Tumgik
#öteki şiirler
dilhunbiri · 9 months
Text
Tumblr media Tumblr media
“tek ki­şilik bir tartışmaya dönüştü yaşamım. her şey be­nim içimde başlayıp bitiyor.”
44 notes · View notes
Text
Cayır Cayır
İçim, cayır prensibince yanıyor; köksüz dallarımla yolumu şarkılarda arıyorum. Yatıyor, o; şu an, seviştikten bilmem kaç salise sonra. Aklının kusursuz cinayetinde dedektif terörü oluyorum, kalbince. Hiç sevilmemek değil; sevilir gibi hissederken hiç olduğunu fark etmek koyuyormuş meğer insana.
Dışım, bunların geçip gideceği yönünde bir acılı tebessümde. Hangi acı, diri tutar ki zamanı? Geçer elbet, ama geçene dek; senden geçirir zamanı. Kendi acıma teröristim; onun yokluğunda. Eylem planları yapıyor aşk, gecelerin çaresiz duvarları bir bomba gibi patlıyor acılarıma. Aşk, ona mutluluk; bana ziyan oldukça. Sesimi duyuramıyorum, sesim, sesime bile duyulmuyor. Bir şey var, bir yer var, adı; sersefil konağın soylu hizmetlisi; kalp... Çok acıyor. Gözlerimden göz damlası gibi iniyor yağmurlar. Bu gece de şemsiyem yok. Ben, hiç bu kadar acımamıştım.
Sağ yanımın öteki olanıyım; konmaz kalplerin dolan boşluklarındayım.
Bir adam; adam... Ah! Adam... Bana ölüm, sana yaşam şimdi aşk. Hangi gözümden düştüysen önce oradan iniyor yaş...
Bedenim, emanet mutlulukların damarsal hizmetinde; nabzım gibi atıyor. Kalbim, yoksulken aşka; artık atmıyor. Biri vardı, ben onu bende öldüreyim derken, o beni kendimde öldürdü. Ahların cebini, kendi boşluklarımla incittim. Bir ahım bile birikmedi ona.
O, bir başkasına ait; ben, kendi varlığının hakir yolculuğunda yine kendi ayağına basan acılı bir prenses... Ayakkabımı kaybeder gibi kaybettim. Yalınayak; çıplak ve bir daha bu kadar kör sevemem. Ah be adam... Madem, başka yolculuklarda en konforlu yolcusuyduk aşk seferlerinin; neden kalbimi paramparça ettin?
Ben, uğurlar olsun acısıyla dişliyorum kör zamanı; gelemem, gidemem, çağıramam, isteyemem. Orta yerinden hayatın, bana ömürlük yasaklandın. Ölüyorum, adam...
Özlüyorum diyemedikçe; ölüyorum...
Tükenir gecelerde sen, bir başkasının kollarında can; ben, acılarımda yerle yeksan olmuş bir perişan...
Mutluluk, sende filizlenen bir yaşamak olsun sevdiğim.
Yine nefret edemedikçe senden, kendimden nefret ettim.
Yaramın kabuk yanında rastlarım seneler sonra sana.
Ölüm gibi bir şey olur yine bende aşk; yaşatanım sen olmazsın.
Ağlıyor aşk; be adam... Kalbim, ölü şehrin en hatırlı şinaslı kabristanı. Acılı yollarda 'gül beyaz gül' siyaha boyandı.
Her sene bir gün dahi olsa uğra kabrime; sula, aşk toprağımı. Bir fatiha bırak, sevilememek kaderime.
Anlarım. Bilirim, sen geldin diye kalbimin enkazını toplarım.
Şiirler bitti; adamım.
Kaldırımlar yosma kokuyor kaderde.
Sevemem ben artık.
Dilara AKSOY
21 notes · View notes
wehuzunngeldi · 11 months
Note
şiiri bulamadım her yerde kitap olan var kitabın içinde ise böyle bir şiir yok
Güzelliğin geçici olduğunu senden öğrendim
Emeğin aşktan büyük bir hazine olduğunu senden
Zaman, kâküllerinden doğar topuklarından batardı
Al yeşil soluğum, yarasına döndüğüm, sözümün sahibi
Sevmenin, dünyayı sevmek olduğunu senden öğrendim.
Kimi seviyorsan acısı sende kalıyor
İyi ki seninle yaşadım dünyayı…
İnsan acısından utanır mı
Döktüğüm yaşlarla zehirleniyorum
İki kişilik bir yalnızlığım fotoğraflarının önünde
Birisi alıp götürdüğün, öteki bırakıp gittiğin.
Sen evsiz yapamazsın
Alıp getiriyorum
Ben ölmeden sana ölüm yok, bunu unutma
Dünyanın bütün çiçekleriyle
Bütün şarkılarıyla, şiirleriyle
Murat damlası, acı salkımı çocuklarıyla
Burada tutacağım seni
Kalp, eşyadan daha hızlı soğuyormuş
Yüzüm bir gelecek atlası. Başım önde dönüyorum bütün yürüyüşlerden. Mavilik yitirdi hükmünü. İpi kopmuş bir boncuğum senden sonra. Bedeni olmayan bir zaman, odalarda.
Bir şey söylemeden gidenler
Bir şey söyleyip de unutanlar
Tanrı yalnızlığı senden yaratmış.
Gidelim diyorum. Gidelim diyorsun. Sermayemiz hayal.
Çengeli mezarına asılı
Bir soruyum dünyanın ortasında:
İnsan neden ölür Hatice
Ölüm neden vardır?
Seni unutacak ömrüm kalmadı
Bir soğuk zamanın akşamında
Dönüp yine sana başlıyorum…
İnsanlar ölümü çok yanlış biliyor
Arasalar seni, gelseler
Öyle çok şey var ki konuşacak.
Gözyaşımın sahibi
Ne zaman alnımı camlara dayasam
Kanatlarını canıma batıra batıra
Sana uçuyor bütün kuşlar.
İster ölüm olsun ister ayrılık
İnsan unutur mu var olduğu bedeni.
Dünya sözüm, can evim
Bir gün ağzından uzak gülerse ağzım
Tanrı gökyüzüyle boğsun beni.
Beni unutmaktan koru
Beni yalnızlıktan koru
İçimdeki merhamet soğumasın
Yüzünü çevirme acımdan
Beni taşa dönmekten koru.
Yeri değişen her şeyin
Seni biraz daha uzaklaştırdığını söyledim
Öylece baktılar yüzüme.
Ağzım yarım kalmış arzularından bir avaz
Tuttum şiirler yazdım unutma diye beni.
Boşluk kendine çevirdi beni. Her şey ağırlaşıyor. Her şey soğuyor. Belki de hiçlik bu. Sen orada yalnız kalma diye burada konuşup duruyorum. Canımın burcu. Kirpiksiz gülüm. Merhametine sığındığım kadın. Senden bir parmak yüksekte aldığım her soluk kalbimi kurutuyor.
Yastığını koklaya koklaya öğrendim
İnsan bir kere ölmüyormuş meğer…
Eşiksiz evim, penceresiz odam
Sevdiğim ne varsa bir bir geliyor ardından
Ölüm beni sana hazırlıyor…
Dudakların ağzımda gözyaşı mührü… Ömür Hanım, öyle bir acı ki, ölen yaşayanda her gün yeniden ölüyor, yaşayan ağlamadan kimseyi sevemiyor.
Ölüler yaşlanmazmış
Yalan
Sensin canımda çırpınan zaman.
Harfim, hecem, cümlem
Bütün hatıralarımızı toplayıp geleceğim
Ayrılık o zaman tamam olacak.
7 notes · View notes
maho0326 · 1 year
Text
Sabahattin Ali Kimdir?
Tumblr media
“Başın öne eğilmesin,
Aldırma gönül, aldırma...”
Ülkemizin önemli yazarlarından ve şairlerinden olan Sabahattin Ali 25 Şubat 1907’de Eğridere Edirne’ de doğdu. İstanbul’daki Muallim Mektebi’nde aldığı nitelikli eğitim sayesinde Yozgat’ta öğretmenlik yapmaya başladı.
Birkaç yıl sonra Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yabancı dil eğitimi alması amacıyla yurtdışına gönderilen isimler arasındaydı. 1928-1930 yılları arasında yabancı dil eğitimini Almanya’daki bir dil fakültesinde aldı. Burada Ivan Turgenyev, Edgar Allan Poe, Thomas Mann gibi yazarların eserleriyle tanıştı. Sabahattin Ali’nin bu yazarlardan etkilendiği görülmektedir.
Tumblr media
Türk Ulusu’na hakaret eden koyu milliyetçi bir Alman gencini tartakladığı gerekçesiyle Almanya’daki eğitimi sonlandırıldı ve Türkiye’ye gönderildi. Bazı kaynaklar, Ali’nin Türkiye’ye dönüşünün sebeplerini başka nedenlere bağlamaktadır.
Türkiye’ye döndükten sonra önce Bursa’da öğretmenlik yaptı; ardından Aydın’da bulunan bir okulda Almanca öğretmeni olarak çalıştı. Ali, Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle ve çeşitli politik suçlamalar nedeniyle tutuklandı ve Sabahattin Ali’nin yaşam öyküsündeki yeri iyi bilinen Sinop Cezaevi’ne gönderildi. Suçlamaların yersiz olduğunu kanıtlarcasına Atatürk’e ithaf ettiği Benim Aşkım adlı şiirini ve başka bir amaçla da Esirler adlı tiyatro oyununu yazdı. Ayrıca ülkemizde çok sevilen şarkı “Aldırma Gönül”ü de Sinop Cezaevi’nde geçirdiği günlerde yazdı.
Tumblr media
Eşi Aliye Hanım’la 1935 yılında evlendi. Bu evlilikten Filiz Ali adında bir çocukları oldu. Filiz Ali 5 yaşındayken yazdığı, en iyi bilinen Sabahattin Ali kitaplarından olan Kuyucaklı Yusuf romanı büyük tartışmalara yol açtı. Hatta Hüseyin Nihal Atsız, bu romana karşılık olarak İçimizdeki Şeytanlar adında bir eser yazmıştı.
Sabahattin Ali, birçok kez askere alınmıştı. Askere alınma sebeplerinden biri II. Dünya Savaşı seferberliğiydi ve ülkemizde hâlen çok satan Kürk Mantolu Madonna adlı meşhur eserini bu yıllarda askerdeyken yazdı.
Tumblr media
İlerleyen yıllarda İstanbul’a gelen yazar, arkadaşı önemli güldürü yazarımız Aziz Nesin’le beraber Marko Paşa adındaki mizah dergisini çıkardı. Dergi zamanla siyasî hicivci bir hal alınca Sabahattin Ali’nin hakkında bir takım davalar açıldı ve yeniden tutuklandı.
Sabahattin Ali, son yıllarında ekonomik bunalım yaşıyordu ve tanıdıklarının yardımıyla bir kamyon edinerek nakliyecilik yapmaya başladı. Ayrıca o dönemde Türkiye’den ayrılmak istiyordu ve yakınlarına Avrupa’ya gitmek istediğinden bahsediyordu. Pasaport sahibi olamayan Sabahattin Ali, yasa dışı yollarla ülkeden kaçmaya çalıştı; fakat sebebi hâlen netlik kazanmayan bir nedenden ötürü 2 Nisan 1948 yılında hayatını kaybetti ya da öldürüldü(Kırklareli’de).
Tumblr media
Sabahattin Ali kitapları ve şiirleri son yıllarda ülkemizde büyük ilgi görmektedir. Yıllardır düşmediği çok satanlar listelerinde yerini koruyan en sevilen eseri Kürk Mantolu Madonna’nın yanına diğer kitapları Kuyucaklı Yusuf ve İçimizdeki Şeytan eklenmiştir.
Tumblr media
Birçok dile çevrilen Kürk Mantolu Madonna, 2016 yılında İngilizceye çevrilerek bir dünya klasiği olma yolunda büyük bir adım atmıştır ve yediden yetmişe herkesin severek okuduğu bir kitap olarak başka kitaplarda ve filmlerde de adından bahsettirmiştir.
Sabahattin Ali Kitapları
Romanlar:
Kuyucaklı Yusuf
İçimizdeki Şeytan
Kürk Mantolu Madonna
Tumblr media
Öyküler:
Değirmen
Kağnı
Ses
Yeni Dünya
Sırça Köşk
Tumblr media
Deneme:
Çakıcı’nın İlk Kurşunu
Şiirler:
Dağlar ve Rüzgâr
Kurbağanın Serenadı
Öteki Şiirler
Tumblr media
Oyunlar:
Esirler
Mektup:
Canım Aliye, Ruhum Filiz
Kaynak: https://www.dr.com.tr/Yazar/sabahattin-ali/s=253771
https://youtu.be/9R4wlDAIpRw
youtube
8 notes · View notes
06chrome06 · 11 months
Text
HERGELE ŞİİRLER / SENNUR SEZER
Sen ki övünürsün kadınlara egemenliğinle
Söyle
Nedir eldeğmemişlik ve ne zaman biter
Ve neden daha kolay bir fahişeyi şaşırtmak
Yaşlı bir bakireyi hoşnut etmekten
Söyle
Nasıl altedilir eldeğmemişlik
O ulaşılmaz noktada
Yeniden yeniden ürerken
Sen ki övünürsün
Gövden ve sertliğinle
Bir bulutu elegeçirdin mi
Ve gökkuşağını doladın mı beline...
Söyle
Bir kızı nasıl ayırırsın bir anadan
Göğüslerine dokunmadan
Gövdenden kurtulmaktır sevişmek
Düşlerinden sıyrılmak
Yeni bir etle kuşanmak yaşamayı
Ellerini kamaştırır etin
Eğilirsin
Ve bezgin boşalırsın yatağına
Kendine kapalı ırmak
Sen ki övünürsün kadınlara egemenliğinle
Usanmadın mı sarılmaktan gölgene
Söyle.
II
Yanılıyorsunuz sayın şair yanılıyorsunuz
Söz konusu kadınlar olduğunda
Diyelim çok seviyorsunuz, seviliyorsunuz
Sevdalısınız hatta
Yine de tanımıyorsunuz sevdalınızı
- Sizin bildiğiniz bir içbaygınlığı
Sevda değil diyebilirim de
Neyse... -
Bilmiyorsunuz çünkü
Nedir ormanla benzeştiren
Ve ayıran bir kadını
Haklısınız
Adımlayıp yıllar yılı bir sokağı
Taşlarını bilmemek olası
Ama bir kadın
Nasıl çağrıştırır sokakları
Yaklaştıkça uzaklaşan
O koku, renk
Ve gökyüzünü yitirmiş gibi
Başdönmesi
Girdikçe içine, daldıkça, derinleştikçe
Ya da kendine çektikçe
Aldığını kendi kılan
Orman nasıl ayrılır bir kadından
Severken öldürmek kuşkusu
Ve anasını kıskanmak tüm dünyadan
Yüreğinize çarpan
Ah bir kadından doğmasaydınız keşke...
Söyleyin nasıl ayırırsınız bir taşı öteki çakıldan
Tumblr media
5 notes · View notes
gundemarsivi · 3 months
Text
Tumblr media
Bağır Nûpelda Kuşlar ve Çocuklar Ölmesin!
✍🏻 Hayrettin Geçkin
https://www.gundemarsivi.com/bagir-nupelda-kuslar-ve-cocuklar-olmesin/
*“BAĞIR NûPELDA KUŞLAR VE ÇOCUKLAR ÖLMESİN!”
Müjdat Güven hekim, Eşi Berfin de…İkisi de şiir kardeşlerim. Müjdat’ın “Gün Açar Mavi” adlı şiir kitabı çıkmamıştı daha. “Ağabey bir bakar mısın,” diye şiir dosyasını e-postama göndermişti. Şaşırmıştım okuduğumda. İyi bir şairin 3.4. şiir dosyası olabilir dedim bu şiirler. Dosyadaki “İçerden Nûpelda’ya Şiirler” bölümü allak bullak etmişti beni. Şiirleri okuduktan sonra o gece hiç uyumamış, aşağıdaki yazıyı kaleme almıştım. Dosya kitaplaşınca da bir yazı daha yazdığımı anımsıyorum.
Berfin- Müjdat çiftinin daha sonra bir kızları oldu. Adı, Nûpelda! Nûpelda şimdi 1 yaşında. Baba kızın doğum günleri aynı güne denk gelmiş: 30 Ocak. Nûpelda’ya bir süre önce bir şiir hazırladım. Müjdat için yazdığım yazı yayına hazır deneme kitabında, Nûpelda için yazdığım şiir de çocuk şiirleri kitabımda yer alacak.
Umarım bu haberi doğum günü armağanı olarak kabul ederler. Ve umarım bir dahaki doğum gününe de kitaplar yetişir.
MÜJDAT’a:
“Ben”in üstünden yaşamı konuşmak. “Öteki” ile ilişkiye geçmek, onu harekete geçirmek
Ve yaşamı yeniden kurmak.
Özet bu!
Dil içinde yeni bir dildir şiir. Dil içi ve dil ötesi bir dil. Sözcüklerin açılmamış kapılarını zorlamak. Ve aracılık etmek onların yasak ve aykırı buluşmalarına. Anlamların içinde anlam bulmak, anlam katmanlarından dünyaya seslenmek. Sözcüklerle büyü yapmak. Ve “öteki”nin sesi olmak.
Şairin işi bu!
Rüya görürken onu yorumlamayacak şair. Zoru seçecek ve kendisine sarılacak. Aldığı yaralar önemli şairin. Önemli, bir delikten dünyanın bütün acılarının kalbine sızması, o sızıları şiire dönüştürmesi. Sevinçli ve umutlu bir şarkıya…
Şiirin işi bu!
Verili olanla hesaplaşmak, boğaz boğaza gelmek. Bu sırada şairin elinden tutacak olan bildikleri değil kesinlikle. unuttukları… Çünkü bu bir kaybolma aynı zamanda. Kendini arar gibi kaybolma. Geleceğe sağlam halkalar atarken ve geleceğin dilini yaratırken telaşa düşmeden bir kaybolma.
Bu yol bilgisi!
Eriyip su olmayı düşünmeli şair. Dünyanın her bir parçasına karışmak için başka yol var mı? Ama kütle olmayacak kesinlikle şair. Çünkü tepelerde duranlar vicdanın kaleleri olamaz, unutmayacak. Ayrıca itaatsizliği seçemeyecekse bu işe hiç kalkışmayacak. Unutmayacak asıl zirvenin aşağılarda olduğunu.
İnsanlığın oğlu veya kızı olmak! Ne dersin Müjdat?
Bunları eşik sayarak seninle dertleşmek istemem bu yüzden.
Her şeyin kirlendiği, kirletildiği, insanları yalan makineleriyle kontrol altına alıp etkisizleştirdikleri bir dönemde şiir yazmasak ne yaparız Müjdat? Kuşların, böceklerin, çiçeklerin imdadına nasıl koşarız şiir yazmasak bi söyle? Cesedi kıyıya vuran bir bebeği yaşatmak için fidan diksek yeşerir mi şiir olmayınca… Zeytinin gözyaşlarını silebilir miyiz?
İda’da Cerattepe’de, Soma’da ağaç kırımlarına karşı nasıl dururulur… Bizim cephanemiz şiirdir Müjdat. Akşamki düşüm hiç durmadan bana soruyor, “Bir şiir savaşa karşı çıkabilir mi” diye? Bilmem ki Müjdat nasıl bir yanıt vermeliydim sence.
Aslında adil, eşitlikçi, özgürlükçü bir dünyadan başka ne isteyebilir ki bir şair? Sen de ben de! İnsanların kendilerinden istifa etmeden yaşayabilecekleri bir dünya kurup oraya sığınmak istemek şiirin de varmak istediği yer değil mi? Öyle bir yer sanki dalda elma, uzansak koparacakmışız gibi. Ama kollarımız yetişmiyor, görüyorsun!
Bugünlerde sözcüklerin huysuzlukları üstende! Ne yapabilirim ki? Olmuyor! Bir türlü yazamıyorum işte. Bir iki şiir okuyayım diyorum bari aç karnıma. Fakat yorgunum Müjdat. Bazen dilimi dişlerimle koparıp tükürmek istiyorum. Ustanın “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka,” sözü elimden tutup kaldırmasa işim zor.
Şiir üzerine şimdiye kadar çok düşündüm Müjdat. Yazdığım şiir sayısı kadar en az… Yazı da yazdım epeyce. Dersler verdim şiir üstüne. Ama hep bir şey eksik! Bu eksiklik yüzünden midir ne, şiirden başka sığınacak bir yerim kalmadı. Sakın halime üzülme.
Müjdat, ne diyeceğim bak! Şiire, şiirden önce insan gerek. Şiirin duyguya, düşlere, duyarlıklara ihtiyacı var. Gülüşlerle sulanmak ister dizeler. Gidilmemiş yerlerin, yaşanmamış aşkların, kurulmamış dünyaların özlemiyle… Şiirin ruhudur çünkü bunlar. Acıyı bal eylemenin başka bir yolu da yok bence.
Şiir yazarak kendimi keşfettim Müjdat, sakın bunu basite alma. Çok şükür, şiir sayesinde yeryüzünde yalnızca kendimi algılama kolaylığına düşmedim. Eğer öyle olmasaymış, farkına varmadan nasıl bir hapishaneyle kuşatılmış yaşardım kim bilir! Verili olanla yetinerek ve de pek fazla merak etmeden üstümüzden olup bitenleri… Başkalarının acılarına kayıtsız kalmadımsa bunu şiire borçluyum Müjdat. Kendi acılarımla başa çıkamazdım yoksa.
Nasıl bir şiir yazmalı ki doğrulsun insan / düşe kalka adımlasın yolları kendine doğru, kendine ulaşsın? Bak şu an hayatın üşümüş sıcaklığıdır avuçlarımdaki… Bu sabah ülkemizden ve yeryüzünün çeşitli yerlerinden iyi duygular taşıyan şiirler okudum Müjdat. Onların eşliğinde dünyayı kokladım. Gitmekte ve gelmekte olana dokunmaya çalıştım. Kahvaltı da yaptım. Ve çiçeğinde bir şairi düşündüm. Yani seni Müjdat! Sonra dönüp senin şiirlerini okudum, yeni çıkacak olan kitabında yer alacak olan şiirlerini. Sözcüklerden dünyaya, insana sesleniyorsun, inan bana yanmış yıkılmış evlerin bacaları yeniden tütüyor şiirlerini okudukça, gökyüzüne ektiğim çiçekler silahlardan önce davranıp kana bulanmasını önlüyor dünyanın…Aşk kazanıyor, barış kazanıyor… Aşk olsun sana Müjdat…Aşk olsun!
Ama sakın havalara girme böyle dediğim için…Say ki daha yolun başındasın. Ve yolun suyunkinden uzun. Ne güzel işte, şiirle yürüyeceksin onca yolu. Onunla olgunlaşacak, yaş alacak, arınacaksın her geçen gün.
Taşlardaki sessizliği dinlemeli şair. Bunun için bir orman gibi susmalıdır. Kör bir dervişe yol sormalı, renklerin sesini duymalıdır. Aşkın hiç halinden suç haline geçmeli, uçurumlarla sevişecek kadar yürekli olmalıdır.
Bilinçli bir bilinçsizlik diyelim buna Müjdat…
Bir ölünün tuttuğu günlüklerden tarihi öğrenmelisin Müjdat. Geleceği doğmamış olanlardan… Bunlar yetmeyebilir. Belki de bir şairin iyi şiirler yazması için kendini sözcüklerle vurması lazım. Çünkü yaşam şiirle yenilenir, dünya şiirle kabuk değiştirir.
Öyleyse şairlere gerek yoktur.
NûPELDA’ya
Büyükler böyle burda
Altın için ağaçları
Kanı için kuşları öldürürler
Nûpelda
Sana bunları anlatması zor fakat
Çocukları da öldürürler
Hiç gözünün yaşına bakmadan
Ukrayna’da
Gazze’de
Rojova’da
Her yerde
Nûpelda
Bir yolu olmalı
Bir yolu
Onlara benzemesin çocuklar
Büyüdüklerinde
Hayrettin Geçkin
* Müjdat Güven
0 notes
masochist-revenge · 9 months
Text
“tek ki­şilik bir tartışmaya dönüştü yaşamım. her şey be­nim içimde başlayıp bitiyor.”
• öteki şiirler | ahmet erhan
0 notes
cansenligim23 · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media
Ben şimdi hangi çağın aynası,
Deşilmiş hangi yaranın ağrısıyım?
67 notes · View notes
Text
Tumblr media
Ahmet Erhan
11 notes · View notes
huzursuzlugun-blogu · 5 years
Text
Tumblr media
“Son damlayı düşünüyorum
Bir kutu ilaç
Diazem örneğin
(Çok basit bir çözüm)
Bir ekmek bıçağı
(O da)
Bir tren yolu
(Denenmiş daha önce)
Bir silah
(Ama nerden bulmalı)
Bir gökdelenin kırkıncı katı
(Ah yükseklik korkularım)
Ama neden
Herhangi bir adam bir kibrit çaksa
Yangın merdivenlerine koşuyorum"
107 notes · View notes
irrasyonelhayat · 7 years
Quote
Sevda epeydir sevgiyi söylemektir sanılıyor Santranç tahtalarının üstünde sevişiliyor Güldürerek geometriyi.
Ahmet Erhan, Kan
2 notes · View notes
yitikyasam · 5 years
Text
Yağmur ne de çabuk siliyor Bir daha dönmeyeceklerin ayak izlerini
9 notes · View notes
sairceketli · 7 years
Quote
Kar yağdı, pırıl pırıl ortalık
Ahmet Erhan
28 notes · View notes
yurekbali · 2 years
Text
Tumblr media
BEHÇET NECATİGİL / Oktay Akbal (16 Nisan 1916, İstanbul - 13 Aralık 1979, İstanbul) Daha belki ben Ordayımdır, girmeyin “Ben gidince bir renk uçar Albümlerinizden Kendince bir ses erir havada Bir eksiklik kalan fotoğraflarda Ama gene olurum Aranızda. Sizinle kendimi sayarak Ben de varım hâlâ boşlukta Bir dayanak aramalarınızda.” İlk karşılaşmamız. Cennet bahçesi. Sıcak bir ilkyaz günü. Masada şairler, dostlar. Sessiz, utangaç. Zonguldak’tan yeni mi gelmişti? Kabataş Lisesi’nde edebiyat öğretmeni. Öğrenim gördüğü lisede... O gün pek az konuşmuştu. Daha çok yeni tanıştığı bizleri dinlemişti, Şakalarımızdan, takılmalarımızdan pek hoşlanmamış gibiydi. Bir çeşit yadırgama içindeydi. Yıl 1945. Son karşılaşmamız. Cerrahpaşa Hastanesi. Cahit Külebi, Sami Karaören’le beraberiz. Bir koğuş yatağı. İlaçlar, kâğıtlarla dolu bir masacık. Kitaplar elbet. Şiirler... Kaç gün daha yaşayacak? Bunu biliyor mu? Gülüyor, her zamanki gibi konuşuyor bizimle. En eski arkadaşı Külebi... Ta, Yüksek Muallim’den bu yana. Kaç yıl? Altmış yıl mı, daha mı fazla? Eski yazılarla çiziktirilmiş o satırlar yeni şiirleri miydi? Ardında bıraktığı, sonra ‘Söyleriz’ başlıklı kitapta toplanan şiirler mi? Zordur söz bulmak böyle anlarda. Yine de bir şeyler anlatılır. Gülerek. Gülmeye çalışarak... Sonra yatağından kalkıp bizi dış kapıya kadar geçirmesi bir sonsuz ayrılmanın belirtisiydi elbet. * Bir Boğaz vapurundaydık. Yaz dinlencesinin başlangıcı. Püfür püfür esen rüzgâr. İlle de Sarıyer’e gelmemi istemişti. Bir süre için Sarıyer Ortaokulu’nda ders veriyordu. O gün okulda ilkyaz töreni varmış. Bir iki güne dek okullar dinlenceye girdi girecek. Ne güzel yerdeydi bu okul! Öğrenciler, öğretmenler bir bayram günü havasındaydı. Şarkılar, kaynaşma, arkadaşlık... Öğretmenlerle tanıştık. Necatigil’in en çok ilgilendiği bir bayan öğretmen vardı. Yanımızdaydı, bizimle ilgileniyordu o da. Edebiyatsever, şiirsever bir Türkçe öğretmeni. Limonatalar, pastalar. Okulun bahçesi kademe kademe yükseliyordu. Geziyorduk birlikte. Bir ara onları yalnız bıraktım. Bile bile yaptım. Bir ilgi vardı çünkü karşılıklı. Dönüşte vapurda Necatigil günün havasını veren taşlamalar söylüyordu. Mutluluğu okunuyordu. Çok geçmedi, o bayan öğretmen, Bayan Necatigil oldu. Nikâh tanığıydım. Beşiktaş Vişnezade’deki kocaman ahşap evdeydik. Nikâh memuru gelmişti. Necatigil’in tanığı olmanın sevincini hep duyarım. Bir süre sonra taşındığı başka bir ahşap evde kutlamaya gidişimi... Tekli yaşamdan, şair yalnızlığından, o hep bir suç işlemiş gibi durmalardan kurtulup, bir ev, bir eş, daha sonra da bir çocuk, iki çocuk sorumluğunu yükleniş. Kabataş, Beşiktaş arası gidip gelme. Haftada bir gün bizlerle Suna Pastanesi’nde, Haylayf’da, Elit’te birlikte olma. Sait Faik, Salâh Birsel, Dağlarca, Naim Tirali, Fahir Onger ve öteki yazar, şair dostlarla... O günlerde bana piket oynamayı öğretmişti. Dostlar bezikte vido çekerken biz bir yanda piket oynardık. Nasıl oyundu o? Kırk beş yıl önceden kalan anılar işte böyledir yarım yamalak... * Şiirine en yakışan şairlerin başında gelir Necatigil... Duyarlıdır, ama bunu göstermekten kaçınır. İçinde fırtınalar kopar, ama bunu göstermez. 45’li yıllardan kalan bir şiirinde söylediği gibi. “Ölüsünü göstermeyen cins kediler gibi uzağında Hayalimde ufacık bir yuva kuruyorum Sonra yaşamak zorluğu geliyor akla - Dikkat, kapılma aşka.. diyen sesler duyuyorum.” Saklı sudur o, bir şiirinde yazdığı gibi! Gözlere görünmek istemeden akar. Güzel çiçeklerin dibinden... İçten içe. Sizi kendi dünyasına götürür. Her şairin, daha doğrusu duyarlı her insanın içinde kördüğümlenmiş bir korkusu vardır, bir umudu vardır bu korkunun içinde. Ölümle şöyle eğlenir: “Uzayacağa benzer, Tutuştuğumuz lâdes. İşi gücü bırakıp Mezarlığa bakan bir tuttum. Ölüm, sen beni aldatamazsın, Aklımda!” * Anılar üşüşür birbirini iterek. Kırk yıla yaklaşan bir dostluğun sararmış yapraklarında inci tanesi gibi parlar o birliktelikler. İşte Zonguldak gezisi, Bedri Rahmi, Özdemir Asaf, Necatigil... İşte edebiyat matineleri. İşte Kabataş Lisesi’ndeki sınıfı. Öğrencileri, Hasan Pulur, Hilmi Yavuz. Daha ötekiler. Yüzlerce, belki binlerce... Bir şiiri vardır, hep yinelerim gökyüzüne, yıldızlara baktığım geceler: “Seni karanlıkta yatırıyorlar - Korkuyorsun geceden - Bakıp bakıp pencereden - Yatağına sokuluyorsun” diye seslenir gökyüzündeki yıldızlar. Avutur, yüreklendirir. “Ben hep eski yerimdeyim biliyorsun - Hava açık olduğu zamanlar - Beni seyrediyor - Seviniyorsun” der. Zaman akıp geçecektir, hani o eski ünlü şarkıdaki gibi ‘Sevişmek ah ne hoştur yıldızların altında’. Hoştur, güzeldir, ama çocuklar büyüyecektir, gelecek bambaşka bir biçim alacaktır. Ama yatağında büzülüp pencereden parlayan yıldızları seyreden çocuk yine de umutsuz olmamalıdır. Necatigil o gökyüzündeki yıldızlar adına konuşur çocukla, belki kendisiyle: “Seneler geçip gider, büyürsün. Bir gün olur, hepsi biter; Endişeler, o çocuk üzüntün Hepsi biter. Aydınlanır senin için geceler, Güneş gibi görünürsün. Biraz sabır küçük çocuk, biraz sabır, Ama, Allahın koyduğu yerde, Yıldızlar her zaman yalnızdır.” * Sigarası düşmezdi dudağından. Biri söner sönmez, bir yenisi yakılırdı. Şu sigarayı bir türlü sevemedim. Ne tad alırlar bilemedim. Gençliğimde ben de bir süre dadanmıştım. Dudağımda, elimde sigarayla çekilmiş resimlerime bakarken ‘Acaba bir oyun muydu, bir gösteri miydi?’ diye düşünürüm. Necatigil de, Reşat Nuri gibi sigarayı dost sayanlardandı. Ama o dost zamanla öldürücü düşman kesildi. Yedi bitirdi akciğerini... * Bir güzel an. Karaören’in evinde bir dost sofrası. Sabahattin Kudret, Lütfi Özkök, Behçet Necatigil elinde yine sigarası, yüzünde alaycı mı, hüzünlü mü, mutlu mu olduğu anlaşılmayan bir gülüş... Zamandan çalınmış anlardır fotoğraflar. Solsalar da, kararsalar da o anları yaşatırlar. Başka bir resim de Taksim anıtı önünde, Necatigil, Tirali ve Alp Kuran... Nedense hiç değişmez Necatigil’in fotoğraf duruşları. Hep kendisidir. Kimseye benzemez. Oysa çoğu kişi fotoğraftan fotoğrafa başka bir kişilikle görünür, ama o değil. Bilmem Behçet Necatigil sokağından geçtiniz mi? Beşiktaş’ta bir yer. Şair orda bir ahşap evde birkaç yılını geçirdi. Yoksul bir sokaktır. Oysa adı Beşiktaş’ta bir caddeye, bir meydana da verilebilirdi. Ama o sokaktı, o evdi Necatigil’in şiir dünyasına yakışan, şairin kimliğinde yer eden. * Ölümünden sonra yayınlanan ‘Söyleriz’ adlı kitabında Necatigil’in kişiliğini en doğru belirten şu dizeler: “Biz de gittik önemli mi Bizim de şiirlerimiz Çevrildi Batı dillerine. Bir Batılı geçtiğim çizgilerden Geçmedikçe Ne kadar anlar beni Sirklerde zebra. Eğlencelik arar gibi Okuyacaksa beni Kalsın istemem ondan gelecek Hayır. Ben kendi yurttaşlarıma Anlatamıyorsam derdimi, Kalsın Batı Kalsın daha iyi!” Her dostun gidişi bir boşluk açar yüreğimizde. Hele günler geceler geçirdiğimiz, yazdıkları yaşadıklarıyla özdeşleşmiş olduklarımız. Anılar birbirini itiyor. Bir savaş! Ben öne çıkmalıyım diyen diyene! Bir yaşam boyu sürecek bu içimdeki savaş... * Size seslenmiş son şiirlerinden birinde. Size, bize, kendine... Şairler hep seslenirler bir boşluğa. O boşluklar ancak böyle dolacaktır. Bir anlam kazanarak. “Ölümümde odaya doluşmayın İçeriye girmeyin! Ne olacak gireceksiniz de Gitsin, bekleyin! Daha belki ben ordayımdır, girmeyin! Tozlansın hele her şey Görülsün istemem nelerim varmış! Merakınız zaten geçer, üzülmeyin! Yanlış yerde bir kitap Rastgele konmuştur Yeri orası mıydı Hemen not düşmeyin! Sağken öğrettikleri Bir mendil bir yerde Ele verir birinizi Ölümü de bir derstir unutmayın!” - Oktay Akbal, Behçet Necatigil (Şairlere Ölüm Yok) - Tipografik Portre: Y. Canberk Tan (Behçet Necatigil)
26 notes · View notes
ahmetcumhur-blog · 2 years
Text
Hergele Şiirler
I
Sen ki övünürsün kadınlara egemenliğinle
Söyle
Nedir eldeğmemişlik ve ne zaman biter
Ve neden daha kolay bir fahişeyi şaşırtmak
Yaşlı bir bakireyi hoşnut etmekten
Söyle
Nasıl altedilir eldeğmemişlik
O ulaşılmaz noktada
Yeniden yeniden ürerken
Sen ki övünürsün
Gövden ve sertliğinle
Bir bulutu elegeçirdin mi
Ve gökkuşağını doladın mı beline…
Söyle
Bir kızı nasıl ayırırsın bir anadan
Göğüslerine dokunmadan
Gövdenden kurtulmaktır sevişmek
Düşlerinden sıyrılmak
Yeni bir etle kuşanmak yaşamayı
Ellerini kamaştırır etin
Eğilirsin
Ve bezgin boşalırsın yatağına
Kendine kapalı ırmak
Sen ki övünürsün kadınlara egemenliğinle
Usanmadın mı sarılmaktan gölgene
Söyle.
Tumblr media
II
Yanılıyorsunuz sayın şair yanılıyorsunuz
Söz konusu kadınlar olduğunda
Diyelim çok seviyorsunuz, seviliyorsunuz
Sevdalısınız hatta
Yine de tanımıyorsunuz sevdalınızı
– Sizin bildiğiniz bir içbaygınlığı
Sevda değil diyebilirim de
Neyse… –
Bilmiyorsunuz çünkü
Nedir ormanla benzeştiren
Ve ayıran bir kadını
Haklısınız
Adımlayıp yıllar yılı bir sokağı
Taşlarını bilmemek olası
Ama bir kadın
Nasıl çağrıştırır sokakları
Yaklaştıkça uzaklaşan
O koku, renk
Ve gökyüzünü yitirmiş gibi
Başdönmesi
Girdikçe içine, daldıkça, derinleştikçe
Ya da kendine çektikçe
Aldığını kendi kılan
Orman nasıl ayrılır bir kadından
Severken öldürmek kuşkusu
Ve anasını kıskanmak tüm dünyadan
Yüreğinize çarpan
Ah bir kadından doğmasaydınız keşke…
Söyleyin nasıl ayırırsınız bir taşı öteki çakıldan
Sennur Sezer
17 notes · View notes
sibidikkokarca · 3 years
Text
“...Çünkü kedilere tutkuyla bağlananlar, öteki insanlardan bambaşka bir soydandır bana kalırsa. Bu soy, gerçekten soylu bir soydur. Belirli bir kültür düzeyi ve duyarlılık şarttır kedileri tutkuyla sevebilmek için. Kaba saba bir hödüğün kedi sevmesinin yolu yoktur. Kedisever soyuna geç girdiğim halde, bununla gurur duyuyorum. Çünkü bu soydan olanlar, kültürlü, ince, sanat meraklısı insanlardır genellikle. Dünyanın en büyük şairlerinden biri olan Charles Baudelaire’in Kediseverlerin Şahı olması; kedileri yücelten birbirinden güzel şiirler yazması, yeter de artar da bu gururu duymama. “
-Bir Dinozorun Gezileri, Mina Urgan
7 notes · View notes