Tumgik
#kitap yansıması
kendindekaybolann · 11 months
Text
Anılarını benimle paylaşır mısın? Anın, anımız olsun. 
13 notes · View notes
mcanylm34 · 1 year
Text
Neden geçmişten gelen bu kadar çok pişmanlıklarımız var? Neden Geçmişten dolayı bu kadar çok suçluyoruz kendimizi? evet çoğu yaptıklarımız değil, yapamadıklarımızla ilgili. insan yaptığı şeyleri kolay affediyor da yapamadıklarını çok zor aşıyor. içinde kalıyor adeta.
Bazen öfkesi patinaja düşüyor. Bazen gözümüzün önünde gitmiyor. Kendimizi kanıtlamaya çalıştığımız insanlara zamanla nasıl öfkeler biriktiyoruz. Belki de kendimize olan öfkenin yansıması.
Niye o kadar çabaladım ki? Dercesine. Sevilmek için boyun eğişlerimiz.
Onay için aşırı fedakarlıklarımız.
Hep sevilme isteğinden,
Hep değer arayışından..
İşin kötüsü de hep yanlış insanlardan. Yine de kendimiz için affetmeliyiz. Hem kendimizi hem geçmişimizi hem de geçmişte kalanlar..........
Onlarca kitap okudum, tek bir paragrafta takıldım.
Tumblr media
Diyordu ki; "Ben seni kendim gibi sandım.."
92 notes · View notes
kemikkadin · 10 months
Text
🎧 Myle - Not Ready
.
Bu fotoğrafları birkaç ay önce çekmiştim. Okuduğum kitapları karışık bir düzende paylaştığım oluyor çünkü kendimi garip bir şekilde hazır hissetmiyorum. Bu kitap için doğru gün geldi.
.
Haz, hakkında konuşması zor bir kitap. Bir çırpınış hikayesi. Yorumlara baktığımda, ırk ve sınıfsal şeyler içerdiği için iyi olduğunu söylediklerini gördüm. Irk, sınıf ve kadın hikayesi olmasını tamamen bir kenara bırakıyorum. Varoluş sancısını oldukça rahatsız edici bir şekilde yaşayan bir kadını okuyoruz.
.
Edie, sanatçı olmak isteyen ama bunu başaramayan, girdiği işte de tutunamayan genç bir kadın. Ailesine dair anlattıklarıyla içinde bitip tükenmeyen bir ilgi açlığı var. Dünyadan kaçmak için rastgele bir şekilde cinselliği kullanıyor. Amaçsız bir savruluş var. Hikayesine kendisinden yaşça büyük Eric'le buluşmaya karar vermesiyle başlıyoruz. Eric, açık ilişki yaşayan bir adam ve Rebecca'yla evli. İşsiz kaldığında, Eric ve Rebecca'nın evinde yaşamaya başlıyor.
.
Karakterin iç konuşmasının olayların önüne geçtiği metinlerden. Okurken bunaldığım ve karakterin aldığı kararlardan yorulduğum çok oldu. Peki neden öneriyorum? Varoluş sancısının oldukça iyi bir yansıması bana göre. Ayrıca R. Leilani, metni şiirsel bir hale getirmiş, kelimeler akıp gidiyor.
.
#kitap #kitapyorumu #ithakiyayınları #kitapönerisi #kitaptavsiyesi #book #booklover #kitapsever #booknerd #bookcoffee
instagram
6 notes · View notes
uzunburakefendi · 2 years
Photo
Tumblr media
. "Ne tuhaftır ki insanın ruhu sonsuzluğa sürüklenmeye hazır da olsa, birisi seslenince hâlâ bir yerlere bağlı olduğunu fark ediveriyor." syf.12 . "Aynanın önünde dikilip aynadaki yansımanızdan şikâyet ediyorsanız bir yere varamazsınız. Eğer toplumun yansıması da denilen bu aynanın yerini değiştiremiyorsanız, yapılacak en iyi şey aynadan uzaklaşmaktır." syf.29 . "İnsanlar böyledir işte. Birisine yaz ortasında kışın nasıl üşüdüğünü hatırlatıp soğuktan titremesini beklemek anlamsızdır. Birisine sırf hasta olup ateşi çıktığında canı et yemek istemedi diye kaşığını ömrübillah et tenceresine sokmamasını emretmek saçmalığın daniskasıdır. İnsanlar zor zamanlarında diğerlerinin senin için neler yaptığını asla unutmamanı iyice tembihlerler ama unutmak kaçınılmazdır, bunun aksini iddia eden yalan söyler." syf.65 #natsumesoseki #madenci #çeviri #sinanceylan #jaguarkitap #kitap #neokuyorum #okumakiptiladır https://www.instagram.com/p/CjQ1FUsNWJN/?igshid=NGJjMDIxMWI=
7 notes · View notes
niltheguitarist · 2 years
Text
Her sabah, yeniden ve yeniden...
Aynı yollardan giderek aynı tanıdık istasyona gidiyorum. Yeniden tanıdık durağın oturaklarına oturuyor, her gün içinde yaşadığım gri çevreyi inceliyorum. Aynı treni bekliyor, aynı trene biniyorum.
Tanrım diyorum, tanrım! Bu grilik de ne bu kadar? Her gün geldiğim şu durağa bir bak, duvarları soluk ve güzelden yoksun. İnsanın her gün içinde bulunduğu yerin bu kadar gri olması, ruhun insanın çevresine yansıması mıdır yoksa çevrenin insan ruhuna bulaşması mı? Ya yanımda kitap taşıyamasaydım, ya müzik dinleyemeseydim, ya çizim yapamasaydım durakta beklerken, ya sokak sanatçıları olmasaydı? Bu solgunluğun içerisinde çürürdüm herhalde. İnsan her zaman güzeli arıyor.
Duvarlardaki karalamalar, sandalyelere yazılan yazılar, kazınan aşık isimleri iyi ki var. Bu solgunluğun ruhuna resimler karalanmış, aşık isimleri kazınmış.
Şu duvarlara resimler çizilseydi, şiirler yazılsaydı... Şu havada notalar dönseydi belki trenin önünde atlayan olmazdı.
Tumblr media
Ve her gün yeniden ve yeniden ölürken her gece, gecenin güzelliğiyle yeniden ve yeniden doğuyorum.
Tumblr media
Benim şehrim.
3 notes · View notes
erhan-love · 2 years
Text
"İPUCU DOLU CÜMLELER "
Hani yeni bir kitabı okumaya başladığında,
Her sayfasında değil belki ama,
Bazen her üç beş sayfa da,
Bazen birkaç sayfa arayla,
Hatta bazen peşi sıra her sayfada çıkar ya karşına.
Okuduğun an bam teline dokunan Cümleler vardır ya hani.
O an seni eskilerden bir yaşanmışlıga götürür seni,
Her yanlızlıgına eşlik eden hatırlara,
Yada hala umut ettiğin bazı yaşanmamışlıklara .
Tumblr media
"Hep söylemeye çalıştığım şey buydu iştee" dedirtir ya bazen hani.
Sadece okunsun diye değil,Dokunsun diye yazmış olanlar hani.
Kısacası, içi SEN dolu o cümleler yani.
Çizersin ya o cümlenin altını hani,
Yada bir daire içine alıp hapsedersin ya oraya kendini.
Sonraa
Bazen de o işaretli sayfaların başına ufaktan bir işaret koyarsın,
Sayfada ki sözün sende neyse yansıması,
Ona göre bazen bir eksi (-),bazen artı (+) koyarsın.
Haa Bazense sadece ismimin baş harfini yazarsın.
Bir gün yeniden eline aldığında o kitabı,
Tek tek ziyaret edersin o işaretli sayfaları.
Böylece Kendine doğru yeniden bir yolculuğa çıkarsın.
Sahi okudunuz mu hiç böyle bir kitabı?
Daha sonra yani uzuun bir zaman sonra ,
Ziyaret ettiniz mi içi SEN dolu o sayfaları,
Hayırsa eğer bunun sende ki cvbı,
İnan bana bunu yapmalı,yani okumalı.
Eğer bunu yaptıysan veya bir gün yaparsan,
İşte o zaman İyi sakla o kitabı.
Sana geri geleceğini kesinlikle bilsende.
Yinede verme kimseye.
Emanet etme kimseye gizli yaralarını,
Ve hayatın boyunca sadık kaldığın sırlarını,
Kimse görmesin bilmesin diye sakladıklarını,
Farkına varılmamış fedakarlıklarını,
Kimseye şahit ettirmedigin en mahrem günahlarını,
Sadece ALLAH ile senin aranda ki Sevapları.
Yani işin özeti Verme
Sana dair ipuçlarıyla dolu o kitabı.
O Senin kitabın olduğu için değil,
SEN O Kitap olduğun için !!!
E.TÜRKMEN.
#piskoloji #kitap #aşk #sevgi
2 notes · View notes
gundemarsivi · 7 days
Text
Tumblr media
Âkif – Fikret Çatışması
✍🏻 Metin Emre Kuşçu
https://www.gundemarsivi.com/akif-fikret-catismasi/
Türkler; bulundukları jeopolitik konumun da etkisiyle zaman içerisinde birçok milletle etkileşim içerisine girmiş; onlara bir şeyler vermiş, onlardan bir şeyler almışlardır. Bu durum çeşitli Türk toplulukların da bazen kültürel zenginlik nedenlerinden biri olurken bazen ise Türk topluluklarının asimile olması ve kendi benliğini kaybetmesi ile sonuçlanmıştır.
Miryakefalon Savaşı’nın ardından Anadolu’ya kesin olarak yerleşen Türkler, bu güzel toprakları çok sevmişlerdir. Fakat güzel ve bir o kadar da bereketli olan bu topraklar, bir kültür sorununu da beraberinde getirmiştir. Öyle ki Anadolu, Avrupa Medeniyeti ile Asya Medeniyetinin bir geçiş noktası durumundadır. Bu da tarihsel süreçte, kültürel açıdan ikilik yaratmış ve hatta bir medeniyet çatışmasına dönüşmüştür. Bugün sizlerle Osmanlı’nın son dönemlerinde bu çatışmanın edebi bir yansıması olan Mehmet Âkif – Tevfik Fikret tartışmasına bakacağız.
İlk kahramanımızla başlayalım: Âkif, Osmanlı’nın son dönemlerine fikirleriyle damga vurmuş bir edebiyatçıdır. Bunun en önemli nedeni ise Âkif’in bilindik ümmetçilik – İslamcılık anlayışının dışına çıkmasıdır. Âkif, şüphesiz İslamcı bir şairdi. Ancak onun İslam anlayışı Âkif’ten önce de doğuda çeşitli versiyonlarını Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh gibi Müslüman ulemada gördüğümüz reformist İslam anlayışıydı. Bu anlayış Müslüman halklarını bir yandan manevi olarak kendi içine dönmeye davet ederken, diğer yandan somut bilimlerde Batı’nın izinden gitmeyi uygun görüyordu.
Somutlaştıracak olursak Âkif’e göre Batı dünyası ilime önem vermiştir. Batı bunu yaparken Doğu – İslam dünyası ise bir miskinlik içerisine girmiş, tembelleşmiştir. Öyle ki Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’da verdiği bir vaazda şunları söylemiştir: ‘’Biz Müslümanlar (…) çalışmayı bıraktık. Atalete, sefahate, ahlaksızlığa döküldük. Avrupalılar ise gözlerini açtılar, alabildiğince terakki ettiler. Görüyorsunuz ki denizin dibinde gemi yüzdürüyorlar. Göklerde ordular dolaştırıyorlar.’’
Âkif bu vaazın devamında ise Batılıların ellerinde neler varsa onları elde etmek için çalışmanın tüm Müslümanlara farz olduğunu söylemektedir. Ona göre Batının emperyalizmine karşı ancak böyle mücadele edilebilirdi. Âkif’in bu sözleri bize Tanzimat Şairi Ziya Paşa’nın şu dizelerini hatırlatıyor: ‘’Diyar-ı küfrü gezdim, beldeler, kâşaneler gördüm. / Dolaştım mülkü İslam’ı, bütün viraneler gördüm.’’
Âkif; ‘’Felaketin başı, hiç şüphe yok, cehaletimiz’’ derken topumun başına gelen kötü olay ve durumları yine toplumun cehaletine, devamındaki dizelerde de kitap okunmamasına bağlamıştır. Âkif, medeniyete ancak Batının iyi yönlerini alarak ulaşılabileceğini savunmuştur. ‘’Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atini!’’ dizeleri de Âkif’in bu görüşünün destekçisi olabilecek niteliktedir.
Gelelim diğer şair kahramanımıza. Tevfik Fikret. O da tıpkı Âkif gibi Doğu dünyasının geri kaldığını söylüyordu. Ancak farklılıkların oluştuğu yer izlenecek yollar, başvurulacak yöntemlerdi.
Tevfik Fikret kurtuluşun ancak ve sadece Batı’ya yönelmeyle olacağını düşünüyordu. Ona göre İslam ve Doğu dünyası içinden çıkılamaz bir bataklığa gömülmüştü. Bu bataklıktan çıkmanın tek yolu milletin tüm muhafazakâr duygularını bir yana koyarak yeni, medeni bir millet oluşturmaktı.
Tevfik Fikret duyarlı bir şairdi. Onca savaşlar sürerken yoksulluk içinde debelenen halk, onun hep dikkatini çekmiştir. Han-ı Yağma, Doksan Beşe Doğru gibi şiirlerinde bu konulara değinmiştir. Hiçbir zaman savaşı savunmamış, bunun insan canını değersizleştirdiğini düşünmüştür. ‘’Yeryüzü vatanım, insansoyu milletimdir benim, ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.’’ diyerek ırkçılık ve dinperestlik yapanları eleştirmiştir.
Aslına bakarsanız Âkif – Fikret ayrımını az önce açıklamış oldum. Fikret, Âkif’in sahip olduğu ümmetçilik duygusunu gereksiz görüyordu. Âkif de ‘’Batı aşığı’’ saydığı Fikret’in dünya görüşüne pek katılmıyordu. Böyle bir dönemde bu ‘’düşünsel fark’’ın kağıda dökülmemesini bekleyemezdik herhalde!
Tevfik Fikret, ‘’Tarih-i Kadim’’ adlı şiirini 1905 yılında yazdı. İslam dinine ve maneviyata eleştirisiyle bilinen bu şiir yazıldığı tarihlerde yayımlanmamış, uzun yıllar boyunca sadece edebi ortamlarda okunmuştur.
Bu şiir ilk defa Osmanlı topraklarında Balkan Harbinin hüküm sürdüğü yıllarda basıldı. Şiirin ‘’Din şehit işter, âsüman kurban’’, ‘’Tanrılar ne derse onu yapacak halk, sabırla ve kahırla olacak iki büklüm.’’, ‘’Yırtılır ey köhne kitap yarın, fikirlere mezar olan sahifelerin.’’ Gibi dizeleri dönemin İslam düşünürlerini sinirlendirmiştir.
Bu sözlere çok kızan Âkif ‘’Süleymaniye Kürsüsü’nde’’ adlı şiirinde Tevfik Fikret’i zangoç diyerek eleştirmiştir: ‘’(…) Deyip de ‘zangoç’a başvurdular.’’ ‘’Şimdi Allah’a söver, sonra biraz bol para yer. / Hiç utanmaz; protestanlara zangoçluk eder!”
Âkif ‘’Süleymaniye Kürsüsü’nde’’ şiirinde Fikret’i Robert Kolejinde öğretmenlik yapmasını kullanarak eleştirmiş, onu gençlerin maneviyatını zayıflatmakla suçlamıştır: “Robert Kolej’deki sanat dâhisinin kalemi / Vurur bu darbeyi isterse çünkü haddine mi / Hükümet’in ona kalkıp da itiraz etmek? / Herifte bandıralar çifte, tek de olsa direk!’’ ‘’Ne var ne yoksa mukaddes onunla bitti demek! / Gençliğe hak veririm, çünkü üç beyinsiz inek / Yazıp dağıttı o isyan beratını; / Çocukların yüreğinden kopardı imanı!’’
Fikret, Âkif’in bu sözlerine ‘’Tarih-i Kadim’e Zeyl’’de cevap vermiştir. Fikret bu şiirde Âkif’e molla sırât diye hitap etmiştir: ‘’Ben ki üç beş pulu tercihinden / Protestanlara zangoçluk eden / Şâirim! Zîver-i Kürsî-yi Yakîn, / Şâir-i müctehid-i dîn-i mübîn, / Hazret-î Molla Sırât’a ebedî / İhtirâmâtımı takdim ile bî- / Bî-tereddüd diyorum: (…)’’
Tevfik Fikret bu şiirinde kendine zangoç yakıştırması yapan Âkif’e hiç kimsenin hizmetçiliğini yapmadığını ve ne Müslümanlık dinine ne de Hristiyanlık dinine inanmadığını söyler. Ayrıca tapılması gereken bir şey varsa bunun doğa olduğunu söyleyerek ‘’Panteizm’’ felsefesine atıfta bulunur. Bu tartışmanın somut olarak bilinen son noktası burası olsa da nesilden nesle aktarılan bir çatışma olarak sürer gider.
Aralarında her ne kadar görüş farklılıkları olsa da Fikret ve Âkif ilme ve fenne verdikleri değer bakımından birbirinden ayrılmazlar. Ayrıca Âkif, Fikret’in şiirinden de etkilenmiştir. Dünya görüşümüz elbette ki bu iki şairden birine daha yakın olabilir. Ama bu iki şairin de Türk Edebiyat Tarihi’ndeki yeri yadsınamaz. Şüphesiz bu iki isim de bizler için çok değerlidir. Size tavsiyem bu tartışmadan kendinize pay çıkarmak yerine olgun bir edebiyat okuru olarak iki şairin de muazzam şiirlerine göz gezdirebilirsiniz!…
Metin Emre Kuşçu
0 notes
a-y-i-s-i-g-i · 2 months
Text
13.04.2024 🌺🌼
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
"Ey güzeller güzeli Allah’ım! Gösterdiğin bu güzelliklerin ve perdelerin arkasındaki en yüksek ve münezzeh cemal sahibi, her güzelliğin kaynağı, ne varsa güzel diye bildiğim, her şey senin eserindir Allah’ım. Bir değil, binler dil ile tanıttırırsın bize kendini. Ey isimleri güzel, sıfatları güzel, işleri güzel, şuunatı güzel olan Allah’ım! Ey güzellerin en güzeli, ne varsa güzellik namına, her şeyin kaynağı Sendendir. Dünya aynasında görünen, her güzellik Sendendir, hepsi senin eserindir, o güzel isimlerinin tecellileridir. Güzelin aynası, yansıması, tecellisi, aksi de güzel olur elbette. Güzeller güzelinin gönderdiği kitap, o kitabın sayfalarıyla yaptığı hitap, elbette en güzel olur.
Kabul eyle Allah’ım. Bizim de zikrimiz olsun. Bir ağaca tutunup Sana yazdığımız bir şiirimiz olsun. Hem de çiçek çiçek ve her renkten... Çiçeklerin diliyle, cezbeden rengiyle ve ahengiyle kalbimizde coşan, taşan sevgiye, bu ilahi vuslata izin ver de tercüman olsun. Söyleyemediğimizi izin ver de çiçeklerin söylesin..."
0 notes
lastpowerbroker · 6 months
Text
Tumblr media
“I was born not knowing and have only had a little time to change that here and there”
“Bilmeden doğdum ve bunu orada burada değiştirmek için çok az zamanım oldu”
Richard Feynman
Bu dünyanın, var oluşumuzun mistik referansı da bir özgürleşme arzusundan ileri gelmiyor mu? Özgürlüğe erişmedeki yolların ve yöntemlerin ne kadar çeşitli olduğunu hatırlayalım. Ya da özgürlüğün temelini, amacını ya da araçsallaştırılmış, hep aynı yöne bakan tarafını... Özgürlüğü “özgürce” tanımlamayı deneyelim. Yalnızca istediğimizi yapmayı değil, yapmamayı da, eylemliliğimizi değil, pasifliğimizi de, meydan okumayı değil, teslim oluşu da düşünelim. Sınırları ve sınırsızlıkları, aykırılığı ve uyumuyla düşünelim. “An”ı, yeniden düşünelim mesela, “mekân”ı... Ama düşünmeden geçmeyi değil, gerçekten düşünmeyi... Her şeyin ne kadar dışımızda gerçekleştiğini ama bir şeklide bu dışsallığı içselleştirmemizi düşünelim. Ve irademizi… İrademizi nereye, neden teslim ediyoruz, bir eylemi anlamlı/anlamsız kılan şeyin kaynağını, iyiyi, güzeli, doğruyu ve yanlışı hangi mütekabiliyete, referansa göre tanımlıyoruz? Sanırım bu soruların bir şeceresi tutulsaydı, on binlerce sayfa tutacak, okunmasına ömrün yetmeyeceği bir okuma süreci ortaya çıkardı. Belki de “Arzularımıza Vurulan Kilitlerimiz” başlığı altında sıralanabilecek bir dizi şeklinde de anlamlandırabiliriz bu çabayı.
Kısacık ömrün coşkun dehlizlerinde yaşam enerjisini sömüren öğretilerin kolektif iradenin ta kendisi olduğu, aynı zamanda tüm bu istençlerin yine bu iradenin altında nasıl ezildiğini anlatan en güzel eserlerden birisi Martı… Bu kitap aklı merkeze koyan iradeye karşı, özgür iradeyi, istenç ve arzuyu önceleyen birinin yaşam sevgisinden süzülen çelişkileri de beraberinde getiriyor. Kimi zaman rasyonel olmanın önemini, kimi zaman da irrasyonel olmanın erdeminden bahseden kitap, aklı ve arzuyu çoğu zaman karşı karşıya getirerek her koşulda özgürlüğü odağında tutuyor. Rasyonel olmanın özgürlüğe ulaşmada önemini, “cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekamızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi özgür olabiliriz! Uçmayı öğrenebiliriz” alıntısından, irrasyonel olmayı da yaşlı martı Chiang’ın hızlı uçmayı seven Jonathan’a verdiği salıktan anlayabiliriz. “Hızlı uçmanın nesnel koşullar altında belirlenmediğini, saatte bin mil hızla uçmanın ya da ışık hızıyla uçmanın hızlı uçmak anlamına gelmediği, rakamların sınırları belirlediği ama iyi ve mükemmelin sınırlarının olmadığı, mükemmel olmanın “an” da olmaktan geçtiği” anlatısında bulabiliriz.
Jonathan’ın direnç gösterdiği refleksif tavrı Hegel anlatısındaki köle diyalektiğiyle ya da Nietzsche’deki sürü insanları mefhumunun bir yansıması olarak da düşünebiliriz. Ben bu ilişkiselliği daha çok Nietzsche’deki ontolojik damarla ilişkilendirdim. Benzer şeklide Jonathan’ı da bir şeylere karşı tepki gösteren, direnmeyi ilke edinen ve örnek olmaya çalışan birisi olarak değil, kendi imkanları ölçüsünde özgürlüğün sınırlarını arzuları ölçüsünde zorlayan bir karakter olarak kanıksadım. Bu sebeple Jonathan’ın var olma mücadelesini Zerdüşt’teki anlam zenginliğinin özeti şeklinde de tanımlayabiliriz. Dahası, Martı’nın Nietzsche’ci görüngülerin bir diğeri de yaşamın hâkim ve genel tözlerin kabul görmüş kalıplarında kendi yansımasını bulabildiğidir. Özellikle Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Yararsızlığı eserindeki “Evrende gerçekleşen her şey önceki formunu referansını alarak yeniden meydana gelir. Daha önce olduğumuz ve yaptığımız şeyin aynısını bir süre sonra yineleyeceğiz” ifadesi, Martı’daki “Fakat hiçbir şey öğrenilmemişse, sonraki yaşam öncesinin aynısı olacaktır, aynı sınırlar ve kazanmak için yüklenilen aynı sıkıntılar” anlatısıyla paralel izler taşıyor.
Kitapta ilgi çekici bir diğer yön grup dinamiğinin ilahi katmanlaşma eğiliminin kendini her durumda göstermesidir. Bence bu kitabı anlamsal olarak ikiye ayırırsak Jonathan’ın benlik arayışı öncesi ve benliği sonrası olmak üzere, büyük anlatının daha net olabileceğini düşünüyorum. Bu ayrımların birer mücadele etme biçimi olarak okunması da mümkündür. Birinci mücadele alanında Jonathan’ı bir figür olarak ortaya çıkaran sebeplerin, ikinci mücadele alanında Jonathan’ı yok eden sebeplere evrildiği, bunun aslında diyalektik bir sürecin her zaman bir karşıtlığı doğası gereği barındırdığı, bu zorunlu ilişki biçiminin yarattığı değerler dizisinin nasıl iç içe geçtiği daha net olarak anlamlandırılabilir. Jonathan’ı iradi bir figür olarak verdiği mücadele sonunda dışlayanların kutsalıyla, bir zaman sonra Jonathan’a biat edenlerin kutsallarının benzerliği özgür iradenin etrafını saran katmanlaşmanın ne kadar sert olduğunu yeniden düşünmeye sevk ediyor. Sürüden ayrılanların başka sürü sistemleri kurma çabaları, tabakalar, sınıflar, hiyerarşiler oluşturma iradesi -özgür iradenin toplumsalın iradesine dönüşmesi- bu iradeye yüklenen anlamı yeniden sorgulamaya itiyor. Kuşkusuz bu martı Jonathan’ın arzu ettiği bir durum değildir. Ancak bu durum toplumsalın sarmalına giren tikel hayatların ne kadar savunmasız olduğunu da gözler önüne seren bir anti-özgürlük anlayışının da tezahürü olarak vurgulanabilir. Kitapta da bu durum, “ritüellerin gücü, yavaş yavaş istediğimiz gibi yaşama özgürlüğünü öldürdüğü” ifadesi de bu durumu destekliyor. Kuşkusuz bu büyük bir girdap, ancak özgürlüğü (“öz”ü), özümsemenin, normların, değerlerin, kabullerin, ilkelerin, mahremin, ahlakın, kamusalın, tüm ortak duyuların üzerinde olduğu realitesinin ne kadar yüce bir eylem olduğunu da ortaya koyuyor. Düşünelim…
Meşruların ve gayrimeşruların odaklarını düşünelim, ayıbı, mahremi, helali, haramı, sevabı, günahı… Ya da modern terminolojiyle, mahcubiyeti, özel hayatı, vefayı, vefasızlığı, takdiri, suçu… Nasıl söylenirse söylensin, bu kavramların geçtiği tarihsel patikanın bizim anlam dünyamızı, dolayısıyla da bütün eylemlerimizi/fikrimizi/ufkumuzu -kısaca yekpare bir beni- daha biz doğmadan inşa ettiği gerçeğinin farkında olmak gerekir. Buna müdahale edebilir miyiz… Kısa ömrümüzde içine girdiğimiz küçük ve aç bedenlerimizi neyle doyurabiliriz, ya düzen içindeki mahremiyetle ya da kaos içindeki özgürlükle…
Modern dünyanın bizi bize mahkûm edişini düşünelim. Varlığımızı diğerimize borçlu olduğumuz, sürekli bir denetim altında tutulma ve başkasını denetleme refleksiyle korsan bir zabitlik görevi üstlenmemizi… Otoriteyle giriştiğimiz ilişkide, yaşadığımız hayatının her yerinde bir figür olarak onu aramamızı ve bizi esir almasını…  Özgürlük aşkıyla yanıp tutuşan “güçlü” irademizi, onun emrine sokmada bizi hazır kıta askeri yapmasını… Dışarının tehlikesine karşı, kendimizi bir şekilde güven altına alma ihtiyacı… Kendi hayatını yaşamaya çalışan Jonathan’dan Aziz Jonathan’ı yaratan yüce kolektif bellek, gücün, iradenin, mükemmelliğin ve iyinin tek bir yerde toplanması arzusuyla yanıp tutuşan günün insanına neyi, nasıl tahayyül etmesi konusunda rehber oluyor. Bizler, Zamyatin’in anlattığı “Biz” haline gelirken, tüm benliklerimiz ve arzularımızın dışında, kantitatif, ölçülüp biçilen, standardı olan, cismen insan, ruhen hilkat garibesine dönüşen canlılara dönüşüyoruz. Kitabın sonunda Bach’ın “Dünyanız güvenli hale getirilmek isteniyor, özgür değil” tespiti bu minvalde oldukça çarpıcı. Özgürleşmenin bir sorun olarak güvenlik kaygılarının altında ezilmesi ve özgürlüğün bir güvenlik çeperi etrafında yaşanması belki de çıkarılabilecek en büyük anlamlardan birisi olsa gerek. Hepimiz özgürüz “şüphe”siz, güvenli zamanlarda, ortamlarda, ilişkilerde, bedenlerde…
0 notes
kendindekaybolann · 11 months
Text
Tumblr media
Kitap adı: Sanrıların Yansıması
.
.
.
56 notes · View notes
dipnotski · 1 year
Text
Jean Bottéro – Dünyanın En Eski Mutfağı (2023)
  Mutfak ve sofra kültürü bir uygarlığı anlamanın en etkili yollarından biri. Dünyaca ünlü Fransız Asurbilimci, Kutsal Kitap ve kadim Ortadoğu dinleri uzmanı, tarihçi Jean Bottéro, yaklaşık MÖ 1700’lere tarihlenen ve kırka yakın yemek tarifini içeren üç kil tablet üzerinden antik Babil’in yemek kültürünü inceliyor. Pişirme teknikleri, şölen yemekleri, ölüm ve yaşamın sofraya yansıması, içecek…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
buurcudg · 1 year
Text
Yaz akşamı, koşmak, kendini bulduğum uzun sohbetler etmek, cırcır böcekleri sesi ile yıldızları izlemek, ılık rüzgarda yürümek, akşam bisiklet sürmek, dolaşırken hayal kurmak, güzel bir rüya ile uyanmak, sevdiğim müziklere eşlik etmek, güneşte saçımın aldığı renk, denize uzanıp gökyüzünü izlemek, sabah kuş seslerini duymak, güzel bir gülüşü izlemek, tamamen o anda bulunduğunu anlamak, yeni hikayeler öğrenmek, hortum ile gökkuşağı oluşturmak, ılık duş sonrası ıslak saçlar, güneş ışığının bıraktığı tatlı sıcaklık, arkadaşlar ile her şeyi unutup sadece eğlenmek, sadece adım seslerimle eve dönüş yolum, canlı müziğe yaklaştıkça sesin yavaş artışı, içindeymişim gibi hissettiren kitap, gülümsemek, şort tişört uyanmak, yazı yazmak, eski anları hatırlamanın bıraktığı mutluluk, insanların anılarını dinlemek, ellerimin boya ile kaplanması, küçük anlara şahit olmak, köpek patisi tutmak, uzun göz temasları, aynada kendi yansımama gülümsemek, güneşin gözlerdeki renk yansıması, çikolatalı dondurma yemek, yaz meyveleri, kahve kokusu, kocaman ağaçlar, güzel bulut şekilleri, yavaş yağmur sesi, mavi muhabbet kuşu, çimlere uzanmak
0 notes
operasyon · 1 year
Text
Jezabelle ateşli geceler.
Bir gün okulun iç bahçesinde baktım jezabel çevresindekilere hararetli bir şeyler anlatıyor. 
Finaller zamanıydı.  Bunlar çok çalışkan öğrenciler olarak sınıfından bir başka arkadaşıyla ders çalışarak sabahlıyorlar. Gecenin ileri bir saatinde,  tüpgaz bayii de olan evlerinin hemen altındaki bir akrabasının evinde başlamakta olan yanıgını görüp söndürüyorlar ki bir sürü tüpgaza ulaşsa o yangın, değil ev mahalle sarsılır deprem gibi.
O da bu olayı anlatırken başından geçenleri, Jezabelle ateşli geceler diyerek anlatıyor.
Sanki 70′lerden kalma erotizm furyası zamanlarından bir yeşilçam filmi isimlendirmesi gibi.
-----
O filmler ne kadar sanatsaldı ayrı bir konu. Ama az öne daşbordda gördüğüm bir istek: Kadınlar sanatın içinde ölümsüz olabilecek bir sevgiyle sevilmek istiyorlar sanırım.
Bi de tumblr şairi vardı buralarda. O kötü örnek oldu. Çıtayı yükseltti. Bu yüzden şimdi “ Hadi beni seviyorsan bana bir şiir yaz, şiir yazılan kadınlardan neyim eksik”  duygusu var nadiren de olsa.
Tumblr şiairi olmaktan Allah korusun adamı. Dümdüz ölse daha onurlu bir iş olur :)
------
Yakın zamanda Kafka’dan bahsetmiştim. O’nun bir aşk romanı yoktur. Okuduğum kitaplarında belirgin  bir aşk  sahnesi, aşık karakterleri bile yoktur. Bu adam hiç mi sevmemiş sevilmemiş? 
Milena’ya mektuplar var. Başlıbaşına bir kitap.
Edebiyatının içinde aşk yok.
Mektuplarda da edebiyatçı Kafka yok.
Bana çarpıcı gelmişti. Sıradan bir adamın sorunları arasında sıradan denilebilecek duygular ve onların mektuplara yansıması.
O mektupları belki çok daha güzel biçimde bir başka kişi de yazabilirdi. Özel bir yetenek gerektirmezdi.
Kafka edebiyatta bu haliyle bir istisna mı?
Bence değil.
Kafka’nın Almanyasında bile aşk romanlardan çıkıp sokağa çoktan düşmüştü.
Aşk ve edebiyatı 18. yüzyılın saraylarında görüldü en son.
En çok aklımda kalan Stendhal’in Kızıl ve Siyah romanıdır. Sonraki çevirilerde adı kızıl ve kara. Spoiler olacak: Sevdiğim roman karakterlerinden Julien Sorel en sonunda aşk uğruna kellesinden olacak.
Ne gururlu bir sahne.
İşte o can verilesi aşklar nerelerde yaşanıyordu?
Mezbeliliklerde, batakhanelerde, gecekondularda, barakalarda değil, köşklerde saraylardaydı aşk.
Çünkü şövalye bir ruh ancak o iklimlerde yetişebilirdi.
-----
“ Canım senden can mı istedik? Hepi topu bir şiir yazacaktın”
-- Can isteseniz daha iyi
:)
0 notes
falcibaba · 2 years
Text
Rüya Tabirleri Doğru Mu?
Tumblr media
Rüya Tabirleri Doğru Mu?
Tumblr media
Rüya Tabirleri Doğru Mu? Rüya tabirleri doğru mu? sorusu son zamanların en çok araştırılan konularının başında geliyor. Rüya tabirleri nereden bakıldığına göre doğru mı değil mi diye araştırmalara neden olsa bile her rüya tabiri kesin doğru olacak diye bir şey yoktur. Bir rüya hakkında bilgi almak isteyen kişilerin ilk olarak takva sahibi olan kişilere danışması ve buna göre rüya yorumlamasını tercih etmesi gerekir. Günümüzde bu alanda birçok site yer alsa ya da birçok kitap olsa bile güvenilir olacak diye bir kural yoktur.
Dinimize Göre Rüya Tabirleri Doğru Mu?
Dinimize göre rüya tabirleri doğru mu sorusu da birçok alanda merak edilen konulara yer veriliyor. Bu alanda; “Biriniz rüya gördüğü zaman onu en iyi yorumlayana anlatsın.” (Müslim, Rüya, 17) buyurmuştur. Peygamberimiz kötü rüyayı “hulm (çoğulu ahlâm)” olarak da isim verilmiştir. İyi olan rüyaların Allah tarafından kötü olan rüyaların da şeytan tarafından olduğu bildirilmiş ve gerçekleri yansıtmadığı söylenmiştir. Bu yüzden de dinimize göre rüya tabirlerine bakmak doğru olsa bile gerçeği yansıtır diye bir şey yoktur. Bu yüzden de kişiler daha çok rüya tabiri konusunda takva olan kişilerden yardım alması gerekir.
Rüya Tabirleri Doğru Çıkar mı?
Rüya tabirleri doğru çıkar mı sorusu geçmişten günümüze kadar hem en çok araştırması yapılan hem en çok tartışılan hem de en çok merak edilen konular arasında yer almaya devam ediyor. Günümüz içerisinde plan son durumlara bakılacak olduğu zaman rüya tabirleri olarak ortaya çıkarılan kitaplar içerisinde anlatılan bilgilerin gerçek ile en ufak alakaları yere almıyor. Rüya tabirleri konusunda sadece tahmin ve temenni durumları gözlenir. Peygamberler de bu güne kadar gördükleri ya da tabir ettikleri rüyalar haricinde kesinlik diye bir kural yoktur. Bazı rüyalar gerçekleri yansıtarak doğru olabilecekleri gibi bazı rüyalar tamamen havada kalabilir ve gerçek ile en ufak alakası olmayabilir.
Rüya Tabirleri Gerçeği Yansıtır Mı?
Rüya tabirleri gerçeği yansıtır mı sorusu bu güne kadar en çok araştırılan konular arasında yer almaya devam ediyor. Genel anlamda yapılan çalışmaların ışığında edilen bilgilere bakılacak olduğu zaman rüyalar gerçek hayatı, gerçek hayat da rüyaları etkiler. Yani biri birilerini paralel olarak etkilemeleri ile bilinirler. Bir yandan da rüyalar tam olarak gerçek hayatın yansıması olan birer ayna konumunda bilinirler. Bu yüzden de rüyalar her toplumun üst kısmında durması ve incelemesi yapması gereken bir dal olarak da nitelendirilir.
Rüya Tabirleri Okumak Caiz Mi?
Tumblr media
Rüya Tabirleri Doğru Mu? Rüya tabirleri okumak caiz mi sorusu da bir hayli merak ediliyor. Rüya genel olarak incelenecek olduğu zaman dinimiz tarafından caiz olarak kabul ediliyor. Peygamber efendimiz de bu konuda rüyalarda yorumlamalar yapmış olmasının yanı sıra birçok alim ve sehabe de bu konuda yorumlamalarda bulunmuştur. Fakat bu konuda çok ince bir ilim olmasından ötürü de rüya yorumu yapacak lan kişilerin gerçekten de tava sahibi olmalarına özen göstermek gerekir. Takva sahibi olmayan kişilerin rüyalarda sıkıntıların olmasına neden olabilir.
İslama Göre Rüya Nedir?
İslama göre rüya nedir sorusu da bir hayli merak edilen konular arasında yer alıyor. İslam alimlerinden gelen yorumlara bakılacak olduğu zaman rüya insanların ruhları ile görerek akılları yani beyinleri ile algıladıkları bir olay olarak yer alır. Rüya daha çok mana aleminde ruyut alemine semboller olarak da indirilen ilham ismi ile bilinir. Sufiler bu konuda rüyayı uykuda misal alemini seyretmekte olan ruhların gördüklerini uyandıkları zaman hatırlama durumları olarak da yorumlamalar geliyor.
Rüyayı Kim Yorumlar?
Rüyayı kim yorumlar kısmı da bir hayli merak edilen konular arasında yer almaya devam ediyor. Psikiyatri alanlarında daha çok psikanaliz gibi durumlarda yorumlar meydana geliyor. Psikanaliz için rüya yorumları daha çok rüyalarda görülmekte olan bazı sembollerin üst kısmından hastalardaki bilinçaltında yer alan fikirler ile harmanlanması sonucunda da yorumlanmaktadır. Rüya yorumları genel olarak takva sahibi olan kişiler tarafından yapılması gerekir. Eğer kişiler kötü hissetmelerine neden olan, iç karartan ya da kötü olduklarını düşündükleri rüyalar varsa bunların yorumlamalarını istememeleri gerekiyor olduğu gibi bir yandan da kimseye anlatmamaları gerekir. Pozitif Düşünce Gücü yazımızı da okuyabilirsiniz. Read the full article
0 notes
felsefebilim · 2 years
Text
Doğanın İnsan Vücudundaki Yansıması
Tumblr media
İnsan vücudunun oranları ve anatomisi üzerine çalışmalar yapan Leonardo da Vinci, insan vücudunun evrenin yansıması olduğuna inanıyordu. Bunu kanıtlayabilmek adına hazırlamayı planladığı kitap için aralarında Vitruvius Adamı’nın de yer aldığı bir not defteri oluşturdu.
Vitruvius Adamı’nın adı Romalı mimar Marcus Vitruvius’dan geliyordu. Marcus Vitruvius yazdığı kitaplarda insan bedeninin eksiksiz ölçümlerinden bahseder... 
Vitruvius, kolları ve bacakları açık olan bir insanın kare ve daire içine sığacağını kanaat getirmişti. Bu tür bir çizimde yer alan insan vücudunun merkezi de göbeğiydi. İşte bu söylemlerden etkilenen L. da Vinci, Vitruvius’un bahsettiği insanı resmederek adını da Vitruvius Adamı koydu. Bu eserde da Vinci’nin maddesel varlığı kare, ruhsal varlığı ise daireyle ifade ettiği görüşü hakimdir. Leonardo da Vinci altın oranı üzerinden şekillenen görüşünde insanın formu, dünyanın küçük bir kopyası, Vitruvius Adamı ise evrenin insan vücudundaki halidir.
L. Da Vinci’nin çizdiği Vitruvius Adamı’nın üzerine düştüğü notlardan da bazıları şu şekildeydi. İnsan bedeninin ölçüleri doğa tarafından düzenlenmiştir. Vitruvius da bu ölçüleri yapılarına yansıtmıştır. Bir insanın kolları açıkken, bir elinin orta parmağının ucundan diğer elinin orta parmağının ucuna kadar olan mesafe, onun boyuna eşittir. 
46 notes · View notes
kemikkadin · 2 years
Text
🎧 Lana Del Rey - Queen of Gas Station
.
Giriş : Koşarken yedi krallığın toprağından geçtim. Dokuzuncu krallığın ilerisindeyse hiçbir şey yokmuş, dünyanın sonuna vardığımı söylediler, ötesi uçurum, dipsiz bir karanlık. Cebimde taşıdığım bir çakıl taşını o derinliğe attım, yere çarpmasını umdum fakat hiçlikten bir ses gelmeyeceğini unutmuşum.
.
Sylvia Plath’ın Mary Ventura ve Dokuzuncu Krallık isimli bu kısa hikaye kitabı, sembolik bir tren yolculuğunu anlatıyor. İçine sinmeyen bir yolculuğa çıkan genç kızımız, tren yolculuğu ve varacağı yer konusunda sorgulamalar yaşıyor. Plath’in intiharla olan ilişkisinin yansıması diyebiliriz bu esere. Okuyucunun beklentisi büyük olmamalı fakat bu kısa hikaye bir parça karmaşa içeriyor sembolik bir intihar girişimini anlattığı için. Çerezlik kitap sınıfına giremez. Kasvetli bir yapısı var fakat kendi adıma Plath’in alışveriş listesini bile okuyabilirdim. Sırf bu hayranlıktan dolayı bile almanızı tavsiye edebilirim. Bu arada, eğer okumadıysanız lütfen Sylvia Plath’in günlüğüne bir şans verin derim. (Sylvia Plath - Günlükler - Kırmızı Kedi Yayınevi)
.
#sylviaplath #kırmızıkedi #kırmızıkediyayınları #bookblogger #booklover #kitapyorum #night
https://www.instagram.com/lafemmeos/p/CX1mmN6NIQK/?utm_medium=share_sheet
28 notes · View notes