bile bile. Kitap okurken spotify’dan kitap okuma listesini açıyorum. Bazı şarkılar da öyle uyumlu oluyor ki paragraflarla. Bir tanesini paylaşmadan edemedim. Kitabı bitirince değerlendirmesini paylaşmam sanırım. Çünkü bence bu kitap bitince değil, okuma sırasında bıraktığı duyguların yansıması aktarılmalı. Kendisi değil, yansıması. 
0 notes
firisu · 4 years
Text
Yer
-Çalışmamanın en güzel tarafı okumak ve yazmak. Tez aşaması sandığımdan daha uzun sürüyor ve kendimden şüphe etmeme yol açıyor. O sebeple elimden geldiğince kendimi okuma ve yazma açısından beslemeye çalışıyorum ki kendimi değersiz hissetmeyeyim. Gece yatağıma yattığımda kafamda o kadar fazla soru oluyor ki yarına uyanmak o kadar işkence içerikli oluyor benim için. Kahvaltı mutluluk vermiyor artık. Kahvaltı ederken izlediğim youtube kanallarından da bıkmış durumdayım. 
-Sorun ararsan çok fazla bulabiliyorsun ama yüzmeye devam etmek için sebep aradığında aklına hemen öyle kolayca bir şeyler gelmiyor. Ailenin sağlığı ve sevdiğinin mutluluğu dışında istediğin pek fazla bir şey olmasa da, çevrenden ufak sevinçler de tutmaya çalışmalısın. Arkadaş buluşması gibi. İlk kez tanıştığın insanda bir samimilik bulmak gibi. Az içmene rağmen içmeye değer hoş aromalı bir şarap bulmak gibi. İzlenecek ve takip edilecek şeyler bulmak gibi. Şanslıyım ki bu “gibi”ler bende var. Bu hafta hepsini sırayla yaşadım. Buna her ne sebep olduysa teşekkürler, çok ihtiyacım vardı. Hala var.
-Kısacası “haftalık” ı başlatıyorum:
Tumblr media
-Tabi ki ilk önce 20 Aralık’ta gösterime giren Star Wars: Skywalker’ın Yükselişi filminden bahsedeceğim! “Sanki Kylo Ren ve Rey arasında bir çekim var” falan diye düşündüğüm olmuştu ama ilk başta kardeş olabilecekleri için böyle hissettiğimi düşündüm. Zincirleme bir “yanlışlıkla tekrar kardeşinden hoşlanma” gibi bir şey olur mu korkusu da yok değildi bende. Sonuçta kanında var diyebiliriz yani. Tamam film tabi ki romantik ilişkiyi merkeze almıyor, çok fazla aksiyon, karakter gelişmesi, eski karakterlerin çıkması vesaire var da; Ben Solo olarak değil bilerek söylüyorum Kylo Ren ve Rey’i çok yakıştırıyordum ben! Rey karanlık tarafa geçip Kylo ile tahta oturaydı filmden acayip zevk alırdım gibime geliyor. Rey’in de karakteri çok sağlam çıktı. Hatta filmde bir ara Rey sanki nevroz geçirdi bir şeyler oldu kendisinin karanlık taraftaki haliyle dövüştü, bu nasıl oldu kısıtlı bilgimle açıklayamıyorum fakat o hali bana acayip çarpıcı geldi. Kylo’cuğum yazık körpe lanse edildiği için yeteneklerinden ziyade karanlık tarafta olmanın çekiciliği ile yaşıyorken, Rey eğitim görüp savaşta kilit bir rol oynamasıyla daha göz doldurucu bir role sahipti bence. Daha iyi bir üçleme yapılabilir miydi? Evet. Kylo Ren, Rey’e hayat verip ölmese miydi? Evet. Ters köşeler şaşırtıcı mıydı? Evet. Yani film beni etkiledi ama keşke Kylo Ren ve Rey birlikte olsalardı, evlenmeseler de sadece bir öpücük görmeseydik. Olsun ne yapalım. Maskülen diplomasi böyle: hızlı yaşa genç öl. 
Tumblr media
Bu arada Rey’in karanlık taraftaki ışın kılıcının Darth Maul’unkini hatırlatması kalp ben. 
-Tabi ki The Mandalorian’dan da bahsedeceğim! İlk bölümünü çok beğendim. Bebek Yoda’nın şirinliği beni benden aldı. Çok şeker. Hatta tumblr hesabımda oturum açmak için siteye giriş yaptığımda bebek yodanın fan art noel versiyonu çizimini gördüm, çok bebeksi ya. Dizinin ilk bölümü “bir dizi izleme sitesinde” 12 Kasım’da yayınlanmış. Tabi ben ne olduğunu anlayana kadar on gün geçmiş. O kadar zamanım olmasına karşın hiçbir şeyi de araştırmıyorum anlamadım kendimi. Tercihli cahillik de ayrı bir tembellik. Son bölümü 27 Aralık’ta yayınlanmış ve ikinci sezonu onaylanmış bile! Bilmediğim, öğrenmediğim ve unuttuğum o kadar fazla şey var ki Star Wars’ı en baştan izleyeceğim. Mandalorian ile ilgili tek bildiğim şey Boba Fett’in kim olduğu bir de ekşide okuduğum birkaç şey. Ama seriye ilgi duymasanız bile bebek Yoda’yı görün mutlaka!
Tumblr media
Ya burada elli yaşında olması... Çok minnak ve çok tatlı.
-Youtube’da şu anda booktuberlar 2020 yılında okuyacakları kitapları gösterip anlattıkları videolarla mutluluğumu bine katlamış durumdalar. Kaliteli bir iki booktuber buldum ve diğerlerinin yüzüne bakmıyorum bu aralar. En sevdiklerim ise 1kitap1film1ipek, Alıntılarla Yaşıyorum ve Karavandaki Adam. İlk sırada olan 1kitap1film1ipek yani İpek Sayılan Dadakçı, o kadar güzel kitaplar okuyor ki! Bilmediğim klasiklerin isimlerini duyuyorum, onlar hakkında çok fazla bilgi ediniyorum ve okumaya da özeniyorum fazlasıyla! Onun sayesinde Simone de Beauvoir’in İkinci Cinsiyet kitabının yeni baskısının Koç Üniversitesi Yayınları tarafından tekrar çıkacağını öğrendim ki 1970lerden beri doğru düzgün tarafsız bir baskısı ve çevirisi yoktu piyasada. Aynı zamanda videolarında her ay okuduğu kitaplarını anlatırken de bana daha fazla klasik kitap okuma hevesi kazandırıyor. Onun dahil olduğu dünya klasikleri okuma kulübü var ve Ocak ayında Stendal’in Kırmızı ve Siyah’ını okuyacaklar. On iki ayın on ikisinde neler okuyacaklarını tek tek belirlemişler bile! Kendisinin son youtube videosunda hepsini anlatıyor. Hiç sıkılmıyorum kendisini izlemekten ve dinlemekten. Linkini nedense sadece şöyle ekleyebildim: 
https://www.youtube.com/watch?v=tSFq3qYOAVI
-Diğer hoşuma giden youtube kanalı ise Karavandaki Adam. Bir kitap etkinliği düzenlediklerinde bunu birkaç gün öncesinden paylaşıyorlar ve ayrıntılarını veriyorlar, takipçileri ile tartışmaya da açıyorlar. Etkinlik bitiminde o ayın seçilen kitabını değerlendirdikleri podcast yayınları bulunuyor. 22 Ocak tarihine kadar okunacak olan kitap Halikarnas Balıkçısı-Aganta Burina Burinata. Bu kanalda daha çok Türk Edebiyatından eserler değerlendiriliyor fakat içerik üreticilerinin geniş bir okuma alanı da bulunuyor, bunu kitap önerileri yaptıkları videolarda da görebilirsiniz. Son etkinliklerine dair duyurularının instagram gönderisi şu şekilde:
Tumblr media
Sanırım şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. 
0 notes
firisu · 4 years
Text
Boş Metin
Birkaç gün mide ağrısıyla uğraştıktan sonra sonunda normal okuma düzenime geri dönebildim. Okuduklarımdan bazıları, izlediklerimden etkilenip onun hakkında araştırmaya başladıklarımdan oluşuyor. Kadın Çalışmaları üzerine yoğunlaştıkça ve onun okumalarını yaptıkça, sadece akademik dünyada değil edebiyatta da daha fazla, çok daha fazla, takdir ettiğim insanları araştırmaya onlar hakkında daha fazla şey öğrenmeye heveslendim. Ursula K. Le Guin söyleşisini youtube’da bulmam da buna denk geliyor. Bu söyleşi üç parçadan oluşuyor, istenirse Türkçe altyazı ile de izlenebilir. 
https://www.youtube.com/watch?v=YmCEdwr-zpk&list=PL_2xL66Lw2dQsEULdVcswDWC4LwA4HxIf&index=1
Linkini bu şekilde paylaşmak zorunda kaldım bilgisayarımda ve internetimde yaşadığım aksaklık sebebiyle. Yukarıdaki linkte ilk bölüm var. Ursula K. Le Guin çok sevimli bir kadınmış bu arada. Video üç parça halinde, kendisinin yazdığı ufak bir öyküyü okuması, o öykü hakkında ufacık konuşması ve soru cevap kısmından oluşuyor. Kısa olsa da kendisinin sesini ve bazı düşüncelerini ilk defa duymamı sağladığı için minnettarım. Kendisine soru cevap kısmında, çevirisini yaptığı Tao Te Ching ile ilgili bir soru da geliyor. İşte o zaman bu kitabı okuma isteğim yanıp tutuştu. Lao Tzu’nun yazdığı ve Ursula K. Le Guin’in çevirdiği bu kitabın Türkçe baskısını bulamadım ama İngilizce’sini epub olarak indirebildim. Belki de İngilizce olması daha iyi olur çünkü kendisinin direkt ana diline yaptığı çevirisini okumak daha zevkli olabilir. Tao Te Ching hayata dair şiirlerden oluşuyor (dersem biraz sığ kalacağını bilerek de olsa) su gibi okunan bir kitap. Asıl hoşuma giden her şiir sonrası Le Guin’in ufak notları. İlk notunu kendimi tutamayıp ekliyorum hemen: “A satisfactory translation of this chapter is, I believe, perfectly impossible. It contains the book. I think of it as the Aleph, in Borges’ story: if you see it rightly, it contains everything”. İlk şiir ve dipnottan beni kendine öyle bir çekti ve düşündürdü ki, tam olarak yirmi dört saat o kitaptan başka bir şey okuyamadım. Sanki diğer şiire geçsem okuduğumu unutacak, evrenin tüm sırlarını veren bu şiire bakmayı ve anlam aramayı kesecek, tüm büyük sorulara olan cevabımı kaçıracaktım. Sonra kendime söz verdim; Ursula K. Le Guin’in bütün kitaplarını okuyacağım. 
Bir diğer paylaşmak istediğim şey yine şu anda okuduğum bir kitaptan. Zygmunt Bauman’ın Bu Bir Günlük Değildir isimli kitabı. Uzun zaman önce aldım ve hala bitirmedim. Gün gün, ay ay Bauman o gün neyden bahsetmek istiyorsa onu, unutmayalım kendisi çok ünlü bir sosyolog yazdıkları da ‘bugün bunu yedim ve şuraya gittik’ tarzı şeyler değil, haberlerde bahsedilen konular üzerine ya da bir köşe yazısının kendisine nasıl çağrışımlarda bulunduğunu yazmış. Ocak 2011′de tarih meleği üzerine bir not düşmüş defterine alıntı yaparak ve kaynağını yazarak:
Dirilen Tarih Meleği Üzerine,
“Angelus Novus dalıp seyrettiği bir şeyden uzaklaşmak üzereymiş gibi duran bir meleği anlatır. Gözleri dik dik bakıyor, ağzı aralık, kanatları iki yana açılmış. Tarih meleği bu şekilde betimlenir. Yüzü geçmişe dönüktür. Bizim olaylar zinciri olarak gördüğümüzü, o üst üste binmiş yıkıntılardan oluşan tek bir felaket olarak görür ve onu ayaklarının önüne fırlatır. Melek, kalıp ölüleri uyandırmak ister ve kırılıp dökülenleri bütün haline getirmeyi. Ancak cennetten gelen bir rüzgar esmektedir; kanatları bu rüzgara öyle kapılmıştır ki artık onları kapatamaz. Önündeki yıkıntı gökyüzüne doğru büyürken fırtına onu sırtını döndüğü geleceğe karşı koyamadığı bir şekilde savurur. Bu fırtına bizim gelişme dediğimiz şeydir.”
(Walter Benjamin, “Theses on the philosophy of history”, Benjamin, Illuminations: Essays and Reflections, ed. Hannah Arendt (New York: Schocken, 1968), s. 257-8.)
Editörünün de Hannah Arendt olması kalp kalp. Bu hafta karşılaştığım en güzel metinler bunlardı. 
0 notes
firisu · 5 years
Text
Münevver Karabulut, Özgecan Aslan, Cansel Buse Kınalı, Helin Palandöken, Değer Deniz, Dilek Zengin, Ceren Damar, Şule Çet, Emine Bulut ve daha niceleri gibi Güleda Cankel'i de koruyamadık. Tezer Özlü haklıydı; "Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi.."
Tumblr media
218 notes · View notes
firisu · 5 years
Text
Ekim
Ekim’in ortasından itibaren mottom “Korkmasaydın ne yapmak isterdin?”. Sonunda o istediğim adımı attım ve korksam da yapmak istediğim şeyi yapmaya başladım. TEZİM ÜZERİNDE ÇALIŞIYORUM! Bugün doğru düzgün çalışmaya başladığım ilk gün ve tatmin oldum SAYILIR. Çünkü hiçbir zaman yeteri kadar çalışıyormuşsunuz gibi gelmez. Özellikle de çabuk ilerlemek isteyen bir acemiyseniz. Bir akademi günlüğü gibi bir şey de tutmak istiyordum uzun zamandır. Hayallerimi gerçekleştirebilmek için yarım dönemim var. Çok mutsuz olacağım günler beni bekliyor ama ailem ve sevdiklerim kararlarımın arkasında. Bu sebeple bir şeyler yapabilmeliyim. Olmayacaksa kaderimde yoksa bile eşsiz bir mücadele vermeliyim. Bu maceraya hazır mıyım? HAYIR AMA VARIM.
Aklımda sadece akademi okumaları yapmak yok. Bunun dışında ev işleriyle ilgilenmeliyim, sanat ve edebiyata da zaman ayırmak istiyorum, yoga ve meditasyon yapmak da stres atmamı sağlayacaktır ayrıca bir yan uzmanlık da alsam ne güzel olur! Üniversitedeki etkinliklere can ve başla da sarılmalıyım. Bir şeyler var kafamda, neden olmasınlar! 
New York Times, Social Europe, Foreign Policy gibi sitelerde email adresinizi verirseniz size haftalık editörün seçtikleri yaklaşık beş tane makaleyi ücretsiz olarak gönderiyorlar. Bence takip edilmeli. Hangi konuda gönderirlerse göndersinler bu ücretsiz erişim makalelerini, okunması olmazsa olmaz. Bunun dışında bir de Project Syndicate sitesinden köşe yazıları okumayı seviyorum. Okuduğum makalelerin beğendiğim kısımlarını da bir ajandaya not almaya başladım. Ajanda günlerimin devam ediyor olması çok güzel. 
En son okuduğum ise Joseph E.Stiglitz’in “No More Half Measures on Corporate Taxes” yazısı: https://www.project-syndicate.org/commentary/oecd-proposal-multinational-tax-avoidance-by-joseph-e-stiglitz-2019-10. Kısacası diyor ki büyük şirketlerin vergiden kaçmalarını önlemek için küresel bir minimum vergi seviyesi belirleyelim, onlar da zenginliklerine zenginlik katacaklarına dünyanın yaşadığı sorunlara verdikleri paralarla destek olsunlar. Helal dedim. 
Tumblr media
Kendime destek olmak için yaptığım bir diğer şey ise coursera ve edx sitelerinden birer kurs takip etmek. Çünkü hem videolu konu anlatımı, hem okuma listesi hem de quizler beni okula daha da yaklaştırıyor ve düşünme kapasitemi geliştiriyor. Bir de İngilizcemi. Takip ettiklerim illa ki tez konumla alakalı olmak zorunda değil, çizgi romanların tarihsel gelişimi ya da Meiji restorasyonundan sonra Japon mimarisi gibi dersler de var. 
Ders çalışırken bu motivasyonumu koruyacak Youtube kanalları takip etmeye çalışıyorum özellikle. İnsan sosyal medyada neyi izliyor hangi fotoğrafı görüp beğeniyorsa onu istiyor, düşünceleri ona göre şekilleniyor. İzlemeyi en çok sevdiğim kanal ise şu anda Ruby Granger. Evet Hermonie Granger ile aynı soyadı paylaşmasını seviyorum ve o yüzden dikkatimi çekti. En son izlediğim videosunun linkini de şöyle atayım: 
https://www.youtube.com/watch?v=bdvcHPKgrp8 
Bir diğer bahsetmek istediğim şey ise Joker filmi. Bu izlediğim en değişik ve farklı Joker profiliydi. DC karamsarlığını karanlığını en dibine kadar hissediyorsunuz. Çok beğendim. Bir anlığına Thomas Wayne’in oğlu olabileceği düşüncesi beni o kadar heyecanlandırdı ki anlatamam! Joker’in kitleleri bu şekilde etkilemesi, zengin-fakir ayrımının böyle işlenmesi ve verdiği toplumsal mesajlar upuzun bir makale yazımını hak ediyor. Filmle ilgili en beğendiğim şey Joker’in sanrılarını sonradan öğrenmekti. Asıl toplumsal mesajı da onlar veriyor zaten. O filmden çıktıktan sonra Suice Squad’ı tekrar izledim ve oradaki Joker’in ne kadar sığ ve estetik amaçlarla orada olduğunu görünce içim acıdı. Her hafta da bir film izlemek iyi bir fikir olabilir.
0 notes
firisu · 5 years
Text
Ufak Zorluklar
Bu haftayı da atlatmış olduk bir şekilde. Perşembe-cuma ikilisi bana ciddi seviyede zorluk yaşattı. Dahası bir yedi gün daha en az aynı seviyede zorluk yaşıyor olacağım. Bir iş yerinde işleyişi tam bilmemek ve işi bilse bile sorumluluk almak istemeyenlerle çalışmak gerçekten sinirlerimi hoplatıyor. Fakat şu anda işi öğrenmeye çalışmaktan başka çarem yok. Bol bol derin nefes almalı ve sakinleştirici düşüncelere odaklanmak zorundayım. Daha kötü günlerim de oldu. Ama şu anda olanlar sanki daha zor “şu anda” yaşandıkları için. Neyse neyse. Neyse. 
Haftamı güzelleştiren 3 parçacıktan bahsedeceğim bugün sadece:
1. Strong Girl Bong Soon:
Bir Kore yapımı olan bu Netflix dizisi, bir süreliğine devam etmek istediğim seri özlemimi giderdi. İzleyebildiğim dizi türü şu anda sadece komedi olmakla birlikte her anlamda gerilim, dram gibi diğer unsurlar açısından da doyurucu bir öykü. Bong soon ufak, ponçik, tatlı mı tatlı bir kız olmasına rağmen çok güçlü. Ailesine nesillerdir sadece kız çocuklarından geçen bu özellikleri sayesinde hayatları olağandışı olmuş. Bong soon çabucak biten dizide kadınları kaçırıp onları tutsak eden bir adamın peşine düşerken bir yandan da hayatının aşkını buluyor. Kore dizilerini beni hem çok güldürdüğü hem Kore hakkında bazı şeyler öğrettiği hem de sevdiğim giyinme tarzlarıyla ilgili ilham verdiği için çok seviyorum. Ama diziyle ilgili en sevdiğim şey Bong soon’un kocaman gözleri. 
Tumblr media
2. The Mustards Radyosu:
Bir süredir Jenny Mustard’ı Youtube’dan takip ediyordum zaten ve podcast yayınladıklarını da biliyordum. Ancak bu haftaya kadar hiç dinlemek içimden gelmemişti. İsveçli olan ve Londra’da yaşayan bu çift genellikle bir saat uzunluğunda, eşi David Mustard ile birlikte kahvaltı yaparken kaydettikleri ve belli bir konudan bahsettikleri bölümler yayınlıyorlar. Jenny çok hoş bir tarzı olan, düşünce şeklini beğendiğim ve örnek aldığım nadir insanlardan biri. Şu sıralar ise yazdığı bir roman üzerinde çalışıyormuş. Dolayısıyla spor yaparken, ilham gerektiği zaman ya da favori kanalınız henüz yeni bir şey paylaşmadığında kendilerini dinleyebilirsiniz.
Tumblr media
3. Sonunda bitirdim:
“Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu” isimli Murakami kitabını bitirdim. Uzun zamandır sonunu çok merak ediyordum ve spoiler yemediğime de inanılmaz mutluyum yoksa okumazdım. Okuduğum en tuhaf Murakami kitabıydı sanırım. Hiç beklemediğim gelişmeler olduğu gibi, gelişmeyen şeyler de oldu. Bazı şeyleri hiç işlemiyor ve devam ettirmiyor kendisi ve sebebini anlayamıyorum. Önce her Murakami kitabının başında aktardığı dinginlik sevindiriyor, sonra neden olayların bu kadar yavaş ilerlediğini sorgulatıyor ve yine bir dinginlik vererek olayları anlatmayı bırakıyor. Roman bitiyor diyemiyorum, olanları anlatmayı bırakıyor sadece. Çevirisi olmayan kitapları dışında okumadığım bir tek “Kumandanı Öldürmek” kaldı. Onu da bir ara bu kitabın etkisinden çıktıktan sonra okurum. Murakami hiç ölmesin ve sürekli yazsın. Amin.
Tumblr media
1 note · View note
firisu · 5 years
Text
Tezs
Tez önerimi vermek için altı ayım olmasına rağmen bu fırsatı değerlendirmeyip her araştırmayı son bir aya sıkıştıma becerisi gösterebildiğim için kendimi alnımdan öpüyorum. Onu da yapabileceğim meçhul iken hala kastırmıyorum, çünkü neden onu da son haftaya sıkıştırmayayım ki ?! Karamsar olsam da elimden geleni yapmaya çalıştığım bir gerçek. Eminim herkesin bir “yapmak istedikleri” var ve ne kadar yaklaşsa da tatmin olmayan bir tarafı var. Her şeyin kökeninde çok zamanımız olduğunu varsayma hatası yatıyor bence. Uzun zamandır da (altı ay kadar) doğru düzgün okuma yapmadığımdan bir makalenin başında nasıl dikkatimi dağıtmadan oturabileceğimi bugün en baştan öğrendim. Çok zorladım kendimi. Çünkü sürekli aklıma “şu listeyi yapsaydım, şu yemeği mi yapsam, acıktım mı, bir kahve mi yapsam” gibi saçma sapan şeyler geliyor. Bu arada tek yaptığım da bir makale okumak oldu şu ana kadar. Efendime söyleyeyim, kaynak analizidir, araştırma yöntemidir uyuyor bir kenarda. Asıl yapmam gerekenlere gözümü kapattım, aman gerçekleri hatırlatıp uyandırmayın beni!
Tumblr media
KENDİME ÇOK ÖZEL BİR NOT: LÜTFEN HARCAMALARINA DİKKAT ET BE!
Uzun zamandır okumak istediğim bir kitabı okudum. Aşırı çerezlik olsa da Türkçe’ye çevirisi olmayan bu kitap bir stil ikonunun yazdığı karalamalardan ve çektiği garip fotoğraflardan ibaret.
Tumblr media
Yukarıdaki hanımefendi Alexa Chung tarafından yazılmış kitabından bahsediyorum: It. Biraz geçmişinden bahsediyor, önce sonra nasıl ünlü olduğu üzerine birkaç cümle görüyoruz. Ötesi ise karman çorman bir şey. Yine de zevk aldım okumaktan kendisinin yazdıklarını. Arada İngilizce kitaplar da okumak gerekiyor ki dili unutmayalım. 18 yaşındaki kardeşim mesela, kitapların çevirisinin çıkmasını beklemeden çatır çatır birkaç günde bitiriyor ne isterse. Benim İngilizcem ondan daha iyi olmasına rağmen cesaret edemiyorum böyle bir şeye. 
Bu kadının yazdıkları ünlü olduğu için tutuldu bir bakıma. Ünlü olmasaydı büyük bir ihtimalle satılmayacaktı. Kitap yazıp ünlü olmaktansa ünlü olup öyle yazmak daha makul bir sanat bu günlerde. 
İnstagramdan tarzını beğenerek takip ettiğim bir yayın evi sahibi geçtiğimiz günlerde aylık bir dergide yazı yazmış. Kendisinin aynı zamanda yazdığı birkaç kitap da bulunuyor ki ben henüz hiçbirini okumadım. Dergiyi sırf onun için aldım ve yarabbi iyi ki kitaplarını okumamışım dedim. Böyle dergilerde saçma sapan yazıların çıkmasına katlanamıyorum. Yazdıklarını o kadar yüzeysel ve içselleştirilemeyen şeyler ki bu tarz şeyleri günlüğünüze bile yazmazsınız. Verdiğim paraya yazık. Yazık! Böyle kızgınım işte:
Tumblr media
Hazır İngilizce bir şeyler okumaya başlamışken biraz da şiirlere bakabilirim hem de okuması daha kolay olarak diye düşünerekten tesadüfen R.H.Sin diye bir yazarın kitabını okumaya başladım. Ay fenalık geldi kitaptan. İşte “sen beni terk ettin de şöylesin böylesin, geri dönme” misali şeyler yazmış sürekli. Kitabın yarısına zor geldim ve nasıl bitireceğim hiçbir fikrim yok. 
“never forget the way
he broke your heart
when all you ever wanted 
was to be loved and respected
forgive and let go
and never let him return”
yazmış mesela. Küçümsemek istemiyorum ama şiir bu değil. Bu tarz şiirlerden 200 sayfa okuduğunuzu düşünün. İçinde sanat ve çaba yok hissi uyandırıyor. Sadece bir kız onu ağlatmış, kız özür dilemiş tekrar ona geri dönmüş sonra tekrar ayrılmışlar bu da ağlak bir şekilde bunları yazmış sanki. Sanırım bu tarz bir şey de yaşıyor zaten. Kısacası şiir bu değil bence. 
Geçtiğimiz günlerde John Wick’in en son çıkan filmini izlemek istedim ama fark ettim ki ben serinin daha ikinci filmini izlemedim. Canım Netflix almış ve koymuş ben de başına oturdum. İkinci filmi de güzeldi bence. Wick’in dokunduğu herkes öldü, kalem efsanesini birebir yaşadık ve filmin başında güzel takımlar diktirdi kendine. Beni bekleyen sürpriz ise Ruby Rose oldu. Onun filmde oynadığını bilmiyordum ve oturduğum yerde “aaaaaaaaaaaaaağğ” diye bir tepki verdim ister istemez. Dilsiz bir karakteri canlandırıyor, benim buna olan yüzeysei yorumumsa şu oldu; kıza bir cümle bile söyletmemişler. Kadına hayranım ama. Spoiler: diğer filmde olmayacak. Üçüncü filmi izlemeyen bir ben kaldım sanırım. Olsun, onu da yaparım bir ara. 
Tumblr media
Spider Man: Far From Home da gayet güzel yapılmıştı bence. Pek Spider Man hayranı olmasam da Zendaya’yı çok sevdiğim için seve seve izledim. Filmin en sevdiğim yanı Stark’ın gözlüğünün sahip olduğu özelliklerdi. Iron Man favori Marvel karakterim olduğu için onu özlüyorum. Canım Stark ortalık bebelere kaldı sen gidince :(
Tumblr media
0 notes