Tumgik
#Şehrin Rengi
muhammetseyfullah · 4 months
Text
“İnsan hayatı,” dedi kafasını yukarı aşağı sallayarak, “Bu kadar ucuz olmamalı.”
Tüm sabahlardan bir sabahtı. Tanımadığım onlarca insanla burun buruna yaptığım otobüs yolculuğu nihayet bitmişti. Hava renksiz, griydi. Otobüsten inen yığınla birlikte koşarak minibüs durağına gitmiştim. Onlardan biri babamdı. Benden 40 yaş büyük babam, Hasan, hayatın tüm pisliklerine karşı tecrübeli olduğunu kanıtlarcasına yönlendiriyordu beni 28 yıldır. Tüm pislikleri iyi bilirdi. Çünkü bembeyaz kağıttaki en ufak nokta nasıl göze çarparsa, babam da bu dünyanın tüm kirlerini öyle gösteriyordu devasa cüssesinde. İyi biriydi. Bu dünya için fazla iyiydi. Bembeyazdı. Ve bembeyaz kağıda damlayan tüm kirler göze çarpardı.
O sabah yine koşuyorduk babamla mesai için. 9 vardiyasına yetişmemiz lazımdı. Otobüsten inip minibüs durağına gittik koşar adımlarla. Durakta yine insan yığını… İşe yetişmek için birbirini ezenler, boyu kısa ve vücudu sıska olsa da kurnazlığıyla insanların arasından minibüse binmeyi beceren tilkiler, ne olup bittiğini anlamaya çalışan genç kadınlar, sabahın köründe neden dışarıda olduklarını kendileri de anlayamayan yaşlılar… herkes minibüse binmek için uğraşıyordu. Bir de kalabalığın fotoğrafını çekip, “Bakın bu yüzden geç kaldım, lütfen kovmayın!” diye patronuna gösterecek olan şirket çocukları… Küçükçekmece’deki tekstil atölyesinde bedava denecek kadar az paraya çalışan zenciler de tuhaf ama sevimli aksanlarıyla hangi minibüse binlemeleri gerektiğini öğrenmeye çalışıyorlardı. Avazları çıktığı kadar bağırarak semt isimlerini peş peşe sıralayan ve söyledikleri asla anlaşılmayan minibüs kahyaları da minibüsçülerden aldıkları bahşişleri cebe indirip plastik bardaklarındaki çayı yudumluyor, hususi soru soran yolcuları rastgele bir araca bindiriyordu. Nasıl olsa yolda araç değiştirip doğru minibüse binerlerdi…
Bir an babamın durduğunu, acelesinin son bulduğunu ve o cendereden beni ve kendisini uzak tuttuğunu fark ettim. Girmemiştik kalabalığa. Evet, işe yetişmemiz gerekiyordu. Acelemiz vardı ama babamın yüzünde, çocukluğumdan beri bana ve abime aşıladığı, o entelektüel birikimi yüksek, okuyan ve yazan insanlara has eda vardı. Gözlerini kısmıştı, duyduğu rahatsızlığı tüm hüznüyle belli ederek. Dudaklarını büktü, kalabalığa doğru baktı. Ben de babama bakıyordum. “İnsan hayatı,” dedi kafasını yukarı aşağı sallayarak, “Bu kadar ucuz olmamalı.” Yüzü kalabalığa, kısık gözleri bana dönüktü.
Uzun, rengi solmuş siyah paltosunun cebine ellerini sokmuştu. Boynundaki atkıyı çapraz bağlamıştı yine. Kır saçları geriye doğru taranmıştı. Gözlükleri buğuluydu. Başı dik, kafası dumanlıydı. Babaydı. Tüm şehrin ceremesini çekip sefasını süremeyen babalar gibiydi. Tek farkı, zirveyi gördüğü halde bugün buralarda, Yenibosna’da minibüs kalabalığına girmek zorunda kalmasıydı. Bir gün bile yüzündeki hava değişmedi. Onu tanıdım tanıyalı aynı adamdı.
87 notes · View notes
aynodndr · 9 months
Text
Tumblr media
~BEDAVA MUTLULUK~
Şehrin, denize yakın bir bölgesindeki mahallede, ayda bir kurulan açık hava sinemasına o hafta gelecek olan-"BEN TOPRAKTAN BİR CANIM-" filminin afişleri sokakları süslerken, sinema sinema sahibi avuçlarını ovuşturmaktadır.-"Çok para kazanacağız çok-" diye sevinirken satılan bilet miktarını duyunca keyfi dahada yerine gelmiştir.O anlarda işçilerinden biri patronun yanına gelir ve valilikten bir mektup geldiğini söyleyip zarfı uzatır... Patron zarfı açtığında, vali bey'in bizzat mührünün olduğu bir mektup olduğunu görür.Mektupta ise, durumu olmayan ailelerin çocuklarını biletsiz sinemaya almasını bildirmektedir.Aksi halde sinema kapatılacaktır mektupta yazdığına göre.Patronun canı sıkılır ama mühre bakıp mecburen bu durumu kabullenir...
Ve film zamanı geldiğinde insanlar akın akın gelir sinemaya.Sinemanın önüne parasız hangi çocuk gelse mecburen içeriye alırlar... Ve en sonunda kucağında rengi benzi atmış hasta kızıyla, üzeri başı pejmürde halde bir adam gelir ve içeriye girer...
Film başlayınca küçük kızın sevinç çığlıkları, defalarca izleyenleri rahatsız edecek boyuta ulaşmıştır.Kız hem sevinç gözyaşları dökerken,biryandan da kahkahalar atmaktadır. İlk defa bir sinemaya girdiğini okadar belli etmektedirki...
Babasının yüzünü gözünü belki film bitene kadar yüzlerce defa öpmüştür.Bir babanın en mesut olduğu anı yaşamaktadır adam... Yüreğinin bir yeri ise yangın yeridir.Hem sevinçten, hem üzüntüden ağlayabilirmi insan? O an kızının o mutlu halini gördükçe iki durumada ağlamıştır... Ve film biter. Herkes dağılıp evlerine gittiğinde, patron ertesi gün valiliğe gitmeye karar vermiştir.Ve sabah olup valinin huzuruna çıktığında ise,şaşırıp kalır. Vali böyle bir mektup göndermediğini söylemiştir.Derhal emniyet müdürünü arar. Ve bir ekip görevlendirilir bu duruma kimin sebep olduğunun bulunması için...
Akşam üzeri ise polisler ellerini kelepçeleyip çekiştirdikleri bir adamı Vali bey'in önüne getirirler. Ve mektubu adamın yazdığını söylerler.Sinema sahibi de oradadır. Ve büyük bir sinirle bakmaktadır bu olaya sebep olan adamın yüzüne.Vali bey mührü nereden aldığını ve neden kendi ağzından yazılmış bir mektubu sinemaya gönderdiğini sorar...Bunun çok büyük bir suç olduğunuda belirtir.
Adam ise gözyaşlarını silerek cevap verir.-"Mutluluğu satın almak için yaptım sayın valim.Geçen gün şöförünüzle benim tezgahımın önünde durup ayakkabılarınızı boyatırken mührünüzü düşürmüştünüz...Gelip verecektim.Ama kızıma verdiğim sözü yerine getirememekten korktum.O filme gitmeyi herşeyden çok istiyordu...Şu köşede fare zehiri satan bir adam var sayın valim.Zehri bile parayla satarlarken, mutluluk bedava olurmuydu hiç?Çok uğraştım. Çabaladım ama yinede sinemanın bilet parasını biriktiremedim. Bir baba olarak ne yapmam gerekiyorsa onu yaptım.Şimdi isterseniz asın yinede razıyım-"deyince valinin gözleri dolar.Sinema sahibinin zararının ödenmesini rica eder katibine.
Ayakkabı boyacısına döner sonra.-"Yarın kızını getirde bizede tanıştır.Böyle koca yürekli, kahraman bir babanın kızını birde biz mutlu edelim.Ona hediyeler verelim-" deyince.Adamın gözlerinden sicim gibi yaşlar süzülür... Ve şöyle cevap verir valiye:-"Siz hiç mutlu ölmek nedir bilirmisiniz sayın valim?Benim kızımın birkaç günlük ömrü kalmıştı. Ve o sinemaya girmek benden en büyük isteği olmuştu.O sinemada mutlu bir şekilde öldü benim prensesim.Babasına gülümseyerek sonkez kapattı gözlerini.İlk defa bedava bir mutluluk istedim bu hayatta...Bedava mutluluk için bir bedel istemediğiniz için teşekkür ederim-"
#Yazar #Suat #Özge
2 notes · View notes
selam-yurduna-yolcu · 2 years
Text
İBRETLİK BIR HİKAYE Okuyun Memnun Olacaksınız
*Birkaç yıl önce, bir vilayetimizde, bir bakanlığın il müdürüydüm. Bağlı bulunduğumuz genel müdürlük, başka üç ilin de il müdürüyle birlikte beni, diğer bir ilimizde personel almak üzere görevlendirdi. **Biz dört arkadaş birleşerek sözünü ettiğim ile gittik. Önceden bizim için ayrılan misafirhaneye yerleştik, şehre gelişimizi kimsenin duymasını istemiyorduk. Zaten ben ve arkadaşlarım bu ile ilk defa geliyorduk. Ne kimseyi tanıyorduk, ne de kimse bizi tanıyordu.
Arkadaşlar olarak hepimizin kanaati aynıydı, hak edeni kazandırmak. Biliyorduk ki, katılım yoğun olacak ve herkes, maalesef bir referansla, bizi rahatsız edecekti. Bunun için çok dikkatli olmalıydık.
**İle ikindi vakti vardık. Kimseye görünmeden şehrin biraz dışındaki kenar bir mahallede, tarihi bir camiye gittik. İkindi namazı kılınmış, caminin avlusu boştu. Osmanlı'dan kalma, mimarisi insanda manevi duygular uyandıran şirin bir caminin avlusundayız. Dört arkadaş şadırvana oturarak abdest almaya başladık. Mayıs ayının serin, sıcak havası da ayrı bir güzellik katıyor çevreye. **Ayakkabılarımı çıkarıp çoraplarımı da sıyırmaya başlamıştım ki ayaklarımın önüne bir çift takunya kondu. Takunyaların geldiği tarafa doğru şaşkınlıkla başımı çevirdim. Yüzüme tebessümle bakan, orta boylu, esmerimsi ve yakışıklı diyebileceğimiz yirmi beş yaşlarında bir gençle göz göze geldim. Utangaçlığın vermiş olduğu çekingenlikle;
"Ben buraları bilirim, siz yabancıya benziyorsunuz, namaz kılana hizmet etmek, Allah'ın rızasını kazandırır. Allah kabul etsin!" dedi.
Gencin tebessümü, davranışı, kibarlığı, her şeyden önce içten davranışı hepimizi çok etkiledi. **Sordum:
"Sen kimsin?, Adın nedir?"
"Adım Bilal, bu mahallede oturuyorum."
Bir an abdest almayı bırakarak gençle ilgilenmeye başladım.
*"Ne iş yapıyorsun Bilal?"
Biraz durakladı; ama yüzündeki gülümsemeyi hiç eksik etmeden sorumu cevaplandırdı:
"Şimdi işim yok; ama inşallah yakında işe gireceğim"
O kadar inanarak söylüyordu ki bunu,
"Nasıl olacak o, Bilal?" dedim.
*Müthiş mütevekkil ve huzurlu bir yüzle:
"Üç gün sonra" dedi, " … Müdürlüğü’nde sınavla personel alınacak. Rabbim, oraya girmeyi nasip edecek inşallah!" demez mi?..
Ben bir an neye uğradığımı şaşırmıştım. İşe alacak olan bizdik. Arkadaşlarım da artık, Bilal ile aramızda geçen konuşmalara dikkat kesilmişlerdi.
**"Peki, Bilal" dedim, "Bu zamanda işe girmek zor, hem de çok zor! Senin torpilin var mı? Referansın kim? İşe nasıl gireceksin?"
Bilal o mütevekkil ve mütebessim halini kuşanarak (ki bu halini hiç unutamıyorum.), hepimizin üzerinde bomba tesiri bırakacak sözü söyleyiverdi:
"Bir yetimin referansı kim olur?
Benim referansım Allah Celle Celaluhu'dur. Ne güzel vekildir O. Dün gece O'na teheccüd namazından sonra dilekçemi sundum. Hiç yetimin duasını geri çevirir mi O?"
**Ya Rabbi! Ne işe tutulmuştuk?
Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum! Gözlerimin buğulandığını ona göstermemeliydim. Musluktan avucuma su alıp yüzüme serptim.
"Bilal, baban yok mu?"
"Yok, ben üç yaşındayken ölmüş. Anneciğim büyüttü beni".
**Temiz bir saflık üzerindeydi. Bütün söylediklerini gönülden söylüyordu. Bu o kadar meydanda idi ki kalbi adeta yüzüne vurmuştu.
"Askerliğini yaptın mı Bilal?"
"Yaptım ya, hem de çavuş olarak".
Artık Bilal'ı daha yakından tanımalıydım; çünkü o tanınmayı çoktan hak etmişti.
*"Evli misin Bilal?"
Bir anda gözleri yere düştü. Yine o mütevekkil hali üzerindeydi. Utanarak sözünü sürdürdü; "He ya, evli değil de sözlüyüm. İnşallah, işe girer girmez düğünümü yapacağım".
Yine o kadar kesin konuşuyordu ki!
**"Ama Bilal, üç gün sonraki sınav için o kadar kesin konuşuyorsun ki, sanki sınavı kazanmış gibisin!"
Sustu. Başını kaldırdı ve gözlerini ufka dikti hemen cevap vermedi, daldı. Yüzünün rengi bir beyazlaşıyor, bir sararıyordu. Biraz sonra gözleri ufka dikili olarak ve sesine bir gizemlilik katarak şunları söyledi:
"Ben Rabbimi çok seviyorum, inanıyorum ki o da beni seviyor. Seven seveni korumaz, ona yardım etmez mi? Seven seveni hiç yüz üstü bıraktığı görülmüş müdür?”
**Ona söyleyecek laf bulamıyordum. Bilal öylesine bir kalp taşıyordu ki, Allah bizi kocaman kocaman müdürleri, Bilal kuluna hizmet ettirmek için ayağına göndermişti.
Kim müdürdü, kim işçi olacaktı? Bilal dilekçesini en büyük makama sununca melekler harekete geçtiler; daireler, müdürler harekete geçtiler ve hep birlikte Bilal kulun ayağına koşmaya başladılar. Çünkü emir büyük makamdandı. Allah'a malik olan insanın mahrumiyeti söz konusu olabilir miydi?
*Sormaya devam ettim, içim titreyerek:
"Bilal, sözlünü nasıl buldun? Bu zamanda hem yetim, hem işsize kim kız verir ki?"
Başını salladı ve "doğru" diyerek ekledi;
"Zor nişanlandım ya, Allah razı olsun, kayınpederim olacak olan insan, ‘sözde Müslüman’ değil, hakiki mümin. ‘Bu zamanda namazında niyazında damat nerde bulunur, hem rızkı veren Allah'tır’ dedi ve kızını bana verdi. Rabbim rızkımızı verir inşallah."
**“Bilal, senin bu tarz yetişmene neden olan, seni bu mütevekkil hale getiren bir sır olsa gerek.”
“ Eğer ona sır denilirse, var. Sevgili anneciğim bana hiç haram lokma yedirmediğini söyler.”
**Bilal lise mezunuydu, üç yüz kişinin katıldığı yazılı sınavı başarıyla geçerek ilk yetmiş kişinin arasına girdi. Şimdi mülakata girecekti.
Ve bizler, önümüze sunulan, Bakanlık dâhil, bütün referansları bir kenara koyarak Bilal'ın referansını en öne aldık!
*Mülakat gününe kadar bizi göremedi, kim olduğumuzu da zaten bilmiyordu. Mülakat günü geldi çattı. Tüm arkadaşlar merak ediyorduk, bizi karşısında görünce acaba nasıl tepki verecekti?
*Adı okundu, içeri girdi. Heyecandan olacak, bizi birden fark edemedi, zaten kıyafetlerimiz de değişmişti. Biz susmuştuk, o da başını yavaş yavaş kaldırarak bize baktı.
Birden şaşırır gibi oldu, yüzü kızardı ve gözleri yere düştü, sessizliği bozdum;
"Bilal, bizi tanımadın mı?"
"Evet".
"Peki, ne diyeceksin şimdi?"
Ağlamaya başladı, çocuk gibi hıçkırıyordu. Artık biz de dayanamamıştık, ona uyduk. Sabah makamında hıçkırıklar boğazımıza düğümlenmişti. Oda öylesine bir havaya bürünmüştü ki bazı manevi şeylere elle dokunmak mümkündü, adeta. Bilal ellerini Rabbine kaldırdı ve:
*"Ey Rabbim! Ben halimi sana sunmuştum, içimi sana açmıştım, şimdi burada müdürlerime karşı mahcubum. Ey Allah'ım, ben Sen'den, başkasından istememeyi istedim. Beni yalnız Sana muhtaç eyle Allah'ım” dedi.
Bir an bir sessizlik oldu. Arkasından hüzün dolu bir sesle;
"Ne olur, izin verin çıkayım" dedi.
"Peki, Bilal" dedik, "Güle güle git. Allah işini, aşını, eşini mübarek kılsın!"
***Allah'tan isteyenler muratlarına erdiler de, O’ndan başkasından isteyenler helak oldular. Allah dilerse bütün dünyayı Bilal'lere hizmetçi yapar (Bizi yapmadı mı?)
Fakat Bilal yüreğine ve saflığına ulaşmak gerek.
"Referansım Allah'tır" diyenlerden olabilmek duasıyla...
16 notes · View notes
mavihayaller · 1 year
Text
sana kasvetten bir elbise diktim
sansasyonel bir haziran akşamı, saat burada dursun.
giymezsen kutsal bir kabahatin
davetine icabet etmiş olursun.
günler olabildiğince kurak geçiyor.
seni gözyaşı duasına çıkarken görenler olmuş.
birkaç damla...
ahali bunu demir rengi şaraplarla kutlamış.
belli kulağına çalınmamış;
ben hala beni bıraktığın iskelenin
çürümüş, böcekli tahtasında oturuyorum.
elimde benimle beraber tükenmiş bir kalem,
bir de yarım ekmek arası peynirle.
sana kasvetten bir tekne yaptım,
sansasyonel bir haziran akşamı, saat burada dursun.
binmezsen kutsal bir kabahatin
davetine icabet etmiş olursun.
şehrin bütün ışıkları söndü,
herkes evine vardı.
bu derin sessizlik,
sen varken çok anlamlıydı.
ben unutulmuş topraklarda,
topuk kanatan taşlı bir yoldum.
sen katılması imkansız,
yarışması imkansız,
ve sadece jamaikalıların kazandığı bir maratondun.
sana kasvetten bir takvim çizdim,
sansasyonel bir haziran akşamı, saat burada dursun.
o gün gelmezsen kutsal bir kabahatin
davetine icabet etmiş olursun.
senden geriye kalanları ne tanımlarım,
ne anlarım.
bir gün batımı alacağımız var dünyadan,
deftere yazılı.
gecenin geri kalanına sarhoş devam edeceğim,
anladım.
yarısını okudum,
yarısını yutkundum.
sana kasvetten bir şiir yazdım,
sansasyonel bir haziran akşamı, saat burada dursun.
okumazsan kutsal bir kabahatin
davetine icabet etmiş olursun.
5 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
ŞÖHRETİNİ KAYBEDEN POPSTAR..
SESLİ DÜŞÜNCEMSİ..
Merhabalar. Kısa bir süre önce mental izolasyon yapmak üzere ara verdiğim sosyal medya alanına (5 ay ara vermiştim) yokluğun sırrına ermiş, erenlerin bağından dermiş, hiçliğin suyundan içmiş vahdet-i vücut kavramını eritmiş bir fenâfillah olarak giriş yapmış bulunmaktayım. Anarşist düşünce yapısının para etmediğini kavradığım için artık daha rahmani öğeler ile yazılar yazmanın; kaybettiğimiz şu dünya hayatının karşılığı olarak en azından cennet arsasından bir kulübe edinmenin yolu olabileceğini düşündüm. Gerçi benim şu fani dünyada bir kulübem var, Akyaka da fakat belediye ile yol problemi yaşayabileceğimi düşünerek sırrımı vermiyorum. Tüm bu çabam beni mücessem biri yapmaya yeter mi yetmez mi bakacağız. Şimdi buraya kadar okuyup sabırsızlığına yenilerek en yakın arkadaşına ‘’ Şeyh olmuş’’ diye yazanlar varsa, onları bu aristokrat komplolarından dolayı kutluyorum. Benim yer ile olan bağlantısızlığım ermişliğimden değil. Sadece arada arpa şekeri ile mayayı fazla karıştırıyorum. Buralarda yokken dm den yazan, özlemlerini belirten, güzel sözlerini benimle harcayan arkadaşlara teşekkür ederim. Bir arkadaşımız şöyle yazmış; ‘’ Yazmak zor iştir. Bırakırsan o da seni bırakır. Burada bulunmadığınız her an, aleyhinize çalışır ve takipçi kaybedersiniz.’’ Bu yazıyı okur okumaz, Ajdar’ın keline bir tokat da ben indirip kaybettiğim şöhreti kazanayım dedim ama sanırım artık maalesef Ajdar’ın kelini tokatlamak da eskisi kadar prim yapmıyor. İş başa düştü madem yazmaya devam edelim dedim. Aslında yazmadığım sürenin, şu an şu satırları yazarken bende hissettirdiği şey; ‘’ Yaz ulan. Silivri soğuktur moğuktur ama annem de kazak örer ne yapalım’’ hissidir. Ama tabi bu bir his! Rasyonellerin hislerine yenik düşmemek gibi bir defans anlayışları vardır. Bunu da akılla filan çok bağdaştırıp, çıkarın üstünü örterler. Waterloo savaşını kaybettiren hatalı süvari manevrasını bilmeyen kimse, Saint Helena adasının bana ait olduğunu da bilemez. Bakın benim de içinde bulunduğum bir grup var ki bu arkadaşlar Roman okumayı bir parça küçümser. Yani Tarih, Siyaset, Felsefe filan dururken.. peh peh peh.. Böyle bir Roman mı okuyorsun? Sen hiç Gustave Le Bon okumadın mı lar filan.. Bakın arkadaşlar, Roman okuyan insan salt iyi ve salt kötü insan modeline inanmaz! Okuyanlar bilir; bende yazılarımda salt kötü insan motifini kullanırım..Bu aslında biraz doğru biraz yanlış. Bu sebeple ‘’kitap okuyun’’ tavsiyeme karşılık, sadece Roman dışında alanlarda seçim yapmayın. Kitap soranların hemen hemen hepsi, Roman dışında kitapları sormuşlar. Pek âlâ Roman da okuyun. Gelecekle ilgili hayallerinizi, arzularınızı, amaçlarınızı bir parça inşa edebilmenin yolu, bilanço yapmaktır! Roman okumayan insanlar, bilanço yapamazlar. Bilanço sadece bilgi değil, yeterlilik de ister! Çevremizde ebedi bir zırlama eylemi içinde olan prostatlı amca vahşetinin sebeplerinden en ilk sıradaki budur! Bu Boomer tayfası; her bulduğu şişeye su doldurup istiflemesi, sık sık balkon yıkaması, tuşlu telefon kullanması, F klavyeden Q klavyeye geçememesi; bir fıkrayı ya çok uzun ve komik olmayan yada çok küfürlü ve komik olmayan versiyonlar ile anlatması ve kitap okumaması ile ünlüdür! Okumazsan kendi sanılarını semtine, şehrine, ülkene, dünyaya filan mâl etmeye kalkarsın. Bu fikirsel cihat anlayışının ne kadar bok bir sonuç almamızı sağladığını en iyi bilenler tarafından takip edildiğimi sanıyor olmanın verdiği güvene yaslanmakta hiçbir nakıslık hissetmiyorum.(Nefes al)Ben sanıyordum ki öpüşünce her şey geçecek. Havanın rengi atacak, yağmur yağacak, tüm tabiat benim öpüşüyor olmama en uygun doğayı sağlamakla mükellef, koşturup duracak.. Öyle olmuyor ama değil mi? Siz siz olun gençler, ilk öpüşmenizi kamuya açık alanlarda tecrübe etmeyin! Çünkü bu kardeşinizin ilk hülyası, yukarıda bahsettiğim Boomer cemiyetine üye bir sığırın ‘’ Nooluyo orda. Edep edep’’ höykürmesi ile noktalandı! Halbuki hayatta kalacak kadar okunsa, karne ile de olsa kitap dağıtılsa büyük bir problem eşiğini geçeceğiz.
Tumblr media
2 notes · View notes
Text
Sevgili Alman Subay'a,
Bu yazdığım sana kaçıncı mektup? Seni aylardır tanıyorum. Konuştuğumuz şeylerin her saniyesi hala aklımda. Bana iltifat ederken, bana sevgi cümleleri kurarken samimi miydin? Artık bilmiyorum. Artık hiçbir şeyi bilmiyorum. Hani seninle ilk tanıştığımızda telefonu elinden düşürmene, titremene sebep olan şarkı var ya, bestecisi Alman, Erik Satie... Aklımdan çıkaramıyorum. Lanet olsun ki Gnossienne'yı aklımdan çıkaramıyorum. Seni Umut'a anlattığım gün, yüzümde tebessüm vardı. Şimdi seni Umut'a anlatırken ağlama krizlerine giriyorum. Kenan diyarından gelmem mi bir sorundu? Sana yemin ederim senin için Kenan diyarını yerin en diplerine gömerdim. Beni terk ettiğin her gün karanlık, soğuk ve karamsardı. Güneş yok olmuş, Ay sonsuzluğa gömülmüştü sanki. 84 gün önce bana "Seni asla terk etmeyeceğim." demiştin. Sözlerin de mi gömüldü Berlin'in surlarına? Beni terk ettiğin gün seni iki defa aradım. Bir keresinde açmıştın. Alo dediğinde ağlama krizine girmiştim. Sesini bir kez daha duymak istedim ama bu kötü bir fikirdi... Sana demiştim ki sen benim kutup yıldızımsın, kutup yıldızları kaybolmuşlara pusula olur, seni eve götürür diye. Sana bunu diyen birisinin kaybolmasına nasıl izin verdin? Hala mutlu olmanı isteyen birisinin kalbini neden bin parçaya böldün? Seninle çok aç gözlü şeylere sahip olmayı istemedim, hayır. Âşık olan birisi bu tür şeyler istemez... Seninle Umut'u görmeyi istedim. Yapraklarına bir kez dokun ki her defasında ağacıma dokunduğumda seni hissedebileyim, tenin bir kez değsin ki sonsuza dek sanki sen varmışsın gibi hayal edebileyim istedim. Gözlerine saatlerce bakabilmeyi istedim. Gözlerinde kaybolmayı, benim kömür rengi gözlerimle birleştiklerinde ön belleğimde bir daha unutamayacağım bir anı olsun istedim. İstanbul'daki her şeyi çok kıskanıyorum. Biliyor musun? Hele Üsküdar'ı. Kız kulesini, ağaçları, oradaki denizi bile kıskanıyorum ben. Her gün senin gözlerini görebiliyorlar. Saçlarını görüyorlar. Hatta belki de senin kokunu çekiyorlar. Ya da hava bir şekilde ulaştırıyor onlara senin o güzel kokunu. Sonra Üsküdar'daki banklar...
Ellerin dokunuyor, değil mi o banklara? Teninin inceliğini ve narinliğini hissediyorlar. En önemlisi de Üsküdar'a âşık olman. Hem de hiçbir zaman bana âşık olmadığın gerçeğini bildiğimde bu durum beni daha çok kıskanmaya sürüklüyor.
Dilerdim ki Üsküdar'daki herhangi bir şey olabileyim. Ama biliyorum ki beni benken kabullenemedin. Öyle de kabul edemezdin. Belki de Üsküdar'daki güzelliği, estetik havayı, mükemmelliği ve seni çeken o şeyi bozan ben olurdum. Belki de İstanbul'dan nefret sebebin olurdum. Ama bil ki ne veya nerede olursam olayım İsmin, cümlelerin, çizdiğin resimlerin, sevdiğin müziklerin, ilgilendiğin her şey daima benimle olacak. Kurduğum her cümlemde, çizdiğim resimlerde, yazdığım şiirlerde ve çaldığım enstürmanların her melodisinde her zaman sana dair şeyler olacak. Beni sonsuza dek - artık sonsuza dek ne demek bilmiyorum- sev diye Yidişçe dua etmiştim, hatırlıyor musun? Çok çocukçaydı. Ama yaptım. Şimdi de Haşem'in üzerine yemin ederim ki seni hiçbir zaman unutmayacağım ve hep aklımda olacaksın. Yemin ederim ki kurduğumuz hayali yapacağım. annemle babamın tanıştığı, büyük büyükannemin alı konulup öldürüldüğü, yani âşkın ve savaşın şehrine, Paris'e gideceğim. Sen orada olmasan bile Louvre'a yakın bir yerde oturacağım. Bekleyeceğim. Gece yarısı olduğunda, senin doğum gününde, 27 Eylül'ün ilk saatlerinde yere bu mektubu bırakacağım. Birisi okur mu bilmiyorum. Ama insanlar bu mektubun üzerine basmış olacak, yok etmiş olacak ya da fark edip birisi almış olacak. Gün boyu orada olacağım. O gün uyumayacağım. Eğer ki üzerine basmışlarsa bu mektubun, işte o zaman sadece bana özel olacaksın ve seni aramayacağım. Ama eğer ki biri alıp ta bu mektubu okursa, işte - işte o zaman ömrümün hepsini harcasam bile seni arayacağım. Bu mektubun aynısı evimin bir köşesinde olacak. Seni bulursam, o mektubu vereceğim. Hiçbir şey demeden. Seni bulamazsam da seni son nefesime kadar unutmamış olacağım, bu da yeminimi yerine getirilmesi demek.
Bu mektubu kapatırken sana seni her şeyden daha çok sevdiğimi söylemek isterim.
Sevgilerimle, Estelle.
1 note · View note
meselelermemleketi · 2 months
Text
En Üzüm Gece
Ayağında potin bıyığında tütün, rabbim fotoğrafçının vitrinindeki karede kanaviçeli yastığın üstünde poz veren çocuk da kim. Sonra bütün alçaklardan alacaklı olduğunu söyleyen bu adam, çarşıda zabıtalar ve işten arta kalan vakitte mürekkep yalayan esnaf çırakları. Bunca hengamenin içinde Kenan neresi kim bilir, kime sorarım. Şehrin hemen yanı başında, pastoral ninniler beni de büyütür mü. Bir slogan gelirse kulağıma, uykudan uyanıp sokaktakilerle birlikte ben de kol kola yürür müyüm. Büyüyünce unutmadım. Aşk peşimdedir belki de ondan onla rastlaşmadım. Şefkatli anaların rahmana duaları dillerde idi. Ben-i ademden olduğumu öğrenince bütün bildiklerimi besmele ile yuttum. Aksimi ikna ettim. Rabbim bir kurtuluş arıyorum, nerde. Jakoben kulüpleri, büyük birader, sorma sen düşleri, yavan yalnız serseri gülüşleri ve dünyanın sonu. Canıma yetti ona değil. Farklı şiirlerde yaşayamayız diye yazdım bunu. Putların gövdesinden sıyrılan hangi mevsim bilmiyorum. Irgat hislerin üstüne, kimi kimsesi dengi, ne gölgemin gri rengi ne de İbrahim Aleyhisselam'ın elindeki baltanın cengi. Mermerin soğuğu, Doğu Avrupa'nın Polonya'sı evde Balıkesir kolonyası. Dilimde tüy. Bitti.
0 notes
fevkaladeninfeyki · 3 months
Text
Afyonkarahisar Gezilecek Yerler Bu yazımızda sizlere Afyonkarahisar Ge...
0 notes
dokmimarlik · 3 months
Text
Golden Gate Köprüsü - İkon Birleşim
Dünya üzerindeki en önemli simgelerden biri olan Golden Gate Köprüsü, San Francisco Körfezi'ni ünlü bir şekilde kucaklayan, endüstri mühendisliğinin ve mimarinin mükemmel bir örneğidir. San Francisco'nun sembolü haline gelen bu muhteşem köprü, mühendislik dehası ve estetik tasarımıyla her yıl milyonlarca ziyaretçiyi cezbetmektedir. Golden Gate Köprüsü'nün tarihi ve mimarisi, sadece Amerika Birleşik Devletleri'nin değil, dünya genelindeki yapısal mükemmelliğin bir örneği olarak kabul edilir. 1937 yılında tamamlanan köprü, o zamandan beri ziyaretçileri ve uzmanları hayran bırakmaktadır. Yapıldığı dönemde dünyanın en uzun asma köprüsü unvanını taşıyan Golden Gate, günümüzde bile bu özelliğini koruyarak, San Francisco'nun karakteristik siluetine eşsiz bir katkı sağlamaktadır. Gelin bu muhteşem yapıyı hep beraber inceleyelim..
Tumblr media
Golden Gate Köprüsü / Dök Mimarlık Golden Gate Köprüsü, mimarisi ve mühendislik harikasıyla dünya çapında tanınan bir yapıdır. Bu muhteşem köprünün tasarım detaylarına ve tarihsel önemine derinlemesine bir bakmak, mimari hayranları için heyecan verici bir deneyim sunuyor. Golden Gate Köprüsü'nün heybetli yapısı ve eşsiz mimarisi, San Francisco'nun sembolik yapılarından biridir. Köprünün güzelliği ve estetiği, binlerce ziyaretçiyi her yıl kendine çekmektedir. İnşaat süreci ve mükemmel mühendislik özellikleri, mimari ve mühendislik alanında birçok kişiyi etkilemiştir.
Özet
- Golden Gate Köprüsü, dünya çapında üne sahip bir yapıdır. - Köprünün tasarım detayları ve mühendislik harikası, mimari dünyasında hayranlık uyandırıyor. - San Francisco'nun sembolik yapısı olarak kabul edilen köprü, turistlerin en çok ziyaret ettiği yerlerden biridir. - Golden Gate Köprüsü, fotoğrafçılar için eşsiz bir mekan olup, göz alıcı manzaralar sunmaktadır. - Köprünün tarihsel önemi, inşaat süreci ve çevre üzerindeki etkisi hakkında ilginç bilgiler içeren bir makaledir.
San Francisco'nun İkonik Sembolü
San Francisco, Amerika Birleşik Devletleri'nin Kaliforniya eyaletinde bulunan bir şehir ve turistik bir cazibe merkezi olarak ün kazanmıştır. San Francisco'nun sembolik yapısı olarak kabul edilen ve dünya genelinde tanınmış bir simge olan Golden Gate Köprüsü, şehrin en belirgin özelliklerinden biridir. Golden Gate Köprüsü, muhteşem tasarımı, göz alıcı manzaraları ve mühendislik harikası oluşu ile büyüleyici bir yapıdır.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Köprünün kırmızı rengi, San Francisco'nun sembolik renklerinden biri olarak kabul edilmekte olup, şehrin karakteristik özelliklerini yansıtmaktadır. Golden Gate Köprüsü'nün sembolik değeri ve önemi, sadece San Francisco sakinleri için değil, aynı zamanda dünya genelindeki insanlar için de büyük bir anlam taşımaktadır. Köprünün etkileyici görüntüsü ve çekiciliği, birçok turistin ziyaret etmek ve fotoğraflarını çekmek için San Francisco'ya gelmesinin başlıca nedenlerindendir. Golden Gate Köprüsü, San Francisco şehrine ve sembolik yapısına katkıda bulunan bir mühendislik ve mimari başarısıdır. Ayrıca, köprünün çevresinde bulunan parklar ve rekreasyon alanları da yerli halk ve turistler açısından büyük bir cazibe merkezi oluşturmaktadır. "San Francisco'nun sembolü olan Golden Gate Köprüsü, şehrin ruhunu ve karakterini yansıtırken, aynı zamanda mühendislik ve mimaride olağanüstü bir başarıdır." Bu bölümde, Golden Gate Köprüsü'nün San Francisco'nun sembolik yapısı olarak kabul edildiği ve neden bu kadar önemli olduğu inceleniyor. Köprünün ÖzellikleriDetaylarYerSan Francisco Körfezi, KaliforniyaMimari StilGüneyli Kulesi (South), Kuzeyli Kulesi (North)Uzunluk2,737.4 metreAçıklık Yüksekliği227 metreYapım Süreci4 yıl (5 Ocak 1933 - 27 Mayıs 1937)Maliyet35 milyon dolar Golden Gate Köprüsü'nün özellikleri ve detaylarına bakıldığında, bu yapıyı gerçekten benzersiz ve etkileyici kılan birçok özelliğin bulunduğu görülmektedir. Bu table ile köprünün önemli özellikleri ve detayları kolaylıkla incelenebilir.
Golden Gate Köprüsü'nün Tarihçesi
Golden Gate Köprüsü, 1933 yılında başlayıp 1937'de tamamlanan bir mühendislik harikasıdır. Bu köprü, San Francisco Körfezi'nde San Francisco şehrini Marin İlçesi'ne bağlar ve Amerika Birleşik Devletleri'nin sembolik bir yapılarından biri haline gelmiştir. Golden Gate Köprüsü, yapımından itibaren büyük bir başarıya imza atmıştır. İnşa edildiği dönemde, o zamana kadar var olan en uzun ve en yüksek köprü unvanını taşımaktadır. Köprünün inşası sırasında birçok zorlukla karşılaşılmış olmasına rağmen, göz kamaştırıcı güzelliği ve mükemmel mühendislik becerisiyle dünya çapında takdir toplamıştır. Golden Gate Köprüsü'nün tarih boyunca birçok anlamı ve önemi olmuştur. İlk olarak, köprü, San Francisco ve Marin İlçesi arasındaki ulaşımı büyük ölçüde kolaylaştırmış ve bölgedeki ekonomik ve sosyal gelişmeyi tetiklemiştir. Ayrıca, köprü, mimarisi ve mühendislik çözümleriyle dünya genelinde bir ilham kaynağı olmuş ve endüstriyel bir sembol olarak kabul edilmiştir.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
"Golden Gate Köprüsü, tarihi ve estetik önemiyle benzersiz bir yapıdır. İnşa edildiği döneme göre olağanüstü bir mühendislik başarısıdır ve bugün hala Amerika'daki en tanınmış köprülerden biridir." Bu mükemmel yapı, günümüzde milyonlarca turist ve ziyaretçi tarafından ziyaret edilmektedir. Onu yakından görmek ve üzerinde yürümek, muhteşem manzarası eşliğinde unutulmaz bir deneyim sunmaktadır. Golden Gate Köprüsü, San Francisco gezilerinin vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir ve fotoğrafçılar için de bir cazibe merkezidir. Bu tarihçe bölümünde, Golden Gate Köprüsü'nün yapımı ve tarihsel önemi hakkında daha fazla bilgi sunulmaktadır. Devamında, mimari tarzı, tasarım detayları, inşaat süreci ve diğer ilginç bilgileri derinlemesine inceleyeceğiz.
Golden Gate Köprüsü'nün Mimari Tarzı
Golden Gate Köprüsü, Art Deco mimari tarzıyla inşa edilen bir yapıdır. Bu tarz, 1920'lerden itibaren Amerika Birleşik Devletleri'nde popüler olan bir tasarım akımıdır. Köprünün mimari tarzı, dönemin estetik anlayışını yansıtan modern ve geometrik hatlara sahiptir. Golden Gate Köprüsü'nün mimari tarzı, yalın ve sade bir görünümle dikkat çeker. Beyaz boyalı kablolar, kızıl kahverengi süspansiyon kuleleri ve hafif mavimsi renkteki çelik yapısıyla öne çıkar. Bu tasarım, köprünün San Francisco sahil hattında göz alıcı bir simge haline gelmesini sağlar. Özellikle köprünün süspansiyon kulelerindeki çizgiler ve biçimler, Art Deco'nun karakteristik özelliklerini yansıtır. Köprü, işlevselliğiyle birlikte çağdaş bir sanatsal ifadeyi başarılı bir şekilde bir araya getirir. "Golden Gate Köprüsü, Art Deco mimari tarzının en ikonik örneklerinden biridir. Modern hatları ve estetik detaylarıyla mimari dünyasında saygı gören bir yapıdır."
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Golden Gate Köprüsü, diğer benzer yapılarla karşılaştırıldığında öne çıkar. Aynı süspansiyon köprüler gibi genellikle çelikten inşa edilen bu köprü, büyüklüğü ve mimari inceliği ile dikkat çeker. Benzer olarak ünlü Brooklyn Köprüsü de Art Deco mimari tarzına sahiptir, ancak Golden Gate Köprüsü, boyutları ve çarpıcı konumuyla ondan ayrılır. Bu karşılaştırma tablosu, iki köprü arasındaki farkları ve benzerlikleri göstermektedir: KöprüMimari TarzBoyutKonumGolden Gate KöprüsüArt DecoBüyükSan Francisco KörfeziBrooklyn KöprüsüArt DecoOrtaNew York Körfezi
Golden Gate Köprüsü'nün Tasarım Detayları
Golden Gate Köprüsü, tasarımında kullanılan detaylar ve dikkate alınan faktörlerle benzersiz bir mühendislik harikasıdır. Köprü, sadece bir ulaşım aracı değil aynı zamanda San Francisco'nun sembolü haline gelmiştir. Köprünün tasarım detayları, yapıyı diğer köprülerden ayıran özellikleri ortaya koymaktadır. Köprünün kırmızı rengi, çelik yapıya estetik bir görünüm kazandırırken, kulelerin altındaki kabarcıklar köprüye kararlılık ve gücün simgesini vermektedir. Aynı şekilde, Golden Gate Köprüsü'nün asma köprü teknolojisi ve kablo düzenlemesi mühendislik alanında öncü bir başarıdır. Köprünün tasarım sürecinde en önemli faktörlerden biri de tüm hava koşullarında dayanıklılık sağlamaktır. Büyük denizsel rüzgarlar ve depremler gibi doğal olaylara karşı dayanıklı olması için özel önlemler alınmıştır. Tasarım detayları ayrıca köprüde kullanılan malzemeler ve yapı tekniklerini de içerir. Köprüde kullanılan çelik, dayanıklılığı garanti ederken, çelik kablolama sistemi de köprünün dengesini sağlamaktadır. Ayrıca, köprünün ayaklarındaki beton temeller ve çelik kirişler, yapıya güç ve stabilite kazandırmaktadır. Golden Gate Köprüsü'nün tasarım detayları, yerel ve uluslararası mimarlık camiası tarafından övgüyle karşılanmış ve köprünün sembolik değerini güçlendirmiştir. Köprü, mimarlık tarihindeki önemli yapılar arasında yerini almıştır.
İnşaat Süreci ve Mühendislik Harikası
Golden Gate Köprüsü, inşaat süreci ve mühendislik açısından olağanüstü bir başarı örneğidir. Köprünün yapımı, 1933 yılında başladı ve tamamlanması yaklaşık dört yıl sürdü. Bu süre zarfında, mühendisler ve işçiler, büyük zorluklarla karşılaşmalarına rağmen, kusursuz bir yapı ortaya çıkarmak için titizlikle çalıştılar. Bugünkü teknolojik imkanlar göz önüne alındığında, o dönemde Golden Gate Köprüsü'nün inşa edilmesi gerçekten de bir mühendislik harikası olarak kabul edilmektedir. Köprünün inşaatında kullanılan teknikler ve malzemeler döneminin ötesindeydi ve olağanüstü bir mühendislik başarısına imza atıldı. Bu köprü, mühendislik ve inşaat alanında bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
"Golden Gate Köprüsü, inşaat süreci boyunca birçok zorluğun üstesinden gelinmesini gerektiren bir projeydi. Sert rüzgarlar, yoğun sis ve tehlikeli çalışma koşulları, ekiplerin karşılaştığı en büyük zorluklardan bazılarıydı. Ancak, mühendislik ekipleri bu zorlukları aşmak için yenilikçi çözümler ürettiler ve sonunda muhteşem bir köprü ortaya çıktı." İnşaat Mühendisi Joseph Strauss Golden Gate Köprüsü, yapısal sağlamlığı ve estetik tasarımıyla bir mühendislik harikasıdır. 2.737 metrelik uzunluğu ve kırmızı-kahverengi renkteki parlak görüntüsüyle, köprü San Francisco Körfezi'nde bir simge haline gelmiştir. Bu büyüleyici yapının inşaat süreci ve mükemmel mühendislik detayları, onu dünya çapında tanınan bir yapı haline getirmiştir.
Golden Gate Köprüsü'nün Ulaşım İşlevi
Golden Gate Köprüsü, San Francisco'nun ulaşımı için kritik bir işleve sahiptir. Köprü, San Francisco Yarımadası'nı Marin County'e bağlar ve bu bölgedeki trafiği büyük ölçüde kolaylaştırır. Aynı zamanda, köprü ağırlıklı olarak motorlu araçlar tarafından kullanılmakla birlikte, bisikletlilere ve yayalara da açıktır. Bu, kullanıcılar için güvenli ve erişilebilir bir ulaşım seçeneği sunar. Golden Gate Köprüsü, mükemmel ulaşım hizmeti sağlamak için düzenli olarak bakım ve iyileştirme çalışmalarına tabi tutulmaktadır. Trafiği yönetmek ve güvenliği sağlamak için modern teknolojilerden yararlanan bir dizi sistem kullanılır. Bu sistemler arasında trafik sinyalleri, hız kontrolü, güvenlik kameraları ve köprüyü sürekli takip eden yönetim birimleri bulunur. Böylece, kullanıcılar güvenli ve sorunsuz bir ulaşım deneyimi yaşayabilirler.
Tumblr media Tumblr media
Golden Gate Köprüsü'nün ulaşım işlevi, hem yerel sakinler hem de turistler için büyük bir öneme sahiptir. Köprü, her gün binlerce aracın geçişine ve aynı zamanda turistik ziyaretçilerin yürüyüş veya bisiklet turları için popüler bir nokta olmasına olanak tanır. Ayrıca, köprü üzerindeki manzara, fotoğrafçılar için de büyük bir çekim noktasıdır. Ulaşım İşleviAraç Geçiş SayısıHızlı Tren Geçiş SayısıBisiklet ve Yaya Geçiş Sayısı202070.0002.50010.000201968.0002.2009.500201865.0001.8009.000 Yukarıda görüldüğü gibi, Golden Gate Köprüsü her yıl milyonlarca aracın geçişine ev sahipliği yapıyor ve bisikletliler ve yayalar tarafından da yoğun bir şekilde kullanılıyor. Bu veriler, köprünün ulaşım işlevinin önemini ve popülerliğini vurgulamaktadır.
Golden Gate Köprüsü'nün Güvenlik Önlemleri
Golden Gate Köprüsü, hem etkileyici mimarisiyle hem de turistlerin yoğun ilgisiyle ünlüdür. Bu nedenle, köprünün güvenliği büyük önem taşımaktadır. İşte Golden Gate Köprüsü'nün güvenlik önlemleri ve ziyaretçilerin dikkat etmesi gereken kurallar: Güvenlik Kameraları: Köprü üzerinde bulunan güvenlik kameraları, 24 saat boyunca köprüyü izlemektedir. Bu kameralar, potansiyel tehditleri tespit etmek ve güvenliği sağlama amacıyla kullanılmaktadır. Yaya ve Bisiklet Yolları: Golden Gate Köprüsü, yaya ve bisiklet yollarıyla ziyaretçilerine hizmet vermektedir. Kendi güvenliklerini sağlamak amacıyla, yaya ve bisiklet trafiği ayrı yollarla yönlendirilmektedir. Emniyet Fileleri: Köprü üzerindeki emniyet fileleri, intihar girişimlerini engellemek için kullanılmaktadır. Bu önlem, ziyaretçilerin güvenliğini sağlamak ve köprünün amacına uygun olarak kullanılmasını temin etmek amacıyla alınmıştır.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Güvenlik Personeli: Golden Gate Köprüsü'nde güvenlik personeli, ziyaretçilerin güvenliği için görev yapmaktadır. Bu personel, köprü üzerinde devriye gezer ve herhangi bir güvenlik sorunuyla hızlı bir şekilde ilgilenir. Acil Durum İstasyonları: Köprü üzerinde acil durum istasyonları bulunmaktadır. Bu istasyonlar, ziyaretçilerin acil durumlarında yardım alabilecekleri noktalardır. İstasyonlar, ilk yardım malzemeleri ve acil telefon hatları gibi önemli kaynakları içerir. Ziyaretçilerin, Golden Gate Köprüsü'nü ziyaret ederken güvenlik önlemlerine uymaları önemlidir. Bu, kendi güvenlikleri ve diğer ziyaretçilerin güvenliği için gereklidir. Trafik kurallarına uymak, uyarı levhalarına dikkat etmek ve güvenlik personeline danışmak, köprüyü güvenli ve keyifli bir şekilde keşfetmek için önemli adımlardır.
Golden Gate Köprüsü'nün Turistik Önemi
Golden Gate Köprüsü, turistler ve ziyaretçiler için büyük bir turistik öneme sahiptir. San Francisco'nun sembolü olarak kabul edilen bu köprü, şehrin en ikonik yapılarından biridir. Her yıl milyonlarca turist, Golden Gate Köprüsü'nü ziyaret etmek ve üzerinde yürüyerek veya bisikletle geçmek için buraya gelir. Köprünün turistik önemi, büyüleyici manzarası ve etkileyici mimarisiyle ilişkilidir. Büyük kırmızı kuleleri ve denizin üzerinde yükselen yapısı, turistlerin ilgisini çeker ve unutulmaz fotoğraf fırsatları sunar. Read the full article
0 notes
sanatakislari · 3 months
Text
Tumblr media
VİRGİNİA WOOLF Edebi empresyonizm, yani görülenlerin zihinde bıraktığı intibalar ve uçucu izler, hem Halide Edib hem de Virginia Woolf’un İstanbul tasvirlerinde önemli rol oynar. Marie Kronegger modernizmin intiba üzerinde bu kadar duruyor olmasını resimle ilintilendirir: ‘Işık empresyonist resmin ruhu olduğu gibi, empresyonist yazının da ruhudur. Bu yazın stilini bir parçasıdır’ (Kronegger, 1973, s. 42).1906 yılında İstanbul’u anlattığı günlük sayfalarında daha sonra yazar Virginia Woolf olacak genç kız Virginia Stephen’ın ışık, gölge, sis gibi unsurları nasıl fark ettiğini görürüz: "Sis sabahları hazineleri saklayan bir perde gibi tüm evler ve camilerin üzerine çöküyor, sonra güneş doğuyor ve birbiri üstüne yığılmış kütleler hakkında bir fikir edinmeye başlıyorsun; derken altından sivri bir çeki bu yumuşak ağı deliyor ve birbirleri etrafında toplanmış nadide malzemeleri görüyorsun. Sonra yavaşça sis kalkıyor ve ışıldayan evler ve yuvarlak camilerin hepsi olabildiğince açık bir şekilde yeryüzü üzerinde yerlerini alıyor ve geniş sular aralarından günışığı gibi bir parlaklıkla akıp duruyor (V. Woolf, 2004 s. 351) Virginia Woolf’un bu İstanbul tasviri, modernizmin belirgin bir özelliği olan empresyonizmin tüm özelliklerini taşımaktadır. Işık ve gölge daha önce ‘bir tiyatro oyunu’ diye tanımladığı İstanbul’daki aksiyonun itici güçleridir. Yeri geldiğinde oyundaki karakterleri perdelerler, ya da ışıldamalarını sağlarlar. Burada ‘geniş sular’ diye bahsedilen Haliç, Leonard Woolf’ta olduğu gibi boğaz ticaretinin önemli bir ayağı değil, bu oyunun ışığını ayarlayan bir teknisyen mesabesindedir. Virginia Woolf için şehrin ortasından geçen ‘geniş sular’ Londra’da da bir ışık teknisyeni görevini görür. The Voyage Out romanında Waterloo Köprüsü’nden Bayan Ambrose’un gözleriyle Thames nehrine bakarız: ‘Westminster’ın daireleri, kiliseleri ve otelleri bazen sis altındaki İstanbul’un silueti gibi görünür; nehir bazen zengin bir mor renge döner, bazen çamur rengi olur, bazen de deniz gibi mavi mavi parlar’ (V. Woolf, 1992, s. 4)
0 notes
zerentugce · 4 months
Text
Az bilindik bir şarabı aradık seninle
Ellerin gökyüzünde 
Gözlerim kapalı
El yordamıyla bulmaya çalışıyorum
Ellerini,
Şarabın kekremsi tadı dudaklarımda 
Oysa ki biliyorum
Dudakların acı şelalesi gibi
Damıtarak veriyor bana asil tadını,
Vücudun yaklaştıkça 
Anlıyorum ateşi,
Sönduremedigimde 
Şehrin ışıklarının alti
Seninle ben
Biz diyemediğim her şey
Bizim dediğin her şey
Kendime gelmeyi unutup sana geldiğim
Sana geldikçe de kendimi bulduğum 
O yer
olgunlaşmanin evrimlestigi yer 
Pencerendendeki köşe
Eskittiğin şarap kadehleri
Sana ait olduğum anlardan fazla
Senden kaçtığım anlar
Yaşımdan fazla 
Oysa ki huzur var göğsünde 
Huzurun rengi
İzmir e yağmayan karlar kadar beyaz
2 ocak izmir
0 notes
tripuck · 4 months
Link
0 notes
bilaldemirkr · 7 months
Text
İzmirde Gezilecek Yerler
New Post has been published on https://bilaldemirkr.com.tr/izmirde-gezilecek-yerler/
İzmirde Gezilecek Yerler
İzmir’in Tarihi Ve Kültürel Mirası
İzmir, Türkiye’nin batısındaki Ege Bölgesi’nde yer alan bir şehirdir ve binlerce yıllık bir tarihe sahiptir. Tarihi ve kültürel zenginlikleriyle ünlü olan İzmir, hem yerli hem de yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Bu blog yazısında, İzmir’in tarihi ve kültürel mirasını keşfedeceğiz. İşte İzmir’in benzersiz ve etkileyici geçmişiyle ilgili daha fazla bilgi edinmek için okumaya devam edin.
İzmir’in Tarihi Ve Kültürel Mirası
İzmir’in tarihi ve kültürel mirası, zengin geçmişi ile turistlerin dikkatini çeken bir konudur. İzmir, tarihi ve kültürel açıdan birçok önemli yere ev sahipliği yapmaktadır. İzmir’de gezilecek yerler arasında bulunan Agora, İzmir Saat Kulesi, Kemeraltı Çarşısı gibi mekanlar, ziyaretçilere unutulmaz bir deneyim sunmaktadır.
Agora Ören Yeri, antik bir Roma pazar yeridir ve İzmir’in tarihi dokusunu görmek isteyenler için ideal bir mekandır. Burada, antik Roma dönemine ait kalıntıları gezebilir ve tarihe yolculuk yapabilirsiniz. Agora’da bulunan Bouleuterion, Stoa ve Triton Çeşmesi gibi yapılar, ziyaretçileri etkileyen detaylardır.
İzmir Saat Kulesi ise şehrin sembolik yapılarından biridir. 1901 yılında inşa edilen bu tarihi yapı, şehir merkezinde yer alır ve İzmir’in panoramik bir manzarasına sahip olmanız için ideal bir noktadır. Saat Kulesi’ni ziyaret ederek, hem İzmir’in tarihine tanık olabilir hem de enfes manzarayı seyredebilirsiniz.
Aynı şekilde
İzmir’in Tarihi Ve Kültürel Mirası: Agora Ören Yeri İzmir Saat Kulesi Kemeraltı Çarşısı
Doğal Güzellikleriyle İzmir
Merhaba! Bugün sizlere İzmir’in doğal güzellikleri hakkında bilgi vereceğim. İzmir, Türkiye’nin en güzel şehirlerinden biridir ve zengin doğal güzellikleri ile ünlüdür. İzmir’de gezilecek yerler arasında doğal güzellikleriyle öne çıkan birkaç noktayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Birinci durak, Cesme Yarımadası’daki Altınkum Plajı’dır. Altınkum Plajı, berrak denizi ve altın rengindeki kumuyla ünlüdür. Burada güneşlenip denize girebilir ve huzurlu bir gün geçirebilirsiniz. Ayrıca, plajın çevresinde bulunan restoranlarda lezzetli deniz ürünleri tadabilirsiniz.
İkinci olarak, İzmir’in doğal güzellikleri arasında yer alan Dikili Sahili’ni ziyaret edebilirsiniz. Dikili Sahili, temiz plajları ve çam ormanlarıyla çevrili bir bölgedir. Burada doğayla iç içe bir yürüyüş yapabilir veya denizin keyfini çıkarabilirsiniz. Ayrıca, sahildeki kafe ve restoranlarda serinleyebilir ve yöresel lezzetleri tadabilirsiniz.
Son olarak, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından koruma altına alınan Seferihisar Ilıca Plajı’nı ziyaret edebilirsiniz. Seferihisar Ilıca Plajı, sakin atmosferi ve masmavi denizi ile doğal güzellikler sunar. Burada yürüyüş yapabilir, güneşlenip denize girebilir veya plajda piknik yapabilirsiniz. Ayrıca, plajın yakınında bulunan kafelerde serinleyebilirsiniz.
Altınkum Plajı
Dikili Sahili
Seferihisar Ilıca Plajı
Gezilecek Yer Özellikleri Altınkum Plajı Berrak deniz ve altın rengi kum Dikili Sahili Çam ormanlarıyla çevrili temiz plajlar Seferihisar Ilıca Plajı Masmavi deniz ve sakin atmosfer
İzmir’in Ünlü Müzeleri
Merhaba! Bugünkü blog yazımda “İzmir’in Ünlü Müzeleri” konusunu ele alacağım. İzmir, tarihi ve kültürel mirasıyla ünlü bir şehir olduğu kadar, zengin müzeleriyle de dikkat çekmektedir. Sizlere bu yazıda İzmir’deki en önemli ve ilgi çekici müzelerden bahsedeceğim. İzmir’e seyahat eden herkesin mutlaka ziyaret etmesi gereken bu müzeler, şehrin tarihini ve kültürünü daha yakından keşfetmek için harika bir fırsat sunuyor.
Birinci müzemiz Ege Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi’nde bulunan Arkeoloji Müzesi’dir. Bu müze, İzmir’in tarihi mirasını sergilemektedir ve binlerce yıl öncesine uzanan eserlere ev sahipliği yapmaktadır. İzmir’in antik dönemlerinden kalma heykeller, mozaikler ve seramikler bu müzede sergilenmektedir. Bu eserler aracılığıyla, İzmir’in antik çağlardaki yaşamını ve kültürünü keşfetme fırsatı yakalayabilirsiniz.
İkinci olarak, İzmir Arkeoloji Müzesi’ni ziyaret etmek de müzeler turunda mutlaka yer almalıdır. Bu müze, Konak Meydanı’na yakın bir konumda bulunmaktadır ve İzmir’in en önemli arkeolojik zenginliklerini barındırmaktadır. Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden getirilen eserler, burada sergilenmektedir. Müzenin koleksiyonunda Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait birçok eser bulunmaktadır. İzmir’in tarihini daha iyi anlama ve görsel bir şölen yaşama fırsatını kesinlikle kaçırmamalısınız.
Tarihi Kemeraltı Çarşısı’nda Alışveriş.
Bergama Antik Kenti’nde Gezin.
Agora Ören Yeri’ni Keşfedin.
Müze Adı Adres Telefon Ege Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi Arkeoloji Müzesi Ege Üniversitesi Kampüsü, Bornova, İzmir +90 232 311 10 15 İzmir Arkeoloji Müzesi Konak Meydanı, Konak, İzmir +90 232 484 08 12
Tarihi Kemeraltı Çarşısı’nda Alışveriş
İzmir, Türkiye’nin en büyük ve en yaşanabilir şehirlerinden biri olarak bilinir. Bu güzel şehirde gezilecek birçok yer ve yapılacak etkinlik bulunmaktadır. İzmir’in tarihi ve kültürel mirası, doğal güzellikleri, ünlü müzeleri ve harika plajları turistleri her yıl çekmektedir. Ancak, İzmir’in en popüler ve renkli alışveriş noktalarından biri olan Tarihi Kemeraltı Çarşısı, alışveriş tutkunları için gerçek bir cennettir.
Kemeraltı Çarşısı, İzmir’in merkezinde bulunan tarihi bir çarşıdır. Burası, Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma tarihi yapıları ve dar sokaklarıyla ünlüdür. Çarşı, el işi ürünler, geleneksel kıyafetler, takılar, halılar, deri ürünler ve daha birçok şey satan yüzlerce dükkanıyla dikkat çeker. Turistler, çarşıda alışveriş yaparken hem tarihi dokuyu yaşayabilir hem de benzersiz ürünler satın alabilirler. İzmir’e yapacağınız bir gezi sırasında Tarihi Kemeraltı Çarşısı’nı mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Kemeraltı Çarşısı’nın Özellikleri • Tarihi bir çarşı olması • El işi ürünlerin satışı • Geleneksel kıyafetler, takılar, halılar, deri ürünler gibi çeşitli ürünlerin bulunması • Dar sokakları ve tarihi yapıları
Tarihi Kemeraltı Çarşısı’nda alışveriş yaparken, İzmir’in yerel lezzetlerini de tatma şansınız bulunmaktadır. Çarşıda birçok restoran ve kafe bulunmaktadır ve burada Ege mutfağından enfes lezzetler deneyebilirsiniz. Zeytinyağlı mezeler, taze deniz ürünleri, köfte ve pide gibi yöresel yemekler, burada sizleri beklemektedir.
İzmir’in Harika Plajları
İzmir, Türkiye’nin Ege Bölgesi’nde yer alan bir şehirdir. Apart from its rich history and cultural heritage, Izmir is also known for its beautiful beaches. Turquoise waters and sandy shores attract thousands of tourists every year. If you are a beach lover and planning a trip to Izmir, here are some of the best beaches you should not miss:
Çeşme Ilıca Plajı: İzmir’in en ünlü plajlarından biridir. Doğal güzellikleri ve termal sularıyla ünlüdür. Plajın yakınında bulunan Ilıca Kaplıcaları da ziyaretçilerine rahatlama ve dinlenme imkanı sunar.
Alsancak Sahili: İzmir’in merkezi olan Alsancak semtinde bulunan bu plaj, hem şehir merkezine yakınlığı hem de temiz sahiliyle tercih edilen bir yerdir. Deniz kenarında yürüyüş yapabilir, güneşlenebilir ve serinleyebilirsiniz.
İzmir’in plajları, sadece deniz ve güneşin tadını çıkarmak için değil, aynı zamanda su sporları yapmak için de idealdir. Rüzgar sörfü, kitesurf, yelken gibi farklı aktiviteleri deneyimleyebilirsiniz. Plajlarda bulunan tesislerde ekipman kiralayabilir veya profesyonel eğitmenlerden ders alabilirsiniz.
Plaj İsmi Ulaşım Aktiviteler Alaçatı Plajı Toplu taşıma veya özel araç ile Rüzgar sörfü, kitesurf Dikili Plajı Toplu taşıma veya özel araç ile Sörf, dalış, deniz bisikleti
İzmir’de gezilecek yerler arasında plajlar önemli bir yer tutar. Mavi bayraklı ve temiz plajlarıyla tatilcilerin gözdesi haline gelmiştir. Yaz aylarında güneşlenmek, denize girmek ve eğlenceli vakit geçirmek için İzmir’in harika plajlarını tercih edebilirsiniz.
Bergama Antik Kenti’nde Gezin
Merhaba! Bugün size İzmir’in tarihi ve kültürel mirası hakkında bilgi vereceğim. Özellikle Bergama Antik Kenti’ne bir gezi yapmanızı şiddetle tavsiye ederim.
Bergama Antik Kenti, İzmir’in en önemli turistik mekanlarından biridir. Bu antik kent, Helenistik dönemde büyük bir yerleşim yeri olarak kullanılmıştır. Şimdi ise tarih severlerin ve turistlerin ilgisini çeken bir açık hava müzesidir.
Kenti gezmeye başladığınızda, Asklepion adı verilen antik sağlık merkeziyle karşılaşacaksınız. Bu sağlık merkezi, antik çağda önemli bir tedavi merkezi olarak bilinir. Burada, hastaların ruhsal ve bedensel şifa aradığına dair birçok iz bulunmaktadır.
İzmir’in en ünlü turistik yerlerinden biri olan Bergama Antik Kenti, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle büyüleyici bir gezi sunar.
Bergama Antik Tiyatrosu, antik dünyanın en büyük tiyatrolarından biridir ve ihtişamlı bir manzaraya sahiptir.
Antik kentte yer alan Zeus Sunağı, Helenistik dönem mimarisinin en önemli örneklerinden biridir.
Tarihi ve Kültürel Miras Doğal Güzellikleri Bergama Antik Kenti Kızıl Avlu Kemeraltı Çarşısı İnciraltı Plajı İzmir Saat Kulesi Urla Şarap Bağları
Bergama Antik Kenti’nde bir yürüyüş yaparken, tarihi atmosfer ve etkileyici yapılar sizi saracak. Antik tiyatroyu ve Zeus Sunağı’nı ziyaret etmek, tarihin derinliklerine yolculuk yapmak gibi bir deneyim sunar. Eğer tarih ve arkeoloji ilginizi çekiyorsa, Bergama Antik Kenti gezi rotanızda kesinlikle bulunmalıdır.
İzmir geziniz boyunca Bergama Antik Kenti’ne mutlaka uğramalısınız. Tarihi ve kültürel değerleri keşfederken, birçok fotoğraf çekebilir ve unutulmaz anılar biriktirebilirsiniz.
Agora Ören Yeri’ni Keşfedin
İzmir’in tarihi ve kültürel mirası oldukça zengindir. Bu mirasa en güzel örneklerden biri de Agora Ören Yeri’dir. Agora, İzmir’in merkezinde bulunan tarihi bir yerleşim alanıdır. Bu alan bir zamanlar ticaretin ve sosyal hayatın merkezi olarak kullanılıyordu. Bugün ise ziyaretçilere açık olan Agora Ören Yeri, turistlerin ve yerli halkın büyük ilgisini çekiyor.
Agora Ören Yeri’ni keşfederken, İzmir’in tarihine tanıklık edeceksiniz. Yerin altında ve üstünde yapılan kazılar sayesinde birçok antik yapı ve eşya gün yüzüne çıkarılmıştır. Burada gezerken tarihin derinliklerine yolculuk yapacak ve Antik Yunan ve Roma dönemlerini yakından tanıma fırsatı bulacaksınız.
Agora Ören Yeri’nde gezinirken, İzmir’in tarihi atmosferini hissedeceksiniz. Antik dönem kalıntıları arasında dolaşırken, kendinizi geçmişe bir yolculuk yapmış gibi hissedeceksiniz. Bu benzersiz deneyimi yaşamak için Agora Ören Yeri’ni mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Tarihi Kültürel Mirası İzmir’de Gezilecek Yerler Agora, İzmir’in tarihi bir yerleşim alanıdır. Burada birçok antik yapı ve eşya bulunmaktadır. İzmir’in tarihine tanıklık etmek isteyenler için ideal bir mekandır. Ancak bugün ziyaretçilere açıktır. Burada Antik Yunan ve Roma dönemlerini yakından tanıma fırsatı bulabilirsiniz. İzmir’in tarihi atmosferini hissetmek için burayı mutlaka ziyaret etmelisiniz.
İzmir’in Tarihi Ve Kültürel Mirası
İzmir’de Gezilecek Yerler
Kordonboyu’nda Yürüyüş Keyfi
İzmir’in en güzel yerlerinden biri olan Kordonboyu, şehirde yürüyüş yapmak isteyenlerin vazgeçilmez noktalarından biridir. Sahil boyunca uzanan bu güzel yürüyüş yolunda hem doğanın hem de şehrin güzelliklerini bir arada görebilirsiniz. İzmir’de gezilecek yerler arasında Kordonboyu, huzurlu ve keyifli bir yürüyüş deneyimi sunar.
Kordonboyu yürüyüş yolu, İzmir’in tarihi ve kültürel mirasını ziyaret etmek için ideal bir başlangıç noktasıdır. Alsancak Limanı’ndan başlayarak Konak Meydanı’na kadar uzanan bu yürüyüş yolunda birçok tarihi yapıyı keşfedebilirsiniz. İzmir Saat Kulesi, Kızlaragası Hanı, Atatürk Müzesi gibi önemli noktaları görerek şehrin tarihi ve kültürel dokusunu yakından hissedebilirsiniz.
Bunun yanı sıra, Kordonboyu yürüyüş yolu üzerinde birçok açık hava kafe, restoran ve dükkanlar bulunur. Burada mola verip İzmir’in ünlü lezzetlerini tadabilir, alışveriş yapabilir ve manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Kordonboyu’nun güzelliği ve canlı atmosferi, burada geçirdiğiniz zamanın unutulmaz bir deneyim olmasını sağlar.
Kordonboyu Yürüyüş Yolu’nda Gezilecek Yerler:
İzmir Saat Kulesi: Kordonboyu’nun en önemli simgelerinden biridir. İzmir’in sembolü haline gelen saat kulesini görmek için mutlaka uğramalısınız. Kızlaragası Hanı: İzmir’in en eski yapılarından biri olan Kızlaragası Hanı, tarihiyle büyülüyor. Eski dükkanlarda alışveriş yapabilir veya kahve içebilirsiniz. Atatürk Müzesi: Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatının önemli anlarını ve eşyalarını görebileceğiniz müzeyi ziyaret etmek sizin için bir tarih yolculuğu olacak. Fuar Alanı: Kordonboyu’na yakın olan fuar alanı, çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapmaktadır. Konserler, sergiler ve festivaller için uğrak noktalarından biridir.
İzmir Saat Kulesi’ni Ziyaret Edin
Birçok turistin İzmir’i ziyaret etmesinin başlıca sebeplerinden biri, kentin tarihi ve kültürel mirasıdır. İzmir’in bu mirası, gezip görülecek pek çok yerin bulunmasını sağlamaktadır. Bunlardan biri de İzmir Saat Kulesi’dir. İzmir Kordonboyu’nda bulunan bu tarihi yapı, kentin simgesi haline gelmiştir. İzmir Saat Kulesi’ni ziyaret etmek, şehrin tarihini ve güzelliklerini keşfetmek isteyenler için harika bir seçenektir.
İzmir Saat Kulesi, 1901 yılında inşa edilmiştir ve o tarihten beri kentin sembolü olmuştur. 25 metre yüksekliğinde olan kule, Osmanlı dönemindeki mimari tarza uygun bir şekilde tasarlanmıştır. Kırmızı-beyaz renkleriyle dikkat çeken İzmir Saat Kulesi, etkileyici bir görüntü sunmaktadır. Kuleye çıktığınızda, şehrin panoramik manzarasını izleyebilir ve İzmir’in tarihine tanıklık edebilirsiniz.
İzmir Saat Kulesi çevresinde gezilecek pek çok nokta bulunmaktadır. Bu noktalardan biri, Kordonboyu’dur. Kordonboyu, İzmir’in en popüler ve canlı bölgelerinden biridir. Burada yürüyüş yapabilir, deniz kokusunu içinize çekebilir ve İzmir’in güzel plajlarının keyfini çıkarabilirsiniz. Ayrıca, çevrede birçok restoran ve kafe bulunmaktadır. Bu mekanlarda İzmir’in yöresel lezzetlerini tatma fırsatı da bulabilirsiniz.
İzmir Saat Kulesi’nin ziyaret edilebilecek bir diğer yakın nokta ise Tarihi Kemeraltı Çarşısı’dır. Bu çarşı, İzmir’in en eski ve en renkli alışveriş merkezlerinden biridir. Burada hem yerel ürünler satan dükkanlarla karşılaşabilir, hem de tarihi atmosferi içinde yürüyebilirsiniz. El işi ürünler, tekstil ürünleri ve hediyelik eşyalar, Kemeraltı Çarşısı’nda bulabileceğiniz ürünler arasındadır.
İzmir’in Sağladığı Deneyimler Fiyatlar İzmir Saat Kulesi’ni ziyaret etmek Ücretsiz Kordonboyu’nda yürümek Ücretsiz Tarihi Kemeraltı Çarşısı’nda alışveriş yapmak Fiyatlar ürüne göre değişir Yöresel lezzetleri tatmak Fiyatlar restorana göre değişir
Şirince Köyü’nde Yerel Lezzetleri Tatmak
Merhaba! Benim adım Ayşe ve bugünkü blog yazımda size konusundan bahsedeceğim. İzmir’in tarihi ve doğal güzelliklerinden biri olan Şirince Köyü, hem yerli hem de yabancı turistlerin ilgisini çeken bir yerdir. Bu sevimli köy, kendine özgü atmosferi ve lezzetleriyle ünlüdür. Şimdi sizleri Şirince Köyü’nün lezzetlerini keşfetmeye davet ediyorum!
Şirince Köyü, İzmir’in Selçuk ilçesine bağlı bir köydür. İç Anadolu ve Ege mutfağının harmanlandığı bu köyde birçok geleneksel lezzet bulunur. Köyün meşhur üzümleriyle yapılan şarapları ve zeytinyağları, mutlaka denemeniz gereken tatlar arasındadır. Ayrıca köyde yetişen organik sebzeler, yöresel peynirler ve taze otlar da Şirince’nin yerel lezzetleri arasındadır.
Birçok restoran ve kafe, Şirince Köyü’nün lezzetlerini sunmaktadır. Burada yöresel yemeklerin yanı sıra, dünya mutfaklarına ait çeşitli seçenekler de bulabilirsiniz. Köy meydanında kurulan pazar da lezzetli atıştırmalıklar sunan tezgahlarıyla dikkat çeker. Köy turu sırasında mutlaka bu pazarı da ziyaret etmelisiniz.
Şirince Köyü’nde denemeniz gereken lezzetler:
Köy ekmeği
Üzüm pekmezi
Köy tavası
Şirince böreği
Zeytinyağlı enginar
Sakızlı muhallebi
Restoran Adres Telefon Şirince Lokantası Şirince Köyü Merkez 0232 898 66 66 Geleneksel Ev Yemekleri Şirince Köyü Sokaklar 0232 888 88 88 Otantik Şirince Şirince Köyü No: 123 0232 878 78 78
İnciraltı Deniz Tutkunlarının Vazgeçilmezi
İzmir’in güzellikleriyle dolu olan birçok yeri bulunmaktadır. Bu yazıda sizlere İzmir’in İnciraltı bölgesinde bulunan ve deniz tutkunlarının vazgeçilmezi olan yerlerden bahsetmek istiyorum. İnciraltı, İzmir’in Urla ilçesine bağlı bir bölgedir. Denizi, plajları ve doğal güzellikleri ile ünlü olan İnciraltı, yaz aylarında tatilcilerin ve deniz severlerin tercih ettiği bir destinasyondur.
İnciraltı’nda gezilecek yerler arasında öncelikle plajlar gelmektedir. Bu bölgede geniş ve temiz plajlar bulunmaktadır. Plajlarda denize girebilir, güneşlenebilir ve su sporları yapabilirsiniz. Ayrıca plajların yanı sıra İnciraltı sahilinde yürüyüş yapmak da oldukça keyiflidir. Sahil boyunca uzanan yürüyüş yolu, hem deniz manzarası hem de yeşil alanlarıyla göz kamaştırmaktadır.
İnciraltı’nın bir diğer gözde mekanı ise Marinalar’dır. İnciraltı Marina ve Güzelbahçe Marina, deniz tutkunlarının uğrak noktalarıdır. Burada birçok yat ve tekne bulunmaktadır ve denizle iç içe bir tatil geçirebilirsiniz. Marinaların yanı sıra çevrede bulunan restoranlarda ise lezzetli deniz ürünlerini tadabilirsiniz. Özellikle balık restoranları, İnciraltı’nın en meşhur yerlerindendir.
İzmir Baykuş Heykeli ve İnciraltı Tabiat Parkı da İnciraltı’nda gezilecek yerler arasındadır. Baykuş Heykeli, ünlü Heykeltıraş Tacettin Çalışkan tarafından yapılmış ve İnciraltı sahilinde yer almaktadır. Bu heykel, İzmir’in sembollerinden biri olarak kabul edilmektedir. İnciraltı Tabiat Parkı ise doğa severler için ideal bir mekan olup piknik alanları, yürüyüş yolları ve göletleriyle huzur dolu bir atmosfer sunmaktadır.
İnciraltı’nda Gezilecek Yerler Açıklama Plajlar Denize girebilir, güneşlenebilir ve su sporları yapabilirsiniz. Marinalar İnciraltı Marina ve Güzelbahçe Marina, deniz tutkunlarının uğrak noktalarıdır. Baykuş Heykeli Heykeltıraş Tacettin Çalışkan tarafından yapılan ünlü bir heykeldir. İnciraltı Tabiat Parkı Piknik alanları, yürüyüş yolları ve göletleriyle doğa severler için ideal bir mekandır.
Urla’daki Şarap Bağlarında Şarap Tadımı Yapın
Merhaba sevgili okurlar!
Bu blog yazısında sizlere Urla’daki şarap bağlarında şarap tadımı yapma deneyimimi paylaşacağım. İzmir şehrine yakın olan Urla, şarap severler için oldukça cazip bir noktadır. İzmir’in doğal güzellikleriyle ünlü olan bu bölgede, şarap üretimi de oldukça yaygındır. Burada yerel üreticiler tarafından üretilen şarapları tadarak, bu güzel coğrafyayı keşfedebilirsiniz.
Urla şarap bağlarının büyüleyici atmosferi sizi hemen etkisi altına alacaktır. Bağlarda gezerken bozulmamış doğayı ve birbirinden güzel üzüm bağlarını göreceksiniz. Bağlarda yapılan tadımlarda, yerel şarap üreticileri size usta elleriyle ürettikleri şarapları sunacak. Şarap uzmanlarından aldığınız bilgiler eşliğinde, farklı şarap çeşitlerini tatma şansı bulacaksınız. İzmir’in meşhur kırmızı şaraplarından Urla’nın beyaz şaraplarına kadar birçok seçenek sizi bekliyor.
Urla’da şarap tadımı yaparken aynı zamanda bölgenin eşsiz doğal güzelliklerini keşfedebilirsiniz. Bağlar arasında yürüyüş yaparken Urla’nın muhteşem manzaralarını izleyebilir ve temiz havanın tadını çıkarabilirsiniz. Aynı zamanda şarap bağlarının çevresinde bulunan restoranlarda yöresel lezzetleri tatma imkanınız da bulunuyor. İzmir’e özgü zeytinyağlılar ve deniz ürünleriyle yapılan lezzetli yemekleri deneyebilirsiniz.
Şarap bağları ziyaretlerinizde dikkat etmeniz gereken birkaç nokta bulunuyor. İlk olarak, rezervasyon yaptırdığınızdan emin olun. Özellikle hafta sonları ve tatil dönemlerinde yerler sınırlı olabilir. Ayrıca, yanınıza sürücü almanız da önemlidir. Şarap tadımı sırasında fazla içki tüketimine dikkat edin ve güvende kalmanız için sürüşü başkasına bırakın.
Şarap Bağları Adres Telefon Kavaklıdere Şarapçılık Kavaklıdere Mahallesi, İzmir Yolu Üzeri No:1, Urla/İzmir (0232) 792 42 17 Urla Şarapçılık İstasyon Caddesi No:743, Urla/İzmir (0232) 765 33 33 Şirince Şarap Evi Atatürk Caddesi No:85, Şirince/Selçuk/İzmir (0232) 898 30 50
Sık Sorulan Sorular
İzmir'in tarihi ve kültürel mirası hakkında neler bilmeliyim?
İzmir, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle ünlü bir şehirdir. Eski İzmir Agorası, Kadifekale, Smyrna Tiyatrosu gibi önemli miraslara sahiptir.
İzmir'in doğal güzellikleri nelerdir?
İzmir, doğal güzelliklerle çevrilidir. Özellikle İnciraltı Plajı ve Çeşme Alaçatı Plajı gibi harika plajlara sahiptir.
Hangi ünlü müzeler İzmir'de bulunmaktadır?
İzmir'de birçok ünlü müze vardır. Arkeoloji Müzesi, Etnografya Müzesi ve Atatürk Müzesi en popüler olanlarıdır.
Tarihi Kemeraltı Çarşısı'nda neler bulabilirim?
Tarihi Kemeraltı Çarşısı, İzmir'in en ünlü alışveriş merkezlerinden biridir. Burada tekstil ürünleri, takılar, hediyelik eşyalar ve geleneksel el sanatları bulabilirsiniz.
İzmir'deki harika plajlar hangileridir?
İzmir, birçok harika plaja sahiptir. Altınkum Plajı, Kordonboyu Plajı ve Çeşme'deki plajlar en popüler olanlarıdır.
Bergama Antik Kenti'nde neleri gezebilirim?
Bergama Antik Kenti, tarihi kalıntılarıyla ünlü bir yerdir. Burada Asklepion, Akropolis ve kütüphane gibi önemli yapıları gezebilirsiniz.
Agora Ören Yeri'nde neleri keşfedebilirim?
Agora Ören Yeri, Roma döneminden kalma önemli bir antik kent alanıdır. Burada sütunlar, mozaikler ve tiyatro kalıntıları gibi birçok tarihi eseri görebilirsiniz.
"@context": "https://schema.org", "@type": "FAQPage", "mainEntity": [ "@type": "Question", "name": "İzmir'in tarihi ve kültürel mirası hakkında neler bilmeliyim?", "acceptedAnswer": "@type": "Answer", "text": "İzmir, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle ünlü bir şehirdir. Eski İzmir Agorası, Kadifekale, Smyrna Tiyatrosu gibi önemli miraslara sahiptir." , "@type": "Question", "name": "İzmir'in doğal güzellikleri nelerdir?", "acceptedAnswer": "@type": "Answer", "text": "İzmir, doğal güzelliklerle ��evrilidir. Özellikle İnciraltı Plajı ve Çeşme Alaçatı Plajı gibi harika plajlara sahiptir." , "@type": "Question", "name": "Hangi ünlü müzeler İzmir'de bulunmaktadır?", "acceptedAnswer": "@type": "Answer", "text": "İzmir'de birçok ünlü müze vardır. Arkeoloji Müzesi, Etnografya Müzesi ve Atatürk Müzesi en popüler olanlarıdır." , "@type": "Question", "name": "Tarihi Kemeraltı Çarşısı'nda neler bulabilirim?", "acceptedAnswer": "@type": "Answer", "text": "Tarihi Kemeraltı Çarşısı, İzmir'in en ünlü alışveriş merkezlerinden biridir. Burada tekstil ürünleri, takılar, hediyelik eşyalar ve geleneksel el sanatları bulabilirsiniz." , "@type": "Question", "name": "İzmir'deki harika plajlar hangileridir?", "acceptedAnswer": "@type": "Answer", "text": "İzmir, birçok harika plaja sahiptir. Altınkum Plajı, Kordonboyu Plajı ve Çeşme'deki plajlar en popüler olanlarıdır." , "@type": "Question", "name": "Bergama Antik Kenti'nde neleri gezebilirim?", "acceptedAnswer": "@type": "Answer", "text": "Bergama Antik Kenti, tarihi kalıntılarıyla ünlü bir yerdir. Burada Asklepion, Akropolis ve kütüphane gibi önemli yapıları gezebilirsiniz." , "@type": "Question", "name": "Agora Ören Yeri'nde neleri keşfedebilirim?", "acceptedAnswer": "@type": "Answer", "text": "Agora Ören Yeri, Roma döneminden kalma önemli bir antik kent alanıdır. Burada sütunlar, mozaikler ve tiyatro kalıntıları gibi birçok tarihi eseri görebilirsiniz." ]
0 notes
infinityvenom · 1 year
Text
Zidal’de karşılaşma
Zidal şehrine henüz gelmişti Ghin. Limandan şehir merkezine geçene kadar etrafında koşuşturan küçük sokak çocukları yüzünden şimdiden gürültülü ve kalabalık bulmuştu şehri. Etrafa çok fazla dalmadan, sanki yolu biliyormuş gibi yürüyordu; yavaş ama sağlam adımlarla. İçki içip karnını doyurabileceği bir taverna arıyordu ve yeni ayak bastığı her şehirde tavernanın yerini eliyle koymuş gibi bulmayı başarırdı. Birkaç çocuk etrafında dönerek koşmaya, kollarını iki yana açarak epeyce gürültülü kuş sesleri çıkarmaya başladılar. Bu Ghini daha da rahatsız etmişti ki aniden durdu ve içlerinden birini kolundan tutup "Çocuk!" dedi. Ateş kırmızısı saçları kirden ve tozdan keçe gibi olmuş, gözlerinin yeşili güzel bir tonda olsa da beyazı iyice sararmış sağlıksız olduğu kokusundan bile anlaşılan bir çocuktu bu. Burnundan üst dudağına doğru akan sümüğünü yalarken "yabancı" dedi çocuk. "Bana tavernanın yerini söylersen sana para veririm" dedi Ghin. Çocuk gözlerini Ghinin upuzun örgülü saçından ayırmadan sol elinin işaret parmağıyla sokağın hemen köşesindeki küçük, tahta çatılı dükkanı işaret etti. Ghin elini cebine attı, kesesini çıkardı ve kesesinden aldığı gümüş sikkeyi çocuğun açık halde bekleyen avcuna koydu. Çocuk şaşırmış ama sevinmişti. Hiçbir şey söylemeden, korkudan birkaç metre geriye sinmiş bekleyen arkadaşlarının yanına koştu. Garip bağrışma sesleri eşliğinde zıplamaya, oynamaya başladılar. Ghin, yaklaşık bir dakika boyunca çocukları izledikten sonra geriye dönüp tavernaya baktı. "Umarım içkileri yeterince acıdır" diye geçirdi içinden. Her zamanki yavaş adımlarıyla tavernanın kapısını açtı. İçerdeki hava tütün dumanı ve ter kokusundan oldukça bunaltıcıydı. Eski püskü birkaç masa, etraflarında ucuz tahta sandalye ve iskemleler, barın arkasında yaşlı şişman bir adam ve içkilerle yemekleri servis eden ; sarışın, biraz şişman ancak oldukça güzel gülümseyen genç bir kadın. Ghin salona hızlıca göz gezdirdikten sonra arkalarda, kimsenin oturmadığı, mekanı tamamen gören ancak dikkatli bakılmadıkça fark edilmeyen bir yer gördü. Karşılıklı iki iskemle ortasında diğer masalardan daha küçük bir masaya yaklaştı. Bundan başka boş masa yoktu. Önce sırtındaki küçük, her tarafı yamalı oldukça paspal bir görünüşe sahip çantasını çıkarıp yere bıraktı. Ardından sağ omzundan sol kalçasına kadar uzanan, oldukça heybetli, kabzası gümüş yılanlarla işlenmiş kılıcını kınıyla birlikte sırtından aldı ve otururken sırtını yaslayacağı duvara; yanında duracak biçimde yasladı. Salondaki birkaç meraklı göz kılıcın heybetinden gözünü alamasa da Ghinin soğuk ve sağlam ifadesi herkese kendi işlerine bakmaları gerektiğini hatırlattı. Ghin karşısında boşta duran sandalyenin konumunu ayarladıktan sonra bir ayağını üzerine uzattı. O esnada göz göze geldiği barın arkasındaki adama eliyle "bir" işareti yaptı. Adam hiç oralı olmadıysa da genç servis elemanı Ghinin masasına yaklaştı ve oldukça samimi hatta biraz da cilveli bir ifadeyle "ne istersin yakışıklı" diye sordu. Ghin, "içki" dedi donuk bir ifadeyle. Kadının cilveli tavrı aniden kayboldu ve "hangisinden" dedi, bara dönerek. Ghin "fark etmez" anlamına gelecek bir hareket yaptı. Kadın daha da bozulmuştı ama belli etmemek için " bira o halde" dedi. "Olur" der gibi başını bir kez eğdi Ghin . "Bir de yiyecek istiyorum" dedi , "eğer varsa etli börek" . Kadın, Ghine etli börek satmadıklarını ancak hindilerinin oldukça sevildiğini söyledi. Ghin kabul etti ve kadın, mutfak olduğu belli olan bir yere gitti. Ghin, iç cebinden çıkardığı, küçük bir parça tahtadan kabaca yontularak yapılmış ayı heykelciğine baktı. Üzerindeki ufak detayları yakından inceledi. Babasını son gördüğü günden beri günde birkaç kez bu heykelciği inceler ve babasının hatırasını yâd ederdi. Bu halde biraz oyalandıktan sonra sonunda kadın bir elinde çamur rengi bira diğer elinde kızarmış hindi budu ve biraz sebze bulunan tabak ile masaya yaklaştı. Suratında yine o yapmacık gülümse ile "afiyet olsun" dedi ve gitti. Ghin birasından koca bir yudum aldı. Birayı beğendi çünkü tadı acı ve paslıydı. Büyük bir yudum daha içtikten sonra yemeğine başladı. Salon oldukça gürültülüydü. Ama Ghin her geçen gün bu ortamlara alışıyor, alıştıkça da kendi köyünün sakinliğini, huzur bulduğu dere şırıltısını aramaz oluyordu. Tüm bu kaosun içinde Ghinin gözü kapıya takıldı. Kapıyı açan adam komik bir şapka takmış, üzerinde füme bir cübbe olan ve kadınlar için bile abartılı kaçacak topuklu çizmeler giymişti. Yürürken çıkardığı takırtı salonda herkesin dönüp ona bakamasına, tuhaf görüntüsü ise bakanların hemen başını başka yöne çevirmesine sebep oluyordu. Ghin de aynını yaptı ve yemeğine odaklandı. Tuhaf adam çizmesiyle çıkardığı sesten gurur duyarmışçasına yavaş ve mağrur bir yürüyüşle Ghinin masasına geldi.  Başını kaldırıp da adama bakan Ghin "ne var" diye çıkıştı. "Oturabilir miyim" dedi adam. Yüzünde haz duyan bir adamın gülümsemesi vardı. "Başka yer mi yok!" Diye adamı tersledi Ghin. Ancak kısa bir taramayla fark etti ki gerçekten yer yoktu. "Seni temin ederim ki rahatsızlık vermem, genç adam." Dedi ve Ghinin ayağını artık dayamıyor olduğu yamuk duran sandalyeyi geriye doğru çekti. Suratında ki iğrenç ifade bir dalkavuk olduğunu ele veriyordu ve gözlerindeki karşısında duran adama eziyet çektirdiğinden memnun bir işkenceciye yakışacak parıltı, Ghinin ondan hemen nefret etmesine yetmişti. Arkasına dönerek garson arayışına girişti ve en sonunda başardı. Kadının tam olarak yaklaşmasına izin vermeden Ghinin içkisini gösterdi ve işaret parmağıyla bir tane de kendisinin istediğini belirtti. Ghinin olmasından korktuğu gibi konuşmaya başladı: "neredeyse kendi boyun kadar bir kılıcın var ve onu yanında, davranmaya hazır tutuyorsun. Saçların eski Rokkun yerlileri gibi uzun ve örgülü. Gözlerin de tıpkı güney dağlarının halkları gibi. Masmavi bir alev gibi parıldayan bu gözler, belli ki çok ölüme şahit olmuş." Bu iddialı ve cesur sözler Ghinin ilgisini çekmişti çünkü tuhaf adamın söyledikleri doğruydu. Ghin güney dağlarındaki bir kasabadan geliyordu ve babası onu kendisi gibi bir Rokkun olarak yetiştirmişti. Adam konuşmaya devam etti: "oturuşundan ve ara ara etrafı kontrol edişinden anlıyorum ki yalnızsın. Bu da bir dosta ihtiyacın olduğu anlamına gelir." Ghin araya girdi: "Bir rokkunun tek arkadaşı kılıcıdır. " Adam kısa ve sessiz bir kahakaha attı. " Doğru dedin delikanlı. Şimdi son bir tahminde bulunmama izin ver. Sen bir ödül avcısı olmalısın. Ancak derdin asla para olmamış, doğru mu?" Bu adamdan her saniye daha da nefret ediyordu Ghin. Ama adam haklıydı. Ghin parayı umursamazdı. "Tek istediğin şey macera bence. Daha zor durumlardan sağ çıkmak, önünde sonunda görevini tamamlamak ve sonra uzaklara gidip yeni maceralar aramak sana paradan daha önemli geliyor, değil mi?" Ghin sabırsızca söze başladı: "Anladık, yabancı, gördüklerini okuyabiliyorsun. Ama benden ne istediğini anlamadım" adam konuşmak üzereydi ki Ghin beklemeden devam etti "sanma ki bu çok umurumda. Çünkü her ne istiyor olursan ol, ilgilenmiyorum." Adam hayal kırıklığına uğramış olsa da pek belli etmeden devam etti: "Maceraya aç bir delikanlıya göre biraz çabuk kestirip attın. Sana hayatın boyunca bir kez elde edebileceğin bir şans vermek istiyorum. Öyle ki, bu macerayı anlattığında çoğu insan sana inanmayacak bile." Adam sonunda Ghinin ilgisini çekmeyi başarmıştı ancak görebildiği tek heyecan belirtisi hafifçe kalkan bir kaş hareketi olmuştu. Yine de konuşmayı sürdürdü: "pek çoklarının rüyalarını süsleyen bir dizi seyahate çıkmak üzereyim. Ancak bana yoldaşlar lazım. Mesela güçlü, tecrübeli ve gözü pek bir savaşçı. Mümkünse genç ve hevesli olması da lazım. Sen bununla çok ilgilenmesen de karşılığında iyi para veririm. Tabi şanslıysak ve ikimiz de sağ kalıp dönebilirsek." Bu son detay Ghinin yüreğini hoplatmaya ve adamın teklifini merak etmesini sağlamaya yetmişti. Elindeki biranın kalanını bir dikişte içti ve adamın gözlerinin içine bakarak "Benim ismim Ghin, yabancı. Yalancı ve şarlatanlardan daha çok nefret ettiğim bir şey varsa o da masallardır. Ben efsanelere de vaatlere de inanmam. Bir antlaşma yaparız ve ona uyarız. Şimdi söylediklerinde ciddiysen, bana bir içki ısmarla ki konuşalım." Adamın gülüşü daha da çirkinleşti ve Ghine elini uzatarak "Benim adım Ejad Drahen." Dedi....
1 note · View note
adl1bbed · 1 year
Text
Clear and Muddy Loss of Love - Bölüm 17: Bir gönüllü yalnız başına oturmuş attığı yemin yutulmasını bekliyor
Wu Da aceleyle isimsiz vadiye döndü. Maskeli kişiyi selamladı, ardından görevinin raporunu verdi. Qi Yan'ın kitap dükkanında gizlice el yazmalarını satmasıyla ilgili her şeyi aktardı.
Bunu duyduğunda maskeli kişinin yüzünde garip bir gülümseme belirdi. Wu Da'nın tamamen kafası karışmıştı, fakat sormaya cesaret edemedi.
Onun yerine maskeli kişi, "Anlamadın mı?" diye sordu.
Wu Da ise dürüstçe cevapladı, "Bu kul anlamadı."
Maskeli kişi sessiz bir iç çekti, "Sana sorayım. Qi Yan, bir çiftçinin anne-babasını kaybetmiş oğlu, başkent sınavına giriş ücretlerini nasıl ödeyebildi? Nasıl kendine ufak bir konak kiralayabildi? Ve babasını gömmesi için yetim bir kıza yardım edecek parayı nereden buldu?"
Wu Da farkında olmadan, "Shifu'nun sağladığı sermayeyle..." diye cevapladı. Bunu dediğinde, bir şeyler anlamış gibi görünüyordu.
"Sahte İmparator Nangong, tahta pis yollarla çıktı. Her şey için fazlasıyla dikkatli olmak zorunda. Gelecekte Qi Yan'ı önemli bir göreve atamak isterse, kesinlikle geçmişini iyice kontrol edecek. Her ne kadar biz gerçek Qi Yan'ın ailesini ortadan kaldırmış olsak da, kökenleri ne kadar lekesiz olursa yaşlı haydut Nangong o kadar şüphelenecektir. Bilerek kendini ele veriyor."
Wu Da'nın ağzı açık kalmıştı. Gözleri şaşkın bir ifadeyle doldu, "Bunu beklemiyordum..."
"Ne?"
"Aklındakilerin bu kadar derin olacağını beklemiyordum. Shifu Qi Yan'ın gelecekte sorun teşkil edebileceğinden korkmuyor mu?" Eğer Qi Yan maskeli kişinin kimliğini öğrenecek olursa, bu da son derece tehlikeli bir mesele halini alırdı.
Maskeli kişi emin bir şeklide karşılık verdi, "Kimliğimi gizleme niyetinde olsam da, önünde sonunda gerçeği fark edebilecek zekaya sahip. Ama için rahat olsun, o zeki biridir."
Ayrıca, yanına aldığında Qi Yan yalnızca dokuz yaşındaydı. Maskeli kişi ona yıllar boyu öğrettiklerinden yola çıkarak Qi Yan'ın ne tür bir sonuç alacağını tam olarak biliyordu.
Qi Yan'ın dünya üzerindeki olaylara bakış açısı, niyeti, zekâsı ve pervasızlığı. Maskeli kişi, bunların hepsini bir neslin dalkavuk yetkililerine dayanarak geliştirmişti. Ve ayrıca halen... Qi Yan'ın dizginlerinden birini, onu yok etmeye yetecek kadar sıkı tutuyordu.
... ...
Qi Yan o altmış üç liangı pazar alanına götürdü. Önce bir terziye uğrayıp fil dişi beyazı bir cübbe aldı, ardından dükkan sahibinin önerisine kulak verip ekstra bir deniz mavisi cübbe ile kep ve kuşak satın aldı.
Qi Yan'ın yüz hatları annesine çekmişti, bu yüzden fil dişi beyazı cübbesini giydiğinde daha da nezaketli görünmüştü. Saf kehribar rengi gözleri, masmavi kep ve kuşağı ile eşleştiğinde büyüleyici bir görünüm kazanmıştı.
Dükkan sahibi ona bakarken dalıp gitmişti, farkında olmadan, "Genç efendinin gözleri... gerçekten, gerçekten nadide bir güzellikte," dedi.
Qi Yan hafifçe gülümsedikten sonra dürüstçe cevapladı, "Çocukken ciddi bir hastalığa yakalandım. İyileştiğimde gözlerim bu hali almıştı, geceleri görüşüm bozuluyor ve parlak ışıklara bakamıyorum."
Dükkan sahibi pot kırdığını fark etti, bu yüzden tekrar tekrar özür diledi.
"Xiao'er-ge'nın bunu bu kadar ciddiye almasına gerek yok, büyük bir şey değil." 
Ç/N: xiao'er: dükkan sahibi/tezgahtar
Qi Yan'ın ağırbaşlı, zarif ve kibar olduğunu gördüğünde dükkan sahibinin çenesi düşmeye başladı.
Qi Yan bir süre sabırla dinledikten sonra, "Xiao'er-ge'nın Xie An, yani efendi Xie diye birini tanıyıp tanımadığını sorabilir miyim?" dedi.
Dükkan sahibi gözlerini kırpıştırdı, "Genç efendi şehrin güneyinde yaşayan Efendi Xie'den mi bahsediyor?"
Qi Yan başını sallayarak onayladı, "Dün, üç gün içinde Xie köşkünde düzenlenecek bir ziyafete davetiye aldım. Bu kıyafet takımlarını da ziyafete katılmak için satın aldım. Eğer xiao'er-ge efendi Xie'yi tanıyorsa, onun hakkında bir-iki şey öğrenebilir miyim?"
Dükkan sahibinin gözlerinden anladığını gösteren bir bakış geçti, ardından açıklamaya başladı, "Bu Efendi Xie'nin geniş verimli arazileri, sayısız inek ve koyunu var; burjuvalığın hayat bulmuş hâli gibi! Efendi Xie bağışta bulunmaktan hoşlanır ve seçkin talebelerle arkadaş olmayı sever. Genç efendinin endişelenmesine gerek yok, tek yapmanız gereken katılmak. Bu kimsenin bir keresinde Efendi Xie'yi görme şansı olmuştu, gerçekten çok kibar biri!"
Qi Yan'dan bir karşılık gelmediği için dükkan sahibi ekledi, "Genç efendinin Xie köşkünün nerede olduğunu bilmemesi sıkıntı değil. Sadece şehrin güneyine doğru yürüyün ve herhangi bir dükkana sorun, birileri yolu gösterecektir."
Qi Yan dükkan sahibine teşekkürler etti, ardından terzi dükkanından ayrıldı. Pazardan biraz pirinç satın aldıktan sonra ufak konağına döndü.
Ayın on beşi.
Qi Yan sabah erkenden temiz ve düzenli bir şekilde giyindi, ardından şehrin kuzeyinden ayrıldı. Tıpkı dükkan sahibinin dediği gibi: herhangi bir dükkana sorarak Xie mülkünü kolaylıkla bulmuştu.
Şaşırtıcı şekilde, bu 'burjuvazi' Xie mülkü son derece sessiz ve güzel bir yerdi. Her mevsim yeşil kalan yoğun bir bambu ormanını geçtiğinde, el yapımı kaldırım taşlarıyla döşenmiş bir yolun sonunda Xie malikanesi görünüyordu.
Kapıların önünde dört hane hizmetkarı dikiliyordu. Qi Yan'dan önce başka bir talebe çoktan varmıştı.
O gün davetiyeyi getiren hizmetkar Qi Yan'ı fark etti. Hemen ona doğru koşup geldi, saygıyla tek dizi üzerine çöktü, ardından gülümsedi, "Genç efendi Qi, gelmişsiniz? Efendim sizin davetiyeyi kabul ettiğinizi duyduğunda çok sevinmişti. Lütfen bu basit kimseyi takip edin."
Qi Yan ona kısık sesle teşekkür etti, içten içe şöyle düşünüyordu: Xie köşkünün hane hizmetkârları bile akıllı ve saygılıydı. Efendileri de basit biri olmasa gerekti.
Qi Yan kapılarda davetiyesini gösterdi, ardından yol boyunca hane hizmetkarını izleyerek su kenarındaki kamelyaya vardı. Orada akşam yemeği masaları çoktan kurulmuştu ve birkaç genç talebe bir sohbetin ortasındaydı.
Qi Yan'ı gördüklerinde, hepsi kalkıp ellerini birleştirerek saygıyla eğildi. Birer birer kendilerini tanıttılar.
Qi Yan da bir koltuk seçip oturdu, ardından onların sakin sohbetlerini dinlemeye koyuldu. Qi Yan sohbeti dinleyerek bir benzerlik fark etti: her biri geçen güz sınavında farklı vilayetlerde ilk üçe girmişti. Hatta içlerinden birisi Cha vilayetinin Jieyuan'ıydı!
Zaman geçtikçe, ziyafete toplamda bir düzineden fazla davetli geldi. Qi Yan bu insanların hepsinin çok genç olduğunu fark etti. Ayrıca giyimleri ve üsluplarına bakarak pek varlıklı insanlar olmadıklarını söyleyebilirdi.
İçten bir kahkaha sesini takiben, etrafı hane hizmetçileriyle çevrili otuz yaşlarında bir adam dışarı çıktı. Bu kişi kamelyaya geldi, ardından ellerini birleştirerek eğildi, "Bendeniz Xie An, onursal adıyla Yuanshan; bu naçiz meskene gelen tüm talebe dostlarıma teşekkürlerimi sunuyorum."
Ç/N: 谢安 xie - teşekkür | an - sakinlik/huzur/dinlenmek | 远山 yuan - uzak | shan -dağ
Xie An sade bambu yeşili bir cübbe giymişti ve belinde yeşimden bir aksesuar asılıydı. Görünümü şık bir talebeyi andırıyordu.
Herkesin bakışları Xie An'a odaklanmışken, Qi Yan'ın dikkati onun yanında gelen genç adamın üzerindeydi.
En başta adam farkında olmadan 'kültürlü ve soylu hareket' ile giriş yapıp sonradan bunu bıraktığında, Qi Yan'ın ilgisini çoktan üzerine çektiği söylenebilirdi.
Bu kişi koyu siyah bir cübbe giyiyordu. Belinde herhangi bir aksesuar takılı değildi. Saçları beyaz yeşim bir toka ile yukarıda tutturulmuş, dudaklarının üzerindeki bıyığı düzgün bir şekilde kırpılmıştı.
Xie An bir süre hoş sohbet ettikten sonra, elini yanındaki genç adama doğru kaldırdı, "Bu basit kardeşiniz size seçkin bir talebeyi tanıtsın: Xu Wang, onursal adı Shuhan."
Ç/N: 许望 xu - izin vermek | wang - dilek | 叔寒 shu - amca | han - soğuk
Qi Yan'ın kalbi tekledi. Bu kişinin gözüne tanıdık gelmesine şaşmamalıydı!
Önceden Nangong soyunun yetişkin prenslerinin tablolarını görmüştü. Bu kişinin görünümü ise yalnızca birkaç yıl içinde değişmişti. 'Xu Wang' ve onursal adı sahte olsa da, 'Wang' karakteri gerçeğine uygundu.
Üçüncü Prens Nangong Wang, yirmi sekiz yaşında. Öz annesi Cariye Shu'ydu.
Ç/N: 淑 shu - kibar ve nezaketli
Qi Yan'ın parmakları geniş kol yenlerinin içinde hafifçe kıvrıldı. Xie An'ın etrafındaki gizem artık çözülmüştü.
Demek bu yüzden adresini bulabilmişti; Nangong Wang için çalışıyordu.
Nangong Rang'ın arka koltuğu boştu ve henüz bir Veliaht Prens de seçmemişti. Bahar sınavı başlamak üzereydi. Nangong Wang bu kritik anı seçip Xie An'ın bağlantılarını kullanarak çeşitli vilayetlerden mütevazı geçmişleri olan ve ilk üçe giren talebeleri bir araya toplamıştı, buna yönelik amaçları çok açıktı.
Shifu, Nangong Wang'ın diğer tüm prenslerden daha derin planlara sahip olduğunu söylemişti.
Nangong Wang'ın onun arayan gözlerini fark ettiğinden emin olduğunda, Qi Yan 'hiçbir iz bırakmadan' bakışlarını çekti. Kehribar rengi gözleri sakin ve etkilenmemiş halini korurken diğer talebeler gibi dudaklarına dostane bir gülümseme yerleştirdi. 
Görünüşe göre her şey Qi Yan'ın beklediği yöne doğru ilerliyordu.
Xie An geniş kol yenini salladı. Düzinelerce hane hizmetçisi düzenli bir balık sürüsü gibi akarak içeriye leziz yemekler, meyveler ve yıllanmış şaraplar taşımaya başladı.
Uygun zamanda uzaktan telli ve üflemeli çeşit çeşit enstrümanın sesi gelmeye başladı. Talebeler o yöne baktığında, gölün orta yerindeki platformu fark ettiler. Müzisyenler çoktan bambu bir sal ile oraya gelmiş ve platformda performanslarına başlamışlardı.
Gölün ortasındaki platform, suyun kenarındaki kamelyadan uygun bir uzaklıktaydı. Enstrümantal müzik uzaktan geliyor, gürültü oluşturmadan ortamı canlandırıyordu.
Yeniden baktıklarında ise uzakta birkaç zarif dansçı, müzikle salınıyor ve dans ediyordu. Yalnızca uzaktan izlenebilen olağanüstü bir hazza şahitlik etme hissi yükseliverdi, zevkin doruğuydu.
Buradaki tüm talebelerin mütevazı geçmişleri vardı. Aileleri sırf bir juren yetiştirmek için maddi durumlarını zorlamışken, nasıl öncesinde böyle bir gösteri izlemiş olabilirlerdi ki?
Afallamış, sersemlemiş ve gıpta etmiş haldelerdi. Nangong Wang istemsizce verdikleri bu tepkilerin tümünü zihnine kaydetti.
Qi Yan ise içinden sessiz bir kahkaha attı. Yüzüne diğerlerininkiyle uyumlu şaşırmış bir ifade yerleştirdi, fakat uygun zamanda bakışlarını çevirdi.
Üçüncü Prens Nangong Wang yalnız başına oturup yemin yutulmasını beklemek için kılık değiştirip bu ziyafete gelmişti. Qi Yan ise tam tersini yapmakta ısrarcıydı.
Bir gönüllü, yemi yutar.
Ziyafet başladı. Bir kişinin yetişebileceğinden daha fazla leziz yiyecek birbiri ardına sıralanmıştı.
Xie An bir içme oyunu teklifinde bulundu: her kap için bir kafiye.
Tüm talebeler başlamak için sabırsızlanıyordu. Her biri edebi yetenekleriyle diğerlerini şaşırtmayı umuyordu.
Nangong Wang kafiyeyi başlatmaya davet edildi. Bir kap şarabı bitirdi, ardından gülümseyerek, "O zaman başlıyorum: 'Talih çiftler halinde gelir, başarı çiftleri talihlidir.'" dedi.
Ç/N:  好 事 成 双 成 事 好
Bu başlangıç kafiyesi basit görünebilirdi, fakat aslında içinde iki tüyo saklıydı. 'Çift' karakteri ortadan ikiye bölündüğünde, cümlenin başı ve sonu tamamen aynı oluyordu. Cümle sondan okunduğunda da birebir aynısı oluyordu.
Birkaç kişi devamını bir kafiyeyle eşleştirmeyi başardı, fakat hiçbiri şık durmamıştı.
Daha fazla kişi ise sondan okunduğunda aynı olan cevaplar vermişti, ama onlar da ortadan simetrik cümleler değildi, bu yüzden kendilerini üç kap daha içerek cezalandırdılar.
Sıra Qi Yan'a geldiğinde bakışlarını aşağı çevirerek bir an düşündü. Herkes onu izlerken yavaşça ayağa kalktı, "Kardeş Yuanshan, kardeş Shuhan, edebiyattan olan tüm dostlarım. Bu kabı içmediği için Qi Yan'ı bağışlayın."
Xie An Nangong Wang ile bakıştıktan sonra gülümseyerek sordu, "Niçin? Bu konağın şarabı genç efendi Qi'nin zevkine uymuyor mu?"
"Ondan değil. Bu saygıdeğer köşkün şarabı eşsiz ve enfes; fakat bu kimse ne yazık ki bu zevki tadamaz. Bu kimse çocukluğunda ciddi bir hastalık geçirdi. Neyse ki hayatta kalmış olsam da, bunun sonucu olarak gözlerimin rengi değişti. Geceleri görüşüm bozuluyor ve parlak ışıklara bakamıyorum. Hekim bu kimseye tekrar tekrar içki almamasını tembihledi."
"Eğer böyleyse, davetlilere uygun düşmeyecek ikramda bulunmak, genç efendi Qi'yi ihmal etmek bu basit kardeşin suçu. Birisi gelsin! Efendi Qi'ye onun yerine bir bardak yüksek kalite biluochun* koyun."
Ç/N: Biluochun çayı, diğer bir adı ile Pi Lo Chun, yeşil çayın bir türüdür. En kıymetli ve nitelikli 10 Çin çayından biri olarak kabul edilir.
Ani bir ses duyuldu, "Uygun kafiyeyi bulamadığını kabul et işte. Neden bahaneler uyduruyorsun?"
Qi Yan başını çevirip bir baktı. Ona soruyu yönelten kişi Cha vilayetinin Jieyuan'ı: Liu Yimei idi.
Ziyafetin başında Jieyuan unvanını duyurmuştu, fakat içme oyunu sırasında kendini üç ekstra kap ile cezalandırmak zorunda kalmıştı. Ve böylelikle, öfkesini Qi Yan'dan çıkarmıştı.
Nangong Wang bir miktar ilgiyle Qi Yan'a baktı. O ise kayıtsız bir tavırla gülümsedi ve tartışmaya girmedi. Onun yerine, seviyeli bir tonda cevap verdi, "Yorgun kuşlar ormana dönüyor, orman ise yorgun kuşlara ait."
Ç/N:  倦 鸟 归 林 归 鸟 倦
Qi Yan bir kez daha dönüp Liu Yimei'ye bakmadı. Geri yerine oturdu ve fincanını kaldırıp ufak bir yudum aldı.
Kalabalıktan yükselen alkış seslerinin arasında, Nangong Wang'ın gülümsemesi belirginleşirken Liu Yimei'nin yüzünün rengi beyaz ile kırmızı arasında gidip geliyordu.
Qi Yan'ın kafiye dizesi basit olup dikkat çekici değil gibi görünebilirdi, fakat zengin kavramlar ve yaratıcılık içeriyordu. 'Yorgun kuşlara ait' ifadesi de şık ve derindi.
Qi Yan yanlış iddialara fırsat vermemek için bu davranışlarda bulunmuştu. Sıra dışı gözleriyle de doğrulandığında, artık kimse onun şarap içemeyeceği iddiasına şüpheyle yaklaşamazdı.
1 note · View note
Text
Orhan Pamuk / Türkiye'nin nasıl bir yer olduğunu, burada yaşayanların nasıl insanlar olduğunu erken yaşta hayattan ve gazetelerden öğrendiğim kadar Aziz Nesin'den öğrendim
Tumblr media
Orhan Pamuk, ölümünün ardından kaleme aldığı yazıda Aziz Nesin'in edebiyatını değerlendiriyor. "Ortaya eşi benzeri modern Türk edebiyatında olmayacak kadar geniş, kapsayıcı, zengin ve okunması zevkli bir yazı çıkardı. Her zaman öfkeli, her zaman gülümseyen bir yazı" diyor.
Haberi bakkalda dalgın dalgın gazeteye bakarken öğrendim. Oysa iki saat önce aynı gazeteyi evde okumuştum, ama haber yoktu orada. Alışverişimi yaptım, elimde plastik torbalar yazıhaneye girdim: Plastik torbaları koltuğa değil, mutfağa koymalıydım, ceplerimi boşaltmalı saatimi çıkarmalıydım, faks makinasına bakacaktım, ama orada kalakalmıştım. Ağlamaya başladım. Bu işi öyle sık yapan biri değilim. Kendime şaştım, sinirlerimin bozuk olduğunu, öfkeli olduğumu, buna benzer şeyleri düşündüm, ama başka şeyler vardı aklımda. Faks makinesindeki kağıt bu yazıyı hemen yazabileceğimi söylüyordu. Masaya oturdum. Aziz Nesin'i ilk gördüğümde sekiz yaşındaydım. Ankara'daki Bilgi Kitabevi'nde kitaplarını imzalıyordu. Annem ağabeyimle beni, kitapçının olduğu Sakarya Caddesi'ne alışverişe götürmüştü. Orada, çarşının gürültüsünden ve erken gelen sonbahar akşamının karanlığından uzakta arkada bir yerde, çekici ve güven verici kitap kokusu içerisinde insanların arasında bir adam kitaplarını imzalıyordu. İleride ben de  bir yazar olacaktım. Evimizde kitapları okunurdu, ben de okumaya başladım. Türkiye'nin nasıl bir yer olduğunu, burada yaşayanların nasıl insanlar olduğunu erken yaşta hayattan ve gazetelerden öğrendiğim kadar ondan öğrendim. Hayatlarımızda büyük, derin bir yarayı andırır bir eksiklik vardı. Bunun ruhsal bir acı gibi farkındaydı, ama çocuklar gibi örtbas etmeye, bir yamayla yamamaya, milli bir gururla parlatmaya, hatta bilerek seçilmiş bir özellik gibi onunla övünmeye hazırdık. Bir kenara itilmişliğimizin, yoksulluğumuzun ve birbirimize karşı gaddarlığa varan acımasızlığımızın arkasında da bu eksikliğin, bir çeşit hamlığın ve öfkenin olduğunu da seziyorduk. Hayatın her çeşnisinde, günün her saatinde kendini hatırlatan bu eziklik ve öfke bize önce, "Biz adam olmayız" dedirtir, sonra da mahallemize Amerikalılar misafir geldiğinde gençlerimizi konuk ağırlanan evin penceresi önünde toplattırır, İstiklal Marşı söylettirirdi.
En hurda ayrıntısına kadar
Aziz Nesin kitaplarında bu kırılganlığın ve bir gün kolayca, kurnazca, kestirmeden bu eziklikten kurtulma umudunun her rengini, her belirtisini, her sonucunu, her tuhaflığını bize zevkle anlatıyordu. Çocukluğumda onun hikayelerini okurken İstanbul'un ve bütün Türkiye'nin her türlü günlük hayat rengi, dolmuş kapısının nasıl açılacağından, genel helaların seyrekliğine ilişkin sokak gözlemi, dikiş makinesinden oturağa, düdüklü tencereden ütüye ev eşyalarının canlılığı, bizi kısa yoldan açığa vuran dil ve konuşma alışkanlıklarımız, kaynanalar, emekliler, çocuklar, kediler, bir şehri şehir yapan bütün o aileler, hayatlar, dükkanlar ve devlet daireleri en hurda ayrıntısına kadar, bende derin bir gerçeklik duygusu uyandırarak canlanırdı. Daha sonraki yıllarda da dönüp dönüp yeniden okuduğum hikayeleri, orasından burasından karıştırarak ve çoğu zaman en beklemediğim anda gülerek hatırladığım kitapları, beni her seferinde Aziz Nesin'in dikkatinin ve gözlem gücünün bitip tükenmeyen canlılığına, oynaklığına, çeşitliliğine imrendirirdi. Onun en büyük başarısı da budur: Dünya edebiyatında yaşadığı şehrin ve ülkenin hayatına ve insanlarına bütün ayrıntılarıyla bu derecede tanıklık eden ve bu kadar da rahat okunan çok az yazar vardır. Özellikle Demokrat Parti'nin ilk yıllarından başlayarak, yetmişli yılların sonuna kadarki otuz yıllık dönemin İstanbul ve Anadolu hayatının bütün kahramanları, bütün o idare memurları, yeni zenginler, işsizler, üçkağıtçı politikacılar, taksi şoförleri, sosyete kadınları, askerler, askeri darbeciler, tutuklular, mahkumlar, suçlular, ırz düşmanları, pavyon kadınları, köy muhtarları, futbolcular, aydınlar, ağalar, şeyhler, imamlar, eskiciler, dolandırıcılar, hırsızlar ve akla hayale gelebilecek her meslekten, her cinsten, her huydan insan, tıpkı bazı Osmanlı surnamelerinde olduğu gibi onun kitaplarından geçerler. Hiçbir Türk yazarı bu otuz yıllık dönemin İstanbul hayatının ayrıntılarına Aziz Nesin'in gösterdiği kapsayıcı ve akıllı dikkati göstermemiştir. Romandan çok kısa hikaye yazması Aziz Nesin'i hayattan doğrudan aldığı malzemeyi bir büyük hikayeye bütünsellik ilişkileri içersinde bağlama zorunluluğundan kurtarmış ve böylece ilgisini çeken, severek ve zekice anlatabileceği herşeyi; her durumda yazıya dökebilmiştir.   Kitaplarını yeniden okur, karıştırırken -ki bunu sık yaparım- onun günlük hayatın her ayrıntısına, her konuya çabucana girebilmiş olmasına şaşarım en çok. Bir de bu kadar kolay okunabilir olmasına, her türlü okurun dikkatini çekecek geniş bir merak unsurunu sürekli canlı tutabilmesine...
Altıncı parmak
Bu büyük yaratıcılığın arkasında, yazarlığın esinlenmekten çok çalışmakla ilgili bir iş olduğunu anlamış herkesin göreceği gibi, benzersiz bir çalışma gücü ve isteği olduğunu biliyorum. Aziz Nesin her zaman her durumda sürekli yazardı ve yazı hayatının büyük kısmında yaratıcılığının matbaaaların ve baskı makinalarının hareketine yetişmek zorunda olmasının yazılarının değerinden vazgeçmek için bir özür olamayacağına karar vermişti. Bir keresinde Fransa'da birlikte yolculuk etmiştik. Bir otele girdik, yanyana olan odalarımıza yerleştik. Üç - beş dakika sonra, bir bahaneyle çaldığım kapısını açtığında, elinde oturup hemen kullanmaya başladığı bir kalem vardı. Kapıyı açmadan önce kalemi niye masaya bırakmadı da elinde kalemle kapıyı açtı? diye uzun uzun düşündüğümü hatırlıyorum. Daha sonra eski bir köşe yazısında, eski ve unutulmuş köşe yazarlarından Mahmut Sadık'ı anlatan bir cümlenin Aziz Nesin'in beynine  "çakıldığını" okuyacaktım: "Mahmut Sadık'ın elinde kalem altıncı parmak olmuştu." "Ne zaman bu benzetişi ansısam," diye ekliyordu yazısında, "elimdeki kaleme bakarım, içim burkulur." Ama çalışmak onun için iç burkucu bir şeyden çok hayatın acımasızlığına karşı bir inada, hayata karşı kazanılmış bir zafere dönüşmüştü. En kötü zamanlarda bile onu yapılabilecek şeyleri araştırmaya yönelten umudu ve akıllı düşmanlarının da hayran olduğu cesaret ve özgüvenini de kendi çalışma gücünü tanımaya borçlu olduğunu düşünüyorum. Sürekli çalışabildiği ve bazı insanların makinalara ya da aşka inanabilmesi gibi o da yazıya inandığı için hayatın anlamı ve amacı onun için hep pırıl pırıl açık kaldı. Bu yüzden başkalarının kararsız kaldığı, gördüklerine inanmadıkları, başka dostların ya da örgütlerin tanıklığını ya da desteğini arayarak bocaladığı durumlarda o öne çıkıp kendine güvenle ilk tepkiyi verirdi. Düşündüğünü açıkça ifade etme ayrıcalığının yalnızca cesurlara bırakıldığı bir ülkede Aziz Nesin pek az yazara nasip olmuş bir keyifle cesaretinin tadını çıkarırdı.
Kendi sustuğu zaman
Kendi sustuğu zaman başkalarının da sustuğunu ya da sesinin duyulmadığını, kendi hak edilmiş cesaretinin başkalarında haklı ve yararlı bir utanç uyandırdığını görüyordu. Düşünmek ile cesaretin yavaş yavaş birbirine karıştırıldığı bir ülkede düşünceden önce cesareti harekete geçirmek gerektiğini ve başkaları söyleyince kulak asılmayan pek çok sözü kendisi söylediğinde düşüncenin şu veya bir şekilde harekete geçtiğini biliyordu. Toplumsal hayatla ilgili pek çok derdin doğal bir teslimiyetçilikle devletçe çözümlenmesinin beklenmesi gibi, düşünsel ve siyasal hayatla ilgili bütün sorunların da benzer bir vekalet anlayışıyla kendisi gibi olanlara, bazen de yalnızca kendisine bırakıldığını hissediyordu. Kısa hikayelerinde cesur yazara daha da cesaret öneren, ondan daha da ileri gitmesini isteyen, onu ölçüsüzce öven ama kendisi etliye sütlüye karışmayan, sesini hiç çıkarmayan vatandaş örneklerinden pek çok kereler söz eder.
Herşeyi yazmak isteği
Pekçokları gibi, açıksözlülüğünün ve yaratıcı kışkırtıcılığının çağrıştırdığı cesaret ve onur sorunlarıyla zaman zaman heyecanlı bir şekilde ilgilensem de beni ona asıl bağlayan şeyin, bazan saplantılı hale giren ilgimin onun yazarlığından, yazarlık tutumundan kaynaklandığını biliyorum. Herşeyi yazmak isteği! Arkada büyük bir eser bırakma tutkusu! Herkesin bildiği, ama bildiğini bilmediği gerçeği parlak bir şekilde, bir hamlede söyleyebilme hayali... Bütün bunları, kitapları kitapçı raflarına taşıma zevki... Aziz Nesin'in ve çalışma ayrıntılarını öğrenmekten hoşlandığım günlük hayat alışkanlıklarının, saklamanın, biriktirmenin, dosyalamanın, bir gün bir işe yarar diye bir kenara koymanın, yazıya iyimser ve yararcı açıdan yaklaşmasının arkasında bu istekler olduğunu hayal ettim hep. O bütün bunları sabırla, çalışkanlıkla, gayret ve zevkle yaparken, ortaya eşi benzeri modern Türk edebiyatında olmayacak kadar geniş, kapsayıcı, zengin ve okunması zevkli bir yazı çıkardı. Her zaman öfkeli, her zaman gülümseyen bir yazı. (Orhan Pamuk / 12 Temmuz 1995 / Milliyet)
0 notes