selam... bu gece sana yazmak istediğim gecelerden yalnızca biri. bir yere yazarsam rahatlayacağımı düşündüm ama söyleyeceklerimin bir word dosyasında tıkılı kalmasını da istemedim. “söyleyeceklerim” yazarken dakikalarca durup düşündüm. söylemek istediklerim var sana, zamanında söylemek istediklerim, şimdi söylemek istediklerim, söylemediğim için pişman olduklarım... keşke en başından itibaren böyle olmasaydı her şey. keşke sadece sana şarkılar söyleyebilseydim ve uzun telefon konuşmalarımızda günümün nasıl boktan geçtiğini ya da sınıfa gelen yeni kızı anlatsaydım. keşke en başından sana her şeyi doğruca yalan söylemeden aktarsaydım. yıllar önce nasıl zorbalığa uğradığımı, bütün bir şehir tarafından dışlandığımı, dışarı dahi çıkmadığım yıllarımı utanmadan sana anlatabilseydim. keşke yaşadığım zorbalığı aptal bir çocukluk kabusu olarak görüp anlamsızca kurdeleler ve kurutulmuş çiçeklerle süslemeseydim. bu, romantize edilebilecek bir şey değildi. keşke ilişkimize başka kimseyi dahil etmeseydim. lafta bile olsa, sözde bile kalsa rahatsız oluyordun ve farkındaydım. sadece beni daha çok sevmeni istedim. zannettim ki kıskanmak sevmekti, kıskanman için başkası gerekirdi. kıskanmadığını hissettiğim her an ruhum ağzımdan uçup gidiyordu sanki. bu ilişkide hatalı olan tek bir taraf yok biliyorum ama yine de kendimi suçlamaktan ve üzülmekten başka bir şey gelmiyor elimden. ağlamak istemiyorum ama kendimi üzgün, kırgın ve yorgun hissediyorum. en başını hatırlamaya çalışıyorum... en başında sana senden hoşlandığımı söylediğim gün kalmış hatırımda sadece. ondan önce nasıl tanıştık, ne konuştuk, senden nasıl hoşlandım hatırlamıyorum... sana senden hoşlandığımı söylediğimde gerçekten hoşlanmıyordum... en azından romantik açıdan. kafanın karıştığını, yönelimini daha bilmediğini söylemiştin. çok sinirlenmiştim sana. nasıl olabilirdi böyle bir şey? peki ya ben biliyor muydum kendimi? ne hissettiğimi, neyin doğru neyin yanlış olduğunu? sonrasında işler nasıl gelişti hatırlamıyorum... sene kaçtı acaba 2019-2020 mi? arada küstük mü hatırlamıyorum. konuşmadığımız bir zaman vardı onu biliyorum ama neden konuşmuyorduk nasıl yeniden konuşmaya başladık onu da hatırlamıyorum. ufak tefek anılar var sadece aklımda. papatyalar ve kahveler... piyanom, yiruma river flows in you ve einaudi experince, kediler ve şarkılar... yüzünü unuttum mesela, sesini unuttum, ellerini unuttum. çok bir şey yok aklımda. üzüntülerin ve sevinçlerinin benimle paylaştığın kadarı var aklımda. dişinin ağrısı, yeme bozukluğun, beden algı bozukluğun, annen, baban, kardeşin, adın ve soyadın kaldı sadece aklımda bitiren bendim. belki de benim ne kadar kalpsiz olduğumu, seni hiç sevmediğimi, seni unutup hayatıma hiç yokmuşsun gibi devam ettiğimi düşünmüş olabilirsin. ama yemin ederim öyle değildi. evet kendim için bitirdim. çünkü seni seviyordum ve sabah akşam seni düşünüyordum, doktor olmak istiyordum ve çalışmalıydım. kendimi düşünüp bencilleştim, bütün evren beni korkutuyordu. ufak bir çevrem var, ya öğrenirlerse dedim. korktum. korkakça davrandım, savaşmadan kaçtım. eğer senle ayrılırsam her şey biter sandım. seni unuturum, seni hiç sevmemiş gibi olurum sandım. yanıldım. eskisinden bile daha çok düşündüm seni. o kadar çok özledim ki kalbim göğüs kafesimi parçalayıp çıkıp gitti sanki. sana zamanında yalanlar söyledim, zamanı değildi. ve buna rağmen beni anlayacağını düşündüm. evet dedim şimdi çıkacak ve beni anladığını söyleyecek. korkakça seni engellemiştim ki bana mesaj atama. öfkeni, üzüntünü ve beni unutuşunu görmekten korktum. hiç mesaj atmamandan korktum bu yüzden engelledim. sınavdan bir hafta önce engelini kaldırdım. emindim çünkü, anlamıştın beni ve durumumu. sınavımda başarılar dileyecektin. mesaj atmadın, aramadın. yok gibiydin. hiç olmamış gibiydik. mesaj atsaydı dikkatim dağılırdı sınavda seni düşünürdüm, iyi ki atmadın dedim. sınavdan sonra atacaktın, tebrik edecektin beni. etmedin. bütün bir yaz tatilini üzülerek geçirdim. hem seni özlüyor ve üzülüyordum hem de sınavıma üzülüyordum. hayatımın en depresif dönemiydi. her gün sabahtan akşama şeytanlarımla boğuşuyordum. 48 gün boyunca her uyuduğumda kabuslar gördüm. uyumak istemedim. gecelerce uyanık kaldım. artık bitip gitmişti sınav. sen de yoktun. ne konuşacak kimsem vardı ne de çalışacak dersim. ağlayamadım da yas da tutamadım. kendimi sana iyi anlatamadığıma yandım. umarım yoldan geçerken sana uğramış uzak bir tanıdıkmışım gibi unutmuşsundur beni, hatıranın tozlu sayfalarında ismi bile olmayan biri olmuşumdur. şu an mutlu olman beni mutlu eder çünkü mutluluğu hak ediyorsun. hayatında başka biri olduğunu biliyorum. benim de hayatımda birileri oldu, çok da sevdiklerim oldu. hiçbiri senin kadar acıtmadı. sen ve ben hiçbir zaman hak ettiğimiz ayrılığı alamadık. en azından arkadaş kalabilirdik. seni dinlerdim sen de beni dinleseydin. uyuyamadığım gecelerde seni düşündüm aynı bu gece gibi. beni görmezden geldiğin geceler oldu zamanında biliyoruz bunu ikimizde. zamanı değil demek ki diyerek ertelediğim ölümsel düşünceler oldu. online oluşunu görürdüm ama bana yazmazdın. twitterda kavga ederdin, instada idollerini överdin, kim bilir ne uygulamalar kullanıyordun ben kaçırmıştım, ben senin bana iyi geceler yazdığını görmeden uyumazdım. sen bunları bilmezdin. her bunlar yaşandığında o kadar üzülürdüm ki ölecek gibi hissederdim. denizin tam orta yerinde yanımda kimseler yokken bacağıma kramp girmesi gibi bir his. ölecek gibiyim, endişeliyim ve çok sinirliyim. defalarca gururumu kırıp yeniden, yeniden, yeniden, yeniden yazdım sana. bütün o depresif gecelerim ve ölmek istediğim anlardan sonra senin başka birin varken bile yazdım sana. arkadaşlarım beni uyarırdı, yanlış bu bırak bu kızı derlerdi, sana diş bilerdim, onlar da diş bilerlerdi. uykusuz gecelerimde bunları hatırladım, beni hiç sevmediğini düşünüp üzüldüm. eğer beni hiç sevmemiş olsan bile bana yaşattığın güzel hislerin hepsi için teşekkür ederim. hiç acı çekmemiş ve ağlamamış olmanı dilerim. benim de ağlamış olmamı dilerim. eğer ağlasaydım her şey içime bir bıçak yarası gibi oturmazdı. sana adadığım şarkıları dinleyemiyorum, kaymak’ı aneke’yi her görüşümde yüreğim sızlıyor, piyanoya elimi bile sürmedim aylardır. keşke ağlamış olsaydım zamanında her şey içimde bu kadar taşlaşmasaydı. seni ömrüm boyunca unutamayacağımı biliyorum. hala seninle olan ilişkimizin arkadaşlık boyutunu özlüyorum. sen benim gözümden hiç düşmeyen bir göz yaşım oldun, sana hiç veremediğim bir buket çiçeğin kurdelesi oldun. sevemediğimiz kedilerimizin doğmamış çocuklarında kaldı artık sana olan aşkım. bu yazıyı hiç okumayacaksın, beni hiç hatırlamayacaksın, merak etmeyeceksin. bense kendi tercih ettiğim bu yolda yürüyeceğim ve kendimle gurur duyacağım. kendimi sevmem gerek, bunun için senden nefret etmeyi denedim ama başaramadım. canımı yaktığın gibi canını yakmak istedim en çok benim canım yandı. bu yazı sana son yazışım olacak. artık ne günlüğüme ne hikayelerime ne de worddeki anlamsız dosyalarıma seni anlatacağım. metroda gördüğüm kızı sen sanmayacağım, gelirsin diye kızılayda seni beklemeyeceğim. hiçbir fotoğrafın, mesajın kalmadı bende. takipleştiğimiz bütün uygulamaları kana buladım, artık hiçbir yerde yokum. senin olabileceğin hiçbir yerde olmayacağım. sen de bana yazmayacaksın. bana ulaşmak istemeyeceksin.
kendimi seveceğim. kendimle gurur duyacağım. bütün insanlığın işine yaramak istiyorum. anatomi çalışırken seni düşünmek istemiyorum. biyokimya dersinde seni hatırlamak istemiyorum. dizi izlerken senin de izleyip izlemediğini merak etmeyeceğim. bu sana ilk ve son vedam olacak. umarım ömrün boyunca mutlu olursun, bir zamanlar ankaradaki bir noktanın seni ne kadar sevmiş ve özlemiş olduğunu hatırlayıp gülümsersin. anneni affet, kardeşini sev. ülkeden kaçmak tek çözüm yolun değil. sen akıllı bir kızsın, kitap oku, yeni şeyler öğrenmekten zevk al ve istediğin işi yap. bahçeli bir ev bir köpek, üç de kedi al. taylor swift sana beni hatırlatsın. seni unutmama izin ver.
aklımdan çık artık.
seni unuttur.
sayısız penceren vardı bir bir kapatmıştım bana dönesin diye, açıyorum pencerelerini dönmeyeceğin bir yer seç, bana kendini hatırlatma.
şiirlerimi, şarkılarımı bana bırak ve git.
mutlu olalım.
2 notes
·
View notes
Oğuzhan Koç'tan yeni albüm sinyali
https://pazaryerigundem.com/haber/178488/oguzhan-koctan-yeni-album-sinyali/
Oğuzhan Koç'tan yeni albüm sinyali
Beş yıldır üzerinde çalıştığı 7 parçadan oluşan albümünü tamamlayan Oğuzhan Koç, şarkılarını kısa aralıklarla dinleyiciyle buluşturacak. Arabesk-funk türündeki ilk single ‘Bi Şey Eksik’ bu yaz her yerde dinlenecek, sıcak günlere damgasını vuracak…
İSTANBUL (İGFA) – Türkiye’nin en iyi söz yazarı ve bestecileri arasında yer alan, çıkardığı şarkılar dinlenme rekorları kıran Oğuzhan Koç, 7 şarkıdan oluşan yeni albümünü tamamladı. Farklı aralıklarla tek tek müzikseverlerle buluşacak olan şarkıların ilki ‘Bi Şey Eksik’in söz ve müziğinde kendisinin ve Çağrı Telkıvıran’ın imzası var. Şarkının düzenlemesini de uzun zamandır beraber çalıştığı Çağrı Telkıvıran yaptı.
Bu albüm Oğuzhan Koç’un 2019’dan beri üzerinde çalıştığı ve yayınlamak için doğru zamanı beklediği şarkılardan oluşuyor. Albümde bir ay önce yazılmış şarkı da var 2019’un yazında tamamlanmış şarkı da. İlk sinle ‘Bi Şey Eksik’ 5 yıldır sırasının gelmesini bekliyordu!
‘Bi Şey Eksik’ uzun zaman sonra Türkiye’de dinleyiciyle buluşan ilk Arabesk funk türündeki şarkı. İddialı bir parça olan ‘Bi Şey Eksik’in büyük kitleler tarafından kucaklanacağı öngörülüyor. Oğuzhan Koç bu single için “Beğenen çok beğenecek, beğenmeyen de ilk başta ne alaka deyip sonra çok sevecek!” diye konuştu.
Barlardan restoranlara, plajlardan partilere dek her yerde çalınacak olan ‘Bi Şey Eksik’ herkesin keyifli ve eğlenceli bir yaz geçirmesi “Oh be” demesi için yapılmış bir şarkı. Oğuzhan Koç “Uzun zaman sonra kendimi daha neşeli ve enerjik hissettiğim için albüme bu şarkıyla başlamayı uygun gördüm” sözleriyle şarkısına ne kadar güvendiğini vurguladı.
Toplam beş yıldır biriken ve bazıları Çağrı Telkıvıran iş birliğiyle hazırlanan şarkıların tamamının söz müziğinde, Oğuzhan Koç’un imzası var. Yıl sonuna kadar dinleyiciyle buluşacak şarkılar arasında eğlenceli dans hitleriyle birlikte slow ve romantik parçalar da yer alıyor. Albümde her parça pop, arabesk, funk, latin, Afro, akustik gibi farklı müzik türlerini yansıtıyor. Bu albüm her tarz müzik dinleyicisine hitap edecek renklilikte!
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı – Güven Tunç
✍🏻 Ali Erkan Güneri
Güven Tunç’tan artık yeni romanını heyecanla bekliyoruz.
Yine de “Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı” romanını sizlere tanıtmak istiyorum. Bu romanı tanıtmayı bir görev, bir insanlık görevi olarak kabulleniyorum tıpkı yazılması gibi. “Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı”, Güven Tunç’un 2019 Ağustos’unda Ürün Yayınları tarafından yayımlanmış 361 sayfalık romanıdır.
Güven Tunç romanını “Derelerin ve Kadınların Onuruna” adamış, ben de onur duydum onun bu davranışı ve bu romanından. Okuma boyunca acılara tutunmuş, acılara ve yaşama direnen saygın kadınların tedirginliğini yaşadım. Sularından içtiğim, akışını izlediğim derelerin, nehirlerin coşkusunu gördüm. Bu coşkun ırmakların, kadınların yaşadığı, dolandığı coğrafyadaki tedirginliklerini yaşadım.
Romanın geçtiği kurgusal coğrafyada yaşananları bu kadar naif, bu kadar zarif işleyen Güven Tunç’u içtenlikle kutluyorum. Konuyu, yaşananları şarkılarla, türkülerle besleyen, ören yazar; ne denli iç içe girdiğimizi, hiç kimseyi kırmadan, ayırmadan, ötekileştirmeden, ajite etmeden işlemiş. Aynı duyguları paylaşmanın hüznü ile romanı ağır ağır, her elime alışta biraz daha geriye giderek okudum; hiç bitmesin istedim. Ve bitmedi, içimde devam ediyor.
Derelerin şırıltısını içimde duyarak, hissederek okuduğum “Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı”; şarkıların, türkülerin o ince duygularıyla örülmüş. Okudukça, içine girdikçe insanı kendine çekiyor; alıp götürüyor.
Öyle bir bütünleşmiş, öyle bir iç içe girmiş ki her şey; hiçbir önemi kalmıyor o kimdi, bu kimdi… İsimlerimiz Müjgan’ı, Meftune’si, Adran’ı, Tamar bacısı, Enne Hatun’u, Leon amca, Sara, Elmas, Meryem’den Maro, Sara’dan Selvinaz, Samuel’den Samo, Rabia, Pambuk anlatmak istediğim duyguyu ne güzel yansıtıyor!
Romanı okurken şarkılar / türküler beni şiirlere yönlendirdi. Sık sık Ahmet Kutsi Tecer’in “Orda bir köy var uzakta/ O köy bizim köyümüzdür” dizeleriyle Cahit Külebi’nin “Benim doğduğum köyleri / Akşamları eşkıyalar basardı” dizeleri dilime dolandı durdu. Elbette bu çağrışımlarda Güven Tunç’un şiirsel betimlemeleri başroldeydi. İşte bir bölümü okurken dillenen bir şiirden dizeler:
Yüce dağların doruğundan,
Yamaçlardaki kaynaklardan
Göllerden
Püfür püfür esen rüzgâr
Eteklerindeki çiçeklerden aldığı
Temiz ve güzel havayı
Sırtlayıp ovaya taşımaktaydı
Mis gibi bir akşamüstüydü
Öyle bir buğu çökmüştü ki toprağın üstüne
Koca ova parlıyordu sanki
Üzerine altın tozu dökülmüşçesine
Giden güneşe nispet yapar gibi
Alları moruna karışarak
Desem de inanmayın. Romanı okuyanlar fark edecektir, bu şiir kimsenin değil, zaten şiir değil; bir bölümün girişi. Güven Tunç’un kaleminden çıkan şiirsel betimlemeleri alt alta yazınca böyle oldu. Oysa Güven Tunç şöyle yazmıştı:
“Püfür püfür esen rüzgâr, yüce dağların doruklarındaki göllerden, yamaçlarındaki kaynaklardan, eteklerindeki çiçeklerden aldığı tüm temiz ve güzel havayı sırtlayıp ovaya taşımaktaydı. Mis gibi bir akşamüstüydü. Öyle bir buğu çökmüştü ki toprağın üstüne, kocaman ova sanki altın tozu dökülmüş gibi parlıyor, alları moruna karışarak giden güneşe nispet yapıyordu.”
Haksız mıyım? İçimden gidiyorum, hem de nerelere “…söylenmemişi söylenmiş kılan türküler…”le başlıyoruz kitaba ve içindeki yaşama. “…öyle bir aşamaya gelinmişti ki herkes sadece insandı ve herkes yoğun duygular içinde tınılara karışıp o tınılarla hemhal olup gidiyordu…” diye devam ediyoruz, anlatımın güzelliği karşısında döne döne karışıyorum halaya, hayallere. “…ince akan bir dere gibi sıralanmış gençler…” halay başının ciddiyetiyle küçücük salonu çemberleye dursunlar; “…ve ateş parçası kızlar, bıçkın oğlanlarla dar alanda uzun halaylara kapılıp kapılıp gittiler…” böyle zarif bir anlatımla yerinde duramayıp siz de katılıyorsunuz bu ciddi coşkuya…
Birçok yerde böyle alıp götürüyor insanı. “Güneş, en derin köşesine kadar ışığa boğarak seriyordu kendisini tüm yöreye”, “sanki o göl sularının üstünü süt buğusu kaplamış. Sanki sular kaymaklanmış” gibi benzer örnekleri sıralayabilirim. Ama o zevki biraz da okura bırakayım.
Yine bir başka örnek: “… Hayat artık kocaman bir iç sıkıntısı. Bir yenilmişliğin bir kırıklığın acısıydı. Bir görevler silsilesi, bir yapılacaklar listesiydi.” Müjgan’ın bu değerlendirmesinde günümüz yaşamına da güzel bir gönderme var. Nasıl sıradanlaştık böyle?
“Çocuklarla birlikte kendi çocukluğunun sesini duyuyordu.”Bu da Adran’ı çocukluğunun acılarıyla yüzleştiriyor, “Büyük kötülük uyandı, cehennem ateşi harlandı…” Çektiklerini anımsayarak nenelerini, dedelerini korumayan Tanrı’ya sitem edip bari çocukları koru diyor. Ya Müjgan? O da amcasının korkuları dışında “Yaşamadığı bir geçmişle karşılaşmaktan korkuyordu, eskilerin peşine düşmekten korkuyordu.”. Eğer düşerse yeni hayattan iyice kopacağını düşünüyordu. Yine de kendisini alamıyor, arıyor ama bulamıyordu. Gürül gürül akan sular yoktu artık, HES’ler alıp götürmüştü onları. “Sesi kesilmiş, gücü zincirlenmiş, kıstırılmıştı…İçi ezildi.”, bu durumu kendisine benzetti. Bir de “olur da bağlanırım”korkusu yaşıyordu Müjgan, bence bağları hiç kopmamıştı ki!
“…Ankara benden gideli çok oldu. Şimdi bende ondan gidiyorum…” bu anlatım beni aldı götürdü. Aynı duyguları paylaşmak bu olsa gerek. “Gittiğin Gün, dündü / Bugün, bir yıl olmuş” Facebook paylaşımımda “ANKARA’DAN GİDEBİLMEK” adlı şiirimde: “Ankara’dan gidebilmek / Gidemedik / Gidemedim…” diye başlamıştım. Yazarın anlatımından anladım ki; Ankara benden gideli çok olmuş.
“Ardımızdan gelen çocukluk şehirlerimizden” diye imzaladığı kitabında yazar günümüzden geçmişin peşimizi hiçbir zaman bırakmayan eski yaşamlarında dolaştırıyor. Öyle ki:
“…Çocukları, kadınları, işçileri sevmeyen bir çağa denk geldi ömrümüz…”
“…Bir aşklık ömrün vardı. Ömrümü tükettim…”
“…Herkes kendi içinde kendi hasretinin kuyusuna gömüldü…”
“…bir nabız gibi atıyordu bedenleri…”
“…Onurlu bir ihtilalcinin cesareti ve çocuksu bir saflığın inancı ile tarih sahnesine çıkacak olmanın ateşi dolanıyordu damarlarında…” betimlemeleriyle de bundan daha fazlasını da başardığını görüyoruz ve birlikte yaşıyoruz.
“…Bu şeher, o şeher olamaz Maro’m. Şimdi şeher dedikleri kocaman bir yangın yeri olmuş… O koca şeher yanmış bitmiş, kül olmuş… Nerde kalmış o git git bitmeyen çarşı? O dükkânlar? O sesler? O telaş? Suları, çeşmeleri kurumuş ki insanları, insanları niye kurumasın?
Yüzündeki dehşet Maro’nun içini acıtıyordu…”
Daha nasıl anlatayım, aldığım tümcelerle roman zaten kendini anlatıyor.
Daha fazlasını okuyunca yaşayacaksınız.
“İstanbul’la Oynuyorum” şiirimin son dizesiyle bitiriyorum bu bölümü:
“…İçim kanar, yüreğim yanar
Bir güvercin uçar gider yanı başımdan.”
Ve Fırat koyuyor noktayı: “…Dünyadaki her yer, her insan, her kadın, her çocuk, her çay, her dere, her canlı kötülüğün doğrudan hedefinde artık.”
Türkülerimiz ve şarkılarımızın derleyeni / yöresi / şairi / ozanı ile ilgili bilgileri ayrıntılı biçimde yer alıyor romanın sonunda. Ancak özellikle belirtmek isterim ki her yörede farklı isimlerle anılan objeler, yemekler vb. de var romanda. Bunlarla ilgili bir sözlük de yer alabilirdi kitabın sonunda. Biraz çokça kullanılması çok güzel açıklanmıştı. Adran’ın annesinden, babasından öğrendiği her sözcüğü kullanmaya devam ederek onlardan hiç ayrılmamış, yaşam kaynağından koparılmamış olması güzel bir olgu ama “kurgusal” coğrafyanın dilindeki özellikli sözcükleri herkes bilemeyebilir; yaşaması için ufak bir sözlük gerekirdi diye düşünüyorum.
Bir başka konu da “Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı” içerisinde birkaç kuşaktan geçtik. Her kuşakta çok isim vardı, yukarıda bir başka nedenle andığım isimleri bir “soyağacı” üzerinde görebilseydik daha rahat çözümleyebilirdik. O zaman bir gerçekçi hava çıksa da altına “kurgusal” olduğu bilgisi eklenebilir. Yazarın kendisi için böyle bir soyağacı yaptığı ve bundan yararlandığını da düşünmekteyim.
Bahsettiğim bu iki konunun örnekleri de var edebiyatımızda. Anı ve tanıklık içeren kitaplarda sözlükler bulunmakta, aileler fotoğraflarla gösterilmektedir. Oya Baydar’ın “Yolun Sonundaki Ev” adlı eserinde örneğin; evde yaşayanlar kat kat, daire daire listelenmiş; okur istediği zaman bu kimdi diye dönüp bakabilme lüksüne sahip oluyor. Gerçi Ververan’da kişileri buldukça mutlu olmakta ayrı bir keyif veriyor ve sürpriz oluyordu, ama böyle bir soyağacının bulunması okura kolaylık olurdu.
Kaptırdım gidiyorum ben de Müjgan gibi. “Çocukluğuna gitmiş bir türlü dönemiyordu.”, ben de dönemiyorum Güven Tunç’un “Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı”sından. Hayal’in umudu doğurdu bence, umudu da yaşatacağız.
Eline, yüreğine sağlık diyorum Güven Tunç’a.
Ve tabii Cahit Irgat’la bitiriyorum.
Korkuyorum
Her yerde aynı hava, aynı koku, aynı dert
Korkuyorum.
Sen de kaçma bu şehirden
Yalnız bırakma beni,
Gökler bile değişiyor lahzada.tşo8
Ardından geliyor bak
Güneşiyle, bulutuyla gökyüzü
Bütün şehir, bütün deniz, yeryüzü.
Sen de kaçma bu şehirden
Yalnız bırakma beni,
Ben fakir bir sahilin
Kahır yüklü çocuğu,
Korkuyorum.
Ali Erkan Güneri
(*) VERVERAN’DA BİR HÜZZAM ŞARKI – GÜVEN TUNÇ – Ürün Yayınları- 2019 Ağustos-361 Sayfa
0 notes